Günümüz toplumunun en önemli problemlerinden birini psikiyatri biliminin "anksiyete bozuklukları" şeklinde tanımladığı hastalık grubu oluşturmaktadır. Bu durum, dini yaşantıya önem veren ya da İslam dininin şekillendirdiği bir hayat şeklini tercih eden toplum kesiminde vesveseler şeklinde gözlenmektedir.
İnsan vücudunun işleyişinde, biyolojik ve sosyal faktörlerin psikolojik sonuçlar doğurduğu kabul edilmektedir. Aslında sosyal faktörlerin içinde ele alınması gereken çok sayıda çevre faktörü de psikoloji üzerinde etki etmektedir. Beslenme, çevreden gelen koku ve ışıklar, karşılaşılan insanların yüz ifadeleri, kulağımıza ulaşan seslerden başlayan ve uzaydan dünyaya ulaşan yıldızların ışıkları ve nötrinolara kadar bir dizi faktör bedenimiz ve psikolojimiz üzerinde etkili olmaktadır. Sonra görünen alemin, görme sınırlarımız ve algılarımızın ötesinde hayal, misal ve ruhlar alemi gibi pek çok farklı varlık boyutlarının günlük yaşantımız, bedeni fonksiyonlarımız ve psikolojimiz üzerinde şu an bilemediğimiz ve tespit edemediğimiz etkileri var olmalıdır. İnsan ve onun psikolojisinin tarifi yapılırken bütün bu faktörler dikkate alınmalı ve problemlere çözüm arayışı içine girilirken kâinat-insan bütünlüğü göz ardı edilmemelidir. Bilimsellik ve pozitivizm adına inkâr edilen bazı şeyler insan ve dolayısı ile hastalıklarının tanımını çok sınırlı bir varlık alanına hapsetmekte, sığlaştırmaktadır.
Günlük yaşantıda karşımıza çıkan problemler ve varlığımızın, ruh ve beden olarak başka alemlerle irtibatını dikkate alan bir yaklaşım örneği Yirmi Birinci Söz'ün İkinci Makamı'nda ortaya konmuştur. İnsanlık aleminin psikolojik rahatsızlıklarından ve belki de en önemlilerinden olan vesvese ile ilgili bölümün başına "Ey Rabbim, şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da, ya Rabbi, sana sığınırım (Mü'minun Suresi: 97-98)" mealindeki ayetlerin konmuş olması bu anlamda üzerinde durulması gereken bir konudur. Kur'an-ı Azimüşşan maddi alemde yaşanan bir problemi, şehadet aleminin önümüze koyduğu bir hali farklı bir alemle irtibatlandırmaktadır. Bu da günlük yaşantımızda, ruh halimizde, psikolojimizde yaşadığımız hallerin madde ve manayı birlikte kuşatan bir bakışla algılanmasına ve tarifine örnektir. Bu bakış maddi alemde meteor düşmesi ya da yıldız kayması olarak gözlenen bir halin şeytanların recmedilmesi şeklinde ortaya konulabilecek derecede genişliğini yansıtmaktadır.
Maddi alemde tezahürleri ile vesvese, anksiyete tanımına uymaktadır. Amerikan Psikiyatri Kliniği'nin belirlediği kriterler çerçevesinde yapılan tanım: " Otonomik sinir sisteminin hiperaktivitesine bağlı somatik belirtilere eşlik eden, korku hissi ile belirli patolojik bir durumdur. Belirli bir nedene yanıt olan korkudan ayrılır" şeklindedir.
Burada ifade edilmek istenen şudur: İnsan bedeninin fonksiyonlarında çok önemli bir rol üstlenen sinir sisteminin iki tür işleyişi vardır. Biri bizim isteklerimizle şekillenir ve "istemli" adını alır. Mesela, elimizi kaldırmamız, yürümemiz, gözümüzü kapamamız kendi istek ve irademizle olan işleyişlerdir. Bu işleyişlerde sinir sistemi ve isteklerimiz arasında bir irtibat vardır. Sinir sisteminin diğer tür bir işleyişi ise istemsiz hareketler şeklindedir. Kalp atışlarımız, belirli dış uyarılara cevap olarak kan damarlarındaki değişiklikler, utanınca cildimizin kızarması gibi durumlar isteğimizin haricinde cereyan eder. İşte korku anında da kalp atışlarımızın hızlanması, benzimizin atması, nefes alıp verme sıklığının artması ve kalbimizin yerinden çıkacak gibi olması bizim kontrolümüz dışında, istemsiz işleyen sinir sisteminin bir fonksiyonu olarak ortaya çıkar. Dışarıdan bir uyarı ya da korkutacak bir sebep varken bu gayet fıtri ve bedenin normal işleyişinden kaynaklanmaktadır. Ancak bazen dışarıdan bu durumu oluşturacak herhangi bir sebep yokken bu sonuçlar ruh aleminde ve psikolojik boyutta yaşanır. Kişi karşısında korkunç bir köpek varken hissettiği ve yaşadığı bedeni değişiklikleri, böyle bir uyarıcı sebep yokken yaşar. Şuur planında da bunu izah edecek bir sebep bulamaz. Sanki iç aleminde korku sebebiyle oluşan olaylar zincirini başlatan bir düğme vardır ve zaman zaman bu düğmeye içeriden böyle bir sebep olmaksızın basılmaktadır.
Korkunun çoğunlukla kaynağı güvensizlik ve yalnızlıktır. Fıtratının derinliklerinde acz ve fakr hep var olan insan, doğduğu andan itibaren bir himayeye muhtaçtır. Yalnızlığa müsait olmayan fıtratı hep bir sığınak arayışı içindedir. Bu ana rahminden şehirleri dolduran gökdelenler şeklindeki barınaklara kadar uzanan farklı şekillerde tezahür eder. Doğduğunda ağlayan çocuk bir ölçüde ana rahminin güvenli ortamından çıkmanın sıkıntısını dile getirmektedir. Evinden, memleketinden uzaklarda insanın hissettiği tedirginlik ve huzursuzluk aynı refleksin uzantısı olmalıdır.
Aslında her ruh, ruhlar aleminden şehadet alemine gelmişliğinden dolayı özünde bu sıkıntıyı, vatanından uzaklık duygusunu barındırmaktadır. Hele dünyada asli özelliklerini ve gerçek vatanını unutup orada kulluk sözü verdiği Rabb-ı Kerim'in mutlak şefkatini ve her an yanında olduğunu hissedecek ruh halinden uzaklaşmışsa ruh boyutundaki tedirginlik daha fazla olacaktır. Elest meclisinde verilen sözlerin muhakkak ruhumuzun derinlerinde bir yerlerde yansımaları ve izleri olmalıdır. Bu yüzden belki de zaman zaman efendisinden kaçmış köle ruh halini yaşıyoruz. Başıboş algıladığımız varlık alemi içinde kendimizi güvensiz ve yalnız hissediyoruz. Vehimler üzerine bina edilmiş varlık algısı bizi akıl almaz ölçüde korkutuyor, ama bu korkularımızdan da kaçış halindeyiz. Bu da bizleri çözümsüzlükler yumağı olan bir kısır döngüye itiyor. Gece yatağımızdan bir tıkırtıyla uyanıp pencerede bir gölgenin hareket ettiğini gördüğümüzde yapılacak en doğru şey bu olayın aslını anlamaya çalışmak olacaktır. Bu gölgenin bir hayalet ya da hırsız olduğu vehmi ile yorgana gömülüp sabahı korku ve kan ter içinde beklemek, sabah havanın aydınlanması ile üstteki koşunun balkona astığı çarşaf yüzünden geceyi kendimize büyük bir azaba çevirmemiz sonucunu doğurabilir. Oysa ışığı yakıp da olan biteni anlamaya çalışmak bütün kabusun beş dakika sonra rahat yatağında uyku şekline dönüşmesi olabilirdi. Varlık aleminin karanlığı içinde bizleri korkutan çarşaflardan kurtulmanın tek yolu, iman nuru ile eşyanın hakikatini anlamaya çalışmak olmalıdır. Dr.Hakan YALMAN
Temel Prensip: Tanımak ve Korkmamak
"Ey maraz-ı vesvese ile mübtela!..............; mahiyetini bilsen onu tanısan gider."
Vesvese ile ilgili olarak bilinmesi gereken en önemli şeylerden biri, bu durumun bir hastalık olduğudur. Yani, soğuk algınlığı, mide ağrısı, öksürük, zatürre, barsak enfeksiyonu gibi bu durum da bedenin işleyişinde bir aksaklıktan kaynaklanmaktadır. Bu aksaklık daha önce yaşanan sıkıntı verici hallerin günlük yaşantıda oluşturduğu gerilimin hayata yansıması gibidir. Bu durum daha önceden yaşanan olaylar nedeniyle şuur altına yerleşmiş endişe ve korku hallerinin bedendeki tezahürlerinin, sebep algılanmadan ortaya çıkması olduğu için ve alışık olduğumuz sebep-sonuç bağlantısını kuramadığımız için daha fazla sıkıntı verir. Korkularımız pusuda beklemekte ve psikolojik durumun zayıflaması anında şuur altından şuur düzeyine yükselmektedir. Ancak bedende etkilerini gördüğümüz bu halin sebebi şuur altının derinliklerinde olduğundan şuur düzeyinde algılanamaz. Bütün bu hallerin temelinde ise varlık algımızın Yaratıcı ile bağlantısını netleştirememenin verdiği belirsizlik, güvensizlik, kararsızlık ve sahipsizlik duyguları yer almaktadır.
Psikiyatri biliminin anksiyete bozuklukları adı altında ele aldığı bu hal olayın nedeni ya da açıklaması bilinmeyince bir kısır döngü içinde gittikçe şiddetlenen bir hal alır. "Bana neler oluyor?" endişesine kapıldığı ve algıladığı şeyleri anlamlandıramadığı ölçüde kişi sıkıntılar, korkular ve endişeler yumağı içinde korkunç olduğunu düşündüğü bir hale düşer. Üstelik bu halinin çok garip ve insanlar tarafından komik ya da anlamsız karşılanacağı veya kendisine deli nazarı ile bakılacağı düşüncesi ile iç aleminde kalırsa ve anlaşılıp anlamlandırılmaya çalışılmazsa pire deve olur. Soğuk algınlığı gibi basit bir hastalık yüzünden kişi intihar noktasına kadar gelebilir.
Bu durumda yapılması gereken en önemli şey, soğuk kanlı olmak ve yaşadığı olayı anlamaya çalışmak ve anlam veremediği şeyleri bilgisine güvendiği ve bu konuda ehil olduğuna inandığı kişilerden öğrenmeye çalışmaktır. Bunu yapamadığı durumda olay gittikçe büyüyecek ve kördüğüm haline dönüşecektir. İnsanların hayat ve varlık ile ilgili genel algıları şuur altına yerleşmiş hükümlerle yakından ilgilidir. Kişi şuur altında kendisini tembel olarak algılıyorsa tembel olma eğiliminde olacaktır. Köpekten korkunun en önemli sebebi, şuur altındaki korkunç köpek imajı ya da fotoğrafıdır. Bunun yanında dış ve iç alemden şuur boyutuna ulaşan algılarda bir algı eşiği vardır. Bu eşiği belirleyen önemli şeylerden biri algılarınıza ulaşan uyarıya ehemmiyet verip vermediğinizdir. Şu an gözlerinizi kapatın ve çevreden gelen seslere konsantre olun, biraz önce hiç farkında olmadığınız seslerin ne kadar fazla olduğunu algılayabiliyor musunuz? Şimdi de oturduğunuz yerin vücudunuzun hangi bölgelerine ne kadar baskı yaptığına, bedeninize ne ölçüde rahatsızlık verdiğine konsantre olun. Sürekli bu batmalar ve baskıların farkında olsanız orada oturmanız mümkün olabilir miydi? Biraz önce bu rahatsızlık verici sesler ve baskılar algı eşiğinizden geçmediği için algılayamıyordunuz. Konsantre olunca algı eşiği düştü ve sizi rahatsız etmeye başladı. İşte, anksiyete halinde tedirginlik nedeniyle algı eşiği hep düşüktür ve sıkıntı verici unsurlar çok fazladır. Dikkat buraya yöneldikçe rahatsızlığın boyutu artar, ancak başka şeylerle meşgul olunursa sıkıntı verici şeyleri algılama eşiği tekrar yükselecek ve algı eşiğini altında kalacaktır. Çevreden gelen gürültülere ve oturduğunuz yere konsantre olduğunuz durumdan tekrar işinize dönüp ona konsantre olursanız sesleri ve baskıların algı alanından çıkması yalnızca birkaç dakika sürecektir.
Bu durumu bir başka misalle pekiştirelim. Sokağınızın köşe başında akli melekeleri yerinde olmayan birinin yanından geçerken size "Sen çirkinsin!" diye fısıldadığını hayal edin. Bu durumda geliştirilebilecek tavırla sizin de ona dönüp "Asıl çirkin sensin!" demeniz, "Bu söylediğiniz şey çok yanlış, size hiç yakışmıyor" demeniz, duymamak için hızlı hızlı oradan uzaklaşmanız ya da hiç duymamış gibi davranıp istifinizi bozmadan yolunuza devam etmeniz şeklinde sıralanabilir. Bu tavırlardan hangisinin olayı bitireceği ve en kolay yolla çözeceğini söylemeye herhalde gerek yok. İlk üç tavır sizi karşı tarafın istediği noktaya getirmiş ve onu hedefine ulaştırmış olacak, bu da aynı durumun hergün siz oradan geçerken devam etmesi sonucunu doğuracaktır. Oysa son tavır size sıkıntı vermek isteyen bu şahsın hedefine ulaşamadığını algılamasına ve belki birkaç denemeden sonra sonuç alamadığı için bu işi terk etmesine yol açacaktır. Sizinle dalga geçmek isteyen, sizi kızdırıp bundan zevk alan kişilere karşı yine geliştirebileceğiniz en iyi tavır bu olmalıdır. İşte anksiyete halindeki kişi de şuur altının sokaklarında benzer bir hal yaşamaktadır. Bu durumda tek fark kişinin fısıldayanı görememesi ya da algılayamamasıdır. Bu hal olayı daha dehşet verici ve anlam veremediği bir hale getirmektedir. Korku, panik, kendisine kötü bir şeyler olduğu vehmi şuuraltı fısıltı kaynağını hedefine ulaştırmış olacak ve olay şiddetlenerek devam edecektir. Bu alanda da geliştirilmesi gereken tavır aynıdır.
Musibetler, hastalıklar ve sıkıntılar karşısında kişinin en büyük dayanağı, Rabb-ı Rahim'in ihsan ettiği unutma özelliğidir. Bunun da devreye girebilmesi için yapılacak şey; sakin olmak, olayları zamanın akışına bırakmak ve telâş içinde çözüm arayışı içine girmemektir. Vesvese de bir musibettir ve küçülmesi için küçük algılanması gereken bir musibettir. "Korksan ağırlaşır, hasta eder; havf etmezsen hafif olur mahfi kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder yerleşir; mahiyetini bilsen onu tanısan, gider." hükmü bütün bu anlattıklarımızı en güzel şekilde özetlemektedir. Vesvese türü hastalıkları ve anksiyete bozukluklarını hayatında çözümsüz hale getiren kişinin kendidir ve vehimleridir. Soğukkanlılıkla, aslını anlayarak, sakin bir ruh hali ile çözüm arayan hastaların çok büyük ihtimalle sonuç aldıkları bir durumdur. Her şeyin, zerrelerden güneşlere kadar bütün kâinatın kontrol altında ve Kadir-i Külli'şey'e itaat halinde olduğunu iliklerimize kadar hissedip, şuur altı alemimizde de O'nun tasarrufu olduğuna kuvvetle inandığımızda iç alemimizin fısıltılarına karşı kendimizi daha güvenli hissedebilir ve sarsılmaz bir dayanak bulmuş olmanın huzurunu hayatımızın her anında yaşayabiliriz.Dr.Hakan YALMAN