http://www.diken.com.tr/yakindaki-hasimlarimiz-uzaktaki-dostlarimiz/

AK Parti ve İslamcılar için, sınırın ötesindeki, yani Suriye’deki, Mısır’daki dindar, sınırın bu tarafındaki Atatürkçüden, Alevi’den, solcudan daha kıymetli.
HDP ve kimi Kürtler için sınırın öte yanındaki Kürt, sınırın bu tarafındaki MHP’liden veyahut Türk’ten daha kıymetli.
MHP ve Türk milliyetçileri için sınırın öte yanındaki Türkmenler, sınırın bu yanındaki Kürt’ten daha değerli.
Solcular içinse sınırın öte yanındaki solcu, sosyalist sınırın bu yanındaki İslamcıdan daha değerli.
Bir öz ve bir de üvey evlatlar var
Her partinin, her ideolojinin vatandaşlar arasında öz ve üvey evlat ayrımı var.
Siyaset böyle tuhaf bir görünüm arz ediyor.
Parti liderleri “Biz…” dediklerinde esasında hepimizi değil, fikir birliği kurdukları insanları kastettiklerini biliyoruz.
Mesela Tayyip Erdoğan’ın Mısır’da öldürülen Rabia için gözyaşı döküp Türkiye’de polisin öldürdüğü çocuklar için bir başsağlığı mesajını bile çok görmesinin altında dindarlık üzerinden geliştirdiği bu anlayış yatıyor.
HDP’nin veyahut kimi Kürtlerin Suriye’deki Kürtler için gerekirse canlarını verip Türkiye’yle kavgayı bile göze almalarının nedeni aynı anlayıştır.
Diğer yandan Türkiye’yi çok sevdiğini söyleyen MHP ve milliyetçiler, Türkmenler için gösterdikleri hassasiyetin onda biri kadarını Cizre’deki, Silvan’daki Kürtler için gösteremiyor. Çünkü Türkiye’ye değil, elekten geçirilmiş bir Türk’e ilgi duyuyorlar.
Solcular SYRIZA’ya duydukları hayranlığın, gösterdikleri sıcaklığın onda birini kendi ülkesindeki dindarlara gösteremiyor.
Üstelik her parti diğer partiyi dışarıdakilerle kurduğu bu bağ yüzünden ülkeye ihanetle suçluyor, gayri milli veya hain ilan ediyor.
Toplum da farklı değil
Peki bu problem sadece partilerde mi var? Hayır. Toplum olarak da farklı değiliz. Toplumun önemli bir kısmı aynen siyasetçiler gibi davranıyor. Kendi komşusuyla, iş arkadaşıyla değil, farklı ülkelerde de olsa kendi inancına, etnik kökenine veyahut ideolojisine mensup insanlara yakınlık duyuyor.
İşte AK Parti’nin kazanmasındaki en büyük etkenlerden biri bu bölünmüşlük.
Çünkü Türkiye’de toplum etnik, inanç ve ideolojik yakınlık göz önüne alınarak bölündüğünde en büyük dilim ‘inanç kardeşliği’ diyenlerden oluşuyor. Bu ülkede, “Önceliğimiz dinimiz, dindarlığımız” diyenler, “Önceliğimiz Kürtlük” veyahut“Önceliğimiz Türklük” ya da “Önceliğimiz solculuk”diyenlerden daha kalabalık.
Böyle devam edemeyiz
İşte siyasete yön veren bu hastalıklı duygudan kurtulamazsak ülkede rahat nefes alamayız. Peki ne yapacağız?
Böyle devam edemeyiz. Duygu ve kader birliğimizi inanç, etnik köken veyahut ideoloji üzerinden kurarak Türkiye’yi yaşanabilir bir ülke yapamayız.
Kimimiz Kürt, kimimiz Türk, kimimiz solcu, kimimiz İslamcı veyahut kimimiz Alevi kimimiz Sünni olabiliriz. Hatta uzaklardaki, kendimize yakın gördüğümüz insanlarla elbette sıcak ilişkiler geliştirebiliriz. Ama önceliğimiz kendi ülkemizin vatandaşları olmalı. Nihayetinde hepimiz bu ülkede yaşıyoruz. Aynı kaderi paylaşıyoruz. Birbirimizin yaşamına etki ediyoruz.
Bu ülkeyi bir insan kabul edip kendimizi o insanın bir parçası olarak görmemiz gerekiyor. O insanın herhangi bir uzvuna zarar geldiğinde o acıyı duyacak hassasiyete sahip olmamız gerekiyor.
Terörist de olsa, katil de olsa, hırsız da olsa, gaddar da olsa sonuçta bizim insanımız. “Bu insanları yok edelim” diyemeyiz. “Öyle işler yapalım ki kötülükten, yanlıştan kurtaralım” diyecek bir yakınlık duygusu taşımamız gerek.
Her bir kardeşin farklı ideolojiye mensup olduğu bir aile düşünün. İdeolojik olarak ne kadar ayrışsalar da, içlerinden kimisi katil olsa da sonuçta kardeşler. Ve bu kardeşlerden birinin başına bir iş geldiğinde öncelikle canı yanacak olan yine kardeşlerden biridir. Bir ülkenin vatandaşı olmak, aynen o kardeşleri birbirine bağlayan duyguya benzer. Bundan dolayı inançlarımızı, etnik kökenlerimizi, ideolojilerimizi öne çıkararak duygu bütünlüğü sağlayamayız.
Eğer birileri “Biz solcular…” derse, bir başkası da “Biz İslamcılar…” diyecektir. Eğer kimileri “Biz Kürtler…” derse, bir başkası da “Biz Türkler” diyecektir. Eğer birileri “Biz Sünniler…” derse, bir başkası da “Biz Aleviler…” diyecektir.
Bir taraftan ağzımızı her açtığımızda “Biz Kürtler…” deyip diğer taraftan Türkçülük yapanlardan şikayet edemeyiz. Veyahut ağzımızı her açtığımızda “Biz solcular…” deyip solculuğun ne kadar kıymetli olduğunu söyleyip bir başkasının “Biz İslamcılar…” demesinden ve İslamcılığa değer vermesinden şikayet edemeyiz.
Tamam Alevi olabiliriz ama mezhepçilik yapamayız. Kürt olabiliriz ama Kürtçülük yapamayız. Atatürkçü olabiliriz ama Atatürkçülük yapamayız. İslamcı veyahut dindar olabiliriz ama dincilik yapamayız.
Dindar komşusuyla mesafeli duran Atatürkçünün veyahut solcunun, Kürt mesai arkadaşıyla kavga eden Türk milliyetçisinin, Alevi komşusuyla mesafeli duran Sünni, farklı ülkelerdeki kendine benzeyen insanlara yakınlık duyuyor. İş arkadaşımıza, kapısını çaldığımız doktora, esnafa, çocuğumuzu teslim ettiğimiz öğretmene değil de uzak diyarlardaki insanlara yakınlık duymak tuhaf değil mi?
Nasıl başaracağız bu duygu değişimini?
Peki nasıl yapacağız da Kürtlere, Türklere, dindarlara, Alevilere, solculara veyahut İslamcılara değil de yurttaşa yakınlık duyacağız? Nasıl başaracağız bu duygu değişimini?
Hepimiz biliyoruz ki ne inancın, ne ideolojinin, ne etnik kökenin ne de mezhebin iyi insan olmaya zerre kadar etkisi var. Hiçbirimiz,“Bütün Kürtler iyi insanlardır” diyemeyiz. Hiçbirimiz, “Bütün İslamcılar melek gibidir” diyemeyiz. Hiçbirimiz ,“Bütün Türkler dünyanın en iyi insanlardır” diyemeyiz. Ve hiç kimse,“Bütün Aleviler çok düzgün insanlardan oluşuyor” diyemez. Her etnik kökende, her inançta, her ideolojide hem çok düzgün insanlar var hem de uzak duracağımız türden sorunlu insanlar var. Hal böyleyken bu tür mensubiyetler üzerinden birbirimizle niçin ayrışalım ki?
Eğer ülkemizdeki gidişatı değiştirmek istiyorsak değişime kendimizden başlamamız gerekiyor. “İki dünya bir araya gelse ben solculardan…”, “Dünya yıkılsa ben dindarlardan…”,“Kıyamet kopsa ben Atatürkçülerden…”, “Canımı alsalar ben Kürtlerden veyahut milliyetçilerden başkasına oy vermem”diyorsanız bilin ki bugünkü gidişatın değirmenine su taşıyorsunuz.
Lider değiştirmek yetmez
Hal böyleyken muhalefet partilerindeki lider değişikliği siyasetteki bu sorunu çözmeye yeter mi?
Partilerin siyaset felsefeleri yanlış. Zihinsel mekanizmaları bozuk. Lider değiştirmek yetmez, bütünüyle değişmeleri gerekiyor.
Veyahut herkesle aynı duygusal yakınlığı kurabilecek yeni oluşumlara ihtiyacımız var. Atatürkçüsüyle, Alevi’siyle, Ermeni’siyle, Sünni’siyle solcusuyla, Kürt’üyle, Türk’üyle, Türkiye’yi bir insan, kendini de o insanın bir parçası görecek partilere ihtiyacımız var. Söylemek, slogan atmak yetmez. Bu duyguyu tüm topluma hissettirecek siyasetçilere ihtiyacımız var.
Bu siyasetçiler toplumdan çıkacağına göre önce bizim değişmemiz gerekiyor. Bu değişimi yapmadığımız sürece ne kadar konuşursak konuşalım, ne kadar eleştirirsek eleştirelim, ne kadar acımıza ortak ararsak arayalım bilelim ki ‘öteki’ gördüğümüz insanlar bizi duymayacak.
Çünkü duygusal olarak dostluk, yakınlık kuramadığımız insanlardan bizi duymalarını bekleyemeyiz.