• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.

İNSÜLİNİ DENGELEYEN 10 ÖNERİ

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'nun Hürriyet gazetesindeki bugünkü köşesinde "İnsülini dengeleyen 10 öneri" başlıklı bir yazısı var. Osman Hoca bu yazısında adeta Karatay Diyeti'ni tarif ediyor ama "Karatay Diyeti" adını ağzına almamak için şimdi "3P + 2G" adı altında kendi formülünü üretti. Nedir bu "3P + 2G" formulü?

"Daha çok kaliteli PROTEİN tüketin

Daha çok PROBİYOTİK GÜÇ kazanmayı hedefleyin

Daha çok POSA gücü yüksek besin tercih edin

Ve...

Daha düşük GLİSEMİK YÜK’ü olan bir beslenme planınız olsun

Daha az GLUTEN içeren besinleri tercih edin."

P" 'leri yükselt, "G" 'leri azalt diyor Osman Hoca

Karatay Diyeti'nin özü;

- Sağlıklı protein; yani serbest dolaşan hayvanların eti, yumurtası ile serbest dolaşan hayvanın sütünden yapılmış fermente süt ürünleri (peynir, yoğurt) gibi gıdalardan alınacak olan kaliteli protein.

- Sağlıklı yağ; Karatay Diyeti'nin olmazsa olmazlarından biri de naturel sızma (kusursuz) zeytinyağı, doğal köy tereyağı (market tereyağı değil) hayvansal yağlar ve omega3 yağları.
Osman Hoca sağlıklı yağ konusunu henüz gündemine alamadı. Dünyada yeni çıkan "Eat Fat Get Thin" vb kitapları okuyacak zamanı sanırız olamadı. Yakında yağın yararlarıyla ilgili pek çok yazı okuyacağınıza emin olabilirsiniz.

- İyi karbonhidrat yani fındık, fıstık ceviz, sebzeler, baklagiller ve glisemik indeksi düşük meyveler yani Osman Hocanın deyimiyle posa gücü yüksek besinler Karatay Diyet'inin üçüncü ayağıdır.

Bunun dışında açık havada her gün yapılan 20 dakikalık yürüyüşler, yeterli D vitamin seviyesi için güneş takvimine uygun 20 dakika güneşlenme ile ev yapımı yoğurt ve ayran, ev yapımı sirke, ev yapımı sirkeyle yapılan ev turşusu vb fermente olmuş gıdalar başka bir deyişle bağırsak mikrobiyotasını düzelten probiyotikler de Karatay Diyetinin önemli bir unsurudur.

İnsülin direncini kırmak istiyorsanız Sağlıklı Yaşıyoruz Yüksek İstişare ve Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Nazan Uysal Harzadın hocamızın bu yazısını mutlaka okuyun. http://www.woto.com/insulin-direnci

Gelelim Osman hocanın bugünkü yazısında değindiklerine:

"Son yıllarda beslenme kavramında çok ama çok önemli değişiklikler yaşandı." cümlesi Osman Hocanın değişiminin göstergesi. Bu değişiklikleri Prof. Dr. Canan Karatay 2011 yılında çıkan ilk Karatay Diyeti kitabında yazmış durumda. Hatta o kitabın içinde geçen hasta geri bildirimlerinden gördüğümüz üzere bu bilgileri Canan Hoca yıllardan beri uyguluyor.

Osman Hocanın bugünkü yazısında vurguladığı bazı noktalar:
- Günde sadece 20 dakika yürüyüş bile antiinsülin etkisi yapıyor,
- Şekere el sürülmemeli,
- Tokluk hissi oluşturmayan "früktoz" yani meyve şekeri en büyük tehlikelerden biri,
- Prensip olarak her türlü karbonhidrat ama özellikle de un - nişasta içeriği yüksek şeker (glikoz, früktoz) yapısı güçlü karbonhidratlardan uzak durmak ilk adımınız olmalı,
- Omega 3 yağları insülin direnci ile mücadelede ciddi ölçüde işe yarıyor,
- Posası bol sebze ve bakliyat tüketmek insüline karşı etkili.

Bütün bu yazanların hepsi 2011 yılında yayınlanan Karatay Diyeti kitabında var. Hem de fazlasıyla. Hani sağlıklı yağlar? Biz beslenme uzmanı değiliz ama yağsız beslenmenin asla sağlıklı olmayacağını çok iyi öğrendik.

Bir besinin glisemik indeksi yüksek olsa bile tüketilen miktarı az olduğundan glisemik yükü düşük olacaktır. 10 ve daha düşük değere sahip besinlerin glisemik yükü düşük, 20 ve üzeri olan besinler ise yüksek kabul edilmektedir. Karatay beslenmesinde düşük glisemik indeksli besinlerin tüketilmesi; bir besinin glisemik yükü düşük bile olsa glisemik indeksine göre karar verilmesi önerilmektedir. Örneğin glisemik indeksi yüksek olan karpuzun glisemik yükünün çok düşük (4) olmasına rağmen, Karatay beslenmesinde önerilmeyen besinlerden biridir. Sanırız yakında Osman Hoca bu ince ayrıntıyı da dikkate alır.

Hani tam buğday ekmeği olmadan beslenme olmazdı?
Hani meyvesiz beslenme olmazdı?

Bütün teorileri göçtü. Canan Hocanın dediklerini 5,5 yıldan sonra benimsemeye başlamaları gerçekten Türkiye'de yaşayan insanların sağlığı açısından çok çok önemli. 5,5 yıl geç söylenmiş bile olsa Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'nu yürekten kutluyoruz. Çünkü hala bu noktaya gelemeyen doktor sayımız çok fazla.

Sağlıklı Yaşıyoruz

Şimdi Hürriyet gazetesinde bugün yayınlanan yazıyı okuyalım.

"İnsülini dengeleyen 10 öneri

Vücudumuz için 'olmazsa olmaz' bir hormon olan insülinin fazlası da azı da ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor. Peki insülini nasıl 'yöneteceğiz'? İşte insülin problemlerine karşı 10 'yaşamsal' öneri ve daha fazlası...

İnsülİn pankreasımızın salgıladığı bir hormon. Kan şeker dengemizin ayarlanmasında önemli görevler üstlenen yaşamsal, “Olmazsa olmaz!” bir madde. Ne var ki, onun da –tıpkı kan şekerimiz, kolesterolümüz gibi- belirli rakamların üstü ya da altında olması durumu katlanılabilir bir şey değil, azlığı da çokluğu da mühim sağlık sorunlarına zemin hazırlıyor. Fazlalığının (hiperinsülinemi) yol açtığı “insülin direnci” problemi ise son yılların en mühim sağlık tehditlerinden biri. Fazla insülin önce insülin direnci ve gizli şekere, sonra da şeker hastalığına yol açıyor. Yaşadığımız global obezite ve diyabet patlamasının esas nedeni de bu zaten.

CİDDİ BİR TEHDİT

Aşırı insülin yükü sadece kan şeker dengemizi altüst etmekle de kalmıyor.

Hipertansiyon, damar sertliği, bellek bozukluğu, hatta kanserlerle de bağlantılı. Kısacası kanda insülin yükünün artması ciddi bir sağlık tehdidi. Özellikle bel çevresi genişleyen, göbekleri büyüyen herkesin (çocuk, yetişkin, yaşlı olmak fark etmiyor) insülin seviyelerini mutlaka kontrol ettirmesi ve eğer yüksekse nasıl azaltabileceği konusunda bilgilenip bir şeyler yapması lazım.

GÖBEKLİ ARKADAŞIMIN SORUSU

Peki neden bu konuyu gündeme getirdim? Anlatayım: Geçen hafta uçakta yanımdaki koltuğa yerleşen “göbekli” yol arkadaşım da insülin direnci mağdurlarından biri idi. Emniyet kemerini bağlar bağlamaz da bana hemen ilk soruyu yöneltti!

“Hocam, insülin seviyelerimizi nasıl düşüreceğiz?”

Ona sabretmesini, Hürriyet’teki bu yazımı bekleyip dikkatle okumasını tavsiye ettim. Umarım unutmamıştır, okur!

Evet, konumuz insülin fazlalığını azaltmanın yolları. Buyurun…

AKTİF BİR HAYAT SÜRMELİ

İnsülin seviyelerini düşürmede hareketsiz yaşam tarzını terk etmek de mühim bir belirleyici. Sık dile getirdiğimiz “ayakta kal, hayatta kal” mottosunun da nedeni biraz da bu zaten. Yeni bir çalışmada haftada 150 dakikadan daha fazla ılımlı aktivite gösterenlerin bile (ev işleri yapan, merdiven inip çıkan, bahçe bakımı ile uğraşan) insülin fazlalığından korunabileceklerini kanıtladı. Bir başka çalışmada günde sadece 20 dakikalık yürüyüşlerin üst üste her gün on iki hafta süreyle tekrarlanması halinde mükemmel bir antiinsülin ilaç etkisi yaptığını gösterdi. Kısacası sadece egzersiz yetmiyor, “hareket şart!” Aktif bir hayat çok önemli bir ayrıntı.

BESLENMEDE YENİ YAKLAŞIM

Son yıllarda beslenme kavramında çok ama çok önemli değişiklikler yaşandı.

Özellikle kilo sorunu ile mücadele edilirken nerede, ne gibi hatalar yaptığımız daha net ve açık olarak anlaşıldı. Bunların beşi çok önemli ve biz o beşliyi “3P+2G” formülü ile özetliyoruz. “P”ler probiyotik, protein ve posa kavramlarını, “G” ise gluten ve glisemik yük kavramlarını anlatıyor. Sağlıklı beslenip kilo dengesini korumanın yolu ise “P”leri arttırıp “G”leri azaltmaktan geçiyor. Özeti şu:

Daha çok kaliteli PROTEİN tüketin

Daha çok PROBİYOTİK GÜÇ kazanmayı hedefleyin

Daha çok POSA gücü yüksek besin tercih edin

Ve...

Daha düşük GLİSEMİK YÜK’ü olan bir beslenme planınız olsun

Daha az GLUTEN içeren besinleri tercih edin.

PORSİYONLAR KÜÇÜLTÜLMELİ

İnsülin direnci ile mücadelede porsiyon büyüklüğü de önemli belirleyicilerden biri. Daha küçük porsiyonlar pankreastan daha az insülin salgılanmasına ve kanda insülin patlamalarının yaşanmamasına yardımcıdır. Porsiyonlar büyüdükçe kan şekeri yükseliyor, bu da insülin salgını hızını arttırıyor.

BEL KALINLIĞI AZALTILMALI

İnsülin fazlalaştıkça insülin direnci ağırlaşıyor. İnsüline direnç şiddetlendikçe göbekler büyüyüp bel çevreleri genişliyor. Bel çevresinin genişlemesi ise zamanla doğrudan bir insülin direnci nedeni haline geliyor. Özetle ikisi arasında bir geri beslenme, bir tür kısır döngü hali var. işte bu nedenle bel çevresini inceltmek erkeklerde 100, kadınlarda 90 cm’nin altına indirmek kandaki insülin seviyelerini azaltma ve insülin direnciyle mücadeleyi kazanmada çok önemli bir faktör olarak öne çıkıyor.

ŞEKERE EL BİLE SÜRÜLMEMELİ

Beyazı, kahverengisi fark etmiyor, çaya, kahveye eklenen, tatlı yapımında kullanılan her türlü şeker pankreasınızı daha fazla insülin üretmeye teşvik ediyor. Bir başka deyişle “daha çok şeker, daha çok insülin” anlamına geliyor. Özellikle tokluk hissi oluşturmayan “früktoz” yani meyve şekeri en büyük tehlikelerden biri. Früktoz şurubu kullanılarak yapılan tatlılara ise el bile sürülmemeli. Yoğun şeker tüketiminin sade yemeklerden sonra değil, açlıkta da insülin seviyelerini arttırdığı gösterildi.

EGZERSİZ UNUTULMAMALI

Yüksek insülin seviyelerini azaltmak için sadece beslenmenize dikkat etmeniz de yetmez. Egzersiz yaparak kandaki insülini kaslarınıza emdirmek son derece mühim bir ayrıntı. Yani daha az insülin üreten bir beslenme planı ile daha çok insülin tüketen bir aktivite planını aynı anda uygulamanız lazım. Özellikle insülin direnci olanlarda aerobik egzersiz aktivitelerinin kasları adeta birer insülin avcısı gibi çalıştırdıkları iyi biliniyor. Hele bir de bu egzersizler yüksek yoğunluklu interval çalışmaları ile desteklenirse o egzersiz çalışması adeta birer anti insülin ilaç haline gelebiliyor.

TARÇINDAN İSTİFADE EDİLMELİ

Tarçın sadece güçlü bir lezzet ve mükemmel bir antioksidan değil. Aynı zamanda etkili bir antiinsülin doğal ilaç. Çok sayıda araştırma sağlıklı kişilerde de insülin direnci olanlarda da düzenli tarçın kullanımının insülin seviyelerini azaltabileceğini net ve açık olarak gösterdi. Günde iki gram civarında toz tarçın bile yetiyor. Bu da mönünüze yalnızca bir çay kaşığı taze toz tarçın eklemenizin kâfi olabileceğini gösteriyor.

KARBONHİDRATLI YİYECEKLER SINIRLANMALI

Prensip olarak her türlü karbonhidrat ama özellikle de un-nişasta içeriği yüksek, şeker (glikoz, früktoz) yapısı güçlü karbonhidratlardan uzak durmak ilk adımınız olmalı. Bilhassa genetik eğilimi olanlar tatlı ve unlu yiyeceklerden, pastane fırın ürünlerinden, şekeri yoğun karbonhidratlı atıştırmalıklardan uzaklaşıp sebze ağırlıklı, proteini yoğun bir beslenme planına öncelik vermeli.

OMEGA GÜCÜ YÜKSELTİLMELİ

Omega-3 yağlarının da insülin direnci ile mücadelede ciddi ölçüde işe yaradıkları anlaşılıyor. Yağlı balıkları ve omega-3’ten zengin diğer besinler insülin direnci ile mücadeleyi kolaylaştırıyor. Omega-3’ün işe yaradığını gösteren çalışmaların çoğu insülin direnci ile boğuşan polikistik overli hanımlarda yapılmış çalışmalar. Bu çalışmaların da neredeyse tamamı daha fazla omega-3 kazanımının daha güçlü bir antiinsülin savaş anlamına geldiğini göstermiş.

YEŞİL ÇAYDAN İSTİFADE EDİLMELİ

Sadece yeşil değil, bizim geleneksel siyah çaydan da istifade edebilirsiniz ama yeşil çayın siyah çaydan daha fazla miktarda epigallo kateşin (EGC) içerdiği kesin. Çaydaki insülin savaşçısı madde de esas olarak bu kateşinler. Bu nedenle anti insülin programınızın içine günde 1-2 bardak yeşil çay eklemeniz ama bu arada bizim geleneksel çaydan da vazgeçmemeniz iyi olur.

POSA KAZANIMI ÇOĞALTILMALI

Özellikle suda eriyen posaların etkili bir insülin blokajı yaptığı kesinleşti. Bu bilgi çok önemli. Önemli zira daha sık ve bol sebze yemeniz, daha sık ve bol bakliyat tüketmeniz anlamına geliyor. Bu ikili besin grubu da son derece etkili birer insülin savaşçısı gibi görünüyor. "

Kaynak: http://sosyal.hurriyet.com.tr/…/insulini-dengeleyen-10-oner…
 
BİLMEMiZ GEREKİYOR!

ÇÜNKÜ HAYATIMIZ SÖZ KONUSU!

(NO) NİTRİK OKSİT
1998 yılında Nitrik Oksidin,insan sağlığı üzerindeki inanılmaz etkilerini bulan 3 doktora, Nobel Tıp,bilim ödülü verilmiştir. "YAŞAM MOLEKÜLÜ" adı altında.

Son yirmi yılda yapılan yoğun araştırmalar, bu molekülün hücreler arası haberleşmede temel bir görev üstlendiğini ortaya çıkarmıştır.

Nitrik Oksit, insan vücudunda doğal olarak üretilen bir hormon, yani kimyasal bir habercidir; sinir, dolaşım, savunma, solunum ve üreme sistemlerinin hayati fonksiyonlarının düzenlenmesinde stratejik bir rol oynamaktadır.

Nitrik Oksidin çok önemli bir görev üstlendiği yerlerden biri de damarlarımızdır.

Mükemmel molekül Nitrik Oksit sayesinde, vücudun farklı ortamlara göre değişen ihtiyaçları otomatik olarak sağlanır.

Kan damarlarının, spor yaparken genişleyerek artan kan ihtiyacını sağlaması veya yaralanma sonrasında daralarak kanamayı azaltması sözü edilen kusursuz sistemin bir sonucudur.

Nitrik Oksit; Hücrelerin Ömrünü Uzatır, hayati bir önem taşır. 24 yaşına kadar maksimum düzeyde salgılanır yaş ilerledikçe azalır ve yaşlanma başlar.

"Vücut 5 dakika kadar oksijensiz(O2) kalabilir ama 5 saniyenin üzerinde Nitrik Oksit (NO) siz kalamaz." - Dr. Abbas Qutab (MBBS, DC, PHD, OMD)

Birleşik Devletler Ulusal Tıp Kütüphanesi
moleküler biyoloji, genetik ve tıp bilimleriyle ilgili konulara ışık tutmaktadır.
Pubmed sitesinde 140.000 sayfadan fazla makale yayınlanmıştır.
http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/?term=nitric+oxide

KYANI NITRO™ ÜRÜNLERI
➥Kyani Nitro Fx™ ‘in ana bileşeni olan NONİ meyvesi vücuttaki Nitrik Oksit miktarının artmasına yardımcı olmaktadır. Nitrik Oksit yaşımız ilerledikçe vücudumuz tarafından daha az üretilir. Nitro Fx™ buna yardımcı olmak için üretilmiş bir takviye edici gıdadır.
➥Nitro Plus™ ise Nitro Fx™ içine Coenzim Q10, B1 Vitamini, B3 Vitamini, Çinko, Krom ve Magnezyum eklenmesi ile spor yapanların ve yoğun çalışma hayatı olan kişilerin vücutlarına vitamin ve mineral takviyeleri yapmaları hedeflenmiştir.
Kyäni Nitro™ Ailesi; doğal yollardan Nitrik Oksit üretimi arttıkça, damarlarınız açılır ve tüm hücrelere oksijen ve besin taşınması artar.

14517611_10154258576608551_2459342881170129050_n.jpg



ALINTI
Burak Vardar - Sağlık Koçluğu
 
Meme kanserine karşı kalkan etkisi olan besinler

Kükürtlü sebzeler, zerdeçal ve sarımsak... İşte sizi meme kanserine karşı kalkan gibi koruyan diğer besinler...
Eylül 2016 - Sağlık
meme-kanseri.jpg


Hatalı beslenme alışkanlıkları ve hareketsiz bir yaşam birçok hastalığa davetiye çıkarıyor. Bu hastalıklardan biri olan kanser de yanlış yaşam tarzının bir sonucu olarak ortaya çıkabiliyor. Özellikle kadınların en çok korktuğu meme kanseri için aktiviteyi artıramnın ve vücuttaki yağ oranını azaltmanın önemine değinen Acıbadem Fulya Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Melike Şeyma Deniz, düzenli olarak tüketilmesi gereken besinleri sıraladı.

1- Kükürtlü sebzeleri sofranızdan eksik etmeyin
Tüm sebzeler antioksidan içerikleri sayesinde kansere karşı koruyucu özelliğe sahipler. Özellikle de keskin kokusu ve tadı ile bilinen brokoli, karnabahar ve lahana gibi kükürtlü sebzeler anti-kanser özellikleriyle ön plana çıkıyor. Yapılan çalışmalar, bu sebzelerin içerdikleri glukozinolat adı verilen bileşik sayesinde, çeşitli organlarda kanseri durdurucu etkiye sahip olabileceğini göstermiş. Bu nedenle; özellikle mevsiminde bu sebzeleri sofranızdan eksik etmemeye özen gösterin.

2- Günde 1 tatlı kaçığı zerdeçal
Zerdeçal kendisine sarı-turuncu rengini veren kurkumin sayesinde eklem iltihaplanması ve kalp hastalıkları gibi birçok farklı hastalık türüne karşı kullanılabiliyor. Kanser hücrelerinin de büyümesini ve yayılmasını engellediği düşünülen zerdeçalı günde 1 tatlı kaşığı kadar kullanabilirsiniz. Zerdeçalı; salata, yoğurt ve çorbalara ekleyebilir ya da yemekleri pişerken az miktarda yağ ile çevirerek tüketebilirsiniz.

3- C vitamininden zengin beslenin
Antioksidan vitaminler grubundan olan C vitamininin yetersiz alınmasının kanser oluşumu ile ilgili olabileceği düşünülüyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Melike Şeyma Deniz her gün portakal ve greyfurt gibi turunçgiller, domates ile biber gibi sebzelerin herhangi birini beslenme listenize mutlaka eklemeniz gerektiğine dikkat çekiyor.

4- Balığı doğru tüketin
Genel sağlığımız üzerine birçok olumlu etkisi olduğunu bildiğimiz balık, meme kanserinden korunmada da olmazsa olmaz yiyeceklerden biri. Ancak, balıktan maksimum yarar sağlamak için bu formülü uygulamasınız: Haftada en az 2 kez balık tüketmeli, ızgara veya buğulama gibi doğru pişirme yöntemi uygulamalı, füme şeklinde olan işlenmiş balıkları tercih etmemelisiniz.

5- Zeytinyağı tüketin
Zeytinyağı içerdiği E vitamini sayesinde hem kanser oluşumunu engelliyor, hem de bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Yağ tercihinizi zeytinyağından yana kullanarak bu olumlu etkilerden faydalanabilirsiniz. Ancak, bir besin ne kadar sağlıklı olursa olsun porsiyon kontrolü yapmanın önemli olduğunu unutmayın ve zeytinyağı kullanım miktarlarınızı gözden geçirin.

6- Kurubaklagilleri unutmayın
Meme kanserinden korunmak için normal vücut ağırlığında olmak önemli. “Kuru baklagiller bu noktada bizlere yardımcı olan yiyeceklerin başında geliyor. “ diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Melike Şeyma Deniz sözlerine şöyle devam ediyor: “Kuru fasulye, nohut, mercimek gibi baklagiller içerdikleri posa sayesinde kan şekerinin dengelenmesine yardım ediyor ve tokluk süresini uzatıyor. Aynı zamanda bitkisel protein kaynağı olan bu grubu haftada 2-3 kez ister sıcak bir sulu yemek olarak isterseniz salatalarınıza haşlanmış şekilde ilave ederek tüketmenizde fayda var.“

7- Sarımsağı çiğ yiyin
Bilimsel çalışmalar, sarımsağın kalp, damar hastalıklarından koruyucu, bağışıklığı güçlendirici, ve kanserden koruyucu olduğunu gösteriyor. Bu olumlu etkileri ”allisin” adı verilen bir bileşen sayesinde oluyor. Allisinin etkinliği için sarımsağın ezilip, çiğ yenilmesi gerekiyor. Sarımsağı yemeklerle birlikte pişirmek yerine ezerek pişen yemeğe sonradan eklemeyi deneyebilirsiniz.

BUNLARDAN UZAK DURUN!

Yüksek şeker ve/veya yağ içeren hazır kek, kurabiye, tatlı, dondurma vb. tüm yiyecekler boş kalori kaynakları olarak adlandırılıyor. Boş kalori kaynakları hem kilo artışına neden olarak kanser oluşumunu dolaylı yoldan etkiliyor, hem de yüksek şeker içeriği nedeniyle oluşan kanser hücrelerinin büyümesini hızlandırıyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Melike Şeyma Deniz bu tarz yiyecekleri olabildiğince azaltmanız mümkünse hiç tüketmemeniz gerektiğine dikkat çekiyor.

Kaynak: Sözcü
 
Üzüntünün 4 faydası

Üzüntünün faydalı olabileceğini hiç düşündünüz mü? Uzman Klinik Psikolog ve Hipnoz Uzmanı Mehmet Başkak, canımızın sıkkın olduğu o anların bile hayatımıza çok şey katabileceğini söylüyor. İşte o 4 fayda...


Sürekli olmaması durumunda bazı durumlarda belli düzeyde üzgün hissetmek kişiye çok fayda sağlayabiliyor. Uzman Klinik Psikolog ve Hipnoz Uzmanı Mehmet Başkak, her üzüntü durumunun depresyon olmadığının altını çizerek önemli bilgiler verdi.

İşte size üzüntünün faydalı olabileceğini gösteren bazı durumlar:

HAFIZANIZI GÜÇLENDİRİR

Mutlu ruh hali çevremizde tesadüfi olarak gördüğümüz şeylerle ilgili onlara dikkatimizi verme ve sonradan onlarla ilgili detayları hatırlama gücümüzü zayıflatabilirken, sıkıntılı bir ruh hali bunu arttırabiliyor.

Kötü bir ruh halinde olanlar, ruh hali iyi olanlara göre gördükleri detayları daha doğru hatırlayabiliyor.

Mutlu ruh hali kişinin bilgileri zihninde daha dikkatli ve uyanık şekilde işleme yetisini azaltıyor ve yanıltıcı bilginin hafızadaki orjinal bilgiyi tahrif etme riskini arttırıyor. Buna karşılık kötü bir ruh hali kişinin detaylara daha çok odaklanmasını sağlıyor ve kişinin hafızası onu daha az yanıltıyor.

MOTİVASYONUNUZUN ARTMASINA YARDIMCI OLABİLİR

Mutlu olduğumuz zamanlarda, doğal olarak o mutluluk hissinin hep devam etmesini isteriz. Mutluluk hissi bize şu mesajı verir, şu anda güvenli ve hep alışık olduğun bir ortamdasın ve bir şeyi değiştirmek istediğinde çok az çaba sarfetmen yeterli, herşey yolunda mesajı verir. Buna karşılık, üzüntü hissi hafif bir alarm sinyali gibidir, çevremizde bulunan bir zorlukla başa çıkabilmemiz için bizi daha çok çaba harcamaya ve daha fazla motive olmaya sevk eder, durumu düzeltmeye yönelik bir enerji ortaya çıkartır.

Bu nedenle, negatif bir ruh halinde olup, içinde bulundukları kötü durumu değiştirmek için daha çok motivasyonu olan kişilere göre, mutlu kişiler bazen bir konuda eyleme geçmek için kendilerini daha az motive olmuş hissederler.

Buna göre çaba gerektiren zorlu işlerde mutsuz bir ruh hali kişinin o işle uğraşma azmini artırırken, mutlu bir ruh hali tam tersi etki yapabiliyor. Bunun da muhtemel sebebi kişinin zaten mutlu bir ruh halindeyken, bir işi yapmak için daha az motivasyona sahip olması, çünkü zaten her şey yolunda mesajıyla kişi rahat olabilir ve işler üzerindeki dikkati azaltabilir.

DAHA İYİ İLETİŞİM KURULMASINI SAĞLAR

Genel olarak mutluluk insanlar arasındaki olumlu etkileşimi arttırır. Mutlu insanlar daha özgüvenli, daha iddialı ve daha yetenekli iletişim kuruculardır. Daha çok tebessüm ederler ve üzgün insanlara kıyasla mutlu kişiler daha sempatik olarak algılanırlar.

Bununla birlikte, daha temkinli, daha az iddialı ve daha özenli bir iletişim şeklinin gerektiği durumlarda, üzgün bir ruh hali daha çok işe yarayabilir.

Yapılan deneylerde, üzgün bir ruh halinde olan kişilerin daha çok ikna edici konuştuğu ve konuştuklarını savunmak için daha etkili ve somut argümanlar ortaya koyduğunu ve pozitif bir ruh halinde olan kişilere göre diğer insanları bir şeye ikna etme konusunda daha iyi olduklarını görüldü.

Mutlu ruh halinde olanlara göre, üzgün bir ruh halinde olanlar adil olma konusunda daha dikkatli. Kişinin içinde bulunduğu ruh hali onun bencil mi yoksa adil mi olduğu konusunu da etkiliyor.

MUHAKEME GÜCÜNÜ ARTTIRIR

İnsanoğlu sıklıkla sosyal ilişkileriyle ilgili çıkarımlar yapar, başkalarının düşünce ve davranışlarını anlamak ve tahmin etmek için sosyal işaretleri okumaya çalışır. Ne yazık ki, kişinin yaptığı bu çıkarımların yanlış olma ihtimali beynimizin kullandığı bazı kısa yollar ve sahip olduğumuz bazı önyargılar nedeniyle oldukça yüksektir.

Tekrar tekrar yaptığımız araştırmalarda insanların mutluyken, önyargılarına göre sosyal çıkarımlar yapma ihtimallerinin daha yüksek olduğunu gördük.

Mutlu bir ruh hali kişiye tanıdık gelen şeyi doğru olarak görme eğilimini arttırıyor, üzgün bir ruh hali ise tam tersi etki yapıyor. Üzgün bir ruh halinde olan kişiler mantıksal hatalar yapmaya daha az meyillidirler ve tanık oldukları bir olayı anlatırken daha az yanlış yaparlar.

Kötü bir ruh hali aynı zamanda kişinin ilk edindiği izlenime çok fazla önem verip daha sonra ortaya çıkan detayları önemsememesinden kaynaklanan ve başka bir peşin önyargı olan öncelik etkisinin azalmasını sağlar.

Kötü bir ruh hali izlenim edinme süreçlerinin daha doğru şekilde gerçekleşmesine yardımcı olur.

“ÜZGÜN OLMANIZ DEPRESYONDA OLDUĞUNUZ ANLAMINA GELMİYOR”

Üzgün olmakla negatif odaklı olmak, mutlu olmakla pozitif olmak kişisel gelişim dünyasında çok karıştırılır.

Örneğin bir yakınını kaybeden fakat pozitif bir bakış açısına sahip olan bir kişi bunun geçeceğini ve bu üzüntünün normal olduğunu bilir, kabullenir. Negatif odaklı kişi ise kendi düğününde bile bir şey olacak duygusuyla eğlenemez.

Tabi ki, üzgün ruh halinin faydalarının da belli bir sınırı vardır. Kısmen kişinin ruh halindeki bir bozukluk olarak tanımlanan depresyon, uzun süren ve yoğun üzüntüyle beraber seyrettiğinde, insanın hayatını ciddi oranda etkileyebilir. Mesela hafızası kötüleşen birine bu durumla baş edebilmesi için üzüntülü bir ruh haline girmesi tavsiye edilmez. Yapılan araştırmalar böyle bir şey yapmanın faydalı olduğu sonucunu doğrulamıyor.

Fakat hafif ve kısa süreli bir üzüntü aslında hayatımızın birçok alanındaki problemlerle baş etmede bizim için faydalı. Belki de bu yüzden, her ne kadar kendini üzgün hissetmek başa çıkılması zor bir durum olsa da, Batı sanatı, müziği ve edebiyatının en başarılı birçok eserinde üzüntülü olma konusu ele alınmıştır. Günlük yaşamda da aynı şekilde, insanlar bazen kendilerini üzgün hissettirecek birtakım yollara başvururlar. Mesela hüzünlü sözleri olan şarkılar dinlemek ya da sonu kötü biten veya hikayesi üzücü olan filmler izlemek ya da kitaplar okumak gibi.

Her duygunun doğru şartlar altında oynadığı önemli bir rol var. Her ne kadar kendini mutlu hissetmenin faydaları üzerinde çok şey yazılıp çizilse de, üzüntülü bir ruh halinin de kişiye bazı faydaları olabileceği konusu göz ardı edilmemelidir.”

Sözcü
Eylül 2016 - Sağlık
 
ET BENLERİNDEN KURTULMAK İÇİN 6 DOĞAL YÖNTEM

Ananas suyunun iltihap sökücü ve antiviral özellikleri et benlerinden kurtulmanıza yardım eder ve bunların vücudunuzun diğer kısımlarına yayılmasını engeller.
et-benlerinden-kurtulmak-icin-6-dogal-yontem-h1475094843-3243e5.jpg


Et benleri boyunda, kolda, göz kapaklarında ve vücudun diğer kısımlarında oluşan küçük çıkıntılardır.

Genellikle cildin yağlı tabakalarında kolajen birikmesi sonucu oluşmasına rağmen bazen sürtünmeden dolayı da oluşabilir.

Sağlık için hiçbir risk teşkil etmese de iltihaplanmaya yatkın oldukları ve kolayca yaralanabildikleri için bazı insanlar için can sıkıcı olabilir.

İnsanların çoğu bunlardan kurtulmak ister çünkü benlerin çirkin olduklarını ve güzelliklerini bozduklarını düşünürler.

İyi haber şu ki bunları yok etmek için acı veren ve masraflı işlemlere gerek yoktur.

Bütün doğal ürünlerde bulunan çeşitli özelliklerden yararlanarak, benlerin etrafındaki deriye de zarar vermeden bunlardan kurtulmak için hazırlayabileceğimiz birçok ev yapımı tedavi vardır.

Gelin bu yöntemlere bir göz atalım!

1. Elma sirkesi

1475094634-adb276.jpg

Elma sirkesinde bulunan asidik asit et benlerini ve siğilleri yok etmek için en etkili maddelerden biridir.

Bu tedaviyle et benlerini tamamen yok etmek birkaç hafta sürer.

Malzemeler
  • 1 yemek kaşığı elma sirkesi
  • 1 kürdan
  • 1 pamuk topu
  • Yara bandı
Kullanımı
  • Et beninin etrafını ılık su ve hassas bir sabunla yıkayın.
  • Tamamen kurulayın ve bir kürdanla nazikçe kaşıyın.
  • Pamuğu elma sirkesine batırın ve direkt olarak benin üstüne koyup yara bandıyla yapıştırın.
  • Ertesi sabah bandı çıkartıp cildinizi durulayın ve gece yatmadan önce bu işlemi tekrarlayın.
  • Bu tedaviye et beni düşene kadar davam edin.
2. Hint yağı ve bira mayası
Bira mayası ve Hint yağının karışımı ile yapılan merhem ciltte oluşan bu çirkin oluşumları yok etmek için kullanılabilir.

Malzemeler
  • 1 yemek kaşığı Hint yağı
  • Yarım çay kaşığı toz bira mayası
  • Yara bandı
Kullanımı
  • Hint yağı ve bira mayasını karıştırarak yapışkan kıvamlı bir merhem oluşturun.
  • Karışımı benin üstüne sürün ve yara bandıyla kapatın.
  • Bir gece bu şekilde bırakın ve sabah durulayın.
  • En iyi sonuç için 2 ile 4 hafta boyunca devam edin.
3. Ananas suyu

1475094711-a29546.jpg

Ananas suyunda bulunan bir enzim olan bromelain bu çirkin oluşumlarla mücadele için çok faydalıdır.

Enzimin sahip olduğu iltihap sökücü ve antiviral etkiler et benlerinin küçülmesini sağlar ve vücudun diğer bölümlerine yayılmasını engeller.

Malzemeler
  • 1 ananas
  • 3 damla limon suyu
  • 1 pamuk topu
Kullanımı
  • Ananası ezin ve üzerine 3 damla limon sıkın.
  • Pamuğu hazırladığınız sıvının içine batırın ve problemli bölgeye sürün.
  • Bu işlemi günde üç defa tekrarlayın.
4. Çay ağacı yağ esansı
Bu yağ esansı et benleri ve küçük siğiller için en etkili çözümlerden biridir.

Antibiyotik ve antiviral özellikleri rahatsızlığa neden olan patojenleri yok eder.

Malzemeler
  • 3 damla çay ağacı yağ esansı
  • Su
  • 1 pamuk topu
Kullanımı
  • Pamuğu suya batırın ve ben oluşan bölgeyi temizleyin.
  • Benin üzerine 2 veya 3 damla çay ağacı yağ esansı damlatın.
  • Durulamadan öylece bırakın ve et beni yok olana kadar günden iki defa uygulayın.
5. Kekik yağı
1475094768-95a849.jpg

Kekik yağı cildi etkileyen çeşitli enfeksiyonlar, virüsler ve iltihaplanmalara karşı kullanılır.

İçeriğindeki bileşenler ciltte oluşan tümörü yok eder ve vücudun başka bölümlerinde tekrardan çıkmasını engeller.

Malzemeler
  • Yarım çay kaşığı kekik yağı
  • 1 pamuk topu
Kullanımı
  • Pamuğu kekik yağına batırın ve problemli bölgeye sürün.
  • Günde iki defa tekrarlayın.
6. Tuz ve soğan suyu
Soğanda bulunan sülfür bileşeni bu problemi yok etmeye yarayan antibakteriyel özelliklere sahiptir.

Malzemeler
  • 1 soğan
  • 1 yemek kaşığı deniz tuzu
  • 1 bandaj
Kullanımı
  • Soğanı güzelce doğrayın ve tuzla karıştırın.
  • Ertesi gün soğanın suyunu sıkın ve et beninin üstüne sürün.
  • Problemli bölgeye uyguladıktan sonra bir bandajla sarın ve gece boyunca bekletin.
  • 10 – 12 gece boyuna sürekli olarak işlemi tekrarlayın.
Bu küçük cilt deformasyonlarına son vermek için yukarıda bahsettiğimiz yöntemlerden birini kullanabilirsiniz.

Şunu unutmayın ki, etkilerin ortaya çıkması biraz zaman alabilir ve bu süre kişiden kişiye değişir.

Dr.Muammer Yıldız
 
Dünyanın En Zeki İnsanı Çocuklarda 10 Yaşına dikkat Etmemizi istiyor

24c01e452493eba0f9e741ef09a2d61a_XL-1-696x442.jpg


Prof. Dr. Michio Kaku dünyanın en zeki insanı olarak tanınıyor. Çocuklara teknolojiyi öğretmek gerektiğini söyleyen Kaku, çocuklarda internet yasaklarına karşı. Bir de 10 yaşa dikkat çekiyor.

Yazdığı kitapları satış rekorları kıran “dünyanın en zeki insanlarından biri” olarak tanımlanan fizikçi ve fütürist Prof. Dr. Michio Kaku Türk Eğitim Derneği’nin (TED) “Türkiye’nin Geleceğine İnanıyoruz: Geleceği Okuyoruz” başlığıyla düzenlenen IV. Uluslararası Eğitim Forumu’ndaki konuşmacılardan biriydi.

Kaku ile geleceğin eğitim sistemini ve mesleklerini konuştuk. Kaku’ya göre birçok mesleği gelecekte robotlar yapacak ama öğretmenlerin elinden işini alamayacaklar.
İşte Kaku’nun başta eğitim olmak üzere gelecekle ilgili anlattıkları…

Hepimiz aslında doğuştan bilim insanıyız, “Neden” diye sorarız. Çocukların geleceği 10 yaşında başlıyor. Bu yaşta anne babanın dışında başka hayatları keşfediyor, merak başlıyor. Ama süreç 16 yaşında duruyor, bilimsel merak bitiyor. Birinci neden akran baskısı “İnek mi olacaksın? Neden futbol yıldızı ya da pop star olmuyorsun?” diyebiliyorlar. İkinci neden ezbere dayalı eğitimde bilimin sıkıcı gelmesi. 10-16 yaş arasında çocuklara ilham vermek, rol model bulmak, bilimsel merakını öldürmemek ve heyecanlandırmak gerekiyor ki bu ilgi tüm yaşamı boyunca sürsün.

Eğitim sistemi 1950’li yıllarda nasıl yaşayabileceğimizi çok iyi öğretiyor ama gelecekteki değişimlere nasıl ayak uyduracağımıza ilişkin bilgi vermiyor.

Bilgiye herkes ulaşabilecek. Tabletler, ders kitapları kalmayacak. Google gözlükleri gibi kontak lensler olacak. Öğrenci ‘göz kırpma’ ile tüm bilgilere ulaşacak. Bu da eğitimi altüst edecek. Öğrenci formülleri ezberlemek zorunda kalmayacak. Tüm derslikler üç boyutlu olacak. Ezber kalkacak. bu yüzden öğretmen çok önemli olacak. Öğretmen kılavuzluk edecek, yol gösterecek, mentor olacak.

Öğrencinin ‘ders kaçırdım’ bahanesi olmayacak. Ders odasının duvarına yansıtılacak. Kaçırdığınız derste anlamadıklarınız olursa roböğretmen anlatacak. Ama gerçek öğretmenlerin yerini öğrencileri anlayamadığı, mentorluk yapamadığı için tutamayacak. Okullar, sınıflar hep olacak. Çocuklar okullarda hem internet hem de sosyal becerileri öğreniyorlar.

İnternetten çocukları mahrum bırakırsanız sosyal olarak başarısız olurlar. Hem eski yöntemle yani diğer çocuklarla birlikte olup, kıskançlık, paylaşım, kavga gibi insani duyguları sosyalleşerek yaşamalı. Hem de sosyal medyayı öğrenmeli.

Gelecekte üniversite diploması daha önemli olacak. Diploması olmayanların maaşı için tavan olacak ve bunu aşamayacaklar. Varlık ve refah teknolojiden ve bilimden gelecek.
Geleceğin en büyük üniversitesi iCloud (bulut) olacak. Günümüzde bile MIT ya da Stanford’daki derslere internetle erişiliyor. Ama e-eğitimi bırakanların oranı yüzde 90. Çünkü burada ev ödevi, değerlendirme, yönlendirme, hatta akran baskısı yok. Onlara kılavuz edecek kimse yok. Eğitimde başarı için iletişim, kişisel dokunma şarttır. Bu yüzden işte öğretmenler hep olacak.

Kendini tekrarlayan işler yani brokerlik, acentelik gibi meslekler robotlar tarafından yapılacak. Ama çöpçülük, bahçıvanlık, polislik, inşaat işçiliği gibi meslekler gelecekte hep olacak. Yaratacılık, hayal gücü gerektiren konularda robotlar çalışamayacak.
Zekanın IQ ya da babanızın parasıyla ilgisi yok. Zekâ geleceği görmek, geleceği tasarlamak demektir. Başarılı ve zeki insanlar, 10 yıl, 20 yıl sonrasını düşünür. Daha az zekiler ‘Şu an ne yapabilirim?’ der, kısa vadelidir.

Gençler her şeyi Facebook’a yüklüyor. 15-20 yıl içinde duygu ve anılar da SMS olarak gönderilip, sosyal medyada paylaşılacak. İlk kullanıcılar çocuklar olacak. Bugün Japonya’da gençler partide kulaklık takıyor, size ilgi duyan varsa kulaklıklar aşağı yukarı inip çıkıyor.

Tuvaletlerde çipler olacak ve likit biyopsi yapacak. Kanser genlerinizi size oluşmadan tuvalet söyleyecek. Üç boyutlu tasarımları evinizin salonunda yapacaksınız. İnsan organlarının çıktısını yazıcıdan alacaksınız. Kendi hücrelerinizden böbreğinizi salonunuzda üreteceksiniz.

http://biliyomuydun.com/
 
ASLINDA DİŞLERİ BEYAZLATMAK BU KADAR KOLAY

Dişleri Bembeyaz yapıyor


05.jpg


DİŞ BEYAZLATMANIN 5 YOLU
Oksijenli su ve karbonat
01.jpg


Oksijenli su ve karbonat evde diş beyazlatma yöntemlerinin en sık kullanılanıdır. Macun kıvamına gelene kadar her iki maddeden de karıştırın ve diş fırçanız ile her zamanki gibi dişlerinizi fırçalayın. Ancak bu karışımı 3-5 gün kullandıktan sonra tekrar kullanmak için 6 ay kadar beklemelisiniz. Aşındırıcı madde olan bu iki malzeme dişlerinize zarar verebilir. Ev yapımı tarifleri doktorunuza danışmadan denememenizi öneririz.

Elma sirkesi gargarası
02.jpg


Seyreltilmiş elma sirkesinin dişlerde inanılmaz bir etkisi olduğu söylenir. 3 ölçek su ve 1 ölçek sirkeyi karıştırıp gargara olarak kullanabilirsiniz.

Muz kabuğu
Muz kabuğunun iç kısmı potasyum, manganez ve magnezyum gibi mineraller açısından oldukça zengindir. Bu mineraller diş minesi tarafından emilir ve beyazlatıcı etki gösterir. Dişlerinizi fırçaladıktan sonra muz kabuğunun içini dişlerinize sürün ve 2 dakika bekletin. Ardından iyice durulayın.
03.jpg


Aktif karbon
Son zamanların çılgınlarından biri de aktif karbon ile diş beyazlatma furyası. New Jersey'li diş hekimi Joseph Banker, aktif karbonun diş beyazlatmada inanılmaz etkili olduğunu belirtiyor. Az miktarda aktif karbon ve suyu karıştırıp dişleri fırçalarsanız beyazlatma etkisini göreceğinizi iddia ediyor. Tabii ki ağzınızı karbon tamamen gidene kadar durulamak ve asla yutmamak gerekiyor.
04.jpg


Çilek macunu
Çilek, malik asit içerir. Bu asit, kahve, şarap ve çay lekelerine karşı muhteşem bir etkiye sahiptir. 2 çileği ezin ve karbonat ile karıştırıp 5-7 dakika dişlerinizi fırçalayın. Her gün kullanmamanızı öneririz.
05.jpg


http://www.hekimzade.com
 
VÜCUTTAKİ TÜM MİKROPLARIN KÖKÜNÜ KURUTUYOR

Antibiyotik etkili bu tarifler sayesinde ilaçlardan kurtulacaksınız..


b.jpg


Ev yapımı antibiyotik etkili tarifler sayesinde ecza dolaplarını, antibiyotikleri, ağrı kesici ve ateş düşürücüler artık unutacaksınız. Soğuk havalarda özellikle vücudumuzu hastalıklardan korumak için bu tarz içecekleri tüketmek gerekli. Vücut kırgınlığına soğuk algınlığına iyi gelen bu doğal antibiyotik etkili içecekler, mikropları yok ediyor.

Ballı su

Sabah uyandığınızda bir bardak ılık suyun içine bir tatlı kaşığı bal ekleyerek içmek vücut direncinizi artırmaya yetecektir. Çünkü bal doğal bir enerji kaynağıdır. Tüm bunların yanı sıra bakterilerle savaşarak bağışıklık sisteminizi de güçlendirir.

Zerdeçallı mercimek çorbası

Zerdeçal ile annelerimizin şifalı çorbası olan mercimek çorbasının gücünü düşünebiliyorsunuz değil mi? Bizde lezzetli bir tarifi bulunan mercimek çorbasını hazırlarken tuz ve karabiberi eklediğiniz sırada toz olarak tarife ek 1-2 çay kaşığı zerdeçal ekleyebilirsiniz.

Zencefil çayı

Taze veya kuru zencefil ile hazırlayabileceğiniz hoş kokulu bir çay olan zencefil çayı, göğüs tıkanıklığını açmak ve grip ile bağlantılı boğaz ağrılarını hafifletmek için etkilidir. Ayrıca zencefilin içinde bulunan bileşenler, vücudunuzun viral hücrelere karşı direncini artırarak grip ve soğuk algınlığından kurtulma sürecini hızlandıracaktır.

Zerdeçal

Mikroplarla savaşma özelliği bulunan zerdeçal, tüketildiği andan itibaren kendinizi iyi hissetmenizi sağlayan şifalı ve hatta mucizevi diyebileceğimiz bir bitkidir. Bitki çaylarının geneli gibi sıcak su içerisinde 2-4 dakika demlemek yeterlidir. Ancak unutmamak gereken bir konu, zerdeçalın çay olarak günde 2-3 bardaktan fazla tüketilmemesi gerektiğidir.

Hekimzade
 

MEVSİM DEĞİŞİMLERİNDE NEDEN HASTA OLURUZ ?


.
14519802_586333921554897_4364254972747789975_n.jpg


Her mevsim kendi coğrafi koşularında ve kendi doğal konumlanması ile diğer mevsimlerden farklıdır.
Her mevsimdeki flora ,diğer mevsimlerden farklıdır.
Her mevsimdeki bakteri popülasyonuda ,diğer mevsimlerden farklıdır.
.
İNSANLAR BU DEĞİŞİME AYAK UYDURUYOR MU ?
İnsanlar her mevsim değişiminde metabolizmalarında varolan yapısallık içinde dururlar.
Beslenmeleri de bu anlamda yeknesak bir sistemsellik içerir.
Oysaki her mevsim insanlara yeni dönem için farklı besin maddleri sunar.
.
Mevsimler bu anlamda bir uyarı yaparlar .
.
YEMEK SİSTEMİNİ VE GIDANI DEĞİŞTİR
.
Mevsimler tüm canlı habitatı ile döngüsel değişimin içinde olurlar.
Eski dönem terkedilir ,yeni dönemin ilk adımları ile yeni bir sürecin içine girilir.
Toprak ,hava ve su her mevsimde farklı bir flora taşırlar.
O yüzden mevsimsel sebzeler,meyveler ve diğer doğal gıdalar o floranın genetik izlerini barındırırlar.
.
EĞER İNSANLARDA DEĞİŞİRSE..
İnsanlar bu mevsim değişiklilerine uygun bir beslenme biçimine hemen adapte olup ,önlem olarak farklı bir beslenme tarzına farklı besin maddelerine geçerlerse değişimin olumsuz sonuçlarından kurtulurlar.
Her mevsim doğal florada özellikle kıtalar arası uçuşlar yapan göçmen kuşlarında taşıması ile çeşitli mikroplar ile karşılaşılır.
Bu mikroplara karşı bağışıklık sistemi daha güçlü koruyucular ile desteklenmelidir.
.
MEVSİM BESLENMESİ.
O mevsimde üretilmiş olan sebzeler ve meyveler bu koruyucu özellikleri taşır .
Tat ve diğer duyusal özellikler ile illa başka mevsimlerin yiyeceklerinde ısrar etmemek gerekir.Bunları koruyucular ile diğer mevsimlerde tüketmek için bir seçenek oluşturmak ,mevsimin nimetlerinden yararlanmaları reddetmek demektir.
Bağışıklık sistemide bu değişimlerine karşı kendine ait olan bir savunma reaksiyonları geliştirir.
Bağışıklığı destekleyici mevsim besinleri mutlaka fermentasyon ile daha direnç kazandıran formlara dönüşmelidir.
Geleneksel fermente ürünler bu konuda bize yol gösteriyor..
.
HER MEVSİMDE PROBİOTİKLERDE DEĞİŞİR.
Henüz probiotik araştırmaların henüz başındayız. Probiotikler sürekli inceleniyor.
Çıkan her sonuçta hiç bilmediğimiz bir dünyanın kapıları açılıyor.
Girdiğimiz her kapıda şaşkınlıklarımız dahada artıyor.
Bağırsak floramızda her mevsimde değişiyor.
Probiotiklerin ailesek gruplarının altında suş dediğimiz farklı formları alt dalları oluşuyor.
Bunları araştırıp mevsimsel döngülerinde gizemli yanlarını çözeceğimiz günler gelecek...

Haydar Yılmaz
 
PROBİOTİK WHEY

(*Whey Protein piyasada en bilinen, en popüler, en yararlı ama aynı zamanda en pahalı protein çeşitlerindendir.
Whey Proteini
Ham whey protein peynir üretimi yapılırken meydana gelen yan ürünlerden biridir. Tabi ki de tükettiğimiz whey protein bunun çok daha filtrelenmiş, yağından arındırılmış, zenginleştirilmiş halidir.

Whey protein içeriğinde ciddi ve önemli protein yelpazesi barındırır. Lactoglobulin (sütyuvar), lactalbumin (süt albümini) ve serum albümini. Bunlar eksiksiz proteinlerdir, içlerinde vücudumuzun üretemediği amino asitleri barındırırlar.

Halk dilinde Whey Protein “Peynir Altı Suyu” olarak bilinir. Peynirden elde edildiği gibi sütten de elde edilir. Ama Whey Protein’i süt proteini olarak adlandırmak yanlış olur.

Süt, %87 su ve %13 diğer katı besinlerden oluşur. Her besin’de olduğu gibi bu besin de protein, karbonhidrat ve yağdan oluşur. %13’ lük katı besinler sadece %27’si proteindir, o %27’nin de sadece %20 si whey’dir.
Whey %13 * %27 * %20 = %0.7 ! Yani 100 gram sütten 1 gram bile Whey çıkmaz. Pahalı olmasının nedenlerinden biri budur. Anlaşılacağı üzere Whey Protein doğaldır. *supplementler.com)


Yoğurdun suyu whey proteinidir.
Aynı zamanda peynir baskılanıp suyu süzüldüğündede çıkan peynir altı suyu whey proteinidir.
.
Whey proteini sinidirmi çok kolay olan bir proteindir.
Whey proteini; etler, balıklar ve yumurta gibi hayvani proteinler, dallı-zincirli amino asit bakımdan çok zengin.
.
Biliyorsunuz amino asitler proteinlerin yapı taşları.
Yani protein duvar ise amino asitler tuğla.
Hücrelerimizde 20 çeşit amino asit var.
Bunlardan üçü bütün amino asitlerin %70’ini oluşturuyor.
Bu amino asitlere dallı-zincirli amino asitler deniyor (valin, lösin, izolösin).
Ve bu amino asitler kas onarımında önemli rol oynuyorlar.
.
PROBİOTİKLER SUYUN İÇERİĞİNDE..

Probiotik bakteriler ile fermente edilmiş olan süt ürünlerinde whey proteininde probiotik bakterilerde bulunur.
:
NERELERDE NASIL KULLANILIR ?
Kazein allerjisi olanların probiotikleri almasının en önemli yoludur.
Bazen bir laktoz veya kazein duyarlılığından dolayı bütün süt ürünlerini yasaklayan doktorlar yüzünden bu proteinlerden ve probiotiklerden mahrum kalınabiliyor.
Tüm içeceklere katılabilir,
Çorbalara ve diğer çok sıcak olmayan yemeklere katılabilir.
Bebek mamalarına katılabilir.
Bakliyatların 48 saat ıslatılmasında suya katılabilir
Ekmek yapımında hamura katılabilir.
Salça ve diğer soslarda kullanılabilir.
Turşu yapımında kullanılabilir.
Meyve veya sebzelerin fermentasyonunda kullanılabilir.
.
PROBİOTİK WHEY
Sporcuların çok tercih ettiği endüstriyel olarak üretilmiş olan whey protein tozlarına alternatif doğal bir seçenektir.

Haydar Yılmaz
 

PROBİOTİKLER SALGIN HASTALIKLARA KARŞI KORUYUCU


Prof. Dr. Tarkan Karakan, Probiyotik ve Prebiyotik Derneği Başkanı
.
MEVSİM GEÇİŞLERİNDE SALGIN HASTALIKTAN KORUYOR
Özellikle salgın hastalıklara kapı aralayan mevsim geçişlerinin yaşandığı dönemlerde probiyotik kullanımına daha fazla ihtiyaç duyulduğunu belirterek, bir kişi yılda 7 defa soğuk algınlığıyla karşılaşırken, probiyotik kullananlarda bu oranın 2-3'e düştüğünü kaydetti.
.
BAĞIŞIKLIĞI GÜÇLENDİRMEK
Prof. Dr. Tarkan Karakan, yaptığı açıklamada, salgın hastalıkların en fazla ortaya çıktığı dönemlerden biri olan mevsim geçişlerinde yapılması gereken en önemli şeyin "bağışıklık sistemini güçlendirmek" olduğunu ifade ederek, bunun için en etkili yollarından birinin probiyotik kullanımı olduğuna işaret etti.

BAĞIRSAKTAKİ YARARLI VE ZARARLI BAKTERİLER DENGESİ.
Probiyotik içeren çeşitli süt ürünleri, bunların tamamlayıcıları formları ve tablet, kapsül ve sıvı şeklindeki probiyotiklerle ishal başta olmak üzere birçok salgın hastalığın önüne geçilebildiğini anlatan Karakan, bağırsaklarda, vücut hücre sayısının 10 katı kadar bakteri yaşarken, bağırsaktaki yararlı ve zararlı bakteri dengesizliğinin birçok hastalığa yol açabildiğini belirtti.
.
GAZ, ŞİŞKİNLİK, KABIZLIK VE İSHAL
BAĞIRSAKTAKİ DENGESİZLİK NEDENİYLE OLUR

.
Prof. Dr. Tarkan Karakan, sindirim sistemi hastalıkları başta olmak üzere karında gaz, şişkinlik, kabızlık ve ishal gibi birçok rahatsızlığın bağırsaktaki bakteri dengesizliği sebebiyle ortaya çıktığına ve bunu ortadan kaldıracak en önemli çözümlerden birinin düzenli probiyotik kullanımı olduğuna değindi.
.
MEVSİM GEÇİŞLERİNDE SALGIN HASTALIKTAN KORUYOR
.
Bağırsak sisteminde doğal dengenin korunmasına ve yenilemesine yardımcı olmanın yanı sıra probiyotiklerin farklı faydaları olduğuna dikkati çeken Karakan, şu bilgileri verdi:
"Başta ishal olmak üzere birçok sindirim sistemi kaynaklı hastalıkta probiyotik kullanımının etkili olduğu klinik çalışmalarla kanıtlanmış bulunuyor. Birçok çalışma, faydalı mikroorganizmaları içinde barındıran probiyotiklerin enfeksiyona bağlı ishalin tedavisine yardımcı olabileceğini gösterdiği görülüyor.
Ayrıca antibiyotik kullanımına bağlı ishalin önlenmesinde probiyotik kullanımının yararlı olduğunu gösteren birçok çalışma da bulunuyor. Bu yüzden özellikle salgın hastalıklara kapı aralayan mevsim geçişlerinin yaşandığı bu dönemde probiyotik kullanımına çok daha fazla ihtiyaç var."

Prof. Dr. Tarkan Karakan
Probiyotik ve Prebiyotik Derneği Başkanı
 
14449888_1203670613028974_3901873273966381340_n.jpg


5 dakikalık bir telefon konuşmasının ardından insan beyninin absorbe ettiği radyasyon seviyeleri..

Yapılan bir araştırmaya göre insanın yaşı ne kadar küçükse radyasyonun etkisi o kadar fazla oluyor.

Telefonu kulaklıkla kullanırsanız bu etkileri minimum düzeye indirmiş olursunuz.

Sağlıklı günler dileriz.

Kansersiz Yaşam Derneği
 
PROBİOTİKLER SALGIN HASTALIKLARA KARŞI KORUYUCU

Prof. Dr. Tarkan Karakan, Probiyotik ve Prebiyotik Derneği Başkanı
.
MEVSİM GEÇİŞLERİNDE SALGIN HASTALIKTAN KORUYOR
Özellikle salgın hastalıklara kapı aralayan mevsim geçişlerinin yaşandığı dönemlerde probiyotik kullanımına daha fazla ihtiyaç duyulduğunu belirterek, bir kişi yılda 7 defa soğuk algınlığıyla karşılaşırken, probiyotik kullananlarda bu oranın 2-3'e düştüğünü kaydetti.
.
BAĞIŞIKLIĞI GÜÇLENDİRMEK
Prof. Dr. Tarkan Karakan, yaptığı açıklamada, salgın hastalıkların en fazla ortaya çıktığı dönemlerden biri olan mevsim geçişlerinde yapılması gereken en önemli şeyin "bağışıklık sistemini güçlendirmek" olduğunu ifade ederek, bunun için en etkili yollarından birinin probiyotik kullanımı olduğuna işaret etti.

BAĞIRSAKTAKİ YARARLI VE ZARARLI BAKTERİLER DENGESİ.
Probiyotik içeren çeşitli süt ürünleri, bunların tamamlayıcıları formları ve tablet, kapsül ve sıvı şeklindeki probiyotiklerle ishal başta olmak üzere birçok salgın hastalığın önüne geçilebildiğini anlatan Karakan, bağırsaklarda, vücut hücre sayısının 10 katı kadar bakteri yaşarken, bağırsaktaki yararlı ve zararlı bakteri dengesizliğinin birçok hastalığa yol açabildiğini belirtti.
.
GAZ, ŞİŞKİNLİK, KABIZLIK VE İSHAL
BAĞIRSAKTAKİ DENGESİZLİK NEDENİYLE OLUR

.
Prof. Dr. Tarkan Karakan, sindirim sistemi hastalıkları başta olmak üzere karında gaz, şişkinlik, kabızlık ve ishal gibi birçok rahatsızlığın bağırsaktaki bakteri dengesizliği sebebiyle ortaya çıktığına ve bunu ortadan kaldıracak en önemli çözümlerden birinin düzenli probiyotik kullanımı olduğuna değindi.
.
MEVSİM GEÇİŞLERİNDE SALGIN HASTALIKTAN KORUYOR
.
Bağırsak sisteminde doğal dengenin korunmasına ve yenilemesine yardımcı olmanın yanı sıra probiyotiklerin farklı faydaları olduğuna dikkati çeken Karakan, şu bilgileri verdi:
"Başta ishal olmak üzere birçok sindirim sistemi kaynaklı hastalıkta probiyotik kullanımının etkili olduğu klinik çalışmalarla kanıtlanmış bulunuyor. Birçok çalışma, faydalı mikroorganizmaları içinde barındıran probiyotiklerin enfeksiyona bağlı ishalin tedavisine yardımcı olabileceğini gösterdiği görülüyor.
Ayrıca antibiyotik kullanımına bağlı ishalin önlenmesinde probiyotik kullanımının yararlı olduğunu gösteren birçok çalışma da bulunuyor. Bu yüzden özellikle salgın hastalıklara kapı aralayan mevsim geçişlerinin yaşandığı bu dönemde probiyotik kullanımına çok daha fazla ihtiyaç var."

Prof. Dr. Tarkan Karakan
Probiyotik ve Prebiyotik Derneği Başkanı

KEFİR VE PROBİOTİK YOĞURTTAKİ PROBİOTİKLERİN BİR FAYDASI DAHA !..
Dr.Bülent Akın
Gaziantep
Burun egriligi ve allerjik nazal polip (burunda et) ameliyatı yaptığım bir hastama kefir ve probiyotikli yoğurt önermiştim, koku alma duyusu da kayıp olan hastamin operasyon sonrası 6.ayı, tabii operasyonun da neticesi olan bir durum ama, hastam kefir ve probiyotikli yoğurdu kısa süreli olarak kesse bile koku alma duyusunun tekrar kaybolduğunu, başladığında da hemen tekrar koku alabildigini ve çok memnun olduğunu söyledi. ..
 

Alzheimer’a karşı alınacak yedi basit önlem! Öneriler ve uyarılar…


Alzheimer, beyindeki sinir hücreleri üzerinde β-Amyloid plaklarının birikmesi ile ortaya çıkan, sebebi henüz bilinmeyen ve yıllar ilerledikce şiddeti giderek artan, şimdilik kesin tedavisi olmayan bir beyin hastalığıdır. Dünyada 35 milyon Alzheimer hastası olduğu tahmin ediliyor ve bu sayı her geçen gün dramatik bir şekilde artıyor. Yapılan istatistikler 2030 yılında 66 milyon, 2050 yılında ise 115 milyon Alzheimer hastası olacağını gösteriyor. Türkiye’de yaklaşık 600 bin Alzheimer hastası olduğu söyleniyor olsada gerçek rakamın çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor.

Alzheimer bir yaşlılık hastalığıdır
İstisnalar olsa da Alzheimerin öncelikle bir yaşlılık hastalığı olduğunu belirtmek gerekiyor. Hastalığın 70-75 yaşlarında görüleme sıklığı % 3-4 civarında iken yaş ilerledikce bu oran artmaktadır. 90’lı yaşlara gelindiğinde oran %30-35’e kadar çıkmaktadır. Alzheimer henüz tedavi edilebilir bir hastalık değil ve tedaviye dönük yapılan çalışmalardan şu ana kadar pek memnun edici sonuçlar alınamadı.

Hastalığın tedavisine dönük yapılan araştırmalar yoğun bir şekilde devam ederken bu çalışmalara paralel olarak koruyucu önlemler ile hastalığın ilerlemesini durdurmaya yönelik birçok araştırma da yapılıyor. Aşağıda Alzheimere karşı alınabilecek bazı basit önlemler ile bu konuda yapılmış bazı bilimsel çalışmalar bulunmaktadır.

Alzheimere karşı alınacak önlemler
Bu basit önlemleri başlıklar halinde çok kısaca şöyle özetleyebiliriz: Sağlıklı beslenme, düzenli fiziksel aktivite, beyin jimnastiği, sosyal ilişkileri canlı tutma ve risk faktörlerinden uzak durma.

1. Alzheimer karşı Kahve
Düzenli kahve tüketenlerde Alzheimerin daha az görülmesi, dikkatleri kahve tüketimi ile Alzheimer arasında nasıl bir ilişki olduğuna yoğunlaştırdı ve yapılan tüm araştırmalardan elde edilen sonuçlar kahvenin, Alzheimer riskini düşürdüğünü gösteriyor. Bu konuda o kadar çok fazla araştırma var ki, burada hepsine yer vermek teknik olarak olanaksız olduğu için sadece üç araştırmaya kısaca değinilecek.



Hollanda’da yapılan bir araştırmada 1900 ile 1920 yılları arasında doğan 676 sağlıklı erkeğin zihinsel performansları 10 yıl boyunca periyodik olarak izlendi ve düzenli kahve tüketen katılımcıların zihinsel performanslarının kahve içmeyenlere göre daha iyi durumda olduğu tespit edildi.(1)

2014 yılında Alman ve Fransız araştırma grubunun yapmış olduğu bir başka araştırmada Alzheimer semptomları bulunan farelere düzenli olarak kafein verildi ve araştırma sonunda kafein tedavisi uygulanan farelerin beyininde Alzheimera sebep olan Tau Proteinleri ile Beta-Amiloid-plaklarının birikiminin engellendiği, hatta geriye dönük düzelmeler olduğu görüldü.

İsveç ve Finlandiyalı araştırma grubunun 1972, 1977,1982 ve 1987 yılları arasında 1.409 kişi ile yapmış olduğu başka bir araştırma ise günde üç ila beş fincan arası kahve içenlerde Alzheimer riskinin önemli ölçüde düşütüğü gösteriyor.(2)


Kafein ne yapıyor: Kafein, beyinde çeşitli Adenozin Reseptörlerini bloke ederek Adenosinlerin bu reseptörlere bağlanmasını engelliyor. Adonosinin serbest kalması ise sinir hücrelerinde iltihabi reaksiyonların oluşmasını engelliyerek Tau Proteini ve Beta-Amiloid-plaklarının sinir hücreleri üzerinde birikmesini engelliyor.

Sonuç olarak bu araştırma günde üç fincan kahve tüketiminin hafıza problemi ile vücuttainflamatuar Stres Reaksiyonlarını önleyerek Alzheimer riskini azalttığını gösteriyor.(3)

2. Alzheimer karşı Meyve suyu ve Antioksidanlar
Oksidanlar, oksijen moleküllerine yüksek bağlanma yeteneği olan zararlı kimyasal bileşenlerdir. Vücuda alınan besinler, oksijenle birlikte yakılarak enerjiye dönüştürülür. Bu dönüşüm esnasında oksidan adı verilen ve damarlarda yapı bozuklukları ile erken yaşlanmaya ve bazı hastalıkların ortaya çıkmasında önemli rol oynayan zararlı moleküller ortaya çıkar. Antioksidanlar ise bu zararlı atıklarla mücadele eden onları etkisiz hale getirerek vücuttan atılmasını sağlayan yararlı kimyasallardır.

En çok bilinen antioksidanlardan biri de limon, portakal, mandalina gibi narinciye ürünlerinde bulunan C vitaminidir. Yukarıda bahsedildiği gibi antioksidanlar, serbest kalan radikalleri yakalayarak vücuttan dışarı atar, bu da beyin sağlığı için inanılmaz faydalı biyokimyasal bir reaksiyondur.

Yapılan araştırmalar sonucunda Alzheimer hastalarının kanında çok az miktarda antioksidan olduğunun ortaya çıkması, antioksidan içeren gıda tüketiminin Alzheimere karşı koruyucu bir önlem olabileceği fikrini oluşturdu. Yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlar da gerçekten bunu teyid eder nitelikteydi. American Journal of Medicine dergisinin 9 eylül 2006 tarihli sayısında yayınlanan büyük bir epidemiyolojik çalışma, haftada üç porsiyon ve daha fazla meyve veya sebze suyu içenlerde Alzheimer hastalığına yakalanma riskinin % 76 daha düşük olduğunu gösteriyor.(4)

Başlangıçta Alzheimer hastalığına karşı koruyucu etki yapan maddenin meyve ve sebzelerde bulunan ve antioksidan özelliği olan vitamin C, E ve B-karoten olduğu düşünülüyordu ama yapılan klinik çalışmalar bu hipotezi destekler nitelikte sonuçlar vermedi. Bu yüzden araştırmalar meyve sebzelerde bulunan başka bir antioksidana yoğunlaştı ve yapılan araştırmalarda bu antioksidan’ın Polifenol olduğu tespit edildi.

Ayrıca hayvanlarla yapılan testler Polifenollerin hayvanların ömrünü % 59 oranında uzattığı ve yaşa bağlı bilişsel kaybı engellediğini gösteriyor. Laboratuvarda hücre kültürleri ile yapılan bir başka araştırmada polifenollerin sinir hasarlarını önleyici etkisinin(nöroprotektif etki) vitaminlerden daha fazla olduğu bulundu. Sonuç olarak haftada üç veya dört porsiyon meyve suyu içerek olası bir Alzheimer riskini düşürmenin mümkün olduğu söylenebilir.

3. Alzheimer karşı Deniz ürünleri: Balık ve Omega-3 Yağ Asitleri
Balık ve deniz ürünlerinde bulunan omega 3 yağ asitlerinin de Alzheimer riskini düşürmede olumlu etkisinin olduğu yapılan birçok araştırma ile teyid edildi.



Bordeaux Üniversitesinin 68 yaş ve üzeri sağlıklı 1674 kişi ile 7 yıl boyunca yaptığı ve 7. Mayıs 2002 tarihinde British Medical Journal dergisi yayınladığı büyük bir araştırmanın sonuçları haftada en az bir kez balık yiyenlerde Alzheimer riskinin üçte bir oranında düştüğü görüldü. (5) Bu olumlu etki, balıkta bulunan omega-3 yağ asitlerinin damarları koruyarak beyinde iltihaplanma riskini azaltmasıdan kaynaklanıyor.

Ayrıca 1999 yılında aynı yönde yapılan başka bir araştırmadan da aşağı yukarı aynı doğrultuda sonuçlar elde edildi.(6) Omega-3 bulunan deniz ürünleri nelerdir: Sardalya, somon, ton balığı, mersin balığı, pisi balığı, alabalık, midye ve uskumru omega 3 bakımından zengin deniz ürünleridir.

4. Alzheimer karşı Akdeniz Diyeti
Sebze ve balık ağırlıklı Akdeniz mutfağının lezzetli olmasının yanı sıra aynı zamanda Alzheimer karşı da koruyucu etkisi bulunmaktadır. Akdeniz mutfağının vazgeçilmezi olan zeytinyağı, sebzeler, domates, sarımsak, taze balık, ekmek ve kırmızı şarabın kalp-damar hastalıklarına karşı koruyucu etkisinin olduğu birçok araştırma ile zaten teyid edilmişti. Bu konuda yapılan çok yönlü araştırmalar bu besinlerin Alzheimere karşı da koruyucu etkisinin olduğunu ortaya çıkardı. Bu besinlerin Alzheimere karşı da koruyucu etkisi hayvansal yağlar ve proteinler bakımından fakir olmasından kaynaklanıyor olabilir!



Columbia Üniversitesinin yapmış olduğu bir araştırmada Akdeniz diyeti ile Alzheimer riski arasındaki ilişki ele alındı ve araştırma sonunda Akdeniz diyeti uygulanan deneklerin diyeti ne oranda uyguladığına bağlı olarak Alzheimer riskinin düştüğü veya yükseldiği görüldü. Başka bir ifade ile Akdeniz diyetini çok uygulayanlarda daha az, az uygulayanlarda ise daha fazla Alzheimer vakasına rastlandı. 2258 sağlıklı kişiyle ile başlayan bu araştırma 4 yıl devam etti ve 4. yılın sonunda araştırmaya katılanların 262 sinde Alzheimer görüldü.(7)

Araştırmanın sonuçları hastalığın ortaya çıkmasında açık bir şekilde beslenme alışkanlığının rol oynadığını gösteriyor. Araştırmadan ortaya çıkan sonuçlar:

  • Düşük oranda Akdeniz diyetinin % 9-10 oranında,
  • Orta derece Akdeniz diyetinin % 15-21 oranında,
  • Yüksek derece Akdeniz diyetinin % 40 oranında Alzheimerdan koruduğu görüldü.
Sebep tam olarak bilinmese de Akdeniz diyetinin düşük kalorili olmasının Alzheimer riskini düşürmede etkili olduğunu düşündürüyor. Çünkü düşük kalorili gıdaların beyin ve vücudu zinde tuttuğu biliniyor. Ayrıca yapılan başka bir araştırma az yemek, yani vücuda yüksek kalori almaktan sakınmak SIR2 enzimini aktif hale getirerek DNA ların ömrünü uzattığını, bunun da yaşlanmaya bağlı nörodejenerasyonu geciktirdiğini gösteriyor. Yani düşük kalori yaşlanmayı yavaşlatarak yaşlılığa bağlı beyin hücre ölümlerini geciktiriyor(8)

Sonuç: Alzheimer’a karşı diyet iyi, Akdeniz diyeti daha da iyi.

5. Alzheimer karşı Şarap ve Siyah Çikolata
Kırmızı şarap ve siyah çikolata içerisinde bulunan ve antioksidan özelliği olan Resveratrol bilişsel gerilemeyi geciktiryor.

Georgetown Üniversitesi Tıp fakültesi tarafından orta ve hafif Alzheimer hastası 119 erkek ve kadın ile bir araştırma yapıldı. Araştırmada hastaların bir kısmına her gün 1000 mg resveratrol diğer kısmına ise plasebo ilaç yani etken maddesi olmayan yalancı ilaç verildi. Hastaların bir yıl sonra yapılan muayenelerinde plasebo ilaç verilen deneklerin hastalığının normal seyrinde ilerlerlediği görülürken, Resveratrol verilen hastaların durumunda bir değişiklik olmadığı yani hastalığın ilerlemediği tespit edildi. Başka bir ifade Resveratrol‘ün hastalığın ilerlemesini durdurduğu söylenebilir. (9)

365.000 kişi ile 7 yıl boyunca yapılan ve The Journal Neuropsychiatric Disease and Treatment dergisinde yayınlanan başka bir araştırmanın sonuçları ise aşırıya kaçmamak kaydıyla günde 15 gr alkol (0.3ml biraya eşdeğer) tüketmenin zihinsel gerilemeyi % 23 azalttığını gösteriyor. Dikkatlice söylemek gerekirse, az miktarda alkolün bir şekilde beyin hücrelerine iyi geldiği söylenebilir! (10)

6. Alzheimer karşı Spor
alzheimer-grafik7.jpg
Hiç kuşkusuz spor yaşam kalitesini artıran, fiziksel performansı yükselten evrensel kültürün vazgeçilmez bir parçasıdır. Spor, düzenli yapıldığı takdirde fiziksel performansı yükseltmesinin yanı sıra beynin fit kalmasını da sağalayan bir aktivitedir. Yapılan çalışmalar uzun yıllar spor yapan yaşlıların beyninin bilinçli düşünmeden sorumlu bölgesinin(frontal korteks) hiç spor yapmamış yaşıtlarına göre çok daha iyi bir durumda olduğunu gösteriyor.

Uzmanlar, özellikle zihinsel bozulma riski altında olan yaşlı kişilerin yaşına uygun spor yaparak bu riski azaltabiliceğini belirtiyorlar. Araştırmalar genetik olarak Alzheimer riski taşıyanların bile sporla bu riski düşürebileceğini hatta ortadan kaldırabileceğini gösteriyor.

Alzheimer karşı hangi spor daha iyi: Yüzme, yürüyüş, bisiklet veya bir başka spor dalı farketmiyor. Kişi kendine uygun bir spor dalını seçip onu yapabilir. Önemli olan, hareket edilmesi ama daha da önemli olan sporun düzenli yapılması ve bir yaşam biçimine dönüştürülmesi.



Ne kadar spor yapılma: Haftada toplam en az 3 saat spor yapmak gerekiyor. Örneğin her gün yarım saat orta tempoda yürüyüş, bisiklet sürme ya da yüzme en ideal olanı. Sporun Alzheimera neden iyi geldiği tam olarak bilinmese de sporla beyne daha fazla kanın gitmesinin etkili olduğu tahmin ediliyor.(11)

Sonuç olarak, “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” atasözünü akıldan çıkarmamak gerek.

7. Alzheimer karşı Beyin jimnastiği
Beyin, tembelliği ve monotonluğu sevmez. Tıpkı vücudumuzu çalıştırmak için yaptığımız egzersizler gibi sürekli okuyarak, problemler çözerek, yeni stratejiler geliştirerek beyin hücrelerinin çalışmaşını teşvik etmemiz gerekiyor. Beyin ne kadar farklı konularla meşgul olursa o kadar çok beyin hücresi aktif hale geçerek beynin fit kalması sağlanmış olur. Hepsi efektif (verimli) olmamakla birlikte yüzlerce hatta binlerce beyin jimnastiği yöntemi bulunmaktadır. Bulmaca çözmek(pek verimli degil), matematik problemi çözmek, yabancı dil konuşmak, yeni bir yabancı dil öğrenmek, hatta satranç oynamak bile bir beyin jimnastiğidir.

Beyin jimnastiğinin Alzheimer ilerlemesini azalttığını gösteren birçok araştırma bulunmakta. Aşağıda bu araştırmalardan birkaç örnek bulunmaktadır.

  • Kelime oyunları, bulmaca ve pratik faaliyetler: Bangor üniversitesi tarafından 718 demans hastası ile yapılan ve The Cochrane Library dergisinde yayınlanan 15 farklı araştırma, günde 45 dakikalık beyin jimnastiği, örneğin kelime oyunu, bulmaca çözme, tarife göre pasta yapmak, bahçede çalışmak gibi aktivitelerin, hastaların bilişsel yeteneklerini şaşırtıcı bir şekilde arttırdığını gösteriyor. (12)
  • Yabancı dil öğrenmek: Toronto York Üniversitesinin yapmış olduğu bir başka araştırma ise, iki lisan konuşan veya iki lisanlı büyüyenlerde, sadece ana dilini konuşanlara göre daha az Alzheimer görüldüğünü gösteriyor. Araştırma ayrıca iki lisan konuşanlarda görülen Alzheimer vakalarının tek dilli yaşıtlarına göre 5 yıl sonra başladığını gösteriyor.
Sebep: İki dil beynin sürekli aktif olmasını sağlıyor. Beynin konuşuma esnasında kelimelerin otomatik olarak ikinci bir dile formüle ediliyor olması beynin sürekli yeni bağlatılar kurarak meşgul olmasına sebep oluyor. Bu da doğal olarak beynin sürekli fit kalmasına sebep oluyor. (13)

Alzheimer ile ilgili hazırlanmış diğer yazılar

Mehmet Saltuerk

++++++++++++++++++++++++
Dipl. Biologe Mehmet Saltürk
The Institute for Genetics
of the University of Cologne

https://blog.uni-koeln.de/saltuerk
++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

  1. Coffee consumption is inversely associated with cognitive decline in elderly European men: the FINE Study.
  2. Midlife Coffee and Tea Drinking and the Risk of Late-Life Dementia: A Population-Based CAIDE Study
  3. Beneficial effects of caffeine in a transgenic model of Alzheimer’s disease-like tau pathology
  4. Fruit and Vegetable Juices and Alzheimer’s Disease: The Kame Project
  5. Fish, meat, and risk of dementia: cohort study
  6. Association of Seafood Consumption, Brain Mercury Level, and APOE ε4 Status With Brain Neuropathology in Older Adults
  7. Mediterranean Diet and Risk for Alzheimer’s Disease
  8. A Dietary Regimen of Caloric Restriction or Pharmacological Activation of SIRT1 to Delay the Onset of Neurodegeneration
  9. A randomized, double-blind, placebo-controlled trial of resveratrol for Alzheimer disease
  10. Moderate alcohol consumption and cognitive risk.
  11. The Association Between Midlife Cardiorespiratory Fitness Levels and Later-Life Dementia: A Cohort Study
  12. Cognitive stimulation to improve cognitive functioning in people with dementia
  13. Delaying the onset of Alzheimer disease
  14. Yazan Mehmet Saltuerk , medikalakademi.com.tr
 
Evde organik krem Nasıl yapılır
ekim 1, 2016


image.jpeg


Bugün krem yapmaya karar verdim evde krem kalmamiş .

Kokusu okadar güzel olduki dönüp dolaşıp sürüyorum ellerime yüzüme .Evde krem yapmanın avantajları okadar çokki ihtiyacınız neyse ona göre yapıyorsunuz .Mesela yanık ,yara ,egzama ,mantar gibi durumları göz önüne alıp içine istediğiniz bitkisel iyileştirici yağları ekleyebilirsiniz .

Benim Kremindeki malzemeler

2 büyük Kaşık bal mumu

hindistan cevizi yağı (isteğe bağlı)

badem yağı

jojaba yağı

zeytinyağı

su

aynı Sefa yağı

Aromatik yağlar ;nane ,portakal ,lavanta gibi

Alo Vera (Ben kendi bitkimden bir dal aldım ve içini sıyırdım .

Yağ çeşitleri ni elinşzdeki malzemeye göre seçin olmayan yağ için üzülmeyin.

Yapılışı;

Bal mumunu benmari usulü kaynayan sıcak suyun içine cam bir kaba yerleştirerek eritin .

Tüm yağları ve aloe Vera jelini blendıra alın ve bal mumunu da ekleyerek 3-4 dakika bekleyin.Üstten damla damla su katın .Hindistan cevizi yağı kullanmayacaksanız daha fazla bal mumu ekleyin.

Ve güle güle şifayla kullanın ..

yasemin tokvan -holistik beslenme terapisti
 
GERÇEKTEN İŞE YARAYAN EV YAPIMI 7 İLAÇ

İnsanlar yüzyıllardır bazı tuhaf ilaçların hastalıkları iyileştirmedeki gücüne hiç şüphesiz inanıyorlar. Bu tedavi yöntemlerinin bazıları modern standartlara oldukça ters düşse de birkaç yöntem var ki belli bir dereceye kadar şaşırtıcı bir şekilde etkili.

Kürler ve gerçekler
Gerçekten işe yarayan 7 ev yapımı ilaç ve arkasındaki bilim Live Science’a konuşan “Boğazımda Bir Kurbağa ile Daha İyi Hissediyorum: En Değişik Kürler’in Tarihi” isimli kitabın yazarı Carlyn Beccia Cerniglia, “Neredeyse her kültürde sözlü gelenekler ile birlikte nesilden nesile geçen birçok popüler ev yapımı ilaç vardır, kime sorarsanız sorun mutlaka ‘Bu kürü anneannem bana yapardı’ cevabını duyarsınız” diyor.

İşte modern tıbba bile ilham veren ve bazı durumlarda oldukça etkili olan 7 ev yapımı “ilaç”:

Fasulye yaprakları tahtakurularını uzak tutuyor
Gerçekten işe yarayan 7 ev yapımı ilaç ve arkasındaki bilim Yattığımız yatak ve etrafına fasulye yaprakları serpmek tahtakuruları ile mücadelede oldukça etkili. Kökeninin Balkanlar olduğu düşünülen bu yöntem, bizi tahtakurusu istilasından koruyor. Bu uygulamanın arkasındaki bilim ise şöyle: Fasulye yapraklarının üstünde bulunan mikroskobik iplikçikler tahtakurularını ya öldürüyor ya da onlar için bir kapan görevi görüyor.

Sarımsak
Gerçekten işe yarayan 7 ev yapımı ilaç ve arkasındaki bilim Amerikalılar, sarımsağın boğmaca ile mücadelede oldukça etkili bir ilaç olduğunu düşünüyorlar. Fakat sarımsağın tek faydası bu değil. Arizona Üniversitesi Sağlık Bilimleri Merkezi’nden doktor Andrew Weil, sarımsağın antibakteriyel bir silah olduğunu ve aynı zamanda virüslerin yayılmasında önleyici bir rol oynadığını vurguluyor.

Kurbağalar
Gerçekten işe yarayan 7 ev yapımı ilaç ve arkasındaki bilim Geleneksel bir Rus inancına göre ise kurbağalar sütün ekşimesini önlüyor. Bu uygulamanın gerçekten işe yaradığına dair bilimsel kanıtlar da mevcut. 2012 yılında yapılan bir araştırma, kurbağaların derilerinin antibakteriyel bir salgıyla kaplı olduğunu ve bu salgının kurbağaları rutubetli yerlerde gelişen patojenlerden koruduğunu iddia ediyor.
Amerikan Kimya Derneği’nin raporuna göre, kahverengi Rus kurbağalarında (Rana temporaria) antibiyotik aktivite gösteren 21 farklı kimyasal madde bulunmakta. Yeni yapılan araştırmalar ise bu bulguları daha ileri bir boyuta taşıyarak kurbağa derisinde patojenlere karşı savaşabilecek içeriğe sahip 76 farklı kimyasalın olduğunu vurguluyor.

Belki de bu salgılar, bozulmaya sebebiyet veren zararlı bakteri ve mikropları sütten uzak tutmakta etkin bir rol oynuyordur ve bu durum ise geleneksel Rus uygulamasına bilimsel bir dayanak oluşturuyordur.

Bal
Gerçekten işe yarayan 7 ev yapımı ilaç ve arkasındaki bilim Antik Mısır, Çin, Hindistan ve Afrika’da balın ülser ve yanık gibi birçok hastalığın tedavisinde kullanıldığı Michigan Üniversitesi’nin yaptığı bir çalışmada ortaya konmuştu. Bugün doktorlar hala balın birçok tedavide takviye besin olarak kullanılmasını uygun görüyor.
Örneğin, 2012 yılında yapılan bir araştırma yatmadan yarım saat önce yenilen balın öksürme sıklığını azalttığını ortaya koyuyor. Ayrıca yara üstüne sürülen balın iyileşme sürecini hızlandırdığı da iddia ediliyor.

Sivrisinek-kıran Bitki
Gerçekten işe yarayan 7 ev yapımı ilaç ve arkasındaki bilim Güney Amerika’da yetişen ve Amerikan böğürtleni olarak bilinen bu bitki, sivrisinekleri sizden uzak tutmakta etkili bir yöntem. Mississippi’nin kırsallarında yaygın olan bu inanışa göre, bu bitkinin yapraklarını ezip vücudunuza sürerek sivrisineklerden korunmanız mümkün. Bu yöntemin geçerliliği, Amerika Birleşik Devletleri Tarım Bakanlığı’nda çalışan bilim insanlarınca da onaylanıyor.
Böğürtlenin içerdiği üç bileşenin bu etkiye yol açtığı söyleniyor.

Soğan
Gerçekten işe yarayan 7 ev yapımı ilaç ve arkasındaki bilim Soğan, birçok ev yapımı ilacın reçetesinde sarsılmaz bir yere sahip. 2014 yılında Live Science’ın yayınladığı bir rapora göre soğan, C vitamini, sülfürik bileşenler, flavonoidler ve fitokimyasal maddeler açısından oldukça sağlıklı bir kaynak niteliğinde.
Fitokimyasallar, kanser, diyabet ve kalp hastalıklarından koruyucu bazı bileşenler içeriyor. Meyve ve sebzelere pigment sağlayan flavonoidlerin ise Parkinson ve kalp damar rahatsızlıklarının riskini azaltmada etkin bir rol oynadığı iddia ediliyor.

Zencefil
Gerçekten işe yarayan 7 ev yapımı ilaç ve arkasındaki bilim Birçok kişi zencefili soğuk algınlığının tüm belirtilerine karşı etkin bir ilaç olduğunu düşünür; ancak Live Science’ta yayınlanan bir makaleye göre, zencefil en çok mide bulantısının tedavisinde etkili olduğunu vurguluyor. Ayrıca 2012’de yapılan bir araştırma, zencefilin kalın bağırsak iltihabına iyi geldiğini ve kolon kanseri riskini azaltabileceğini ileri sürüyor.

Kaynak: http://www.cnnturk.com/yasam/diger/gercekten-ise-yarayan-7-ev-yapimi-ilac-ve-arkasindaki-bilim?utm
 
HİPOTİROİDİ İÇİN KÜR

Yumruk büyüklüğünde 1 kereviz rendelenir.
Üzerine 2 limon suyu sıkılır ve güzelce karıştırılır.
Ağzı kapalı bir kaba konulup buzdolabında 1 saat bekletilir.

Ayrı bir yerde yine yumruk büyüklüğünde 1 siyah turp rendelenir, 1 çimdik kaya tuzu eklenerek ağzı kapalı bir kaba konulup buzdolabında 1 saat bekletilir.

Her iki karışımda aynı anda dolaptan çıkartılır ve bir kabın içine güzelce sıkılarak suları süzülür ve karıştırılır.
1 çay kaşığı kimyon eklenir ve içilir.

Özellikle hashimato' ya bağlı hipotiroidi hastalarının her gün hazırlayıp akşam yemeğinden 2 saat sonra içmesi son derece faydalıdır.

Dr. ÜMİT AKTAŞ

"Bitkisel Kürlerle İlaçsız Tedavi" Kitabından Alıntı
 
Bu yıl Nobel ödülünü açlıkla ilgili bir araştırma kazandı. Aç kalmak sağlığa faydalı!

osumi_1.jpg

Daha önce üç gün boyunca aç kalmanın vücuttaki bağışıklık sistemini yenilediğini anlattığımız yazımızda bahsetmiştik.

Yoshinori Osumi Japonya’dan bir hücre biyoloğu bu yıl Nobel Tıp ödülünü otofaji ve açlığın otofajiyi tetiklemesiyle ilgili araştırmasıyla aldı.

Otofaji- hücrelerin içlerindeki gereksiz parçalardan kurtularak temizlenmesi. Bir anlamda çöpü yok etmesi.

osumi.jpg

Osumi’nin buluşu hücrelerin içerdikleri maddeleri işlemesi üzerindeki anlayışımızı değiştirerek yeni bir çığır açtı. Bu araştırma otofajinin hayatımızdaki önemi özellikle açlığa uyum sağlama ve enfeksiyonlarla mücadeledeki rolünü ortaya çıkarıyor.

Aslında otofaji 1960’larda keşfedilmiş, ancak bilim adamları mekanizmanın nasıl çalıştığını anlıyamamıştı. Osumi araştırmasıyla otofaji’den sorumlu olan genleri ortaya çıkarıyor, ve 39. Nobel ödülünü bu sayede kazanıyor.

Otofaji insanlar da dahil olmak üzere canlıların hepsinde mevcut. Ve bu sayede hücreler ihtiyaç duymadıkları maddelerden ve hatta vücut ihtiyaç duymadığı hücrelerden temizleniyor.

Hücreler bize benzemeseler bile bazı durumlarda aynı insanlar gibi hareket ediyorlar. Çöplerini özel torbalara dolduruyorlar (otofagozomlar), ve konteynerlere depoluyorlar (lizozomlar). En kirli olanları yokedilip sindiriliyor, bazıları da yeniden dönüştürülerek enerji üretiminde kullanılıyor.
osumi_3.jpg

Otofaji vücut stres altındayken çok daha fazla çalışıyor. Mesela oruç tutarken ya da açlık sırasında. Bu durumda hücre enerji üretimini kendi iç imkanlarını kullanarak yapmaya çalışıyor ve tabii ki ilk olarak çöpünü ve patojen bakterileri sindirerek başlıyor.

Nobel komitesinin de onayladığına göre açlık ve bazen oruç hala faydalı olabiliyor.
osumi_2.jpg

Osumi’ye göre otofaji vücudu erken yaşlanmadan da koruyor.
osumi_4.jpg

Otofaji sürecindeki bir aksaklık Parkinson hastalığına, diyabete ve hatta kansere neden olabiliyor.

Yoshinori Osumi 1945 yılında doğmuş. 950 bin dolara denk gelen ödülünü 10 Aralık’da Stockholm’de alacakmış.

Kaynağımız
http://www.kp.ru/daily/26589.5/3605050/

 


Otofaji, Hücrenin kendi kendisini yemesi - 26 Nis 2014

Yazar: Nezih Hekim

Hücreler aç kaldıklarında, mitokondri gibi kendine ait organelleri yiyerek bir süre kendilerine enerji sağlarlar (mikro-otofaji). Şartlar düzelmiyorsa programlı olarak kendilerini öldürürler (makro-otofaji).


Hücreler aç kaldıklarında, mitokondri gibi kendine ait organelleri yiyerek kendilerine enerji sağlarlar. Bunun için kendi organellerini endomembranları ile sarar (otofagozom) ve ortaya çıkan bu otofagozomlar kendi lisozomları ile kaynaşarak otofagolisozomları oluşturur. Lizozomların içerdiği hidrolitik enzimler otofagolisozomların içerisindeki hücrenin kendine ait organelleri sindirerek yok eder.

Makro-otofaji lisozomları kullanan bir programlı ölüm sürecidir. Otofaji ile ölüm başlatıldığında ER ve Golgi gibi organellere ait endomembran sistemleri bir cep gibi kendi içlerine doğru kıvrılır (autophagosomes) ve lisozom membranları ile kaynaşarak ışık mikroskobunda mono-dansylcadaverine ile boyanarak gösterilebilen otofajik vakuolleri oluşturur. Bu süreç sırasında mitokondri ve diğer organeller fagolisozomların içerisinde erir.

Farklı bir programlı ölüm olan apoptoz ile otofaji arasındaki temel fark, apoptozda hücre sitoplazmik enzimler ile kendi proteinlerini proteolize uğratarak parçalar, otofaji de ise hücre, mitokondri gibi organellerini sindirerek kendini yok eder.

Apoptozda hücre bütünlüğü muhafaza edilmez. Artıklar ve parçalanmış hücre iskeletinin kalıntıları kendi plazma membranı ile kaplanarak küçük apoptotik kürecikler haline getirilir. Dışarı karşı biraz önceki doğal membranı ile kaplı olan bu apoptotik kürecikler çoğunlukla makrofajlar tarafından yakalanarak sindirilir ve yok edilir. Otofajide ise tam tersi başlangıçta hücre iskeleti sağlamdır, süreç sitolazmada organel ve tüm endomembran sisteminin birbirleri üzerine katlanarak lisozomların bunları yok etmesi ile sürer. Bir diğer bir temel fark da otofajinin kaspaslardan bağımsız çalışmasıdır. Ancak her ikisinde de dışarı karşı bozulmamış membranlar vardır ve immun sistem bu yok oluşu bir hücre hasarı olarak algılamaz.

Otofajide öğrenilmesi gereken temel oyuculardan ilki beclin’dir. Beclin, otofagozomun oluşması için gereklidir ve PI-3K’a (fosfatidilinozitol-3-kinaz) bağlanır. Bcl-2 ile etkileşen bu protein mayaların otofajisinde rol oynayan apg6 ile aynı özellikleri gösterir yani homoloğudur.


Beclin, otofagozomun oluşması için gereklidir. Beclin otofajiyi düzenleyen class III PI-3K’a (fosfatidilinozitol-3-kinaz) bağlanarak bu enzimi aktive eder. Otofajide ikinci yol atg gen ürünlerinin yol açtığı hücre ölümüdür. Atg gen ürünleri mTOR (mammalian target of rapamycin) tarafından kontrol edilir. Aminoasit gibi hücrenin yaşaması için besin kaynakları yeterli ise mTOR aktive olur ve otofajiye ilişkin atg gen ürünlerinin ekspresyonuna mani olarak otofajiyi engeller. Otofaji engellendiği sürece de hücre yaşamaya devam eder.

Beclin’in bcl-2 ile etkileşimi tabii ki apoptoz ve otofaji arasında bir bağlantının oluşmasına yol açar.


Bcl-2 hem apoptozu hem de otofajiyi engeller. Bu çok mantıklı bir sonuçtur. Eğer hücrenin ölümü engellenecekse her şekli ile engellenmelidir. Ancak bir hücrenin ölmesi gerekiyorsa daha ileride görüleceği gibi kaspas inhibitörleri ile durdurulmaya çalışılsa dahi sistem otofajiyi uyaracak ve hücre ölümü gene de gerçekleşecektir.

Bu hali ile bcl-2 hem apoptozu hem de otofajiyi engellemektedir. Tabii bu çok mantıklıdır, eğer hücrenin ölümü engellenecekse her şekli ile de engellenmelidir.

Unutulmamalıdır ki, bir hücrenin ölmesi gerekiyorsa kaspas inhibitörleri ile durdurulmaya çalışılsa dahi sistem otofajiyi uyaracak ve hücre ölümü gene de gerçekleşecektir.

Otofajide ikinci öğrenilmesi gereken oyuncu apg gen ürünleridir. Bu proteinler mTOR (mammalian target of rapamycin) ile etkileşir ve FK506 ve S6-kinaz ile otofajik süreçte rol oynar. İşte bu noktada otofajinin mantığı daha belirgin hale gelmektedir. mTOR hücrenin yaşaması için besin kaynaklarının yeterli olup olmadığının algılandığı bir sistemin parçasıdır. Besin yeterli ise insülin artmıştır ve bir yandan insüline ilşkin sinyal mTOR’a ulaşacak diğer bir yandan da amino asitlerden doğru yeni bir sinyal gelecektir. Hücre içi serbest amino asit düzeyleri yeteri kadar yüksekse mTOR bundan da etkilenecek ve miktarı artacaktır. mTOR, otofajiye ilişkin genlerin çalışmasını bloke edecek ve hücre otofajiye gitmeyecektir.

Gerçekte bu sistem besin kaynakları tükendiğinde hücrenin geçici olarak kendi organellerini, sitoplazmaya ait kendi bileşenlerini yiyerek yaşamını sürdürmesi için tasarlanmış bir sistemdir (mikro-otofaji). Bu sistem aynı zamanda çok hücreli organizmalarda hücrenin kendi kendisini öldürmesi için de kullanılan bir sistemdir (makro-otofaji).

Evrimde geriye doğru gidildiğinde otofajinin mayalarda dahi olduğu görülür. Otofajinin mayalardaki temel fonksiyonu gerçekte hayatta kalmaya yöneliktir. Otofaji, mayalarda uzun süren açlıklarda mayanın kendi organel ve sitoplazmik bileşenlerini kullanarak enerji elde edip hayatta kalmasını sağlayan bir sistemdir. Ancak unutulmamalıdır ki otofaji, yüksek organizmalarda hücrelerin besinsiz kaldığı zor durumlarda kullanacağı tek yöntem değildir. Hücre içi proteinlerinin proteozomlarda parçalanıp amino asitlerinin kazanılması, proteinlerin doğrudan lisozomlara alınıp parçalanması da hücre içi enerji homeostasisinde rol oynamaktadır.

Gerçekte hücreler daima belirli bir düzeyde mikrootofaji ile sitoplazmik yapılarını parçalayarak yeniden yaparlar (routine turnover of cytoplasmic components). Ancak yetersiz besin ve çevre şartlarının kötüleşmesi otofajinin düzeyini artırır.

Ayrıca otofaji de apoptoz gibi embriyonel dönemde ve daha sonra da hücrelerin farklılaşması ve dokuların modellenmesinde rol oynar.

Her şeye rağmen otofaji doğrudan programlı bir hücre ölüm biçimi midir? Yoksa apoptozun bir devamı mıdır? Bunları yeniden düşünmeniz gereklidir.

Son yıllardaki çalışmalar kaspas-inhibitörlerinin ATG7 ve beclin 1 ekspresyonunu artırarak otofajiyi uyardığını göstermiştir.

Bu gün için otofajinin gerçek fizyolojik rolü tam olarak belirlenmiş değildir, belkide otofaji, kanser gibi hücrelerin kontrol dışı çoğalmalarını önlemede apoptozdan çok daha önemli bir koruyucu sistemdir.

Düşük düzeyde otofajinin hücre içi protein homeostasisini kontrol ettiği iyi bilinmektedir. Bir hipotez olmasına rağmen, otofajinin kontrol edemediği durumlarda arızalanan hücrenin mutlaka ölmesi gerekiyorsa devreye apoptozun girdiği düşüncesi de gerçeğe çok yakın gibi gözükmektedir.

Apotoz ve otofaji arasındaki bir şaşırtıcı sonuç da Drosophila’ların tükrük bezlerinde steroidlerin aktive ettiği programlı hücre ölümlerinde kaspasların otofajiyi kontrol ettiğidir.

Sonuç olarak programlı hücre ölümleri arasındaki ilişki ve bu sistemlerin birbirleri ile nasıl organize bir şekilde çalıştıkları ve de bu sistemlerin nasıl düzenlendikleri konusunda bilgilerimiz henüz yeterli olmasa da insan biyolojisi ve hastalıklarına önemli ölçüde bir ışık tutmaktadır. Ayrıca lenfoid organların ve immun sisteme ait hücrelerin bu ilişkilerden nasıl etkilendiklerini de düşünmek ve bulmak lenfoma gibi hastalıklarda çok yararlı tedavi usullerinin ortaya çıkmasına da sebep olabilecektir.

Otofaji vasküler ağın yoğun olmadığı bölgelerde gelişen tümörlerin açlık ve beslenme yetersizliği karşısında kendi organellerini yiyerek verdiği bir biyolojik cevaptır. Ancak, besin yetersizliği devam ederse hücre kendini öldürebilir. Bu süreç primer tümör büyümesini sınırlandıran yararlı anti-tümöral bir süreçtir

Otofaji başlangıçta enerji kazandırdığı için anoikisi engeller.

Matriksinden ayrılmış ve integrin sinyallerinden mahrum kalmış sağlıklı epitel hücreleri ve fibroblastlarda otofajinin uyarıldığı ve apoptozun geciktirildiği görülmüştür. Bu süreç aslında matriksinden herhangi bir nedenle ayrılmış bir hücreye yeniden yapışması ve tekrar eski normal haline dönüşmesi için bir şans vermektedir (Fung et al., 2008).


Yazar Hakkında
Prof.Dr.Nezih Hekim PhD, FRSM, Klinik Biyokimya Uzmanı İstanbul KEMERBURGAZ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Ana Bilim Dalı Başkanı.
 

YÜRÜYÜŞ SÜRESİNİN YAĞ YAKIMINA ETKİLERİ NELERDİR?



Doğru yaklaşım:

Egzersiz (yürüyüş) süresi 24 dakikadan az olduğunda harcadığınız kalorinin yarısı yağ,
yarısı karbonhidrattır.

Yanlış yaklaşım:

Çok fazla yağ yakacağım derken 60 dakikadan fazla egzersiz (yürüyüş) yapmak sağlığınızı da bozar.

Şimdi bu yaklaşımı
daha detaylı inceleyelim:


Yoruldum deyip günde 1 saat yapacağınız yürüyüşü, 30’ar dakikadan 2 dilime bölerek sabah ve akşam yaptığınızda:

  • Metabolizmanızın en üst düzeyde (%80) yağ yakmaya başladığı süre egzersizin 24. dakikasıdır.
  • 6 dakika tam kapasite yağ yakıp ara vermeniz kilo denetimi programlarında size çok katkı sağlamaz.
  • Çünkü aynı sistem öğleden sonra da başınıza gelecek.
  • Toplam 60 dakikada 12 dakika tam kapasite yağ yakmış olacaksınız.
  • Bunun yerine 60 dakikayı tempolu olarak bir seferde yürüdüğünüzde ise 36 dakika yağ yakabiliyorsunuz.
“Daha fazla yağ yakacağım, zamanım ve enerjim var!” deyip yürüyüşü, 90 dakikalara çıkarırsanız başınıza neler gelecek bir de onlara bakalım:

  • Hiç egzersiz yapmamak nasıl sağlığımız için olumsuzluk teşkil ediyorsa, aşırı egzersiz ve yanlış egzersiz de yaşamınıza kalite ve sağlık katmaz.
  • Yapılan bilimsel çalışmalarda günde 10.000 ile 12.500 adım atmak, ömrünüzün 9 yıl uzamasını sağlarken yağ yakılmasını da hızlandırır.
  • Günde 12.500-20.000 adım hareketliliğin mükemmel olduğunu gösterir ama yorgunluk, iş performansında düşmeler görülebilir.
Aşırı egzersiz olan 20.000 adım üzeri ve
60 dakikadan uzun süren yürüyüşlerde
yorgunluk kronikleşir
uyku bozukluğu ortaya çıkar



  • Yoğun egzersiz; eklem ve kıkırdak dokuların yapılarını bozar, ortopedik rahatsızlıklara neden olabilir.
  • Ömür boyu 90 dakika yürüyecek zaman ve derman bulamayacağınızdan dolayı, süreyi düşürdüğünüzde, beslenme düzeninizi değiştiremezseniz kilo artışı görülebilir.
  • Uzun süreli yürüyüşler kemik kırılganlığı riskini artırır, kas kayıplarına da neden olur.
DİKKAT: Şunu da unutmayın ki yürüyüşler sonrası, metabolik hızınız hemen dinlenme düzeyine inmez.

Bir arabanın kontağını kapattığınızda benzin tüketmez ama insan metabolizması araba gibi değildir. Egzersiz sonrası duşunuzu alıp eve gitseniz bile hala az da olsa enerji harcaması devam etmektedir. Bu süre giderek azalmasına rağmen kişinin kas yapısına ve performansına göre değişkenlik gösterir.

Egzersiz süresini artırarak
kalori harcamanızı artırdığınızda
sağlığınızı da kaybedebilirsiniz


Egzersizin (yürüme) süresini çok artırmadan neler yapabiliriz?

  • Daha fazla kalori yakmak için vücudunuzun büyük kas gruplarını çalıştırın.
  • Yürüyüşler sonrası 10-15 dakikalık direnç çalışması yapın.
  • Unutmayın ki yürürken dakikada 1 kalori yakarken, direnç çalışmasıyla dakikada 1,5-2 kaloriyakarsınız.
  • 60 dakikanın üzerine yürüyeceğiniz ilave 30 dakika yerine 15 dakika direnç çalışması yaparsanız aynı kaloriyi yakarsınız.
  • Üstelik aşırı yürüyüşün risklerinden de uzak durmuş olursunuz.
  • Kas yıkımı yerine artırarak metabolizmanızı daha hızlı çalıştırırsınız.
  • Fiziksel hareketliliğinizi arttırmalısınız.
  • Atacağınız her adım sizi mutluluğa, sağlığa, uzun, bir o kadar da kaliteli yaşamaya yaklaştırır.
HALUK SAÇAKLI
Bilim Doktoru & Kaliteli Yaşam Danışmanı
 
Son düzenleme:
Back