Bir başka doğum hikayesi
Her doğum heyecanla, sevinçle, umutla hazırlanılan, şahsına münhasır bir vuslat mucizesidir. Benim ki de öyle… Tek farkla…
Bazı melekler annelerinin karnında büyür, bir hastane odasında muhabbetle, hasretle kucağa alınır. Bazı melekler ise senelerce beklenir, defalarca test edilir, oldukça sancılı ama kesinlikle çok ‘özel’ bir süreçte annelerinin kalbinde büyür, aynı muhabbetle ve hasretle ‘genelde’ soğuk bir devlet kurumunda kucağa alınır. Aradan yıllar geçer, hala o an aynı sıcaklıkla, aynı şevkle ve aynı gözyaşlarıyla yaşanır.
İşte ben de meleğini yüreğinde büyütenlerdenim, kızım da annesinin gönlünde, göğsünde, ruhunda büyüyenlerden…
İstedim ki bu kadar çok okunan, takip edilen içi dolu bir blogda bizim gibi ‘özel’ ailelerin varlığı da fark edilsin ve belki birkaç güzel insana cesaret versin. Bilgi bombardımanından önce, bizim hikayemizi paylaşalım dedim, beraber yeni pencereler açarız kimbilir??
Her kadın gibi, sanırım biyolojik saat gerçeği nedeniyle, anne olmalıyım dediğim zaman geldiğinde ‘o an için’ acı gerçekle yüzleştim. Ama o öyle bir ateşti ki her yolu denemeliydim. Senelerce sabırla, sebatla yöntemler, doktorlar, kürler denedim. Hem fiziksel, hem de ‘bana göre’ ruhsal sağlığımı kaybetme noktasına geldim.
Ve bir gün… karşı balkondaki bebek çamaşırlarına bakıp bakıp tam anlamıyla ‘bağıra çağıra’ ağlarken, bir öğrencimden gelen mesajla kendime geldim (Hala o mesajı saklar ve zaman zaman kendime hatırlatırım). Akşamı zor ettim, hemen eşimle paylaştım. Aslında çekinceleri olmasına rağmen sırf beni mutlu etmek için ‘tamam’ dedi. Hemen ertesi gün (ki gece boyu yaklaşık 8 saat ‘evlat edinme’ başlığındaki linkleri okudum) soluğu Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’nde aldık, prosedürleri öğrendik. Ama benim o kadar bekleyecek sabrım kalmamıştı, hemen o an alıp gitmek istiyordum. Eşim, garibim, ne desem evet diyordu benim heyecanımı gördükçe… O an orada “O zaman ‘koruyucu aile’ de olalım, iki kardeş büyürler ne güzel olur” falan filan derken, biz hem ‘koruyucu aile’ olmak, hem de ‘evlat edinmek’ için başvurumuzu yaptık. Haftalar süren, tam bir sinir çemberi olan başvuru belgeleri ve sürecini tamamladık ve başladık beklemeye… Tabii ben iki günde bir sosyal hizmet uzmanımızı arıyor, ev ziyaretini çabuklaştırmaya çalışıyordum. Sonunda kendi arabamla alıp ‘zoraki’ ev ziyaretini yaptırıp geri götürdüm.
Nihayet başvurumuz onaylandı ve önümüze bir sürü dosya koyup, “3 dosya seçin” dediler. O an “Bunlar çok anlamsız, neye göre seçim yapacağız?” desek de “Prosedür bu” dediler ve girdik bir odaya… Ağlaya ağlaya okuduğumuz dosyalardan 3 tanesini ‘o piti piti’ yaparak seçtik. Hemen tanışmak için yuvaya gittik. Orada başka bir uzman bizi bekliyordu. Size sabırsızlığımızı anlatamam, o bekleme anı sanırım bir ömür sürdü. Sonra merdivenlerde bakıcı annenin elinden tutmuş, minicik, ağlamaklı, turkuaz eteği, tokaları ve beyaz tişörtüyle meleğimiz göründü. Aman yarabbi! Tek kelimeyle o an bitmiştik, eşim de ben de sürekli ağlıyorduk, ama meleğim o kadar ürkekti ki ağlayamıyordu bile… Önce eşim kucağına aldı, garip ama sanki anneliğim o an başladı, hemen toparlandım ve ona güven vermek için kucağıma aldım, sarılmak istedim, ama o küçücük yürek sarılmayı bilmiyordu, hala o ürkekliği aklıma geldikçe içim sızlar. Yere bıraktım ve sadece şarkı söylemeye başladım mırıl mırıl, 10 dakika kadar bizi seyretti sadece… Sonra diğer iki çocukla tanışmamız gerektiği söylendi ama eşim “Bu bizim kızımız, hiç gerek yok” dediyse de kabul etmediler. Diğer iki kızımızla da tanıştık. Hala içim acır minik Kezban ve Nehir’i hatırladıkça, ‘seçilemeyen’ olmak bir kader midir derim hep…
Ama bizim kızımız artık ‘bizim’ olmalıydı ve ‘doğum’ başladı. Normalde bazen haftalar süren, sosyal hizmet uzmanı gözetiminde geçirilen alıştırma çalışmaları, üçüncü görüşmemizde, kızımızın bizden ayrılmamak için kıyametler koparması üzerine, bütün yazışmaları 2 saatte tamamlayarak (ki vali yardımcısını toplantıdan çıkarıp yalvar yakar olur imzasını almak son noktaydı) apar topar sona erdi ve kızımızı eve getirdik. Hemen acil ihtiyaçlar arkadaşlar yardımıyla tedarik edildi, hatta odası o akşam kuruldu ve biz 19 Ocak 2009’da 3 kişilik bir aile olduk. İkinci meleğimiz için de sıramız ilerlemeye başladı.
Aradan 3,5 yıl geçti, biz neler neler sığdırdık bu 3,5 yıla…
3 kişi başladığımız yolculuğumuz, eşimi sonsuzluğa uğurladığımız 15 Şubat 2012 itibariyle 2 kişi olarak minnacık yuvamızda devam ediyor. Belki bir yıl sonra, artık bizi beklemekten yorulan ikinci meleğimiz de bize katılır ve biz yine ‘kocaman’ yürekli kızlarımla ‘kocaman’ bir aile oluruz.
Vesselam, ben, kızımdan ‘anneliğin’ kan bağından çok öte olduğunu öğrendim, ‘baba-kız’ aşkının nasıl kutsal olduğunu hayranlıkla izledim, odasında aldığı nefesle odamda uyanabileceğimi şaşkınlıkla fark ettim, canı yandığında tırnaklarımın görünmeden söküldüğünü hissettim, ölüm döşeğindeki ‘baba’nın ‘o’nun sesiyle gözünü açtığına şahit oldum, mucizesiyle bana kimsenin veremediği gücü verebileceğini gördüm, onun ‘mevla’nın bir lütfu olduğunu fark ettiğimde her şey için şükrettim.
Ve eşimden, bir kadını sevmenin nasıl büyük bir yürek gerektirdiğini, baba olmanın her erkeğe nasip olamayacağını ama gönlü güzel her erkeğin de aslında nasıl ‘özel’ bir baba olabileceğini öğrendim, o kısacık zamana süresiz anılar sığdırılabileceğini anladım ve artık dokunamayacak bir ‘baba’nın hala bir miniği ne kadar mutlu edebildiğini fark ettim.
‘Acı’ gerçeği öğrendiğim ‘an’ için şimdi her nefesimde şükretmenin hafifliğini yaşıyorum.
Sezaryan mı, kürtaj mı derken, hamileliği seneler, doğumu aylar süren annelerin de hayatını şekillendiren yasal düzenlemeler atlanmasın diye, Elif’in izniyle tabiî ki, yazmaya devam edeceğim.
Sevgiyle ve meleklerinizle kalın…