Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.

Kilo verememenin en büyük suçlusu: İnsülin direnci

Beslenmenize ne kadar dikkat ederseniz edin, atıştırmaktan vazgeçemiyorsanız, özellikle öğlen saatlerinde tatlı bir uykuya yenik düşüyorsanız dikkat edin diyabet hastalığının ilk adımı olan insülin direnci yaşıyor olabilirsiniz.

sağlıklı insanda olması gereken normal sınırlarda kalır. Zamanla, beta hücreleri, vücudun artan insülin ihtiyacını karşılayamaz hale gelir. Yeterli insülin olmadığında da, kan glukozu yükselir, prediyabet ve sonrasında diyabet hastalığı kendini gösterir. Yüksek kan glukozu, zamanla, sinirler ve kan damarlarına zarar vererek, kalp hastalığı, felç, körlük, böbrek yetmezliği ve alt ekstremite amputasyonu (kesilmesi) gibi komplikasyonlara yol açar.

İnsülin direncinin nedenleri
• Aşırı kilo ve obezite: Özellikle bel çevresinde aşırı yağ birikmesi olmak üzere, obezitenin, insülin direnci gelişmesinde en önemli neden olduğu kabul edilmektedir. Araştırmalar, sadece enerji deposu olarak görülen karın bölgesindeki yağın, insülin direnci, yüksek kan basıncı, yüksek kolesterol ve kardiyovasküler hastalık gibi ciddi sağlık sorunlarına neden olabilecek hormonlar ürettiğini göstermiştir.
• Fiziksel hareketsizlik: Fiziksel hareketsizliğin, insülin direnci ile ilişkili olduğunu, sonuçta tip 2 diyabete yol açtığını gösteren birçok çalışma vardır. Vücutta bulunan glukozun büyük kısmı, diğer dokulardan çok, kas hücreleri tarafından kullanılmaktadır. Kas öncelikle kendisinin depo ettiği glukozu kullanır, sonra kan glukozunu alarak depolarını doldurur ve böylece kan glukozunun normal bir seviyede kalmasını sağlar. Egzersiz sonrası kaslar, insüline daha duyarlı hale gelerek, insülin direnci azalır. Hatta egzersiz, kasların insüline ihtiyaç duymadan daha fazla glukoz kullanmasına yardımcı olur. Yine, egzersizle kaslar daha güçlenerek, kan glukoz seviyesinin kontrolu kolaylaşır, insüline kolay kolay direnç gelişmez.
• Uyku problemleri: Yapılan çalışmalar, uyku apne sendomu başta olmak üzere, tedavi edilmeyen uyku bozukluklarının, obezite ile insülin direnci ve Tip 2 diyabet görülme riskini artırdığını göstermiştir.
• Genetik faktörler: Kas, karaciğer ve diğer dokuların hücre zarlarında bulunan, insülin hormonuna çok hassas ve ilgili olan reseptörlerdeki mutasyonlar, reseptör sayısında azalma, insülinin reseptöre bağlanmasında zayıflama ile glukozun hücre içine alım kanallarında ve sinyal iletimindeki görevli proteinlerin bozuklukları, genetik nedenlerin başında gelmektedir. Bunun yanında, insülin hormonu sentezinde anormallikler(mutasyon) ve insüline karşı vücutta ortaya çıkan antikorlar da, diyabet gelişmesinde etkili olabilen faktörlerdir.
• Bazı genetik bozukluklar, hormonlar, steroid gibi bazı ilaçlar kullanımı, ileri yaş ve sigara da, insülin direncine neden olabilir.

Gizli şekeriniz mi var? Test edin…
Kilo fazlalığı veya obez olanlarlar ile aşağıdaki bir veya daha fazla diyabet risk faktörüne sahip, 45 yaş ve üzeri olanlar prediyabet olabileceğinden, checkup testleri yaptırmaları gerekir. Bu risk faktörleri:
• Fiziksel olarak inaktif bir yaşam sürüyorsanız,
• Ailenizde diyabetli bir ebeveyn veya kardeşiniz varsa,
• 4 kilo ve üzerinde bir bebek doğurmuşsanız,
• Gebelikte diyabet tanısı aldıysanız,
• Polikistik over sendromu yaşıyorsanız,
• Tansiyonunuz 140/90 mmHg üzerinde ise,
• Kalp-damar hastalığınız varsa,
• 35 mg/dL'nin altında HDL kolesterol ile 140 mg/dL üzerinde LDL-kolesterol, 200 mg/dL üzerinde kolesterol, 150
mg/dL üzerinde trigliseridiniz varsa,
• Glukoz toleransınız bozuksa
Test sonuçları normal sınırlarda olsa bile, erken tanı için 2-3 yılda bir kontrollerinizi yaptırın. Kilonuz ve yağ oranınız fazla ise hekiminizin önerisine göre bu testleri daha sık yaptırabilirsiniz.

İnsülin direnci ve gizli şekere savaş açmaya var mısınız?
• Sağlıklı beslenmeyi yaşam şekli olarak benimseyin.
• Az az ama sık sık beslenin.
• Her acıktığınızda abur cubur yerine sağlıklı atıştırmalıkları tüketin.
• Yeterince su için.
• Yağ ve kalori alımınızı azaltın.
• Haftada 5 gün 30 dakika tempolu yürüyüş ile daha aktif olun.
• Fiziksel olarak aktif değilseniz egzersiz programına başlamadan önce mutlaka hekiminize başvurarak sağlık kontrollerinizi yaptırın.
• Tempolu yürüme, merdiven çıkma ve yüzme gibi büyük kaslarımızı kullanmamızı sağlayan, kalp dolaşımını hızlandıran aerobik aktiviteler ile ağırlık kaldırma, mekik, şınav gibi kas güçlendirici aktiviteleri tercih edin.
• Periyodik muayene ve kontrollerinizi ihmal etmeyin.


Milliyet


 
Yenilebilir MATİK

Prof. Dr. Canan Karatay'ın önerileri ile sağlıklı beslenerek birçok hastalığımızdan kurtulan bizler, sağlıklı yaşamanın sadece sağlıklı beslenme ile olmadığını biliyoruz. Hocanın dediği gibi bu bir sağlıklı yaşam şekli... Ömür boyu sürdürülebilir olması en önemli koşullarından biri. Bu yazımızda beslenmeden farklı bir konuya dikkat çekmek istedik ve sizlerle Sağlıklı Yaşıyoruz sayfası editörü Beste Ünsal Pınar'ın hazırladığı yazıyı paylaşıyoruz:
"Prof. Dr. Canan Karatay'ın ezber bozduğu konulardan biri de aşırı titiz annelerle ilgili söylediği şu sözdür : “Aşırı titiz annelerin çocukları hasta olur. Alerjik astım, farenjit, bronşit, kulaklara tüpler, geniz eti alınması, bademcik alınması vesaire.”
Burada bahsedilen; kullanılan kimyasal deterjanlar, çamaşır suları, parlatıcı malzemelerdir. Bu malzemeler ev içinde yoğuşarak buhar oluştururlar. Solunumla birlikte tüm bu kimyasallar vücudumuza girer ve o noktadan sonra hastalıklar başlar. Oysa şunu düşünmek gerekir, eskiden annelerimiz, ninelerimiz pis miydi? O zaman hiçbir matik deterjan yoktu. Beyaz sabun ve arap sabunu ile her türlü ev ve kişisel temizlik yapılırdı.
İşte bu fikirden hareketle, Sağlıklı Yaşıyoruz sayfası A Takımı üyelerinden sevgili Cevher Meltem hanımın uzunca bir süredir kullandığı doğal bulaşık makinası deterjanını gururla takdim ediyoruz!

Yenilebilir Bulaşık Makinası Deterjanı: YenilebilirMatik!
Erkan Şamcı'nın şu sözünü unutmak mümkün değil; “Deterjanlarınız yenilebilir olduğu sürece sorun yok.” İşte tam da böyle bir deterjan
YenilebilirMatikMalzemeleri:
Karbonat
Limon tuzu
Sirke
Turşu tuzu
Kullandığımız malzemelerde hiçbir şekilde katkı maddesi ve kimyasal olmadığından, bulaşık makinasına bulaşıkları güzelce temizleyip, düzgün yerleştirmemiz önemli. Burada bazılarınızın şöyle dediğini duyar gibiyiz ; “Makinayı boşuna mı aldık, neden ona yardım ediyoruz?” O zaman şunu düşünmek lazım; “Kimyasal tablet yemek zorunda mıyız?” Zira ne kadar durulanırsa durulansın, bulaşıklar üzerinde kimyasal kaldığını biliyoruz. Böyle olmasaydı, çocuk doktorları bebeklerimizin bulaşıklarını elimizde, beyaz sabunla yıkamamızı önermezdi. Kimyasal tablet kullandığımızda, bulaşıkta çok ciddi kurumuş bir kir kalmadığı sürece, kimyasal gayet güzel söküp atıyor. Tabii ki üstünde kendinden parçalar bırakarak.
Bulaşıkların üzerindeki kirleri akıtıp makinaya düzgün yerleştirdikten sonra, deterjan gözüne 1 yemek kaşığı tepeleme karbonat ve 1 yemek kaşığı tepeleme limon tuzu koyuyoruz. Parlatıcı gözüne ise tabii ki sirke...
Bu malzemelerin dozlarını herkes makinasına, şebekeden gelen suyun cinsine ve bulaşıkların miktarına göre ayarlayabilir. Zira bazı sular aşırı kireçliyken, bazıları böyle olmayabiliyor. Veya çeşitli makinaların farklı özellikleri olabiliyor. Örneğin ben ilk denememde bardakları biraz buğulu aldım. Bu benim tablet kullanırken de yaşadığım bir sorundu kimi zaman. Bu durumda makinanın tuz gözüne, turşu tuzu koyabilirsiniz. Bir sonraki denememde tuz gözüne, evde turşu tuzu olmadığından, tane (öğütülmemiş) Çankırı kaya tuzu koydum. Bardaklarım pırıl pırıl çıktı. Yani tuz gerçekten etkili... Yine makinanızın özelliklerine göre, daha yüksek ısıları tercih edebilir, program süresini uzatabilir, malzeme dozunu ayarlayabilirsiniz.
Son dönem bulaşık makinaları, çok az su kullanıyor. Bunu da tabletlerden aldıkları güç ile başarıya dönüştürebiliyorlar. Zaten çoğu makina üreticisi, bir deterjan üreticisi ile anlaşmalı. “Azıcık suyla ve X tablet deterjanla dağ gibi bulaşıklar mis gibi!”
Sonra gelsin alerjiler, gitsin farenjitler...
Şimdi gelelim püf noktalarına:
Bu sisteme geçmeden önce makinanızı karbonat + limon tuzu + sirke üçlüsüyle boşken yıkamanızı tavsiye ederiz. Bu şekilde makina içinde kalan kimyasallardan arınıp, makinanızı doğal temizliğe hazırlamış olursunuz.
Makinanızın filtresinde birikmiş yağları iyice ve belirli aralıklarda temizlemek iyi sonuç almak için önemlidir.
Karbonatı ve limon tuzunu aktarlardan kilo ile alabilirsiniz.
Limon tuzunu ince çektirmeniz Cevher Hanım tarafından özellikle tavsiye edilir.
Mutfağı küçük olup, dolabında iki ayrı malzeme kutusuna yer olmayanlar için olabileceğini düşündüğüm şöyle bir çözüm var: yarım kilo karbonat ile yarım kilo limon tuzu güzelce karıştırılır ve 1 kiloluk toz YenilebilirMatik deterjanımız, tek bir kutuda hazır olur. Bundan iki tepeleme yemek kaşığı kullanmamız yeterli olacaktır. Bu karışımın homojen olması sonucu olumlu etkileyeceğinden önemlidir.
Bulaşık makinasında tencere yıkayanların, kendi makina ve şebeke sularına göre bir doz, su sıcaklığı, yıkama süresi tutturuncaya kadar tencerelerini makinada yıkamamaları tavsiye edilir. Sonrasında kirler iyice akıtarak tencere de yıkanabilir."

SÖZÜN ÖZÜ: YİYEMEYECEĞİNİZ DETERJANI MUTFAĞINIZA SOKMAYIN!

ALINTI
 
Kanserin LİGHT'ı mı olur!

"Light"olduğu iddiasıyla geliştirilen modern sigaralarda duman yoğunluğu ve nikotin miktarı az olduğu için tiryakilerin nikotin almak amacıyla daha sık ve derin nefeslerle sigara içtiğini ve kanserojen partiküller bu kez de akciğerin uç kısımlarındaki hücrelere etki ederek hâlâ eski usul sigaralara tercih eden tiryakilerin aksine skuamöz tipi değilde adeno tipi akciğer kanseri geliştirdiğini sigara içmeyen pasif içicilerin %66.8 oranında adeno tipi akciğer kanseri teşhis edildiğini biliyor musunuz?

Alıntı: Kansersiz yaşam derneği
 
Kumaş Seçerken Bilmeniz Gerekenler
Doğal Yaşam


Çeviren ve Derleyen: Şadiye Ateş (sadehayat.com)

Kumaş deyip geçmeyin. Giyim İslam’da ve Semavi dinlerde önemli bir yere sahip. Hakkında birçok dinde önemli düzenlemeler bulunan giyim konusu sadece ne tür kıyafetler giyilmesini değil hangi kumaşları kullanmak gerektiğini de kapsıyor. Giyim tarih boyunca insan bedenini fiziksel ve ruhsal etkilerden korumak için bir ihtiyaç olarak gelişmişken, günümüzde tam aksine zarar veren bir hale dönüşmeye başladı bile.

Kumaşlar yalnızca giyimde değil günlük hayatımızın pek çok alanında karşımıza çıkıyor. Nevresimlerde, mobilya ve arabalarımızdaki döşemelerde kadar günlük yaşantının her alanında kumaşlarla iç içeyiz. Buna rağmen çok azımız seçilen kumaş türünün sağlığımız için önemli olduğunun farkındayız. Kumaşlar hakkında yapılan araştırmalar sentetik ve yeni teknoloji ürünü kumaşlardan uzak durulması gerektiğini; geleneksel, sünnete uygun kumaşların tercih edilmesi gerektiğini gözler önüne seriyor. Dolabınızda naylon, polyester, akrilik adına ne varsa terk edip; pamuk, keten, yün, ipek, kaşmir gibi doğal kumaşlar kullanmanızı öneriyoruz.

Kumaş Dünyası

Geçmişte insanlar doğal liflerden yapılan yün, kaşmir, pamuk, ipek, keten ve kenevir gibi kumaşları kullanırdı. Fakat bugünkü giyim mağazalarına göz atarsanız suni ipek, polyester, akrilik, asetat ve naylon gibi sentetik kumaşlardan başka bir ürün bulamazsınız. Sunulan ürünler leke tutmayan, kırışmayan, nanoteknoloji ile üretilen suni kumaşlardan öteye gitmiyor ne yazık ki.

Kumaşların yeni teknolojilerle üretilmesi işleri kolaylaştırıyor gibi görünse de sağlığımızı tehlikeye attığı da bir gerçek. Unutmayın kimyasal işlem görmüş doğal veya sentetik her türlü kumaş, cilt yoluyla vücudunuza nüfuz ediyor. Özellikle parlak renkli, plastik baskılı kıyafetler sadece yetişkinlerin değil çocukların da sağlığını etkiliyor.

***En zararlı 6 kumaş türü***

Giyim, nevresim veya kumaş kaplı mobilyalar alırken ürünlerin etiketlerini mutlaka kontrol edin. Kumaşların ham maddelerini öğrenmeniz zararlı olanlardan uzak durmanıza, bilinçli seçim yapmanıza yardımcı olacaktır.

1. Polyester satın alabileceğiniz en tehlikeli kumaştır. Polyester naylon ve plastikten elde edilir. Derinin hava almasını önler. Polyester ve naylon kumaşlar gribal enfeksiyonlara davetiye çıkarmakla birlikte, çeşitli cilt hastalıklarına ve kadın hastalıklarına sebep olabilir. Hayvanlar üzerinde yapılan bir araştırma, polyester iç çamaşırlarının sperm sayısı ve hareketliliğinde düşüşlere sebep olduğunu göstermiştir. Benzer çalışmalar insanlar ve fareler üzerinde de yapılmıştır. Polyester sentetik yapısı itibariyle, çok güçlü bir elektrostatik potansiyel üretir. Yapılan bir diğer araştırmada hamileliği normal devam eden 5 ile 7 arasında köpeğe %100 polyester kıyafetler giydirilmiştir. Ve araştırmanın ilk ayı içerisinde bu köpeklerden ikisinin elektrostatik enerjilerinin aşırı artması sonucu progesteron oranlarında aşırı düşüş nedeniyle ani düşük yaptıkları görülmüştür.

2. Akrilik kumaşlar sentetik polimerler olan akrilik liflerinden yapılır. Akrilik ipliklerle dokunmuş kumaşlar, çocuklarda teri iyi çekmediği için vücudun ısı dengesini bozar ve gribal enfeksiyonlara sebep olabilir. Daha da ötesi, polimerler plastiğin ana maddesidir ve kanserojendir.

3. Rayon geri dönüştürülmüş odun hamurudur. Düzenli yıkama ve giyinmeye karşı dirençli olması için kostik soda, amonyak, aseton ve sülfürik asit ile işlem görmüştür.

4. Asetat ve triasetat selüloz denen ağaç liflerinden yapılır ve son ürün oluşturmak için geniş bir kimyasal işleme tabi tutulur.

5. Naylon petrolden yapılır, kalıcı ve zararlı olabilen kimyasallar ile işlenir.

6. Leke tutmaz, ütü gerektirmez, buruşmaz, güve kovucu her şey. Leke tutmaz ve buruşmaz kumaşların çoğu teflon gibi florlanmış kimyasallar ile işlenir.

Modern Kumaşlar

Unutmayın! Doğal olanlar da dâhil birçok kumaş;

  • Deterjanlar,
  • Petrokimyasal boyalar,
  • Çekmeyi önlemek için formaldehit,
  • Uçucu organik bileşenler,
  • Dioksin üreten ağartıcı,
  • Kimyasal yumuşatıcılar içeren önemli bir işleme tabii tutulur.
Bu kimyasallar insan bedeni için zehirlidir, ağır metaller içerir ve çevreyi kirletirler.

Peki Ne yapmalıyız?

1. İyi Kumaşlar Seçin: Kimyasallara karşı duyarlı iseniz ya da çevrenizi sağlıklı kumaşlarla donatmak istiyorsanız kumaş seçimi hakkında bilgi sahibi olmanız gerekir. Bugün ulaşabileceğiniz doğal kumaşlardan bazıları şunlar;

  • Pamuk
  • İpek
  • Keten
  • Kenevir
  • Yün
  • Kaşmir
Günümüzde ne yazık ki organik kumaşlar daaz da olsa işlenebiliyor. Yine de sentetik kumaşlara oranla daha sağlıklı seçenek olan doğal kumaşları kullanmanızı öneriyoruz. Üstelik mümkün olduğunca renksiz kumaşlar tercih etmekte fayda var, özellikle iç çamaşırlarında…

Doğal kumaşlar maddi açıdan biraz külfetli görünebilir. Ancak iyi kumaşa ve kıyafetlere harcadığınız her kuruşu geleceğe dair kıymetli bir yatırım olarak görebilir, kıyafetlerinizi uzun ömürlü kullanabilmek için özen gösterebilirsiniz. Teknolojinin hızla ilerlemesi doğal ürün seçeneklerini kısıtlarken bu tür yatırımlar ileri dönemlerde siz ve sevdikleriniz için sahrada su gibi kıymetli olacaktır.

2. Doğru Yöntemlerle Temizleyin: Kumaşların sağlığınıza zarar vermemesi için bir diğer önemli faktör temizleme yönteminizdir.

  • Mümkün olduğunca kuru temizlemeden kaçının,
  • çamaşırlarınızı doğaya ve size zarar vermeyen doğal temizleyicilerle yıkayın.
Organik gıda, saf su, doğal ve organik giysiler bir araya gelerek refah düzeyinizi artırabilir; daha sağlıklı bir hayata sahip olmanızı sağlayabilirler. Kullandığımız zehirli(zararlı) maddeleri hayatımızdan çıkarmak ilk bakışta çok bunaltıcı ve zor görünebilir ama her değişiklik gibi bu da adım adım başarılabilir. Zamanla hayatınızdaki ve çevrenizdeki değişimi göreceksiniz. Dünyadaki değişimler hayatınızda yaptığınız küçük değişikliklerle başlar.
Alıntı
 
Polyester Battaniye Sağlıklı mı? Almadan bir daha düşünün.

Polyester battaniyelerin sağlıklı olup olmadığı konusunda forumlarda temelde bir şeye dayanmayan veya bir tecrübeyle bağlantılı yazılar soru işaretleri doğurmaktadır.

Öncelikle piyasada bulunan ürünlerin ham madde kaynaklarına bakmamız önem arz etmektedir.

Dünya üzerinde pek çok firmanın üretim tesislerini Çin'e taşıdığını veya Çin'deki fason üretim yapan firmalara üretim yaptırttığını görmekteyiz.

Çin malları gibi bir klişeden uzak durarak bu konuya öncelikle bakmakta fayda var. Çin Malları için kullanılan hammaddelerin fiyatları dünyanın pek çok yerinde aynı fiyattır. Ucuz ürün piyasaya sürebilmek adına farklı yollar izlenmekte. Maliyetleri düşürmenin yolları olarak firmalar AZOR boyalar, geri dönüştürülmüş malzemeler, herhangi bir kontrolden geçmemiş ham maddeler kullanıldığı görülmektedir.

Herhangi bir kalite belgesine sahip olmayan Polyester Battaniyeler de genelde kontrolden geçmedikleri için televizyonlarda afişe olan kanserojen ayakkabılar gibi her an gündeme gelebilecektir.

Gelelim bir diğer konuya: OEKO-TEX.



Ayrıca battaniye alırken OEKO-TEX 100 zararlı madde içermez testi var mı bakınız.

Sıcak tutsun yıkaması rahat olsun, yumuşak olsun diyorsanız

kaliteli Akrilik Vizon Battaniye kullanmanızı öneririm.

Unutmayın OEKO-TEX 100 belgesi olmayan ürün almayın. (tavsiyem Diri Gold fiirmasının battaniyeleri).


Alıntı
 
STATİK ELEKTRİKTEN KURTULMA

*Su insan vücudunda statik elektriği atmanın en iyi yoludur. (Bilimsel açıdan bakıldığında güneşte ısınmış veya durgun haldeki beklemiş suların vücuttaki statik elektriği atma özelliğini kaybettikleri görülmüştür, buna dikkat edin).

İçtiğiniz su miktarına dikkat edin az olmasın.

En kısası, el ve eklemlerinizi yıkayın, 2 günde bir banyo yapabilirsiniz ve-veya haftada en az 3 gün bir leğen içerisine sıcak su ile birlikte kalın tuz (kaya tuzu ve deniz tuzu gibi) veya 1 çay bardağı elma sirkesi koyup 45 dakika ayaklarınızı bu suda bekletin hem statik elektriği hemde ayak tabanında bulunan 9000 bin civarındaki gözenek sayesinde zararlı bir çok maddeyi vücudunuzdan uzaklaştırmış olursunuz. Bu leğendeki suya hiç dokunmadan, sağa sola sıçratmadan itina ile lavaboya dökün. (Hatta bu suya sodyumbikarbonat eklerseniz ayak mantarlarından da kurtulabilirsiniz.)

*Tabanı lastik olan terlik, bot yada ayakkabı giymemenizi tavsiye ederim. Hatta mümkünse kösele en sağlıklılarından.

*Polyester ve benzeri plastik karışımlı+ yün tekstil (iç çamaşırı, kıyafet, battaniye, döşemelik gibi) ürünlerini kullanmayın.

*Çıplak ayak toprağa basın, basamıyorsanız, kille uğraşın o da yoksa duvara avuçlarınızı dayayın.

*Ortamın nem değerini arttırmanız çözüm olabilir.

* Çoğu tarafı PVC'den yapılmış ya da kaplanmış mobilyalarla temastan kaçının ve o tür ortamlardan uzak durun.

*Anti-statik el ve ayak bilekliği kullanabilirsiniz sürekli oluyorsa.
örnek ürün:
http://urun.gittigidiyor.com/kozmetik-kisisel-bakim/antistatik-bileklik-6115-146232490

*Cam, kuru tahta, lastik- plastik, mika, porselen, kağıt, seramik, hava (nemsiz) yalıtkandır.
Bakır, alüminyum, demir, çelik vs. iletkendir.
İki yalıtkanın teması da statik elektriğin oluşmasını sağlar. Kuru saç ve tarak gibi.
Bunlara temas konusunda daha titiz olunabilir veya dengeleme yapılabilir.
 

Bir ek daha:
* "İlla vücuttaki elektriği atmak istiyorsanız bakır bilezik takın ya da bir zamanlar çok moda olan iki başında bakır top bulunan bilekliklerden takın. Çok daha etkili olur. Vücuttaki elektriğin azalması hem eklem ağrıları azaltır hem de kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlar." Prof. Dr. Fikret Tüzün
 
*#Kuruyemiş #nuts keşke çiğ olarak tüketebilsek; ancak paketli satılanların çoğu yemesi daha keyifli olduğundan tercih edilip yüksek ısılarda kavrulmaktadır. Kavurma ile aslında birtakım besleyici özelliklerini yitirmekle birlikte #peroksitdenilen yemişin bünyesindeki yağın acılaşması oluşmaktadır. Raf ömrü süresince de bu peroksit günden güne artmaktadır. Yani bugün üretilmişte test ettiğimizdeki ile 1 hafta ve 1 aydakinde veya raf ömrü dolmaya yakında aritmetik bir artış oluşabilmektedir (gün geçtikçe bayatlayan aslında acılaşma ve ortam ile okside olmuş ürün). Bu acılaşma yağ oranı yüksek olan çerezlerde daha radikal boyutlara ulaşabilmektedir. O yüzden raftan kuruyemiş alırken mümkünse bunu düşünerek en geç SKT (son kullanma tarihli) olanı tercih etmekte fayda var...
Özellikle kuruyemişçilerden sıcak sıcak aldığımız kuruyemişlerde satıcı maalesef depoladığı o çeliğe benzer kuruyemişliği hergün bir ısıtır bir kapatır o da bu süreci daha kolay hızlandırır ve bayatlama paketli ürüne göre çok daha radikal ve hızlı olur.
Gıda müh. ERDEM ÖNER
 
Kolesterol
Yüksek kolesterol tehlikeli mi, tehlikesiz mi?
Bu hikayenin içinde biz de vardık!


Bu yazımız sahneye konmuş iki gerçek hikayeden oluşuyor.

Biz Türkiye’de sahneye konan ikinci oyunun içindeydik.

İlk hikayemiz, 1972 yılında sahneye konuyor.
1972 yılında Londra King’s College profesörlerinden Dr. John Yudkin’in yazdığı “Pure, White and Deadly” yani “Saf Beyaz ve Öldürücü” isimli kitabın basılmasıyla başlıyor.



"Pure White and Deadly" kitabının fotoğrafının üstüne tıklayarak kitabın PDF 'ine ulaşabilirsiniz.

Bu kitapta şekerin zararları anlatılıyor. Şekere o güne kadar en ucuz enerji kaynağı gözüyle bakılırken Yudkin tüm ezberleri bozuyor ve şekerin öldürücü bir zehir olduğunu söylüyor. Kitabın birinci bölümünün son cümlesinde “Umarım bu kitabı okuduğunuz zaman sizi şekerin gerçekten tehlikeli olduğuna inandırmış olurum.” diyen Yudkin, kitabın son bölümünde de araştırmalarının ve yayınlarının nasıl engellendiğini anlatıyor

Düşünsenize dünyada her geçen gün şeker tüketimi artarken bir kişi çıkıyor ve şekerin zararlı olduğunu söylüyor. Şeker her şeyin içine girmiş durumda. Şeker kullanılmaması demek gıda sektöründeki pek çok kuruluşun çökmesi demek.

Gıda sektörünün temsilcileri çıkıp “şeker yararlıdır, bu kişi zırvalıyor” dese, insanlar gıda sektörünün çıkarları zedelendiği için böyle söylediklerini düşünerek Yudkin’in sözlerine daha çok itibar edecek. Tabii ki gıda sektörünün temsilcileri ortaya hiç çıkmıyor. Onların yerine bilim insanları devreye sokuluyor. Yudkin’in söylediği her şeyi çürütmeye çalışıyorlar. Yudkin’in meslektaşları yoğun bir anti kampanya başlatıyorlar. En ünlü profesörler çıkıp Yudkin’in Pure, White and Deadly‘ kitabıyla dalga geçiyorlar, alay ediyorlar ve aşağılıyorlar. Düşünün bir tarafta bir tane kitap yazmış bir profesör karşısında on binlerin temsilcisi olan yine profesörler.

Ardından İngiliz Şeker Kuruluşu basın açıklaması yayınlayarak Yudkin’in iddialarının “duygusal tezler” olduğunu söylüyor, Dünya Şeker Araştırmaları Kuruluşu da kitaba “bilim kurgu” kitabı diyor. Yudkin konferanslara çağrılmıyor, kendi organize ettiği toplantılar da son dakikada sponsorlardan gelen baskılarla iptal ediliyor (Örneğin Coca Cola). Katılabildiği konferanslarda şeker aleyhine verdiği bildiriler yayınlardan çıkarılıyor. Bu anti propaganda işe yarıyor ve kitap yeterince satamıyor. Gıda endüstrisi ve uzantısı bilim insanlarının organize bir biçimde karşı çıkmaları ve baskı oluşturmaları sonucu kitap rafa kalkıyor. Yudkin kitabı yazdıktan 23 yıl sonra 1995 yılında ölüyor.

Yudkin’in ölümünden 14 sene sonra 2009 yılında California Üniversitesi’nde çocuk endokrinoloji profesörü olan Dr. Robert Lustig raflarda tozlanan kitabı keşfediyor, “öncü” olduğunu ve içeriğinin gerçekleri yansıttığını ve “kâhince” olduğunu söylüyor ve kitaba bir ön söz yazarak kitabın ilk yazıldığından 40 yıl sonra ikinci baskısını yapmasını sağlıyor. İşte bugün şekerin zararlarıyla ilgili kabul edilen tüm gerçeklerin yer aldığı kitap da böylece piyasaya çıkıyor. 40 yıl içinde olan oluyor zaten. Diyabetin ve obezitenin bu kadar yayılarak milyonların sağlığının bozulmasının nedeni Yudkin’in meslektaşları. İşte tam burada Prof. Dr. Kenan Demirkol’un kullandığı şu söz aklımıza geliyor ister istemez."Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm çağı. Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız”

İkinci hikayemiz de Türkiye’de sahneye kondu!
Biz de Nurçin & Okan Çağlar olarak bu oyunun içinde kendimizi bulduk. Gelin hep birlikte bu gerçek hikayeye göz atalım.

BİZ DE BU OYUNUN İÇİNDEYDİK!

Biz 2011 Yılının Ağustos ayında Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay'ın "Bilimsel Gerçeklerle Kilo Vermenin ABC'si Karatay Diyeti" kitabını alıp, okuyup uygulayarak dahil olduk.

Karatay Diyeti kitabındaki bilimsel açıklamalar bize son derece mantıklı gelmiş ve uygulamaya karar vermiştik.







Birimiz (Okan) 12 yıldır kolesterol ilacı içiyordu ama Canan Hocaya güvenip içtiği kolesterol ilaçlarını bırakmıştı. Hem de en son Memorial Ataşehir Hastanesindeki Dahiliye Uzmanı Dr. Deniz Şahin Şimşek'in"içmezsen damarların tıkanır ve kalp krizi geçirirsin"korkutmasına rağmen.

Birimiz (Okan) 12 yıldır her gün 12 ilaç içiyor, diğerimiz (Nurçin) de 7 ilaç içiyordu.



Bu fotoğrafta A. Okan Çağlar'a çeşitli SGK anlaşmalı veya özel hastane tarafından verilen ilaç raporları ile bazı kan değerlerinden örnekleri görüyorsunuz.

Uzun yıllardır veremediğimiz kilolar bir bir gitmeye başlamıştı. Birimiz her ay 5 kilo yağdan kurtulurken diğerimiz de iki kilo yağdan kurtuluyordu.

Karatay sağlıklı beslenmesi bize çok iyi gelmişti ve her şey çok iyi gidiyordu. bir taraftan kilolar gidiyor diğer taraftan da kendimizi çok iyi hissediyorduk.

Derken birden bire medyada tartışmalar başladı.

Türkiye'de sahneye konan oyunun ilk perdesini Osman Müftüoğlu açtı

Prof . Dr. Osman Müftüoğlu 21 Kasım 2011 tarihinde yazdığı aşağıdaki yazı ile Karatay'a karşı başlatılan hamlenin ilk adımını atmış oldu. Daha sonra haberler birbirini izlemeye başladı.

"... Karatay hoca’nın kolesterol konusundaki düşünceleri kafamı karıştırdı... Kardiyologlara sordum; gördüm ki çoğu Karatay hoca’nın “Günde 2 yumurta yiyin, bonfileden korkmayın” önerilerine isyan ediyor.



Kolesterol konusu isyan ettirdi

Benim kafamı karıştıran nokta, bir kardiyoloji uzmanı olan Karatay hocanın kolesterol konusundaki düşünceleri oldu. Kardiyologlarla konuşunca gördüm ki, çoğu neredeyse isyan halindeler! Kardiyolog Dr. Murat Kınıkoğlu da KARATAY DİYETİ’ni eleştiren kalp uzmanlarından biri. Kişisel görüşlerimi bir başka yazıya erteliyor, sözü Dr. Kınıkoğlu’na bırakıyorum. "



Bu haberin tamamına fotoğrafın üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Ünlü Kalp ve Damar Cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez ve Türk Kardiyoloji Derneği başkan ve genel sekreteri basın toplantıları düzenleyip tüm TV kanallarına açıklamalar yapmaya başladılar.



Biz olan biteni şaşkınlıkla izlemeye başladık. Ama bir taraftan da korkuyorduk. Çünkü hem Kolesterol ilacını bırakmıştık hem tereyağı, yumurta ve hayvansal gıdalar alıyorduk. Bu hocalarımızın anlattıklarını duyup korkmamak gerçekten mümkün değildi.

Milliyet Gazetesi'nde çıkan Türk Kardiyoloji Derneğinin şu haberine bakar mısınız?



"Şöhret uğruna hayatla oynanıyor.


Türk Kardiyoloji Derneği (TKD) Başkanı Prof. Dr. Oktay Ergene, kolesterol ilaçlarının faydasına inanmadığını söyleyen Prof. Dr. Karatay'ın sözleri için 'Şöhret uğruna binlerce insanın hayatıyla oynamaktalar" dedi.



Bu haberin ayrıntılarına sağ taraftaki fotoğrafın üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.







Daha sonra da medyada çıkan haberler birbirini izledi ama biz daha fazla bekleyemezdik.

Hürriyet Gazetesinin 5 Aralık 2011 tarihli Sağlık sayfasında Buse Özel "Kolesterolde büyük kavga" başlığıyla verdiği haberde "Türk Kardiyoloji Derneği, geçtiğimiz gün bir basın toplantısı düzenleyerek 'kolesterol ilaçlarını bırakın' çağrısında bulunan hekimleri halk sağlığını tehdit etmekle suçladı" görüşüne yer vermiş. ayrıca "Prof. Dr. Bingür Sönmez SUÇ DUYURUSUNDA BULUNUYORUM""başlığı altında da Sönmez'in görüşlerini dile getirmiştir.

Sağ taraftaki fotoğrafın üzerine tıklayarak haber kaynağına ulaşabilirsiniz.





Kenan Erçetingöz’’ün 22 Aralık 2011 tarihli yazısına bir göz atalım. “7 Aralık 2011’de Türkiye Kardiyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Oktay Ergene, Genel Sekreter Prof. Dr. Mehmet Aksoy ve Prof. Dr. Bingür Sönmez bir basın toplantısı yaparak kolesterol konusundaki düşünceleri nedeniyle Prof. Dr Canan Karatay’ı sert ve etik dışı bir dille kınamıştı. Canan Karatay için aşağılayıcı kelimeler kullanan Bingür Hoca ‘emekli bir doktor’ demişti. Daha da ileri giderek Canan Karatay için halkın sağlığını tehlikeye sokmak gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu!”

Sol taraftaki fotoğrafın üzerine tıklayarak haber kaynağına ulaşabilirsiniz.





Özellikle Prof Dr. Bingür Sönmez TV lere çıkıp "onlar 2 kişi biz 10 binleriz" diyor ve kime inanılması gerektiğini söylüyordu.

Prof. D. Canan Efendigil Karatay ve arkadaşları mecburen kendilerini savunmak durumunda kalıyorlardı. Onlar da bir basın toplantısı düzenlediler.

Soldan Sağa Prof. Dr. Canan Karatay, Uzman Biyolog Mevlut Durmuş, Prof. Dr. Ahmet Aydın,Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusata. Basın toplantısının metnine fotoğrafın üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Prof. Dr. Canan Karatay, Prof. Dr. Ahmet Aydın, Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta ve Uzaman Biyolog Mevlut Durmuş gibi bağımsız bilim insanları 2 Aralık 2011 tarihinde bir basın toplantısı düzenleyerek kolesterol konusundaki görüşlerini açıkladılar ve KARAR HALKIMIZINDIR dediler.

Tartışmalar 21 Kasım 2011 'de başladı ve Kasım ayının sonuna doğru gittikçe tırmandı. Canan Hoca'ya her ne kadar inanıyorsak da karşımızda Canan Hocanın yanlış yaptığını söyleyen 10 binlerce doktorun temsilcileri vardı. Geçekten Bingür Sönmez'in söylediği gibi bir tarafta on binlerce doktor karşılarında da üç kişilik bir grup.

Soluğu Özel Marmaris Hastanesi'nde aldık ve Endokrinolog Doç. Dr. Melek Tezcan'a tüm ayrıntılarıyla anlattık. On binlerin temsilcisi Türk Kardiyoloji Derneğinin yöneticilerine göre hayatımız tehlikeye girmişti. Hem kolesterol ilacı içmiyorduk hem de her gün iki yumurta ve arada sırada da bol bol bonfile pirzola yiyorduk.

1 Aralık 2011 sabahı kanımızı verdik ve öğle saatlerine doğru tahlil sonuçlarımızı aldık. Tahlil sonuçlarımızı aldığımızda gözlerimize inanamadık. Sonuç: Her şey mükemmeldi. Sağlıklı beslenme ile yıllardır kolesterol ilacına rağmen düşmeyen kolesterol, şeker bile normale dönmüştü.



İşte o anda, Canan Karatay’ın bir kitabını okuyarak çıktığımız bu yolun ne kadar doğru bir yol olduğuna inandık. Bütün bu gelişmeleri Sağlık Bakanlığına ve bizim ilaç paralarımızı ödeyen SGK’nın bağlı olduğu Çalışma Bakanlığı’na belgeleriyle birlikte bildirdik.

Aynı bilgi ve belgeleri Canan Hocanın çalıştığı hastanenin info mail adresine de gönderdik. "Şayet size dava açılacak olursa bizi lütfen tanık olarak yazdırın" dedik



Çalışma Bakanı Faruk Çelik'e gönderdiğim yazının ekinde de benim (Okan) içmediğim 7 kutu Lipitor ilacı vardı. Aynı yazıyı bilgi için de Başbakan'a göndermiştim. Ben bir ara Faruk Çelik TBMM Grup Başkan Vekiliyken OSB Kanun çalışmalarıyla ilgili Başbakanın talimatı ile Faruk Beye özel danışmanlık yapmıştım. Yazı Çalışma Bakanlığına ulaşınca özel Kalemden aradılar. Özel Kalem müdürüne "Bakan beyle olan ilişkimizi anlattım ve Bakan Bey yazıyı ve eklerini bir not ile iletmesini rica ettim. Bundan yaklaşık 3 ay sonra Datça'da üst komşum olan Deva İlaçlarının sahibi Philipp Haas ile konuşurken Faruk Çelik'in ilaç işverenlerini toplantıya çağırarak "kolesterol ilaçlarına yatırım yapmayın, yavaş yavaş ilaç verilme değerlerini yükseltip uzun vadede para ödemeyeceğim, sağlıklı beslenince zaten bu değerler kendiliğinden de düzeliyor" demiş. Philipp bu olayı anlatınca ben de hem çok mutlu oldum hem de gülmeye başladım ve kendisine Bakana gönderdiğim yazıyı anlattım.

Tabii ki dava açılmadı, daha doğrusu açılamadı.

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'nun başlattığı, Prof. Dr. Bingür Sönmez ve Türk Kardiyoloji Derneğinin zirveye taşıdığı Karatay'ı karalama, aşağılama kampanyası tam anlamıyla başarılı olamamıştı. Çünkü kitabın çıkmasıyla karalamanın başlandığı tarih arasında Karatay Diyetini uygulayanlar sonuçlarını görmeye başlamıştı bile. Bizim gibi onlarca insanın belgeleri birikmişti. Bu grubun unuttuğu sosyal medya vardı artık. Biz önceKaratay Diyeti ve Sonuçlarıadı altında bir Facebook sayfası oluşturduk ve gelişmeleri orada paylaşmaya başladık. Daha sonra sayfamızın adında "Karatay" sözünün geçmesini etik bulmadık ve Sağlıklı Yaşıyoruz sayfasını oluşturduk.


Ancak başından beri Canan Hocaya karşı olan ve bunu bir telefon konuşmasında bizzat bize de dile getiren Hürriyet Gazetesi Sağlık Editörü Mesude Erşan ve ekibinden bu gelişmelerle ilgili bir tek olumlu yazı çıktığını biz görmedik. Acaba Canan Hocaya yaptıkları haksızlığın ortaya çıkmasını mı istemiyorlardı.


Uzun bir aradan sonra Hürriyet Gazetesinde Canan Hoca ile ilgili ilk ve tek olumlu haber Güzin Abla köşesinde bizim hikayemiz oldu.Güzin Abla sayesinde uygulanan gizli ambargoyu delmiştik..

Haberin ayrıntılarına ulaşmak için sağdaki fotoğrafın üzerine tıklayın.



Yıllar geçti Karatay sağlıklı beslenmesi gittikçe yayılmaya başladı. Daha da önemlisi Karatay ve arkadaşlarının söylediklerinin gerçek olduğu bir bir anlaşılmaya başladı.

  • Yumurta aklandı,
  • Tereyağı aklandı,
  • Sıra kolesterole geldi.
Tabii ki Canan Hoca hakkında antipropagandayı başlatan Hürriyet Gazetesi çıkıp da"Canan Hoca yine haklı çıktı"diyemezdi. Birileri demeye kalksa büyük olasılıkla sağlık editörü veya Osman Müftüoğlu buna engel olabilirdi, aynen de öyle oldu.

10.08.2014 Tarihli Hürriyet gazetesinde Yalçın Bayer’in köşesinde satır arasında ilginç bir haber yer aldı Bu haberi aynen aktarıyoruz.

“Prof. Sönmez’den Uyarı!

Bugüne kadar doğru bilinen, 'Yüksek Kolesterol tehlikelidir' tezi kalp ve damar cerrahisi uzmanı Prof. Dr. Bingür Sönmez tarafından çürütüldü. Kalp ve damar sağlığını bozan en büyük tehlikenin sanıldığı gibi kolesterol değil, karbonhidrat - şeker olduğunu, kolesterole vücudun ihtiyacı olduğunu söyleyen Bingür Sönmez, 'Kolesterol seviyesi ne kadar azsa o kadar iyidir düşüncesi yanlıştır' dedi. Prof. Dr. Sönmez 'Düşük kolesterol kanser yapıyor' dedi."

Haberin ayrıntılarına ulaşmak için yukarıdaki fotoğrafın üzerine tıklayın.

Biz bu haberi okuyunca "pes" dedik ve şaşkınlık içinde kalakaldık. Yukarıda sahneye konan oyunu ayrıntılarıyla izlediniz. Benzer düşünceleri üç yıl önce Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay dile getirdiğinde ortalık birbirine girmedi mi? Bingür Sönmez ve arkadaşları Canan Hoca için suç duyurusunda bulunmadı mı?

Şimdi de yaklaşık 3 yıl önce suç duyurusunda bulunan Prof. Dr. Bingür Sönmez sanki bütün bu söylediklerini unutmuş, “kolesterolün tehlike olmadığını söylüyor” ve bunu adeta tek tek araştırmış da kendi bilimsel araştırma sonuçlarını açıklar gibi sunuyor, Hürriyet Gazetesi ve Yalçın Bayer de buna aracılık ediyor.



Yalçın Bayer'e bir mail gönderdik ve Canan Hocaya yapılan haksızlığı tek tek izah ettik.



Yalçın Bey ne mi yaptı. Bizim gönderdiğimiz maili okumadan sildi. Gazetede yaptığımız yorumların hiçbirine yanıt bile vermedi!






Bu arada Bingür Hoca "yağda üç yumurta" yiyerek basına poz vermeye başladı. Ama beslenme ile ilgili daha yolun başında olduğunun belgesi bu fotoğraf. Ayrıca "Aleme verir talkımı kendi yutar salkımı" misali hastalarınahaftada 2,5 yumurta verirken kendisi bir seferde 3 yumurta yemektedir.



1972 ‘de John Yudkin’in “Pure, White and Deadly” (Saf beyaz ve öldürücü) kitabı basıldığında meslektaşları tarafından yapılan yok etme operasyonu başarılı olmuş ama Türkiye’de Prof. Dr. Canan Karatay'ı yok etme girişimi sosyal medyanın da gücüyle başarısız oldu.Çünkü gerçekleri örtmek, saklamaya çalışmak bu çağda artık mümkün değil. Buna ne Hürriyet Gazetesinin ne de diğer medya gruplarının gücü yeter.





Bu yapılanın Canan hocaya ve arkadaşlarına en hafif ifadesiyle haksızlık olduğunu düşünüyoruz. Ancak bir de olaya iyi tarafından yaklaşalım ve Bingür Sönmez hoca geç de olsa, kendine mal etmeye de çalışsa artık yüksek kolesterolün tehlikeli olmadığını tam tersine düşük kolesterolün kanser yaptığını dile getirmeye başlamış diye memnun olalım.

Tarih 21 Şubat 2015 Hürriyet Gazetesi - Dünya

Haberin ayrıntılarına ulaşmak için fotoğrafın üzerine tıklayın

"ABD hükumetinin hazırladığı diyet rehberinden kolesterol sınırı çıkarılıyor" başlıklı haberde
"Uzmanların 30 yıl boyunca 'Fazla tüketmeyin' uyarısında bulunduğu terayağının hiç de zararlı olmadığı ortaya çıktıktan sonra şimdi de ABD'den radikal bir hamle geldi. Amerikalılar için hazırlanan diyet rehberinde revizyona giden uzmanlar, 300 miligram olan kolesterol üst sınırını listeden çıkardı. Gerekçe ise şu: Yüksek kolesterollü besinlerin kalp krizi ya da felç riskini artırdığına dair elde herhangi bir kanıt yok!

Beslenme kaideleri birer birer yıkılıyor... Önce; uzmanların 30 yılı aşkın bir süre boyunca "Kolesterolü yükseltiyor ve kalp krizini tetikliyor" diye uzak durulmasını tavsiye ettiği 'tereyağı' aklanmıştı.

Bilim adamları tarafından 1983'ten bu yana her fırsatta dile getirilen 'tereyağının zararları'na ilişkin net bir bilimsel kanıt olmadığı ortaya çıktı." denilerek

30 YILDIR YANLIŞ BİLİYORMUŞUZ
itiraf ediliyor.

Türkiye'de bize göre Kolesterol savaşını 21 Kasım 2011 de köşesinde başlatan

Prof Dr. Osman Müftüoğlu yazıyor: KOLESTEROL TABİİ Kİ FAYDALI!

Yazımızı Gandhi'nin sözü ile bitirelim.


Canan Hocayı önce görmezden geldiler. Baktılar ki kitaplar çok satılıyor gözleri açıldı,

Sonra Canan Hocayla alay etmeye başladılar. Yukarıdaki videoları mutlaka izleyin.


Sonra Canan Hocaya karşı topyekun savaşa başladılar. Bir taraftan Hürriyet Gazetesi, diğer taraftan Türkiye Kardiyoloji Derneği, Bingür Sönmez ve bunlara büyük bir destek veren basın... Mahkemeye verenler, korkutmaya çalışanlar vb. vb.


Ve Sonuç Sizce kim kazandı? İşte ABD'nin bugünkü açıklamasıyla Canan Karatay Kazandı.


Özür dilemek erdemliliktir. Bu hikayenin kahramanlarının hepsinden Canan Hoca ve arkadaşlarından özür dilemelerini bekliyoruz.


Nurçin & Okan Çağlar

Alıntı



Sağlıklı Yaşıyoruz
 
Melatonin, seratoninden oluşur. Biliyor muydunuz? Melatoninizi karanlıkta üretmeniz çok kolay. Ama ışık varsa zor. O zaman seratoninizden yiyorsunuz. Melatonine dönüşmek için uğraşıyor. Gece uyanmalarını engellemek için ileri yaşta seratonin verilir.
Alıntı: Dr. A. Çoruhlu

Akşam 23:00 civarı tam karanlıkta yatılmalı hatta göz bandı kullanılmalı.
Kanser hastalarının tedavisinde de melatonin hormonu verilir dışarıdan. (Körler bu yüzden kanser olmazmış).
 
UZMANLARIN BİLE YEMEYECEĞİ SEKİZ YEMEK


Gıda uzmanları toksinlerle ve kimyasallarla dolu malzemeleri gün ışığına çıkarıyorlar. Buna ek olarak, daha sağlıklı bir beslenme ve yaşam için küçük değişiklikler öne sürüyorlar. Farklı alanlardan uzmanlar bu sekiz yemeği neden yemediklerini açıklıyor.

Bir Endokrinoloğun Yemeyeceği: Domates konservesi
Bisfenol-A üzerine çalışmalar yapan Fredrick Vom Saal, Missouri Üniversitesinde bir endokrinolog.

Sorun: Teneke kutuların içine atılan reçine astar bisfenol-A içermektedir. Bu sentetik östrojen üreme bozukluklarından tutun da kalp hastalıkları, diyabet ve aşırı şişmanlığa kadar birçok hastalıkla bağlantılıdır. Ne yazık ki, asitlik (ki domateslerin öne çıkan bir özelliğidir) BPA (Bisfenol-A)’nın yemeğinize bulaşmasına sebep olur. Araştırmalar gösteriyor ki, birçok insanın vücudundaki BPA oranı sperm üretimini engelleyecek ya da hayvan yumurtalarında kromozomal hasar yaratacak seviyeleri aşmış durumda. Vom Saal “Domates konservesi başına 50 mikrogram BPA tüketiriz ve bu miktar da insanları özellikle gençleri etkilemeye yetiyor.” dedi. “Domates konservelerine elimi bile sürmem.”

Çözüm: Reçine astarı istemeyen cam kavanozlardaki domatesleri tercih edin.

Bir Çiftçinin Yemeyeceği: Mısırla beslenmiş besili sığır eti
Joel Salatin, Polyface Çifliğinin eş sahibi ve sürdürülebilir çiftçilik üzerine yarım düzine kitabın yazarıdır.

Sorun: Evrimsel gelişimlerine göre sığırlar ot yemelilerdir, tahıl değil. Ama günümüz çiftçileri sığırlarını mısır ve soya fasulyesiyle besliyor, ki bu da sığırların kesime uygun kiloya normalden daha çabuk erişmesini sağlıyor. Fakat, sığır çiftçilerinin cebine daha çok para girmesi (ve tabi marketlerde daha ucuz fiyatlar görmek) demek bizim için çok daha az besleyici et demektir. USDA (Amerika Tarım Bakanlığı) ve Clemson Üniversitesinden katılımcılar tarafından yeni yapılan geniş çaplı bir araştırma sonucunda, beta-karoten, E vitamini, omega-3ler, kökteş linoleik asit (CLA), kalsiyum, magnezyum ve potasyum oranının otla beslenmiş sığır etinde mısırla beslenmiş besili sığır etinde olduğundan daha yüksek çıktığı bulunmuş; enflamatuar omega-6lar ve kalp hastalıklarıyla ilişkilendirilen doymuş yağın otla beslenen sığır etinde daha az olduğu keşfedilmiştir.

Çözüm: Otla beslenmiş sığırın etini tüketin. Genellikle damgalıdır çünkü özel kalitedir.

Bir Toksikoloğun Yemeyeceği: Mikrodalgada patlamış mısır
Olga Naidenko, Environmental Working Group’un üst düzey bilim insanıdır.

Sorun: UCLA (Kaliforniya Los Angeles Üniversitesi) tarafından yapılan bir araştırmaya göre perflorooktanoik asit (PFOA) de dâhil olmak üzere, mikrodalga patlamış mısırların paketlerinin astarı için kullanılan kimyasalların insanlardaki kısırlıkla bağlantısı olabilirmiş. Hayvan deneylerinde, kimyasalların laboratuvar hayvanlarında karaciğer, testis ve pankreas kanserine sebep olduğu tespit edilmiş. Araştırmalar gösteriyor ki mikrodalgalar kimyasalların buharlaşmasına ve patlamış mısıra karışmasına neden oluyor. “Vücutta yıllarca kalıp, kanla birlikte hareket ediyorlar” diyor Naidenko. Araştırmacıları endişelendiren insanlardaki kimyasal seviyesinin laboratuvar hayvanlarında kansere yol açan düzeye gelmesi. Gönüllü olarak imzaladıkları bir EPA (Çevre Koruma Örgütü) planı uyarınca DuPont ve diğer üreticiler PFOA’ı 2015’e kadar tamamıyla ürünlerinden kaldırmaya söz verdi, fakat bu o zamana kadar milyonlarca mikrodalga patlamış mısırın satılmış olacağı gerçeğini değiştirmiyor.

Çözüm: Eski usul organik mısır patlatın: tencerede. Aromalar için, hakiki tereyağı ya da dereotu, kurutulmuş sebze taneleri ya da çorbalık malzeme kullanabilirsiniz.

Bir Çiftlik Müdürünün Yemeyeceği: Organik olmayan patates
Jeffrey Moyer Ulusal Organik Standartların başkanı.

Sorun: Kök sebzeler toprakta olan otkıran, böcek ilaçlarını ve mantarkıranları emerler. Patateslerde büyüme mevsimlerinde mantarkıranlarla aşılanıp hasat mevsiminden önce lifli filizleri öldürmek için otkıranlarla ilaçlanırlar. Hasat edildikten sonra, patatesler tomurcuklanmasın diye yine aşılanırlar. “Bunu bir deneyin: Herhangi bir marketten sıradan bir patates alın ve onu tomurcuklandırmaya çalışın. Tomurcuklanmayacaktır.” diyor, Rodale Enstitüsünde (Prevention’ın yayıncısı olan Rodale A.Ş.nin sahip olduğu enstitü) çitlik müdürü, Moyer. “Ne olursa olsun kendi sattığı patatesleri yemeyeceklerini söyleyen patates yetiştiricileriyle konuştum. Öğrendiğime göre, kendileri için yetiştirdikleri patatesler için bütün o kimyasallardan uzak bir arsaları varmış.”

Çözüm: Doğal patatesler alın. Zaten patatesin içine işlemiş kimyasalları ne kadar yıkarsanız yıkayın, boşa çabalamış olursunuz.

Bir Su Ürünleri Uzmanının Yemeyeceği: Çiftlik somonu
Dr. David Carpenter, Albany Üniversitesindeki Sağlık ve Çevre Enstitüsünün başkanı, Science dergisinde balıkların kirlenmesi üzerine yaptığı geniş çağlı bir araştırma yayınladı.

Sorun: “Doğa ananın, somonların çitler arasında hapsedilip soya, kümes pisliği ve hidrolize edilmiş tavuk tüyleriyle beslenmesini istemediğinden eminim. Sonuç olarak, çiftlik somonu D vitamini açısından fakir ve kanserojenler, birincil biliyer siroz, bromlu flam geciktiriciler ve dioksin, DDT gibi böcek ilaçları içeren kirleticiler bakımından zengindir. Bu tarz somonları kanser riskini yükseltmemek için 5 ayda bir yiyebilirsiniz.” diyor 2004 balık kirlenmesi çalışması medyanın yoğun ilgisiyle karşılanmış olan Carpenter. Bu balıkları yetiştirirken kullanılan yüksek dozlardaki antibiyotik ve böcek ilaçları da endişelendirici nitelikte. Çiftlik somonlarını yediğinizde, midenizi aynı ilaçlar ve kimyasallarla dolduruyorsunuz.

Bir Kanser Araştırmacısının İçmeyeceği: Yapay hormonlarla üretilmiş süt
Rick North Oregon Sosyal Sorumluluk İçin Tabiplerin Güvenli Yemek Kampanyası’nın proje müdürü ve Amerikan Kanser Topluluğu’nu Oregon ayağı CEO’su.

Sorun: Süt üreticileri süt ineklerini rekombinant büyükbaş büyüme hormonuyla (rBGH ya da rBST olarak da bilinirler) aşılayarak süt üretimini hızlandırıyorlar. Ama rBGH inek memesinde iltihap oluşumuna yol açmanın yanı sıra iltihabın süte de karışmasına neden oluyor. İnsülin-benzeri diye de adlandırılan bir büyüme faktörünün de sütte yüksek dozlarda bulunmasına sebep oluyor. İnsanlarda, yüksek dozda IGF-1 meme, prostat ve kolon kanserine yol açabiliyor. “Hükümet rBGH’yi onayladığında, sütten gelen IGF-1’in sindirim kanallarından geçmesine olanak sağlayacağını düşündüler.” diyor North. “Gelgelelim, birçok endüstrileşmiş ülkede yasak.”

Çözüm: Pastörize edilmemiş süt veya rBGHsiz, rBSTsiz, yapay hormonlarla üretilmemiş süt alın ya da organik süt tüketin.

Biyo-teknoloji Uzmanı: GDO’lu Fermantasyon Geçirmemiş Soya
Michael Harris genetiğiyle oynanmış yemekleri içeren biyo-teknoloji sektöründe birçok proje yürütmüş bir uzman. Xenon Eczacılık ve Genon Şirketi gibi şirketlerde danışmanlık ve yönetim kadrosunda görev almıştır.

Sorun: Genetiği değiştirilmiş yemekler DNA üzerinde yapılan oynamaları ve bir türden başka bir türe genetik kodların aktarılmasını içerdiği için büyük bir endişe kaynağı haline geldi. Fermantasyon geçirmiş soya insanların tüketimi için uygun olan tek soyadır ve, dünyadaki soyanın %90’ının genetiği değiştirildiğinden, eğer tükettiğiniz soyanın organik olduğundan emin değilseniz, uzun süreli sağlık sorunları sizin için kaçınılmaz. Hele de soyanın hormonal dengeleri etkilediğini ve kansere bile yol açtığını göz önüne aldığımızda, tehlikenin asıl boyutu ortaya çıkıyor.

Çözüm: Soyanın üzerindeki ibareleri incelerken GDO’lu olmamasına ya da doğal olmasına dikkat edin. Asla ama asla, fermantasyon geçirmemiş soyayı tüketmeyin. Eğer mümkünse şirketle iletişime geçerek GDO’suz soyanın tam olarak nereden geldiğini öğrenin.

Organik Yiyecek Uzmanlarının Yemeyeceği: Marketlerde satılan elmalar
Tarım endüstrisinin eski başkanı, organik yiyecekleri destekleyen bir tarım politikası güden araştırma grubu Cornucopia Enstitüsü’nün müdür yardımcısı.

Sorun: Eğer sonbahar mevsiminin meyveleri “en çok böcek ilacına maruz kalan meyve” yarışması düzenleseydi, elma kazanırdı. Neden mi? Çünkü ağaçta yetiştikleri için sürekli aşılanıyorlar ki elmanın her çeşidi tadını korusun. Hâl böyle olunca da, elmalar böceklere karşı direnç geliştiremiyor ve sürekli ilaçlanmaları gerekiyor. Meyve endüstrisi bu işlemlerin zararlı olmadığını öne sürüyor. Ama Kastel kimyasallara en az maruz kalmış ürünü tercih edersek biz de zararlarından o kadar korunmuş oluruz diyerek karşılık veriyor. “Çiftlik çalışanlarının birçok kanser türüne yakalanma olasılıkları daha yüksek.” diyor. Ve sayıca artan bilimsel araştırmalar Parkinson hastalığıyla vücutta biriken her tür böcek ilacıyla alakalı olduğunu göstermeye başlıyor.

Çözüm: Organik elma alın.

Kaynak: http://preventdisease.com/news/13/100813_8-Foods-Even-The-Experts-Wont-Eat.shtml

Bu yazının çevirisi http://www.yesilist.com/ web sitesi editörleri tarafından yapılmıştır.

Alıntı: Dünyalılar.org
 
Yoğurt#toprakkap#sırlama#ağırmetal#sağlıklıyaşam

Toprak kaplarda satılan yoğurtların üretiminde kabın iç yüzeyi farkettiyseniz böyle parlak bir sır kaplıdır. Bu malzemenin gözenek yapılı polimer bir yapıda oluşu ve bunun da gıdanın asitliği ile geçirgen olabileceği düşünülürse yoğurdun 42-44 derecedeki mayalanması esnasında bu sır maddesinin ve toprağın kendinden gıdaya geçirgenliği olasıdır. Kaldı ki burada toprak kabın bünyesindeki ağır metallerden özellikle kurşun ve kadmiyumun ısı ve asitlik ile gıdaya difüze olabilecektir. Ancak net olarak zararlıdır veya zararsızdır diyemeyiz, o sırlanmış parlak malzemenin kimyası incelenmeli, yapısında özellikle kurşun var mı yok mu, toprak kabın da ağır metal analizleri bakılmalıdır. İlk defa aldığınız toprak kabınızı da en az 1 gün suda bekletebilirsiniz .
Gıda mühendisi Erdem Öner
 
SUMAK
Kanser Araştırma Enstitüsünde yapılan çalışmada sumağın hücrelerin genetik şifresinin saklı olduğu DNA yspısını koruyucu etkisi olduğu saptanmış, bu araştırmada sumak özütü ve onun aktif maddesi olan galik asit hem hücreleri hem hücre zarı patlamasına hem de hücre içi proteinlerinin zedelenmesine karşı korumuş..

Kanser hastaları maruz kaldıkları yoğun kimyasal tedavilere bağlı olarak oksitleyici ajanlara maruz kalırlarmış, bu sebeple ilaç baharat olarak diğer baharatların yanında tavsiye ediliyor sumak hem pişmiş hem çiğ olarak....( bknz kanser iyileşir/)
 
Biliyor muydunuz?

1 adet kırmızı acı biber (yaklaşık 45 gram) günlük C vitamini ihtiyacının tamamını tek başına karşılar. Aynı zamanda A, K, B6 vitaminleri bakımından zengin olan kırmızıbiber iyi bir potasyum, demir, fosfor, kalsiyum ve manganez kaynağıdır. 1 adet kırmızıbiber sadece 18 kalori içerir.

100 gram haşlanmış ıspanak günlük A vitamini ihtiyacının yaklaşık 2 katını, C vitamini ihtiyacının %16'sını, demir ihtiyacının %20'sini ve kalsiyum ihtiyacının %14'ünü karşılamaya yeter. Ispanak ayrıca B6, E, C, K vitaminleri ile fosfor, potasyum, bakır, çinko mineralleri bakımından zengindir.

1 adet küçük boy haşlanmış ve kabuğu soyulmuş patates (125 gr) günlük C vitamini ihtiyacının %15'ini karşılar. B6 ve C vitamini içeren patates besin lifi, demir ve potasyum mineralleri içerir. 1 adet küçük patatesin kalorisi ise 107'dir.

Yumurta, C vitamini dışında neredeyse tüm vitamin ve mineralleri içerir. Ayrıca doğal olarak D vitamini içeren nadir besinler arasındadır. Çin'de her yıl 160 milyar yumurta üretilmektedir ve dünyada 150'den fazla tavuk cinsi bulunmaktadır.

Çok fazla havuç yemek özellikle avuç içi ve ayak tabanlarının rengini sarımsı turuncuya çevirebilir. Buna tıpta "carotenemia" adı verilmektedir. Havuç tüketimi azaltılarak cildin eski rengine dönmesi sağlanabilir.


Botanik olarak domates sebze değil meyvedir. Tüm dünyada her yıl yaklaşık 60 milyon ton domates üretilmektedir ve bu rakam domatesi dünyanın en popüler meyvesi yapmaktadır. En yakın rakibi muz üretimi ise 44 milyon tondur. Listede 3. sıra ise 36 milyon tonla elmanın.
 
Faydaları Saymakla Bitmiyor
Bu Bitkinin bir çay kaşığı kadarı bile hafızayı güçlendirmeye yetiyor



Tayvan’da yapılan araştırma, kahvaltıda bir gram zerdaçal tüketmenin diyabetin ilk evresinde ve bilişsel becerilerinde azalma riski bulunan kişilerin hafızasını güçlendirdiğini gösterdi.

Diyabet teşhisi koyulan 60 yaşın üzerinde kadın ve erkeklerin katıldığı araştırmada, bilim adamları zerdaçalın hafızaya etkisini araştırdı.

Katılımcılar kahvaltıdan önce ve saatler sonra hafıza testine tabi tutuldu. Kahvaltıda bir gram zerdeçal tüketen katılımcılar testlerde daha başarılı oldu.

Araştırmanın sonuçları, “Asia Pacific Journal of Clinical Nutrition” dergisinde yayımlandı.

Daha önceki araştırmalar, orta yaşlı diyabet hastalarının beyin hacmi kaybına daha yatkın olduğunu, bunun sonucunda da hafıza ve düşünme becerilerini kaybetme riski taşıdıklarını ortaya koymuştu.

ZERDEÇAL’IN TARİHİ

Zerdeçalın, dünya genelinde 4000 yıldır kullanıldığı bilinmektedir. Osmanlı dönemi de dahil olmak üzere dünyada kullanımı hep baharat olarak kalmıştır. Uzakdoğu başta olmak üzere çok önemli hastalıklara çare olabildiği bilinmekte ve tedavilerinde kullanılmaktadır. Fakat bu bitki kökünün geliştirilememesinin nedeni toz formunun dışında asla işlenemeyişi olmuştur.

Osmanlı kayıtları dahil mucizevi özellikleri geçmiş literatürlere yansımamıştır. Doğadaki hemen hemen tüm bitkilerin çayı, tentürü, ekstraktı yapılabilirken zerdeçalda bu işlem mümkün olamamıştır. 1900’lü yılların başlarında Avrupalı bir bilim adamı zerdeçalın etken maddesi curcuminin keşfini yaptıktan sonra, son 20 yılda teknolojik araştırmalar neticesinde geç de olsa keşfedilmiş ve yoğun klinik araştırmalar başlatılmıştır.



ZERDEÇAL’IN FAYDALARI

Köri baharatı bugün zerdeçal kullanılarak üretilmektedir. Araştırmalar, bağırsaklarda polip oluşumunu, yemek borusu kanserini, kolon, karaciğer, akciğer ve prostat kanserinde çok etkilidir. Zerdeçal, östrojeni taklit eden kimyasalları etkisiz hale getiren özel bir baharattır. Östrojen taklidi olan bu kimyasallar özellikle kadınlarda meme kanserinin başlamasına neden olur. Zerdeçal hakkındayapılan araştırmalar, bu kimyasalları ortadan kaldırdığını ve %75 oranında tutarak kanserli hücrelerin büyümesini engellediğini ortaya koymaktadır.

Zerdeçal, tümörlerin içinde kan damarı oluşmasına engel olur. Özellikle karaciğer kanserinde hastalığın ilerlemesini yaklaşık %60 oranında engellemektedir. Antiviral etkisi ile, özellikle uçuklarda çok etkilidir. Uçuğu oluşturan Herpes virüsünü etkisiz hale getirir. Bu etki yeni kanıtlanmıştır.

ZERDEÇAL NASIL TÜKETİLMELİ?

Hindistan’da günde en az 1 çay kaşığı zerdeçal kullanılmaktadır. Bu nedenle, Hintlilerde akciğer, meme, böbrek kanserleri daha az görülmektedir. Ayrıca Alzheimer oranı yaşlılarda yok denecek kadar azdır. Zerdeçalın zeytinyağı, karabiber, kırmızı biber ile birlikte tüketilmesi vücut tarafından tamamen emilmesini sağlamaktadır.

Özellikle kanser başlangıcında ve kanserli hücre oluşumunu engelleyen zerdeçal, bağışıklık sisteminin gelişmesi için de çok faydalıdır. Bu baharat kullanıldıktan sonra bağırsaklarda inceleme yapan araştırmacılar, B tipi bağışıklık hücrelerinin hızla arttığını görmüşlerdir. Hintli bilim adamları ise, zerdeçal ile vücudun daha fazla antikor ürettiğini söylemektedir.

Zerdeçalı kaynayan her yemeğe 1 tatlı kaşığı eklemekle kullanabilirsiniz. Hemen hemen her yemeğe yakışan bir tadı vardır. Süte ekleyerek içilebileceği gibi çayı da tüketilebilir. Fakat belki de en etkili kullanım salatalara ekleyerek, limon ve baharatlar ile kullanımıdır.
Ülke haber
 
***Astaxanthin***
Bu madde yaşlanmayı 40 yıl engelliyor

Karotenlerin kralı Astaxanthın, yaşadığımız "Zehirli" dünyada DNA'mızı korumak için işbaşında



Doğada gözlemlenen en büyük güç ve dayanıklılık örneklerinden biri, somon balıklarının, yumurtlamak için güçlü akıntılara karşı yüzmeleridir. Somonlar, yumurtalarını güvenli bir bölgeye bırakmak için, hızla akan nehir ve şelalelerde akıntının tersi yönünde yedi gün boyunca yüzerler. Onlara bu yüksek performansı veren ise kaslarında bulunan Astaxanthin pigmenti. Astaxanthin, deniz canlıları içinde en çok somon, karides ve flamingolarda bulunuyor. Ancak esas madeni, mikroskobik bir yosun türü olan "haematococcus algleri."

Dünyanın en güçlü antioksidanı olarak bilinen Astaxanthin, bu yosun türü tarafından aslında bir savunma kalkanı olarak üretiliyor. Yaratılışları gereği bu algler, çevre şartları yaşamalarına izin vermeyecek kadar kötüleştiği durumlarda, mesela sular çekildiği, tuzluluk oranı arttığı veya güneş fazla UV gönderdiği zamanlarda, Astaxanthin denen kırmızı pigmenti üreterek kendisini tabiri caiz ise donduruyor.

Bu şekilde DNA'sını 30-40 yıl boyunca koruyabiliyor. Ta ki, çevre şartları yeniden yaşamasına olanak verene kadar uyuyan güzel gibi bir kenarda bekliyor. İşte bu uyuyan güzel, antiaging dünyasının son yıllardaki en popüler yıldızı haline gelmiş bulunuyor.

Kısaca, Astaxanthin hem bir DNA koruyucu hem de bir performans arttırıcı olarak son yıllarda tüm dünyada şöhret kazanmaya başladı. İsrail ve Hawaii'de mikroskobik yosunlardan elde edilen Astaxanthin maddesi, tabletler haline getirilerek, antioksidan gıda takviyesi şeklinde tüm dünyaya dağıtılıyor. Türkiye'de de bu maddenin ithalatını yapan tek bir firma var. Algbiotek Dış Ticaret. Hawaii'den BioAstin markası altında Astaxanthin tabletleri getiriyor. Firmanın ürün müdürü Soner Helvacıoğlu ile bir araya geldik ve kendisinden bu mucizevi antioksidanın insan vücudunda nelere iyi geldiği hakkında bilgi aldık.

C vitamininden 6 bin kat daha etkili

Helvacıoğlu söze, karotenlerin kralı olarak bilinen bu maddenin antioksidan aktivitesinin E vitamininden 550 kat, C vitamininden 6 bin kat, KoEnzim Q10'den 800 kat, karotenden de 10 kat daha güçlü olduğunu belirterek giriyor. Besin takviyesi olarak alınabildiği gibi, cilde gençlik iksiri olarak da sürülebilen ve yapılan deneylere göre günde 60 tablet bile alınsa herhangi bir yan etkiye sebebiyet vermeyen Astaxanthin üzerine dünyanın dört bir yanında üniversitelerde yapılmış yüzlerce çalışma bulunuyor. Araştırmaların sonuçları, güçlü bir DNA koruyucu olan Astaxanthin'in eklem-kas sağlığı, cilt, göz sağlığı, sinir sistemi ve beyin koruması, kalpdolaşım sistemi ve bağışıklık sistemi koruması gibi hemen her alanda etkin olduğunu gösteriyor.

ÜRÜN DİRİER
aktuel
 
Gıda mühendisleri sofralarımızdaki tehlikeleri itiraf etti

Umarız akşam yemeğiniz bitmiştir. Çünkü okuyacaklarınız pek de iştah açıcı şeyler değil. Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış yemek fabrikası, üretimhane, catering şirketi, restoran gibi yerlerde çalışan gıda mühendislerinin tanık oldukları uygulamalar bunlar. Gıda Mühendisleri Odası aracılığıyla gönderdikleri mail’lerle, forumlarda yazdıklarıyla çığlıklarını duyurmaya çalışıyorlar. Ama işin ucunda işlerini kaybetmek de var. Üstelik mimlenip bir daha asla iş bulamamacasına... Çünkü sistem böyle kurulmuş. Tek istedikleri denetimlerin arttırılması ve rüşvetin önüne geçilmesi... Ve gıda mühendislerinin, vatandaşlarının sağlığına önem veren ülkelerde olduğu gibi, hak ettikleri konum ve koşullarda mesleklerini yapabilmeleri... Bu haberi hazırladığımı duyunca aralarından bana sadece telefonla ulaşmayı tercih eden bile oldu. Şimdi söz sahanın. Sahada çalışan ve bıçak sırtında kulaklarımıza inanılmaz şeyler fısıldayan cesur kahramanların. Umarım yetkililer de okur...
Haber: Savaş ÖZBEY/Hürriyet


26.04.2015

Küflü sucuklar tekrar satışta
Et ürünleri üreten bir firmada tanık olduğum vahim olay: İade edilen ambalajı bozuk, küflenmiş sucuklar tekrar işlemden geçirilip kılıflandıktan sonra yeni parti ürünlerle piyasaya sürülüyor. Üstelik bu ürünler birçok yerde satılıyor.

Antibiyotikli reçeller
Reçel üretimi yapan bir firmada kazana bir su bardağı toz kimyasal karıştırılıyordu. Bir gün bu kimyasalı tedarikçiden ben teslim aldım. Hemen faturaya baktım ve eve gidince araştırdım. Bir çeşit antibiyotik. Patronla tartıştık. Zaten iki hafta sonra işten ayrıldım.

Susamın kireci fazla kaçtı
Tahin ve tahin helvası üretilen işyerinde tarım müdürlüğü tarafından alınan numunelerde ürünün kül miktarı yüksek çıktı. Bunu düşürmenin tek yolu, susamı sertleştirmek için kullanılan sönmüş kirecin Ca (OH)2 uzaklaştırılması. Kabul ettiremedim.

Yemeklere çamaşırsuyu
İhale usulü hazır yemek hizmeti veren firmalarda o gün çıkan her yemekten numune alınıyor. Bunu bilen bazı firmalar numune kaplarına kokusuz çamaşırsuyu damlatarak tüm mikropları öldürüyor. Çünkü mikrobiyolojik analiz yapılırken kimyasal analiz yapılmıyor. Birkaç kez neticenin ne çıkacağını merak ederek çamaşır suyu damlattırmadım. Her seferinde salmonella bakterisi çıktı.

Zehirli dondurmalar
Çocuk işçilerin çalıştırıldığı bir dondurma fabrikasında şekil veren makineden çıkan hatalı dondurmaları bir varilde biriktirip sonra yeniden üretime katıyorlardı. Bu sebeple çocuk zehirlenmeleri meydana geldi. Tarım’a şikâyetler gitti fakat bir şekilde durumun üstü kapatıldı.

Kurtlu cevizler toz oldu
Kuruyemiş firmasında, soğuk hava deposu yeterli olmadığından kuruyemişte kurtlanmaların önüne geçemedik. Depo, kurtlanmış ceviz içi ve kelebek kozalarıyla dolu bademle doldu. Kurtlu cevizler, ceviz tozu; kelebek kozalarıyla dolu badem, kayısı çekirdeğiyle yarı yarıya karıştırılarak badem toz haline getirildi ve piyasaya sürüldü.

İyi yalan söyleyebilir misin?
Bir et işletmesine iş başvurusunda bulundum. Bana, “İyi yalan söyleyebilir misin?” diye soruldu. “Hayır” cevabını verdim. Bu, işi kaybettiren cevap oldu. Denetlemede “herhangi bir usulsüzlük yok” demem gerekiyormuş. Şu anda çaresizlikten diplomamı kiraya verdim.

Dışarıda yemek yemiyorum
Yemek fabrikasında sulu tavuk yemeklerinden kalan tavuk etleri akşamları yıkanıp ertesi günkü yemeklerde kullanılıyordu. Karşı çıkınca patronla aramızdaki anlaşmazlık büyüdü. Artık dışarda sulu yemek yemiyorum.
Yarı fiyatına bayat tavuk
Bir catering firmasında işe başladım. Catering firmaları gıdanın çabuk tüketildiği bir sektör. Ne kadar sıkıntılı hammadde varsa catering’lere verilir. Çalıştığım firmada artık bozulmaya ramak kalmış tavuk butları, yarı fiyatına alınıp, soslayıp baharatlanarak, müşteriye fırında tavuk olarak veriliyor. Karşı çıktığınızda, patron üzerinize yürüyebiliyor.

Küflü yoğurtlar lokantalara
Süt ürünleri üreten firmada yapay koruyucuyla yoğurtların ömrü bir ay kadar uzatılıyordu. Bir ay sonra iade gelen yoğurtların küflü kısmının sıyrılarak kalan kısım lokantalara ucuza satılıyordu. Denetime gelenlerin içinde gıda mühendisi yoktu. Çuval çuval katkı maddesini süt tozu zannediyorlardı.

Vişne yerine boyalı havuç
Staj yaptığım yer birçok büyük firmaya meyve suyu konsantresi yapıp gönderen bir firma. Kara havuç suyuna vişne aroması katarak vişne suyu olarak etiketliyorlar. Piyasadaki çoğu vişne suyunun içeriği kara havuç suyu + aroma + boya...

İade helvalar yenisine...
Çalıştığım yerde iade helvaları patronumuz yeni helvalara karıştırmamızı istiyordu. Ben de patrona çaktırmadan yapabildiğim kadarını gidere döktürüyordum.

Eski yağdan kepek ekmeği
Bulunduğu ilde 70 şubesi olan bir market zincirinde kullanma tarihi geçen yağlar ve un aynı firmanın ekmek üretimine katılıyordu.

Zorla fare ilacı
Şu anda bir yemekhanede çalışıyorum. Sorunlu personel ilan ettiler beni. Birkaç gün önce başımızın belası fareler yüzünden bir tartışma yaşadık ve zorla ilaçlama şirketini çağırmalarını istedim. Karşı çıkıyorum ama bir yere kadar.

Hâlâ mideniz bulanmadı mı?
** İade gelen ürünler yeniden üretime katılıyor. Örneğin iade beyaz peynirler baskıya alınarak tulum peyniri adı altında satılıyor.
** Kuru haşlama metoduyla yapılan kaşar peynirinin sütünden süt yağı tamamen alınıyor; peynirin yağını arttırmak için bitkisel margarin katılıyor.
** Yoğurt ve kasar peynirlerin yüzeyine küflenmemeleri için natamax denilen kimyasal bir toz sıkılıyor.

Gofret hamurunda amilaz enzimi yerine boraks kullanılıyor. Boraksın gıdada bir bileşen olarak kullanımı yasak. Endüstride bir nevi temizlik ajanı. Ama maliyeti amilaz enziminden daha düşük olduğu için bu madde tercih ediliyor.
** Reçel etiketleri üzerinde “Yüzde 100 toz şeker kullanılmıştır” yazılsa da yüzde 100 glikoz kullanan firmalar mevcut.

** Kullanılan et aynı olmasına rağmen üretilen sucukların bir kısmına dana eti etiketi vuruluyor, bir kısmına deve eti etiketi vuruluyor. Deve eti etiketi vurulan sucuk daha pahalıya satılıyor.
** Kabakçekirdeği ürününü beyazlatmak için hidrojen peroksit maddesi ekleniyor. Halk arasındaki adıyla oksijenli su.

** Lahmacun-pide için gerekli olan kıyma içinde çok fazla oranda sakatat kullanılıyor.
** Bir fast food zincirinin pizza satan kardeş kuruluşunda gün sonu satılmayıp kalan köftelerin soslarının yıkanıp ertesi gün tekrar kullanıldığını gördüm.
** Kepekli ekmeklerde kepek yerine piyasada ‘rogena’ diye bilinen kavrulmuş malt tozu kullanıldığını gördüm. Bu maddeyle un boyanarak kepekliymiş gibi gösteriliyor.

Ücreti işveren ödemesin
TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Y. K. Başkanı Yusuf Songül: Burada anlatılanlar, “Gıda üretimi yapan işletmelerin hepsi bu şekilde” diye anlaşılmamalı. Ama anlatılanların gerçek dışı olduğunu söyleyebilmeyi çok isterdim. Bunu önlemenin yolu etkin ve verimli denetimden geçer. Denetlenmesi gereken 500 bin denetlenmesi noktayı 6 bin denetçiyle etkin bir şekilde denetlemek mümkün değil. Denetçilerin arasında ne kadar gıda mühendisi olduğunu Bakanlık bize bildirmiyor. Meslektaşlarımızın ücretlerini işverenden değil, oluşturulacak bir havuzdan almaları gerekiyor.

Mühendis beyinler
 
FDA; "Piliç Etinin Kanser Sebebi Olan "Arsenik" İçerdiğini İtiraf Ediyor!"



FDA; "Piliç Etinin Kanser Sebebi Olan "Arsenik" İçerdiğini İtiraf Ediyor."
Associated Press'e göre;

Son yıllarda halının altına süpürülen gerçeği nihayetinde FDA satılan tavuğun (kanatlı) arsenik içerdiğini doğruladı. Arsenik kansere neden olan bir toksik kimyasal ve yüksek dozlarda ölümcüldür.

Arsenik tavuk yemi ile karıştırılır! 2006 yılında IATP raporuna göre, Tavukçular: Tavukta %70 verim artışına, hindi, domuz gibi hayvanların daha az ve ucuz yem yiyerek sağlıklı büyüdüğünü Söylüyorlardı.

...

Haberin Tamamı Bu Linktedir: http://gidateroru.com/…/fda-pilic-etinin-kanser-sebebi-olan…

...

FDA yapılan testlerde; "tavukların yaklaşık yarısı karaciğerde inorganik arsenik absorbesi bulundu. Bu, kansere neden olan kimyasalın en zehirli şeklidir."

Bunu göz önünde bulundurarak, Pfizer Roxarsone, genellikle kilolu tavuk üretmek, etlerin güzel görünüme ulaşması ve pembelenmesi için tavuk yemine atılan arsenik içeren ilacın üretemeni durdurması istendi.

Wall Street Journal'a Göre:

"Ajans (FDA) son zamanlarda işlenmemiş tavuk ile karşılaştırıldığında 3-Nitro ile tedavi edilen tavukların karaciğerlerinde yüksek seviyelerde inorganik arsenik tespiti için 100 tavuk üzerinde çalıştı dedi ... Pfizer 3-Nitro satışı amacıyla Temmuz ayı başlarında durdurulacağı sözü Hayvan üreticilerinin diğer tedavilere geçiş sağlamak içindir."

Bu ürünü ABD genelinde raflardan çıkarsa bile, FDA hala tavukta az miktarda arsenik içeriyor bu da arsenikin kanserojen olduğunu söylemesine rağmen, güvenli olmadığını ve kanser riskini azalmadığını artırdığını iddia ediyor.

Dünya et Üretim sektörü arseniğin son derece tehlikeli ve sağlığa Zararlı zehir olduğunu bilmek istemiyor. Kurşun ve cıva ile birlikte Güney Carolina Üniversitesine göre ayrıca fetus ve çocuklar üzerinde ciddi nörolojik bir etkiye sahip olduğunu bildiriyor.

Uzmanlar Civanın; arsenikten dört kat daha zehirli cıva olduğunu söylüyorlar. Üç değerlikli Arsenik gibi + 3 +5 olarak beş değerli olarak 60 kat zehirlidir.

Amerikan Tıp Birliği Dergisi yayınlanan bir çalışma; büyük miktarda arsenikli pirinç tüketen bireyler, hücresel değişiklikler yaşarlar bunun sonucu Kanserdir.

Son raporlara göre arsenikin neden olduğu Bowen hastalığı (in situ skuamöz hücreli karsinom); invaziv skuamöz hücreli karsinom , bazal hücreli karsinom deri üzerinde; ve akciğer, böbrek, dalak ve karaciğer dahil olmak üzere, iç organlarda bazen de kanser sebebi olduğu bildiriliyor.

İster inanın ister inanmayın, FDA hala arsenik yüklü yemek yiyecekler hususunda "GÜVENİLİR YİYİNİZ" diyebilir lakin "Tavuğun haşlama SUYU" içmenin de son derece tehlikeli olduğunu Söyler ve Tüketicileri de uyarır.

Özet Çeviri: Ahmet MARANKİ ve KOBİK Ekip

Kaynak: livingtraditionally.com
Web sitesinden: http://www.nih.gov/news/health/jul2014/niehs-08.htm mercola.comDoğal Haberler

- See more at: http://www.healthcareaboveall.com/fda-finally-admits-chic…/…
 
Çok Sakız Çiğneyenlerin Dikkatine

Uzmanlar bir seferde sakızı 20 dakikadan fazla ve tek taraflı olarak çiğnenmemesini öneriyor.

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Diş Hekimliği Fakültesi Ağız Diş Çene Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emel Bulut, çene eklemi rahatsızlıklarının, çok sakız çiğneyenlerde daha fazla görüldüğünü söyledi.

Sürekli sakız çiğnemenin çene kaslarına büyük zarar verdiğini anlatan Bulut, "Sakız çiğnenecekse, bir seferde 20 dakikadan fazla ve tek taraflı çiğnenmemeli. Tek taraflı çiğneme kuvvetine maruz kalan çene kaslarında deformasyon oluşabiliyor. 20 dakikadan sonra çenede dengesizliğe yol açabiliyor, kaslarda güçsüzlük meydana gelebiliyor" dedi.

Sakız çiğnenen taraftaki çene kaslarının daha fazla kullanıldığına işaret eden Bulut, sakızın her iki çene kısmında çiğnemesinin daha uygun olacağını ifade etti.

Bulut, "Çiğneme kuvvetinin tek taraftaki ekleme yüklenmesi, çene ekleminde ağrı, çene kayması, açma kapama sırasında ses gelmesi ve çene hareketlerinin kısıtlanması gibi ağır sonuçlara yol açabiliyor" bilgisini verdi.

Çene Eklem Hastalığınız Varsa Sakız Çiğnemeyin

Çok sakız çiğnemenin çene diskini kaydırdığını ve çene eklemlerinde rahatsızlıklara yol açtığını dile getiren Bulut, çene eklem hastalığı bulunanların sakız çiğnememesi gerektiğini bildirdi.

Doç. Dr. Bulut, çok sakız çiğnemenin çene gevşekliğine neden olabildiğini de vurgulayarak, "Normal sürede sakız çiğnemenin bir zararı yok. Fazla çiğnemek çenede travmatik etki oluşturuyor" diye konuştu.

Kadınlarda Daha Fazla Görülüyor
Çene eklem rahatsızlıklarının, genç ve orta yaştaki kadınlarda daha çok görüldüğüne dikkati çeken Bulut, "Yapıları nedeniyle kadınlarda çene rahatsızlıkları, erkeklere oranla daha fazla görülüyor" ifadesini kullandı.

Bulut, sakız çiğnemenin dişte çürük oluşumunu azaltması gibi kanıtlanmamış faydaları bulunduğunu da belirterek, şekersiz sakız tercih edilmesi gerektiğini kaydetti.

Gidagundemi
 
Bu konuşmayı herkesin okuması gerek! Kansere Neden Olan Beslenme Alışkanlıklarımız (Prof. Dr. Kenan Demirkol)

Bu yazıyı okuyunca moraliniz bozulacak (Benim bozuldu) ama gözümüzü kulağımızı kapatınca gerçekler gerçek olmaktan çıkmıyorlar. Gerçeklerin bilinmesini istiyorsanız paylaşın. Paylaşın ki endüstri artık sizin uyandığınızı ve zararlı maddeleri çocuklarınıza vermeyeceğinizi bilsin. Siz almazsanız o almazsa ben almazsam emin olun ki sağlıklı alternatifler yapılacak. Nasıl paraben adlı koruyucu maddenin kanserojen olduğu ortaya çıkınca ve bunu bizler yayıp kimse içinde paraben olan ürünleri almamaya başlayınca ve bu ürünler raflarda kalınca hemen endüstri parabensiz ürünler yapmaya başladı yine öyle olacak. Sağlıklı ürünleri siz tercih edince o ürünler yaygınlaşacak. Herkes bilsin.

Kansere Neden Olan Beslenme Alışkanlıklarımız (Prof. Dr. Kenan Demirkol)

İstanbul Sultangazi’de “KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ” konusunda düzenlediği toplantıda Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL’UN

“YAĞ” ve “ŞEKER”

Eğer hayvan merada %100 yeşillikle besleniyorsa, asla başka yabancı gıda almıyorsa, o tereyağı dünyanın en iyi yağıdır. Zeytinyağından da iyidir. Ama marketten satın aldığınız tereyağı ahırda beslenen, pancar küspesi, mısır silajı veya başka tahıllarla beslenen hayvanların yağıdır…

Sizin sağlığınızı korumak için ne yediğinize bakmanız lazım. İşte temel hatalardan biri yağ seçimi.

Biz ayçiçek yağı, mısırözü yağı, margarin veya endüstriyel tereyağı yediğimiz sürece hasta olmaya mahkumuz.

Elimizde iki tane yağ var şu anda. Bir, zeytinyağı; iki, %100 mera sütünden yapılmış tereyağı. Peki fındık yağını nereye sokacağız? Bu liste içinde bakın fındık yağının yağ asit içeriği, yani temel yağ bileşimi zeytinyağına çok yakındır. Hasta edici bir yağ değildir. Ama zeytini sıkıyorsun, yağını elde ediyorsun. Fındığı eziyorsun, püre haline getiriyorsun, 80 dereceye ısıtıyorsun, eter katıyorsan, yağını öyle elde ediyorsun. Hangisi tercih edilir? Zeytinyağı tabii ki. Yani fındık yağını eve sokmanın bir alemi yok. Ha zeytinyağının tadına hiç tahammül edemiyorsan o zaman rafine zeytinyağı kullanabilirsin. O da işte fındık yağıyla aynı yöntemle elde edilir. Yani piyasa değeri olmayan, çok koyu, kokulu zeytin yağlar fabrikaya gönderilir. Onlar da 70-80 dereceye ısıtılır; sonra da eter katılır; yağ elde edilir. İlk etapta rafine zeytin yağı elde edilir. Hiç kokusu yoktur, hiç tadı yoktur. Eğer bu rafine zeytin yağına, %5 oranında sızma zeytin yağı katarsanız, o zaman riviera tipi zeytinyağı elde etmiş olursunuz. Hani marketlerde görüyorsunuz ya, o fabrika eseri bir yağdır; ayçiçekle filan karışmış değildir. Saf zeytinyağıdır. Ama neden yoksundur biliyor musunuz? Sızma Zeytinyağında var olan antioksidanlardan yoksundur. Çünkü oksitlenme, yani paslanma bütün bizim hastalıkların temelindeki ana unsurdur.

Nasıl açık havada bırakırsan demiri yağmurda paslanır, ama biz ne yaparız, antipas diye bir boya süreriz paslanmasın diye. Vücudumuzun da antipasları vardır. Bunlara biz antioksidan diyoruz.

Antioksidanları ağırlıklı olarak sebze-meyvelerden elde ediyoruz. Zeytinyağı antioksidanlardan çok zengindir ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuğu önemli oranda antioksidanlardan dolayı kaynaklanmaktadır. Ama biz onu ısıttığımız zaman, rafine zeytinyağı elde ettiğimiz zaman, bu unsurları geniş ölçüde kaybediyor. O yüzden mümkün mertebe sızma zeytinyağı kullanmalıyız ve çocuklarımıza da bu tadı alıştırmamız lazım.

İkinci temel hatamıza geçmeden birincisi olan yağ seçimini özetlersek, daha Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin Trabzon bölümünde, hamsinin zeytinyağı ile kızartıldığının tarifi vardır. Sen 500 sene önce bu topraklarda bunu biliyordun. Ama biz, dış etkilerle doğruyu unutturulduk ve yanlışlara sürüklendik. İşte o yanlışlıklar bizi hastalıklara sürüklüyor. Zaten dünyada bir tek Akdeniz yöresinde yetişiyor. Şimdi Arjantin’de, Çin’de zeytin ağacı yetiştirilmeye çalışılıyor. Biz toprağındayız. 5.000 yıldır bu topraklarda zeytinyağı kullanılıyor. Ne olur biraz özümüze geri dönelim.

İkinci büyük hata şeker. Hayatımızda şeker, insanlık tarihi itibarıyla bakarsanız çok yeni bir olgu.

Peki şeker bir besin maddesi midir?
Değildir.

Çünkü besin maddesini nasıl tanımlıyoruz? İnsanın bedensel ve ruhsal işlevlerini ve çoğalmak için, yani neslini sürdürmek için gerekli maddelere biz besin maddeleri diyoruz. Şeker, insanın herhangi bir işlevini yerine getirmek için gerekli mi?

Evet. Beyin glikozla çalışıyor.
Omurilik hücreleri glikozla çalışıyor.
Eritrosit dediğimiz alyuvarlar glikozla çalışıyor.
Enerji kaynağı olarak glikozu kullanıyor.
Peki dışarıdan şeker alıp da daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?

Hani beyin glikozla çalışıyor ya, şeker yediği için daha akıllı olan bir insan gördünüz mü? Veya sperm, enerji kaynağı olarak früktozu kullanıyor. Meyve yiyip de daha müthiş erkek olanı gördünüz mü? Çünkü;

insanın gereksinimi olan glikozu da früktozu da vücut kendisi üretiyor. Dışarıdan asla alınmasına gerek yok. Dolayısıyla biz şeker yediğimiz zaman tamamen sadece damak zevkimiz için yiyoruz. Asla hiçbir bedensel ihtiyacımız yok.

O yüzden şekere boş kalori denir. Yani gereksiz yere aldığımız kalori. E bugün bakın şimdi son bir hafta içinde yediklerinize, ne kadar boş kalori aldınız? Çok… Niye?… Hasta olmak için, Sadece hasta olmanıza katkıda bulundu. Bir de son zamanlarda pancardan elde edilen şeker de bir yana bırakıldı; daha ucuz olsun diye mısırdan elde edilen şeker kullanılmaya başlandı. Fruktozdan zengin mısır şurubu. Ne yazık ki, bizim gıda tüzüğümüzde farklı şekerlerin farklı adlandırılması zorunluluğu yok. Şeker şekerdir mantığıyla ister nişasta bazlı şeker yani mısır nişastasından elde edilmiş şeker olsun ister pancar şekeri ister … şekeri olsun hepsinin üstünde şeker yazılması yeterli. sismanHalbuki

Mısırdan elde edilen fruktozdan zengin mısır şurubu, aynı miktar kaloride bile olsa normal şekere göre % 46 daha şişmanlatıcı. Özellikle karın bölgesi yağlanmasına yol açıyor. Bu bilimsel olarak kanıtlandı.

Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri, Amerika’da bir teknik üniversitenin bir öğretim üyesinin sözünü ödünç alarak size söylemek istiyorum “Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız.. Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız.

Üçüncüsü ise karaciğer yağlanması. Ama ne tür bir yağlanma? Alkolizm dışı bir yağlanma. O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor. Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik siroz sonucu olduğu belirtiliyor. Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur. Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış. 17 sayfalık rapor gönderdim onlara. 110 tane de literatür ekledim. Ama neoliberalizmdeki iktidarlar sermayenin iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir. Yurttaşın iktidarı değildir…

Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun. Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kek dışardan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap. Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza.

Bugün gıda sanayisinde sadece ve sadece aksi belirtilmediği takdirde mısır şurubu kullanılıyor. Dondurmalarda o kullanılıyor, hazır aldığınız baklavanın şerbeti bile mısır şurubundan.

Kartal’da onun fabrikası var. Baklava şerbeti bile oradan geliyor. Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve olabildiğince az şekerli yapın. Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani;

İnsanın zarar görmeden günde tüketebileceği şeker miktarı 30 gram dolayındadır. 30 gram, 8 kesme şekeri yapar.

Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin. Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz. Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim bu sağlıklı değil. Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım. Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar….. Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir. Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır. Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir. O yüzden eşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş. Bu şişmanlığa çok itirazımkanser yok.

Karın tipi şişmanlık eşittir şeker hastalığı, eşittir kalp hastalığı, eşittir kanser.

O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok. Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız. Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan früktozdur. Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı früktozdur. Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı früktozdur. Biz früktozu azaltmak zorundayız. Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak karnımız inecek.

- Esmer şeker hakkında ne düşünüyorsunuz?
– Bakın bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak. Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak……

Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir. Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı. Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır. Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü de ölümdür. O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz……

Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman karaciğer yağlanması açısından, o zaman nişastayı da kesmemiz lazım. Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir.

- Kolesterolün karaciğer yağlanmasıyla bir ilgisi var mı?
– Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır.

Kolesterol masum bir maddedir. Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür ve damar sertliği yapar. Peki oksitleyen ne? Şeker.

Yedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir. İki; ayçiçeği yağı, mısır özü yağı veya margarinden elde edilen trans yağ asitleri kolesterolü oksitler ve böylece damar sertliği oluşur.


Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısırözü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor. Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor.
Yılda sadece kolesterol ilacı satımından 50 milyar dolar elde ediyorlar.

O yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu, Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi. Ve de normalin çok altı bir değer, 200 mü kabul ediliyor normal,150 gibi bir değer ileri sürdüler. Sonradan ortaya çıktı ki bilim kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar.

- Hocam kızartmalarda ne tip yağ kullanmak gerekir?
– Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle.
– Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir?
– 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar. O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz. O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın. Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye kadar dayanan bir yağdır……

Bir dinleyicinin elindeki pet şişeden su içtiğini gören hoca,
– Şimdi içtiğiniz su ile neler elde ettiğinizi de gözden geçirelim ve bu günkü toplantıyı kapatalım.

O polietilen tereftalat maddesinden üretilmiş yani pet şişenin içindeki stalatlar suyun içine karışmış bulunuyor. Ayrıca o plastiği yumuşatmak için antimon denen bir ağır metal kullanılmıştır o da suyun içine karışıyor dolayısıyla siz hem stalat, hem de antimon içmiş oldunuz şu anda.

Peki, ne yapar bunlar size?

Bunlar hormon bozucular diye geçer. Sizin vücudunuzda bir takım hormonal bozukluklar yaratır. Bu hormonal bozuklukların bir bölümü, örnek, östrojen etkisini göstererek 5 yaşında çocukların adet görmesine sebep olur. İki buçuk yaşında bir çocuk getirdiler Lüleburgaz’dan adet görüyor. İki buçuk yaşında. Hamile bir kadın östrojen etki gösteren bir hormonal bozucuyu aldığı zaman, o madde özellikle bu 19 litrelik su bidonlarında onlar polikarbon denen bir plastiktir ve ham madde olarak Bisfenol-A denen bir maddeden üretilir. Bisfenol-A’nın meme kanseri yaptığı 1930 yılından beri bilindiği halde ve 130 tane bilimsel yayın olduğu halde bunun hakkında hala biz o bidonlardan su içmeye mahkum bırakılıyoruz. Bisfenol-A hamile bir kadının karnındaki çocuğun beynindeki cinsiyet ayrım merkezine gittiğinde çocuğun homoseksüel olma olasılığı çok yükseliyor. Meme kanseri riski çok yükseliyor erkekse prostat kanseri riski normal bunla temas etmemiş insana göre 3 kat artıyor.

Yani musluk suyu için Allah aşkına.

– Arıtıcılar hocam?
– Paranız varsa arıtıcı kullanın. Ama paranız yok arıtıcı alamıyorsunuz, musluk suyu için.

Musluk suyu İstanbul’da kullandığınız plastik şişedeki su hangisi olursa olsun 100 kat iyidir.

İSKİ’nın her ay İstanbul’daki bütün su havzalarının sağlık raporları internette yayınlanıyor. Biz geçen sene NTV’de bir su programı yapmıştık ve NTV Yıldız Teknik Üniversitesinde piyasadan topladığı suları bakteriyolojik incelemeye gönderdi. Hepsinde mikrop çıktı. Hepsinde istisnasız. Yani siz sağlıklı olsun, temiz olsun çocuğum mikropsuz su içsin diye mikroplu suyu paranızla içiyorsunuz. Bıraktım vazgeçtim mikroptan, kanser yapıyor. Almanya’da geçen sene ocak ayında Avrupa birliğinin gıda güvenliği merkezi vardır EFSA ocak 2010a kadar Bisfenol_A’nın sağlık sakıncası olmadığını iddia ediyordu. Ama toplum baskısıyla mayıs ayında biz bu işi araştıracağız dediler ve ekim ayında biberonlarda Bisfenol-A’nın kullanımını yasakladılar. Tamam, da biberonda yasakladın e çocuğuna Bisfenol-A’lı su bidonundan su katmıyor musun mamasını hazırlarken? Isı ve zaman etkisiyle plastiğin defalarca kullanılmasıyla Bisfenol-A’nın suya geçiş oranı çok artıyor. Şimdi su ısınmaz ki diyeceksiniz. Arizona’da yapılan bir çalışmaya göre şehirlerarası su nakli sırasında kamyon içerisindeki su 80 dereceye kadar ısındığı saptanmıştır. 80 dereceye ısınan su o plastikten ne kadar madde çözüyor biliyor musunuz? Sizi de sülalenizi de kanser etmeye yeter. Antalya’da yazın açık havada duran suyun derecesi kaç acaba? Banyo bile yapamazsın o kadar sıcak suyla. Ne olur musluk suyu kullanın. Bırakın şu plastikleri.

- Hocam bazı yiyecekleri plastik poşetlere koyup buzluğa atıyoruz . bu da sakıncalı mı?
– Şimdi bakın naylon folyo polietilen denen bir maddedir ve polietilenin bu güne kadar bir sağlık sakıncası saptanmamıştır. Daha büyük sorun yoğurt kapları. Mesela bazen çay içiyoruz köpük gibi bardaklardan veya uçağa bindiğimizde şeffaf cam gibi çıt diye kırılan plastik bardaklar var hem o polystryne hem köpük gibi olan bardaklar da polystryne onlardan stryne çayımıza geçiyor o da kanser yapıyor.

Şimdi plastik yoğurt kaplarında, ben anlata anlata zannediyorum bazı firmalar artık polipropilen kullanmaya başladı. Kabın altına baktığımız zaman veya yanına baktınız zaman bir üçgen göreceksiniz. Üç oktan oluşan bir üçgen. Bu geri dönüşüm işaretidir. O üçgenin içinde bir sayı yazar. 5 numara polipropilendir altında da zaten PP yazar. Yoğurt alırken artık markaya göre değil kullandığı plastiğe göre tercihinizi yapın. Ben her yoğurt almaya gittiğimde maalesef aynı firma farklı marketlere farklı plastik gönderebiliyor. Daha ucuz marketlere adi plastiklerde, lüks semtlerdeki marketlere daha kaliteli plastikte gönderiyor. Ne acı. Yani ayırım yapıyor.

- Yani hocam üçgenin içinde 5 mi yazması lazım?
– Evet polipropilen

– 1,5 litrelik su şişelerinde 1 yazıyor.
– Evet, işte o PET polietilen tereftalat, kötü, 1 numara kötü. Evde 19 litrelik bidonların altına bakın. Onda da 7 yazar. 7 diğer plastikler anlamına gelir. Diğer plastiklerin içinde 6-7 farklı plastik vardır bunlardan bir tanesi de polikarbondur onun için üçgenin altında PC kısaltması vardır.

Bu günlük de bu kadar…..

Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL

kaynak: http://dogader.org/index.php/sagligimiz-icin/650-kansere-neden-olan-beslenme-aliskanliklarimiz
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…