Bir şehri, bir mesleği, bir sevgiliyi, bir evi, bir yaşamı seçmek neden diğerlerinden vazgeçmek olsun? Bunlardan vazgeçebilmek, yaşamı değiştirebilmek için mutlaka yıkımlar, felaketler mi yaşamalısın? Seçilmişlerinden vazgeçebilmek seni mutlaka yıkımlara, felaketlere mi sürükler? Ait olma duygusu, güven duygusu, bağlanma, alışkanlıklar; kısaca yaşamın kolaylaştırıcı araçlarının, ayaklarında üst üste bağlanmış birer prangaya, birer amaca dönüştüğünü görebilmen için taşıdığın bedenden sıyrılıp, dışarıdan kendine bakabilmelisin.
Denizin içinde balık gibi, yaşadığın denizin bile güzelliğinden bihaberken, o denizden çıkabilme cesaretini gösterebilmen gerekiyor. Başka türlü göremezsin denizi. Denizin yüzünü, gökyüzünü, bulutları, rüzgarı ve denizin üstünde güneşin dansını… Denizden çıkmış balık gibi olmak, yok olmaya yakın olmak mı korkutuyor seni? Martı’yı anımsa; Jonathan’ı. Seçtirilmiş bir yüksekliği aşıp özgürlüğe ulaşabilen, yanlış anlaşılma, dışlanma, yok olma korku ve kaygılarını soyunup, en sonunda salt özgürlük olmayı başaran martıya hangimiz öykünmedik ki? Sen denedin mi peki? Sana çizilen sınırın ötesine uçmanın heyecanı ve merakı hiç sarmadı mı bedenini?
Kendin alışkanlıklara tutsakken, yaşama teslim olmuşken, bir filme, bir şiire, bir tabloya, bir romana, bir öyküye zaman harcamak, hayran olmak seni özgürlüğe taşıyan anahtar olacak mı? Yoksa sana uygun görülen mesajı alıp yaşamsal hücrene geri mi döneceksin? Bu sana yetecek mi? Özgürlük özleminin bile pazarlanıp satıldığını düşündüğün olmuyor mu zaman zaman? Bir filmden çıktığında eski yaşamına döneceksen, bir romanı bitirdiğinde eski yaşamına döneceksen, bir şiire aşık olduğunda o şiir gibi yaşayamayacaksan ne anlamı var onların? Bütün bu olanların…
Biliyorum şimdi deli diyorsun bana. Sonsuz sandığın yaşam o kadar kısa ki! Belki de senin günlük yaşamını sorgulasak, senin yaşam şeklin deliliktir. Ömrünü metreyle değil barometreyle ölçmelisin. O zaman yaşamının bir kelebekten daha uzun olmadığını göreceksin. O kelebek, senin yaşam kaygılarını taşımıyor. O kelebeğin senin gibi mülkiyet kaygıları yok. Yanlış anlaşılma, dışlanma, aşağılanma gibi kaygıları da yok. Bir kelebek kadar özgür olmak için tek engelin beynindir. Seni tutsak eden de, seni özgür kılacak olan da sahip olduğun biricik şey beynindir. O beyni bugüne kadar seni tutsak eden değerlere sahip olabilmek için yordun, yıprattın. Şimdi o beyni seni özgür kılmak için serbest bırakmalısın. Ayaklarındaki prangalardan daha güçlüsü beynini sarmış durumda. O yüzden başın ağır. O yüzden her zaman yorgunsun. “Gülsarı” olmalısın. Zincirlerini koparmalısın. Sıkışmış binaların, asfaltların, asfalt gibi suratların, betonların arasından sıyrılıp, yeşil kırlara vurmalısın kendini. Özgürlük ormanına yol almalısın. Denizi görmek için dağlara ulaşmalısın. Denizin ardındaki ülkeyi görebilmek için dağları aşmalısın. Ya başıma bir şey gelirse, diyorsun değil mi? Hastalanırsam, aç kalırsam, üşürsem, gece olursa, karanlıkta kalırsam…
Yaşadığın ışık yapaydır oysa. Zaten karanlıktasın. Gözlerin ışığa bakıyor ama sen geleceğin, umudun ve yaşamın karanlığında kalmışsın. Sana, seçilmiş ışıklardan uzaklaşmanı, kendi ışıklarını yakmanı söylüyorum. Yıldızları gece çıkar sanıyorsun değil mi? Oysa görmesini bilen göze, yıldızları saymak için gece gerekmez. Sor bakalım kendine. Bir bulutu, bir sokak çocuğunu, bir ağacın kıvrımını, bir sarı yaprağı, bir çiçeği, bir böceği, bir köpeği, bir yoksulu, bir yağmur damlasını, bir kar tanesini en son ne zaman sevdin? Bunlar her gün karşında oysa. Karşılaştığında ya yok sayıyorsun ya da kaçıyorsun onlardan. Bunları görüp, bunlara elini uzatmadıysan karanlıkta yaşıyorsun demektir.
Sana sunulan ışıkla yetinme. Güneşe bakarken kısma gözlerini. Güneşe bakarken önce kararacak gözlerin. Gözlerin acıyacak. Sonra için güneş dolacak. Güneşin kendisi olacaksın, ışıtacaksın. Rüzgara dönme sırtını. Aç kollarını; yüzünü şimale dön. Bedeninin ağırlığından kurtulacaksın, arınacaksın, rüzgar olacaksın.
Doğduğumuz yeri, zamanını, anne babanı seçme şansın yok en başında. Daha en başında 1-0 yenik başladın belki yaşama. Hatta adını bile kendin seçemedin. Yaşamın sana uygun gördüğü bedeni, gözlerinin rengini, tenini, boyunu da seçmen olanaksız belki. Ve en önemlisi beynini. Diğerleri seni insan yapmaz çünkü. Diğerlerini değiştiremesen de, eğiterek dönüştürebileceğin yegane sahip olduğun şey beynindir. Oysa senin eğitim diye girdiğin cenderede sana beynini nasıl eğitip özgür olacağın değil, nasıl tutsak olacağın öğretilir. Doğru sandığın şeyler gerçekten doğru oldukları için değil, sana öyle öğretildiği için doğrudur. Sevmen ve sevmemen gereken değerler, yaşamını biçimlendirecek olan düşünceler sana dayatılır. Sen de bunları doğru bilip atlarsın yaşama.
Eğitim sandığın şey sisli bir yoldur aslında. En sonunda görürsün ki bedenin, beynin, umutların, geleceğin kirletilmiştir. Sana kalan tek şey teslim olmaktır; olursunda. Senin önüne konulan kahramanların başarılı yaşamları karşısında o eğitim boyunca ezilmişsindir zaten. Yaşamının kahramanlarını kendin seçemezsin. Sana öğretilen kahramanlar; büyük komutanlar, hükümranlar, üstün zekalı dahiler, rekortmenlerdir. Bunları öğrendikçe yıkım olur önündeki yaşam. Kendi zayıflığını, küçüklüğü, başaramama korkusunu yaşarsın. Öykünmen için dayatılan idollerin hırsı, başarma arzusu, rekabet güçleri karşısında ezilirsin. Sana gösterilen tek yol kendi emsallerini ezmek, onların önüne geçmektir.
Kendi kahramanlarımızı özgürce seçebilmeden yaşamak, dayatılan kahramanlarla yaşamak, bulunaksız bir mektup gibi oradan oraya savrulmakla eşdeğerdir. Kahramanlarını ezip geçenlerden değil, ezilenlerden seçebiliyor musun; bunu sormalısın kendine? Yaşamı kişisel çıkarlara dönüştürüp, insanların üzerine basa basa geçen insanlardan mı seçiyorsun kahramanlarını yoksa? o zaman neden mutsuzum diye sorma bana. Hani çok küçüktün, baban dev gibi görünüyordu ya sana. Gerçek kahramanın oydu. Sonra büyüdün anladın ki baban hiçbir şeymiş. Gerçek kahramanlarını değiştirdin. Belki şimdi yanılıyorsun. Belki de gerçek kahraman bir zamanlar basite aldığın babandı. Kahramanlarımızı yaşamın her diliminde değiştiren birer kahramanlar olarak yaşıyoruz aslında. Bana mı soruyorsun? Ben kahramanlarımı tutunamayanlardan seçtim. Sen benim gibi olma ve hiç kahraman arama. Tek kahraman sensin. Bunu hissetmelisin. Gerçek bir kahraman gibi cesur ve özgür olabilmelisin.
Özgürlüğü değil de dayatılan yaşamı seçersen eğer, seni bekleyen tek şey lokomotif olmaktır. Güçlü bir lokomotif olup yol almaya başlarsın. Yükün ancak kendin kadardır. Ataksın, hızlısın. Ama bilmezsin ki ancak sana döşenen raylar üzerinde yol alacaksın. Sırtına lokomotifi takanlar, geçeceğin yollardaki rayları da döşemişlerdir. O yollarda sevgi arama, paylaşma, insanlık arama sakın. Sonu hüsran olur. Her istasyona kendi makasçılarını da dikmişlerdir. Onları görünce şaşırma sakın. Aman hop diyene kadar, sen anlamadan değiştireceklerdir makasları. Sen yol alırsın, yükün kendin kadar. Koskoca ve seçeneklerle dolu bir yaşamın seni beklediğini sanırsın. Gideceğin yollar, döşenen raylardan bir metre bile öteye geçemeyecektir. Yola çıkarken gördüğün ihtişamlı dağlar, o dağın ardında olduğunu bildiğin deniz, sana anlatılan ovalar ya çok uzakta ya da lafta kalacaktır. Umudu yitirmezsin gene de. heyecan dolar bedenine; ama üzerinde gittiğin o raylar o dağları, denizleri, ovaları sana uzaktan gösterse de asla onlara ulaşmaz. Seni de ulaştırmaz. Tam güzelliklere yaklaşıyorken ya rayların oraya döşenmediğini görürsün ya da tam yaklaşınca makasçılar yolunu değiştirir.
Yıllar geçer, yollar geçer, sen eskirsin, sen yorulursun. Üstelik yükün kendin kadar değildir artık. Her istasyonda ardına bir katar takar yaşam. Onları çekmeye başlarsın. Bir katar geçim derdi takılır, bir katar sevda, bir katar hüzün, bir katar mutsuzluk, bir katar gelecek kaygısı… Yükün kendin kadar değildir ve sen ilk yola çıktığın güçte değilsindir. Ulaşılacak yeni bir istasyon heyecanı da kalmadıysa eğer ört ki ölem. Fark edersin ki üzerinde gittiğin, çocukların eviçlerinde halı üzerinde oynadıkları tren oyunudur. Senin yeni sandığın istasyonlar birbirinin benzeridir. Ve sen yeni diye döne dolaşa her gün aynı istasyonları geçmektesindir. Bunu fark ettiğinde ya çok geç kalmışsındır veya alışmışsındır. Umudun kalmaz. Bir gün gelir gücün tükenir. Katarlar taşıyamayacağın kadar çok olur. Arkandan gelen lokomotifler kendilerini bekleyen sonu bilmeksizin heyecanla yolu tıkamandan rahatsız olurlar. Seni alıp bir hurdalığa koyarlar. Ölmüşsündür.
O rayları, o yolları başından reddedebilmelisin. Bir ray döşenecekse bunun yapıcısı da sen olmalısın. Boşver rayları. Bak güneş doğuyor karşı tepeden. Yola çık. Çocukların yanaklarını okşa. Kuşlara yem ver. İnadına çamura bas bazen. Dayatılan yaşamı reddedebilmek biraz da ölümü reddedebilmektir. Ölümü bekleyenlerden olma; yaşama sarıl. Her doğan gün, her doğan bebek, her açan çiçek yeni güzelliklerin, yeni yaşamların habercisidir. Kuşları uçuran kanatları değil, uçma özgürlüğünün dayanılmaz güzelliğidir. Sen de yaşama aç kanatlarını.
Alıntıdır