Evet 90'ların sonundaki aynen o dönemden bahsettim lambcım. Tabi ki o olanları biliyorum. Ama bahsettiğim kuranla ilgili tek bildiğim yasaklamanın o olmasıydı sadece. Yoksa tabi ki gerekçeleri vardı. Sadece benim için üzücü sonucundan bahsetmiştim. Okula gitmeden okuma yazmayı ardından kuran okumayı öğrenmiş bir çocuktum ben yoksa. Kuran kursunda da hocaya yardım ederdim
O hoca beni hatırlıyorsa şimdiki halime göre ağlar. Hafız yapıcaktı beni.
Evet hepsi masum değildi. İstanbul gibi yerlerde açıkçası bir şeyler yapmak zordu belki ama Anadolu'yu Doğuyu Güneydoğuyu kontrol etmek ne kadar zordur tahmin edebiliyorum. O kadar yaşanan sapkınlıklardan sonra her şeyi kapatmak kesin çözümdü..
Açıkçası mühendislik doktorası yaptığım için konulara senin kadar aşina değilim çok az konuda derin bilgim var. Onlar da modern türkiye tarihi, ata, sosyoloji, ekonomi gibi birkaç derste okuduğum bana göre ağır sayılabilecek kitaplar sayesinde olmuştur :) Geri kalanlar hatırladıklarım, çabuk okunan tarih kitaplarından bildiklerim, babamdan dinlediklerim vs. 28şubat sürecini de hatırlıyorum. Ama senin daha fazla okumuşluğun var konular hakkında
Anafene gittim ben de zamanında. Alevilik bektaşilik geleneğinin alt kollarından birine mensubuz. Yani alevilik değil ama çok farklı bir inanç sistemi yaşadım ailemde. Anafende fetullah gülen dinletileri, iftarlar, namazlar bunlara katılmayacağım ailem tarafından sebebiyle birlikte söylenmişti. Ama ciddi ciddi zorlandım. Küçücük çocuğa senin ailen yanlış şeylere inanıyor denir mi allah aşkına ya.
Ki demin de dediğim tekke zaviye kanunundan bu kadar çekmedik.
Şimdi kardeşim de ananfene gidiyor. Hiç öyle bir şey kalmamış inan ki. Artık hiçbir zorlama yok. Yeteri kadar yayıldıkları için dersane olayına eskisi gibi bakmıyorlar artık. Zaten insanlar seve isteye onların içine giriyor.
Ben de cok derinine bilmiyorum herseyi yok, bazen keske mümkün olsa diyorum. Ilkokuldan beri Anadolu Lisesi, yok üniversite sinavi kosturuldugumuz icin, Türkiye`nin gecmis siyasi dengelerini arastirmaya vakit kalmiyor. Pek cok seyi okulda ögretmedikleri icin...Üniversitede de bir yere kadar...
Anafen döneminden gecmis cocuklariz yani.
Senin oldugun yerde de zorlamislar demek. Bizim bir tanidigin oglu intihar etmisti. Anafen`de okuyan. Arkadaslari doldurusa getiriyor, inancsiz babasina kafa tutuyor, sonra babasi cocugu dershaneden aliyor, tekrardan kendi kitaplar veriyor cocugun eline, cocuk arkadaslariyla baba arasinda kalip, intihar etti sonunda.
Aynen ülke onlarin, daha ne olsun, üc bes ögrencinin pesinde kosmalarina gerek kalmadi artik. Cünkü artik tepeden, etnik, dini, renk seklinde gruplara ayrilip birbirimizle catistiriliyoruz.
Cok güzel bir köse yazisi Can Dündar`dan, konuya geri dönüs yapiyorum: Başbakan, son 10 yıldır belki de ilk kez savunmaya geçti.
Hep o hamle eder, gündem belirler, çerçeveyi çizerdi; diğerleri ona cevap yetiştirirdi.
İşler ilk kez tersine döndü.
Gündem, Erdoğandan bağımsız hareket eden, başıboş bir mayına dönüştü. Onu ne zaman, nerede vuracağı belli değil.
Her gece yeni bir dinleme kaydı, sağlam görünen bir urbayı iplik iplik çözerken Başbakanın yeni bir açığını ele veriyor.
Ve Erdoğan, cevap veremiyor:
Hayır, o ses benim değil. Asla oğlumla böyle bir konuşma yapmadım. Paraları sıfırla diyen ben değilim diyemiyor.
Telefonda Tamamen sıfırlandı mı diye soran kısık sesi izah edemedikçe, meydanlarda yüksek sesle bağırıyor.
O bağırtı, o kısık seste hissettiğimiz suçüstü ürpertisini bastırmaya yetmiyor.
Tersine, telefondaki kısık sesin meydandaki her haykırışı, neyi örtmeye çalıştığı sorusunu beraberinde getiriyor.
Başbakan, ilk kez gündem yaratmıyor, gündemden kaçıyor.
***
Ama kaçarken tehlikeli bir şey yapıyor.
27 Mayıs heyülasını hortlatıyor.
Menderesin arkasına saklanıyor.
Dün, Çok önemli bir tarihi belge açıklayacağım diyerek 27 Mayıstan sonra, dönemin Eskişehir Sıkıyönetim Komutanının, Hükümet erkânı, beraberinde 12 uçak dolusu altınla yurtdışına kaçarken yakalanmıştır diyen bir bildiriyi halka dağıttığını iddia etti.
Tarihin dikkate almadığı bir bildiriye halkın dikkatini çekme gayretkeşliğinin tek bir nedeni var:
Dün Menderesi soygunculukla suçladılar, bugün beni suçluyorlar demek...
Menderesi kendine siper ederek telefondaki soygunu perdelemek...
***
Bu iddia, bugünkü çürük kokusunu gidermeye yeter mi?
Başbakanın oturak yerinde kıl olmakla müftehir kitleler, Onu bırak da niye telefonda oğluna Evde ne var ne yok çıkar dedin, onu anlat demez mi?
Vurdumduymazlığın bu kadarına da pes diye isyan etmez mi?
***
Tarihten biliyoruz ki, etmiyor.
Halkımız, belki otoriteye hürmetinden, belki Ne olur ne olmaz korkusundan, Hünkârın gidişinden tamamen emin olmadıkça alkışı, tezahüratı kesmiyor. Lakin devrildiği saat, heykelinin üzerinde zıplamak için meydanlara doluyor.
Şarkta işler biraz böyle yürüyor.
Madem Başbakan, DP döneminden dem vurdu; biz de o dönemden bir örnek verelim. Kendisine Menderesin gözde bakanlarından Samet Ağaoğlunun Yassıada Günlüklerini (Gülay Sarıçoban, Yapı Kredi Y, 2013) okumasını tavsiye edelim.
Ağaoğlu, Başbakanı uçuran o alkışların, o övgülerin, o tezahüratın nasıl kandırmaca olduğunu, nasıl bir anda tersine dönebildiğini, bugün Dik dur diye gaz verenlerin, devrildikten sonra nasıl Biz onu uyarmıştık diye yan çizdiklerini, içeriden gözlemlerle anlatıyor.
Kitaptan bir bölümü aktarırken bayat sıkıyönetim bildirilerinden ziyade, ibretlik tanıklıklara itibar edilmesinin, kişi ve ülke sağlığı açısından daha anlamlı olduğunu belirtmek istiyorum.
SAMET AĞAOĞLUNUN KİTABINDAN
Nerede Hayranların?
Vekiller onun (Menderesin) sözlerini hayranlıkla dinledikleri, alkışladıkları, en ufak bir itiraz yapmadıkları halde şimdi (Yassıadada) Bizim haberimiz yok diye kekeliyorlar. Menderes iktidarda Bütün şerefler benimdir diye kükrüyordu. O halde neden bugün Bütün mesuliyetler benimdir diyemiyor? Çok güzel yapmışsınız, hayran olduk diyenler neden şimdi, O yaptı, biz de tasvip ettik demek cesaretini gösteremiyor? İşte Şark burada kendini gösteriyor. Ah melun Şark! Ah bu Şarkta politika yapmak! Seni düşmanların değil, dostların yiyor!