Son kullanma tarihi geçmiş, bayatlamış bir tarayıcı kullanıyorsanız. Mercedes kullanmak yerine tosbaya binmek gibi... Websiteleri düzgün görüntüleyemiyorsanız eh, bi zahmet tarayıcınızı güncelleyiniz. Modern Web standartlarını karşılayan bir tarayıcı alternatifine göz atın.
Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.
AĞIR METAL KAYNAKLARI ve VÜCUDUMUZDAN UZAKLAŞTIRMA YÖNTEMLERİ
Cıva kaynakları ¥ Egzoz gazları ve kirli hava ¥ Böcek ilaçları ¥ Amalgam diş dolguları ¥ İçme suları ¥ Keçe ¥ Kulak ve burun damlaları ¥ Bazı aşılar (grip) ¥ Kan grubu uyuşmazlığını önleyen ilaçlar ¥ Kontakt lens solüsyonları ¥ Çamaşır yumuşatıcıları ¥ Deniz ürünleri ¥ Talk pudrası ¥ Kosmetikler (maskara) ¥ Ahşap koruyucuları ¥ Yer cilaları ve parlatıcıları ¥ Piller ¥ Cıvalı idrar söktürücüleri ¥ Elektrikli aletler ¥ Patlayıcılar ¥ Fluoresan lambalar ¥ Boyalar ¥ Tarım ilaçları ¥ Petrol ürünleri ¥ Musluk suyu
Alüminyum kaynakları ¥ Pişirme kapları ¥ Folyolar ¥ İçme suları ¥ Antiasitler (mide ilaçları) ¥ Aşılar (Pnömokok, Hepatit A, HPV) ¥ Deodoranlar ¥ Tamponluaspirin ¥ Gıda katkıları ¥ Rujlar ¥ Konserve edilmiş asidik yiyecekler ¥ Bazı ishal ilaçları ¥ Bazı hemoroit ilaçları ¥ İşlenmiş bazı peynirler
Kurşun kaynakları ¥ Motorlu araçların yaydığı egzoz gazları ¥ Kurşun borularla evimize ulaştırılan sular ¥ Kalıcı rujlar ¥ Vinil okul çantaları ¥ Ders araçları, ¥ Duvar boyaları ¥ Tekstil boyaları ¥ Oyuncaklar ¥ İçme suları ¥ Dökum demir ¥ Kirli hava ¥ Porselen veya çelikten yapılmış banyo küvetleri ¥ Piller ¥ Konserve gıdalar ¥ Kimyasal gübreler ¥ Toz ¥ Endüstriyel bölgelerde yetişmiş gıdalar ¥ Saç boyaları ¥ Kurşunlu cam ¥ Böcek öldürücüler ¥ Sigara dumanı
Arsenik kaynakları • Kirli hava • İçme suyu • Balıklar • Böcek öldürücüler • Tarım ilaçları • Endüstiriyel et ürünleri • İşlenmiş bazı metaller • Deniz ürünleri • Özel cam ürünleri • Tahta koruyucuları
Kadmiyum kaynakları • Sigara dumanı • Kirli hava • Kadmiyumlu topraklarda yetişen bazı meyve ve sebzeler • Böbrek, karaciğer, tavuk gibi et ürünleri • Böcek öldürücüler • Karayollarındaki tozlar • Nikel-kadmiyumlu piller • Boyalar • Fosfatlı gübreler
Nikel kaynakları • Elektrik düğmeleri • Aydınlatma gereçleri • Seramik • Kakao • Soğuk saç perması • Yemek pişirme kapları • Kozmetik ürünler • Metal paralar • Diş malzemeleri • Bazı çikolatalar • Margarinler • Endüstriyel alanların yakınında üretilmiş gıda ürünleri • Saç spreyleri • Endüstriyel atıklar • Süs eşyaları • Metal rafinerileri • Metal eşyalar • Nikel-kadmiyum piller • Ortodonti malzemeleri • Şampuanlar • Musluk suyu • Fermuarlar • Sigara dumanı
***Ağır metalin vücuttan uzaklaştırılması***
• Glütensiz-kazeinsiz-sütsüz diyet • Yararlı bağırsak mikropları (kefir, ekşiyen yoğurt, turşu vb) • C vitamini • Çinko • Glütatyon düzeyinin yükseltilmesi (metilB12, foli(ni)k asit, trimetilglisin, n-asetilsistein, glütatyon, selenyum) • Soğansı yiyecekler (sarımsak, soğan, pırasa vb) içerdiği kükürt ile ağır metalleri uzaklaştırır. • Magnezyum sülfat banyosu Klorofilden zengin yiyecekler (Klorella, NDF, spirullina, mavi-yeşil alg, buğday çimi, arpa çimi, deniz börülcesi)
Yumruk büyüklüğünde 1 kereviz rendelenir. Üzerine 2 limon suyu sıkılır ve güzelce karıştırılır. Ağzı kapalı bir kaba konulup buzdolabında 1 saat bekletilir.
Ayrı bir yerde yine yumruk büyüklüğünde 1 siyah turp rendelenir, 1 çimdik kaya tuzu eklenerek ağzı kapalı bir kaba konulup buzdolabında 1 saat bekletilir.
Her iki karışımda aynı anda dolaptan çıkartılır ve bir kabın içine güzelce sıkılarak suları süzülür ve karıştırılır. 1 çay kaşığı kimyon eklenir ve içilir.
Özellikle hashimato' ya bağlı hipotiroidi hastalarının her gün hazırlayıp akşam yemeğinden 2 saat sonra içmesi son derece faydalıdır.
He he he :) Enginar olsa da yesek en sevdiğimmm. Canım kereviz, turp ve limon kullanılacak. Rendenin en minik tarafından geçir ve limonu ekle. Zaten 1 saat bekleyecek ya sulanır biraz. Posayı zeytinyağlayıp, rende havuç eşliğinde aile bireylerine salata olarak sunabilirsin. Bir içimlik, yarasın...
He he he :) Enginar olsa da yesek en sevdiğimmm. Canım kereviz, turp ve limon kullanılacak. Rendenin en minik tarafından geçir ve limonu ekle. Zaten 1 saat bekleyecek ya sulanır biraz. Posayı zeytinyağlayıp, rende havuç eşliğinde aile bireylerine salata olarak sunabilirsin. Bir içimlik, yarasın...
John Hopkins Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji ve Deneysel Terapötik Bölüm Başkanlığı yapmış olan Dr.Paul Talalay 50 yıllık araştırma kariyerinde kanserin önlenmesi ve tedavisi konularına yoğunlaşmış bir hekim.Bol sebze yemenin kanserden korunmadaki önemi zaten biliniyorken 1992 yılında Dr.Talalay’ın bir keşfi herkeste heyecan yarattı. Doktor, brokolinin içinden sülforafan adlı bileşeni ayrıştırdı. Sülforafan labaratuvar deneylerinde antikanser özellikler gösteriyordu. Deney fareleri üzerinde yapılan gözlemlerde %70 oranında kanser gelişirken sülforafan verilen farelerde bu oran %35 te kaldı. Fakat ortada küçük bir detay vardı. Kansere karşı koruma sağlayan sülforafan miktarı haftada birkaç kilo brokoli tüketimine karşılık geliyordu. Bu durumda 2 olasılık vardı. Ya sülforafan içeren daha iyi bir besin kaynağı bulmak ya da sülforafan takviyeleri. Derken Dr.Talalay brokoli tomurcuğun yetişkin brokoliye oranla potansiyel olarak 50 kat daha fazla sülforafan sağlayabileceğini öğrendi. Neden potansiyel olarak? Aslında brokoli tomurcuğu sülforafan içermiyor.Her ikisinde de “mirosinaz” adlı enzimle tepkimeye girdiğinde daha fazla sülforafan açığa çıkmasını sağlayan bir bileşen olan glükorafanin bulunduğu anlaşılıyor.Çiğneme ya da parçalama yoluyla bitkinin dokusu bozulduğunda mirosinaz enzimi serbest bırakılıyor.Ve pişirmeyle bu enzim evet yok oluyor .Güzel haber bağırsaklarımızdaki bakteriler de glukorafanini parçalayabiliyorlar.
Sonraki aşamalarda Dr Talalay ve arkadaşları farklı brokoli türleri üzerinde araştırmalarını sürdürmeye devam ettiler.Farklı tohumlardan tomurcuklar alıp BroccoSprouts adlı bir ürün geliştirip satışa sundular. Derken başka bir gelişme oldu.Tesislerde çalışan ve bu ürünlerden kullanan ülserli bir çift tomurcukların kendilerini iyileştirdiğini söylediler. Brokolinin antibiyotik özelliği olduğu ve ülserle helicobakteri pylori adlı bakterinin ilişkisi zaten biliniyordu. Yeni olan bilgi ise saflaştırılmış sülforafanın 48 farklı bakteri türünü daha öldürdüğünün ortaya çıkmasıydı .Bu gelişme de heyecan yarattı. Çünkü helikobakter enfeksiyonu aynı zamanda mide kanseri için de risk faktörüydü. Eminim brokoli serüveni gelecekte yapılacak insanlar üzerindeki diğer seviye deneylerle de sürekli güncel kalmaya devam edecek. Dr.Joe Schwarcz ‘ın Türkçeye de çevrilen “An Apple a Day” adlı kitabını okuduğumda da hissiyatımın özeti hep aynıydı: Yaşam bir mükemmellik üzerine zaten tasarlanmış. Bize kalan onu bozmamak sadece. Hepsi bu.
Tamam daha fazla brokoli yiyelim ama nasıl yiyelim? Bunun için de birsürü deney yapılabilir tabi ama gerek var mı ? Kimyasalları işin içine karıştırmadığımız sürece yediğimiz herşey bize zaten fazlasıyla şifa değil mi ? Brokoliyi pişirdiğimizde de çöp yemiş olmuyoruz elbette. Pişirmede ilk tercih edilen yöntemin buharda 2 dk kadar pişmesi olacaktır .Genel yaklaşımım az ama öz yemek üzerine ve günlük diyetimizin düzenli bir parçası yapabilmekte. Ancak sözünü ettiğimiz şey dünyadaki bilinen en etkili 10 antikansorejenden biri ise ve kanser çağımızın gribiyse bunun için de en etkili yöntem çiğ olarak yemek. Böylelikle kanserle savaşan kanıtlanmış enzimleri maksimum seviyede alabilmek. Benim için en kolay uygulama, sıkıp yeşil sebze suları şeklinde içmek. Diğer bir yolu da Dr.Ümit Aktaş’ın şimdi burada vereceğim şahane tarifi. Asla çiğ yiyemem diyenlerin bunu tatması lazım. Alışınca pişmişi yemek zor geliyor desem!
Brokoliyi bu formda düzenli almayı kemik erimelerine karşı da önemsiyor doktorumuz. Hayvansal ürünlerden alınan kalsiyumun asidik özellik göstermesi, bitkisel kaynaklı kalsiyum ları daha farklı kılıyor. Ayrıca tiroid nodüllerinde etkili olan selenyum için de harika bir kaynak.
Malzemeler
250 gr brokoli 1 organik limon 1-2 diş sarımsak
Yapılışı
Sarımsağı ezin. Brokoliyle birlikte rondoya koyun. Organik limonun o şahane kabuğunu içine rendeleyin. Suyunu da sıkın. Bir tutam da kaya tuzu ekleyin. Hepsini çekin. Cam kavanoza ağzı kapalı halde koyun. 30dk buzdolabında bekletip fermente edin . İster salatalara katın isterseniz de kaşık kaşık yiyebilirsiniz.
Şifa olsun.
Alıntı: vitamingiller.com
NOT: Haftada birkaç kilo Brokoli mide ülserini de, kanseri de önler..Hatta liflerinden dolayı kalp damar hastaliklarini da..
Yakınmanın beyninizi nasıl etkilediğinin farkında mısınız?
Yakınma deyince aklınıza eminim hızlıca gelebilecek bazı yüzler vardır. Bu kişiler sıkıntılı, huzursuz duygu durumları, daha çok felaket senaryolarını içeren olumsuz bakış açıları, karamsar ve söylenen halleriyle zihnimizde yer etmişlerdir. Biz onların bardağın boş tarafını görme eğilimi olduğunu düşünürken, onlar sıklıkla kendilerinin “gerçekçi” olduklarını savunurlar.
Evet çok parlak gündemi olan bir ülkede yaşamıyoruz, dünyanın pek çok diğer yerinde de hayat pek yolunda gitmiyor. İnsanlığın üzerinde durduğu dalı kesmeye devam ettiği aşikar. Ancak tablo böyle olmasa dahi gündelik olaylarda, ilişkilerde önce olumsuzlukları gören ve bunu tekrar ve tekrar dert edinen ve psikolojideki karşılığı ile olayları bir çeşit düşünsel geviş getirme (ruminasyon) şeklinde yaşayan kişiler var. Ve bu hal yavaş ve derinden önce kişiyi sonra toplumu hasta ediyor. Şöyle düşünün; insanlar daha çok duygusal beyinleri ile karar alıyorlar ve kaygı ile sıkıntı insanlar arasında en çabuk bulaşan duygularken, bu olumsuz düşünme hali insan bünyesini nasıl etkiler? Giderek daha çok kişinin olumsuz düşündüğü, yakındığı ve sıkıntılı ruh haline sahip olduğu bir toplum nasıl bir organizmaya dönüşür ya da “nasıl çıkılır bu şekilde karanlıklardan aydınlıklara”?
Kişilerarası ilişkilerdeki olumsuz davranışlar, özellikle de yakınma, alay etme, zorbalık davranışları üzerine çalışan sosyal psikolog Dr. Robin Kowalski yakınmanın bugünlerde kültürün bir parçası olduğunu, birçok kişinin hiç farkında dahi olmadan süreğen şekilde yakındığını söylemektedir. Burada bir parantez açmak gerekirse tabii ki bunu zaman zaman herkesin biraz yapmasında hiçbir gariplik yoktur. Problemli olan bazı kişilerin “kronik yakınmacılara” dönüşmüş olması ve bunun bir çeşit olumsuzluklarla baş etme mekanizması olarak kullanılmasıdır. Oysa yakınmak bir baş etme şekli değildir, dahası yakınma, beynin fizik yapısını kaygılı ve depresif olma yönünde yeniden şekillendirirkeneylemsizliğe giden yolu açan ve sonuçta toplumu işlevsizleştiren bir etkiye sahiptir. Araştırmalar sürekli “pozitif olma” yönündeki zorlamanın sağlıksızlığı kadar, yakınma şeklinde dışa vurulan olumsuz düşünme şeklinin de sağlıksızlığından bahsetmektedir.
Peki “yakınma” beyni nasıl etkiler?
Yakınmanın beyin üzerindeki etkisini anlayabilmek için basitçe beynin birkaç çalışma prensibini bilmeliyiz. Mesela:
Birlikte ateşlenen nöronlar (sinir hücreleri) birlikte bağlanır! Nöropsikolojinin babası olarak görülen Donald O. Hebb’in nörofizyolojik öğrenme kuramında öğrenmede duyguların ve nöronlar (sinir hücreleri) arasında kurulan etkileşimin öneminden bahsetmiştir. Yani bir şey düşündüğümüzde veya bir duygu ya da beden duyumu hissettiğimizde, beynimizde binlerce nöron tetiklenmekte ve bir nöral ağ oluşturmak için bir araya gelmektedir. Yaşam deneyimleri sonucu oluşan tekrarlayıcı düşünceler; beynin aynı nöronları tetiklemeyi öğrenmesini sağlar. Yani pratik ettiğinde ustalaşır. Dolayısıyla basitçezihninizi sürekli eleştiri, endişe ve mağduriyet ile meşgul tutarsanız, beyniniz benzer durumlarda aynı düşünceleri getirmeyi daha kolay bulacaktır. Çünkü beyin, düşünce örüntüleri ile karşılaşılan durumlara olumlu ya da olumsuz tepki verilmesi arasında bağlantılar kurar. Böylece düşünceler beyni yeniden şekillendirirken, aslında gerçekliğin fiziksel yapısı da değişmeye başlar.
En kısa yol yarışı kazanır! Daha güçlü bağlanan nöronlar (daha sık düşünme yoluyla) bizim kişiliğimizi belirleyen bileşenleri (zeka, beceriler, yatkınlıklar, en kolay ulaşılabilen düşünceler gibi) temsil etmeye başlar. Şöyle düşünün topu birbirlerine atan iki çift var. Bir çift birbirine 10 adım uzaklıkta diğer çift 100 adım uzaklıkta duruyor. Her çiftten bir kişi karşıda bekleyen partnerine tam olarak aynı anda ve aynı hızda topu atıyor. Topu ilk yakalayan takım kişisel kararınızı ve ruh halinizi belirleyecek olandır. Sizce hangi takım topu önce yakalar? Temel uzaklık, zaman ve hıza yönelik fizik kuralları der ki 10 adım uzaklıkta olan her zaman önce yakalar. Bu basitçe düşüncelerin de nasıl çalıştığının örneğidir. Düşünceler tekrar edilme yoluyla, sizin eğilimlerinizi temsil eden nöron çiftlerini birbirine daha yakın hale getirir ve bir fikir oluşturmanız gerektiğinde alacağı her zaman mesafe daha yakın olan kazanır. Yani siz kendinizi sıklıkla önce olumsuz ihtimali düşünürken buluyor olabilirsiniz.
Ayna nöronlar 1990’larda maymunlarla yapılan deneylerde fark edilen ve sinirbilimci Vilayanur Ramachandran’ın "bilim dünyası için DNA'nın keşfinden daha önemli bir aşamadır" dediği ayna nöronlar; beyinde bir hareketi kendimiz yaptığımız ve aynı hareketi yapan birini gözlemlediğimiz durumların her ikisinde de aynı şekilde ateşlenen nöronlar olduğunu öğrenmemizi sağlamıştır. Yani sadece izleyerek de beynimizde yaptığımız da olduğu gibi aktive olan bölümler söz konusudur. Dolayısıyla beyni değiştiren sadece kendimiz değiliz, başkalarının yaptıkları ve söyledikleri de aynı etkiyi yapabilme gücüne sahip. İlginç olan bunun sadece davranışa özgü bir durum değil, duygular içinde geçerli olmasıdır. Yani biz birinin herhangi bir duyguyu (öfke, üzüntü, mutluluk gibi) yaşadığını gördüğümüzde, beynimiz o kişinin ne yaşadığını canlandırabilmek için aynı duyguyu çağırmaya çalışır. Bunu da beynimizdeki aynı nöronları ateşleyerek yapar. Böylece gözlemlediğiniz duygu ile ilişki kurabilirsiniz. Buna esasen empati diyoruz. Bu durum üzgün biri ile karşılaşınca üzülmemizi, öfkeli kişiler arasında daha gergin ve öfkeli oluşumuzu, biri esneyince esnememizi açıklıyor. Dolayısıyla sadece sizin değil çevrenizdekilerin de nasıl düşündüğü ve hareket ettiği önem kazanıyor. Yine burada yakınlarımızın zor zamanlarında yanında olmayacağımız, onları dinlemeyeceğimiz ya da hayatımızdaki olumsuzlukları konuşmayacağımız anlamına gelmediği ile ilişkili bir parantez daha açmak gerektiğini düşünüyorum. Aksine olumlu ya da olumsuz her duygunun yaşanması ve paylaşılması daha önce diğer yazılarda da belirttiğim gibi sağlıklıdır.Problemli olan tekrar ve tekrar aynı olumsuz düşünceyi tıpkı geviş getirircesine düşünme ve yaşama halidir!
Stres hormonu: Kortizol Bahsettiğimiz tüm bu olumsuz bakış açısı ve gelip-geçici konulara ilişkin yakınma hali aslında sonuçta hemen her zaman strese neden olmaktadır. Ve beyin stresle ilişkili nöronları ateşlediğinde bağışıklık sistemi zayıflamakta, kan basıncı yükselmekte, öğrenme ve hafıza süreçleri olumsuz etkilenmekte ve kolestrol, obezite, kalp hastalıkları gibi pek çok olumsuz durum oluşabilmektedir. Kronik stres ve yüksek kortizol düzeyi ruhsal hastalık riskini arttırırken, dayanıklılığı azaltmaktadır.
Eğer bu tür bir kronik yakınma halinin içinde olduğunu düşünüyorsanız, aşağıdakileri deneyerek bir değişim sürecini başlatabilirsiniz:
Yakınmaya başladığınız anda kendinizi yakalayıp durdurarak,
Kendinize hayatınızdaki olumlu şeyleri daha sık hatırlatarak (olumlu düşünmenin mesafesini kısaltma pratiği; birbirine 10 adım uzak olan çift örneğini hatırlayarak)
Yakınmak yerine “eleştirel düşünmeyi” öğrenerek (genellikle olumlu değişimler eleştirel düşünme ile gelmektedir).
Sonuç olarak beynin tüm bu çalışma prensiplerine bakıldığında “olayları, kişileri ve durumları değiştiremediğimiz zamanlarda ne yapabileceğimizin” formülü nettir: Kendi düşünme şeklimizle uğraşmak ve “kronik yakınmacılara” ya bu hali fark ettirmek ya da uzak durmak! Karanlıklardan aydınlıklara çıkmanın tek yolu akıl sağlığımızı koruma sorumluluğunu unutmamak ve ilham veren, motive eden, eleştirel düşünmeyi öğreten ve teşvik eden ortamlarda bulunmaktır. Aksi durumda giderek artan bir olumsuzluk sarmalında daha kötü hissetme ve negatif hipnoz altında hareketsiz kalma ihtimali oldukça yüksek görünmektedir. Daha güzel günler yakınanlarla değil, olumlu düşünüp harekete geçenlerle mümkün olabilecektir.
256 Yaşında Ölmeden Sessizliğini Bozdu ve Dünyaya Şok Edici Sırrını Anlattı
256 Yaşında Ölmeden Sessizliğini Bozdu ve Dünyaya Şok Edici Sırrını Anlattı Bir insanın yaşamış olduğu en uzun süre nedir? 256 yıl yaşamış olan Li Ching Yuen ile tanışın! Ve hayır, bu bir efsane ya da hayali bir masal değil. 1930 tarihli New York Times makalesinde, Chengdu Üniversitesi profesörü Wu Chung-chieh, Li Ching-Yuen’i 1827 yılında 150. Doğumgününde tebrik eden Çin İmparatorluğu hükümeti kayıtlarını keşfetti. Daha sonra bulduğu dökümanlar aynı adamın 1877 yılında 200. doğumgününü tebrik ediyordu. 1928 yılında New York Times muhabiri Li’nin komşusu yaşlı erkeklerle görüştü ve pekçoğu Li’nin dedelerinin arkadaşı olduğunu söyledi.
Li Ching Yuen, bitki bilimi kariyerine 10 yaşında başladı, burada dağ aralarında otlar topladı ve ömrü uzatma özelliklerini öğrendi.Neredeyse 40 yıl Reishi Mantarı, Kurt üzümü, vahşi ginseng, he shou wu ve Gotu kola ve pirinç şarabı gibi bitkilerle beslendi. 1749’da 71 yaşında, dövüş sanatları öğretmeni olarak Çin ordusuna katıldı. Li’nin 23 kez evlendiği, 200’den fazla çocuğun babası olduğu çok sevilen bir figür olduğu söyleniyordu. Vilayette genel olarak kabul edilen masallara göre Li, çocukken okuma ve yazmayı başarabildi ve onuncu doğum gününe kadar Kansu, Shansi, Tibet, Annam, Siam ve Mançurya’da otlar topluyordu. İlk yüz yıl boyunca bu mesleğe devam etti. Sonra başkaları tarafından toplanan otları satmaya başladı.
Li Ching Yuen O TEK DEĞİLDİ Li’nin öğrencilerinden birine göre, o bir zamanlar ondan da yaşlı 500 yaşındaki bir erkeğe rastladı ve ondan Çigong egzersizleri ve beslenme önerileri aldı. Çigong ve bitkisel açıdan zengin bir diyet dışında uzun yaşam ustası bu adamdan öğrenebileceğimiz başka ne var? Buna ne demeli: Ölüm yatağında Li “Bu dünyada yapmam gereken her şeyi yaptım” dedi.Barışçı son sözleri uzun ve müreffeh bir hayatın en büyük sırlarından birine ipucu gösterebilir mi? İlginçtir ki Batı’da yaşlanmanın yüksek teknolojili kızılötesi cihazlarla ve en son teknoloji ilaçlarla yenilmesi gereken bir şey olduğu öğretiliyor.
UZUN SAĞLIĞIN SIRRI: Li’ye sırrı sorulduğunda verdiği cevap: “Kalbinizi sakin tutun, bir kaplumbağa gibi oturun, güvercin gibi hızlı bir şekilde yürüyün ve bir köpek gibi uyuyun”. Li, nefes teknikleriyle birlikte sakin ve huzurun inanılmaz uzun bir ömre sahip olmanın sırları olduğunu belirtti. Açıkçası, diyetinin rolü büyüktü. Ancak tarihte kaydedilmiş en yaşlı kişi uzun ömrünü zihin durumuna bağlıyordu. NİÇİN İNANMAK ZOR? Batılı dünyanın ortalama ömrü şu anda 70-85 yaş arasında, 100 yaşın üstünde yaşayan birinin düşünnek epey geriyor hele 200 yaşın üzerinde yaşayan birinin düşüncesi son derece şüpheli görünüyor. Ama neden insanların bu kadar yaşayabileceğine inanmıyoruz? Bu dünyadaki bazı insanların yorucu bir 9-5 yaşam tarzı yaşamayacaklarını, borç stresleriyle uğraşmak zorunda kalmadıklarını, kirli şehir havasını solumayacaklarını ve düzenli olarak egzersiz yaptıklarını akılda tutmak zorundayız. Rafine şekerler veya unlar veya böcek ilacı püskürtülmüş yiyecekler yemiyorlar. Standart Amerikan diyetinden uzak değiller. Yağlı et, şekerli tatlılar ve genetiği değiştirilmiş gıdalar yemiyorlar. Antibiyotik yok. Alkol yok, tütün yok. Diyetlerinde abur cubur gıdalar olmadığı gibi organlarımız ve bağışıklık sistemimiz için steroidler içeren süper gıdalar ve otlar içeriyor.
Ayrıca, boş zamanlarını doğada, zihinsel, fiziksel ve duygusal sağlığı iyileştirmek için kanıtlanmış olan nefes teknikleri ve meditasyon yapmak için harcıyorlar. İşleri basit tutuyorlar, uygun uyku çekiyorlar ve doğanın altında güneş altında çok zaman harcıyorlar.Güneş altında dinlenmek için bir şans bulduğumuzda, anında gençleşmiş hissediyoruz ve bunu bir “tatil” olarak adlandırıyoruz. Bir ömür boyu dağlarda bunu geçirip mükemmel zihinsel, manevi ve fiziksel refah ile birleştirdiğinizi düşünün. Hiç şüphesiz, eğer yapmamamız gerektiğini bildiğimiz şeyleri yapmazsam 100 yıl yaşamanın sıradan olacağını tahmin ediyorum. Vücudumuza doğru muamele ettiğimiz zaman, kim bilir ne kadar yaşayabiliriz? Kaynak: Steven Bancarz’ın yazısı http://www.simplecapacity.com/2016/05/256-years-old-breaks-silence-death-reveals-secrets-world/
“CANDIASIS" "21. yüzyılın insanlara hediye ettiği hastalık!” Sağlıklı bir hayat için bu haberi mutlaka okuyun. 15 dakikada bağırsak hastalığı testini kendiniz yapın.
Bağırsaklarınızın florası ne durumda? Bağırsaklarınızda CANDIDA (kandida) maya mantarının arttığını basit bir testle anlayabiliriz. Bir bardak içme suyuna sabah aç karnına tükürün ve 15 dakika izleyin. Eğer tükürük suyun üstünde kalıyorsa sağlıklı bağırsak florasına sahipsiniz. Eğer tükürük dibe çöküyorsa, saçak gibi aşağıya iniyorsa, kar yağmış gibi oluyorsa veya suya rakı konmuş gibi bulanıyorsa candida bağırsak floranızı bozmuş demektir. Evdeki herkes testi yapsın. Bir parça yeseniz bile karnınız şişiyor ve ağrıyorsa, yaptığınız bütün diyetlere rağmen karnınızın şişliğini ve sertliğini gideremiyor, lifli besinler tükettiğiniz halde çoğu zaman kabızlık sorunu yaşıyorsanız, yeme krizlerinize çare bulamıyorsanız sebebi büyük ihtimalle candida maya mantarıdır. Candida mantarları gıdalardan aldığınız sofra şekeriyle imal edilmiş ürünleri ve unlu mamülleri önce piruvat’a sonradan asetaldehid ve karbondioksit’e dönüştürür. Asetaldehid, hem karaciğer hem de mantar tarafından etil alkol’e dönüştürülür. Açığa çıkan karbondioksitin etkisiyle karnınızda şişkinlik ve sertlik oluşur.
“CANDIASIS, 21. yüzyılın insanlara hediye ettiği hastalık!”
Son elli yılda sessiz ve yıkıcı hastalıklarda patlama yaşandı ve tetkiklere, testlere bol bol para harcanırken yanlış teşhisler yanlış ilacların kullanılmasına ve çok daha kötü sonuçlara yol açtı. Kimse bağırsaklarından tüm vucuduna geçen ve organlarına büyük zarar veren Candida Albicans maya mantarı ve onun yol açtığı Candiasis (Kandiyasis) hastalığından şüphelenmedi.
Kandiyasis hastalığı ile mücadele Aşmanya’da son on yılda sağlık bakanlığı politikası haline gelmişken maalesef ülkemizde adını duyan çok az insan var.
Kandiyasis’in sebep olabileceği hastalıklardan obezite, diyabet, kalp damar hastalıkları, hormonal bozukluklar, kanser ve sinir sistemi hastalıkları adeta insanların kaderi haline geldi. Çocuklarda alerjik hastalıklar, akıntılar, tıkanıklıklar, otizm, hiperaktivite ve dikkat bozukluğu giderek artıyor.
Yorgunluk, unutkanlık, asabiyet, cinsel isteksizlik, tahammülsüzlük, durumlarında psikyatrlar ilaçlar yazdı, eklem ağrıları ve ödemler için avuç avuç romatizma ilaçları içildi. Zihinsel ve fiziksel performansı artıracak besin takviyelerini kullanmayan kalmadı, cinsel gücü arttırmak için her yol denendi, saç dökülmesi ve cilt sorunları için derkozmetik ve kozmetiğe harcanan parayı biliyorsunuz.
Kandida mantarından arınarak vücudunuzda varolduğunu düşündüğünüz pek çok hastalıktan ve fazla kilolarınızdan kurtulabilirsiniz.
Peki Kandiyasis nedir?
Bağırsaklarda 100 trilyon bakteri bizimle birlikte yaşar. Normal bağırsak florasında bu bakterilerin %90’ının faydalı bakterilerden olması gerekir. Altta saydığımız nedenlerle yararlı bakteriler azalır, zararlılar çoğalır. Bifidobakteriyum ve laktobasillus adlı faydalı bakterilerin azalmasıyla bağırsak florasındaki denge candida (kandida) lehine bozulur.
Antibiyotikler, antiasitler, mide ülseri ve reflü ilaçları, doğum kontrol hapları, şekerli ve beyaz unlu besinler, hormonlu besinler, tedavilerde kortizon kullanımı, klorlu su içilmesi, bağırsak parazit enfeksiyonları, alkol kullanımı, tetkik öncesi kullanılan barsak temizleyici ilaçlar, yağsız beslenme, kanser tedavileri (kemoterapi, radyoterapi) ve şeker hastalığı katkı maddeleri, ayçiçeği, mısır özü, soya ve margarinlerin omega-3,/omega-6 dengesini bozması, östrojen tedavileri, yanlış diyetler, laksatifler, asitli beslenme sonucu oluşan asidoz, yediğimiz hayvanlar ve bitkilerde kullanılan ilaçlar faydalı bakterilerin azalmasına ve bağırsaklarda kandida mantarı nufüsunun patlamasına yol açtı.
Kısaca gıda ya da ilaç zannederek aldıklarımız, önce bağırsaklarımızın doğal florasını bozdu. Bağırsak geçirgenliğini arttırdı, kanımıza karışan sindirilmemiş maddeler, ağır metaller, katkı maddeleri ile birlikte kandida maya mantarı kılcal damarlara kadar ulaştı ve organlarımıza zarar vermeye başladı.
Kısaca nedenleri:
• Beslenme alışkanlıklarında yapılan hatalar. • Şekerli besinlerin fazla miktarda tüketilmesi. • Sezaryen ile yapılan doğumlar. • Günlük beslenme programında karbonhidratlara ağırlık verme. • Gereksiz yere kullanılan antibiyotikler. • Yanlış diyetler, faydalı yağların beslenmeden çıkartılması, laksatif ilaç ve çayların çok kullanılması sonucu bağırsak florasının bozulması. • Antibiyotik kullanımının artması başta olmak üzere yanlış tedavi yöntemleri bu artışa neden oldu.
Neden olduğu enfeksiyonlar ve belirtileri:
Sıklıkla şeker hastalarının şikâyetlerine benzer şikâyetlere yol açar.
Enfeksiyonunun klasik bir belirtisi alkoliklerde ya da sarılıkta olduğu gibi, karaciğerde bozukluktur. Çünkü mantarlar aynı zamanda alkol de üretir. Bağırsaktaki maya mantarları şekeri alkole dönüştürür. Oluşan alkol, özellikle karaciğer için çok toksiktir. Mantar enfeksiyonu olan birçok kişi eklem ve kas ağrılarından yakınır. Bu şikâyetler muhtemelen mantarların çoğalması sırasındaki metabolizma ürünlerine bağlıdır. Bu durumda uygulanan romatizma tedavisinin yararı olmaz.
Bağırsakta mantar enfeksiyonu olan birçok kişide sürekli olarak burun ve sinüs mukozasında şişme ve tıkanıklık olur. Bağırsak mukozalarında mantarların yaptığı tahriş, diğer mukozalara da (doğrudan mantar enfeksiyonu olmaksızın) yansır. • Gaz/şişkinlik • Kabızlık ya da ishal • Kolit • Makatta kaşıntı ve kızarıklık, hemeroid • Adrenal/Tiroid yetmezliği • Mide yaraları • Ruhsal ve fiziksel yorgunluk görülür. • Uyuşukluk/tembellik • Allerjiler • Uykusuzluk • Düşük kan şekeri • Mide yanması • İntihar eğilimleri • Bağırsak ağrıları • Anti-sosyal davranışlar • Ağız kokusu ve mide ağrısı • Pamukçuk • Kuru ağız • Parmak/ayak tırnağı mantarı • Akne ya da pul pul dökülen cilt • Üşüme/ titreme • Kimyasallara hassasiyet • Dişlerde pas benzeri tabaka ve dilde beyazımsı bir görüntü • Açlık hissi ve aşırı derecede tatlı yeme isteği • Burun tıkanıklığı ve nefes darlığı • Kulaklarda iltihaplanma ve kulak çevresinde kaşıntı, çınlama • Sırt, ense ve omuz ağrısı • Eklemler ağrıları, eklemde şişmeler • Ciltte sivilce, akne, kızarıklık, kaşıntı, saç dökülmesi • Küf benzeri koku • Şeker ihtiyacını karşılamak için, aşırı derecede yemek yemek ve ayrıca candidanın ürettiği aside bloke etmek için yağ hücrelerinin çoğalması bölgesel yağlanmaya, kilo artışı, obezite • Gözlerin önünde noktaların uçuşması gibi görme bozuklukları, yaşarma, yanma • Şiş gözler • Hormonal dengesizlik • Kronik vajina ve mesane iltihabı • Konsantrasyon bozukluğun ve hafıza zayıflığı • Alkol içilmese de alkol kokan nefes • Aşırı yorgunluk , bitkin, tükenmiş hissetmek • Depresyon, • Uyuşukluk, yanma, karıncalanma, hissizlik • Kas ağrıları, Kas güçsüzlüğü, uyuşma • Eklemlerde ağrı, şişme, artrit, artroz • Karın bölgesinde ağrı • Kabızlık, ishal, rahatsız edici gaz • Sorunlu vajinal akıntı, vajinal yanma ya da kaşıntı • Prostatitis • Iktidarsızlık • Cinsel arzu kaybı • Endometriosis • Kramp ve regl düzensizlikleri, regl öncesi aşırı gerginlik • Uykulu olma hissi, koordinasyon bozukluğu • Sık ruh hali değişimleri • Huysuzluk ya da çok sinirli olmak • Konsantre olamamak • Baş ağrısı • Sersemlik, denge kaybı • Kulakların üstünde basınç, şişkinlik ya da karıncalanma hissi. • Kaşıntı ve kızarıklıklar • Mide ekşimesinden dolayı boğazda yanma • Sindirimsizlik, geğirme ve bağırsaklarda gaz • Dışkıda sümüksü madda • Dışkının çok kuru ve küçük parçalar halinde olması • Hemoroit • Ağız kuruluğu, ağızda kızarıklık ya da kabarcık • İdrar yaparken yanma • Postnasal akıntı • Göğüste ağrı ya da gerginlik • Nefes darlığı hırıltı • Öksürük • Sık ya da acil idrara çıkma ihtiyacı, idrar yaparken yanma
Vücudu nasıl ele geçirir?
Candida maya mantarlarının oksijene gereksinimleri yoktur. Bu bakımdan ideal yerleşim yerleri ince bağırsaklardır. Burada mantarlar her zaman bol miktarlarda bulunan besin içerisinde yüzerler. İlk önce kendileri en önemli besin maddelerini alırlar. Artıkları asalak oldukları kişiye bırakırlar. Yani yaşadıkları vucudu asalak (çürükçül) hale getirirler.
Eğer vücut bağışıklık sistemi güçlü değilse ve bağırsakta beslenmeleri yeterli olmazsa, mantarlar bağırsak duvarının derin tabakalarına kadar iner, kan damarları içine kadar girerler. Böylece dolaşımla tüm vucuda ve her organa yayılırlar. Burada kandaki şeker ile beslenirler.
Mantarların kurnazca uyguladıkları bir yöntem, dış görünüşlerini insan bağışıklık sisteminin yabancı kabul etmeyeceği bir biçime sokabilmeleridir. Böylece bağışıklık sistemi mantarları kendi öz hücreleri sanır ve bunlarla mücadele etmez. Ayrıca candidas maya mantarları mide asidine de dayanıklıdır.
Beyaz şeker ve beyaz unla beslenen mantarlar, oldukça hızlı çoğalırlar. Zaten candida mantarının çoğaldığı ve bğırsak flolasının bozulduğuna dair en net belirti tatlı besinlere karşı bağımlılıktır. Bu mantarların yararı olmadığı gibi, insanları ölüme götürecek özellikleri yoktur. Yaşamlarını sürdükleri ortamı korumak istediklerinden, kişilerin zarar görmesini istemezler. Yavaş bir şekilde geliştiklerinden, genelde çoğalma yapmazlar. Çoğalma gösterdiklerinde ise, vücutta bulunan yararlı bakterilerin azalmasına sebep olurlar. Mantarlar alkol ve çeşitli kimyasal toksinler üretirler. Bu maddeler kana karışarak, temizlenmek üzere karaciğere giderler. Karaciğer bunların temizlik aşamasında daha fazla efor sarf eder. Temizlenmemiş kimyasal maddeler baş ağrısı, kronik yorgunluk, eklem ağrıları gibi farklı şikayetlere neden olurlar. Bağışıklık sistemi zayıflar ve beden alerjik tepkiler vermeye başlar. Bunun sonucunda kişilerde akne, egzama, astım gibi rahatsızlıklar gelişir.
Mantarların üretmiş olduğu toksik maddeler nedeniyle vücudun pH değerini bozar, asidoza sebep olur. Kanın hafif bazik pH=7,40 değerinde % 0,2 bir asitlenme dahi hayati tehlikeye sebep olur. Asit minerallerle asidik baz’a (curuf) dönüştürülerek vücudun zayıf noktalarına depolanır. Depolanan bu curufa önce ölü mikroplar ve hücreler yapışarak büyür ve sonra içerisine canlı mikroplar yerleşir ve toksik madde üreten merkezler oluşur. Sadece mantarlar değil, tatlı, hamurlu (beyaz un mamüleri), şarkuteri (sucuk, salam, sosis), çay, kahve, kola ve katkı maddesi içeren hazır yiyecek ve içecekler ve de fastfood asidoza sebep olur. Bozulan pH dengesini sağlamak için alkali beslenme önerilir. Asitli ortam (asidoz) bağışıklık sisteminin zayıflaması ve mikropların çoğalması ve hastalıkların tedavi edilemez bir hal alması demektir. Yukarıda sıralanan etmenler nedeniyle barsakta sayıları artan kandida türleri öncelikle şekere, alkole ve unlu mamüllere olan iştahı kamçılıyor. Alınan bu besinler kandida sayısının daha da artmasına neden oluyor ve sonuçta kronik alkol zehirlenmesi oluşuyor. Siroz tehlikesi var.
Asetaldehid; kırmızı kan hücre işlevini bozarak dokulara oksijen taşınmasını azaltıyor, beyinde hücrelerarası ilişkileri sağlayan maddelerin (nörotransmiter) ve oksijen ile birleşerek beyin hücrelerinin etkinliğini azaltıyor.
Bağışıklık sistemini baskılayan ve immünosupresif olarak kullanılan bir madde olan gliotoksin, kandida tarafından salgılanarak vücudun savunma sistemleri zayıflatılıyor.
Kandida, barsak geçirgenliğini arttırarak (Leaky Gut Syndrome) allerjen özelliği olan büyük maddelerin vücuda girmesini sağlıyor ve allerjik reaksiyonların gelişmesine neden oluyor.
Faydalı bakteriler, enerji kaynağı olan kısa zincirli yağ asitleriyle B ve K vitaminlerinin oluşumunu sağlarlar. Ayrıca, bağışıklık sistemini güçlendirir, pH dengesini sağlar, zararlı bakterilerden korur, ilaç, hormon ve kanser nedeni olan maddelerin zararlarını önlerler. Faydalı bakterilerin azalmasıyla hastalık gelişim süreci daha da hızlanır.
Barsak kandida oranının artması ve faydalı bakterilerin azalması sonucu gelişen yakınmalar, 50’ye yakın madde halinde sıralanabilir. Kısaca; beyin çalışma özelliklerini bozarak baş ağrısı, baş dönmesi, dengesizlik, başta hissedilen ses, uyku bozuklukları, yorgunluk hali, unutkanlık, depresyon, mizaç değişiklikleri, görme sorunları; mide-barsak sistemini bozarak İBS( spastik kolon, kolit), distansiyon(karında şişlik), kabızlık vb.; kokulara karşı hassasiyet, geçmeyen prostat ve vajinal iltihaplar, tekrarlayan sistit ve böbrek enfeksiyonları, kronik sinüzit, geniz akıntısı, egzema, kas ve eklem ağrıları, astım benzeri yakınmalar ve de özellikle her türlü allerjik yakınmalar.
Bilindiği gibi kaşıntı, kurdeşen, polen, ve besin alerjisi, akne, sedef, ekzema vb. deri hastalıkları, nefes darlığı, astım, faranjit, behçet, romatizma, ankilozan spondilit, saçkıran, kabızlık, ishal, kolit vb. mide bağırsak rahatszılıklarının ana sebebi mantarlardır. Hatta kanserin sebebinin de mantarlar olduğunu onkolog Dr. Simoncini ispatlamış ve yıllardır tedavi edilemeyen kanser hastalarını 3-4 günde tedavi etmiş ve 100 yıldır kanser üzerine yazılıp çizilenlerin mesnetsiz olduğunu belgelemiştir.Peki mantarlar bu kadar çok hastalığa sebep oluyorda neden teşhis ve tedavi edilemiyor, çünkü tahlillerde mantar görünmüyor. Doktorlar da herhangi bir bakteri, virüs veya mantar yok o halde sizin rahatsızlığınız tamamen piskolojik nedenlerden kaynaklanıyor, bunun sebebi ailevi, stres, depresyon vs diyebiliyorlar. Bu sebeple antidepresan kullanan pek çok insan var.
Bağırsak mantarı tedavisi nasıl yapılır?
Unutmayın ki kandidadan kurtulmak zaman alan bir süreçtir. Bu süreçte beslenme kurallarına uymanız ve sabırlı olmanız gerekir. Hücrelerinize kadar yerleşmiş ve yaşam formunu oluşturmuş kandidadan bir ilaçla iki günde kurtulmak mümkün değildir. Önce bozulmuş olan bağırsak florasını, kan Ph değerini düzeltmeniz, faydalı bakterileri çoğaltmanız, toksinlerden kurtulmanız , zarar görmüş bağırsak çeperini onarmanız ve candida oranını kontrol altına almanız gerekir. Kandidanın artıklarıyla beslenen ve verdiği zararlarla yaşayan vucudunuzu sağlıklı hale getirmeniz ve bunu devam ettirebiliyor olmanız gerekir.
Klinik uygulamalarda sıklıkla tedavilerden fayda görmemiş, geçmeyen mide-bağırsak yakınması olan; uzun süreli yorgunluk, halsizlik, isteksizlik yakınmaları olan; diyabet (şeker) hastalığı, hipertansiyonu olan; yaygın vücut ve eklem ağrıları, baş ağrıları ve baş dönmesi olan kişilerde azımsanmayacak oranda kandida enfeksiyonu olduğu görülmektedir.
Uzun süreli ve geçmeyen yakınmalarda mutlaka düşünülmesi gereken bir hastalık olan kandida enfeksiyonuna yakalanan kişiler, gereksiz yere kullandıkları hormon ilaçları, antibiyotikler, mide ve bağırsak ilaçlarıyla enfeksiyonun daha da güçlenmesine neden oluyorlar. Ayrıca şekerli ve unlu besin maddeleriyle oluşturulmuş, yağdan kısıtlı diyetler; kandida türünün üremesine kolaylık sağlayan beslenme biçimlerini oluşturuyor.
Kandida, az sayıda normal bağırsak florasında bulunması nedeniyle tanısını kesin olarak koymak zor oluyor. Bu nedenle klinik uygulamalarda tanısını koyamayan hekimler, kandida enfeksiyonunu gözardı etmek zorunda kalıyorlar. Kandida’nın ürettiği şeker alkolu olan arabinitol(arabinoz) kan ve idrarda saptanabilir. Ancak rutin laboratuvar hizmetlerinde arabinoz çalışılmıyor.
Tanısı kesin konulamasa da tükrük testiyle kandida enfeksiyonu bir ölçüde saptanabilir. Bunun için sabah aç karnına, bir bardak içme suyuna tükürülerek basitçe test uygulanabilir. Normalde su yüzeyinde hava kabarcıkları dışında bir görüntünün oluşmaması gerekir. Suda bulanıklık, bulutsu görünüm, su dibinde çöküntü görülmesi; testin pozitif olduğunun işaretleridir.
Sayılan yakınmaları yıllarca yaşayan, tetkiklerden ve tedavilerden sonuç alamayan hastalar alternatif yollar denemekte, kimi zaman denk gelen mantar tedavisinden ve doğal yöntemlerden kısa ya da uzun süreli fayda görmektedirler.
Kandida tedavisinde ilk hedef, beslenme tarzını değiştirmek olmalıdır. Rafine ya da sofra şekeri içeren besinleri kesmeyen, unlu besinlere hayır diyemeyen, alkolu ve yağsız beslenme biçimini bırakamayan kişilerin tedavisi olası görünmemektedir.
Son yıllarda yaratılan kolesterol düşmanlığı sonucunda uygulanan yağdan kısıtlı diyetlerin barsakta kandida nüfusunu arttırdığı açıktır. Asıl sorun doğal beslenmemektir. Yağlar doğaldır ve kandidanın baş düşmanıdır. Vücudun temel yapı taşları olan yağların alınımının azaltılması, doğal ve gerçekçi olmayan bir yöntemdir. Önceki yazılarımda da sıklıkla kaynak gösterdiğim bir yayında, son 10 yıl içinde şeker ve unlu mamüllerin diyetten çıkartılması ve yağ oranlarının arttırılmasıyla ilgili yapılan yayınların gözden geçirildiği makalede; beyin, kalp ve diğer hastalıklarda belirgin düzelmenin olduğu saptanmıştı. Bu makalenin yorum bölümünde şu sözcüklere yer veriliyor; Hayretle farketmekteyiz ki yüksek yağlı yiyeceklerin insanları şişmanlattığı ve kolesterol düzeylerini arttırdığı doğru değildir.
Kısaca, öncelikle doğal beslenme yöntemi uygulanmalı, bu amaçla meyveler dışında her türlü şekerli gıdalar ve unlu mamüller diyetten çıkartılmalı; et, yağ, sebze ve meyvelerle birlikte doğal olan kuruyemiş, kurumeyveler yenilmelidir. Süt diyetten çıkartılmalı, süt ürünleri kullanımı kısıtlanmalıdır.
Doğum kontrol hapları, mide koruyucu ilaçlar, antibiyotikler, kolesterol düşürücü ilaçlar, tıbbi zorunluluk durumları dışında ve uzun süreli kullanılmamalıdır.
Bağırsak hareketliliğinin arttırılması amacıyla düzenli, günlük yürüyüş yapılmalıdır.
Uygun beslenme ile önce kandidanın çoğalması önlenilmeli ve ardından bir doktora danışılarak mantar tedavisi için önerilen mantar ilacı kullanılmalıdır (kendi başınıza almayın).
Normal bağırsak florasını geri yerine koymak amacıyla probiyotik içeren ilaçlar kullanılmalıdır.
Haftada bir kez tükrük testi tekrarıyla enfeksiyon durumu takip edilebilir.
Beslenme kurallarına dikkat etmek, bol su içmek, ilaç ve besin takviyelerinin draje formatında alınması, bitkisel formüller ve yaşam şeklini tedaviye gore şekillendirmek, detoks ile arınma.. Bunların hepsine dikkat etmek kandida mantarından kurtulmanızı ve süresini etkileyecektir.
Öncelikle kendinize bir kandida diyeti hazırlayın. Bu diyette yiyebileceğiniz besinleri listeleyin. Asla yememeniz gerekenler listesi de yapın. Açlık ve şeker krizlerini bastıracak alternatif çözümler bulun (tarçın serpilmiş yogurt, kefir, şekersiz prebiyotik tozlar, ürünler, bitkisel çaylar vs)
Alkali beslenmeye ve kanın Ph’sını dengede tutmaya özen gösterin. Tedavi süresince şeker ihtiva eden her şey ve beyaz un kesinlikle çıkartılmalıdır.
Kontrolsüz olarak ilaç kullanımından kaçınmak gerekir. Özellikle antibiyotikler, hormon ilaçları ve kortizon ilaçlarının kullanımına dikkat etmek gerekir.
Bağırsaklardaki mantarları besleyecek mayalı ve şekerli ürünleri kullanmamak gerekir. Şekerli ürünler sadece baklava, çikolata, dondurma değildir; kavun, karpuz, üzüm ve tüm kuru meyveler de tatlıdır ve bunlarda mantarı tetikler, çünkü aşırı şeker içeriler.
Alkol ve sigara kullanmaktan sakınmak gerekir.
Üzerinde küf barındırabilecek olan kuru yemişler, eski peynirler tüketilmemelidir.
Bağırsak florasının dengesini sağlamak için, yoğurt, kefir prebiyotikler tüketilmelidir.
Vücuttaki toksinlerden kurtulmak için, bol miktarda su içilmelidir. Asitli gıdalardan sakınmak, peynir ve et tüketimini azaltmak ve şarküteri tüketmemek gerekir. Bağırsak florasını düzenlemeye faydası olan sakatat tüketimine yer verin. Tabi yediğiniz etlerinde candida mantarı etkisinde olmaması gerekir. Hayvanların doğal ortamda yetişmiş olması, antibiyotikler verilmemiş olması gerekir. Bu açıdan keçi eti ve ürünleri tavsiye edilir. Tavuk yerine balık özellikle somon (ızgara, buharda, çorbası yapılarak) tüketilmelidir. Akşam yemeği yerine yoğurt, meyve veya salata yenilebilir veya sebze çorbası içilebilir. Yatmadan 2-3 saat öncesine kadar bir şey yemeyin, bitki çayları içebilirsiniz.
Fermente gıdaları bol miktarda tüket: Kefir (günde 1-2 bardak) ve prebiyotikler faydalı bakterilerin kağnağıdır. Boza, şalgam, meyankökü, şalgam, evde yapılan turşular (özellikle lahana turşusu;lahana turşusu ve suyunda bulunan bir maddenin kanseri önlediği konusunda çalışmalar var.)
Kaşar peyniri, Hollanda peyniri, ev yapımı peynirler ve beklemiş peynirlerden bir sure uzak durun. Süt ve süt ürünlerini minimum indirin, hatta tüketmeyin.
Her öğünde bol miktarda yeşil sebzeler ve otları çiğ veye pişmiş (bakteriyel flora, proteinlerin hazmı ve bağırsak kimyasının düzenlenmesi, ayrıca bitkisel besin yoğunluğunu arttırmak için) yiyin.
Kekik, ekinezya, mate, taheebo çaylarından gün boyu istediğiniz kadar için.
Alkali beslenme ve candida diyetleri hakkında bilgi edinin. Bağırsak florası ne kadar asitli olursa o kadar mantar ve zararlı bakteriler artar.
Beslenmede iyi yağları arttır: zeytinyağı, tereyağı, ve özellikle Hindistan cevizi yağı (günde bir çorba kaşığı) ve avakado tüketin.
Ayrıca kan şekerini dengelemek ve insülin metabolizmasını dengeleyerek hormonal ve bağışıklık sistemlerine desteği arttırmak için öğün aralarında ve geceleri atıştırmayı kesin ve ara öğünleri minimize edin.
Tedavi sırasında kandida yok olurken bazı semptomlarla karşılaşılabilir. Maya organizması candida içlerinde zehir (toksin) taşır. Yok olurlarken zarları yırtılır ve toksinler sisteme yayılır. Bu aşamada kendinizi iyi hissetmezsiniz. Bu toksinler bağışıklık sisteminizi daha da zayıflatabilir; enfeksiyon, allerji, kronik hastalıklar ve aşırı yorgun olma hissi ortaya çıkar. Bunlar aslında iyileşme krizleridir. Sakın vazgeçmeyin!
Bu sırada bağışıklığınızı destekleyecek doğal takviyelere devam edin.
Kandida mantarının ölümünü takiben bu toksinleri atmak için detoks yapılmalıdır. Karaciğer, böbrek ve bağırsakların temizlenmesine yardım edecek vitamin ve mineral kombinasyonlarının bitkilerle birlikte kullanıldığı bir program uygun olur. Temizlik ve detaks işleminin ardından vucuda faydalı bakterileri yenilemek gerekir.
Bağışıklığı arttıran multi-vitaminler ve germanium minerali ile omega3 kullanılmalıdır. Antioksidan, beta karoten, B vitamin olan biotin iyi gelir. Kandidanın bağırsakta yarattığı hasarı gidermek gerekir. Besinler iyi absorbe edilemez. Bu yüzden manganez, çinko, potasyum, selenium, silis, bor, molibden, bakır mineralleri diyete eklenmelidir.
KANDİDE DİYETİ İÇİN ALIŞVERİŞ LİSTESİ
ET• Sığır • Keçi eti • Sakatat
KANATLI • Tavuk organik • Kaz • Hindi • Devekuşu • Ördek • Bıldırcın • Sülün
BALIK VE DENİZ ÜRÜNLERİ • Hamsi • Kabuklu deniz ürünleri • Sockeye Somon
ÇEKİRDEK VE KURUYEMİŞ • Badem • Kestane • Keten Tohumu • Fındık • Macadamia fındığı • Çam Kuruyemiş • Kabak Çekirdeği • Ayçekirdeği • Ceviz
SEBZELER • Enginar • Kuşkonmaz • Avokado • Brokoli • Brüksel Lahanası • Lahana • Havuç • Karnabahar • Kereviz • Pazı • Hindiba • Taze soğan • Karalahana • Salatalık • Patlıcan • Hindiba • Sarımsak • Yeşil Soğan • Kale • Kim Chi (mayalanmış kırmızıbiber ve sebzelerden özellikle çin lahanasından yapılan, geleneksel bir Kore yemeği ) • Pırasa • Marul • Bamya • Zeytin • Soğan • Turp • Rutabaga (bir tür şalgam) • Lahana turşusu • Yosun • Kar Bezelyesi • Ispanak • Pazı • Tomatillos (yeşil meksika domatesi) • Domates • Şalgam Yeşiller • Şalgam • Taze zencefil • Kabak • Kohlrabi • Dereotu
CANLI KÜLTÜRLER • Yoğurt (ev yapımı ya da organic, sade, şekersiz) • Probiyotikler • Kefir SÜT • Yumurta • Badem Sütü (tatlandırılmamış) • Coconut Milk (tatlandırılmamış) • Hindistan cevizi Krem
YAĞLAR • Tereyağ • Zeytinyağ sızma
MEYVE • Kayısı • Böğürtlen • Kızılcık • Kivi • Limon • Yeşil limon • Kavun • Şeftali • Erikler • Çilek
Tiroid bezinin iyi çalışması için sebze ve meyve daha fazla yenmeli, yeteri kadar proteinli gıda alınmalıdır. Proteinin yeteri kadar alınması tiroid bezinin iyi çalışmasını sağlar. Özellikle haftada iki defa yağlı balık yiyerek omega 3 yağ asitlerinden yeteri kadar alınmalıdır.
Karbonhidratlı gıdalarla fazla beslenmek ve yağlı yemekler tiroid bezine zarar verir. Unlu ve nişastalı gıdaları azaltmak gerekir.
Sebze ve meyve ile yeteri kadar A, C ve E vitamini gibi antioksidan vitaminleri alanlarda tiroid kanseri daha az görüldüğünden bol sebze ve meyve yenmelidir.
Kara lahana, kabak, turp, şalgam ve karnabahar gibi sebzeler guatr yapmaz. Bu nedenle güvenle yenilebilir. Soya fasulyesinin guatr yapıcı etkisi olmamakla birlikte iyot yetmezliği durumunda guatra neden olabilir. Ülkemiz, iyot yetmezliği olan bir ülke olduğundan tiroid sağlığı için soya ve ürünlerini fazla tüketmeyiniz. Yine soyadan elde edilen isoflovan isimli ilaç menopoz sıkıntılarını azaltmak için sık kullanılmaktadır. İyot eksikliğiniz yoksa bu ilacı güvenle kullanabilirsiniz. Ancak iyot eksikliğiniz varsa isoflovan ilacının guatr ve tiroid hormonlarında bozukluk yapabileceğini unutmayınız.
Tiroid bezimiz için önemli bir gıda içeriği çeşitli sebze ve meyvelere renk veren flovanoit isimli kimyasal maddelerdir. Bunlar bizi kanser ve kalp hastalıklarından korurlar. Bu maddeler normal sebze ve meyve ile alınan oranlarda tiroid bezine zarar vermezken destek ilaçları olarak fazla miktarda alınırsa (genistein, quarcetin gibi) iyotun tiroid bezi tarafından tutulumunu önleyerek guatr oluşumuna neden olabilirler. Herbal (bitki) ilaçları kullanırken içerisinde genistein ve quarcetin olup olmadığına dikkat ediniz.
**Hindistan cevizi, balık ve keten tohumu tiroid bezinizin daha iyi çalışmasını sağlar.
Kafein, alkol, sigara ve şeker tiroid bezi için zararlıdır. Bunların az tüketilmesi gerekir.
Sulardaki klor ve florun fazla olması tiroid bezine zarar verdiğinden içilen suda bu minerallerin fazla olmamasına dikkat edilmelidir. Özellikle fosfatlı gübrelerle bulaşmış sularda klor daha fazladır ve guatra neden olur.
Diş tedavisi sırasında amalgamdan ve civadan kaçınmak da tiroid sağlığı için önem taşır.
T4 hormonunun T3’e çevrilmesinde faydalı olan selenyum, çinko, E vitamini ve B6 vitamini içeren gıdaların yeteri kadar yenmesi tiroid sağlığı için büyük önem taşır.
Ülkemizde iyot ve selenyum yetmezliği vardır. Tiroid hastalığından korunmak için iyotlu tuz yemeli ve selenyumdan zengin gıdalarla beslenmelidir.
Selenyumun Önemi:
Erkekler günde 75 mikrogram, kadınlar ise 60 mikrogram selenyum almalıdır.Selenyum kan düzeyinin normalde 85 mg/L olması gerekir. Bir dilim tam buğday ekmeğinde 10 mikrogram selenyum vardır. Ceviz, et, sakatatlar, balık ve kabuklu deniz ürünleri, kepekli unlar, süt ürünleri, sebze ve meyveler ve yumurta gibi besinlerde bol miktarda selenyum vardır.
Proteinden fakir beslenenlerde selenyum yetmezliği sık görülür ve tiroid bezinin salgıladığı hormonlar vücutta yeterince etki edemezler. Bir dilim tam buğday ekmeğinde 10 mikrogram selenyum vardır. Bu nedenle beyaz ekmek yerine tam buğday ekmeği yenmelidir. Ceviz, kırmızı et, balık ve kabuklu deniz ürünleri, kepekli unlar, süt ürünleri, sebze ve meyveler ve yumurta gibi besinlerde bol miktarda selenyum vardır. Selenyumun fazla alınması ise zararlı olmaktadır. Günlük 400 mikrogramdan fazlası zararlıdır. Yüksek dozda selenyum alınırsa T3 hormonu azalır ve TSH hormonu artarak hafif tiroid yetmezliği gelişir ve kilo alınır. Selenyum eksikliğinde vücutta E vitamini azalır ve tiroid bezi iltihabı daha sık görülür. Bu nedenle selenyum ve E vitamini birlikte vermek daha faydalıdır
Çinko Eksikliği:
Çinko eksikliğinde de tiroid hormon metabolizması bozulur ve kandaki T3 ve T4 hormonu % 30 oranında azalır. Bu arada T4 hormonunun T3 hormonuna dönüşümünü sağlayan enzim (deiyodinaz enzimi) çinko eksikliğinde % 67 oranında azaldığından T3 hormon azlığı meydana gelir. Bu nedenle çinkodan zengin olan peynir, sığır eti, kepekli ekmek, tavuk, yumurta sarısı,süt ve süt ürünleri, balık, patates,ceviz, badem, tam tahıllar, kuru fasulye, lahana, ay çekirdeği ve kuzu eti gibi gıdalarla beslenmek tiroid sağlığımız için gereklidir.
Tuz Kullanımı:
Türkiye'de bölgelere göre değişmek üzere % 5-56 oranında guatr vardır. Guatr oluşmasında en büyük etken toprak ve suda yetersiz iyot olmasıdır. Guatr hastalığını önlemek amacıyla piyasada satılan bütün tuzlar 1999 yılı Ağustos ayından bu yana iyotlanmaktadır. Tuzların iyotlanması guatr hastalığının ortaya çıkışını engellemekte ancak bazı kişilerde aşırı iyot alınması nedeniyle zararlı yan etkilere veya hastalıklara neden olmaktadır. Piyasadaki tuzların iyotlanmasından sonraki sürede kliniğimize veya polikliniklerimize başvuran hastalarda hipertiroidi dediğimiz tiroid bezinin aşırı çalışmasıyla karakterize olan hastalık (Halk arasında buna zehirli guatr da denmektedir) giderek artan sıklıkla karşımıza çıkmaya başlamıştır. Tiroid bezi az çalışan hastalarda da (Hipotiroidisi olanlarda) iyotlu tuz bu hastalığın daha da şiddetlenmesine neden olmaktadır. Bu nedenle yemeklerimizde kullanılan tuzun iyotlu veya iyotsuz olması bazı hastalar veya kişiler için büyük önem taşımaktadır.
Kaynak: Prof Dr Metin Ozata, 99 Sayfada Tiroid Hastaliklari, İş Bankası Yayını, 2008
İNSANLARIN GERÇEĞİ GÖRMELERİNİ ENGELLEYEN 9 PERDE % 10’luk grup altıncı perdeyi delip çocukluk çağı literatüründe kurgusal canavarlar oldukları düşünülen ejderhaların, sürüngenimsilerin ve uzaylıların gerçekten var olduklarını ve gizli örgütlerin arkasındaki asıl kontrolcü güçlerin bu varlıklar olduklarını öğreneceklerdir.
İNSANLARIN GERÇEĞİ GÖRMELERİNİ ENGELLEYEN 9 PERDE
Kendini gerçeği bulmaya adamış olan herhangi biri özellikle fraktal geometride yer alan 1 ila 9 sayılarının matematiksel yapıları ve inanılmaz simetrileriyle karşılaşınca önünde sonunda şaşırmaya başlar. En temel bir örnek verecek olursak şu aşağıda yer alan dokuz eşitliğe bir bakın:
(1 x 8) + 1= 9 (12 x 8) + 2 = 98 (123 x 8) + 3 = 987 (1234 x 8) + 4 = 9876 (12345 x 8) + 5 = 98765 (123456 x 8) + 6 = 987654 (1234567 x 8) + 7 = 9876543 (12345678 x 8) + 8 = 98765432 (123456789 x 8) + 9 = 987654321
Şaşırtıcı değil mi? Bundan başka tarihteki Archimedes, Copernicus, Socrates ve DaVinci gibi tüm büyük filozofların aynı zamanda matematikçi olmalarını da oldukça ilginç bulurum.
Dev bir sudoku tahtasına benzer şekilde yaşam denilen insan deneyimi oldukça belirgin şekillerde 1 ila 9 sayıları arasında döner durur. Sistemde her şeyin bir yeri vardır ve her şey zaman ve uzayın sonsuz ağı içerisinde düzenli ve kusursuz bir şekilde yer alır. Gerçeğin açıklamalarından biri olan bu gizli bilgi mantık denilen matematiksel ağla tamamen uyumludur. Yeshua (Nasıralı İsa), kendi takipçilerine şunu söylemiştir: “Gerçeği bilmelisiniz ve Gerçek sizi özgürleştirecektir.”
İNSANLAR GERÇEĞİ NEDEN GÖREMEZLER?
Bu soru Don Harkins’in 2001’de yazmış olduğu şu sözlerle yanıtlanmıştır:
“Geçtiğimiz yıllarda insanların gerçeği neden göremediklerine dair – bu gerçek tokat gibi yüzlerine çarpsa da – pek çok teori geliştirip sonra da bu teorilerden vazgeçtim. “Komploları” görebilen bizler oldukça iyi bir şekilde belgelenmiş olan kolektif kölelik ve istismar sürecini anlatan konuları bile insanların neden idrak edemediklerine dair kendi kendimizle sayısız konuşmalara girişmişizdir. Bunun için en çok yapılan açıklama çoğu insanın gerçekte ne olup bittiğini sadece “görmek istemediklerine” dair yapılan açıklamadır. Dünyanın güç elitlerini oluşturan oldukça kötü kadın ve erkekler yemyeşil bir sanal ortamı öyle zeki bir şekilde tasarlamışlardır ki kulaklarına zımbalanmış parlak etiketlerin farkına varıp otladıkları yerden sıkılıp otladıkları yerin ötesini görmeye çalışan çok az insan bulunmaktadır.
Bu otlaktaki köleliklerini göremeyen insanların çiftliğin ve feodal beyin şatosunun ötesini görebilenleri çılgın “komplo teorisyenleri” olarak görmeye eğilimleri vardır. Sonuç olarak bunun neden böyle olduğunu anlıyorum.
Bunun nedeni bu insanların kendi özgürlüklerinin güç elitlerinin liderliğinde yok olup gittiğini görmek istememeleri değil de basitçe görüşlerini bloke eden delinmemiş perdelerin varlığıdır.
İnsana ait tüm çabalar filtrasyon sürecidir. Spor buna en iyi örnektir. Spesifik sporları oyun sahasından atılana kadar oynamaya devam ederiz. Büyük paralar vererek izlediğimiz büyük atletler bu sahalardan hiç atılmazlar. Küçük liglerde oynayan milyonlarca çocuk ise Dünya Karşılaşmalarına gidecek en fazla 50 kişi kalana kadar süzgeçten geçmeye devam ederler.
Birinci perdenin arkasında:
Gezegende 8 milyarın üzerinde insan vardır. Bu insanların çoğu sadece yaşamlarını sürdürmeye yetecek kadar kafa yorarlar. İnsanlığın % 90’ı birinci perdeyi delemeden yaşayıp ölürler.
Doğrusu bu 8 milyar insanın sadece % 1’inin bu 9 perdeyi delebildiği söylenebilir. Bu “sanal ortam”ın yeşilliğinin sürdürebilmesi için global elit diğer pek çok perdeyi delmiş olanlara pek çok alanda doğruyu araştıranları yanlış yönlendirmeleri için rüşvet vermektedirler. Buna ben basitçe entelektüel kötüye kullanım diyorum – değersiz bir şey için Evrensel Gerçeğin doğum hakkını satmak – Yaldızla kaplanmış gösterişli zenginlik, ün ve toplumda yer edinme, yükselme gibi etiketler pek çok yetenekli entelektüeli baştan çıkarmıştır.
Don Harkins’e teşekkür ederek şimdi bu yeni güncellenen “Dokuz Perde”yi sunuyorum:
Birinci perde:
İnsanlığın % 10’u birinci perdeyi delip politika dünyasını keşfedecektir. Oy vereceğiz, aktifleşeceğiz ve bir fikir geliştireceğiz. Fikirlerimiz çevremizdeki dünya tarafından şekillenecek; toplum tarafından eğitilmeye başladığımız ilk günlerden itibaren hükümet yetkililerinin, medyadaki kişiliklerin ve diğer “uzman”ların otoritenin en önemli sesleri olarak görmeye koşullandırılacağız. Bu gruptaki insanların % 90’ı üçüncü perdeyi delemeden yaşayıp öleceklerdir.
İkinci perde:
İnsanların % 10’u ikinciyi perdeyi de delip tarihin dünyasını, birey ve hükümet arasındaki ilişkiyi, kurumsal yasalar ve toplum yasaları aracılığı ile öz-yönetimin anlamını keşfedecektir.
Üçüncü perde:
İkinci perdeyi delenlerin % 10’u üçüncü perdeyi de delip insanlar da dahil olmak üzere dünyanın tüm kaynaklarının – modern haraca kesme yöntemleriyle tüm dünya ekonomisini borçlandırma temelinde bir kurumsal yapı oluşturarak – oldukça zengin ve güçlü aileler tarafından kontrol edildiğini fark edeceklerdir. Üçüncü perdeyi delenlerin % 90’ı dördüncü perdeyi delemeden yaşayıp öleceklerdir.
Dördüncü perde:
İnsanlığın % 10’u dördüncü perdeyi delip İllüminati, Farmasonluk ve diğer gizli örgütlerin varlığını keşfedecektir. Bu örgütler soydan soya aktarılan kadim bilgilerin sürdürülmesi için semboller kullanıp seremoniler düzenlemektedirler. Böylelikle de sıradan insanları politik, ekonomik ve ruhsal olarak dünyadaki en eski kan bağı olan bu ailelere bağlı kılmaktadırlar. Bu gruptakilerin % 90’ı beşinci perdeyi delemeden yaşayıp öleceklerdir.
Beşinci perde:
% 10’luk grup beşinci perdeyi delip gizli örgütlerin teknolojik olarak çok ileride olup zamanda yolculuk ve yıldızlarası iletişim gibi olayları herhangi bir sınır olmadan gerçekleştirmekte oldularını ve insanların tüm düşüncelerini ve eylemlerini kontrol altında tuttuklarını öğreneceklerdir. Nuh zamanındaki günlerdeki gibi bu teknoloji ile sentetik yaşam formları yaratabildiklerini öğreneceklerdir. Bu gruptakilerin % 90’ı altıncı perdeyi delemeden yaşayıp öleceklerdir.
Altıncı perde:
% 10’luk grup altıncı perdeyi delip çocukluk çağı literatüründe kurgusal canavarlar oldukları düşünülen ejderhaların, sürüngenimsilerin ve uzaylıların gerçekten var olduklarını ve gizli örgütlerin arkasındaki asıl kontrolcü güçlerin bu varlıklar olduklarını öğreneceklerdir.
Yedinci perde:
İnsanların % 10’u yedinci perdeyi delip fraktal geometriyi ve sayılarda yer alan evrensel kuralları anlayacaklardır. Tüm evrenin yaratıcı gücünün formül ve sekansların nümerik kodlarıyla bağlantılı olduğunu ve zaman, uzay, paralel evrenlerin yapısı ve bu yerlere giriş gibi “gizemleri” burada farkedeceklerdir. Entelektüel seviyeleri bu yedinci perdeyi delmelerini sağlayanlar yönetici elitlerin sundukları zenginlik ve parıltılı hayat sözlerine kanıp yenik düşeceklerdir.
Sekizinci perde:
Sekizinci perde delindiğinde yaşayan tüm canlılardaki saf yaşam gücü olan, SEVGİ olarak bilinen saf enerji formunun ve Tanrının farkına varılacaktır. Bu perdenin delinmesi için derin bir alçakgönüllülük gerekmektedir.
Dokuzuncu perde:
Dokuzuncu perdeyi delmenin anlamı sevgi olarak bilinen saf enerji formuyla bütünleşmek ve Tanrı ve onun tüm formülasyonlarıyla bir haline gelmektir. Bu saf enerji ile bütünleşen kişi tüm iyilikle kucaklaşır ve kurban olma, ölüm ve kurtulma ile ilgili tüm evrensel planların tam bir idrakına ulaşır; bundan sonra yaşamın kendisi bütünlenmiş hale gelir ve kişi çevresindeki dünyaya masum bir çocuğun gözleriyle ve saf SEVGİden doğmuş olan derin bir bilgelikle bakmaya başlar. Bu teorinin doğru olduğunu varsayarsak burada inanılmaz bir ironinin yer aldığını göreceğiz. Birinci ila beşinci perdelerin arasında sıkışıp kalmış olanlar daha yukarıdaki perdeleri delmiş olanları tehlikeli deli olarak göreceklerdir.
Bu yazının amacı kitlelerin gerçeği neden göremediklerine dair bir anlayış sunmak, perdelerin arkasındaki insanlara yaşamanın, nefes almanın ve düşünmenin sadece başlangıç olduğunu anlamalarına yardım etmek ve insanlara yaşamdaki en büyük maceranın bir sonraki perdenin arkasında olduğunu göstermektir. Kendimiz ve Tanrı arasında sadece bir perde bulunmaktadır.
Öğrenmeyi ve Hatırlamayı Kolaylaştıran Yöntem: Feynman Tekniği
İki tip bilgi var ve çoğumuz genellikle yanlış tip bilgiye odaklanırız. Birinci tip bilgi bir şeyin adını bilmeye yönelikken, ikinci tip bilgi o şeyi bilmeyi temel alır. Elbette, bunların ikisi de aynı şey değil. Nobel ödüllü fizikçi Richard Feynman bir şeyi bilmekle, bir şeyin adını bilmek arasındaki farkı kavrayanlardan ki başarısının ardındaki en büyük etmenlerden biri de bu. Feynman bu ayrımı şu çarpıcı anekdotta anlatıyor:
"Şu kuşu görüyor musun? Bu bir kahverengi gerdanlı ardıç kuşu, ona Almanya'da halzenfugel ve Çin'de ise chung ling deniyor. Ona verilen tüm bu adları bilsen bile yine de bu kuş hakkında hiçbir şey bilmiyor olursun. Bildiğin sadece insanlar hakkında bir şey olur, yani kuşa ne ad verdikleri. Şimdi bu kuş ötüyor, yavrularına uçmayı öğretiyor ve yazın ülkenin bir ucundan diğer ucuna kilometrelerce uçuyor ve kimse yolunu nasıl bulduğunu bilmiyor." Buradan da anlayabileceğiniz gibi bir şeyin adını/tanımını bilmek onu anladığınız anlamına gelmez hiçbir zaman. Bir fikri gerçekten anlıyor musunuz yoksa bu fikrin tanımını biliyorsunuz, bunu sınamanın bir yolu var. Buna Feynman Tekniği deniyor. Feynman, matematikçi arkadaşlarından en karmaşık ya da anlaşılması güç kavramları bile kendisinin anlamayacağı karmaşık terimler kullanmadan açıklamalarını istemiş, bunu yapabildikleri takdirde, kendisinin de onlarla aynı sonuca ulaşacağını belirtmiştir. Tekniğin temelinde de bu basitleştirme yatıyor.
Sizler de Feynman Tekniğini,
1. Gerçekten anlamadığınız konuları/fikirleri anlamak için 2. Anladığınız fakat sınavlarda unuttuğunuz konuları/fikirleri hatırlamak için 3. Sınav öncesi etkili bir çalışma yöntemi olarak kullanabilirsiniz. Bu yöntemi kullanarak bir fikri uzun yıllar hatırınızdan çıkmayacak şekilde, kısa sürede derinlemesine kavrayabileceksiniz.
Feynman Tekniğine şimdi bir göz atalım:
1. Adım: Konuyu Belirleyin Boş bir kağıt alın. Öğrenmek istediğiniz konunun başlığını kağıdın en üstüne yazın.
2. Adım: Konuyu Bilmeyen Birine Anlatır gibi Anlatın Kağıdın geri kalanına konuyu hiç bilmeyen birine anlatıyormuşçasına, mümkün olduğunca karmaşık ifadeler kullanmaktan kaçınarak öğrendiklerinizi yazın. Bir çocuğun bile anlayabileceği kadar basit bir dil kullandığınızda kendinizi de konuyu daha derin bir seviyede anlamaya ve konular arasındaki ilişki ve bağlantıları basitleştirmeye zorlamış olursunuz. Aynı zamanda yazdığınızı sesli olarak tekrar etmek çok daha etkili olacaktır.
3. Adım: Takıldığınız Noktada, Kaynağa Geri Dönün 2. adımda hatırlamakta ya da anlatmakta zorlandığınız yerler olduğunu fark ettiğinizde konu hakkında çalıştığınız kaynaklara geri dönün. Öğrendiklerinizi kağıda aktarabilecek hâle gelinceye kadar tekrar tekrar okuyun ve çalışın. Sözgelimi biyolojiden yazılınız var ve evrimi basit cümlelerle açıklamakta zorlanıyorsunuz. Biyoloji kitabınızı açın ve evrimle ilgili kısmı yeniden okuyun (tabii Türkiye’de evrimle ilgili kayda değer bir şey bulabilirseniz). Şimdi kitabı kapatın ve yeni bir boş kağıt alarak evrimle ilgili öğrenmiş olduklarınızı yazın. Bu aşamayı sorunsuzca hâlletiyseniz, asıl çalışma kağıdınıza dönerek çalışmaya devam edebilirsiniz.
4. Adım: Basitleştirin ve Benzerlikler Kurun Artık kağıda döktüklerimizi gözden geçirebiliriz. Einstein'ın "Bir şeyi 6 yaşında bir çocuğa anlatamıyorsanız, siz de anlamamışsınız demektir" sözünden de anlayabileceğimiz gibi karmaşık bir jargon kullanıp kafa karıştırıcı açıklamalar yapmak yerine, dilimizi basitleştirmek ve benzerlikler kurmak anlamayı kolaylaştıracaktır. Opsiyonel olarak: 6 yaşında birini bulup, öğrendiklerinizi ona anlatmayı deneyin. Sorunsuz bir şekilde anlıyorsa, siz de gerçekten anlamışsınız demektir.
Bu harika yöntem yalnızca öğrenmeyi ve hatırlamayı kolaylaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda farklı düşünme şekillerine pencere açarak fikirleri baştan aşağı yeniden inşa etmemizi sağlıyor. Fikir ve konuları daha derinden anlamamızı kolaylaştırıyor. Hepsinden önemlisi, sorunlara bu şekilde yaklaşarak, ne konuştukları hakkında en küçük bir fikri bile olmayanları anlamamızı sağlıyor.
Zerdeçal antienflamatuar (vucütta iltihabı atıcı, ağrıyı yok edici) bir bitkidir. Zerdeçalı her ün kullanarak ondan... faydalanmamız gerekir. Zerdeçalın en etkili maddesi curcumindir. Bağırsaklardan emilimi zordur, atılması kolaydır. Bu reçete ile hazırladığımız zerdeçal ile zerdeçal'in sistemden emilimi (bioyararlınımını) arttırıyoruz. Hatta Pubmed'de yayınlanmış bir makalede özetlenen şu; "Zerdeçal katılmış yiyeceklere karabiber eklemek, zerdeçal'in içinde bulunan en önemli etken maddesi olan curcumin'in bioyararlılıgını 1000 kat artırır. Bu, karabiberde piperine adı verilen, karabibere acılık veren etken madde sayesinde olur. Zerdeçal ve karabiberi karıştırmakla, vücudumuzun zerdeçal emilimini %2000 artırabilirsiniz." Reçetesini vereceğim zerdeçal'in bu karışımına yağ ilave ettiğimizde ise emilim çok daha kolaylaşıyor. Isı ise işin püf noktası.
Zerdeçal reçetesi malzemeleri:
Yarım su bardağı toz zerdeçal / Hint Safranı (Zerdeçal'a Hint Safranı da denilmektedir) 1 su bardağı su 1 çay kaşığı öğütülmüş karabiber (Ben toz karabiber kullanmam hiçbir şekilde, kendim kullanacağım zaman tohumu öğütürüm ve size de bu şekilde tavsiye ederim) 4 yemek kaşığı soğuk sıkım Hindistan cevizi yağı ya da zeytinyağı(ben Hindistan cevizi yağı kullandım. Bu yağın yararları başka bir yazı konusu olacak kadar önemli. Zeytinyağını zaten her yemekte kullandığım için, Hindistan cevizi yağından faydalanmak istedim.)
Yapılışı; Küçük çelik bir tencere içine suyu, toz zerdeçal'i koyup, karıştırarak orta derece sıcaklıktaki ocakta pişirmeye başlıyoruz. Su ve zerdeçal birbirine karışıp macun kıvamına gelmeye başladığında karabiberi ilave ediyoruz. Zerdeçal suyu çok çabuk çekecek, gerekirse ekstra su ilave ediyoruz. Bu şekilde karıştırarak 7-8 dakika pişiriyoruz. Daha sonra ocağı kapatarak yağı ilave edip hızlı bir şekilde karıştırıyoruz ki yağ iyice absorbe olabilsin. Soğuduktan sonra cam bir kavanoza koyarak, 2 hafta kadar buzdolabında muhafaza edebilirsiniz. Tüketiminiz daha fazla ise ölçüyü 1/1 oranında arttırarak hazırlayabilirsiniz.
Kullanılışı: Bu hazırladığımız macunu bitkisel süt , kefir, yoğurt ve yemeklerinize ekleyebilirsiniz. Ben kefirime 1 tatlı kaşığı ilave ederek içiyorum. Sıcak ya da soğuk içeceklerde kullanabilirsiniz. sıcakta daha çabuk eriyip dağılıyor. soğuk içeceklerde iyice karıştırmak gerekiyor erimesi için. Özellikle eklem ağrıları, Romatoid Artrit, eklem romatizması vb. olan kişileri çok rahatlatıp ağrı ve inflamasyonlarının giderilmesini sağlayacak, hem de süper rahat bir uyku süreci geçireceksiniz.
BÜTÜN HASTALIKLAR BAĞIRSAKTAN BAŞLAR. BAĞIRSAK HASTA İSE VÜCÜDÜN GERİ KISMIDA HASTADIR...!!! HİPOKRAT
Hastalıklara ilk adımı kimyasal temizleyicilerle atarız, temizlik yapma amacı ile kullandığımız kimyasallar, soluma, yutma ve temas yolu ile kanımıza karışır ve dolaşım sistemi vasıtası ile tüm vücudumuzda gezinir, zaman içinde vücudumuzda D depolanarak bir çok hastalığa neden olur, bu hastalıklardan dolayı doktora gittiğimizde ise ikinci adımı atmış oluruz çünkü tedavi olmak için kullandığımız ilaçlar da kimyasal katkılıdır ve yan etkileri tedavi edici özelliğindan kat ve kat fazladır. Bağırsaklarımız bizim ikinci beynimizdir ve hastalıkların % 95'i bağırsaklardan başlar, bağırsaklarımızda 100 katrilyon faydalı bakteri bulunmaktadır bu bakteriler hayatta kalmamızı sağlayan vitamin ve mineraleri üretirler, bizler bilinçsizce kullandığımız kimyasalla bu bakterileri yok etmeye çalışırız, aslında kimyasal kullanmak kendimizle savaşmak demektir. Alternatif tıp uzmanları şöyle der, bir tane antibiyotik içmek bağırsaklarımizdaki faydalı bakterilere küçük bir atom bombası atmış gibi etki yapar. Peki uzun süreli kullanılan ilaçların zararlarını düşünebiliyor musunuz? Sağlikli bir hayat yaşamak istiyorsak elimizden geldiği kadar kimyasallardan uzak durmamız gerekir. H.Menteşe