Tut ki bir gece vaktinde, dünyanın küçük bir köşesindesin, dünyanın sana düşen bir bölümündesin, tek başına. Gözlerini kapatmışsın, hayallerdesin ve her şey harika, her şey gerçek olamayacak kadar güzel, öylesine kusursuz...
Açıyorsun gözlerini, uzatıyorsun kafanı pencerenden, bakıyorsun ve görüyorsun ki akıp giden koca bir yaşam, kayıp giden koca bir ömür var. Sımsıkı kapıyorsun gözlerini, "Gözlerimi açtığım zaman, mekân, insanlar, her şey durmuş" diyorsun kendi kendine, bir an inanıyorsun bile buna. Olmuyor, tutamıyorsun zamanı, yitip gidiyor.
Sen bir yerlerde birisini düşünürken, o düşündüğün kişi de senden çok uzaklarda bir başkasını düşünüyor oluyor. Sen ağlarsan sırtına vurup, "geçer" diyor, bilmiyor ki geçmez. Ama sen o ağladığında geçeceğini iyi biliyorsun. Senin bir adım öten, gözlerini kapattığında karşılaştığın zifir karanlık gibi, ne bir ses, ne bir ışık... Oysa onun bir adım ötesinde sen hariç, bir çok şey var.
Zor geliyor. Zor oluyor. Kendini bir savaşın ortasında kalakalmış masum bir çocuk gibi hissediyorsun. Çocukluk fotoğraflarına bakan bir ihtiyar gibi. Bir muhtacın kara gözlerinde yansımanı görür gibi.
Yaşamak her zaman zor ya, bazen temelli işkence oluyor.
Altı milyarlık bir dünyaya doğarsın. İnce eler, sık dokursun ve ne zaman tek bir kişide karar kılsan, onun da aklında başka plânları, kalbinde başka insanları, önünde başka yolları vardır.
Yalnızlık, ömür boyu...