- 19 Haziran 2014
- 44
- 7
-
- Konu Sahibi MinikKahramanimiz
- #1
Herkese merhaba,
Öncelikle benimle aynı acıları yaşayan arkadaşlarla görüşmek isterim. Ankara'da yaşıyorum. Kanada’da yaşadığım 5 yıl dışında ömrümün geri kalan kısmının hepsi Ankara’da geçti. 10 yaşında bir kızım var. Özel sektörde çalışıyor olmanın verdiği endişelerden dolayı ona bir kardeş yapma kararını ancak 41 yaşında alabildim. Maalesef yaklaşık 40 gün önce kaybettiğimiz ikinci yavrumuzun hikayesi şöyle:
Kasım başında hamile kaldım. Hamileliğim XXX Üniversitesi Hastane’sinde (eski ...Üniversitesi Hastanesi) takip ediliyordu. 6. ayı doldurmama 4 gün kalmasına kadar son derece sağlıklı bir hamilelik geçirdim. Amniyosentez dahil bütün test sonuçlarım çok iyi çıkmıştı. 6 Nisan 2014’de sabaha karşı 01:30’da, çalıştığım şirketi temsil edeceğim yurtdışı seyahatine çıkmadan birkaç saat kadar önce bebeğin kesesi açıldı ve tüm amniyon suyunu kaybettim. Panik halinde eşim ve uyumakta olan kızımı uyandırarak durumun kötü olduğunu, acilen hastaneye gitmemiz gerektiğini söyledim. Önceliğimiz takip hastası olduğumuz için XXX Üniversitesi Hastanesi’ydi. Acil birimlerine başvurduğumuzda bizi hastaneye alamayacaklarını, çünkü ellerinde benden gelen suyun amniyon sıvısı olup olmadığını anlayacakları test kitinden kalmadığını söylediler. (sonradan öğrendik ki test kiti dedikleri turnesol kağıdıymış: bir sıvının asit mi yoksa baz mı olduğunu gösteren basit-ucuz bir kağıt) Hatta bir kadın doğum uzmanını evinden arayıp ne yapmaları gerektiğini de sormuşlardı. Sonuç olarak hastaneye kabul etmeyip geri çevirdiler. Bu, başımıza küçük bir şehirde değil, Ankara gibi büyük bir şehirde geldi. Nereye gideceğiz peki dediğimizde en yakındaki YYY Üniversitesi Hastanesi’nde şansınızı deneyebilirsiniz dediler. YYY Üniversitesi’ne acilden giriş yaptık ve yatırıldım. Ultrason çekildi, bebeğim sağlıklıydı. Hemen serum ve antibiyotik bağladılar. Bebeğin su kesesi delindiği için enfeksiyon gelişebilirmiş. 7 Nisan Pazartesi günü viziti yapan doktor hanım su kesesi delinmesinin çok erken olduğunu, hamileliği sonlandırmanın en uygun yol olduğunu söyledi. Ama bebeğim canlı dedim. Eğer devam ettirecekseniz bebek ve kendinizle ilgili tüm riskleri kabul ettiğinizi beyan eden bir kağıt imzalayacaksınız dedi. 1 günlük süre istedim. Hem araştırma yapmak hem de başka doktorların fikirlerini almak için. Önce amniyosentezimi yapan doktorumu aradım. Kendisi doktorların amacının öldürmek değil, yaşatmak olması gerektiğini, bebek kordondan beslendiği, enfeksiyon oluşmadığı ve doğum sancısı olmadığı sürece bebeği karnımda tutup, büyütebileceğimi, ne kadar geç doğarsa yaşama şansının o kadar çok olduğunu söyledi. Ayrıca aile dostumuz olan başka bir kadın doğumcuyu da aradım. O da hamileliğin sürdürülmesi konusunda beni destekledi. Sonuçta YYY Üniversitesi Hastanesi'nin bahsettiği kağıtları imzaladım ve süreci başlattım. Hergün düzenli olarak ateş, tansiyon, nabız ölçümü yapılıyordu. Bebeğin akciğerleri gelişsin diye Celeston iğne yapıldı. Ultrasonu 4-5 günde bir yapıyorlardı. Bebeğin kalp atışlarını ölçmek için olan NST’ye, yattığım 20 günde bir kez bile alınmadım. Bu süreçte ilk bir-iki günden sonra doçent-prof. konumunda kimse vizitime gelmedi. Yani herhangi bir doktorun hastası olmadığım için sahipsiz kalmıştım. Hemşireler, stajyer doktorlar, internler ve asistan doktorların elinde kalmıştım. Bunu şikayet anlamında söylemiyorum çünkü hepsi görevlerini layıkıyla yaptılar. Benim sözüm kariyerli doktorlara. Burada iki canın hayatı sözkonusuyken onların hastası olmasam dahi ilgilenmeye devam etmeliydiler. Bana bir doktor atanmadı. 25 Nisan Cuma akşamı yoğun kanama başlayınca endişelendim. Asistan doktorları çağırdık. Doğum zamanı gelmiş olabilir dediler. (ne kasılma vardı ne de açılma, sadece plasenta rahimden ayrılmaya başladığı için kanama başlamıştı.) Bu da sonradan okuduğum kadarıyla hem bebek hem de annenin ölümüyle sonuçlanabilecek son derece tehlikeli bir durummuş. Literatürde plasenta dekolmanı olarak geçiyor. Yenidoğan yoğunbakımda boş küvez olmadığı için beni başka bir hastaneye nakletmeleri gerektiğini belirttiler. Bebeğim 6,5 ay+2 günlük olmuştu. Bir profesör veya doçentin hastası olsaydım küvezim hazır olurdu değil mi diye sordum kendilerine. Tabii bunu kabul etmediler. Sonradan araştırdığıma göre bir hastanın başka bir hastaneye sevki ancak heyet kararıyla oluyormuş. O anda bunu bilmediğim için itiraz edemedim ve kaderime küstüm. Amaçlarının beni başlarından atmak olduğunun farkına daha sonra vardım. Babamın yardımıyla ambülansla başka bir hastaneye sevkoldum. O güne kadar ambülanslara yol veren ve içindeki hastaya üzülen ben bu defa kendim ambülanstaydım. ZZZ Hastanesinin acilinden giriş yaptım. Hastane değiştirmemden kaynaklı olarak olayı sil baştan ZZZ Hastanesi hekimlerine anlatmakla birlikte 20 gün yattığım diğer hastanedeki tetkik sonuçlarını onlarla paylaştım, sil baştan muayeneler yapıldı. Ben bu arada sadece ve sadece bebeğim için endişeleniyordum. Sürekli kanamam vardı. Kanada ve Amerika’da 6,5 aylık doğan bebekleri yaşatma oranı %80-90 arasıymış. Türkiye’de de yaşayan birçok vaka okudum. Dolayısıyla benim bebeğim de büyük oranda yaşama şansına sahipti. ZZZ doktorları sabahı beklememiz gerektiğini ancak sabahleyin bir karar verilebileceğini, sabaha kadar inşallah bebek ex olmaz dediler. 25 Nisan’ı 26 Nisan’a bağlayan geceyi nasıl geçirdiğimi bilmiyorum. YYY’nin ihmal ettiği ilk NST ZZZ'de yapıldı. Anne karnındaki bebek kalp atışı 120-160 sınırında olması gerekirken benim bebeğimin kalp atışı 170’in üzerine çıkmıştı. Sonradan öğrendim ki bebek içeride sıkıntıdaymış ve bu enfeksiyonun (koryoamniyonit) en büyük göstergesiymiş. Ben ZZZ'ye enkaz olarak gelmişim. Sadece bebeğim değil, benim hayatım da kayıp gidiyormuş da haberim yokmuş. 26 Nisan’da bizim onayımızla hemen sezaryana alındım. Ameliyata bana moral veren, şevkatlerini esirgemeyen kalabalık bir grup doktor girdi. Genel anestezi ile bebeğim doğdu. Uyandığımda, yoğun bakımda anneciğime ilk sorduğum şey bebeğimin yaşayıp yaşamadığıydı. Bebeğim yaşıyordu fakat yenidoğan yoğun bakımdaydı. Doktorların sonradan dediğine göre önce beni sonra bebeği kurtarmışlar. Karnımı açtıklarında her tarafım ve bebek enfeksiyon içindeymiş. Bebeği canlandırmak zorunda kalmışlar. Normal sezaryan ameliyatından daha fazla ağrım ve acım oldu. Bebeğimin durumunu ancak telefonla sorabiliyordum. Durumu iyi değildi. Onu ancak 3. gün görebildim. Gördüğümde gözyaşlarına boğuldum. Melek oğlumuz aynı bana dolayısıyla bir kopyası olduğum babama benziyordu. Uzun saçlı, kaşlı, kirpikli bir yavruydu. Dış görünüşü kusursuzdu ama erken doğduğu için solunum cihazına bağlıydı. Hemşireler bana moral vermek için ‘’Annesi bebeğin çok güçlü’’ bu günler geçecek, sen sütünü getir yavaş yavaş sütüne alıştırırız dediler. Eşim ve ben günde 1-2 kez süt, bez v.b. götürmeye başladık. Ellerimi dezenfektanla yıkadıktan sonra bebeğime dokunabiliyordum. 6. gün doktorumuz bebeğimizin iyi yönde yavaş yavaş toparlamaya başladığını fakat riskin devam ettiğini belirtti. 7. gün ziyaret ettiğimizde (cumartesi) nabzı ve kandaki oksijen satürasyonu düşüktü. Hemşireye söylediğimde herhangi bir anormallik olmadığını söyledi fakat bebeğim önceki günlere göre çok hareketsizleşmişti. Önceki günler elini kolunu çok hareket ettirdiği için onu sevmek zor oluyordu. 8. gün (pazar) tam biz hastaneye giderken doktorlar aradı ve bebeğimizin durumunun kritik olduğunu söylediler. O an tüm dünyam başıma yıkıldı. Hastaneye vardığımızda bebeğimizin kalbinin iki kez durduğunu ve canlandırdıklarını, her an herşeyin olabileceğini söylediler. Korkunç bekleyişimiz başladı. İnsanın üzüntüden kafası da çalışmıyor o an. Ağzımdan ne olur kurtarın bebeğimi sözü bile çıkamadı. Bir durgunluk gelmişti üstüme. Ve kaybettik. Yurtdışında bebekler son anlarında anne babalarının kucağına verilirmiş, vedalaşsınlar diye. Bizde öyle olmadı. Hastanenin defin bölümünden bebeğimizi alacağımız söylendi. Gasilhanede bebeğimi gördüğümde yere yıkılacak gibi oldum ama düşmedim tek ağzımdan çıkan söz affet beni bebeğim seni koruyamadım diye haykırmaktı. Bebeğimle vedam beyaz kefeninin içinde oldu. Yüzüne bir huzur gelmişti ve aynı kundaktaki bir bebek gibiydi. Bu bir annenin hayatta yaşayabileceği en büyük acı. Şu anda kalbimin yarısı toprağın altında. Özellikle akşamları çok kötü oluyorum, ağlıyorum. Her akşam yatmadan önce onu ne kadar çok sevdiğimi, hiç unutmayacağımı söylüyorum. 2014 Nisan-Mayıs ayı hayatımın dönüm noktası oldu. Bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorum. Bu süreçte beni yalnız bırakmayan eşim, annem, babam, eşimin ailesi, her zaman yanımda olan Dr. Ahmet Bostancı, tüm dostlarıma ve ayrıca YYY’deki asistan doktorlar, internler, hemşireler, ZZZ'deki hayatımı kurtaran hekimlere ve hemşirelere ve bebeğim için de ellerinden geleni yaptığına inandığım yenidoğan hekimleri ve hemşirelerine teşekkür ediyorum. Acı kaybımdan sonra birçok kitap ve tez okudum. Okuduklarıma göre doktorlar defalarca canlandırma yapabiliyorlarmış. Bebeğin durumu kötüyse, kalıcı hasar bırakabilir diye son canlandırmayı yapmayabiliyorlarmış. Keşke yapsalardı, belki diğer birçok bebek gibi bu günleri atlatacaktı bebeğim. Bebeğimin küvezde her geçen gününün hastaneye (devlete) bir maliyet olduğunu biliyorum ama giden geri gelmiyor, belki de ben 4 Mayıs’ta vatana, millete çok hayırlı olacak olan bir evladı kaybettim.
Özetle;
1) XXX Üniversitesi Hastanesi’nin beni geri çevirmesi etik değil.
2) Tam teşekküllü üniversite hastanesi olan YYY Üniversitesi Hastanesi’nin bıçak kemiğe dayandığında (benim ve bebeğin hayatı riske girdiğinde) küvez yok diyerek beni sepetlemesi, 20 gün boyunca asistan doktorlar dışında benden mesul bir doktor atamaması, NST çekmemesi etik değil. Benim gibi acilden değil de poliklinikten gelen hastaları profesör ve doçentleri hergün ziyaret ediyor, ultrason çekilmesi için talimat veriyor ve ilgileniyordu.
3) YYY Üniversitesi Hastanesi NST ile bebeğin kalp atışlarının sınırı geçtiğini tesbit etseydi, koryoamniyonit başlangıcını saptayabilirdi ve bebeği doğum yaptığım günden 2-3 gün önce alsaydı bebeğim yaşıyor olacaktı.
4) ZZZ, 7. gün bebeğimin durumundaki bozulmaya dikkat etseydi ve önlem alsaydı 8. gün onu kaybetmeyecektik.
5) Türkiye’deki sistemsizlikten dolayı rapor maaş ödemelerimi 6 Nisan’dan beri SGK’dan alamıyorum. Yıllarca boşuna yüksek vergiler mi verdik bizler? Halbuki ilk doğumumu Kanada’da yaptığımda bu konuda hiçbir sıkıntı yaşamamıştım.
6) İnsan hayatı bu ülkede çok önemsiz ve ucuz bunu ne yazık ki Ali Can bebeğimle tecrübe ettim. Halbuki ben 2002’de gitmiş olduğum ve her türlü imkana sahip olduğum Kanada’dan ülkeme yalnız ve yalnız ülkem ve sevdiklerim için dönmüştüm.
Öncelikle benimle aynı acıları yaşayan arkadaşlarla görüşmek isterim. Ankara'da yaşıyorum. Kanada’da yaşadığım 5 yıl dışında ömrümün geri kalan kısmının hepsi Ankara’da geçti. 10 yaşında bir kızım var. Özel sektörde çalışıyor olmanın verdiği endişelerden dolayı ona bir kardeş yapma kararını ancak 41 yaşında alabildim. Maalesef yaklaşık 40 gün önce kaybettiğimiz ikinci yavrumuzun hikayesi şöyle:
Kasım başında hamile kaldım. Hamileliğim XXX Üniversitesi Hastane’sinde (eski ...Üniversitesi Hastanesi) takip ediliyordu. 6. ayı doldurmama 4 gün kalmasına kadar son derece sağlıklı bir hamilelik geçirdim. Amniyosentez dahil bütün test sonuçlarım çok iyi çıkmıştı. 6 Nisan 2014’de sabaha karşı 01:30’da, çalıştığım şirketi temsil edeceğim yurtdışı seyahatine çıkmadan birkaç saat kadar önce bebeğin kesesi açıldı ve tüm amniyon suyunu kaybettim. Panik halinde eşim ve uyumakta olan kızımı uyandırarak durumun kötü olduğunu, acilen hastaneye gitmemiz gerektiğini söyledim. Önceliğimiz takip hastası olduğumuz için XXX Üniversitesi Hastanesi’ydi. Acil birimlerine başvurduğumuzda bizi hastaneye alamayacaklarını, çünkü ellerinde benden gelen suyun amniyon sıvısı olup olmadığını anlayacakları test kitinden kalmadığını söylediler. (sonradan öğrendik ki test kiti dedikleri turnesol kağıdıymış: bir sıvının asit mi yoksa baz mı olduğunu gösteren basit-ucuz bir kağıt) Hatta bir kadın doğum uzmanını evinden arayıp ne yapmaları gerektiğini de sormuşlardı. Sonuç olarak hastaneye kabul etmeyip geri çevirdiler. Bu, başımıza küçük bir şehirde değil, Ankara gibi büyük bir şehirde geldi. Nereye gideceğiz peki dediğimizde en yakındaki YYY Üniversitesi Hastanesi’nde şansınızı deneyebilirsiniz dediler. YYY Üniversitesi’ne acilden giriş yaptık ve yatırıldım. Ultrason çekildi, bebeğim sağlıklıydı. Hemen serum ve antibiyotik bağladılar. Bebeğin su kesesi delindiği için enfeksiyon gelişebilirmiş. 7 Nisan Pazartesi günü viziti yapan doktor hanım su kesesi delinmesinin çok erken olduğunu, hamileliği sonlandırmanın en uygun yol olduğunu söyledi. Ama bebeğim canlı dedim. Eğer devam ettirecekseniz bebek ve kendinizle ilgili tüm riskleri kabul ettiğinizi beyan eden bir kağıt imzalayacaksınız dedi. 1 günlük süre istedim. Hem araştırma yapmak hem de başka doktorların fikirlerini almak için. Önce amniyosentezimi yapan doktorumu aradım. Kendisi doktorların amacının öldürmek değil, yaşatmak olması gerektiğini, bebek kordondan beslendiği, enfeksiyon oluşmadığı ve doğum sancısı olmadığı sürece bebeği karnımda tutup, büyütebileceğimi, ne kadar geç doğarsa yaşama şansının o kadar çok olduğunu söyledi. Ayrıca aile dostumuz olan başka bir kadın doğumcuyu da aradım. O da hamileliğin sürdürülmesi konusunda beni destekledi. Sonuçta YYY Üniversitesi Hastanesi'nin bahsettiği kağıtları imzaladım ve süreci başlattım. Hergün düzenli olarak ateş, tansiyon, nabız ölçümü yapılıyordu. Bebeğin akciğerleri gelişsin diye Celeston iğne yapıldı. Ultrasonu 4-5 günde bir yapıyorlardı. Bebeğin kalp atışlarını ölçmek için olan NST’ye, yattığım 20 günde bir kez bile alınmadım. Bu süreçte ilk bir-iki günden sonra doçent-prof. konumunda kimse vizitime gelmedi. Yani herhangi bir doktorun hastası olmadığım için sahipsiz kalmıştım. Hemşireler, stajyer doktorlar, internler ve asistan doktorların elinde kalmıştım. Bunu şikayet anlamında söylemiyorum çünkü hepsi görevlerini layıkıyla yaptılar. Benim sözüm kariyerli doktorlara. Burada iki canın hayatı sözkonusuyken onların hastası olmasam dahi ilgilenmeye devam etmeliydiler. Bana bir doktor atanmadı. 25 Nisan Cuma akşamı yoğun kanama başlayınca endişelendim. Asistan doktorları çağırdık. Doğum zamanı gelmiş olabilir dediler. (ne kasılma vardı ne de açılma, sadece plasenta rahimden ayrılmaya başladığı için kanama başlamıştı.) Bu da sonradan okuduğum kadarıyla hem bebek hem de annenin ölümüyle sonuçlanabilecek son derece tehlikeli bir durummuş. Literatürde plasenta dekolmanı olarak geçiyor. Yenidoğan yoğunbakımda boş küvez olmadığı için beni başka bir hastaneye nakletmeleri gerektiğini belirttiler. Bebeğim 6,5 ay+2 günlük olmuştu. Bir profesör veya doçentin hastası olsaydım küvezim hazır olurdu değil mi diye sordum kendilerine. Tabii bunu kabul etmediler. Sonradan araştırdığıma göre bir hastanın başka bir hastaneye sevki ancak heyet kararıyla oluyormuş. O anda bunu bilmediğim için itiraz edemedim ve kaderime küstüm. Amaçlarının beni başlarından atmak olduğunun farkına daha sonra vardım. Babamın yardımıyla ambülansla başka bir hastaneye sevkoldum. O güne kadar ambülanslara yol veren ve içindeki hastaya üzülen ben bu defa kendim ambülanstaydım. ZZZ Hastanesinin acilinden giriş yaptım. Hastane değiştirmemden kaynaklı olarak olayı sil baştan ZZZ Hastanesi hekimlerine anlatmakla birlikte 20 gün yattığım diğer hastanedeki tetkik sonuçlarını onlarla paylaştım, sil baştan muayeneler yapıldı. Ben bu arada sadece ve sadece bebeğim için endişeleniyordum. Sürekli kanamam vardı. Kanada ve Amerika’da 6,5 aylık doğan bebekleri yaşatma oranı %80-90 arasıymış. Türkiye’de de yaşayan birçok vaka okudum. Dolayısıyla benim bebeğim de büyük oranda yaşama şansına sahipti. ZZZ doktorları sabahı beklememiz gerektiğini ancak sabahleyin bir karar verilebileceğini, sabaha kadar inşallah bebek ex olmaz dediler. 25 Nisan’ı 26 Nisan’a bağlayan geceyi nasıl geçirdiğimi bilmiyorum. YYY’nin ihmal ettiği ilk NST ZZZ'de yapıldı. Anne karnındaki bebek kalp atışı 120-160 sınırında olması gerekirken benim bebeğimin kalp atışı 170’in üzerine çıkmıştı. Sonradan öğrendim ki bebek içeride sıkıntıdaymış ve bu enfeksiyonun (koryoamniyonit) en büyük göstergesiymiş. Ben ZZZ'ye enkaz olarak gelmişim. Sadece bebeğim değil, benim hayatım da kayıp gidiyormuş da haberim yokmuş. 26 Nisan’da bizim onayımızla hemen sezaryana alındım. Ameliyata bana moral veren, şevkatlerini esirgemeyen kalabalık bir grup doktor girdi. Genel anestezi ile bebeğim doğdu. Uyandığımda, yoğun bakımda anneciğime ilk sorduğum şey bebeğimin yaşayıp yaşamadığıydı. Bebeğim yaşıyordu fakat yenidoğan yoğun bakımdaydı. Doktorların sonradan dediğine göre önce beni sonra bebeği kurtarmışlar. Karnımı açtıklarında her tarafım ve bebek enfeksiyon içindeymiş. Bebeği canlandırmak zorunda kalmışlar. Normal sezaryan ameliyatından daha fazla ağrım ve acım oldu. Bebeğimin durumunu ancak telefonla sorabiliyordum. Durumu iyi değildi. Onu ancak 3. gün görebildim. Gördüğümde gözyaşlarına boğuldum. Melek oğlumuz aynı bana dolayısıyla bir kopyası olduğum babama benziyordu. Uzun saçlı, kaşlı, kirpikli bir yavruydu. Dış görünüşü kusursuzdu ama erken doğduğu için solunum cihazına bağlıydı. Hemşireler bana moral vermek için ‘’Annesi bebeğin çok güçlü’’ bu günler geçecek, sen sütünü getir yavaş yavaş sütüne alıştırırız dediler. Eşim ve ben günde 1-2 kez süt, bez v.b. götürmeye başladık. Ellerimi dezenfektanla yıkadıktan sonra bebeğime dokunabiliyordum. 6. gün doktorumuz bebeğimizin iyi yönde yavaş yavaş toparlamaya başladığını fakat riskin devam ettiğini belirtti. 7. gün ziyaret ettiğimizde (cumartesi) nabzı ve kandaki oksijen satürasyonu düşüktü. Hemşireye söylediğimde herhangi bir anormallik olmadığını söyledi fakat bebeğim önceki günlere göre çok hareketsizleşmişti. Önceki günler elini kolunu çok hareket ettirdiği için onu sevmek zor oluyordu. 8. gün (pazar) tam biz hastaneye giderken doktorlar aradı ve bebeğimizin durumunun kritik olduğunu söylediler. O an tüm dünyam başıma yıkıldı. Hastaneye vardığımızda bebeğimizin kalbinin iki kez durduğunu ve canlandırdıklarını, her an herşeyin olabileceğini söylediler. Korkunç bekleyişimiz başladı. İnsanın üzüntüden kafası da çalışmıyor o an. Ağzımdan ne olur kurtarın bebeğimi sözü bile çıkamadı. Bir durgunluk gelmişti üstüme. Ve kaybettik. Yurtdışında bebekler son anlarında anne babalarının kucağına verilirmiş, vedalaşsınlar diye. Bizde öyle olmadı. Hastanenin defin bölümünden bebeğimizi alacağımız söylendi. Gasilhanede bebeğimi gördüğümde yere yıkılacak gibi oldum ama düşmedim tek ağzımdan çıkan söz affet beni bebeğim seni koruyamadım diye haykırmaktı. Bebeğimle vedam beyaz kefeninin içinde oldu. Yüzüne bir huzur gelmişti ve aynı kundaktaki bir bebek gibiydi. Bu bir annenin hayatta yaşayabileceği en büyük acı. Şu anda kalbimin yarısı toprağın altında. Özellikle akşamları çok kötü oluyorum, ağlıyorum. Her akşam yatmadan önce onu ne kadar çok sevdiğimi, hiç unutmayacağımı söylüyorum. 2014 Nisan-Mayıs ayı hayatımın dönüm noktası oldu. Bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorum. Bu süreçte beni yalnız bırakmayan eşim, annem, babam, eşimin ailesi, her zaman yanımda olan Dr. Ahmet Bostancı, tüm dostlarıma ve ayrıca YYY’deki asistan doktorlar, internler, hemşireler, ZZZ'deki hayatımı kurtaran hekimlere ve hemşirelere ve bebeğim için de ellerinden geleni yaptığına inandığım yenidoğan hekimleri ve hemşirelerine teşekkür ediyorum. Acı kaybımdan sonra birçok kitap ve tez okudum. Okuduklarıma göre doktorlar defalarca canlandırma yapabiliyorlarmış. Bebeğin durumu kötüyse, kalıcı hasar bırakabilir diye son canlandırmayı yapmayabiliyorlarmış. Keşke yapsalardı, belki diğer birçok bebek gibi bu günleri atlatacaktı bebeğim. Bebeğimin küvezde her geçen gününün hastaneye (devlete) bir maliyet olduğunu biliyorum ama giden geri gelmiyor, belki de ben 4 Mayıs’ta vatana, millete çok hayırlı olacak olan bir evladı kaybettim.
Özetle;
1) XXX Üniversitesi Hastanesi’nin beni geri çevirmesi etik değil.
2) Tam teşekküllü üniversite hastanesi olan YYY Üniversitesi Hastanesi’nin bıçak kemiğe dayandığında (benim ve bebeğin hayatı riske girdiğinde) küvez yok diyerek beni sepetlemesi, 20 gün boyunca asistan doktorlar dışında benden mesul bir doktor atamaması, NST çekmemesi etik değil. Benim gibi acilden değil de poliklinikten gelen hastaları profesör ve doçentleri hergün ziyaret ediyor, ultrason çekilmesi için talimat veriyor ve ilgileniyordu.
3) YYY Üniversitesi Hastanesi NST ile bebeğin kalp atışlarının sınırı geçtiğini tesbit etseydi, koryoamniyonit başlangıcını saptayabilirdi ve bebeği doğum yaptığım günden 2-3 gün önce alsaydı bebeğim yaşıyor olacaktı.
4) ZZZ, 7. gün bebeğimin durumundaki bozulmaya dikkat etseydi ve önlem alsaydı 8. gün onu kaybetmeyecektik.
5) Türkiye’deki sistemsizlikten dolayı rapor maaş ödemelerimi 6 Nisan’dan beri SGK’dan alamıyorum. Yıllarca boşuna yüksek vergiler mi verdik bizler? Halbuki ilk doğumumu Kanada’da yaptığımda bu konuda hiçbir sıkıntı yaşamamıştım.
6) İnsan hayatı bu ülkede çok önemsiz ve ucuz bunu ne yazık ki Ali Can bebeğimle tecrübe ettim. Halbuki ben 2002’de gitmiş olduğum ve her türlü imkana sahip olduğum Kanada’dan ülkeme yalnız ve yalnız ülkem ve sevdiklerim için dönmüştüm.