• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.

TARÇIN KAN ŞEKERİNİ DÜŞÜRÜYOR
Tatlı ve kurabiyelere ilave edilen tarçın, özellikle diyabet hastaları için öneriliyor. Uzmanlara göre tarçın kabukları, kan şekeri ve kolesterolün düşürülmesinde etkili oluyor.


KAN ŞEKERİNİ VE KOLESTEROLÜ DÜŞÜRÜYOR
2007 yılında tarçının uçucu yağında (kokulu kısmı) bulunan temel bileşen sinnamil aldehit üzerine yürütülen deneysel çalışma da farelere 45 gün süresince bu maddenin uygulanması ile normal farelerde kan şekeri ve trigliserit değerleri üzerinde herhangi bir belirgin etki gözlenmezken, diyabetli farelerde 45 gün sonunda kan şekerinde yüzde 70 kadar düşme sağlanmıştır. Bu değer, şeker ilacı verilen deney hayvanlarının kan şekerinde sağlanan düşmeye yakın bir miktar ve tabii daha önemlisi, bu süreç içerisinde de herhangi bir deneysel toksisite bulgusu tespit edilmemiştir. Diğer önemli bulgu ise, diyabetlilerde kan kolesterol, trigliserit seviyelerinde sağlanan belirgin derecede azalmanın yanı sıra, iyi kolesterol (HDL) düzeyinin yükselmesidir.”

Araştırmalarda tarçının Tip-2 diyabet hastalarında kan şekerinin düşürülmesinde etkili olduğunun anlaşıldığını belirten Prof. Dr. Erdem Yeşilada, Tip-1 diyabet hastalarında dikkate değer bir yarar beklemenin yanlış olacağını, bu nedenle hasta grubunun dikkatle seçilmesi gerektiğini belirtiyor.

Yeşilada, kullanılacak miktarın önemine dikkat çekerek, “Tarçının kullanım süresi de son derece önemli. Günde 5-6 gram kullanmak yeterlidir. Eğer hemoglobin A1c değeri takip edilecekse en az 5-6 aylık bir uygulama süresi gerekir” diye konuşuyor.

ntvmsnbc
 
Kalp Damarlarının Yağlanmasını Önleyici ve Damar Tıkanıklığına Karşı Kür
Maydanoz-Limon-Sarımsak

maydonoz_limon_sa.jpg


Kalp damarlarını açmak ve kalp dolaşımını güçlendirmek


Kullanılacak olan malzeme,
  • Kuru kabukları soyulmuş iri bir adet diş sarımsak. Sarımsağın kahverengileşmemiş olması ve yumuşamamış olmasına dikkat edilmelidir.
  • On-oniki adet taze yeşil maydanoz (saplarıyla beraber). Maydanozun yapraklarının sararmamış olmasına dikkat edilmelidir. Yaprakları sararmış maydanoz kullanılmamalıdır.
  • İki yemek kaşığı taze sıkılmış limon suyu
  • Yarım bardak klorsuz su
Bu malzemelerin hazırlanması için mutfak robotu veya blendır (mikser) kullanılır. Maydanozlar el yardımıyla kopartılarak robota atılır. Üzerine iki yemek kaşığı taze sıkılmış limon suyu ilave edilir. İri tek bir diş sarımsak bıçakla doğranıp ilave edilir. Yarım bardak klorsuz su ilave edildikten sonra robot veya blendır çalıştırılır. Yaklaşık bir - bir buçuk dakika çalıştırıldıktan sonra karşımın tamamı kahvaltıdan en az yirmi dakika önce aç karnına içilir. Kahvaltıya kadar ihtiyaç hissedilirse sadece su içilebilir.


Kürün uygulama şekli şöyledir: İlk üç gün sarımsaklı, ikinci üç gün sarımsaksız, üçüncü üç günse tekrar sarımsaklı olarak uygulanır. Toplam dokuz gün uyguladıktan sonra 3 gün ara verilir. Üç gün aradan sonra aynı şekilde dokuz gün uygulanır ve kür sonlandırılır.

3 gün (sarımsak + maydanoz + limon + su)


3 gün (maydanoz + limon + su)


3 gün (sarımsak + maydanoz + limon + su)


*3 gün ara verilir, tekrar


3 gün (sarımsak + maydanoz + limon + su)


3 gün (maydanoz + limon + su)


3 gün (sarımsak + maydanoz + limon + su)


şeklinde uygulayarak kür sonlandırılır.


Dikkat!
Düşük tansiyonluysanız bu kürün kan basıncını (tansiyonu) bir miktar düşürebileceğini göz ardı etmeyiniz.


Dikkat!
Yukarıda önermiş olduğum bu kürü yılda bir-iki kez uygulamakla, kalp damarlarının içten yağ bağlamasına, kalp damarlarında plak oluşumuna veya kalbi besleyen damarların daralmasına veya tıkanmasına karşı önleyici ve koruyucu kür uygulanmış olunur. Aynı zamanda bu kür sayesinde kalp dolaşımı da güçlendirilmiş olur.


Not: Hekiminizin verdiği ilaçlar varsa mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı bir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle, bilmeniz gereken kullanacağınız bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikâyetiniz ne olursa olsun, burada ki bilgilerle kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız.
Prof. Dr. Saraçoğlu
Alıntı.
 
Karaciğeri temizleyen 10 besin !

Sarımsak

Sarımsak çok keskin kokuludur. Küçücük miktarda sarımsak bile karaciğer enzimlerini uyararak, toksinlerin vucuttan dışarıya atılmasını sağlar. İçeriğindeki “alisin” ve “selenyum” karaciğerin temizlenmesine yardım eder.

Greyfurt

Eğer gece oldukça fazla alkol aldıysanız, kahvaltınızda greyfurdu meyve olarak veya sıkılmış halde bulundurmanız mükemmel olabilir. Greyfurt içeriğindeki yüksek miktarda “C vitamini” ve “antioksidantlar” sayesinde karaciğerin doğal yolla hızlı bir şekilde zararlı maddelerin vücuttan atılmasına yardımcı olur.

Elma

Elmanın içinde yüksek miktarda bulunan “pektin” maddesi, sindirim aşamasında vucudu toksinlerden arındırılarak temizlenmeye ve karaciğerin işini kolaylaştırmaya yarar.

Limon ve Lime(Küçük yeşil bir limon türü)

Bir bardak su içine sıkılmış limon veya lime suyu, karaciğerden toksinlerin atılmasına yardımcı safranın uyarılmasını sağlar.

Pancar ve Havuç

Bu sebzelerin içeriğinde bulunan “flavonoidler” ve “beta karoten” karaciğerin çalışmasını ve sağlıklı bir şekilde çalışmasını destekler.

Yeşil Yapraklı Sebzeler

Eğer karaciğerinize ve vücudunuza genel bir detoks yapmak için yardımcı arıyorsanız, yeşil yapraklı sebzeleri yemek yapacağınız en iyi seçimlerden olur. Üzerinde bulunan yüksek miktardaki “klorofiller” kendi üzerindeki toksinleri de emebilir ve ağır metal, kimyasallar, pestisitleri nötralize ederek karaciğerin ciddi anlamda rahatlamasına ve dinlenmesine destek olur. Ispanak, roka, karahindiba en iyi seçeneklerdir.

Avakado

Avakodo yemek, karaciğerin vücuttan toksinleri temizlenmesi için “glutation” üretimine yardımcı olur. Yapılan çalışmalarda düzenli olarak avakado tüketenlerin daha sağlıklı bir karaciğere sahip olduklarını göstermiştir.

Tam Tahıllar

Tam tahıllardaki yüksek “B vitaminleri” karaciğer sağlığı ve fonksiyonları için oldukça yararlıdır. Beyaz un yerine mümkün olduğu kadar tam tahıllı besinleri tüketmeye özen gösterin.

Zerdeçal

Zerdeçal Hint yemeklerinde sıkça kullanılan, yemeğe sarı rengini veren bir baharattır. Enzimlerin karsinojenleri detoksiye etmesine ve serbest radikallerin karaciğere zarar vermesini engelliyen güçlü bir özelliği vardır.

Ceviz

İçindeki yüksek miktardaki “arjinin”, “glutation” ve “n-3 yağ asitleri” karaciğerin temizlenmesine yardımcıdır. En iyi şekilde faydalanmak için yutmadan önce iyice çiğnemeye özen gösterin.

Kaynak; doktorlar sitesi
 
Uzmanlardan "triclosan" maddesiyle ilgili 'kanser' uyarısı!

Sabun, deterjan, şampuan ve diş macunu gibi kimyasal malzemelerin içinde bulunan Tricloasan'ın laborotuvar farelerinde karaciğer kanserini tetiklediği ortaya çıktı. The Independent gazetesi anti-bakteriyellerde kullanılan Triclosan maddesinin, insan sağlığı için ne kadar güvenli olduğunun tartışıldığına dikkat çekti.

The Independent, biliminsanlarının, anti- bakteriyellerde kullanılan Triclosan’ın kanser ve karaciğer rahatsızlıklarını tetiklediğini ortaya koyan bir araştırmasına yer verdi. Fareler üzerinde yapılan araştırmanın sonuçları hakkında bilgi veren California Üniversitesi’nden Prof. Robert Tukey, geniş kullanım alanı olan Triclosan maddesinin karaciğer toksinlenmesi üzerinde büyük risk oluşturduğunu ifade etti. Triclosan’ın, kanı temizleyen protein hücrelerine zarar vererek, karaciğere etki ettiği, bu etkiyi en aza indirmek için karaciğerin fazla hücre yapımına gitmesinin ise kanseri tetiklediği ifade edildi.

Triclosan’ın etkileri konusundaki yoğun endişeler ABD’de bu ürünün denetimini yapan US Food and Drug Administration’ı (ABD Gıda ve İlaç İdaresi) ürünün etkileri konusunda bir araştırma yapmak üzere harekete geçirdi. FDA yetkilileri, yapılan araştırmalar sonunda Triclosan’ın kullanımı konusunda herhangi bir değişikliğe gidilmesi için gerekli delilerin olmadığı açıklamasında bulundu.

Bununla birlikte California Üniversitesi’nden Prof. Bruce Hammock, son bulguların tüketicilere verilen bilgileri değiştireceğini ve bu konuda tüketicilerin daha da bilinçlendirileceğini ifade etti.

Kansersiz yaşam derneği

*Diş macununda olan florürün aşırı boyutta kullanılması da düşünmeye engel olup söylenenlerin kabul edilmesini sağlıyormuş. Kansere neden olduğu da kesin diş macunuma baktım 150 ppm olması gereken flörür(bu miktarı sağlık açısından risksix ve dişler için gerekli.) bizimkinde 1145 ppm var onun adınıda minicik yazmışlar bu madde hitler zamanında kullanılmaya başlanmış.
*Serap Göncü; Bir network firması ile çalışıyorum, bu firma, "florür içermeyen" diş macunları ile öğünür, florürün gelişmekte olan çocukların diş sağlığı için önemli olduğunu, belli bir süre kullanılması gerektiğini, sonrasında "florür içermeyen" ürünler ile devam edilmesi gerektiğini, fare zehirlerinin ana maddesinin florür olduğunu her bir eğitimde mutlaka vurgularlardı...
Alıntıdır.







 
Parçalama! Bölme! Isıtma!

Kış kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Bununla beraber C vitamini alınımının önemi de artmaya başladı. Uzmanlar, C vitamini eksikliği ile bağışıklık sisteminde oluşacak zayıflık nedeniyle vücudun bulaşıcı hastalıklara karşı açık hale gelmesine neden olabileceği ve bu süreçte hasta olmamak için bu mevsimlerde yaygın olarak bulabileceğimiz C vitamini yönünden zengin besinlerin tüketimine ağırlık verilmesi uyarısında bulunuyor.

C vitamini içeren sebze ve meyvelerin ısıya ve ışığa karşı direnci çok düşük olduğundan bu gıdaların saklanması ve pişirilmesi önerilmemektedir.

Sebze ve meyvelerin hazırlanması sırasında metal temasının fazla olması, gıdaların çok küçük parçalara ayrılması, kesildikten sonra bekletilmesi, haşlama suyunun dökülmesi, bakır kap kullanılması ve kurutulmasının vitamin kaybına neden olabildiğini hatırlatır, sağlıklı günler dilerim.

Alıntı
 
Karaciğerde Bulunan Hidadik ve Basit Kistler

images_1.jpg
indir_1.jpg


Karaciğerde bulunan hidadik ve basit kistler için önerimiz sabah ve öğlen keçiboynuzu akşamları lavanta kürüdür;Orta büyüklükteki keçiboynuzundan yedi tanesini 4cm uzunluğunda kırarak kaynamakta olan yarım litreye yakın klorsuz suyun içine atınız.Kısık ateşte sekiz dakika ağzı kapalı olarak kaynatınız.Soğuduktan sonra süzerek cam şişeye doldurunuz.Hergün sabah kahvaltısından ve öğlen yemeğinden önce 1 su bardağı içilir.
Aynı gün akşam lavanta bitkisi kaynamakta olan bir buçuk su bardağı klorsuz suya bir tatlı kaşığı atınız ve kısık ateşte onbeş dakika demleyiniz.Demleme işlemi tamamlandıktan sonra sıcakken süzünüz.Onbeş gün boyunca hergün akşam yemeklerinden en az iki saat sonra bir çay bardağı dolusu içiniz.İçildikten sonra hiçbir şey tüketmeyiniz.her defasında taze olarak hazırlanması şarttır.

Bu formülü onbeş gün uyguladıktan sonra bir ay ara verip tekrar onbeşgün uygulayabilirsiniz.Daha sonra şikayetinizin seyrine göre dönem dönem uygulayınız.

Sağlıklı günler dilerim.
Hekim öneri ve kontrollerini ihmal etmeyiniz.


Not: Hekiminizin verdiği ilaçlar varsa mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı bir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle bilmeniz gereken nokta, kullanacağınız bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikâyetiniz ne olursa olsun, bu bilgilerle kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız. Buradaki bilgilerin kesinlikle bir hastalığı teşhis amacı yoktur.
Prof. Saraçoğlu
Alıntıdır.
 
Korkunç beyazlık: Titanyum Dioksit
Titanyumdioksit sentetik bir pigmenttir (TiO2) E171 gıda katkı maddesi koduyla bilinen bir gıda renklendiricisi ve nem tutucudur. Beyaz un, sofra tuzu, şeker, sakız, dişmacunu, sabun, deterjanlar, kimyasal ilaçlar, vitaminler, şekerleme, karbonat, kabartma tozu, ve partikül halindeki gıdalar gibi birçok ürün titanyumdioksitle beyazlatılır. Işığı yansıtıcılık, beyazlık, kapatıcılık gibi özelliklere sahip olduğu için boyalarda ve kalınlaştırıcı, beyazlaştırıcı, yağlayıcı ve güneş ışınlarını kesici kozmetiklerde bulunur.

Titanyumdioksit nanoteknolojide kullnılan üç ana maddeden biridir. Nanoteknolojik boyalar, bütün tıbbi ilaçlar renklendirici ve koruyucu (kaplayıcı) madde özelliğını titanyumdioksitten almaktadır. Titanyumdioksit kalıcıdır ve biyolojik olarak asla parçalanmaz.

Nasıl çalışır?

Titanyumdioksit nano kristalleri fotokataliz özelliği taşır. Fotokataliz, ışık ile bazı reaksiyonların oluşmasını sağlayan maddedir. Yani temas ettiği organikleri parçalama şeklinde işlemektedir. Bu haliyle fotosentezi taklit eder. Titanyumdioksit havada, suda ve çeşitli yüzeylerdeki organik maddeleri karbondioksit ve suya ayrıştırır. Böylelikle bu organik maddeleri parçalayarak yok eder.

Kendi kendini temizleyen ürünler

Kumaşlara kendi kendilerini temizleme becerisi, dokunduklan iplikleri titanyumdioksit nano kristalleriyle kaplayarak kazandırılır. Güneş ışığı ve titanyumdioksit nano kristalleri bir araya geldiğinde fotokataliz yani parçalara ayırma gerçekleşir. Kumaş veya duvar boyasına bulaşan leke işte bu mekanizmayla ortadan kaldırılır.

Tehlikesi nedir?

Titanyumdioksit gıda ve ilaçlarla birlikte, solunum veya temas yoluyla vücuda girer. Vücut tarafından tanınmadığı ve biyolojik olarak parçalanamadığı iç;in dokularda depolanır. Depolanan bu nano parçacıklar organik bir maddeyi parçalama ve yok etme özelliğine sahiptir. Kuvvetli nem tutucu olduğu için vüicudun su dengesi üzerinde ç;ok etkili olabilir.
Gıda, ilaç, kozmetik, duvar boyaları, beyaz kağıt ve diş macunu gibi insan hayatının hemen her yerinde bu güçlü nanoteknolojik madde kullanılır. Çok farklı alanlarla insanın önünden, arkasından, sağıdan ve solundan yaklaşan bu teknoloji atomaltı işlem gerçekleştirebilmektedir. DNA'yı etkiler ve değiştirir. Karıştığı maddeyi bölüp parçalayabilir. Hücrelerin yapısım değiştirerek işleyişini kontrol altına alabilecek güçte bir tehlikedir.

Kaynak: nanobilgi.com
 
Keçi sütünün faydaları
Türkiye'de yaklaşık 15 milyon ton süt üretiliyor. Bunun yüzde 95'inden fazlasını inek sütü oluşturuyor. Keçi sütü özellikle son iki-üç yıldır halkın beslenmesine verdiği önem ve keçi sütünün yararlarının giderek daha fazla duyulmasıyla ivme kazandı

Ayrıcalıklı bir süt olan keçi sütünün bileşim zenginliğini ve beslenmeye yönelik faydalarını Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Süt Teknolojileri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Özer Kınık'tan öğrendik. İlk olarak keçi sütünün anne sütüne yakınlığından söz eden Özer Kınık, özellikle bu yakınlığın protein yapısından ve yağ moleküllerinin daha küçük olmasından kaynaklandığını belirtti.

BEBEKLER İÇEBİLİR Mİ?
İnek, koyun ve manda sütleri arasında anne sütüne bileşim özellikleri açısından en yakın sütün, keçi sütü olduğunu söyleyen Prof. Dr. Kınık, keçi sütünün ana proteini olan kazein oranının inek sütüne oranla daha düşük olması ve daha küçük partiküler yapıya sahip olması keçi sütünün sindirilebilme kabiliyetini artırdığını dile getirdi. Kınık, keçi sütünün anne sütüne benzeşimini, su oranı, serum proteinlerinin fazla olması, beta kazein miktarı ve mineral maddece biraz daha zengin olmasından kaynaklandığını açıkladı. Prof. Dr. Özer Kınık, keçi sütünü bebeklerin rahatlıkla içebileceğini söyleyerek, "Anne sütüne benzemesi için biraz su katılarak seyreltilmesinde fayda var. Bire bir ya da bire yarım su katılmalı" dedi.

YÜZDE 13 DAHA FAZLA KALSİYUM İÇERİYOR
Prof. Dr. Kınık, içme sütleriyle kıyasladığında keçi sütünün, yüzde 13 daha fazla kalsiyum, daha fazla magnezyum, yüzde 25'ten daha fazla oranda B3, B6 ve A vitamini içerdiğini dile getirdi. Yine sütler arasında keçi sütündeki kalsiyumun vücut tarafından absorblanıp kullanılabilme özelliğinin diğer sütlere göre yüzde 30 civarında daha fazla olduğuna değinen Kınık, "Bakır ve manganez miktarı diğer sütlere göre yüzde 30-35 daha fazla. Selenyum son zamanlarda çok duyulan bir mineraldir. Fazlası daima zararlı ama önemli bir antioksidandır. Özellikle akciğer kanseri üzerine önemli bir mineral madde kaynağıdır. Keçi sütünün selenyumca diğer sütlere göre daha zengin olduğu tespit edilmiştir" diye konuştu. İnsanın kendi vücudunda oluşan kolesterol miktarının bazen gıdadan alınandan daha yüksek olabildiğini ifade eden Kınık, kolesterol oluşumunun direk kaynağının yağ olmadığına dikkat çekti. "Ama beslenmemizin bunun üzerinde çok büyük etkisi var" diyen Prof. Dr. Kınık, "Literatürlerde keçi sütünün kolesterol oranı sıfır diye yazıyor, ama buna böyle diyemeyiz. Keçi sütü diğer sütlere göre daha fazla esansiyel yağ asidi içerir. Kısa ve orta zincirli yağ asitleri oranı, keçi sütünün hem karakteristik lezzetini verir hem de bu kısa zincirli yağ asitlerinin daha yoğun bulunması kolesterol oluşum miktarını azaltır. Ayrıca kolonda zararlı bakterilerin bulunmasını engeller" diye konuştu.

ALERJİK RİSKİ AZ Kınık, keçi sütünde yağların birleşme özelliği göstermediğini söyleyerek, kümelenme özelliği göstermediği için de vücut tarafından daha kolay sindirilebilir olduğunu, bunun da yine kolesterol sentezi açısından önemli bir kısıtlayıcı faktör olduğunu belirtti. İnek, koyun ve keçi sütlerinin bileşimlerinin (yağ, protein, şeker, mineral maddeler, vitaminler) temelde aynı olduğunu dile getiren Prof. Dr. Özer Kınık, bunlar arasındaki en önemli farkı şöyle açıklıyor: "En önemli fark süt proteininden kaynaklıdır. İnek ve koyun sütünde beta kazein fazladır. Beta kazeinin fazla olması, bu sütlerin protein alerjisi yapmalarına neden oluyor. Beta kazein keçi sütünde daha azdır. Bu kazein fraksiyonlarının değişimi keçi sütünün alerjik fonksiyonlarını biraz daha azaltıyor."

KANSERE KARŞI KORUYUCU Esansiyel yağ asitleri (üronik ve araşidonik) miktarının keçi sütünde daha fazla olduğunu söyleyen Prof. Dr. Kınık, "Özellikle üronik asit çok önemli bir fonksiyonel beslenme ajanıdır. Kalp sağlığından obeziteye, göğüs kanserinden prostat kanserine kadar, çok önemli kanser türlerine karşı koruyucu, ergonomik yaşam sağlayıcı bir besin bileşenidir" dedi. Kınık, göğüs kanseriyle ilgili yapılmış bir çalışmadan bahsederek, İtalya ve Yunanistan'da peynir tüketimine bağlı göğüs kanseri sıklığının Türkiye'ye göre daha az olduğunu belirtti. Bunun peynir tüketimindeki farklılıktan kaynaklandığını ifade eden Kınık, keçi sütünden üretilen ürünler tüketilirse, bunun belirleyici faktörünün daha fazla ortaya çıktığını dile getirdi.

KEÇİ SÜTÜNDEN NELER YAPILIYOR?
radioBullet.jpg
Keçi sütü sabunu Yapılan araştırmalarda keçi sütü sabunu, arındırıcı etkisi ile her yaş ve cilt tipi için uzmanlar tarafından öneriliyor. Cilde yararlı doğal protein ve yağlar içeren keçi sütünün pH seviyesi insan cildiyle benzerlik gösteriyor. Bu nedenle bakteri ve kimyasal maddelere karşı da cildi koruyor. Doğal nemlendirici olan keçi sütü, hassas ciltler için özellikle tavsiye ediliyor.
radioBullet.jpg
Maraş dövme dondurmanın sırrı keçi sütü Meyvelisinden çikolatalısına yüzlerce çeşit dondurma olmasına rağmen, neredeyse birçoğumuzun tek tercihi olan Maraş dövme dondurmanın sırrı keçi sütü. Kahramanmaraş'ı çevreleyen Ahirdağı'nın yamaçlarında yabani orkide kökleriyle yani saleple beslenen keçilerin sütünden yapılan dövme dondurmaya, o benzersiz lezzeti keçi sütü veriyor.
radioBullet.jpg
Yüzlerce yıllık tarihi olan kefir keçi sütünden yapılıyordu Unutulmaya yüz tutmuşken son zamanlarda tüketilmeye başlayan kefirin tarihi uzun yıllar öncesine dayanıyor. 1920'lerde Rusya'da yapılan araştırmada uzun ömürlü insanların kefir içtikleri de gözlendi. Kefiri inceleyen bilim insanları, yoğurtta 2 adet olan probiotik (dost) bakterinin kefirde 25-30 adet olduğunu fark etti. Bu araştırmanın üzerine binlerce ton kefir üretildi ve kefir İskandinav ülkelerine, Avrupa'ya, ardından Amerika'ya kadar yayıldı.
radioBullet.jpg
Keçi sütü bazlı bebek maması Keçi sütünün daha küçük yağ kürecik çapına sahip olması ve sindirim esnasında daha yumuşak pıhtılar oluşturması sayesinde, keçi sütü bazlı mamalar, bebekler için daha kolay bir sindirim sunarak bebeklerin daha sakin olmalarına yardımcı oluyor.
radioBullet.jpg
Güzellik kremleri Keçi sütü kozmetik sanayinde, kremlerin yapısında kullanılıyor. Yoğun derecede immünolojik protein yapısına sahip keçi sütü vücut güzelliği, cilt kırışıklıkları ve göz altı torbacıklarının engellenmesi için yapılan kremlerde değerlendiriliyor.
radioBullet.jpg
Şekerleme ve tatlılar Probiyotik (dost) bakteriler açısından zengin olan keçi sütünden probiyotik tatlılar da üretiliyor. Uzmanlar pişme aşamasından sonra probiyotik bakterilerin canlı olarak kazandırıldığı sakızlı muhallebi, puding gibi tatlıların yapımı için en uygun sütün keçi sütü olduğunu söylüyor.
radioBullet.jpg
Keçi sütünden yoğurt Keçi yoğurdunun faydaları, diğer keçi sütü ürünlerinde de olduğu gibi saymakla bitmiyor. Düzenli olarak keçi yoğurdu tüketmek kanser, astım, alerji ve öksürük gibi birçok hastalığı engelliyor ve özellikle kemik erimesini geciktiriyor.
Sabah Gazetesi
Alıntı
 
KARABUGDAY NEDIR, FAYDALARI NELERDIR, NASIL TÜKETILIR ?





KARABUGDAY - GRECKA - GLUTENSIZ BUGDAY-BUCHWEIZEN


Karabuğday (Greçka), isminden dolayı tahıllarla birlikte ele alınıp sınıflandırılmasına rağmen Gramineae (Buğdaygiller) familyasına dahil değildir. Üçgen şeklindeki tohumları tüketilen, Rusya, Ukrayna, Kuzey ve Doğu Avrupa, Kuzey Amerika, Japonya ve Çin gibi ülke ve bölgelerde üretilen bir bitkidir. Polygonaceae (Kuzukulağıgiller) familyasına dahildir

İnsan vücudunda bağırsakların çalışmasını destekleyen, vücutta yağ toplanmasını engelleyen, kolesterolün azalmasını sağlayan, kalp hastalıklarına ve kansere karşı koruyucu etkisi olduğu bilinen lig nan maddesini içeren, safra taşı oluşumunu engellemede yardımcı görev üstlenen, kan şekerinin daha iyi bir biçimde kontrolünü sağlayan ve bu özelliğiyle şeker hastalığına ve hastalarına iyi gelen, açlık duygusunu bastırmada üstlendiği işlevi büyük olan ve glüten içermediği için çöl yak ve benzeri hastalar için ideal bir gıda ham maddesi olan karabuğday; bileşiminde yüksek düzeyde protein, özellikle tahıllarda sınırlı miktarda bulunan ve temel aminoasitlerden biri olan lisin, diyet lif, vitamin (B1 ve E), mineral madde ve linoleik asit gibi temel çoklu doymamış yağ asitlerini içerir, ayrıca rutin ve quercetin antioksidanlarını bünyesinde bulundurur.

Karabuğday bulguru veya tohumundan yemek yapmadan önce kısa bir haşlanır ise suyun içine kırmızı bir renk karışır. Bu Fagopyrin denen maddedir ve bu madde hafif zehirlidir ve bu kırmızı su atıldıktan sonra diğer normal pişirme işlemleri başlar.

Halk arasında Karabuğday unu normal buğday unu gibi yoğruldugunda hamur şeklini almaz yani yapışmaz, bu nedenle de Karabugday unu buğday unu ile karıştırılarak ekmek, börek, pasta vb. yapiminda kullanılır. Karabuğday unu diğer tahıl unlarından 3-4kat daha besleyici ve kuvvet verici özelliklere sahiptir. Normal una Karabuğday unu karıştırılarak beslenenlerde yorgunluk, halsizlik, dermansızlık ve uyuşukluk gibi haller görülmez.

Karabuğdayın faydaları :
  • Bağırsakların çalışmasını destekler
  • Vücutta yağ toplanmasını engeller
  • Kilo kontrolü ve zayıflama kürleri için idealdir
  • Kolesterolün azalmasını sağlar
  • Kalp hastalıklarına ve kansere karşı koruyucu etkisi vardır
  • Safra taşı oluşumunu engeller
  • Kan şekerini kontrol eder
  • Açlık duygusunu bastırır
  • Glüten alerjisi ve çölyak ve benzeri hastalar için ideal bir gıdadır
  • Yüksek düzeyde protein içerir
  • Özellikle tahıllarda sınırlı miktarda bulunan ve temel aminoasitlerden biri olan lisin, diyet lif, vitamin (B1 ve E), mineral madde ve linoleik asit gibi temel çoklu doymamış yağ asitlerini içerir.
  • Rutin ve quercetin antioksidanlarını bünyesinde bulundurur.
100g Pişmemiş karabuğdayın besin değerleri.
Enerji (Kalori)
364 kcal Protein 11 g
Yağ 1,6 g Karbonhidrat 63 g

Bilgiler Google den derlenmistir.
Alıntı; sulemcafe.blog
 
Gilaburu çayı nelere iyi gelir?

dd1a9d02gilaburu,.jpg

Gilaburu çayının sağlığa faydaları ve kilo vermeye yardımcı etkileri... 07.09.2014

Kayseri Erciyes Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Aksoy, İç Anadolu bölgesinde yetişen Gilaburu kabuklarının kaynatılarak tüketilmesinin birçok rahatsızlığa iyi geleceğini ve bu bitkinin tam bir böbrek dostu olduğunu söylerken kilo vermeye yardımcı olduğunun da altını çiziyor.

İşte gilaburu çayının faydaları...

Gilaboru bitkisi, kanser önleyici, antioksidan ve C vitamini deposudur. Yaklaşık olarak portakaldan 10 kat daha fazla C vitamini içerir.

Bütün bunların yanısıra uzun araştırmalar sonucunda saptanmış olan içerisindeki “Pektin” diğer bütün meyvelere oranla daha fazla görülmüştür. Pektin; deoksikan olarak sindirim sistemini düzenleyici, yararlı bakterileri besleyiciliği sayesinde hazmı kolaylaştırıcı özelliği ve bağışıklık sistemini canlandırıcı, ülseri önleyici özellikleri vardır.

Gilaburu meyvesi içeriğindeki asitler nedeniyle;

antikanserojen, antimikrobiyal ve antioksidan özelliğe sahiptir.

Antioksidanlar, vücutta serbest radikalleri bağlayarak, sağlığa zararlı birçok olumsuz etkiyi durdurmakta. Bu özelliği nedeniyle gilaburu çayı, yaşlanmayı geciktirici, mutasyonu engelleyici, kanseri durdurucu ve kolesterolü düşürücü etkiye sahiptir.

Böbrek tembelliğine ve bazı cins böbrek kistlerine de iyi gelmektedir. Böbreklerin çalışmasını arttırır ve böbrek taşlarını ve kumunu düşürmeye yardımcı olur.

İdrar yolu hastalıkları ve prostata karşı faydalıdır. İdrar kanalındaki iltihaplanmaları temizler. Gece ve gündüz sık tuvalete çıkmayı azaltır.

Kas gerilimini azaltır .Sakinleştirici etkileri ile spazmları çözer ve uykusuzluğa iyi gelir.

Adet zorluğu ve düzensizliğine karşı çok etkilidir. Spesifik olarak Kramp, yumurtalık ve rahim kası rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılır.
Alıntı; kadının gazetesi
 
Dereotunun zayıflamaya faydaları




Güzel kokusu, keskin tadıyla yemekleri, salataları lezzetlendiren dereotunun zayıflamaya faydalarını öğrenmeye hazır mısınız? Daha az yemekten iştah kontrolüne kadar pek çok faydası bulunan dereotunu yakından tanımak için hemen haberimizi okuyun!


Tokluk hissi veriyor


Açlık hissini yatıştırmak için yemeklerden 15 dakika önce bir tutam dereotu yemeniz faydalıdır. Bu sayede beyninize tokluk hissi iletir ve siz daha yiyerek kilo vermiş olursunuz.


Tuz yerine geçiyor


Aşırı tüketimi sağlığa zarar veren tuz yerine dereotu kullanabilirsiniz. İçerdiği yüksek mineralle vücuda doğal yoldan ve sağlığınıza zarar vermeden tuz alabilirsiniz.


Troid bezlerine yardımcı


Troid bezlerinin yetersiz çalışması kilo alımına sebep olur. Kadınlarda sık rastlanan bu hastalığının olumsuz etkilerini en az indirmek için her öğünden önce bir yemek kaşığı dereotu yiyebilirsiniz.


Süt bezlerini besliyor


Emzirme döneminde kilo vermek isteyenlere güzel bir haberimiz var: dereotu, şimdiye kadar okuduğunuz gibi zayıflamaya yardım ediyor ve bonus özelliği var: süt bezlerini besliyor. Sütünüzü artırmak ve kilo vermek için sık sık dereotu yiyebilirsiniz.


Duygusal açlığı iyileştiriyor


Üzüntü, sinir, stres anlarında yeme ihtiyacı duyuyorsanız, buna duygusal açlık deniliyor. Dereotu, sakinleştirici ve dinginleştirici etkisiyle duygusal açlığı iyileştiriyor.

Alıntı ; diyetebaşlıyorum.com
 
Bağışıklığı güçlendirmenin 8 yolu

Kış aylarında artış gösteren virütik hastalıklardan korunmak için bağışıklık sisteminin güçlü olması gerekiyor. Güçlü bağışıklığın yolu ise öncelikle sağlıklı beslenmeden geçiyor.

1- Su içmeyi unutmayın: Havaların soğumasıyla su tüketimi de azalıyor. Ama unutmayın ki vücudumuzun yaz kış suya ihtiyacı var. Özellikle gripten korunmak için günde 2,5 lt su için ve antioksidan içeriğini artırmak için de içerisine limon ve zencefil ekleyin.

2- Günde 1 kase yoğurt yiyin: Yoğurt ve kefir gibi probiyotikler, zararlı bakterileri yok ederek, bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Aynı zamanda doğal antibiyotik görevi yapıp bağırsak sistemini de koruyor. Bu nedenle özellikle enfeksiyonel salgınların yoğun olarak yaşandığı bu günlerde günde 1 kase yoğurt ve 1 bardak kefir içmek bağışıklık sisteminizin kuvvetlenmesine yardımcı olacaktır.

3- Her yemeğe 1 diş sarımsak atın: Sarımsağın içinde bulunan allicin adlı antioksidan, vücudu serbest radikallerden koruyor. Virüs karşıtı olan sarımsak, aynı zamanda güçlü bir selenyum kaynağı ve sağlıklı bir yaşam için mutlaka gereken sülfür içeriyor. Tüm bu faydaları göz önünde bulundurulduğunda sarımsak bağışıklık sistemini güçlendirmenin en ucuz yollarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Mide ve bağırsakları güçlendirmeye de yardımcı olan sarımsağı her yemeğin içine bir diş atarak tüketebilirsiniz.

4- Yemeklere zencefil ekleyin: Zencefil, vücudun enfeksiyonlarla mücadelesinde yardımcı oluyor ve toksinlerin dışarı atılmasını sağlıyor. Kanserle savaşta da etkili olduğu bilinen zencefili, çay olarak tüketebileceğiniz gibi yemeklere ve tatlılara da ekleyebilirsiniz. Günde 3-4 bardak zencefil çayı içebilirsiniz. Safra taşı olanlar ve safra kesesi olmayanlarda zencefil ağrıya yapabiliyor. Hamileler ise günde en fazla bir bardak içebiliyor.

5- Çorbanıza zerdeçal koyun: Hint safranı olarak da bilinen zerdeçal bağışıklık sistemini geliştiriyor ve detoks özelliği taşıyor. Ayrıca son yıllarda yapılan araştırmalarda zerdeçalın cilt, kolon ve meme kanseri tedavisinde de faydalı olabileceği öngörülüyor. Zerdeçalı yemeklere ve çorbalara katarak tüketebilirsiniz.

6- Bol bol meyve yiyin: Mandalina, portakal, limon, greyfurt ve kivi gibi meyveler birer C vitamini deposudur. O nedenle bol miktarda tüketebilirsiniz. Özellikle portakalı yerken kabuğunu mümkün olduğunca ince soymaya çalışın. Alttan çıkan beyaz kısmıyla birlikte tükettiğinizde daha fazla C vitamini almış olursunuz. Günde 1 portakal, 2 mandalina,2 kivi ve 1 greyfurt yiyebilirsiniz.

7- Haftada 2 öğün kuru baklagil tüketin: Kurufasülye, mercimek, soya fasülyesi ve nohut gibi besinler kalsiyum, demir, çinko, magnezyum mineralleri, tiamin, riboflavin, niasin, folik asit ve E vitamini bakımından zengin. İyi birer protein kaynağı olan kurubaklagiler, şeker ve kolesterolü dengeliyor. Bu yiyeceklerin haftada 2 öğün tüketilmesi, bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

8- Günde 1 nar yiyin ya da 1 bardak suyunu için: Nar, zengin vitamin ve mineral içeriğiyle kış mevsiminin vazgeçilmezleri arasında yer alıyor. Besinsel içerik yönünden en zengin meyveler arasında tanımlanan nar, kalsiyum, B6, B9 ve C vitaminleri ile demir, magnezyum, fosfor ve potasyum gibi sağlıklı beslenme açısından büyük önem taşıyan bileşikleri içeriyor. Son zamanlarda, oldukça popüler olan nar suyu, söz konusu antioksidan özellikleri sayesinde, bağışıklık ve savunma sisteminin güçlendirilmesinde önemli rol oynuyor.
ALINTI: Gıda gerçekleri ve sağlık
 
Otoimmün hastalıklar ve tedavi stratejileri 19/11/2014

Bağışıklık sistemimizin akyuvarları bakteriler, virüsler, toksinler, kanser hücreleri yeteri kadar sindirilmemiş protein parçacıkları gibi zararlı maddeleri (antijenleri) antikorlarla tahrip ederek vücudumuzu korumaya çalışır. Bu antijenlerin bazıları vücudumuzun dokularına çok benzer. Bu benzerlik nedeni ile antikorlar yabancı antijenleri tahrip ederken sağlıklı hücrelerimizi de tahrip ederek seksenden fazla hastalıklara sebep olur. Otoimmün hastalıklar dediğimiz bu hastalıkların başlıcaları Addison hastalığı, çölyak hastalığı, dermatomiyozit, Graves hastalığı, Hashimoto tiroidit, mültipl skleoz, myasthenia gravis, reaktif artrit , romatoid artrit, sistemik lupus eritematozis, ülseratif kolit, Crohn hastalığı ve Tip I diyabettir. Konvansiyonel tıpta bu hastalıkların nedenlerinin bilinmediği söylenir ve tedavi olarak sadece ana nedeni değil hastalık belirtileri hafifletilmeya çalışılır. Fonksiyonel tıp ise toplumun %5-10’unu etkileyen bu hastalıkların nedenlerine inmeye çalışır.

Otoimmün hastalıklar ve tedavi stratejileri
Bağışıklık sisteminin vücudun değişik dokularına saldırması neticesi meydana gelen 80’e yakın değişik hastalık grubu olan otoimmün hastalıkların tarihine baktığımızda bu tür hastalıkları aslında modern şehir hastalıkları olarak tanımlayabiliriz.
Konvansiyonel Tıp otoimmün hastalıklarını ne yazık çok yanlış bir şekilde ele almıştır. Fonksiyonel Tıp uzmanı Dr. Amy Myers bunu çok güzel bir şekilde şöyle özetliyor:
“Ben, konvansiyonel tıbbın, herhangi bir otoimmün hastalığın tedavisindeki yaklaşımını tamamen hatalı buluyorum. Otoimmün hastalıkları, çoğu kadın olan, 50 milyondan fazla Amerikalıyı etkilemektedir. Otoimmün hastalıkları şu an Amerika’da kalp hastalıkları ve kanserden sonra en önde gelen hastalık grubudur.
Otoimmün hastalıklar 65 yaşından küçük bayanların ilk 10 ölüm sebebidir. Otoimmün hastalıklar, romatoid artrit, tip 1 diyabet, lupus, tiroid hastalıkları, sedef, multipl skleroz vb. 80 den fazla çeşidi vardır. Bu hastalıkların teşhisi için 5 yıl ve 6 ile 10 arası doktor gerekmektedir. Konvansiyonel Tıbbın yaptığı hata nedir o zaman?
Otoimmün Hastalık Bağışıklık Sistemi Hastalığıdır
Günümüzün konvansiyonel tıp sisteminde, otoimmün hastalıklar bir bütün olan bağışıklık sistemi hastalığı olarak ele alınmıyor. Bunun yerine farklı organların hastalığı olarak ele alınmaktadır. Ne yazık ki bu da şu anlama gelmektedir. Konvansiyonel Tıpta otoimmün hastalıkların tedavisine yönelik tek birleşik bir ihtisas alanı yoktur. Örneğin kanser hastalığının tedavisi için onkoloji uzmanı olarak adlandırdığımız kanser tedavi uzmanı doktorlar mevcuttur ve kanser hangi sistemin organında meydana gelse bile bunlar bu değişik sistem organlarındaki kanser çeşitlerini tedavi ederler. Elbette bazen bu uzmanlık alanının bir alt ihtisas branşı da vardır ancak bunların hepsi tek bir onkoloji çatısı altında toplanırlar.
Ancak, bir otoimmün hastası iseniz, etkilenen organın sistemi ile ilgilenen bir uzman görmek zorunda kalacaksınız. Romatoid artirit için bir romatoloji uzmanı, Hashimato ve diyabet için bir endokrinoloji uzmanı, çölyak, ülseratif kolit ve Crohn hastalığı için bir dahiliye uzmanı, sedef hastalığı için cildiye uzmanı vb. Eğer birçok insanda olduğu gibi birden fazla otoimmün belirtiniz var ise, bu sefer birden fazla uzmanlık alanına danışmanız gerekecektir.

Bağışıklığı Baskılamak Yerine Desteklemek
Konvansiyonel Tıpta, eğer bir otoimmün hastalığınız var ise, bu hastalığı tedavi etmeye yönelik hiçbir çare olmadığına inanılır ve tek yolun hastalığın belirtilerini kontrol altına almak olduğu düşünülür. Hastalığın belirtilerini kontrol etmenin anlamı ise bağışıklığı baskılayan ağır ilaçları kullanmak anlamına gelir. Bu ilaçlar tüm bağışıklık sistemini baskıladığı için, hastalığın bazı belirtilerini azaltmakta etkili olabilir. Ancak, yorgunluk, kilo alma, depresyon, yükselen enfeksiyon oranı ve hatta kanser gibi birçok istenmeyen yan etkileri yok değildir.
Buna karşılık, Fonksiyonel Tıp, vücudu bir bütün olarak görür ve bedenin bir sisteminin sağlığının diğer sistemlerin sağlığını ve fonksiyonunu etkilediğine inanır. Bizler, hastalığın belirtilerini kontrol altına almaya odaklanmak yerine, baştan bağışıklık sisteminin çıldırmasının altında yatan nedenlere yönelerek bağışıklık sistemini desteklemeye ve güçlendirmeye odaklanıyoruz.
Otoimmün hastalıklarının tedavisine yönelik bilinen “tek bir” ilaç tedavisi yoktur.” Dr. Amy Myers / A.B.D.
Aslında otoimmün hastalıkları yanlış ele alan sadece Konvansiyonel Tıp değildir. Alternatif Tıp uzmanlarının birçoğu ve Çin tıbbı, Hint tıbbı vb. birçok tıp sistemleri de bu tür hastalıkları yanlış ele almışlardır. Örneğin, ülseratif kolit’i herhangi bir bağırsak iltihabı olarak tedavi etmeye kalkışmışlardır. Halbuki ülseratif kolit standart bir bağırsak iltihabı değildir!
Fonksiyonel Tıp ise, kişiye özel bir yaklaşım ile bu hastalıkların bulmaca parçalarını bulup, hastalığın altta yatan nedenlerini ortadan kaldırmayı hedefler. Otoimmün hastalıklarının ortak yanı olan sistemik enflammasyon ancak bu şekilde sona erecektir.
Otoimmün hastalıklarında risk grubunda kimler var?
Bunlar bağışıklık sistemi birçok nedenden dolayı gerektiği gibi gelişmemiş veya iyice zayıflamış insanlardır, başlıca nedenleri şunlardır:
Bebeğin anne rahminde gelişim sürecinde anneden yeterli besinleri alamaması.
Sezaryen doğum neticesi anne rahminden bebeğe bağırsak florasının geçmemesi.
Doğal doğum ile hayata gelen bebeklerin annelerinden sağlıksız ve toksik florayı almaları.
Yeterli süre sağlıklı bir annenin sütünü emmemek.
Steril ortamlarda büyüyenlerin bağışıklık sistemlerinin staj yapmaması.
Hayat boyunca ve özellikle gelişim süresinde besin değeri fakir gıdalar ile beslenmek.
Dalak, safra kesesi, apandisit veya bademciklerin cerrahi olarak alınması.
Safra problemleri.
Detoksifikasyon sistemi problemleri.
İnsülin direnci.
Asidik ağırlıklı beslenmek.
Çözülmemiş psikolojik travmalar.
Genetik yatkınlık.
Hele hele bu tüm nedenlerin bir arada birikmesi, zayıf ve tecrübesiz bir bağışıklık sistemi oluşturmaktadır. Böyle bir bağışıklık sistemine bazı nedenler eklendiğinde otoimmün hastalığı meydana gelir, bu nedenler başlıca şunlardır:

OTOİMMÜN HASTALIKLARIN BAŞLICA NEDENLERİ

1.NEDEN: TOKSİNLER.
Toksik Ağır Metaller: Otoimmün hastalıklarında en çok görülen ağır metal türü civadır. Buna ise dişlerde kullanılan amalgam dolgulardan, balık tüketiminden, bazı sentetik ilaçlardan, aşılardan ve çevre gibi birçok değişik yollardan maruz kalıyoruz.
Toksik Küfler (mikotoksinler): Toksik küfler, otoimmün hastalıklarında görülen en sık toksinlerden bir tanesidir. Mikotoksinler, bağışıklık sisteminde hasara yol açan, toksik küfler tarafından üretilen çok uçucu bileşenlerdir.
Toksik Gıdalar: Genetiği değiştirilmiş tohumlardan üretilen gıdalar (GDO), ziraii ilaçlar ile zenginleştirilmiş (!) gıdalar, rafine tuz, rafine şeker, yüksek konsantire fruktoz şurubu, çeşitli toksik katkı maddeleri vb. toksik maddeler içeren gıdalar.
Toksik İlaçlar: Başlıca bağırsak florasını harap eden antibiyotikler, ağır metal içeren aşılar, b vitamini, glütasyon, coQ10 emilimini engelleyen ilaçlar vb.
Çevresel Toksinler. Evdeki toksik kimyasallar, toksik temizlik ürünleri, toksik kozmetik vb.
Toksik Radyasyon.
Toksik Diş ve Diş hekimliği: Diş çürükleri, tedavisi iyi yapılmamış kanal tedavisi ve diş hekimliğinde kullanılan toksik materyaller.
Toksik Stres: Stres ile ilişkili hastalık sayısı bir artış içindedir. Duygusal ve fiziksel stresin otoimmün hastalıklarını tetiklediği ve yoğunlaştırdığı açık bir şekilde görülmektedir. Stres, bağışıklık sisteminin fonksiyonunu birçok değişik yollardan bozar. Kronik stres (günümüzde karşılaştığımız tipten olan) uzun süren ve sönmeyen enflammasyona yol açarak otoimmün hastalığa sebebiyet verir. Otoimmün yanıt bir kez oluştu mu, ani stresler bu hastalığı şiddetlendirir. Nazar ve büyüyü toksik strese eklemek gerekir. Çünkü büyü ve nazarın insanda yaptığı en büyük yan etki kronik strestir.

2.NEDEN: ENFEKSİYONLAR:
Bilim adamları, uzun zamandır, bakteri, virüs ve diğer enfeksiyonların otoimmün hastalıklarının gelişiminde rol oynamasından şüphelenmişlerdir. Ancak bu konuda tek bir suçlu etken bulamamalarına rağmen, otoimmün hastalığı ve birçok bakteri ve virüs çeşitleri arasında güçlü bir orantı olduğunu bulmuşlardır. Parazit ve kandida enfeksiyonu ise bağışıklığın %80’ini oluşturan bağırsak florasını tahrip eden en meşhur enfeksiyon türlerindendir.

3-NEDEN: BESİN İNTOLERANSI (DUYARLILIĞI).
Gluten: Otoimmün hastalığında en yaygın görülen gıda intoleransı olan Gluten 55’ten fazla hastalık ile ilişkilendirilmiştir. Gluten, bağırsaklara zarar vererek, genelde sadece hazım ile alakası olmayan, ağrı gibi nörolojik sıkıntılar, bilişsel bozukluk, uyku bozuklukları, davranış sorunları, yorgunluk ve depresyon gibi birçok otoimmün hastalıkta bulunan geniş bir yelpaze belirtilere neden olur.
Kişiye özel besin intoleransı. Bunları kinesioloji testi, vega testi vb. testler veya eliminasyon yöntemi ile belirleyebiliriz.

4-NEDEN: AŞIRI GEÇİRGEN BAĞIRSAKLAR.
Bağırsaklar, besinlerin emilimi için, doğal olarak mini moleküllerin geçişi için bir nevi geçirgenliğe sahiptir. Gluten, enfeksiyonlar, ilaçlar ve stres gibi birçok neden bağırsaklarda tahribata neden olabilir. Böylece, toksinler, mikroplar ve tam hazım edilmeyen besinler vb. birçok başka şeyler kan dolaşımına karışır. Aşırı geçirgen bağırsak sendromu, bu sızan enfeksiyonların, toksinlerin ve glüten gibi gıdaların sistemik enflammasyona neden olmasında ve otoimmüniteye sebebiyet vermeksinde bir geçiş kapısıdır.
Otoimmün reaksiyonun oluşum mekanizması bir dizi birbirine bağlantılı mekanizmadan oluşur. Rantiyeci tıp bu tür hastalıkları sadece “tek bir ilaç” ile çözmeye çalıştığı için, tek bir neden arar. Otoimmün reaksiyonlar başlıca moleküler benzerlik (mimicry) mekanizması ile meydana gelir. Rantiyeci tıp bu mekanizmayı tetikleyen ve sistemik enflammasyona neden olan toksin, enfeksiyon vb. faktörleri araştırmaz ve kabul de etmez. Bunun nedeni ise, bu tetikleyici faktörler arasında Rantiyeci Tıbbın toksik ilaçları, ağır metaller ile dolu aşılar ve bağırsak florasını yok eden sentetik antibiyotikler vardır.
Otoimmün hastalarında bağışıklık reaksiyonuna ve enflammasyona neden olan etkenler her hastada farklıdır. Hikmet sahibi bir hekimin hastayı iyi teşhis edip bu bulmaca parçalarını belirleyip, hastanın diğer sıkıntılarını da göz önünde bulundurarak, hastanın bozulmuş iç ortamını tamir etmeye çalışması gerekir. Genelde nedenler çoktur ve tedavi yöntemleri ve tedavi stratejisinde her hekim ayrı yol izler.
Mark Hyman, Amy Myers vb. birçok Fonksiyonel Tıp hekimleri her biri aynı ortak nedenlere yönelik ama farklı bir strateji ile yüzlerce otoimmün hastayı tedavi etmişlerdir. Fonksiyonel Tıp hakkında yazdığım makalede belirttiğim gibi,
Fonksiyonel Tıp, tedaviye bir yaklaşım tarzıdır. Semptomatik değil de nedensel bir bakış ile hastalıkları tedavi etmektir. Vücuda tek bir sistem olarak bakan bir yaklaşımdır. Bu yolda, Rantiyeci Tıbbın onayını beklemeden her türlü bilimsel çalışmalardan geç kalmadan istifade etmektir.
Gereç olarak sadece sentetik ilaçlar ile sınırlı kalmayıp her türlü doğal tedavilere kucak açarak tedavi etmektir. Tedavi seçenekleri bu denli geniş olduğundan her Fonksiyonel Tıp hekiminin hastalığı tedavi etme stratejisi diğer hekimlerden farklıdır. İşte burada Gerçek TIP sanatı ortaya çıkar. Rantiyeci tıbbın yaptığı, hastalığın ismi ile genelde standart birkaç ilaç ismini 5 dakikada eşleştirmek hakiki tababet sanatı değildir. Fonksiyonel Tıp bir yol haritasıdır ve o yolda hedefe ulaşmak için her hekim ayrı bir yöntem ve strateji seçer.
Otoimmün Hastalıkların Tedavisinde Sülemi Stratejisi
Şimdi otoimmün hastalıkların tedavisindeki öngördüğüm strateji şöyledir.
Perhiz: İlk temel adım, otoimmün reaksiyonuna neden olan tüm faktörleri durdurmak ve bunlardan uzak durmak ki bu ciddi bir hayat tarzı değişikliği gerektirir. Bu ilk esas adımdır. Çünkü odanızdaki bir doğalgaz borusu patlaması sonucu bir yangın oluşmuş ise ilk esas adım evin doğalgaz vanasını kapatmanızdır. Otoimmün hastalıklarının ortak yanı ise enflammasyondur ve dolayısıyla tedavideki ilk esas adım bu yakıcı enflammasyona neden olan ve dahi artmasını sağlayan tüm faktörleri durdurmaktır. Mutfağınızdan, banyonuza, kullandığınız kozmetikten gıdanıza kadar tüm toksik ve kimyasallara son demeden yapacağınız her türlü tedavi ya başarısız olur yada sadece kendinizi çok kısa süreliğine iyi hissetmenizi sağlar.
Arınma: Otoimmün hastalığı olan kişiyi, hastalığına neden olan, toksinlerden, ağır metallerden ve enfeksiyonlardan arındırmak.
Onarım: Bağışıklık sistemini, detoksifikasyon kanallarını ve özellikle bağışıklığın %80’ini teşkil eden bağırsak florasını onarmak.
Bu 3 temel adım tonlarca detay içeren ve sabır isteyen uzun bir yoldur ! İç ortamın harap olduğu bu hastalığı başka türlü “tek bir ilaç” ile tedavi etmek serap peşinde at koşturmaktan başka birşey değildir.
Bendeniz ayrıca tedavinin Ultra Fonksiyonel olması gerektiği kanaatindeyim. Yani tedavilerin nedenlere yönelik olması yetmez. Nedensel tedavilerin iyisinin en iyisinin seçilmesi gerektiğine inanıyorum. Bunu şöyle yapabiliriz:
Teşhis Yöntemlerinin Zenginliği: Fonksiyonel Tıp, rantiyeci tıbbının tersine hastaları ve tüm hastalıklarının hikayesini uzunca dinler zaten. Ancak, sadece kan tahlilleri ve modern teşhisler ile yetinmeyip kadim teşhis yöntemlerini de kullanarak ultra fonksiyonel teşhis yaparsak çok daha iyi sonuçlar alabiliriz. Dil teşhisi, yüz teşhisi, tırnak teşhisi, göz teşhisi, refleks zonları teşhisi, görsel dışkı analizi vb. teşhisler önemlidir. Ayrıca kinesiolojik teşhis, wegamed testi vb. modern teşhis yöntemlerinden istifade edilebilir.
Her Zaman Doğalı Seçmek: Bazı Fonksiyonel Tıp hekimleri örneğin ağır metal tedavisinde yan etkisi olan sentetik şelatörler kullanırlar, halbuki dünyada yan etkisiz, doğal ve çok etkin şelasyon yöntemleri de mevcuttur. Bilinmelidir ki, her zaman güçlü ve doğal alternatifler mutlaka vardır. Fonksiyonel Tıp hekimleri bunları araştırıp öğrenerek Ultra Fonksiyonel tedaviler sunmaları gerekir ve herşeyden önce nedensel tedavi uğrunda olsa bile “zarar verme” ilkesini unutmamalıdırlar.
Sistemik ve Çok Yönlü Tedaviler: Doğu ve batıda binlerce yıldır uygulanan ve özellikle bilimsel olarak etkisi ispat edilmiş sistemik ve çok yönlü tedavi yöntemlerinden istifade etmek. Akupunktur, kuru kupa, yağlı kupa, ıslak kupa (hicâmet), hirudoterapi, fitoterapi, apiterapi vb. tedaviler. Bunlar insanoğlunun tabiatına uygun ekolojik tedavilerdir ve uzmanları tarafından uygulandıklarında bozulmuş bağışıklığı, kronik ağrıları ve vücudun birçok problemlerini kısa sürede hızlıca ve yan etkisiz onaran tedavilerdir. Fonksiyonel Tıp hekimleri bu tür tedavilerde uzman olup bunları kendileri uygulamaları en iyisidir. Ancak en azından bu tarz tedavi yöntemlerinin ana prensibini ve işleyiş mekanizmasını bilip hastalarına ihtiyaca göre reçete edip konu uzmanlarına yönlendirmeleri Ultra Fonksiyonel tedavi sunmak için şarttır.
Kişiye Özel Tedaviler: Kronik bir hastalığı olan herkesin tedavisi farklıdır. İki hastanın hastalık nedenleri aynı ve bir takım tedaviler ortak olsa bile beslenme dahil tüm tedaviler kişinin kan grubu, yaşadığı yöre, mizacı, alışkanlıkları, yakalandığı diğer hastalıklar vb. faktörler göz önünde bulundurularak kişiye özel olmalıdır. Bu anlamda hipokratın tıbbı olan Eski Yunan Tıbbından istifade edilmesi gerektiğine inanıyorum. Ne kadar günümüzde dört hılt teorisi bilimsel olarak yanlış olduğu ispat edilmiş olsa da, bu Eski Yunan Tıbbını komple yanlış kılmaz.
Besin ve bitkiler ile ilgili yaptıkları araştırmaları gözardı etmemek gerekir. Birçok yiyecek ve bitkilerin vücudun birçok sıvı düzeyini, hazmı ve organları nasıl etkilediği ile ilgili binlerce yıldır araştırma yapmış olan Eski Yunan Tıbbından da istifade etmek çok önemlidir.
Ayrıca bugün Rantiyeci Tıbbın baş edemediği safra taşları, dalak hastalıkları vb. birçok sıkıntının tedavisi Eski Yunan Tıbbında ayrıntılı anlatılmıştır ve bu tıp sisteminin eğitimi günümüzde dahi verilmektedir ve uzmanlarına Unani Tıp uzmanları denmektedir. Avrupa ve Ortadoğuda modern tıp öncesi bu Eski Yunan Tıbbı hakim idi. Ayrıca Eski Yunan Tıbbı İslam Tarihi boyunca İbni Sina gibi birçok meşhur isim tarafından geliştirilmiştir.
Stres ve Psikolojiye Maddi ve Manevi Çözümler: Stres ve psikolojik sorunlar sadece geçmişte yaşanmış bir travma ile ilgili olmayabilir. Öfke ve üzüntü gibi toksik duygular elbette tedavi edilmelidir. Ancak, İnsülin direnci gibi bazı hastalıklar, B vitamini eksikliği gibi bazı yetmezlikler ve cıva gibi bazı toksinlere maruziyet te stres ve psikolojiyi ciddi anlamda etkiler. Bunların da göz önünde bulundurulması gerekir.
Ayrıca nazar ve büyü gibi manevi etkenlerin de şarlatanlıktan uzak ve bilimsel olarak tedavi edilmesi gerekir. Tüm hastalıkların ciddi ana nedeni olan stres ve psikolojik sorunlara, hem duygu ve sevgi, hem iletişim, hem affetme, hem çevresel ilişki, hem eksiklikleri giderme, hem toksinlerden arınma, hem fiziksel aktivite, hem sinir sistemini ve ruhu güçlendiren terapiler, hem de nazar ve büyü tedavisi bütünü ile hitap etmek gerekir.
Pratiklik ve Uygulanabilirlik: Otoimmün hastalıklarında ve her türlü kronik hastalıkta beslenme ve perhiz esastır. Hastaya uzunca yasak listesi koyduktan sonra ona pratik ve uygulanabilir yemek tarifleri vermekte hekimin görevidir. Razi gibi ünlü bir hekim “Kral Tıbbı” adlı kitabında o zehir tadlı bazı bitkilerin hangi yemeklerde tadının kaybedilebileceği ve birçok tedavinin krallar gibi insanlara nasıl daha nazik bir şekilde uygulanabileceği hakkında bir çalışma yapmıştır.
Dolayısıyla yiyecekler hususunda Fonksiyonel Tıp hekimi usta bir aşçı olması gerekir. Hastaya glüten yok, şeker yok, o yok bu yok derken onun yiyebileceği alternatifleri hoş kılmak ta hekimin görevidir. Şekeri yasaklarken şekersiz tatlı tariflerini de hastasına reçete etmesi gerekir. Özellikle tedavi ettiği insanlar çocuk yaşta şeker bağımlısı insanlar ise çok daha usta olması gerekir. Zira, tedavi uygulanabilir ve pratik olmadıktan sonra kimse çoğu insan istifade edemez.
Son olarak, otoimmün hastalıklara nasıl yaklaşılacağı hastanın tercihidir. Bazıları kolayı seçip beslenme ve hayat tarzını değiştirmek değil de, sentetik ilaçları ve ameliyatı tercih edebilir. Bazıları ise, Fonksiyonel Tıp yaklaşımı ile problemin sebebine inmeyi ve doğal yöntemler uygulamayı tercih eder. Fonksiyonel Tıbbı seçtikten sonra da hangi strateji ve yöntemler ile tedavi olmayı da yine hasta seçer.
Ancak, artık, bilginin hemen hemen herkes için ulaşılabilir olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Şunu da unutmamak gerekir ki, doğru tercihi yapmak bir nasip ve büyük bir nimettir. Bu yüzden bir yandan hem araştırmak gerekir ve öbür yandan da asıl şifayı bahşeden Yüce Allah’a, bizi en uygun şifa vesilesine denk gelmemiz için, O’na içten yakarmamız ve dua etmemiz gerekir ki böyle büyük bir nimet ile nasiplenmeye mazhar olalım. Zira, O dilemediği takdirde, bilgiyi hep yanlış yerlerde arar dururuz ve hep yanlış strateji ve tedavi yöntemlerine denk geliriz.
Cemil Sülemi
http://www.gidahareketi.org/Otoimmun-Hastaliklar-Ve-Tedavi-Stratejileri-1950-haberi.aspx
 
EVET bu da önemli ve çok basit bir konu !... KALORİ ! Kalori sayımı !... Kalori korkusu!...
Alltaki yazı : HER kalori eşittir teorisi DELİLİKTİR !...

Gerçekten ...
Vücut bir labratuar ortamı değildir . Vücut o kalorinin besin yüküne bakar , kimyasına bakar.
O besini ne zaman tükettiğindir önemli ..
KALİTE VE ZAMANLAMA ... Kalori değil ...
Alıntı ; Bütünsel beslenme uzmanı, Karen HILL.
 
BESiN TÜRLERi VE ALKALi / ASiT DEĞERLERi

BÖLÜM 1 – MEYVELER VE ÇiÇEK POLENLERi

MEYVELER

Meyveler, bitkilerin üreme için gerekli tohumlarının bulunduğu yenilebilir bölümleridir. Kesinlikle besinler içerisindeki en büyüleyici tür olan meyvelerin asit ve alkali değerleri çok büyük değişiklikler gösterir. İçerdiği mineral dereceleri baz alınarak bir kısmı alkali, bir kısmı nötr ve bir kısmı da asidik olarak sınıflandırılırsa da hiçbir meyvenin asit değeri bir et, tahıl yada fıstık gurubu kadar yüksek değildir.

ALKALi MEYVELER

Bir çelişki oluşturacak şekilde bazı alkalik meyvelerin sitrik asit gibi kuvvetli asidik içeriğe sahip olduğu bilinse de aslında bu meyveler vücutta nötralize edilerek ortaya alkali mineraller çıkartırlar. Alkali meyvelere örnek gösterebileceklerimiz olarak;
Keçiboynuzu, zeytin, incir, papaya, ananas, rambutan, greyfurt, limon, lime, portakal, mandalina, üzüm (çekirdekleri ile), kiraz, vişne, nar, böğürtlen, çitlembik, ahududu, frenkinciri, kızılcık, kivi, bamya ve acı şili’ yi sayabiliriz.

NÖTR MEYVELER

Kavun, karpuz, elmalar, dolmalık biber, salatalık, domates, mango, çilek, yaban mersini, şeftali, kayısı, nektarin, guava, balkabağı ve noni bu gruba dahil olanlardan bazılarıdır.

HAFiFÇE ASiDiK MEYVELER

Muz, avokado, hurma, üzüm (çekirdeksiz), kuru meyveler, dut, erik ve şerimoya sayılabileceğimiz bazı asidik meyve türleridir.

ÇiÇEK POLENLERi

Çiçeklerden gelen besinlerin üstün besleyici özellikleri buılunmaktadır ve salatalar üzerinde mükemmel sonuçlar verirler. Örneğin çiçek polenleri içerdiği iz mineral ve ultra yüksek kaliteli protein ile taze tüketildiğinde bir süper besindir. Genellikle sağlık ürünleri satan mağazalardan temin ettiğimiz polenlerin çabuk bozulma ihtimali yüksek olduğundan tüketilmeden önce bir bardak suya atılarak tazeliğinin test edilmesi önemlidir. Eğer bir bardak suya atılan polen örnekleri su içerisine batar ise taze, eğer su üzerinde yüzüyor ise bayat kabul edilir.

Zindelikler Dileriz..
Çiğ Beslenme - Raw Food; Gençlik, Zindelik ve Sağlık Kulübü
 
FAST-FOOD ZiNCiRLERiNDEKi KIZARMIŞ PATATES iÇERiKLERiNDEN BAZILARI

1- Tert-Bütilhidrokinon (TBHQ) : Petrol bazlı, bütan benzeri (çok hafif) bir içeriktir ve koruyucu olarak kullanılır. Astım, hormonal bozukluklar, cilt bozuklukları dışında hayvanlar ile yapılan uzun dönemli testlerde kanser ve DNA bozukluğuna yol açtığı gözlemlenmiştir.
2- Sodyum Asit Pirofosfat : Patateslerin rengini koruyabilmesi için kullanılır. Kimya endüstrisi güvenlik datalarında sindirim sistemine zararlı olduğu açıklanmıştır.
3- Dimetilpolisiloksan : Köpük önleyici içeriktir. Dolgu ve yalıtım malzemelerinde kullanılır ve güvenliği hakkında tartışmalar bulunmaktadır.
4- Mono sodyum glutamat (MSG) : Beyin ve sinir sistemine zarar verici olduğu kanıtlanmış olan içeriktir ve patateslerin “Doğal Aroma” sı için kullanılır.
5- Aspur (yalancı safran) Yağı : Kullanımından önce çok yüksek derecelere kadar ısıtılır ve yağın kimyasal yapısındaki değişmelerin vücutta enflamasyona neden olduğu açıklanmıştır.
6- -Hidrojenasyon İşlemi Görmüş Soya Yağı : Kullanılan soyalar genetik olarak değiştirilmiştir. Yağın daha sert ve satüre olmasını sağlamak için kullanılan hidrojenasyon işleminin ise sağlıksız olduğu düşünülmektedir.
7- Dekstroz : Kandaki glikoz konsantresini ve kalori alımını arttıran bir şeker türüdür.
Çiğ Beslenme - Raw Food; Gençlik, Zindelik ve Sağlık Kulübü
 
BASİT fakat çok ama çok önemli bilgi

Bir beslenme programı yapar iken veya yemek yerken neden belli şeyleri tükettiğimizi veya ne işe yaradıklarını bilmez isek bu HİÇ İYİ DEĞİL ...

6 MAJÖR BESİN kategorisi var ...

SU , PROTEİN , KARBOHİDRAT, YAĞ , Vitamin ve Mineraller ...

Hepsinin de kendine özgü özellikleri var ... HEPSİ DE ÇOK ÖNEMLİ çünkü hepsi beraber çalışırlar .

SU : Besinleri çözer ve taşır gitmesi gereken yerlere , ATIKLARI kaldırır ve vücut ısısını kontrol eder.... Kanımızın % 98 i sudur ....

PROTEİN : Yeni HÜCRE, Yeni antikorlar, enzimler, hormonları, kasımızın, YAPI TAŞIDIR ... Yani önemi çok büyük ...

KARBOHİDRAT : Enerji üretimi için gereklidir ve Proteini kasa taşımada yardımcı olur

YAĞ: UZUN SÜRELİ ENERJİ SAĞLAR , İnsulasyon ve koruma görevi görür

VİTAMİN: Hormon yapımında kullanılırlar ve besinlerin kullanılmasına yardımcı olurlar ...

MİNERAL : Kemik ve DİŞ yapısında kullanılırlar . KAS fonksyonu ve SİNİR sisteminde çok gereklidirler ..
Alıntı
Karen HILL
 
Mısır şurubu neden zararlı?

Bu sefer tatlı yiyip tatlı konuşamayacağız çünkü konumuz mısır şurubu, iddialar ise ürkütücü.
Neredeyse yediğimiz her tatlı gıdanın üretiminde kullanılan mısır şurubu, vücudumuzu yağ üreten bir makineye dönüştürüyor.

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) gibi, nişasta bazlı sıvı şekerler yani bilinen adıyla “Mısır Şurubu” da gündemimize bomba gibi düştü. Zararlı olup olmadığı hararetle tartışılan mısır şurubuyla ilgili bilmediklerimizi Prof. Dr. Ahmet Aydın’a sorduk; korkmamız gerekenin mısır şurubunun yanı sıra, aslında “ŞEKER” olduğunu öğrendik.

Daha tatlı daha ucuz
Mısır şurubu, mısır nişastasının işlemden geçirilmesi ile elde ediliyor. Nişasta parçalanarak glikoza, ardından glikoz fruktoza dönüştürülüyor. Mısır şurubu, yüzde 80 oranında fruktoz, yüzde 20 oranında glikozdan oluşuyor. Fruktoz, glikoza göre daha güçlü bir tatlandırıcı olduğu için daha az kullanılması yeterli oluyor ve dolayısıyla üretimde maliyeti düşürüyor. Prof. Dr. Ahmet Aydın, günümüz piyasa koşullarında maliyeti bu kadar düşüren bir seçenek varken, firmaların normal şeker kullanmalarının iflas etmekle aynı anlama geldiğini ifade ediyor.


Bunu biliyor muydunuz?
Mısır şurubunda yüzde 80 oranında bulunan fruktoz, glikoza göre daha güçlü bir tatlandırıcı… Bu nedenle geçmiş yıllarda daha az kalori ile daha fazla tat sağlandığı ve böylece alınan kalorinin azaltıldığı düşünülüyordu. Hatta bir dönem uzmanlar tarafından diyabet ve şişmanlık tedavisinde kullanılıyordu. Prof. Dr. Ahmet Aydın, bu yöntemin bazı hekimler tarafından hala kullanıldığının da altını çiziyor.


Hızla yağa dönüşüyor

Mısır şurubunu diğer şekerlerden daha korkunç hale getiren ise içindeki fruktozun yüzde 80 gibi yüksek bir orana sahip olması. İnce bağırsaktan emilerek karaciğere gelen fruktoz metabolize edilmek için insüline gerek duymuyor. İlk bakışta sanki bu bir avantajmış gibi görünüyor. Fakat değişik metabolik süreçler için vücut çok az fruktoz kullanabiliyor. Geri kalan tüm fruktoz ise trigliseridlere, yani kan yağlarına dönüşüyor. Tüm şekerler arasında en hızlı yağa dönüşen de fruktoz. Fazla fruktoz tüketiminin hayvanlar üzerindeki araştırmalarda diyabet, hipertrigliseridemi, koroner kalp hastalığı, karaciğer yağlanması, hipertansiyon ve kansere yol açtığına dair sonuçlar bulunuyor.


Zararlı olmadığı ispatlanmadı

Prof. Dr. Ahmet Aydın, ürün paketlerinde mısır şurubunun yanı sıra, “nişasta bazlı sıvı şeker” ya da “NBŞŞ” tanımlarının yer alabildiğini belirtiyor. Prof. Dr. Aydın’ın “Hangi ürünlerden uzak durmalıyız?” sorusuna verdiği yanıt ise ürkütücü: “Paketlenmiş tüm şekerli hazır gıdalar, meyve suları ve pastane ürünleri…” Yani sanılanın aksine sadece market raflarında değil, pastane vitrinlerindeki göz alıcı tatların da mimarı artık mısır şurubu. GDO’lu mısır ithalatının serbest olduğu ülkemizde mısır şurubunun hangi tür mısırdan elde edildiğini bilmek ise tüketiciler için imkansız. Bu da mısır şurubu ile ilgili soru işaretlerini artıran bir faktör. Ulusal Beslenme Platformu ise geçen ay bir bildiri yayınlayarak “Mısır şurubunun kanser, obezite, diyabet, insülin direnci ve karaciğerde yağlanma gibi hastalıklara neden olduğunun bilimsel olarak ispatlanmadığını” açıkladı. Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın konuyla ilgili yorumu ise şöyle: “Bir ürünün sağlığa zararlı olup olmadığını bilimsel olarak ispatlamak için birkaç aylık çalışma yeterli değildir. Gerekirse 20 yıl denemek gerekir. Mısır şurubunun zararlı olduğu kanıtlanmadı diyenlere soruyu tersten sormak gerekiyor. Peki zararlı olmadığı kanıtlandı mı?”


En tehlikelisi, tatlandırıcılar


Son yıllarda tatlı ve pasta sektöründe aşırı derecede tatlandırıcı kullanıldığını belirten Prof. Dr. Ahmet Aydın, Türkiye’de aspartamın sağlık sektöründen çok gıda sektöründe kullanıldığını anlatıyor. Çünkü tatlandırıcılar şekerden yüzlerce kat daha tatlı. Örneğin aspartam şekerden 200 kat, asesülfam K 200 kat, sakarin 300 kat, sükraloz 600 kat daha tatlı. Türk Gıda Kodeksi hangi üründe ne kadar yapay tatlandırıcı kullanılacağını belirlemiş olsa da, bazı firmaların bu rakamlara uymadığı yönünde şüpheler var. Diyet ürünlerin neredeyse hiçbirinde, kullanılan tatlandırıcı oranı yazmıyor. Aspartamın içinde yüzde 40 oranında sinirsel bir uyarıcı olan aspartik asit, yüzde 50 oranında fazla alındığında beyin için zararlı fenilalanin ve yüzde 10 oranında metil alkol (ispirto) bulunuyor. İspirto, birçok zararlı etkilerinin yanı sıra kanserojen “formaldehit”e dönüşüyor.


“Aspartam şişmanlatıyor”

Prof. Dr. Ahmet Aydın, aspartamın şişmanlığa çare olmadığını şöyle açıklıyor: “Aspartamın içindeki aspartik asit ve fenilalanin isimli iki amino asit, insülin salgısını artırıyor. Ortamda şeker olmadığı için insülin kanda açlık şekerini düşürüyor. Doğal olarak karnınız acıkıyor ve daha fazla yiyorsunuz. Ayrıca yüksek miktarda fenilalanin, serotonin gibi sinir ileticilerini azaltıyor. Serotonin azlığı depresyona yol açıyor ve iştahı da açıyor.”


Diğer şekerler günahsız mı?

Prof. Dr. Ahmet Aydın bu soruya, “Mısır şurubu en zararlı şekerlerden biridir ancak diğer şekerler de masum değil” şeklinde yanıt veriyor. İnsanın dışarıdan şeker almadan yaşayabileceğini, bu şekerlere ihtiyacı olmadığını belirten Prof. Dr. Aydın, buna örnek olarak da sadece balık ile beslenen Eskimoları gösteriyor. Şekerle ilgili ilk belgeler M.Ö. 510 yılına dayanıyor, rafineri şeker üretiminin hızlanması ise 19. yüzyıldaki Sanayi Devrimi ile başlıyor. Bu tarihlerden itibaren insanoğlu Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın tabiri ile yasal bir uyuşturucu olan şekere bağımlı hale geliyor. Rakamlar ortada! ABD’de 1973-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat, 15 kg. daha fazla tatlandırıcı madde ve 30 kg. daha fazla unlu mamul tüketmişler. ABD’de son 35 yılda fruktozdan zengin mısır şurubu tüketimi kişi başına yılda 200 gr.’dan 34 kg.’a yükselmiş. Üstelik bu rakamlara sahip ABD’de mısır şurubu üretim kotası yüzde 2’lerde iken, ülkemizde yüzde 15’e çıkarıldı.


Şeker-kanser ilişkisi

Prof. Dr. Ahmet Aydın, her türlü şeker kullanımının insan sağlığına nasıl zarar verdiğini şöyle anlatıyor: “Beyaz un ve rafine şeker bağırsaktan hızla emilerek kana geçiyor. Artan kan şekerini düzenlemek için hızla insülin salgılanıyor. Buna bağlı olarak kan şekeri hızla düşüyor. Fakat insülin bu hıza ayak uyduramıyor ve kanda normalden daha uzun süre yüksek kalıyor. Fazla miktardaki insülin ise birçok doku için zararlı etkilere sahip. Bu nedenle önce karaciğer, daha sonra da kas hücreleri insülin reseptörlerini kapatıyor. Başlangıçta yağ dokusunda direnç olmuyor ve fazla şekerin tamamı yağ olarak depolanıyor. Yani insülin beyaz unu ve diğer hızlı emilen şekerli yiyecekleri hızla yağa çeviren bir makine gibi! Üstelik yüksek insülinin tek kabahati bu değil! Sadece yağ depolamakla kalmıyor, bu yağın daha sonra enerji olarak kullanılmasına da izin vermiyor. İki yemek arasında enerji kazanabilmek için yağ yakmamız gerekiyor. Ancak bu sistemde yağ kullanamayan vücutta kan şekeri düşüyor ve bu sefer yorgunluk, huzursuzluk ve baş ağrısı başlıyor. Kişi, tıpkı bir morfinman gibi ancak şekerli bir şeyler yiyip içtikten sonra kendine geliyor.”


Her esmer şeker doğal değil

Şekerin doğal hali diye düşünerek tükettiğimiz esmer şekerler konusunda da dikkatli olmak gerekiyor. Kahverengi toz şeker, şeker kamışı veya şeker pancarından elde edilen rafine toz şekerin beyazlatılmamış hali. Ancak bazı hilelerle, rafine edilmiş beyaz toz şeker karamela ile renklendirilerek kahverengi şeker haline getirilebiliyor. Kahverengi kesme şeker ise rafine toz şekerin beyazlatılmamış, ancak kimyasal yapıştırıcılarla şekillendirilmiş hali. Doğal şeker tüketmek için beyaz şekerden daha zararlı bir ürüne, üstelik de daha fazla para ödüyor olabilirsiniz. Prof. Aydın, mutlaka şeker tüketmek isteyenlere halis bal ve köy pekmezi kullanmalarını, kuru ve yaş meyve tüketmelerini öneriyor. Şu sözleri ise çarpıcı: “Raf ömrü uzun olan ü rünleri tüketmek sizin ömrünüzü kısaltır.”


“Şeker, kanser dokusunu besliyor”

Kanser ve şeker arasındaki ilişkiyi ilk kez Alman tıp adamı Otto Warburg ortaya koydu. 1931 ve 1944 yıllarında iki kez Nobel’i alan Warburg’un çalışmaları, kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelerden farklı bir metabolizması olduğunu gösteriyor. Buna göre kanser hücreleri sağlıklı hücrelere göre 3-5 kat daha fazla şeker kullanıyor. Ancak şekerin tek zararı kanser dokusunu beslemesi değil. Aşırı un ve şeker tüketimi insülin direncine (metabolik sendrom) yani hiperinsülizme yol açıyor. Hiperinsülizm, insüline benzer büyüme faktörü (IGF-1) düzeyini artırıyor. Serbest IGF bütün dokularda hücre üremesini kontrolsüz bir şekilde artırarak kansere neden oluyor.

Şeker sözlüğü
Tek şekerler Fruktoz: Meyve veya bal şekeri
Glikoz: Üzüm şekeri
Galaktoz: Süt şekeri
Çift şekerler
Sükroz: Çay şekeri (glikoz+fruktoz)
Laktoz: Süt şekeri (glikoz+galaktoz)
Çoklu şekerler
Nişasta: Glikoz moleküllerinden oluşan bileşik bir şeker

Yaprak Çetinkaya

Formsante Dergisi Nisan 2011 Sayısı
 
Back