- 12 Temmuz 2006
- 52
- 1
Bazen amaçsızca birileriyle konuşmayı arkadaş olmayı isteriz.
Daha numarayı çevirirken, nasıl bilmiyorum ama, numaranın yanlış olduğunu biliyordum. Telefon iki kez çaldı, sonra birisi açtı. Ters bi erkek sesi,
"Yanlış numara!" dedi ve telefonu yüzüme kapattı. Canım sıkkın, bir daha çevirdim. Aynı ses,
"Size yanlış dedim!" dedi ve yine yüzüme kapattı. Yanlış numarayı çevirdiğimi nereden biliyordu? Bu olay olduğunda New York City Polis Departmanı'nda çalışıyordum. Bir polis her zaman meraklı -ve kaygılı- bir insan olmak konusunda eğitim görür. Ve aynı numarayı üçüncü kez çevirdim.
"Yeter artık," dedi adam. "Yine sen misin?"
"Evet, benim," diye yanıtladım onu. "Daha ağzımı bile açmadan yanlış numarayı çevirdiğimi nereden biliyorsunuz?"
"Bunu da sen bul!"
Telefon yüzüme kapandı. Ahize elimde kalakaldım oturduğum yerde. Adamı bir daha aradım.
"Buldun mu?" dedi.
"Aklıma bir tek şey geliyor... Sizi kimse aramaz."
"Tamam buldun!" telefon dördüncü kez yüzüme kapandı. Sinirlerim gevşediği için, gülerek aradım adamı bu kez.
"Şimdi ne istiyorsun?" diye sordu.
"Yalnızca... bir merhaba demek istedim."
"Merhaba mı? Neden?"
"Ne bileyim. Sizi kimse aramıyorsa, bari ben arayayım dedim."
"Peki. Merhaba. Kimsiniz?"
Sonunda başarmıştım. Meraklanma sırası ondaydı. Kendimi tanıttıktan sonra, ona kim olduğunu sordum.
"Adım Adolf Meth. Seksen sekiz yaşımdayım ve son yirmi yıldır bir gün içinde telefonla bu kadar aranmamıştım, yanlışlıkla olsa da!" İkimiz de güldük. Yaklaşık 10 dakika sohbet ettik. Adolf'un ne ailesi, ne de bir arkadaşı vardı. Yakınlarının tümü ölmüştü. Sonra ortak bir özelliğimiz olduğunu keşfettik: New York City Polis Departmanı'nda tam 40 yıl çalışmıştı. Orada asansör görevlisi olarak çalıştığı günlere ilişkin anılarından söz ederken sesi çok içten geliyordu. Kendisini tekrar arayıp arayamayacağımı sordum.
"Neden böyle bir şey yapmak istiyorsun?" diye sorarken şaşkınlığını saklayamıyordu.
"Ne bileyim. Telefon arkadaşı olabiliriz, hani şu mektup arkadaşları gibi." Tereddüt etti.
"Bence bir sakıncası yok... Yani yeni bir arkadaşım olmasının."... Sesi oldukça duyarlıydı bu kez.
Ertesi gün öğleden sonra ve sonraki günlerde Adolf'u yeniden aradım. Sohbeti tatlıydı. Bana I. ve II. Dünya Savaşı anılarından, Hindenburg felâketinden ve diğer tarihi olaylardan söz etti. Çok etkileyiciydi. Ona evimin ve ofisimin telefon numaralarını verdim, böylelikle o da beni arayabilecekti. Aradı da, hemen her gün.
Yalnız ve yaşlı bir adama karşı iyilik yapmak değildi amacım yalnızca. Onunla konuşmak benim için önemliydi, çünkü benim yaşamımda da büyük bir boşluk vardı. Yetimhanelerde, bakıcı ailelerin yanında büyümüştüm, hiç babam olmamıştı. Adolf yaşamımda yavaş yavaş babam yerine koyduğum bir insan olup çıktı. Ona işimden, üniversitedeki derslerimden söz ediyordum.
Adolf yavaş yavaş yaşamımda psikolojik danışmanım rolünü üstlenmişti. Üstlerimden biriyle aramdaki anlaşmazlıktan söz ederken, yeni arkadaşıma,
"Onunla aramdaki bu sorunu bir an önce çözmem gerekiyor" dedim. Adolf, "Acelen ne?" diye uyardı beni.
"Bırak aranızdaki olaylar biraz yatışsın. Benim yaşıma geldiğinde, zamanın pek çok şeyin ilacı olduğunu anlıyorsun. İşler kötüye giderse, o zaman konuş onunla."
Uzun bir sessizlikten sonra, "Biliyorsun," dedi sakin bir sesle. "Seninle kendi oğlumla konuşuyormuşum gibi konuşuyorum. Her zaman bir ailem ve çocuklarım olmasını istedim. Bu duygunun ne olduğunu anlayamayacak kadar gençsin."
Hayır, değildim. Ben de hep bir ailem ve bir babam olsun istemiştim. Fakat ona hiçbir şey söylemedim. Çok uzun zamandır yüreğimde taşıdığım acıya daha fazla katlanamamaktan korktum.
Bir akşam Adolf 89'uncu doğum gününün yaklaşmakta olduğunu söyledi. Kendi ellerimle hemen çok büyük bir doğum günü kartı hazırladım. Kartın üzerinde bir doğum günü pastası ve 89 tane mum vardı. Bütün iş arkadaşlarımdan, hatta komiserimden bile kartı imzalamalarını istedim. Yaklaşık 100 imza oldu kartta. Adolf'un bundan çok hoşlanacağından emindim. Dört aydır telefonda sohbet ediyorduk, artık yüz yüze gelmemizin zamanı gelmişti çoktan ve kartı kendi elimle götürmeye karar verdim.
Kendisini ziyarete gideceğimi söylemedim Adolf'a. Bir sabah oturduğu apartmana gidip, arabamı sokağının başına park ettim. Apartmana girdiğimde bir postacı elindeki mektupları ayırıyordu. Adolf'un adının yazılı olduğu posta kutusunu kontrol ederken postacı doğru yerde olduğumu işaret etti başıyla. Evet 1H no.lu dairede yaşıyordu, durduğum yerden yaklaşık on metre ileride.
Yüreğim heyecanla çarpıyordu. Acaba telefonda kurulan aramızdaki kimyasal yaklaşım, yüz yüze de kurulacak mıydı? İçimden bir şüphe duygusu gelip geçti. Belki de babamın beni reddettiği gibi o da reddedecekti.
Adolf'un kapısını çaldım. Yanıt gelmeyince daha hızlı çaldım bu kez. Postacı başını kaldırıp bana baktı.
"Kimse yok," dedi.
"Evet," dedim, kendimi biraz tuhaf hissediyordum. "Telefonu yanıtlaması kadar uzun sürüyorsa, kapıyı açması da."
"Akrabası falan mısınız?"
"Hayır, arkadaşıyım yalnızca."
"Çok üzgünüm," dedi üzgün bir sesle.
"Bay Meth önceki gün öldü."
"Öldü mü? Adolf mu?"
Bir an verecek bir yanıt bulamadım. Şaşkınlık içindeydim, inanamıyordum bir türlü işittiklerime. Sonra kendimi toparladım, postacıya teşekkür ettim ve dışarıya çıktım.
Arabama doğru yürürken gözlerim yaşlarla doluydu. Tam köşeyi dönerken, bir kilise gördüm ve o anda İncil'den şu tümce geldi aklıma:
Bir arkadaş her zaman sever.
Özellikle öldükten sonra, dedim içimden. O anda bir şeyin farkına vardım. Yaşamlarımızdaki güzelliklerin farkına varmak kimi zaman ani ve beklenmedik bir olayla mümkün olur. Şimdi, yaşamımda ilk kez, Adolf'la birbirimize ne kadar yakın olduğumuzu anladım.
Her şey ne kadar da kolay olmuştu, bir dahaki sefere kendime yakın bir arkadaşı çok daha kolayca bulacaktım. Yavaş yavaş bir sıcaklık kapladı bedenimi.
Adolf'un ters sesini işittim:
"Yanlış numara!"
Sonra kendisini neden bir daha aramak istediğimi sorması geldi aklıma. Yüksek sesle,
"Çünkü sen benim için önemlisin Adolf!" dedim.
"Çünkü ben senin arkadaşındım."
Açılmamış doğum günü kartını arabamın arka koltuğuna koydum ve direksiyona geçtim. Arabamı çalıştırmadan arkama döndüm,
"Adolf," diye fısıldadım:
"Ben yanlış numara çevirmedim. Sen benim arkadaşımdın."
Jennings Michael Burch
Arkadaşsız yaşam, tanıksız ölüm gibidir.
İspanyol Atasözü
Daha numarayı çevirirken, nasıl bilmiyorum ama, numaranın yanlış olduğunu biliyordum. Telefon iki kez çaldı, sonra birisi açtı. Ters bi erkek sesi,
"Yanlış numara!" dedi ve telefonu yüzüme kapattı. Canım sıkkın, bir daha çevirdim. Aynı ses,
"Size yanlış dedim!" dedi ve yine yüzüme kapattı. Yanlış numarayı çevirdiğimi nereden biliyordu? Bu olay olduğunda New York City Polis Departmanı'nda çalışıyordum. Bir polis her zaman meraklı -ve kaygılı- bir insan olmak konusunda eğitim görür. Ve aynı numarayı üçüncü kez çevirdim.
"Yeter artık," dedi adam. "Yine sen misin?"
"Evet, benim," diye yanıtladım onu. "Daha ağzımı bile açmadan yanlış numarayı çevirdiğimi nereden biliyorsunuz?"
"Bunu da sen bul!"
Telefon yüzüme kapandı. Ahize elimde kalakaldım oturduğum yerde. Adamı bir daha aradım.
"Buldun mu?" dedi.
"Aklıma bir tek şey geliyor... Sizi kimse aramaz."
"Tamam buldun!" telefon dördüncü kez yüzüme kapandı. Sinirlerim gevşediği için, gülerek aradım adamı bu kez.
"Şimdi ne istiyorsun?" diye sordu.
"Yalnızca... bir merhaba demek istedim."
"Merhaba mı? Neden?"
"Ne bileyim. Sizi kimse aramıyorsa, bari ben arayayım dedim."
"Peki. Merhaba. Kimsiniz?"
Sonunda başarmıştım. Meraklanma sırası ondaydı. Kendimi tanıttıktan sonra, ona kim olduğunu sordum.
"Adım Adolf Meth. Seksen sekiz yaşımdayım ve son yirmi yıldır bir gün içinde telefonla bu kadar aranmamıştım, yanlışlıkla olsa da!" İkimiz de güldük. Yaklaşık 10 dakika sohbet ettik. Adolf'un ne ailesi, ne de bir arkadaşı vardı. Yakınlarının tümü ölmüştü. Sonra ortak bir özelliğimiz olduğunu keşfettik: New York City Polis Departmanı'nda tam 40 yıl çalışmıştı. Orada asansör görevlisi olarak çalıştığı günlere ilişkin anılarından söz ederken sesi çok içten geliyordu. Kendisini tekrar arayıp arayamayacağımı sordum.
"Neden böyle bir şey yapmak istiyorsun?" diye sorarken şaşkınlığını saklayamıyordu.
"Ne bileyim. Telefon arkadaşı olabiliriz, hani şu mektup arkadaşları gibi." Tereddüt etti.
"Bence bir sakıncası yok... Yani yeni bir arkadaşım olmasının."... Sesi oldukça duyarlıydı bu kez.
Ertesi gün öğleden sonra ve sonraki günlerde Adolf'u yeniden aradım. Sohbeti tatlıydı. Bana I. ve II. Dünya Savaşı anılarından, Hindenburg felâketinden ve diğer tarihi olaylardan söz etti. Çok etkileyiciydi. Ona evimin ve ofisimin telefon numaralarını verdim, böylelikle o da beni arayabilecekti. Aradı da, hemen her gün.
Yalnız ve yaşlı bir adama karşı iyilik yapmak değildi amacım yalnızca. Onunla konuşmak benim için önemliydi, çünkü benim yaşamımda da büyük bir boşluk vardı. Yetimhanelerde, bakıcı ailelerin yanında büyümüştüm, hiç babam olmamıştı. Adolf yaşamımda yavaş yavaş babam yerine koyduğum bir insan olup çıktı. Ona işimden, üniversitedeki derslerimden söz ediyordum.
Adolf yavaş yavaş yaşamımda psikolojik danışmanım rolünü üstlenmişti. Üstlerimden biriyle aramdaki anlaşmazlıktan söz ederken, yeni arkadaşıma,
"Onunla aramdaki bu sorunu bir an önce çözmem gerekiyor" dedim. Adolf, "Acelen ne?" diye uyardı beni.
"Bırak aranızdaki olaylar biraz yatışsın. Benim yaşıma geldiğinde, zamanın pek çok şeyin ilacı olduğunu anlıyorsun. İşler kötüye giderse, o zaman konuş onunla."
Uzun bir sessizlikten sonra, "Biliyorsun," dedi sakin bir sesle. "Seninle kendi oğlumla konuşuyormuşum gibi konuşuyorum. Her zaman bir ailem ve çocuklarım olmasını istedim. Bu duygunun ne olduğunu anlayamayacak kadar gençsin."
Hayır, değildim. Ben de hep bir ailem ve bir babam olsun istemiştim. Fakat ona hiçbir şey söylemedim. Çok uzun zamandır yüreğimde taşıdığım acıya daha fazla katlanamamaktan korktum.
Bir akşam Adolf 89'uncu doğum gününün yaklaşmakta olduğunu söyledi. Kendi ellerimle hemen çok büyük bir doğum günü kartı hazırladım. Kartın üzerinde bir doğum günü pastası ve 89 tane mum vardı. Bütün iş arkadaşlarımdan, hatta komiserimden bile kartı imzalamalarını istedim. Yaklaşık 100 imza oldu kartta. Adolf'un bundan çok hoşlanacağından emindim. Dört aydır telefonda sohbet ediyorduk, artık yüz yüze gelmemizin zamanı gelmişti çoktan ve kartı kendi elimle götürmeye karar verdim.
Kendisini ziyarete gideceğimi söylemedim Adolf'a. Bir sabah oturduğu apartmana gidip, arabamı sokağının başına park ettim. Apartmana girdiğimde bir postacı elindeki mektupları ayırıyordu. Adolf'un adının yazılı olduğu posta kutusunu kontrol ederken postacı doğru yerde olduğumu işaret etti başıyla. Evet 1H no.lu dairede yaşıyordu, durduğum yerden yaklaşık on metre ileride.
Yüreğim heyecanla çarpıyordu. Acaba telefonda kurulan aramızdaki kimyasal yaklaşım, yüz yüze de kurulacak mıydı? İçimden bir şüphe duygusu gelip geçti. Belki de babamın beni reddettiği gibi o da reddedecekti.
Adolf'un kapısını çaldım. Yanıt gelmeyince daha hızlı çaldım bu kez. Postacı başını kaldırıp bana baktı.
"Kimse yok," dedi.
"Evet," dedim, kendimi biraz tuhaf hissediyordum. "Telefonu yanıtlaması kadar uzun sürüyorsa, kapıyı açması da."
"Akrabası falan mısınız?"
"Hayır, arkadaşıyım yalnızca."
"Çok üzgünüm," dedi üzgün bir sesle.
"Bay Meth önceki gün öldü."
"Öldü mü? Adolf mu?"
Bir an verecek bir yanıt bulamadım. Şaşkınlık içindeydim, inanamıyordum bir türlü işittiklerime. Sonra kendimi toparladım, postacıya teşekkür ettim ve dışarıya çıktım.
Arabama doğru yürürken gözlerim yaşlarla doluydu. Tam köşeyi dönerken, bir kilise gördüm ve o anda İncil'den şu tümce geldi aklıma:
Bir arkadaş her zaman sever.
Özellikle öldükten sonra, dedim içimden. O anda bir şeyin farkına vardım. Yaşamlarımızdaki güzelliklerin farkına varmak kimi zaman ani ve beklenmedik bir olayla mümkün olur. Şimdi, yaşamımda ilk kez, Adolf'la birbirimize ne kadar yakın olduğumuzu anladım.
Her şey ne kadar da kolay olmuştu, bir dahaki sefere kendime yakın bir arkadaşı çok daha kolayca bulacaktım. Yavaş yavaş bir sıcaklık kapladı bedenimi.
Adolf'un ters sesini işittim:
"Yanlış numara!"
Sonra kendisini neden bir daha aramak istediğimi sorması geldi aklıma. Yüksek sesle,
"Çünkü sen benim için önemlisin Adolf!" dedim.
"Çünkü ben senin arkadaşındım."
Açılmamış doğum günü kartını arabamın arka koltuğuna koydum ve direksiyona geçtim. Arabamı çalıştırmadan arkama döndüm,
"Adolf," diye fısıldadım:
"Ben yanlış numara çevirmedim. Sen benim arkadaşımdın."
Jennings Michael Burch
Arkadaşsız yaşam, tanıksız ölüm gibidir.
İspanyol Atasözü