Son kullanma tarihi geçmiş, bayatlamış bir tarayıcı kullanıyorsanız. Mercedes kullanmak yerine tosbaya binmek gibi... Websiteleri düzgün görüntüleyemiyorsanız eh, bi zahmet tarayıcınızı güncelleyiniz. Modern Web standartlarını karşılayan bir tarayıcı alternatifine göz atın.
Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.
Bir tur oto-immun bozuklugu olarak bilinen Lupus, benzeri bir cok rahatsizlikta oldugu gibi, enflamasyondan muzdarip olanlari cok daha fazla etkiler....dolayisiyla, sindirim sisteminde enflamasyon yukselten beslenme modelinden kacinmak en dogrusu....bu anlamda juicing surece olumlu destek verececektir, ama beraberinde diger beslenme noktalarina dikkat ederek....mesela, kizartmali ve islenmis gidalardan uzak durmak gibi....ayni zamanda bizim tek ogunde uzak durulmasini onerdigimiz nightshade grubu besinler de (patlican, domates gibi) uzak durulmasi gerekenler icinde yer aliyor....ve de, kacinilmaz olarak yine karsimizda duran "gluten" burada da sorun....en iyisi glutenli besinleri tamamen hayattan cikarmak....her acidan buyuk bir derdi basimizdan savmis oluruz.
Yağda çözünen vitaminler arasında yer alan K vitamini vücudumuzda yağ dokusunda ve karaciğerde depolanır. En önemli görevi kanın pıhtılaşmasını sağlamaktır ve K vitaminindeki “K” Almanca Koagulationsvitamin’den (pıhtılaşma vitamini) gelmektedir. Kanın normal şekilde pıhtılaşmasını sağlamanın yanı sıra kemikleri kırılmaya karşı korur, menopoz sonrası kemik kaybını önler, damar sertliği riskini azaltır, karaciğer ve prostat kanseri riskini düşürür. K vitamini eksikliği sık görülen bir durum değildir, çünkü günlük olarak tüketilen yeşil yapraklı sebzelerin çoğu bu vitaminden bol miktarda içermektedir. Ayrıca bağırsaklarda bulunan “iyi” bakteriler K vitamini üretebilmektedir. Ancak antibiyotik kullanımı, K vitaminin vücut tarafından emilmesini önleyen hastalıklar (safra kesesi veya safra yolu hastalıkları, kistik fibrozis, çölyak hastalığı), karaciğer hastalıkları, kan inceltici ilaçlar, ciddi yanıklar ve hemodiyaliz tedavisi K vitamini eksikliğine neden olabilir. Bu gibi durum ve hastalıklar sırasında doktorunuz K vitamini takviyesi önerebilir.
K Vitamini Bulunan Besinler Düzenli olarak koyu yeşil yapraklı sebzeler tüketiyorsanız (kale, ıspanak, brokoli…) büyük ihtimalle yeterli miktarda K vitamini alıyorsunuz demektir. Çeşitli sağlık koşulları nedeniyle beslenmenizi K vitamini bakımından zenginleştirmek istiyorsanız aşağıda K vitamini içeren yiyeceklerin bir listesini bulabilirsiniz. Ancak bu listede yer alan bazı yiyeceklerin herkes tarafından tüketilmesi uygun olmayabilir. Sizin sağlık koşullarınıza en uygun beslenme programı için bir uzmana danışabilirsiniz.
Fesleğen: 1 yemek kaşığı (yaklaşık 4 gr) kurutulmuş ve öğütülmüş fesleğen 77.2 mcg K vitamini içerir ve bu miktar günlük K vitamini ihtiyacının neredeyse tamamını karşılar. K vitamini desteği için yemeklerinizde ve salatalarınızda daha çok fesleğen kullanabilirsiniz.
Adaçayı: 1 yemek çorba kaşığı kurutulmuş adaçayı günlük K vitamini ihtiyacının yaklaşık %45’ini karşılar. Aynı zamanda demir, magnezyum, folat, A vitamini, B6 vitamini, bakır ve C vitamini bakımından oldukça iyi bir kaynaktır.
Kekik: Kekik kurutulmuş baharatlar arasında K vitamini bakımından en zengin baharattır. 1 çay kaşığı kekik günlük K vitamini ihtiyacının %20’sini karşılar.
Ispanak: 1 adet orta boy ıspanak yaprağı 48.3mcg K vitamini içerir ve bu miktar günlük ihtiyacının %60’ına denk gelmektedir. Yani 2 yaprak çiğ ıspanakla hazırlayacağınız salatadan günlük alınması önerilen K vitaminini fazlasıyla alabilirsiniz.
Karalahana: 28 gram haşlanmış kara lahana yaprakları günlük K vitamini ihtiyacının yaklaşık 1.5 katı kadar K vitamini içerir. Karalahana aynı zamanda A vitamini, C vitamini, folat, kalsiyum, demir, manganez bakımından zengindir.
Taze Soğan: Salata ve çorbalarda sıkça kullanılan taze soğan tam bir K vitamini deposu. 100 gram (1 kase doğranmış) taze soğan günlük K vitamini ihtiyacının yaklaşık 2.5 katını karşılar.
Brüksel Lahanası: 1 adet Brüksel lahanası 33.6 mcg K vitamini içerir ve günlük ihtiyacın %42’sini karşılar.
Brokoli: 1 adet brokoli günlük K vitamini ihtiyacının yaklaşık %65’ini karşılar.
K Vitamini İçeren Diğer Besinler
Maydanoz
Marul
Lahana
Kuşkonmaz
Köri
Paprika
Pul biber
Salatalık turşusu
Kurutulmuş domates
Havuç
Kereviz
Soya fasulyesi
Kuru karanfil
Kaju
Böğürtlen
Yabanmersini
Dut
Ahududu
İncir
Armut
Günlük Olarak Alınması Önerilen K Vitamini Miktarı K vitamini ihtiyacı yaşa ve cinsiyete göre değişebilir. Bazı ilaçlar K vitamini ihtiyacını arttırabileceğinden (antibiyotikler, kan inceltici ilaçlar gibi) düzenli olarak ilaç kullanıyorsanız, K vitamini takviyesine ihtiyacınız olup olmadığını doktorunuzdan öğrenebilirsiniz. Aşağıdaki rakamlar U.S. National Library of Medicine’den alınmıştır.
0-6 Ay Arası: 2 mcg 7-12 Ay Arası: 2.5 mcg 1-2 Yaş Arası: 30 mcg 4-8 Yaş Arası: 55 mcg 9-13 Yaş Arası: 60 mcg 14-18 Yaş Arası: 75 mcg 19 Yaş Üstü: 90 mcg
Özellikle yemek sonraları tüketilen meyveli sodalar piyasadan toplatılabilir. Kansere davetiye çıkardığı ihtimali üzerinde duran uzmanlar meyveli sodalardan uzak durulması gerektiğini belirtiyor.
Yaz aylarında serinlemek, ferahlamak ve hazmı kolaylaştırması amacıyla tercih edilen meyveli sodaların ve meyveli gazozların kanser yapabileceği ihtimali üzerinde duruluyor. Meyveli soda ve meyveli gazozların ısıya maruz kaldıklarında kanserojen madde üretebilecekleri belirtildi. Türkiye'de ilk kez gerçekleştirilen Gıda ve Kanser Sempozyumu'na meyveli sodalar damgasını vurdu. C vitaminli meyveli gazoz ve meyve aromalı sodaların ısıya maruz kaldıklarında kanserojen madde ürettikleri belirlendi. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, piyasadaki C vitaminli meyveli sodaları toplayarak kanserojen ölçümü yapacak. Sonuçlarına göre yasaklanması gündeme gelecek. Türkiye Bilimler Akademisi'nin (TÜBA) gerçekleştirdiği Gıda ve Kanser Sempozyumu'nda gıda katkı maddeleri masaya yatırıldı. Piyasada bolca tüketilen C vitaminli meyveli soda ve meyveli gazozlardaki kanser tehlikesine dikkat çekildi. TÜBA Gıda ve Beslenme Çalışma Grubu Üyesi ve Süleyman Demirel Üniversitesi Tıbbi Biyokimya uzmanı Prof. Fatih Gültekin, piyasada satışa sunulan bazı içecekler üzerinde yaptığı araştırma sonucunda, C vitaminli meyveli gazoz ve meyveli sodalarda koruyucu madde olarak "sodyum benzoat" maddesinin kullanıldığını tespit ettiklerini açıkladı. *Süleyman Demirel Üniversitesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Başkanı Prof. Dr. Fatih Gültekin, yaptığı araştırmada meyveli gazozlarda ve meyve aromalı maden sularında antioksidan olarak C vitamini veya meyve suyu, koruyucu olarak da sodyum benzoat kullanıldığını tespit ettiğini belirtti.
C vitamini ile sodyum benzoatın bir arada kullanılmasının ölümcül riskleri bulunduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Gültekin, şöyle konuştu: "İçeceklerde mikroplar çoğalmasın diye koruyucu maddeler kullanılıyor. Ayrıca konulan bazı maddeler bozulmasın diye de C vitamini ekleniyor. Bu iki madde, yani C vitamini ve koruyucu olarak kullanılan sodyum benzoat, ikisi bir arada olduğu zaman, eğer bekleme esnasında ısıya veya ışığa maruz kalırsa o zaman C vitamini ile koruyucu olarak kullanılan sodyum benzoat birleşiyor ve insanlar için kesin, yüzde 100 kanserojen olan 'benzen' denilen bir madde oluşuyor. Maalesef çok büyük tehlike var."
İçeceklerde görülmeyen bir başka tehlikenin daha söz konusu olduğunu dile getiren Gültekin, bazı içeceklerde antioksidan olarak C vitamini yerine doğal meyve suyu kullanıldığını, doğal meyve sularında da C vitamini bulunduğunu ve aynı şekilde koruyucu olarak kullanılan sodyum benzoatla birleşip kanserojen benzen maddesine dönüşebildiğine işaret etti.
Yiyecek ve içeceklerde yaygın olarak kullanılan koruyuculardan sodyum benzoatın avantajı yanında sağlık riskleri taşıdığına değinen Gültekin, sodyum benzoatın alerjik özelliğinin bulunduğunu, özellikle astım hastalarının dikkat etmesi gerektiğini vurguladı. Gültekin, bunlara ilave olarak sodyum benzoatın, DNA'ya da zarar verme potansiyeli bulunan bir katkı maddesi olduğunu söyledi.
Kanser riski taşıyan bu konunun firmalar tarafından atlandığına dikkati çeken Gülkekin, üretici, satıcı ve tüketicileri uyardı. Gültekin, şöyle dedi: "Bunlardan birincisi üreticiler. Üretici, C vitamini ve sodyum benzoatı beraber kullanmasın. Formülasyonlarını kolaylıkla değiştirebilirler. Sodyum benzoat yerine başka bir koruyucu veya C vitamini yerine başka bir antioksidan kullanabilirler. İkisini bir araya getirmezlerse bu risk ortadan kalkar. İkincisi, bu ürünleri satan market, bakkal veya süper marketler bu ürünleri uygun şartlarda depolasınlar. Hiçbir içeceği güneşe maruz kalacak şekilde ve yüksek derecede ısınacağı şekilde muhafaza etmesinler. Özellikle sahil kesimlerinde bu konu biraz daha önem arz ediyor. Son olarak tüketiciler de dikkat etsinler. İnsanlar sürekli içtiği içeceklerin içindekiler bölümüne baksın. Benzoik asit veya sodyum benzoat ile C vitamini, diğer ismiyle askorbik asit, ikisinin beraber olduğu ürünleri tercih etmesinler." Gıdalarda kullanılan kombinasyonların Türk Gıda Kodeksi'ne uygun olduğunu ancak risklerinin bilinmediğini öne süren Gültekin, şöyle devam etti: "Bunlar tabii ki bilinçli olarak seçilmiyor. Çünkü bunlar Türk Gıda Kodeksi'ne uygun. Gıda kodeksinde koruyucu olarak sodyum benzoat kullanılır, antioksidan olarak C vitamini kullanılabilir ancak bunun ikisinin bir araya gelmesi ve saklama koşullarının olumsuz denk gelmesi tesadüfi bir şey. Bunu da üreticilerin bilmesi gerekiyor. Muhtemelen gözden kaçmış bir nokta. Üreticilerin gözden kaçan bu noktaya göre düzeltme yapacaklarına inanıyorum."
Gıdalarda kullanılan katkı maddelerinin kombinasyonlarının ve saklama koşullarının insanları ciddi şekilde kanser tehlikesine maruz bıraktığına değinen Gültekin, "Bu tüm toplumu ilgilendiren yaygın bir sorun. Kanser vakaları çok artıyor, artık kanserden ölüm sebepleri dünyada ikinci sıradan birinci sıraya yükselmek üzere. Belki kanserin artış sebeplerinden bir tanesi gıdaların içindeki, maruz kaldığımız kanserojen maddeler. Bu açıdan bunu çok önemsiyorum" diye konuştu.
Halkın gıda katkı maddelerinin zararlarını öğrenmek istediğini anlatan Gültekin, ayrıca inançlar açısında da sorun olup olmadığını bilmek istediğini anlattı. "Gıda katkı maddeleri tüketiciler için bilinmez bir konu" diyen Gültekin, şunları söyledi: "Milyon tane katkı maddesi var. Bunlar kanserojen mi, zararlı mı, inançlarımıza uygun mu, hep bilinmezlik içerir. Çünkü katkı maddeleri alan olarak geniştir ve sadece bir bilim alanını ilgilendirmiyor. Dolayısı ile tüketicinin istediği bilgiyi derli toplu ve güvenilir olarak sunacak kaynak çok az." Gültekin, 10 yılı aşkın süredir katkı maddeleriyle ilgili çalıştığını ve 4 kitap yazdığını belirterek, şunları kaydetti: "Yediğimiz ürünlerin tamamına yakınında katkı maddesi var ve bunlar çok yüksek miktarlarda. Türk insanı maalesef batı tipi besleniyor. Bu tip beslenmelerde insanlar bir yılda kendi ağırlıkları kadar gıda katkı maddeleri tüketiyorlar. Bunlar çok büyük rakamlar ve bu katkı maddeleri istisnaları bir kenara koyarsak bizim ihtiyacımızın olduğu vitamin, mineral veya besin değeri açısından zengin maddelerden ziyade gıdaların ticarileşmesi, yaşamı kolaylaştırmak, ekonomiklik sağlamak açısından kullanılan maddeler. Ama maalesef birçok sağlık riskini de beraberinde getiriyor. Doğal gıdalara yönelmemiz lazım, ancak katkı maddesiz bir yaşam da mümkün değil, riskli olacak katkı maddelerinden uzak kalacak yaşam tarzı geliştirmemiz lazım.
Alıntı, mynet
Yorumum: İşlenmiş bütün gıdalardan mümkün olduğunca uzak durun...
Merhaba öncelikle harika bir konu olmuş. .. bir süredir buğdayın genetiği degistirildigine dair haberleri takip ediyordum. .. ve diyabetli olduğum için doktorum da yasakladı. .. paylaşmak istedim... Buğday GDO lu olduğu için ekmek makarna bulgur yemeyin...
Merhaba öncelikle harika bir konu olmuş. .. bir süredir buğdayın genetiği degistirildigine dair haberleri takip ediyordum. .. ve diyabetli olduğum için doktorum da yasakladı. .. paylaşmak istedim... Buğday GDO lu olduğu için ekmek makarna bulgur yemeyin...
Merhaba, beğenin için teşekkürler. Son dönemde çıkan ya da oranı artan rahatsızlıkların çoğunun nedeni ülke olarak beslenme şeklimizin değiştirilmesi aslında. Bir çok hastalığı önlemek için beslenmemizi düzeltmemiz lazım geliyor. En başta işlenmiş gıdalardan ve içeceklerden uzak durulmalı. Buğday 1900 lü yıların başında yetiştirilen buğday değil artık kromozomları aşırı şekilde değiştirildi malesef. Mümkün olduğunca uzak durulmalı.
1) kendi biokimliginizi cozun....hangi metabolik turde ve hangi besinlere duyarlisiniz, bunlari anlayin. Sunu bilin ki, bir arkadasiniza veya aile dostunuza uyan beslenme modeli size cok ters gelebilir. Metabolik yapinizi anlamak icin asagida dun aksam koydugum yerdeki linklerden basit bir test ile durumunuzu anlayin. Besin duyarliliginiz icin piyasada bir cok test var, bunlardan birisini yapin ve kendi biyokimliginizi taniyin. Mesela, eger metabolik tip 1 iseniz, yani protein odakli beslenme modeline giriyorsaniz, juicing yaparken dikkat edilmesi gereken konular tip 2 modeldeki birisine gore farkli olacaktir. Gerci her tip icin oruc modeli aslinda fazla degismez, cunku oruc temelinde detoks bazli bir yapiyi ortaya koydugu icin oradaki oynama cok olmayacaktir, ama sonrasindaki gundelik beslenmede yapilmasi gerekenler fark edebilir.
2) herkesin kendi farkli metabolik ve biokimlik yapisina uygun beslenme modeli olsa da, tum modellerin ustunde hemfikir oldugu konu fabrika yapimi ISLENMIS SEKER ve ISLENMIS GIDALARIN mumkun oldugu kadar yasamdan cikarilmasi gerekliligidir. Bunlari faydali olarak onaylayan hic bir beslenme modeli yoktur. Bu besinler zararlidir, ancak zararin tolerans orani kisiden kisiye degisir. Tipki sigara sagliga zararlidir, ama birisi gunde bir paketten fazla icip 40 sene bunu devam edebilirken bir baskasi 3 sene icip kanser olabilir. Zarar tartisilmaz, ama tolerans farkli olabilir.
3) Bunun yaninda, hayvansal protein alanlar icin kesinlikle dikkat edilmesi gereken konu yediklerinizin dogada duzgun beslenen ve GMO'lu tahil ve hormon almayan, organik kosullarda yetismis hayvansal urunler olmasi gereklilidir.
4) Ote yandan, glutenin yarattigi hasari da artik ogrendigimize gore, seker, islenmis gida olmadan, mumkun oldugu kadar az asidik icerikli gida ve gluten etkisi olan rafine karbonhidrat/tahil icerigi olmayan modeli herkes kendisine gore ayarlayarak uygulamalidir. Mumkunse bu tur besinleri tamamen elimine etmenizi oneririm.
5) Tum bunlarin yaninda, donemsel juice kurleri ve normal yasamda aralikli oruca juice ile birlikte yer acan model tum yasantinizi olumlu anlamda etkileyecek unsurlardir.
6) Kendinize uyan retoks (normal beslenme zamani) ve detoks carki yaratin, ve buna uyun. Kiminiz icin bu ayda bir, kiminiz icin bu uc ayda bir ya da bir kere yaza girerken, bir kere de kisa girerken detoks yapmak olabilir, ama bu carkinizi oturtun.
7) saglikli hareket duzenini minimum anlamda oturtun. Size kalkin her gun 10km kosun ya da haftanin bes gunu salonda 3 saat kanter icinde kalin demiyorum, cunku burada amac metabolizmanin saglikli forma kavusmasi icin gereken "saglikli hareket temposunu" saglamaktir. Bunu da bir muddet once burada koymustum. Gunde yarim saate takebul eden tempolu yuruyus ve haftada iki saat buyuk kaslarin guclendirilmesine yonelik guc calismasini arada sauna/buhar banyosu ile destekleyin.
8) Bunlari uygularken, mumkun oldugu kadar anti-oksidant ve omega 3 takviyesini, dogru yaglarla beraber alarak, kendi kan degerlerinizdeki mineral ve vitamin eksikligine uygun takviyeleri probiyotik ve enzimlerle desteklediginizde oldukca saglikli yasam ortaminda kendinizi bulacaksiniz.
Kocaman kitaplar okumaktan cekinenler icin olayin ozu budur.
Günde bir avokadonun kan kanseriyle mücadele etkili olabileceği belirlendi.
Kanadalı bilim adamlarının araştırması, avokadonun içindeki yağ molekülünün ölümcül kan kanseri türü olan akut myeloid lösemiye (AML) yol açan kök hücreleri hedef aldığını gösterdi. AML hastalarında beyaz kan hücrelerinden olan granülositlerin ve monositlerin blast adı verilen öncü hücrelerin olgunlaşma sürecinin bozulduğuna dikkati çeken bilim adamaları, avokadodaki avokatin B yağ molekülünün bu süreci durdurabildiğini belirtti.
LÖSEMİ HASTALARININ YAŞAM KALİTESİNİ ARTIRABİLİR
Bilim adamları sonuçların, avokado içeren bir ilacın geliştirilmesinin ve AML hastalarının yaşam kalitesinin artırılmasının önünü açtığını vurguladı. Araştırmanın sonuçları "Cancer Research" dergisinde yayımlandı.
araştırmalar birçok meyve ve sebzenin faydalı olduğu organa şekil olarak da benzediğini ortaya çıkardı. Üstelik benzedikleri organlarla ilgili ilginç tesadüfleri de var bu yiyeceklerin. Örneğin şekli rahme benzerliğiyle dikkat çeken avokadonun yenecek kıvama gelmesi için ağaçta 9 ay geçirmesi gerekiyor! İşte benzediği organa iyi geldiğini kanıtlayan 9 yiyecek Zencefil - Mide
Zencefil midenin en yakın arkadaşı olarak bilinir. Öyle ki yüzyıllar öncesinde kusma ve deniz tutması gibi durumlarda insanlar zencefil tüketirdi. Henüz bilim kanıtlamadan önce bile midenin dostuydu.
Üzüm – Akciğer
Akciğerin en büyük hazinesi alveollar. Bu arkadaşlar oksijeni kan dolaşımına veren arkadaşlar. Üzümün akciğere en faydalı olduğu bölge de alveollar. Böylece akciğer kanseri riskini de azaltmış oluyorlar. Üzüm ayrıca, proantosiyanidin adı verilen bir antioksidana sahip. Kendileri alerjik astıma iyi geliyor.
Patates - Pankreas
Tatlı patatesin pankreasa yaptığı en büyük iyilik, kan basıncını düzenleyerek, görevini daha rahat yapmasını sağlamak. Asıl bomba bu değil ama. Tatlı patateste yüksek oranda, pankreas kanserinin büyümesini engelleyen B6 vitamini var.
Mantar – Kulak
Kulak için, D vitamini içerdiğinden dolayı duyma kaybını engelleyen mantar kadar değerli başka bir şey yok.
Domates – Kalp
Domates kalbin aynasıdır. Cidden. Öyle yakınlar birbirlerine. Bunun sebebi de domatesin içerdiği likopen. Likopenin kod adı kalbin ve kanın yiyeceği. Kalbe gelecek bütün hastalıklara karşı savunucu. Domates aynı zamanda C vitamini memba. C vitamininin kalp için ne kadar değerli olduğunu biliyorsunuz.
Greyfurt – Göğüs
Greyfurtta limonoid adında fitokimyasal madde var ki bu arkadaş göğüs kanserini hiç sevmiyor.
Avokado – Rahim
Avokado ve uterus’un birbirine benzerlikleri Hansel ile Gretel’de yok. Avokado’nun en büyük becerisi, rahim ağzı kanserini önlemek ve hormonları düzenlemek. Aynı zamanda güzel de bir tesadüfü var. Avokado’nun avokado olup yenmesi için ağaçta 9 ay geçirmesi gerekiyor.
Havuç – Göz
Bütün bu benzerlik havuçtaki beta-karotene teşekkür edebilir. Zira retinaya iyi gelen arkadaş bu arkadaş.
MUTLAKA OKUYUN- PAYLAŞIN HERKESE ULAŞSIN.. Dikkat! Göz göre göre kanser oluyoruz! Nasıl mı? "Gerçekleri açıklarsam Türkiye sarsılır" diyen Prof. Erkan Topuz'un verdiği bilgiler tüyler ürpertici! İşte kansere yol açan nedenler...
Esra Ceyhan'ın Kanal D'deki programına konuk olan İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Erkan Topuz, yine herkesi ekran başına kilitleyen açıklamalarda bulundu.Topuz, kanserle mücadelenin anne karnında başladığına dikkat çekerek hamile kadınların ve bebek sahibi insanların evde dikkat etmeleri gereken noktaları anlattı. Bulaşık deterjanlarından, halıların temizliğine kadar çok önemli ayrıntılar... "Benim mücadelem bu yaştan sonra halkımızı kanserden korumaktır. Kanser tedavisi sonra geliyor. Bir korunma bin tedaviden evladır. Bunları ilk defa duyuyor olabilirsiniz ama gerçek bunlar. Ben bunları kendimi bu işe adadığım için anlatıyorum. Belki dünyada da çok az duyan vardır" diyen Prof. Dr. Erkan Topuz, herkesi şaşırtan açıklamalar yaptı.
İŞTE AÇIKLAMALAR
-Evde, sokakta giydiğimiz ayakkabılarla dolaşılmamalı Eğer evde ayakkabı ile geziyorsak dışarıdan geldiğimiz ayakkabıları çıkartıp başka bir ayakkabı giymeliler. Çünkü dışarıdan giydiğimiz ayakkabı ile eve soktuğumuz pestisitler kanserin en önemli sebeplerinden bir tanesidir. (Pestisit: Tarım ürünleri, kimyasallar, egzozdan çıkan gazlar vs) -En tehlikeli yer: HalıHalı bütün pestisitleri tutar. Bu nedenle alıların temizliğine dikkat ediniz. Kesinlikle deterjanla temizlemeyin. Sirkeli su ile silin.
-Deterjan kullanınca muhakkak eldiven giyilmeli Plastik eldiven kullanmayın, içine izci eldiveni giyin. Çünkü deterjanlar alerjiktir ve ufak dozlarda alındığı takdirde kronik olarak kanserojendir. (İzci eldiveni: Pamuk eldiven)
-Bulaşık makinasında kullandığınız deterjan da petrol ürünü, yani kanserojen! Ne kadar yıkarsa yıkansın kalıntılar kalabilir. Eğer sağlığınızı düşünüyorsanız çıkardığınız bulaşıkları sirkeli suyla ya da limonlu suyla silin.
-Her türlü deterjandan kaçının! Devamlı olarak zeytinyağı ve defne sabununu seçiniz. Ellerinizi, vücudunuzu hakiki zeytinyağ, defne veya fıstık yağından yapılan hakiki sabunlar da seçilebilir. Bunları örnek olarak söylüyorum. Deterjandan kaçıyoruz ve çok aşırı miktarda suyla duruluyoruz.
-Beyaz olan her türlü iç çamaşırı, yeni aldığında en az 2 kere kaynatılmalı! Çünkü bunlar beyazlatılmak için kanserojen maddelerle yıkanıyor.
-Kanserle mücadele anne karnında başlar Anne adayları aşırı miktarda vitamin almaktan kaçınsınlar. Çünkü bilinçsizce alınınca vitaminin içindeki kobalt, bazı aşırı miktarda minareller... Doktor bir tane yut diyordur ama çocuk gelişsin diye bir kaç tane yutuyorlar. Bu çocukta birikime sebep olabilir ve kansere neden olabilir.
-Gökkuşağının 7 rengini, ne buluyorlarsa, günde en azından 3-5 tane yenmeli! Her bir renkte bir şeyler var.
-Gebeler, haftada 2 kez kırmızı et yemeli! Özellikle balıkla beslensinler. Sağlıklı bir insanın kansere yakalanmaması için, bebeğin daha anne rahmindeyken vücudunun direncinin artması ve zehirleri alarak bağışıklık sisteminin bozulmaması lazım.
-Oda spreyleri doğrudan doğruya petrol menşeli Zehiri soluyorsunuz. Akciğerinize geçiyor ve dolaylı olarak bağışıklık sisteminizi bozuyor.
-Sebzeler, mevsiminde dondurulup saklanmalı! Yalnız bir kez çözülünce onu muhakkak pişirin. Mikro dalgada bir kere ısıtın. Ateşte ısıttıklarımızda ise bir kere ısıtınız. Çünkü bir dahaki sefere değeri ölür. DNA'yı bozar. DNA kırılması da kanserojene yol açar.
-Radyasyon; kronik olarak kansere en çok yaklaştıran faktörlerden biri! Televizyondan çok uzak duralım.
-Çocuklara haftada 2 kez balık çorbası Ama içine zerdeçal koymak suretiyle...Soğan, sarımsak ve o mevsimin sebzesiyle yapmalısız. Çocuk anne karnındayken bu terbiyeyi almaya başlamalı.
-Gebeler haftada 1 kilo balık tüketmeli Bu miktarın üzerinde balık tüketilmesine karşıyız. Çünkü en steril balıkta bile az civarda civa vardır. Bu balıklar dip balıkları olmamalı. Somon veya yüzey balığı, Akdeniz, Ege balığı olmalı. Marmara'nın dip balıklarını lütfen tüketmeyiniz.
-Kızartma için en uygun yağ; kanola yağı Onun dışında birinci seçeneğimiz zeytinyağdır. Memleketimizin iftihar edebileceği yağdır. Fındıkyağı da tercih edilebilir.
-Çocuklar, fast food türü yiyecekleri 15 günde bir yemeli Ama haftada 3 kez yedikleri takdirde beyin tümörlerinde, lenfomalarda ve lösemilerde 3 kat artış gözükecektir. Çocuklarımıza arada bir verebiliriz. Ama dışarıdaki yiyeceklerin nasıl kızartıldığını bilmiyorsunuz. Ona göre hareket edin.
-Çocuklar meyve ve yoğurdu bol tüketmeli Ancak yoğurdu prebiyotik ve ev yoğurdu olarak kullanalım. Yoğurdunuzu evde yapın. Peynir ve çökelek fazla miktarda yiyin. Keçi peyniri çok faydalıdır.
-Çocukları, üç beyazdan; un, şeker ve tuzdan uzak tutmalı Belki tuzcular üzülecekler ama Konya'ya akan kanalizasyonlar ve kirletici sularla, Türkiye'nin en büyük tuzunu karşılayan Tuz Gölü'müz maalesef torbaların içinde çok iyi steril edilmedikleri takdirde bize kanseri ufak ufak taşıyorlar. Bu nedenle kaya tuzunu tercih edin. Yani turşu kurduğunuz tuzu çekin ve çok az miktarda kullanın. Çünkü tuz da kanserojendir. -Amerika'daki çocukların tombul olmasının sebebi her şeye şeker katmalarıdır Ucuz beslenmedir.
-En faydalı gıdalardan birisi ceviz Daha sonra fındık ve bademdir. Ayçiçeği açık alın. İşlemden geçmemiş olacak, kavurup yiyebilirsiniz. Ama fındık, ceviz gibi yiyecekleri kabuklu alın. Çünkü içine böceklenmesin diye ilaç sıkılmaktadır. Sonsuz faydaları olan yiyeceklerdir. Günde bir avuç muhakkak tüketiniz.
-Elma mutlaka yenilmeli!
-Plastik, bakır, alüminyum kap kullanılmamalı Porselen, cam ve çelik kullanın. Meyveleri de bu tür kaplarda yıkayın. Bunların içine litresine göre 9-10 çorba kaşığı elma sirkesi atın. Aşağı yukarı yarım saat bekletin. Sonra tekrar yıkamayın. Tekrar mikrop alır.
-Dikkat; meyvelerin üzerine parlak görünmesi için mum sürülüyor! Bunları hakiki zeytinyağlı sabundan geçirdikten sonra elma sirkeli sudan geçirin. Ya da elma sirkesi ile ovun. Meyveyi kabuğuyla tüketin eğer sterilse.
-Lahana, marul gibi yiyeceklerin ilk dört kabuğu çöpe atılmalı İstediğiniz kadar yıkayın bunların üzerindeki pestisitleri temizleyemezsiniz. Çaresi yok.
-3 ayda bir su değiştirilmeli Çok muhteşem sularımız var ama ne olursa olsun tabiatı rezil ediyoruz. Satın aldığımız sularda az miktarda da olsa kanserojen dozlar karışabilir. Bunlar kontrollü sular ama 3 ayda bir değiştirmek gerekiyor.
-Plastik her yerde zehir. Plastik bardaklar, kaplar, plastik herhangi bir şey... Ben ona girmiyorum bu lafı söylersem yer yerinden oynar. Bu plastikler ev yapımına girdiler. Doğrudan doğruya inşaat malzemesi olarak kullanıyorlar. Çok bilinçli olun, çok iyi markalar kullanın. Bunları söylemem demek Türk ekonomisiyle oynamam demek. Ben insanlara kendimi adadım, onun için kimseden korkmuyorum açık açık söylüyorum.
-Meyve suyu, posasıyla tüketilmeli Biz kanserli hastalara suyunu veriyoruz. Meyve suyuna geçmeyen çok madde posada kalıyor. Bu şekilde kolon ve miğde kanserinden korunmuş oluyorsunuz.
-Bakır, özellikle beyin tümörlerinde ön plana çıkıyor Çok iyi kalaylı olursa bu etki azalıyor. Ama kulağınıza bakır küpe bile takmayın.
-Çocuklar, yeşil plastik sahalarda oynamamalı Plastik çimenler sentetiktir ve kanserojen madde alabilirler.
-Havuzlar iyi temizlenmeli Ozonla temizlemek en fazladır. Aşırı klorluysa yine spor yerine kansere hazırlık yapıyorsunuz...
-Bütün beyazlatıcılardan kaçınılmalı Çocuklarımızın kullandığı o pırıl pırıl bembeyaz defterler klorla temizleniyorlar. Bunlarla temizlenmemiş defter kullansınlar. Kullandıkları boyalarda da kanserojen etkisi vardır.
KANSER DALGA DALGA GELİYOR
Prof. Dr. Erkan Topuz'un verdiği şu çarpıcı bilgi, kanserin boyutlarını açıkça ortaya koydu: "Kanser dalga dalga geliyor. 2020 yılında 20 milyon insan kansere yakalanacak. Ama eğer bunları yaparsak belki bunu 15 milyona indirebiliriz. O yüzden gözümüzü açalım. Bu iş çocukluktan başlıyor. Çocuklarımıza bu terbiyeyi vermek zorundayız. Ailedeki çocuk annesini taklit eder. Anne ne yiyorsa çocuk da onu yer." Topuz, yaptığı açıklamalar nedeniyle bir takım sektörleri zor duruma soktuğu eleştirileri için ise, "Benim için insan sağlığı birinci plandadır. Ekonomi ikinci plandadır. Bir insanın kanser olması durumunda devlete ve millete verdiği zarar milyarlarca dolardır. O yüzden dikkatli olduğunuz takdirde ekonomiye de katkınız olur. Aslında ben bunları anlatarak Türkiye'nin ekonomisini de kurtarıyorum farkında değiller" diye konuştu. paylaşalım Alıntı
Kilo vermek son çıkan zayıflama ilacını almakla olmuyor. Yiyecek seçimlerimiz ya yağ yakmamızı ya da yağ depolamamızı sağlar. Kilo vermek istiyorsak yağ yakan seçimler yapmalıyız. Şeker ve şekere dönüşen karbonhidratlar insülin salgılanmasına neden olurlar. İnsülinin bir görevi de şekeri yağa dönüştürerek gerektiğinde kullanmak üzere depolamaktır. İnsanoğlunun avcı toplayıcı olduğu dönemlerde sadece meyvelerin olgunlaştığı zamanlarda yani yaz sonları ve sonbaharda şekerli yiyecekler yeniyor, bu da insülin tarafından kıtlık günlerinde kullanılmak üzere yağa dönüştürülüyordu. Ancak artık 365 gün şekerli yiyecek bulabiliyor, kıtlığa da girmiyoruz, yani sürekli depoluyoruz. Yağ tüketmek ise insülin salgısı açısından şekerin tam tersi etki yapar, yiyecek bol depolamaya gerek yok etkisi denebilir buna.
Yağ yakma veya depolama konusunu etkileyen insülinden başka bir faktör daha var; mikrobiyom. Vücudumuzda yaşayan 100 trilyondan fazla organizma toplamı mikrobiyom olarak adlandırılıyor ve artık ayrı bir organ olarak görülüyor. Özellikle bağırsak bakterileri, yediklerimizden kaç kalori emileceğine, yemek isteğimizin şiddetine ve hatta yeme alışkanlıklarımızı düzenleyen beyin kimyasallarının üretimine kadar büyük rol oynuyor.
Kilo vermenin 4 adımına gelince:
1. Şeker ve karbonhidrattan ciddi düşük bir beslenme yapın. Önerim, günde 60-80 gram karbonhidrat tüketimini hedeflemeniz.
2. Daha fazla yağ yiyin. Sofralarınıza yağ yeniden hoş gelsin. Soğuk sıkım zeytinyağı, hindistancevizi yağı, kuruyemişler, tohumlar, serbest dolaşan yumurta ve otla beslenen hayvan etleri tüketin.
3. Tabağınızda probiyotikten zengin fermente yiyeceklere yer verin. Bu yiyeceklerdeki probiyotik bakteriler kilo vermeye yol açar.
4. Daha fazla lif yiyin. Lifli yiyecekler doygunluk hissini arttırırlar, bu da toplamda daha az yemenizi sağlar. Özellikle prebiyotik lif içeren yiyecekler sağlıklı bağırsak bakterilerinin sayısını arttırarak ve sağlığınız üzerindeki etkilerini genişleterek onları besler. Bu yiyeceklere örnek olarak enginar, karahindiba, soğan ve sarımsak verilebilir
Onkoloji alanında 30 yıldır çalışan bir bilim adamı ve aynı zamanda bir tıp doktoru olan Prof. Dr. Vincent Castronovo, kaderin bir cilvesi ile 2011 yılında gırtlak kanserine yakalandı ve kendi uyguladığı tedavi yaklaşımı ile bu hastalıktan tamamen kurtuldu.
Prof. Dr. Vincent Castronovo kanser ve beslenme ilişkisi konusunda çalışan dünyaca ünlü Belçikalı bir bilim adamı ve tıp doktorudur. Bu yazıyı kendisi ile 12 Nisan 2012 de Belçika RTL radyosunda yapılan söyleşiden derledik.
Kansere yakalandım Meslek hayatımı kansere karşı savaşmaya adadım. Bilhassa ölümlere sebep olan metastazların oluşmasını sağlayan mekanizmaların deşifre edilmesi üzerinde uzun yıllar çalıştım. 15 yıldan fazla bir süredir, bilim ve tıp dünyasında fazla üzerine gidilmeyen beslenmenin kötü huylu tümörlerin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde oynadığı anahtar rol üzerine yoğunlaştım.
Geçtiğimiz yıl, 2011 yılı Şubat ayında ben de reflüye bağlı olarak gırtlak kanseri teşhis edildi. Sonunda 30 yılı aşkın bir süredir mücadele ettiğim bu kötü hastalık beni kendi evimde yakaladı.
Hem doktor hem hasta olmak
Liege Üniversitesi Hastanesinden uzman bir doktor ekibi ve kendi geliştirdiğim tedavi stratejimle bu hastalıktan tamamen kurtuldum. Hastalıkla geçirdiğim bu serüvenli yolculuktan sonra, eskisinden çok daha sağlıklı bir hayata kavuştum.
Ben her iki tarafı da gördüm. Hem doktor hem hasta. Tabii benim meslekten olmam ve bu konu üzerine zaten çalışıyor olmam bu hastalığı daha iyi anlamamı ve adımlarımı ona göre atmamı sağladı. Benim tedavi yaklaşımım 4 unsurdan oluşuyor: Beslenme, Egzersiz, Sevgi ve Dostluk
Reflü deyip geçmeyin
Bende senelerdir reflü sorunu vardı. Bunu çok önemsemedim çeşitli ilaçlarla antibiyotiklerle bunu geçiştirdim.
Ancak sürekli olarak yukarı çıkan bu asit gırtlak dokusunu tahriş ediyor ve enfeksiyonlar oluşturuyor. Buradaki enfeksiyonları önlemek için aldığım antibiyotiklerle beraber gırtlak dokusundaki bağışıklık mekanizması duyarsızlaştı ve oluşabilecek bozuk genetikli hücreleri yok edemedi. Ben kanser olduğumu son safha da öğrendim.
Kanserin beslenme ilişkisi Uzun süre kanserin kalıtsal olduğu düşünüldü. Ancak kanser kalıtsal değil, çevresel etkenlere dayanan bir hastalık.
Akciğer kanserinin %90 sebebi sigaradır. Bunu herkes biliyor. Mevcut kanserlerin %40 sebebi ise doğrudan beslenme ile ilişkili. Bazı kanser türlerinde bu oran çok daha yüksek, örneğin benim uzmanlık alanım olan barsak ve mide kanserlerinin %54ünün sebebi beslenme ile ilişkili. Araştırmalarımız sırasında biz şüphelendik acaba bu kansere yakalanan hastaların beslenmelerinde herhangi bir şey var mı? Daha sonra bunu bizim kanser araştırma merkezimizde inceledik. Gördük ki analiz etiğimiz hastaların tamamına yakınında bir beslenme bozukluğu var. Araştırmayı derinleştirdiğimizde bulgularımız şaşırtıcı idi. Vakaların tamamında beslenme ile kanser arasında istatistiksel olarak göze batan doğrudan nedensel bir ilişki var.
Beslenme ile kanser ilişkisini şu şekilde izah edebiliriz. Beslenme bozukluğu bağışıklık sisteminin düzgün çalışmamasına yol açıyor, vücudu koruyan hücrelerin üremesi yeterli hammadde olmadığı için yavaşlıyor. Vücutta zaman zaman dış etkenlerle oluşan bozuk genetiklik hücreler yok sekteye uğramış bu bağışıklık sistemi tarafından yok edilemiyor.
Şeker zehirli
Çağımızdaki en büyük tehlike şeker. Bundan 100 sene önce yılda 1kg şeker tüketirken şu an sizin tüketiminiz 72kg oldu.
İnsan vücudu buna alışkın değil vücuda giren bu kadar şekere karşı ne yapacağını bilmiyor. Vücutta iç iltihaplanma oluşturuyor. Bizi bugün meşgul eden pek çok hastalığın sebebi bu iltihaplanmadır.
Obezitenin tıptaki adı iltihaplanmadır ve sebebi şekerdir.
MS hastalığı bir iltihaplanma hastalığıdır. Beynin bazı bölgeleri iltihaplanma yüzünden dopamin üretemez hale gelir. MS hastalığının sebebi bu dopamin üretememedir. Kanserinde gelişmesi için ortamı hazırlayan bu iltihaplanmadır. Yetersiz beslenen zenginler Yetersiz beslenme yiyeceğin az olduğu fakir ülkelerin sorunu değil. Günümüzde zengin saydığımız batı ülkelerinde bir yetersiz beslenme söz konusu. Tükettiğimiz besinlerin çoğu endüstride işlenip rafine ediliyor ve faydalı her şeyden arındırılıyor. Örneğin ekmek; buğdayın en faydalı olan kabuğu atılarak yapılıyor. B12, protein ve demir gidiyor geriye saf nişasta yani şeker kalıyor. İlginçtir ki gıda endüstrisinin diğer bir kolu da bu artıkları alıp bunlardan vitamin destek ürünleri yapıp bize ayrıca satıyor.
Palmiye yağı zehirli
Bize hayvansal yağların kötülüğünden bitkisel yağların iyiliğinden bahsedilir. Oysa bitkisel bir yağ olan palmiye yağı toksik bir yağ. Maalesef palmiye yağı gıda endüstrisinde en çok kullanılan yağdır. Bugün süpermarket raflarında gördüğünüz ve üzerinde "bitkisel yağ" yazan yiyeceklerin neredeyse tamamında palmiye yağı kullanılır. Çünkü diğer yağlara göre sıcaklığa çok dayanıklıdır. Gıdalar işlenirken uygulanan yüksek ısılı işlemlere dayanıklıdır. Bu yağ ayrıca uzun süre yapısı bozulmadan durabilir. Bu şekilde hem yiyeceklerin raf ömrü uzatılmış olur hem de fabrikada yağı depolama ve üretme maliyeti düşürülür. Son zamanlarda gıda şirketleri yaşanan ekonomik kriz yüzünden karlılıklarını koruyabilmek için maliyet düşürmeyi iyice ön plana aldılar. Örneğin diğer yağların yerine palmiye yağı kullanılması onların karlı kalabilmesine yardım ediyor. Bu yüzden daha çok şirket bu yağı kullanmaya başladı. Ben herkesi uyarıyorum bu yağ toksiktir, kanserojendir lütfen palmiye yağı bulunduran yiyeceklerden uzak durun. Henüz bu yağın kullanımı yasaklanmadı, ancak yaptığımız baskılarla Avrupa Birliği geçtiğimiz günlerde palmiye yağı bulunan gıdaların üzerinde bunun açıkça yazılması için bir yasa çıkardı. Bundan önce sadece bitkisel yağ yazıyorlardı. Bitkisel yağ dedikleri ise çoğu zaman bu palmiye yağıdır.
Kanseri nasıl yendim?
Önce tıbba güvendim. Ancak bununla bırakmadım beslenmemi planladım ve besin destekleri kullandım. Kemoterapi sırasında probiotikler kullandım. İnsanın barsağında bizim için vazgeçilmez olan bakteriler vardır. Bu bakterilerin bizim için hayati önemi vardır. Bunlar olmadan bazı besinleri hazmedemeyiz. Ayrıca gerekli bazı enzim ve vitaminlerin üretilmesini sağlarlar. İlginç bir nokta şu, geçtiğimiz günlerde aslında beynimiz ile barsakta yaşayan bu bakteriler arasında karşılıklı bir iletişim olduğu bulundu. Kemoterapi sırasında maalesef barsaklardaki bu bakteriler ölüyor. Bu yüzden onları yenilemek için probiotik kullandım. Probiotikler bu bakterilerin uyur halde bulunduğu kültürüdür. Bunlar barsağa yerleşir ve azalan veya yok olan barsak florasını yeniler. Bunun yanı sıra vitamin hapları aldım. Mineraller aldım.
Omega-3 yağlarını düzenli olarak beslenmeme dâhil ettim. Yeteri kadar protein aldım. Kızartmaları kestim. Hepsinden önemlisi ise şeker almayı kestim.
Doktorlarım çok açık fikirli idi benim getirdiğim önerileri her zaman değerlendirmeye aldılar. Böyle bir şansım oldu. İletişimim diğer hastalara göre çok daha kolay oldu.
Çiğnemenin önemi
Memelilerin beslenmesinin ilk ve en önemli aşaması çiğnemedir. Maalesef sosyal yaşam biçimimiz ve değişen ve rafine olan gıdalar bizleri çiğneme davranışından uzaklaştırdı. Çiğnemek bizler için biyomekanik bir olaydır ve vücutta bazı sistemleri harekete geçirir. Bunun yanı sıra parçalanan gıdalar kolayca hazmedilir. Bağırsaklarda oluşan gazların sebebi iyi çiğnememedir.
Önerdiğimiz kanser tedavisi
Biz merkezimizde hastalara bir kan testi yaparak hangi vitamin, mineral ve yağların eksik olduğunu tespit ediyoruz. Buna göre hastaya uygun bir beslenme planı oluşturuyoruz. Çünkü zaten bir kere yetersiz ve yanlış beslenme yüzünden insan hasta olmuş. Hastalığın tedavi sürecinde bu yanlış mutlaka giderilmeli ve vücutta eksik olan ne varsa beslenme ile yerine konulmalı. Aksi halde bir iyileşmeden söz edemeyiz.
Yiyecekleri çiğneyin ve strese kapılmadan yavaş yavaş yiyin. Yemek yemeyi aceleye getirmeyin yemek için kendinize zaman ayırın.
Yağlı balıkları tüketmeyi ihmal etmeyin. Ton balığı tüketin, bu balığın içinde yüksek miktarda vücut için dışardan alınması şart olan yağ asitleri bulunur. Bu yağ asitlerini vücudumuzun çalışması için gereklidir. Ancak vücutta üretemeyiz dışardan alınması gerekir. Haftada en az 3 kez yağlı balıkları tüketin. Şekerden uzak durun. Şekeri ve türevlerini (nişastalar, karbonhidratlar) hayatınızdan çıkarmaya çalışın. Hızlı şekerleri kesinlikle tüketmeyin. Brokoli tüketin. Bunun içinde kanserin metastaz yapmasını önleyen bir madde var. Yağları pişirmeyin. Yakmayın. Üzerinden duman çıkan bir yağ toksiktir. Sıcaklık yağların kimyasal yapısını değiştirip onları zehirli hale getirir. Yağı mümkünse pişmenin son aşamasında ekleyin. Brokoli ve diğer sebzeleri tüketirken bunları suda kaynatmayın. İçinde faydalı olan her şeyi suyuyla atarsınız. Tüketirken bunu ağır buharda pişirin. Yağını da sonradan ekleyin üstüne. Kanınızdaki bakırı azaltın. Bunun için ıspanak tüketin. Kızartmalardan uzak durun. Palmiye yağı ve ay çiçek yağını kullanmayın. Gülün.
Profesör Dr. Vincent Castronovo kimdir
Profesör Vincent Castronovo, Belçika'da Liege Üniversitesi Onkoloji Araştırma Merkezinin yöneticisi ve aynı üniversitenin tıp fakültesi bölüm başkanı. Pek çok ödül almış bir bilim adamı. Saygın uluslararası tıp ve bilim dergilerinde yayınlanmış iki yüzden fazla makalesi bulunuyor. Klinik onkoloji alanında çalışma yapan bir bilim adamı olmasının yansıra, kendisi aynı zamanda bir tıp doktoru ve cerrah. Amerika'da ulusal kanser araştırma enstitüsünde uzun yıllar çalışmış ve 1992 yılında ilk Metastaz Araştırma Laboratuvarını kurmuştur.
Bu bitkinin bir çay kaşığı kadarı bile hafızayı güçlendirmeye yetiyor Tayvan’da yapılan araştırma, kahvaltıda bir gram zerdeçal tüketmenin diyabetin ilk evresinde ve bilişsel becerilerinde azalma riski bulunan kişilerin hafızasını güçlendirdiğini gösterdi.
Diyabet teşhisi koyulan 60 yaşın üzerinde kadın ve erkeklerin katıldığı araştırmada, bilim adamları zerdeçalın hafızaya etkisini araştırdı.
Katılımcılar kahvaltıdan önce ve saatler sonra hafıza testine tabi tutuldu. Kahvaltıda bir gram zerdeçal tüketen katılımcılar testlerde daha başarılı oldu.
Araştırmanın sonuçları, “Asia Pacific Journal of Clinical Nutrition” dergisinde yayımlandı.
Daha önceki araştırmalar, orta yaşlı diyabet hastalarının beyin hacmi kaybına daha yatkın olduğunu, bunun sonucunda da hafıza ve düşünme becerilerini kaybetme riski taşıdıklarını ortaya koymuştu.
ZERDEÇAL’IN PEK BİLİNMEYEN FAYDALARI...!
Köri baharatı bugün zerdeçal kullanılarak üretilmektedir. Araştırmalar, bağırsaklarda polip oluşumunu, yemek borusu kanserini, kolon, karaciğer, akciğer ve prostat kanserinde çok etkilidir.
Zerdeçal, östrojeni taklit eden kimyasalları etkisiz hale getiren özel bir baharattır. Östrojen taklidi olan bu kimyasallar özellikle kadınlarda meme kanserinin başlamasına neden olur. Zerdeçal hakkında yapılan araştırmalar, bu kimyasalları ortadan kaldırdığını ve %75 oranında tutarak kanserli hücrelerin büyümesini engellediğini ortaya koymaktadır.
Zerdeçal, tümörlerin içinde kan damarı oluşmasına engel olur. Özellikle karaciğer kanserinde hastalığın ilerlemesini yaklaşık %60 oranında engellemektedir. Antiviral etkisi ile özellikle uçuklarda çok etkilidir. Uçuğu oluşturan Herpes virüsünü etkisiz hale getirir. Bu etki yeni kanıtlanmıştır.
PEKİ ZERDEÇAL NASIL TÜKETİLMELİ?
Hindistan’da günde en az 1 çay kaşığı zerdeçal kullanılmaktadır. Bu nedenle, Hintlilerde akciğer, meme, böbrek kanserleri daha az görülmektedir. Ayrıca Alzheimer oranı yaşlılarda yok denecek kadar azdır.
Zerdeçalın zeytinyağı, karabiber, kırmızıbiber ile birlikte tüketilmesi vücut tarafından tamamen emilmesini sağlamaktadır.
Özellikle kanser başlangıcında ve kanserli hücre oluşumunu engelleyen zerdeçal, bağışıklık sisteminin gelişmesi için de çok faydalıdır. Bu baharat kullanıldıktan sonra bağırsaklarda inceleme yapan araştırmacılar, B tipi bağışıklık hücrelerinin hızla arttığını görmüşlerdir. Hintli bilim adamları ise, zerdeçal ile vücudun daha fazla antikor ürettiğini söylemektedir.
Zerdeçalı kaynayan her yemeğe 1 tatlı kaşığı eklemekle kullanabilirsiniz. Hemen hemen her yemeğe yakışan bir tadı vardır. Süte ekleyerek içilebileceği gibi çayı da tüketilebilir. Fakat belki de en etkili kullanım salatalara ekleyerek, limon ve baharatlar ile kullanımıdır.
Dr. Ayşegül Çoruhlu “Bayram sonrasındasabahve öğlen iyi alkali besinler tüketip akşamı sebze suları ve sebze çorbalarıyla geçirerek, alınan kilolardan kurtulmak mümkün” diyor
Bayramda kalori bombardımanına tutuluyoruz. Sağlığa zararlı basit şekerlerle yüklü çikolataları, börekleri ve tatlıları yememiz için ısrarlara fazla dayanamıyoruz çünkü.
“Son pişmanlık fayda etmez” derler ama biz uzmanlardan son pişmanlığı nasıl faydaya dönüştürebileceğimizi öğrendik. “AlkaliDiyet” kitabı yazarı, biyokimya uzmanı Dr. Ayşegül Çoruhlu, bayram tatilinin sonlanmasıyla birlikte bayram ertesi detoksu yapmamız gerektiğini söyledi. Diyetisyen Sevgi Neylan Bakım ise beş günlük bir detoks programı hazırladı.
“Meyveler kabuğu ile yenmeli”
-Oruç tutma döneminde gündüz aç kalıp akşam yendiği için ne kadar dikkat edilse de kilo alınıyor. O mahrumiyetten çıkıp bayramda serbestlik başlayınca yine kilo alma artabiliyor. Bu nedenle bayram sonrası oruç döneminin aksine sabah ve öğlen salatalık, limon, karpuz gibi iyi, alkali besinleri bonkörce tüketip akşam öğününü azaltmak hatta sebze suyu veya sebze çorbasıyla geçirmek oruç dönemi ve bayram kilolarından kurtulmak için iyi bir beslenme şekli olacak.
-“Kilo almamak için karpuz yemeyin; çok şekerli bir meyve” diyorlar. Oysa bu yanlış çünkü karpuzun içinde doğal şeker var. Üstelik karpuzun yeşil kabuğunun altındaki beyaz kısmıyla tüketilmesinin erkeklerdeki performans artışından kilo verilmesini sağlamaya kadar pek çok faydası var. Meyvelerin ölçülü miktarda, kabuklarıyla yenmesi ve akşam öğünleri yerine gün içinde ara öğünlerde tüketilmesi kilo vermede yardımcımız oluyor.
“Yemeklere tarçınlı suyla başlayın”
-Limon kabuğu alkali değeri en yüksek besin olduğundan limon kabuğuyla zenginleştirilmiş naneli limonatalar ve bitki çayları kilo vermemizi sağlıyor. Yine pişmiş sebze yemekleri yerine çiğ sebze salataları da yağların erimesini hızlandırıyor. Her yemekten önce bir çay kaşığı toz tarçını dile koymak veya yemeklere tarçınlı suyla başlamak da tatlı yeme isteğini azaltarak kilo kontrolüne yardımcı oluyor.
-Alkolalımını kesmek veya sınırlamak da kilo vermemize katkı sağlıyor. Gece alkol tüketildiyse o gün bol su içmek ve çay, kahve içmemek gerekiyor. Çünkü çay ve kahve karaciğerde alkolle aynı yerden atılıyor, bu nedenle çay, kahve tüketimi alkolün vücuttan atılımını zorlaştırıyor.
Alkali diyet nedir?
Alkali diyet, diyet sözcüğünün çağrıştırdığı gibi bir kısıtlama değildir. Aksine, vücuda alınan, alkali oluşturan besinlerin miktarının asit oluşturanlardan daha fazla olmasını sağlayan bir “ekleme ve dengeleme” diyetidir.
-1/2 demet maydanoz -1/2 baş marul veya kıvırcık -1 ince dilim taze zencefil
Hazırlanışı
Salatalık ve elma kabuklarıyla birlikte, zencefil kabuğu soyularak diğer malzemelerle katı meyve sıkacağından geçirilir. Arzu edilirse üzerine keten tohumu, chia tohumu veya çörek otu ilave edilerek içilir.
Beş günlük alkali detoks programı
Sevgi Neylan Bakım(Diyetisyen)
1. GÜN
Kahvaltı:Salatalık, marul, maydanoz (üzerine limon sıkarak tüketebilirsiniz), lor peyniri, glutensiz ekmek, zeytin ve şekersiz yeşil çay
Ara öğün:Mevsimlik yeşil sebzelerin suyu
Öğle yemeği:Sebze çorbası ve ızgara somonlu bol yeşillikli salata (limon ve soğuk sıkım zeytinyağı ilaveli)
Ara öğün:Üzerine tarçın serpilmiş yeşil elma
Ara öğün:Şekersiz papatya veya ıhlamur çayı ile beraber kavrulmamış badem
Akşam yemeği:Haşlanmış taze fasulye, patates ve havuç beraberinde sebze filizleri
2. GÜN
Kahvaltı:Avokado püresi (1 tam olgun avokado ezilip içerisine biraz Himalaya tuzu ve 1 tam limonun suyu ilave edilerek hazırlanır) Ara öğün:Mevsimlik yeşil sebzelerin suyu
Öğle yemeği:Taze meyvelerle beraber kinoa salatasıAra öğün:Ananas
Ara öğün:Şekersiz yeşil çay ile beraber çiğ bademAkşam yemeği:Fırında lor peynirli kabak ve patates
3. GÜN
Kahvaltı:Haşlanmış kinoalı, meyveli keçi yoğurdu (bir gün önce haşlanmış, buzdolabında bekletilmiş kinoanın içine keçi yoğurdu, dövülmüş çiğ badem, ceviz, gün kurusu kayısı ve dut kurusu ilave edilerek hazırlanır)
Ara öğün:Mevsimlik yeşil sebzelerin suyu
Öğle yemeği:Sebze çorbası ve hindi etli salata (limon ve soğuk sıkım zeytinyağı ilaveli)
Ara öğün:KayısıAra öğün:Şekersiz yeşil çay ile beraber hurmaAkşam yemeği:Sebze çorbası, çok az zeytinyağı ile sotelenmiş semizotu veya ıspanak
4. GÜN
Kahvaltı:Keçi peynirlimenemen(rendelenmiş domates pişirilirken içine organik yumurta ve rendelenmiş keçi peyniri ilave edilerek hazırlanır)Ara öğün:Mevsimlik yeşil sebzelerin suyu
Öğle yemeği:Sebze çorbası ve ızgara bonfileli bol salata (limon ve soğuk sıkma zeytinyağı ilaveli) Ara öğün:ŞeftaliAra öğün:Şekersiz yeşil çay ile beraber kavrulmamış çiğ badem
Akşam yemeği:Sebze çorbası ve zeytinyağlı enginar (bol limonlu)
5. GÜN
Kahvaltı:Gün kurusu kayısı, kuru erik, hurma gibi kuru meyveler ve ceviz, çiğ badem, kavrulmamış çiğ fındık gibi yağlı tohumlar
Ara öğün:Mevsimlik yeşil sebzelerin suyu
Öğle yemeği:Sebze çorbası ve organik tavuklu salata (limon ve soğuk sıkım zeytinyağı ilaveli)Ara öğün:Karpuz ve lor peyniriAra öğün:Şekersiz yeşil çayla beraber hurmaAkşam yemeği:Buharda pişirilmiş sebzeler (taze veya kuru otlarla tatlandırılabilir)
Fitoterapi uzmanı Dr. Ümit Aktaş: “Diyabetten kansere, kısırlıktan romatizmal hastalıklara kadar birçok hastalığın sebeplerinden biri, çağımızın biyolojik silahı olan genetiği değiştirilmiş buğday. Bu gıdayı mutfaklarımızdan çıkarmalıyız”
Fitoterapi (bitkisel tedavi) uzmanı Dr. Ümit Aktaş’ın yeni kitabı “Bitkisel Kürlerle İlaçsız Tedavi” raflarda. Aktaş kitabında, günümüzde hızla artan diyabet, kanser ve romatizmal hastalıkların beslenme tarzımızla ilişkisini açıklıyor. Ayrıca başka birçok hastalık için de beslenme önerileri ve bitkisel kürler sunuyor. Kitabı okuduğunuzda en çok buğday ürünleriyle ilgili şüpheye düşüyorsunuz. Çünkü Aktaş “21’inci yüzyılın morfini” olarak açıkladığı genetiği değiştirilmiş buğdayı; diyabet ve kanser gibi birçok hastalığın hızlı artışının sorumlusu olarak görüyor. İşte anlattıkları...
-Bugün“modern tıp” denilen kimyasal bir tıpla karşı karşıyayız. 200 bin yıllık insanlık tarihinde, bundan 70 yıl öncesine kadar hiçbir dönem kimyasal ilaçlardan yararlanılmamış. Tarih boyunca insanoğlu doğal beslenmiş, hastalıklardan korunmak ve iyileşmek içinse fitoterapiden yararlanmış.
-Fitoterapi, bitkisel ürünlerin veya ilaçların hastalıklardan korunmak veya iyileşmek için kullanılmasını araştıran bilim dalıdır. Bu bilim “Nasıl beslenmeliyiz, hastalandığımızda ne yemeli, nelerden uzak durmalıyız?” gibi soruların da cevabını verir. Bu nedenle fitoterapide birçok besine ilaç besin olarak bakılır. Genelde ülkemizde aktar tıbbı gibi bakılıyor ama bu yanlış. Fitoterapi bu konudaeğitimalmış doktorların ve eczacıların işidir.
-Bugün modern tıp birçok kronik hastalık gibi diyabeti de iyileştiremiyor. Sadece diyabetle yaşamınızı sürdürmenizi sağlıyor. Oysa diyabetlilerin yüzde 95’i tip 2 diyabettir. Beslenmenin düzenlenmesi, fazla kiloların verilmesi ve fitoterapi desteği ile tip 2 diyabeti tamamen iyileştirmek mümkün.
-Diyabet cemiyetleri 1980’li yıllardan beri tam tahıllı ürünleri tavsiye ediyor. Oysa buğdayın içindeki amilopektin A, kan şekerini çok hızlı yükselterek insülin salgısını tetikliyor. Bu durum hastayı iki saatte bir yemeye zorlayarak diyabete sebep olur. Hasta iyileşebilecekken iyileşemez hale gelir. Buğdaysız ve glütensiz bir diyete geçerse, iyileşemeyecek diyabet hastası yoktur.
“Birçok hastaya gereksiz tedaviler uygulanıyor”
-Artık buğdayın genetiği değiştirildiğinden, buğdayın içindeki protein olan glütenin varyasyonu değişti. Bu da insanlarda glüten intoleranslarına ve çölyak hastalığına sebep oldu.Bir Mayo Clinic çalışmasıyla çölyak hastalarının daha kısa yaşadığı ve kansere yakalanma risklerinin de arttığı saptandı.
-Bir başka çalışmada ise çocuklarda son 10 yılda çölyak hastalığına yakalanma oranının 11 kat arttığı ortaya kondu. Ülkemizde şu anda 6 milyona yakın kişi de çölyak olmayan glüten intoleransına sahip. Bu hastalık kısırlık, fibromiyalji, sedef, diyabet ve kolitler gibi başka hastalıkları taklit ederek ortaya çıkıyor. Altta yatan sorun fark edilmediği için bu kişiler başka hastalıklara yönelik gereksiz tedaviler alabiliyor.
-Tüp bebek merkezlerine ciddi paralar ödeyen insanların bir kısmı aslında kısır değil, çölyak hastası. Glütensiz diyetle beslenseler, zaten bir sene içinde hamile kalma şansları olabilir.
-Genetiği değiştirilmiş buğday yendiğinde kısırlıktan kansere, diyabetten romatizmal hastalıklara ve migrene kadar pek çok hastalığın oluşmasına sebep olur. Çağımızın biyolojik silahı olan bu gıdayı mutfaklarımızdan çıkarmalıyız.
Romatolojik hastalığı olanlar nasıl beslenmeli?
Romatoidhastalıkların artmasının sebebi yanlış beslenme. Paça ve kemik suyu çorbası içerek daha fazla kollajen almalıyız. “Hayvansal gıdalardan uzaklaşın ve yağ yemeyin” paranoyasından kurtulup D vitamini düzeyimizi artırmalıyız. Ev yapımı yoğurt, turşu, sirke ve kefir gibi fermente gıdalarla probiyotik eksiğimizi gidermeliyiz. Glüteni hayatımızdan çıkarmalıyız.
Bitkisel kürler
-Kan şekerini dengelemeye yardımcı olabilecek kür:Kaynayan suya bir tatlı kaşığı tuz eklenir. Önce 12 taze yeşil fasulye dört dakika haşlanır. Fasulyeler çıkarılır, 8 dal ıspanak iki dakika haşlanır. Ispanaklar çıkarılarak fasulyelerin üzerine alınır. Bir yemek kaşığı sızma zeytinyağı ve iki diş dövülmüş sarımsak eklenir. Her gün kuşluk vakti tüketilir.
-Kansere karşı etkili kırmızı kür:Bir kırmızı pancar, bir havuç ve bir kırmızı elma katı meyve sıkacağından geçirilir. Elde edilen meyve suyu ağzı kapalı olarak 30 dakika buzdolabında bekletilir. Kahvaltıdan 20 dakika önce içilir. Ailesinde kanser öyküsü olanlar senede üç kez, her kür dönemi 30 gün olacak şekilde bu kürü uygulayabilir.
Tüm malzemenin üzerine 250 mililitre kaynar su eklenir, kaynatılmaz. Ağzı kapalı olarak 10 dakika demlenir. Özellikle romatizmal hastalıkların alevlendiği dönemlerde günde dört fincan içilmelidir.
Kemik erimesi, osteoporoz dendiği zaman hemen herkesin ilk aklına gelen süttür.
Oysa İsveç’ de yapılan araştırmada günde 3 bardaktan fazla süt içenlerde kemik kırıklarının daha çok görülmesi yanında ölüm riskini de artırdığı belirlenmişti (1).
British Journal of Medicine’ de yayınlanan başka bir araştırmaya göre sağlam kemiklere sahip olmak için sütten daha tesirli bir yiyecek var (2):
Araştırma, erik kurusunun (Prunus domestica L) kemik kaybını önlemede ve gidermede çok etkili bir meyve olduğunu gösteriyor.
Çalışma, 1-10 seneden beri menopoz sonrası dönemde olan ve hormon tedavisi veya kemik metabolizmasını etkileyebilecek başka herhangi bir ilaç kullanmayan 236 kadın üzerinde gerçekleştirildi.
Bunlar arasından uygun olan 160 kadın rastgele iki gruba ayrıldı; bir gruba günde 100 gram erik kurusu diğer gruba ise 100 gram elma kurusu verildi.
Kadınlar günde 500 mg kalsiyum ve 400 Ü D vitamini de alıyordu.
Araştırmanın başı ve sonunda katılımcıların bel omuru, ön kol, kalça ve tüm vücut kemik mineral dansitesi (bone mineral density=BMD) ve başlangıçta 3, 6 ve 12 ay sonra kemik biyo-belirteçleri (bone biomarker) ölçüldü.
Ön kol ve omurgada BMD’ nin erik kurusu yiyenlerde elma yiyen gruba göre anlamlı miktarda arttığı ortaya çıktı.
Başlangıç değerleriyle kıyaslandığında kemik-spesifik alkalen fosfataz ve tartarat dirençli asit fosfataz-5b dâhil kemik dönüşüm biyo-belirteçlerinin sadece erik kurusu verilen grupta bulunanlarda anlamlı derecede azaldığı tespit edildi.
Araştırmacılar bu sonuçları, erik kurusunun menopoz sonrası kadınlarda BMD’ yi kısmen kemik dönüşümünü baskılayarak düzelttiği şeklinde yorumluyorlar.
Erik neden faydalı?
Erik kurusunun kemikler üzerine olan bu müspet etkisinin özellikle “polifenoller” (hidroksi sinnamik asitler), antosiyanin ve flavonoidantioksidanlardan kaynaklandığı düşünülüyor (3).
Eriğin, kemik oluşumunda önemli olan eser minerallerden olan bor ve bakırdan zengin olduğu da unutulmamalıdır.
Erik basit şekerlerden zengin olmakla beraber fazla lif ihtiva ettiği için kan şekerini hemen yükseltmez (glisemik endeksi düşüktür).
Erikte A ve K vitaminleri de bulunur ve 100 gram erikte 240 kalori vardır.
Bu arada eriğin kanın pH’ sını alkaliden aside doğru kaydırabileceği için fazla yenmesi doğru değildir.
Acaba bugün yeterince iyi bakterilerinizi (probiyotiklerinizi) beslediniz mi? Yani yeterince prebiyotik aldınız mı?
"Prebiyotikler bağırsağımızdaki bakterilerin çok sevdikleri yiyeceklerdir, bakterilerin gelişmesi ve faaliyetlerini sağlarlar ve bazı yiyeceklerden kolaylıkla alabiliriz. 100 gram prebiyotik olarak adlandırılan karbonhidrat tüketildiğinde 30 gram bakteri üretildiği tahmin ediliyor. Bağırsaklarımızda iyi bakteriler yaşamasının faydalarından biri başka türlü sindiremeyeceğimiz lifli yiyecekleri bu bakterilerin kendi metabolizmaları için gıda olarak kullanmasıdır. Bakteriler bizim sindiremeyeceğimiz bu besinleri metabolize ederek kısa zincirli yağ asitleri oluştururlar. Bu asitlerden biri butrik asittir ve bağırsak duvarlarının sağlıklı olmasını sağlar. Bunun yanı sıra bu yağ asitleri sodyum ve su emilimini düzenlerler ve önemli minerallerin ve kalsiyumun emilmesini sağlarlar. Ayrıca bağırsakların pH düzeyini düşürerek daha asidik olmasını sağlarlar, bu da zararlı bakterileri öldürür, böylelikle bağışıklık işlevini de güçlendirirler.
Prebiyotiklerin üç özelliği vardır. İlk ve en önemlisi sindirilemez olmalılar ki mideden parçalanmadan geçerek bağırsaklara ulaşsınlar. İkinci olarak fermente olabilmeli veya bağırsak bakterileri tarafından metabolize olabilmeliler. Üçüncü olarak bu işlem sağlık açısından yararlı olmalı. Hepimiz lifli gıdaların faydalı olduğunu biliriz. Liflerin en önemli görevi bağırsak bakterilerinin gelişmesini sağlamaktır.
Prebiyotiklerden zengin gıdalarla beslenmek tarih öncesinden beri insanların alışkanlığı. Prebiyotikler yeşil yapraklı sebzelerde, özellikle hindibada, enginar, soğan, sarmısak, pırasa gibi sebzelerde bol miktarda vardır." Bu sebzeleri mümkün olduğunca çiğ olarak tüketmeye gayret etmeliyiz.
Perlmutter, Dr. David, Brain Maker, Yellow Kite Books, 2015, (S.194).
KANSER HÜCRESİ.......... Hiç olmazsa aşağıda ki 22 maddeyi tek tek okuyun.
******************
K A N S E R H Ü C R E S İ
Hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var. Her doktor öğrenciliği sırasında Otto Warburg'un buluşunu öğrenir. 1930'lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur. Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg'a Nobel Ödülü kazandırmıştır. Otto Warburg'a göre kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da, vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz -anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir. Warburg'un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır? Birincisi, kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır. Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır. Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir. Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir mayalanma (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğudur.
Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha büyüktür. Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor:
Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır. Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir. Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar. Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini sağlayamazsa... Proteinlerden şeker. Bu ziyan sendromuna kaşeksia (cachexia) denir. Kaşeksia vücudun proteinlerden (evet, doğru duydunuz,karbonhidratlardan veya yağlardan değil de, proteinlerden) "glükoneogenez" (yeniden glükoz yapımı) işlemiyle, şeker elde etmesidir.
Bu şeker kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker. Şimdi, kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size? Yani karbonhidratlardan zengin bir diyet uygulamak? Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcuttur (işe de yaramaktadırlar). Çünkü günün birinde birisi şeker ve kanser arasındaki bağlantıyı görmüştür. Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez.
Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez. Çünkü şeker kanseri beslemektedir. Peki doktorunuz bu gerçekleri size neden söylemez? Kim bilir? Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kişinin siz değil, kendisi olduğunu düşünmektedir. Belki Otto Warburg'un buluşunu duymuştur ama geri kalan parçaları tamamlayamamıştır. Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey öğrenmemiştir. Aslında 1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluşlarından biri, beslenmenin kanserle bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi!!!! Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate değer terapilerle ortaya çıktılar. Bunlardan biri 'Laetrile'dir. Kaşeksialı hastaların yüzde 50'den fazlasında glükoneogenez sürecini durduran hidrazin sülfat bunlardan bir diğeridir. Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir "akıllı bomba" üzerinde çalışmaktadır.
Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir kaplama vardır. İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde bu kaplamayı üzerinden atar. Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır. Çünkü, vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir. Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de vardır. Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır. Kanser, çiğ yiyeceklerdense, pişmiş yiyecekleri sever. Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir. Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın. Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin!
Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz. Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı. Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine "Sağlığa zararlıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır." ibaresinin konmasını şart koştu. Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında. (Editörün notu: Ama maalesef hiç birinin üzerinde böyle bir ibare yok). Kaynak:
********* International Wellness Directory. Son iki yüzyıldır şeker tüketimi nasıl arttı? İngiltere'de 1815'de 5 kg cıvarında olan kişi başına yıllık çay şekeri tüketimi 1970'de 50 kg 'ın üzerine çıkmıştır. 1 970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişlerdir. Türkiye'deki durum da artık çok farklı değildir. Çocuğu ile büyüğü ile çılgınca şeker ve beyaz un kullanılmaktadır. Bütün bu bilgiler kanserlerin niçin arttığını göz önüne açıkça sermektedir. Aşağıdaki tedbirlerle kanserlerin en az üçte ikisi önlenebilir;
1.. Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin. 2.. Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren 'light' hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin. 3.. Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın. 4.. Bol taze sebze ve meyve yiyin. 5.. Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin. 6.. Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin. 7.. Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin. 8.. Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse marda (?) sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin. 9.. Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin. 10.. Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin. 11.. Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!!!! ). 12.. Stresten uzak durun. 13.. İyi uyuyun. 14.. Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun. 15.. D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın. 16.. Yeteri derecede egzersiz yapın!!!! 17.. Aşırı alkol kullanmayın. 18.. İşlenmiş soya ürünü yemeyin. 19.. Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir. 20.. Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler !!!! 21.. Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir. 22.. Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.
************************** Prof. Dr. Ahmet AYDIN İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı ********************************************* Hepinize Sağlıklı günler dilerim. belki de bir hayat kurtarırsınız -*******************
B12 Vitamini Nelerde Bulunur? Etkileri ve Faydaları Nelerdir?
Son zamanlarda çok fazla B12 eksikliğinden şikayet eden hastalar duymaya başladık. İnsanlar pekte önem vermeyip, nasıl olsa düzelir diyerek fazla üzerinde durmuyor gibi ancak ne olduğunu ve ne işe yaradığını gördüğümüzde ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum.
B12 vitamini kobalt minerali içerdiği için kobalamin olarakta bilinir. Ayrıca B12 vitamini suda eriyen bir vitamindir. Ve vücutta karaciğerde, böbrekte ve diğer vücut dokularında depolanır, B12 vitamini vücudun kaslardan, kan hücrelerine, üremeden, hafızaya kadar birçok yerde kullanılır.
B12 Vitamini Nelerde Bulunur? B12 vitamini karaciğer, böbrek, sığır eti, yumurta, süt, peynir ve balıkta bulunur. Mayalı soya ürünleri ve deniz yosununda da b12 vitamini bulunur ancak daha azdır. Bitkisel besinlerde pek bulunmadığından vejetaryenlerde eksikliği sıklıkla görülür. Bununla birlikte oto immün gastrit denilen mide çeperinin incelmesi rahatsızlığında da mideden asidin salgılanma problemi oluşması nedeniyle incebağırsaklarda emilemez bu durumda da B12 vitamin eksikliği görülür. Bununla birlikte eğer vücutta emilememe gibi bir durum varsa, hap olarak alınamaz, adaleden enjeksiyon yoluyla verilir.
B12 Vitaminin Faydaları Karbonhidratlar, proteinler ve yağların işleme tabi tutulması için oldukça gereklidir. Bilhassa sinir hücrelerinin büyümesi ve diğer hücrelerin tamirinde önemli rol oynar. Protein oluşumunda aminoasitlerin işlevinde rol oynamaktadır. Folik asit ile birleşip sinir hücrelerinin kılıflarının korunabilmesi ve DNA sentezi için ve yine sinir iletileri için oldukça önemlidir.
Ayrıca B12 nin hafızaya yardımcı olduğu için Alzheimer hastalığına karşı koruyucu bir madde olduğu düşünülmektedir. Yine birçok pratisyen hekimin bile aklına gelmeyen bir faydası da “pernisiyöz anemi “ ve “hiperkrom makrositer anemi” denilen kansızlık rahatsızlıklarına karşı etkilidir.
B12 eksikliğinde kullanılan ilaçlardan birisi olan Dodex ilacı bu konuda etkin tedavilerden birisidir, yalnız vücut tarafından sadece %15 i emilir, yani 1000 mg dodex iğnesi vurulduğunuzda vücudunuza giren B12 miktarı sadece 150mg dır. Yine bir başka faydası ise kasların kasılıp gevşemesi durumudur. Bu yüzden uzun süreli B12 eksiklikleri kaslarda kalıcı güç zayıflığına sebep olabilir. Ayrıca üremede yani sperm üretimi ve DNA sentezinde de kullanılır.
Folik asit ile birlikte doğum defektlerini önlemekte önemli rol oynar. Yine folik asit ve B6 vitamini ile birlikte kalp hastalıklarını ve damar tıkanıklığını önleyici rol oynamaktadır.