• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.


GIDA İNTOLERANSI NEDİR, BELİRTİLERİ VE NEDENLERİ NELERDİR, NASIL TEŞHİS VE TEDAVİ EDİLİR?

GIDA İNTOLERANSI NEDİR?

Gıda intoleransı; IgE ilişkili olmayan gıda hassasiyeti veya allerjik olmayan gıda hassasiyeti olarak da bilinir, bazı gıdaları sindirmedeki güçlüğü ifade etmektedir.

Gelişmiş ülkelerde çok sık görülen bir problemdir. Tüm dünyadaki insanların %15-20’ sinin etkilendiği düşünülmektedir. Gıda intoleransının besin alerjisinden farklı olduğunu bilmek önemlidir. Gıda alerjisinde bağışıklık sistemi tetiklenir, gıda intoleransında etkilenmez. Bazı insanlar, bazı gıdaları yedikten sonra bağışıklık sistemi tepki göstermiyor olsa bile sindirim sorunları yaşarlar (alerjide salgılanan histamin tepkisi yoktur).

En yaygın gıda intoleransı ile ilişkili besinler tahıllar (beyaz ekmek), bazı sebzeler (fasulye, lahana, soğan), süt, acılı baharatlar, yağda kızartılmış besinler, kafein içeren içeceklerdir.

Gıda intoleransının ilişkili olduğu hastalıklar: Hassas bağırsak sendromu (IBS), ülseratif kolit, Crohn hastalığı, fibromiyalji, kronik yorgunluk gibi pek çok hastalık ile ilişkilidir.

Gıda İntoleransı durumunda oluşan şikayetler: Şişkinlik (aşırı gaz), migren, baş ağrısı, öksürük, kaşıntı, mide ağrısı, irritabl bağırsak (IBS), ürtiker, burun tıkanıklığı, karın ağrısı, ishal.

Şikayetlerin başlaması genellikle, rahatsız edici yiyecek veya bileşiği aldıktan birkaç saat sonra ortaya çıkar ve birkaç saat veya gün sürebilir. Bazı durumlarda belirtiler 48 saat sonra da ortaya çıkabilir.

Mekanizması: Besin içindeki protein T hücrelerinin yetersiz veya sorunlu yanıtı ile bağışıklık sisteminin aşırı yanıtına neden olmaktadır.

GIDA İNTOLERANSININ NEDENLERİ VE MEKANİZMASI

1. Sindirim kanalında besini sindirecek bir enzimin yokluğu/transport problemi: Gıdaları tamamen sindirmek için enzimlere ihtiyaç vardır. Bu enzimlerin bir kısmı eksik ya da yetersizse, besinler yeterince sindirilemez. Bundan başka früktoz gibi ya da poliol içeren (kiraz, şeftali, mantar, karnıbahar…) bazı gıdaların bağırsaklardan emilimi sınırlı olmakta, kanal içinde emilmeden kalabilmektedir.
2. Kimyasallar:
Gıdalardaki ve içecekteki bazı kimyasal maddeler, bazı peynirlerdeki aminler ile kahve, çay ve çikolatalar içindeki kafein tahammülsüzlüğe neden olabilir. Bazı kimseler bu kimyasallara diğerlerinden daha fazla duyarlıdırlar.
a. Aminler (histamine): Şarap, bira, olgunlaştırılmış peynir, işlenmiş etler, balık konservelerinde bulunur. Vücutta histamine seviyesini yükselterek düz kas kasılmalarını arttırabilirler. Bu kişilerde ayrıca cilt döküntüleri, karın krampları, diyare, kusma ve mide bulantısı görülür.
b. Salisilatlar: Kahve, çay, yeşil elma, muz, limon, nektarin, domates, salatalık, havuç, bezelye, erik, üzüm, greyfut, otlar ve baharatlarda bulunur. Zararlı bakterilere, mantarlara, böceklere ve hastalıklara karşı savunma mekanizması olarak bitkilerde doğal olarak bulunan salisilik asit türevleridir. Daha çok ise işlenmiş gıdalarda, aromalarda (özellikle nane, çilek ve narenciye aromasında), domates sosunda salisilatlar bolca bulunur. Mast hücrelerini uyararak lökotrien metabolitlerinin aşırı üretilmesine neden olur, bu da pro-inflamatuar reaksiyonlara ve bağırsak düz kasının kasılmasına neden olabilir.
c. Glutamatlar: Domates, peynir ve mayada bulunur.
d. Kafein: Kahve, çay, çikolata, kola, kafeinli içecekler.
e. Lektin: Az pişmiş fasulyede bulunur. Tamamen pişmiş fasulyede lektinler tahrip edilir. Diyare, mide bulantısı ve kusmaya neden olur.
f. Gıda katkı maddeleri: antioksidanlar, yapay renklendiriciler, yapay aroma vericiler, koruyucular, aroma arttırıcılar, emülgatörler, tatlandırıcılar, nitratlar, monosodium glutamate, sülfitler,
3. Non-çölyak gluten hassasiyeti.

GIDA İNTOLERANSININ TEŞHİSİ
1. Besini dışlamak-takip etmek.
2. Nefes testleri:
Soluk ile çıkarılan havada hidrojen/metan gazlarının ölçümüne dayanır. Ağızdan glukoz, laktuloz, fruktoz, sorbitol vb verilerek soluk havası araştırılır.
3. Lazer endomikroskopisi.
4. Deri testleri:
Şüphe edilen gıdanın az miktarda bir kısmı hastanın sırt veya ön koluna yerleştirilir. Cilt, bir maddenin cilt yüzeyinin altına nüfuz etmesine izin veren bir iğne ile delinir. Allerjik kişilerde o bölgede şişlik görülür. Ancak, deri testleri %100 güvenilir değildir.
5. Kan testleri:
a. IgE düzeylerini ölçer (immünoglobulin E). Besine özel IgE birkaç saat içinde ortaya çıkar.
b. IgG ve IgG4 seviyesi: geç ortaya çıkabilen besin allerjilerini çok iyi tanımlar.
Kan ve deri testlerini hastanın klinik tablosu ile birlikte değerlendirmek, sonrasında da dışlanan besin ile vücuttaki IgG, IgE ve inflamasyon göstergeleri (CRP ve sedimentasyon seviyeleri ) ile takip etmek gerekmektedir.
6. Sitotoksik testler, saç analizi, elektrodermal testler (Vega)

GIDA İNTOLERANSI TEDAVİSİ
Gıda intoleransının tedavisi için:
- En az 1 ay o besinden uzak kalmak,
- Bağışıklık sistemini güçlendirmek, bunun için D Vitamini seviyesini 100 ng/ml'ye çıkarmak ve kefir, yoğurt, turşu, sirke gibi probiyotiklerden zengin gıdalarla beslenmek.
- Çok gerekmedikçe antibiyotik kullanmamak,
- Katkı maddesi ilave edilmiş, rafine edilmiş, paketlenmiş gıdaları yememek,
- Un ve şekerden fakir, sebze, meyve, ot, et ve yumurta gibi doğal gıdalardan zengin bir diyet uygulamak,
- Yeterli omega-3 alarak; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartmak. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvansal yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yemek, yararlı olacaktır.

Prof. Dr. Nazan Uysal Harzadın
Sağlıklı Yaşıyoruz Danışma Kurulu Üyesi

Kaynaklar:
(1) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4069289/
(2) http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/apt.13041/full
(3) http://alcat.it/wp-content/uploads/2015/11/Pietschmann.pdf
(4) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3314037/…
(5) http://beslenmebulteni.com/…/allerjik-hastaliklar-ve-besle…/
(6) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/27455092
 
Omega 3
Omega-3Omega-3 – (Balık Yağı) eksikliği nelere yol açıyor:
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD Öğretim Üyesi, Prof. Dr. Kenan Demirkol ile “akıllı beslenme” üzerine yapılan röportajın son bölümünde, Demirkol dünyayı kavuran beslenme ve sağlık sorunlarının perde arkasındaki gerçekleri anlattı…


Kara hayvanları ahıra, balıklar kafese tıkılınca insanlara neler oldu? İçtiğimiz süt neden zehir? Omega-3’ün gelişme çağındaki çocuklarda üzerindeki mucize etkisi ne? Hangi yağlar gıda emperyalizminin ürünü? Vücudumuz için en iyi yağ hangisi? Et nasıl yenirse zararsız? GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma)nasıl mikro beslenme açlığına sebep oluyor? Evliya Çelebi 400 sene önce kızartmada hangi yağı tavsiye etti?
İşte tüm soruların cevapları…


Merada Otlayan İneğin Sütünde Omega-3 Vardır

Peki bu mümkün mü? Merada otlayan inek, otlayacak da, süt yapacak da kaç kişiyi besleyecek? Fiyatı yükseltmez mi tüm bunlar?
– Çok güzel bir noktaya değindiniz. Yıllardır hep böyle aldatılıyoruz. “Dünya nüfusu aç. Dünyayı besleyebilmemiz için yapay gübreye, yapay yeme ihtiyacımız var.” Hayvansal proteini, tek kaynak olarak görürseniz haklısınız. Ama insan ekmek yerken bile protein almış oluyor. Hububat, baklagillerde bile protein var. Şimdi doktorlar bunu okur okumaz itiraz ederler. Derler ki “Esansiyel amino asitler vardır”. Yani hayvansal gıdada var olan, vücudun üretemediği mutlaka dışardan alınması gereken bazı protein yapı taşları, amino asitler vardır. Örneğin; mercimekli bulgur pilavı yaptığınızda bulgurda eksik olanı mercimekten, mercimekte eksik olanı bulgurdan alıyorsunuz. Anakız diye bir yemek varmış, ben de yeni gördüm, bulgurdan yapılan küçük köftecikler nohutla birlikte pişiriliyor. Bir baklagil ve bir hububat. Birbirinin eksiklerini tamamlıyorlar. Tam ete eşdeğer protein almış oluyorsunuz. Makro nutrientler yağ, protein ve karbonhidrattır. Mikro nutrientler ise vitaminler, mineraller, enzimlerdir. Bizim süte kalsiyum açısından ihtiyacımız var. Eğer merada otlayan bir hayvanın sütüyse içinde bulunan omega-3’e ihtiyacımız var. Türkiye’de biliyorsunuz gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten. Ama yapay yem üreticileri “biz dünyayı nasıl doyuracağız” yalanıyla kandırarak hayvancılığı katlettiler. Hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü neyle besleniyor, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor. Hızla kan şekerini yükselten, hayvanın yağlanmasına yol açan ve hayvanın şeker hastası olmasına yol açan bir beslenme şekli.

•Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur .
•Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar.
•Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur.
•Yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. Bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir.
Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama batıda ekolojik hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15’i geçmiyor.

Ne Türkiye yasalarında ekolojik hayvancılıkla barışığım, ne de AB’dekiyle. Ekolojik hayvancılık denince akla “ekolojik tarım sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi” geliyor. Affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. İneğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı? Yok.
İster ekolojik tarımla, ister normal tarımla elde edilmiş olsun hayvana pancar verilmesi yanlış. Zaten hayvanın sütünün kötü olmasının sebebi hayvanın, karbonhidratı zengin, onu yağlandıran tarzda, mısırla beslenmiş olması. O yüzden ekolojik hayvancılık dediğimizde yasalarımızın buna göre organize olması gerekiyor. Tanımlamamız gereken, türe özgü beslenme. Bir inek nasıl beslenir doğada? Öyle beslersek ineğin sağlıklı olmasını sağlarız. Dolayısıyla verdiği ürünün de insanlara sağlıklı olmasını sağlarız.

Bütün doğada kendiliğinden yetişen yeşillikler omega-3 ağırlıklı yağ içerir. İnsanların eliyle ekilenler omega-6 içerir.

Ne fark var arasında?
-. İnsan vücudunun her hücresinde hücre zarı vardır. Bu hücre zarı lipo protein katmanla sarılı. Yani bir yağ bir de protein. Bu hücre zarındaki yağ ana madde olarak omega-3’tür. Tek tük omega-6 da içerir. Biz yeşillikten uzaklaştıkça ve hayvanımızı da yeşillikten uzaklaştırdıkça elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insanın her gün 1 gram omega-3 alması gerekiyor. omega-6 yağ asitleri ile omega-3 yağ asitleri vücudumuzda aynı enzimlerle metabolize edilir. Biz ayçiçeği yağı, soya yağı gibi yağlarla beslenip çok omega-6 aldığımız için artık omega-3’e enzim kalmıyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçeği yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.

Bütün yağlar, yağ asitlerinin karışımıdır. Onlar da 3’e ayrılır. Doymuş yağ asitleri, tekli doymamış yağ asitleri, çoklu doymamış yağ asitleri. Çoklu doymamış yağ asitleri ikiye bölünür, onlar da omega-3 ve omega-6’dır. Bundan 40-45 yıl öncesi omega-6 kolesterolü düşürüyor diye tüm topluma söyledik. Ayçiçeği ve mısırözü yağlarını tükettirdik. Fakat sonra anladık ki bu yağlar iyi kolesterolü de, kötü kolesterolü düşürdüğü oranda düşürüyor. Bizim kolesterol açısından sağlıklı olmamızdaki unsur iyi ve kötü arasındaki dengedir. İkisini birden düşürürse denge bozulmamış olduğundan herhangi bir iyilik elde etmiş olmuyoruz.

DEPRESYONUN ÇARESİ
İkisi arasında denge mi, fark mı önemli?
– Oran önemli. omega-6’yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık omega-3’ü de değerlendirmeden vücuttan hemen atıyoruz. omega-3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz. Hücre duvarı da omega-3’ten oluşuyor. Vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onla hücreyi onarıyor. omega-3 yerine, omega-6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor. Ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesi. Gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz. Dışardan biri taş atsa havaya uçacak.

Ama o zaman da ben size stres ilaçları satacağım.
– Tabii. Omega-3’ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans artıyor. Beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı omega-3 olmak zorunda. Ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.

ÇAY VE ZEKA

Beslenmeyle doğrudan ilişkili öyle mi?
– Aynı şey mesela demir için de geçerli. Zamanında Türkiye’nin yarısı aptaldır lafı çok tepki yarattı. Bunu bu şekilde ifade etmek hoş olmadı, ama Türkiye’nin yarısında demir eksikliği, kansızlığı var. Demir eksikliği zihinsel eksiklik yaratır. Sonuçta demir üstünden düşünürsek Aziz Nesin haklıydı.
Türkiye’de çay tüketiminin de buna katkısı var. Demirin emilimini olumsuz yönde etkiliyor. Ama diğer taraftan çay iyi bir anti oksidan.

Yemekten hemen sonra çay içme adetimiz var. Doğru mu?
– Şekerle içmediğiniz takdirde hiçbir zararı yok. Yemekten hemen sonra çay içilebilir.

Demirin emilimini engellediği için iki saat sonra içmek gerektiği söyleniyor.
– Üç saat. Ben tekrar omega-3’e dönmek istiyorum. Çünkü hayati bir olay. omega-3’ün eksikliği insanları şeker hastalığına itiyor. Damarların sertleşmesine yol açıyor. Pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp “inme” veya “enfarktüs” olmasına yol açıyor. Bir yandan omega-3 kaynaklarımız çok azaldı. Toplum olarak zaten balığı çok az tüketiyoruz. Omega-6’yı çok tükettiğimiz için omega-3’ün yolunu kesiyoruz. Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığının oluşumunu kolaylaştırıyor.

Ayçiçeği de bir bitki. Neden zararlı? Kimyasal yapısından dolayı mı, üretim hatasından mı?

– Kimyasal yapısından. Kültür bitkisidir. Omega-6 yağ asidi içerdiği için. Mesela zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor. Biz bunlara trans yağ asitleri diyoruz. Bu yağ asitleri de yine kolesterolu oksitleyerek damar sertliği yapıyor. Diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozuyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep oluyor.

“ANNEMİN YEMEKLERİ BAŞKAYDI”

Acaba “tadı güzel” dediklerimiz bize dışardan dayatılan bir kavram mı? Güzel nedir?
– Eşinizle ilk evlendiğinizde yemek yaptığınız zaman size itiraz etmedi mi, “benim annem böyle yapıyor” diye?

-Ben güzel yemek yaparım. Ona rağmen itiraz etti. İnsan çocukluğundan alıştığı damak tadını arıyor. Belki dünyanın en kötü aşçısı annesi, ama insan neye alıştıysa onu arıyor.

Eski çağlardan bu yana insana dair güzel-çirkin kavramı bile ne kadar çok değişmiş. Biz ona böyle bir değer yüklediğimiz için güzel oluyor. Toplumda da dayatılan değerler var . Kola ya da hamburger için “bak bu güzeldir” deniyor çocuklara.
– Ben o yüzden üniversitelerde konferans vermeyi tercih ediyorum. Çünkü; onlar yakın zamanda anne baba adaylarıdır.

PROF. KENAN DEMİRKOL’DAN HAYATİ BİLGİLER
• Türkiye’de gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten.

• Yapay yem üreticileri ‘biz dünyayı nasıl doyuracağız’ yalanıyla, hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor.

• Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı donmuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün asitlenmesine yol açar.

• Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur.

• Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama aradaki fark yüzde 10-15’i geçmiyor.

• Elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insan her gün 1gram omega-3 alması gerekiyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçek yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.

• Zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3’ün emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor.

Hastalanmadan sağlıklı yaşamın sırrı akıllı beslenmede, akıllı beslenmenin sırrı da omega-3’te saklı

Peki sağlıklı yaşamın anahtarı omega-3 ihtiyacı hangi gıdalardan alınır? Hayvansal ve bitkisel omega-3 içeren gıdalar neler? Hangi balıklar zararsız? Keten tohumunun sırrı ne? Tuzağa düşmeden balık yağı nasıl alınır?

-Günlük omega-3 ihtiyacımızı doğal yolla nasıl karşılarız?
Omega-3 kaynakları hayvansal ve bitkisel olmak üzere ikiye ayrılıyor.
İnsan vücudunun günde 1-1,5 gr. hayvansal omega-3’e ihtiyacı vardır.
Hayvansal omega-3 kaynakları arasında, ilk sırada yumurta yer alıyor.
Her gün bir yumurta omega-3 ihtiyacının büyük bölümünü karşılar.

-Yumurtanın yıldızı son günlerde iyice parladı, peki özgür tavuk yani doğal köy yumurtası mı tercih edilmeli?
-Eğer bulunabilirse tabiî ki doğalı tercih edilmeli. Ancak büyük şehirlerde marketlerde ambalajlı satılan, doğal yemle beslenmiş ve omega-3 açısından zenginleştirilmiş yumurtalar alınabilir. Ben de bu yumurtalardan yiyorum.

-Yumurtadan sonra ikinci sırada yer alan omega-3 kaynağı nedir?
-Balık… Haftada 3-4 defa balık yiyerek hem sağlıklı beslenmiş, hem de omega-3 ihitiyacımızı karşılamış oluruz.

-Balık ama hangi balıklar?
“Özellikle küçük balıklar tercih edilmeli, çünkü büyük balıklar denizlerdeki ağır metaller açısından risk içeriyor. Ağır metaller balıkların yağlarında birikir, onları yediğimizde vücudumuzda serbest radikallere dönüşerek hastalıklara zemin hazırlar. Bu yüzden hamsi, sardalya, istavrit gibi küçük deniz balıklarını öneriyoruz. Kızartma yapılabilir, ancak kesinlikle ayçiçeği veya mısır yağı ile değil!

Balığı ayçiçeği yağında kızarttığımız zaman, balıktaki omega-3 yok oluyor! Sadece ve sadece zeytinyağı ile kızartılmalı.

İnsan beyninde de bütün hücrelerin duvarında olduğu gibi oleik asit ve omega-3 vardır. Saf sızma zeytinyağı en iyi oleik asit kaynağıdır. İyi kolesterolü düşürmeden, kötü kolesterolü düşürür bu kalp için en sağlıklı yağ demektir.

Evliya Çelebi seyahatnamesinin Trabzon bölümünde hamsiyi zeytinyağında pişirme tarifi vardır. 400 sene önce zeytinyağında kızartma yapılırken, 100 sene önce mi yanıp zehirler oldu! Zeytinyağı yanınca kanser yapar iddiası tamamen emperyalist oyunun bir parçasıdır. Margarin ve mısırözü yağını dünyaya pazarlayabilmek için!

Yunanistan’da yıllık zeytinyağı tüketimi kişi başı 20 kg . Türkiye’de ise 1 kg . Sağlık sorunları Türkiye’de neden artıyor gerisini siz düşünün!

Zeytinyağı ısıya dayanıklıdır, zeytinyağının yanma derecesi 250 derecedir. Siz yakamazsınız, tam aksine ısıya en dayanıklı yağ zeytinyağıdır. Sızma zeytinyağında daha düşük ısılarda duman görürsünüz ama bunun hiçbir zararı yoktur. Evliya Çelebi’nin tarif ettiği gibi hep zeytinyağı. Bu arada kızartma sevmeyenler balık buğulama yapabilirler.”

-Çiftlik balıklarındaki omega-3, deniz balıkları ile aynı oranda mıdır?
“Bazı çiftlik balık üreticileri iki kat omega-3 içeriyor diyorlar. Ancak bir gerçek var ki çiftlik balıkları yapay yem ile besleniyor ve bu çiftlik balıkları deniz balıklarının yediği yosunu, yeşil omega-3 kaynaklarını yiyemiyor, işte bu çerçeveden baktığımızda çiftlik balıkları, deniz balıklarına oranla yüzde 50 daha az Omaga-3 içeriyor diyebiliriz.”

-Bitkisel omega-3 kaynakları nelerdir?

“Bitkisel omega-3 kaynaklarına geçmeden önce, bitkisel omega-3’lerle ilgili önemli bir noktanın altını çizelim. İnsan vücudunun günde 1-1,5 gr. hayvansal omega-3’e ihtiyacı olduğunu söze başlarken de belirtmiştim. Hayvansal omega-3 içeren gıdalar, insan vücudunda 3 gramda 1,5 gram omega-3’e dönüşür. Bitkisel omega-3’ler ise insan vücudunda 7 gramda 1,5 gram omega-3’e dönüşür. Örneğin; Ceviz omega-3 kaynağı olarak bilinir, cevizden vücudumuzun ihtiyacı olan omega-3’ü alabilmek için çok fazla kalori alabileceğimiz noktasına dikkat edilmelidir..”

-Bitkisel omega-3 kaynaklarından fazla kalori almadan sağlıklı olarak faydalanmak mümkün değil mi?

Keten Tohumu
Bitkisel omega-3’ü en çok bulunduran besin maddesi “keten tohumu”dur. Bu nedenle günde 1-2 tatlı kaşığı tatlı kaşığı keten tohumu, tane olarak özellikle salatalara konarak tüketilebilir. Keten tohumlu ekmekler tercih edilebilir. Yurtdışında ekmek hamuruna katılır. Ancak, hazırdan ziyade, tam buğday unu ile evde yapılan ekmek hamurunun içine tane olarak keten tohumu katılmasını öneririm.”

-Keten tohumu ekmek ile beraber pişince vitamin değerinde bir eksilme olur mu?
“Hayır olmaz. Keten tohumu öğütüldükten 24 saat sonra vitamin değerini kaybeder. Bu yüzden tane olarak alınmalıdır ve mümkünse çiğnenmelidir. Öğütüp tüketenler ise evde kendileri öğütüp, 24 saat içinde tüketmelidirler.”

-Keten tohumunun sürekli alınmasında bir sakınca var mı?
“Hayır yoktur. Keten tohumu rahatlıkla her gün kullanılabilir. Ancak, kullanırken dikkat edilmesi gereken nokta; 1 tatlı kaşığı keten tohumunu birden ağza alıp çiğnemeye çalışılmamalıdır. Kendi ağırlığının 7 katı su tutucu özelliğinden dolayı ağızda hemen şişer ve boğulma riski doğurabilir. Bu yüzden salata veya ekmek içine koyarak ve çiğnenerek tüketilmesini tavsiye ediyoruz.”

-Peki başka hangi bitkiler omega-3 içerir?
“Tüm yeşil otlar… Semizotu bu yeşil otların başında gelir. Salatada tercih edilecek yeşillikler iyi birer omega-3 kaynağıdır.”

-Hazır olarak satılan omega-3, diğer adıyla balık yağı kapsülleri faydalımıdır?
“Elbette. Ben de her gün bir tane omega-3 kapsülü kullanıyorum.

Omega-3 kapsülleri alırken nelere dikkat etmeliyiz, en iyi balık yağı kapsülü hangisi?

“Bu kapsülleri alırken tuzağa düşmemek gerek. Bazı ambalajların üzerinde 1,5 gram omega-3 içerir yazıyor, iyi de bu yağın hepsi omega-3 değil ki, toplam yağların yani kapsülün miktarı o kadar! Ambalajın üzerinde EPA ve DHA miktarına ve toplam miktarın ne olduğuna bakılmalı. Hangisi EPA ve DHA’yı en yüksek miktarda içeriyorsa o tercih edilmeli.”

Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır

“Hayvan ahırda yapay yem ile, sadece şeker pancarı küspesi, mısır, pirinç kırığı gibi ürünlerle tahıl ağırlıklı besleniyor. Daha fazla süt alabilmek için hayvana nişasta ağırlıklı yem dayatılıyor. Hayvanın ot ve yonca gibi yeşillikle beslenmesi gerekiyor çünkü doğal olarak ihtiyacı olan besin o!
Eğer ben 40 litre süt elde etmeyi verimlilik sayarsam, sütün tüketilmesi sonrası insanlarda ortaya çıkan kronik hastalıkların masrafını nasıl açılayabilirim?

-Nişasta içerikli yem verildiğinde hayvan çok süt yapıyor ama bu süt süt değil zehir!

Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar. Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde40 daha az görülmektedir.

Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur. Yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. Bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama batıda çevreyle ilgili hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15’i geçmiyor. Ekolojik hayvancılık denince akla “çevreyle ilgili tarım sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi” geliyor. Affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. İneğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı?

Omega-3 depresyonu önlüyor
Hücre duvarı bizim gümrük kapımız. omega-3 olmayınca hücreler arşidonik asit kullanmaya başlıyor, ama bu arşidonik asit aynı zamanda stres hormonu üretiyor. Damar elastikiyetini kaybediyor ve damar hastalıkları ortaya çıkıyor, insanın şeker hastası olması kolaylaşıyor. Stres hormonları artınca aşırı pıhtılaşma oluyor ve bu da kalp hastalıklarına yol açıyor.

Omega-3’ten yoksun olduğumuz için ülkemizde depresyon oranı çok yüksek. Eğer önlem alınmazsa çağın mesleği psikiyatri!

Makro beslenme yani doymuş yağlardan fazla beslenme kronik hastalıklara nasıl sebep oluyor?

Omega-6’yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık omega-3’ü de değerlendirmeden bağırsak yolu ile vücuttan hemen atıyoruz. omega-3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz, hücre duvarı da omega-3’ten oluşuyor, vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onunla hücreyi onarıyor, omega-3 yerine, Omega–6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor, ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesidir. Gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz, dışardan biri taş atsa havaya uçacak.

Omega-3’ten zengin beslenenlerde depresyon görülmüyor!

Omega-3’ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans artıyor. Beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı omega-3 olmak zorunda. Ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.
Burada yinelemek istiyorum, ben Anadolu beslenmesini tanımlıyorum, onların bilimsel araştırmasını açıklıyorum. Tereyağı ile beslenen atalarımız da tereyağından omega-3 ve oleik asitleri alıyorlardı. Ancak günümüzde tereyağı tüketeceksek sadece ve sadece yüzde100 merada beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağı tüketilmelidir. Diğer türlü ahırda beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağının faydadan çok zararı vardır. Burada gıdaları tüketirken düşünüp, matematiğini yaptıktan sonra almak en akıllısı…

-Omega-3 ile beslenen çocuklar TV seyretmek istemiyor!

Amerika’da gelişme çağındaki öğrenciler üzerinde bir deney yapıyorlar; bu deneyde öğrencilerin yarısı normal beslenirke, diğer yarısına normal beslenmelerine ek olarak her gün omega-3 desteği balık yağı veriyorlar. Normal beslenen çocuklar sıradan yaşamlarına devam ederken, balık yağı içen çocuklar kısa bir müddet sonra gözlenen ilk gelişme, omega-3 alan öğrencilerin kendiliğinden “hocam bu okulda kütüphane var mı” sorusunu sorarak, kütüphane aramaya başlamaları oluyor.
İkinci gelişme ise anne babalar tarafından evde gözleniyor, omega-3 alan çocuklar evde televizyon izlemek istemiyorlar, bunun yerine kendiliğinden kitap okumayı ve ders çalışmayı istiyorlar…
Üçüncü gelişme ise yine okulda öğretmenler tarafından gözleniyor, omega-3 alan çocuklar derslere daha ilgili oluyorlar ve başarı oranlarında % 20 artıyor.

-Mikro besin açlığının ikinci sebebi CLA eksikliğidir!

Doğal sütten mahrum kalan insanlar, CLA’dan ( Conjuge Lineoik Asit) mahrum kalıyorlar bu antioksidan bir maddedir. İnsanlardaki yaşlanma hücrelerdeki oksitlenme sonucu ortaya çıkar! İkinci ciddi açlık antioksidan açlığıdır.

-Asla CLA hapı kullanmayın kalp hastalığı yapıyor.

Bu antioksidan eksikliğine çare diye aspir çiçeğinden elde edilmiş haplar CLA hapı olarak satılıyor. Ancak bu haplar izomer yani üç boyutlu açıdan bakıldığında zararlı. Vücudun yağ depolamasını engelliyor. Aspir çiçeğinde elde edilmiş CLA hapı, kalp kas hücrelerinde omega-3’ü ayrıştırıyor ve bunun sonu kalp yetersizliğine yol açıyor.

-Mikro besin açlığının üçüncü sebebi insüline benzer büyüme hormonu eksikliğidir

Merada otlamış hayvanın doğal sütünde ayrıca insüline benzer büyüme hormonu var ve bu hormon adeta gençlik aşısıdır. Hayvanlar ahıra tıkılınca hatalı beslenme ve ani ölümler ortaya çıktı. Dedem 110 yaşında öldü. 100 yaşından sonra üçüncü dişleri çıktı, tereyağı çocuğuydu. Babam 59 yaşında yaşında öldü, margarin çocuğuydu.

Hayvanlar ahıra tıkıldıktan sonra, yeşillikten mahrum kaldılar, beraberine sütten omega-3, CLA ve insülüne benzer büyüme hormonu alınamaz oldu.

Bunlar da mikro besin eksikliği ve makro beslenme fazlalığı ile beraberinde kronik hastalıkları getirdi. İşte kronik hastalıklar dediğimiz başta; alerji, astım, kalp-damar hastalıkları, romatizmal hastalıklar ve kanserin neden bu kadar artıyor sorularının yanıtı çok açık değil mi?”

-Makro besin fazlalığının sebebi: Doymuş yağ içeren besinler

“Balığı ayçiçeği yağında kızarttığımız zaman, balıktaki omega-3 yok oluyor! Patates kızartması kolaya gelen ve çocuklara çok sevdirilen bir gıda haline geldi, patates ayçiçeği veya mısırözü yağında kızartıldığında 1 porsiyon patates 6gr.trans yağ içerir. İşte çocuklarda erken yaşlarda obezite başlamasının ana sebeplerinden biri budur.

Doymuş yağ içeren besinler mikro besin açlığına sebep olurken, diğer yandan makro besin fazlalığına sebep olmaktadırlar. omega-6’yı çok tükettiğimiz için farkında olmadan omega-3’ün yolunu kesiyoruz. İnsan vücudunda omega-3 ve omega-6’yı aynı enzimler tüketir, omega-6’yı fazla aldığımız zaman ihtiyacımız olan omega-3 bağırsaklardan dışkı yolu atılır.

“Bu yağlar gıda emperyalizminin ürünü”

Omega-6’dan zengin yağlar ayçiçeği, mısırözü ve soya yağları insan sağlığı için çok zararlı olduğunu Başkan Bush ABD halkına yaptığı açıklamada itiraf etti ve “bu yağları tüketmeyin” dedi. Çünkü bu yağlar sebep olduğu hastalıklardan dolayı ekonomik dengeleri bozuyordu!

Aslına bakarsanız bu yağlar gıda emperyalizminin ürünüdür. İkinci Dünya Savaşından sonra ayçiçeği yağını ilk Rusya üretip tüketmeye başladı ve Balkan göçmenleri aracılığı ile Türkiye’ye ayçiçeği yağı kültürü girdi. Mısırözü yağı ABD emperyalizmi üzerinden dünyaya yayılmıştır. Şimdiki Kanola dayatması da yine ABD emperyalizminin işidir. Kanola, kolzanın GDO’lu tohumundan üretilir.

İkincisi bu yağlar 40 derecenin üstünde kolaylıkla bizim trans yağ dediğimiz yapay yağ asitleri üretmeye başlar, doğada olmayan yağları insan vücudu tanımadığı için biriktirir, insan vücudunda biriken bu yağ asitleri kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine sebep olur. Diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozabiliyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep olabiliyor.

Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği, mısırözü ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığı, kalp hastalıklarının oluşumunu kolaylaştırıyor.

Kuzu şiş ve bonfileden korkmayın, asıl peynirden korkun!

Doymuş yağ asitlerinden 3 tanesi damar sertliğine yol açıyor, bu yağ asitleri ateorejenik yağ asitlerine dönüşüyor. Bunlar: Laorik asit, Mirsist asit, Palmitik asit .
Ahırda beslenen hayvanın sütünde bu yağ asitlerinden bulunuyor. Peynir yemek çok sakıncalı, et yemek sağlıklı ama hayvanın yağsız et kısmı tercih edilmeli, kıyma ve kıyma ile yapılan etlerden uzak durmalı. Ateorojenik yağ asitleri hayvanın depo yağında var.

Doğal beslenen hayvanın iç yağında sterearik asit var yani Türkçesi zeytinyağı diyebiliriz. Hücre içi yağ asidi sterearik asit içerir, bu hayvanın iç yağı yendikten kısa süre sonra insan vücudunda oleik asite dönüşüyor. Atalarımız zeytinyağı bulamadıkları bölgelerde iç yağı yiyerek bir nevi zeytinyağı tüketmiş oluyorlardı.

Günümüzde sofralarda ağırlık kazanan doymuş yağ içeren besinler makro besin fazlalığı oluşturarak kronik hastalıkları arttırdı. Kuzu şiş ve bonfileden korkmayın, asıl peynirden korkun, kahveye süt değil de krema koymakla elinizle palmitik asit almış oluyorsunuz.

Mikronutrient (mikro besin azlığı) eksikliğine sebzelerde sebep oluyor…

Yapay gübre, GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) tohum, hibrit tohum kullanılarak üretilen gıda ürünlerde mikro besin oranı normalden yani doğal tohumla yetişenlerden çok düşük! Benim açımdan GDO’nun en önemli unsuru mikro besin eksikliğine yol açması!

“Zeytinyağı ile kızartma yapılmaz, yanınca kanser yapar iddiası tamamen emperyalist oyunun bir parçasıdır”

Tekrar yineliyorum, ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum 60 – 100 sene önceki Anadolu beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum!
İnsan beyninde de bütün hücrelerin duvarında olduğu gibi oleik asit ve omega-3 vardır.
Saf sızma zeytinyağı en iyi oleik asit kaynağıdır. İyi kolesterolü düşürmeden, kötü kolesterolü düşürür bu kalp için en sağlıklı yağ demektir.

Evliya Çelebi seyahatnamesinin Trabzon bölümünde hamsiyi zeytinyağında pişirme tarifi vardır. 400 sene önce zeytinyağında kızartma yapılırken, 100 sene önce mi yanıp zehirler oldu! Zeytinyağı yanınca kanser yapar iddiası tamamen emperyalist oyunun bir parçasıdır. Margarin ve mısırözü yağını dünyaya pazarlayabilmek için! Yunanistan’da yıllık zeytinyağı tüketimi kişi başı 20 kg. Türkiye’de ise 1 kg. Sağlık sorunları Türkiye’de neden artıyor gerisini siz düşünün!

Zeytinyağı ısıya dayanıklıdır, zeytinyağının yanma derecesi 250 derecedir. Siz yakamazsınız, tam aksine ısıya en dayanıklı yağ zeytinyağıdır. Sızma zeytinyağında daha düşük ısılarda duman görürsünüz ama bunun hiçbir zararı yoktur. Evliya Çelebi’nin tarif ettiği gibi hep zeytinyağı.”
 
ELMA SİRKESİ HAYATINIZI NASIL DEĞİŞTİREBİLİR?

Elma sirkesi, kalp sağlığı, diyabet , kilo verme ve daha birçok şey için umut vadediyor.

Elma sirkesi, güçlü bir doğal temizleyicidir ve kokuları etkisiz hale getirebilir.

Elma sirkesini, saçlarınızı arındırmak için, deodorant olarak veya seyreltilmiş şekilde ağız temizliği için deneyebilirsiniz.

Sirkenin milattan önce 5000 yıllarında, sahipsiz kalan üzüm sularının önce şaraba ve sonra sirkeye dönüşmesiyle keşfedildiği söylenmektedir. Başlarda gıda koruyucu olarak kullanılan sirkenin tıbbi kullanımı kısa sürede ortaya çıkmıştır.
Hipokrat sirkeyi yaraları iyileştirmek için kullanırken, 1700’lerde doktorlar zehirli bitkilerden kuşpalazına ve mide ağrılarına kadar tüm tedavilerde kullanmışlardır.Hatta sirke diyabet tedavisinde dahi kullanılmıştır.

Fransızca’da ekşi şarap olarak geçen sirke, üzüm, hurma, hindistan cevizi, patates, pancar ve tabii ki elma dahil, fermente olabilen her türlü karbonhidrat ile yapılabilir.
Geleneksel olarak sirke, asetik asit, gallik asit, kateşin, epikateşin, kafeik asit ve niceleri gibi bioaktif içeriklerden zengin olmasını, dolayısıyla güçlü bir antioksidan, antimikrobiyal ve diğer birçok faydalı özelliklerinin olmasını sağlayan, uzun ve yavaş fermentasyon işlemi ile yapılır.

Medscape General Medicine dergisinin yazısına göre;
“Yavaş yöntemler genellikle geleneksel sirkelerin üretiminde tercih edilir ve asetik asit bakteri kültürü sıvının yüzeyinde büyür ve haftalar veya aylar sonrasında fermetasyon işlemi yavaşça ilerler.

Uzun fermentasyon süreleri sirke anası olarak bilinen ve maya ve asetik asit bakterisinden oluşan toksik olmayan bir balçık maddenin oluşmasını sağlar.”

Sirke anası, işlenmemiş, filtre edilmemiş sirkede bulunan örümcek ağına benzer amino asit bazlı bir maddedir ve sirkenizin en iyi kalitede olduğunu gösterir. Birçok üretici, sirke anası oluşmaması için pastörize eder ve filtreden geçirir ancak bu oluşum en iyisidir, özellikle yemeyi düşünüyorsanız.

Sirke sadece yemek yapmak için değil, sağlık sorunlarında, temizlikte, bahçe bakımında, hijyen ve daha birçok şey için faydalıdır. Bir şişe sirke en ekonomik ve çok yönlü tedavilerden biridir. Evinizde her daim bulundurmanızı tavsiye ederim.

ELMA SİRKESİNİN SAĞLIK İÇİN KULLANIMI

Sirkeyi içerek kullanmanın açıklanmış resmi bir kılavuzu yoktur. Bazıları günde bir veya iki çay kaşığını (Amerikalıların tea spoon/çay kaşığı ölçüleri bizim çay kaşığından biraz büyük, tatlı kaşığına yakındır.) bir bardak suya katıp yemeklerden önce veya sabahları içmektedir ve böyle yaparak fayda gördüklerini söylemektedirler. Ufak miktarlarda sirke kullanımının riski düşüktür ve araştırmalar sağlık üzerinde faydaları olduğunu söylemektedir.

· Diyabet: Sirkenin anti-glisemik olduğu ve kan şeker seviyeleri için faydalı olduğu söylenmektedir.

· Kalp Sağlığı : Sirke kalp sağlığını birkaç şekilde desteklemektedir. Journal of Food Science dergisinde, “Elma sirkesinde bolca bulunan klorogenik asit gibi polifenoller LDL’lerin oksidasyonunu bastırabilir ve kardiovasküler hastalıklardan koruyarak sağlığa iyi gelebilir.” denmektedir. Bir çalışma, sirkenin, laboratuvar farelerinde kolesterolü düşürdüğünü gösterirken, bir başkası sirkedeki asetik asitin kan basıncını düşürebileceğini bulmuştur. Ayrıca hayvan çalışmalarında, sirkenin trigliserit ve VLDL seviyelerini düşürdüğü gösterilmiştir.

· Kilo Verme: Sirke, kilo vermenize yardımcı olabilir zira tokluk hissini arttıran ve tüketilen toplam yiyeceğin azalmasını sağlayan anti-obez bir özelliğe sahip olduğu görülmektedir.

· Sinüs Tıkanıklığı: Elma sirkesi vücudunuzdaki mukozanın azalmasını sağlayarak sinüslerinizin temizlenmesine yardımcı olur. Antibakteriyel özellikleri, enfeksiyonlara karşı faydalıdır.

· Boğaz Ağrısı: Boğaz ağrıları için antibakteriyel özelliği çok faydalıdır. Ilık suyla yapılan üçte bir sirke ölçekli karışımla boğaz gargarası yapılabilir.

· Sindirim ve Reflü: Reflü, sıklıkla midenizde çok az asit olmasından kaynaklanır. Günlük büyük bir bardak suyla bir çorba kaşığı işlenmemiş, filtre edilmemiş elma sirkesiyle midenizin asit içeriğini kolaylıkla iyileştirebilirsiniz.Elma sirkesi içindeki pektinler de bağırsak spazmlarını dindirmeye yardımcı olabilir.

· Cilt Tahrişleri: Böcek ısırmalarından zehirli bitki sürünmelerine, güneş yanıklarına, elma sirkesi çeşitli cilt rahatsızlıklarına iyi gelir. Tahriş olmuş bölgeye doğrudan uygulayabileceğiniz gibi, sirke katılmış bir küvet suya girerek de kullanılabilir.

· Siğiller: Yüksek asetik asit seviyelerinden dolayı, siğil üzerine topikal uygulama ile siğiller yok edilebilir.

· Enerjiyi Arttırmak: Elma sirkesi yorgunluğu defeden potasyumu ve enzimleri içerir. Ayrıca içerdiği amino asitler, yorgunluktan korunmak üzere, bedeninizde laktik asit birikimini engeller.


EVİNİZDE ELMA SİRKESİ

Evinizde de sirkeyi kullanabilirsiniz.

· Doğal Temizlik: Sirke, antimikrobiyel özelliklerden dolayı, en iyi doğal temizlik malzemelerinden biridir. Gıdalara eklendiğinde, hücre membranlarına girerek bakterileri öldürür. Sirke ile fermente edilmiş gıdalar, doğal antimikrobiyel organik asit silahlarını (asetik, laktik, askorbik, sitrik, propionik, sukkunik ve tartarik asit gibi) içerirler. Bir çalışma, asetik asitin E.Coli O157:H7 üzerinde dahi öldürücü olabildiğini gösterirken, bir diğeri asetik asit, limon suyu veya limon suyu ve sirke karışımının salmonella üzerinde etkili olabileceğini göstermiştir.

· Yabani Ot Temizliği: Sirke, bahçenizdeki yabani ot temizliğinde çok etkilidir.

· Koku Giderici: Bir kase içindeki elma sirkesi evinizdeki kötü kokuları giderir.

· Meyve ve Sebze Temizliği: Sirke, taze ürünlerdeki tarım ilaçları ve bakterileri temizlemek için en iyi doğal malzemedir. %10 sirke, %90 su olan bir solüsyona sebze meyveleri tamamen sokacak şekilde kullanabilirsiniz. (Çilek, dut gibi beri çeşitleri için bu temizliği yapmayınız.)

HİJYEN VE GÜZELLİK

Elma sirkesini banyoda kullanmak üzere ayırmak isteyebilirsiniz.

· Saç Durulama: Sirke, kafa deriniz üzerinde kimyasal kalmasını engeller ve kafa derinizin PH’ını dengeler.

· Yüz Toniği: Seyreltilmiş elma sirkesini pamuk ile yüzünüze uygulayarak cildinizi temizleyebilirsiniz.

· Deodorant: Elma sirkesi, kötü kokuya sebep olan bakterileri öldürür. Kol altlarınız için doğal deodorant olarak kullanabilirsiniz.

· Ağız Sağlığı: Seyreltilmiş elma sirkesi ile gargara yapmak, ağız kokusunu alıp dişleri beyazlatabilir ancak elma sirkesinin asitliğinin yüksek olduğunu unutmayın. Asıl içerik olan asetik asit serttir, dolayısıyla yutmadan önce su ile seyreltmeniz önemlidir. Saf elma sirkesi dişlerinizin yüzeyine, ağız dokununuza ve boğazınıza zarar verebilir.

· Ayak Kokusu: Ayaklarınızı elma sirkesi ile silerek kötü kokuya sebep olan bakterileri temizleyebilirsiniz.

Dr. Joseph Mercola

Özet Çeviri : Beste Ünsal Pınar - Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak: http://articles.mercola.com/…/21/apple-cider-vinegar-uses.a…
 
PATLICANIN FENDİ AVOKADOYU YENDİ!

Bugünkü The Telegraph gazetesinde patlıcan ile ilgili bir haber var. Çok iddialı bir başlık atmışlar: "Avokadoya veda edin: patlıcan bundan sonranın süper sebzesi olacak". Çeşitli patlıcan yemeklerinden söz edilmiş. Bunların arasında imam bayıldı, hünkar beğendi gibi Türk yemekleri var. Patlıcanın yararları ise şöyle açıklanmış:

"Mor meyve sebzeler genelde yararlıdır. Pancar, yaban mersini, erik gibi yiyecekleri düşünürsek bunlara rengini veren antosiyanin maddesi çok güçlü bir antioksidandır. Patlıcan kabuğu da içerdiği besinler (phytonutrient) ve klorojenik asit açısından çok faydalı. Nörobilimci Dr. James Joseph günde yalnızca bir renkten sebze yemem gerekse bu mor olurdu diyor."

Avrupalılar Türk yemeklerinin faydalarını anladı ancak bizde hala yabancı fast food zincirlerine itibar devam ediyor. Sağlıklı Yaşıyoruz olarak hatırlatmak istediğimiz bir nokta ise patlıcanın bir yaz sebzesi olduğu. Şu anda son zamanları, kışın patlıcan yenmemeli. Ancak yazdan kurutursanız kışın kuru patlıcan yemekleri yapılabilir.

Özet çeviri: Nurçin Çağlar

Sağlıklı Yaşıyoruz

14484824_985153108261086_7136370125377656212_n.jpg
 

Böbrek taşına karşı limonata

Limonatanın, böbrek taşı oluşumuna karşı da etkili olduğu bildirildi.


İtalyan La Stampa gazetesinde yer alan habere göre, San Diego'daki California Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma, limonatanın böbrek taşlarının oluşumuna karşı önleyici olduğunu ortaya koydu.

Bol miktarda sıvı tüketmenin zaten böbrek taşı oluşumunu engellemek açısından önemli olduğunu vurgulayan Roger L. Sur ve ekibi, özellikle de limonatanın, içerdiği bol miktardaki sitrat sayesinde böbrek taşına karşı etkili olduğunu belirtti.

İki litre suya yaklaşık 113 gram limon suyu katan araştırmacılar, elde ettikleri limonatayı her gün bir grup böbrek taşı hastasına içirdi. Araştırmacılar, zamanla bu kişilerdeki böbrek taşı oluşumu oranının 1,00'dan 0,13'e gerilediğini gözlemledi.

Böbrek taşı rahatsızlığı çekmiş kişilerde 5-10 yıl içinde tekrar taş oluşması olasılığının yüzde 50 olduğuna dikkati çeken bilim adamları, araştırma sonuçlarının bu açıdan önem taşıdığını da sözlerine ekledi.

Alıntı: Gazete Sabah

Böbrek taşını önlemenin 3 basit formülü

Ülkemizde genellikle her 10 kişiden biri, yaşamı boyunca en az bir kez böbrek taşlarıyla ilgili bir problemle karşılaşıyor. Böbrek taşları çoğu zaman şiddetli ağrılarla seyrederek yaşam kalitesini düşürebilen ve böbreklerde fonksiyon kaybına yol açabilen ciddi bir hastalık Üstelik 5 yıl içinde tekrar ortaya çıkma riski yüzde 35 gibi yüksek bir orana sahip. Böbrek taşlarının oluşumunda genetik etkenler, erkek olmak, tek ya da anormal yapıdaki böbrekler ve kullanılan bazı ilaçlar gibi pek çok faktör sorumlu olsa da, hatalı beslenme alışkanlığı da etkili oluyor. Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Sinan Zeren, beslenme alışkanlıklarına dikkat edildiği takdirde böbrek taşlarının oluşma veya mevcut taşların büyüme risklerinin azaltılabileceğine dikkat çekerek, "Bünyesi böbrek taşı oluşumuna yatkın olan kişilerin öncelikle sofradan tuzu kaldırmaları, hayvansal gıdaları kısıtlamaları ve bol su yanında limon ile portakal suyu içmeleri, dikkat etmeleri gereken noktaların başında geliyor" dedi.

SUSUZKEN ÇÖKME KOLAYLAŞIYOR
Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Sinan Zeren, böbrek taşlarının yapısında bulunan kalsiyum, oksalat, ürat ve sistin gibi maddelerin bir kısmının vücut içinde üretilirken, bir kısmının ise beslenme yoluyla alındığını belirtti. Bu maddelerin fazla miktarlarda alındıklarında idrar yollarında kristaller halinde çökebildiği uyarısında bulunan Prof. Dr. Sinan Zeren sözlerine şöyle devam etti: "Alınan sıvının yetersiz olması ve bunun sonucunda idrarın daha yoğun hale gelmesi de bu çökme olayını kolaylaştırıyor. Dolayısıyla bünyesi böbreklerde taş oluşumuna uygun olan kişilerin bu maddeleri içeren besinleri tüketirken dikkatli olmaları gerekiyor. Ayrıca idrar yollarında taşların çökmesini önleyen sitrat gibi maddelerden zengin besinlerin ise tam aksine tüketiminin arttırılması da böbrek taşlarının oluşum riskini büyük oranda azaltıyor."

GÜNDE YARIM ÇAY KAŞIĞI TUZ
Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Sinan Zeren, böbrek taşı oluşumunu önlemek için beslenme alışkanlığında dikkat edilmesi gereken noktaları şöyle sıraladı: Böbrek taşlarının önemli bir kısmı kalsiyum içerikli taşlardan oluşuyor. Tuz, böbrek taşının bileşiminde en sık görülen kalsiyumun böbrekten daha fazla atılmasına neden oluyor. Bunun sonucunda da mineraller idrarda birikerek taş oluşumuna yol açıyor. Böbrek taşı sorununuz varsa, tuz tüketiminde dikkatli olmanız gerekiyor. Aşırı tuzlu besinlerden kaçınmalı, yemeklerin içindeki ölçülü miktarlardaki tuzla yetinmeli ve sofradan tuzluğu kaldırmalısınız. Gıdalarla aldığınız günlük tuz miktarı 2.5 gramı, yani yaklaşık yarım çay kaşığını geçmemeli.

SİTRATTAN ZENGİN İÇECEKLER

Özellikle idrardaki sitrat maddesi taş oluşumuna karşı koruyucu etkiye sahip bir madde. Limon ve portakal suları sitrattan zengin içecekler oldukları için bunları düzenli olarak tüketmenizde fayda var. Bunun aksine çay ve kahve ise 'oksalat' denen maddelerden zengin oldukları için bu içeceklerden de mümkün olduğu kadar kaçının.
Böbrek taşlarının oluşumunu önlemek için öncelikle bol su içme alışkanlığı edinilmesi şart. Çünkü alınan sıvının yetersiz olması idrarın daha yoğun hale gelmesine, bunun sonucunda da kristallerin idrar yollarında çökmesine neden olabiliyor. İdrar miktarı günde 1,5-2 litreyi buluyorsa ve rengi su gibi açık ise bu yeterli miktarda sıvı alındığını gösteriyor.
Kırmızı et, sakatat, tavuk ve deniz ürünleri gibi hayvansal proteinleri fazla tüketmek böbrek taşı oluşumunu tetikliyor. Bu tür hayvansal proteinlerin fazla tüketilmesi sonucu idrarda kalsiyum ve ürat gibi maddelerin miktarı artarken, bunun aksine taş oluşumdan koruyan sitrat maddesinin miktarı ise azalıyor.

Yeşil yapraklı sebzeleri, çikolatayı çilek ve domatesi ölçülü tüketin
Ispanak gibi koyu yeşil yapraklı sebzeler, bamya, çilek, domates, armut, kuruyemiş ve çikolata gibi birçok besin ve içeceğin içinde bol miktarda oksalat maddesi bulunuyor. Oksalat vücutta da üretiliyor. Oksalatın sadece yüzde 10-15 gibi bir oranı beslenme yoluyla alındığı için bu konuda katı bir diyet uygulamak gerekmiyor. Ancak bu tür besinleri yine de ölçülü miktarlarda tüketmekte fayda var.
Oksalattan zengin besinleri kalsiyum içeren besinlerle yiyin: Diyetteki kalsiyum alımının kısıtlanması oksalatın bağırsaklardan daha fazla emilimine neden olarak taş oluşum riskini artıyor. Bu nedenle oksalattan zengin besinleri süt, peynir ve yoğurt gibi kalsiyumdan zengin besinlerle birlikte tüketmek taş oluşum riskini azaltıyor.

Gazete yeniasir.com.
 

Zerdeçal İle Akciğer Kanserini Yendi! Kanseri Zerdeçal İle Yenen Türk Doktor!


Kanser hastalığında Türk doktor ve Akciğer kanseri hastasından sevindirici haber geldi. Zerdeçal’in faydaları son yıllarda araştırılıyordu. Prof. Dr. Mutlu Demiray bu araştırmalar ışığında yeni bir tedavi yöntemi uyguladı.

İki ciğeri de kanser nedeniyle biten 43 yaşındaki hasta, 2 yılda zerdeçal tedavisi ile akciğer kanserinden kurtuldu. Prof. Dr. Mutlu Demiray, adım adım başarıya ulaştığı hastasıyla tıp literatürüne girdi.

Zerdeçal içerisinde bulunan Curcumin maddesini damar yoluyla hastasına enjekte eden ve bu sayede kanserli hücreleri yok eden Prof. Dr. Mutlu Demiray, bu yöntemi şimdi farklı hastalarında uygulayacağını söylüyor.Demiray uyguladığı bu yöntemle dünya tıp tarihinede geçti. Bu tedavi denemesi Kanser hastaları için umut vaat eden bir gelişme. Dünyada Zerdeçal ile ilgili oldukça fazla çalışma yapılmaktadır bu çalışmaları yapan Amerikalı doktorun zerdeçal ile ilgili düşünceleri ve zerdeçal karışım tarifi alt kısımda yer alıyor.

Kızgın zeytinyağı içerisine ekleyeceğiniz toz zerdeçal ve karabiber ile şifaya ulaşabilirsiniz.

Amerikalı doktor’da ZERDEÇAL, ZEYTİNYAĞI VE KARABİBER‘İ tavsiye etmişti!

Amerikalı doktor, Carolyn Anderson, aşağıda ki tarifin kanseri önlediğini iddia ediyor. Bu basit tarif hemen hemen her evde bulunan 3 maddenin karışımı.

Dr. Anderson’a göre bu 3 madde Doğu Hindistan’da 2000 yıldan bu yana kullanılmakta olup, son zamanlarda batılı tıp bilim adamları tarafından da onaylanmıştır. Dr. Anderson, bu 3 besin karıştırılıp her gün tüketildiği takdirde, kanser riskinin hemen hemen tamamen ortadan kalktığını, belirtmektedir.
Bu olağanüstü karışım, zerdeçal, zeytinyağı ve taze çekilmiş karabiber.

Kanseri Önleyen Karışımın Tarifi:

Çeyrek çay kaşığı zerdeçal

Yarım çay kaşığı zeytin yağı

Çeyrek çay kaşığından az taze çekilmiş karabiber.

Bu üç maddeyi bir fincanda karıştırın. Karışımı sade ya da salatalarınıza, çorbalarınıza, yemeklerinize katarak tüketebilirsiniz. Eğer, pişmiş yemeğe koyacaksanız, yemeğin sonuna ekleyin.
Bu karışımı günde en az 3 kez tüketmelisiniz. Dr. Anderson, bu karışımın kanseri önlediği gibi, kötü huylu kanser hücrelerini de yok ettiğini belirtmektedir.


http://www.bayanlarbilir.com/zerdecal-ile-akciger-kanserini-yendi-kanseri-zerdecal-ile-yenen-6071
 
Oruç Kanser Tedavisini Olumlu Etkiliyor

Tıbbi Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Mutlu Demiray, birkaç akademik araştırmada aç bırakılan kanser hastalarında, özellikle kemoterapiye daha iyi cevap alındığının tespit edildiğini açıkladı.


Modern tıp beslenmeyi, kanser tedavisinin ayrılmaz bir parçası olarak görüyor. Rafine gıdaların tüketim alışkanlıklarında fazlaca yer alması, sonuç olarak kontrolsüz kilo artışı yani obezite artık tüm dünyanın ortak sorunu. Kanser hücrelerinin şekere karşı anormal bir iştahı bulunduğunu ifade eden Tıbbi Onkoloji Uzmanı Doç.Dr. Mutlu Demiray, "Kanser hücreleri son derece verimsiz çalıştığından dolayı sağlıklı hücrelere göre 20 kat daha fazla glukoza ihtiyaç duyuyor. Çoğalabilmesi için bu enerjinin, dolayısıyla glukozun olması şart aksi halde agresif büyüyemiyorlar" dedi.
Kanser hücrelerinin bu anormal glukoz yani şeker bağımlılıklarının, en yaygın kanser tedavi disiplinlerinden olan kemoterapi sürecini de olumsuz etkilediğini anlatan Dr. Demiray, "Glikozu, en kestirme yoldan enerjiye çeviren kanser hücresi çok yoğun biçimde laktik asit üretip, hücre dışına atar. Bu asit ortam ise kemoterapi ilaçlarının etkinliğini zayıflatıyor. Tümörde beklenen iyileşmeyi sağlayamıyor. İşte bu nedenle karbonhidrat özellikle de şeker tüketiminin kısıtlanması son derece önemli" uyarısında bulundu.


"AÇ KALMAK KANSER TEDAVİ SÜRECİNİ OLUMLU ETKİLİYOR"


Kanser tedavisi gören hastalara "ketejoneik diyet" tavsiye edildiğini vurgulayan Tıbbı Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Mutlu Demiray, kanserli hücrelerin temel besin kaynağı olan glukoz ve karbonhidratın diyetten çıkarılarak onların yerine, sağlıklı hücrelerin enerji ihtiyacını karşılayacak miktarda yağ ve protein alımının sağlandığını söyledi. Demiray, "İşte bu anlattığımız zararlı şeker metabolizması nedeniyle, yapılan birkaç akademik araştırmada, aç kalmanın kanser tedavisi sürecini, özellikle de kemoterapiyi desteklediği, aç bırakılan hastalarda kemoterapiden daha iyi neticeler alındığı saptandı" dedi.
Ramazan ayında oruç tutmak isteyen kanser hastalarının mutlaka hekim tavsiyelerine uyması gerektiğinin altını çizen Dr. Mutlu Demiray, kanser türüne, kanser evresine ve tedavi sürecine göre, hekimlerin farklı uyarılarda bulunabileceğini söyledi.

Alıntı: medicana.com
 
Mide Asidinin Yokluğu, Sindirim Sürecini Mahvetmek Dışında
Başka Ciddi Olumsuz Etkilere de Yol Açar.


Otizmli çocuklara sekretin iğnesi yapılarak büyük gelişme sağlandığı vakalardan sonra, otizmle ilgili çevrelerde sekretin çok konuşulur hale geldi.

Hemen hormonun homeopatik formlan piyasaya sürüldü.

Kolesistokinin, ABD'de besin desteği olarak satılmaktadır ve çocuklarında deneyen bazı anne-babalar tarafından sekretine benzer etkileri olduğu rapor edilmiştir.

Ne yazık ki otizmli çocukların büyük çoğunluğu bu tedaviye yanıt vermiyor, çünkü sekretin son derece karmaşık olan sindirim sürecinde sadece bir faktör.

Sindirim sürecini başından itibaren iyileştirmek için mide asidini normalleştirmeye çalışmak çok daha önemli. Mide asidinin yokluğu, sindirim sürecini mahvetmek dışında başka ciddi olumsuz etkilere de yol açıyor.

Ağzımıza koyduğumuz her parça yiyecek ve içecekte bulunan çok sayıda mikrop için ilk engel mide asididir. Mide yeterince asitli değilse, mikropların bağırsağa geçme olasılığı artar ve burada yerleşip daha sonra sorun yaratırlar.

Hatta midede yerleşip çoğalabilirler!

Normalde mide, aşırı asitli ortamı yüzünden sindirim sisteminin en düşük nüfuslu bölgesidir. Ama hipoklorhidrili bir kişide Helikobakter pylori, Kampilobakter pylori, Enterobaktera, Candida, Salmonella, E. coli ve Streptococci gibi her türden patojen ve fırsatçı bakterilerle mantarlar mide duvarında yaşayabilir.

Bu alandaki en fazla araştırma mide kanserli kişilerde yapıldı ve çoğunda mide asidi seviyesinin düşük olduğu ortaya çıktı.

Düşük asitli midede konuşlanan mikroplar mide kanseri, ülser ve gastrit oluşumunda önemli rol oynuyorlar. Elbette bu mikropların çoğu karbonhidratları, özellikle de işlenmiş olanlarını tüketmeyi sever. Karbonhidrat sindirimi ağızda tükürükle başlar.

Normalde yiyecekler mideye ulaştığında sindirim mide asidi tarafından durdurulur. Bu yüzden karbonhidratların sindirilmek için onikiparmak bağırsağına kadar beklemesi gerekir.

Ama düşük asitli midede aşırı yayılmış mikroplar, karbonhidratları fermente etmeye başlarlar ve bu süreçte genellikle toksinler ve gaz ortaya çıkar.

Bu durum GAPS hastaları için çok rahatsız edicidir ve genellikle yiyecekleri reddetmelerine sebep olur.

Biriken gazlar aşırı geğirmeye neden olur.

Bunun dışında bazı patojenler midenin üst kısmındaki büzgen kaslarda çoğalabilirler. Bu halka şeklindeki kas, normalde mideyi yemek borusundan ayırır ve yiyeceklerin geldiği yoldan yukarıya çıkmasına izin vermez.

Bu bölgede yayılan patojenler ve ürettikleri toksinler, büzgen kasın kısmen felç olmasına, sonucunda da reflüye neden olur.

Reflü, yiyeceklerin yemek borusundan geri çıkmasıdır. Midedeki asit az olsa da yukarıya çıkan Yiyecekle bir miktar asit taşınır ve yemek borusunun duvarını yakarak mide ekşimesi belirtileri yaratır.

Mide yanması ve reflü için genellikle antiasit reçete edilir ve bu ilaçlar ilk belirtileri yatıştırabilirler. Ancak uzun vadede bu ilaçlar mide asidini daha da düşüreceğinden durum daha da kötüleşir.

Öyleyse ne yapmalıyız? ,

GAPS hastalarının mide asidi desteğine ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Piyasada bulunabilecek en fizyolojik karışım Pepsin eklenmiş Betaine HCl olabilir.

Bir kapsülünde genellikle 200-300 mg Betaine HCI ve 100 mg Pepsin bulunur. Her yemekten önce alınması gerekir.

Kapsüller genellikle yetişkin dozudur.

Ama 8 yaşındaki çocukların bu kapsülleri sorunsuz alabildiğini gördüm. Çocuğunuz için geçerli dozu belirlemek için yemeğin ilk kaşıklarına kapsülün içindeki tozdan bir tutam ekleyin.

2-3 gün sonra 2 tutama çıkarın ve bu şekilde devam edin.

18-24 ay arası çocuklarda genellikle bir tutam yeterli olur. 2-3 yaşındakilere 2-3 tutam verebilirsiniz. 4-6 yaşlar için yarım kapsül yeterlidir. 6 yaşından büyükler için yarım-tam kapsül verilebilir. 10 yaşından büyükler ve yetişkinler başlangıçta her yemekten önce 2 kapsüle ihtiyaç duyabilir.

Pek çok anne-baba Betaine HCl ve Pepsine başladıktan sonra birkaç gün içinde çocuklarının dışkısında önemli düzelme kaydettiklerini söylüyor.

Asit, probiyotik bakterileri öldürebileceğinden, Betaine HCl ve Pepsin ile birlikte probiyotik vermeyin.

Probiyotikleri sabah ilk iş olarak, ayrıca yemek aralarında ve yemekten sonra, mide asit oranının en düşük olduğu zamanlarda verin.

Mide asidini dışarıdan destek olarak vermek dışında vücudun kendi mide asidini üretmesini tetiklemek için uygulayabileceğimiz bazı doğal yöntemler de var.

Lahana suyu en güçlü tetikleyicilerden biridir. Yemekten önce birkaç kaşık lahana suyu veya biraz lahana salatası yemeğin sindirilmesine yardımcı olur.

Lahana turşusu ve suyu daha da etkilidir. Bir parça lahana turşusu veya birkaç yemek kaşığı lahana turşusu suyu mideyi gelen yiyeceklere hazırlar.

Ayrıca yemekle birlikte bir fincan ev yapımı et-kemik suyu içmek de mide asidini artırır. Çocuklar için bir fincan et-kemik suyunun içine birkaç kaşık lahana turşusu karıştırabilirsiniz.

Uzm. Dr. Natasha Campbell-McBride
Nöroloji ve Beslenme Doktoru
GAPS Bağırsak ve Psikoloji Sendromu
Sayfa 295 - 297 - 298 den alıntı
 
"KANSER OLMAMAK İÇİN BAĞIRSAKLARINIZA İYİ BAKIN ''

Sağlığı tehdit eden pek çok hastalık bağırsakta başlıyor.
İyi bağırsak bakterileri olan probiotik bakterilerin ise vücudun bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

Probiotik bakterilerin kanser, ishal, idrar yolu iltihapları gibi hastalıkları önleyebileceği gibi anksiyete ve depresyonu azaltabileceğini belirten Yaşar Üniversitesi MYO Gıda Teknolojisi Program Sorumlusu Dr. Ezgi Eylem Fadıloğlu, iyi bir bağırsağa sahip olmak için nasıl beslenilmesi gerektiğini anlattı.

Karbohidrat içeriği yüksek gıdalar ile rafine gıdaların çok tüketilmesinin, çevre kirliliğinin, gereksiz ve fazla antibiyotik kullanımının, stresin bağırsak florasının bozulmasına ve sağlıklı bir bireyde baskın ve çok olan iyi bakterilerin sayısının azalmasına neden olduğunu belirten Dr. Ezgi Fadıloğlu, “Yetişkin bir insan bağırsağında 100 trilyon kadar canlı bakteri ve mantar bulunmaktadır ve bunlar normal bağırsak florasını oluştururlar.
.
Bunların bir kısmı faydalı bir kısmı zararlı bakterilerdir.
.
Sağlıklı bireylerde faydalı bakterilerin sayısı fazladır.
Bağırsakta bulunan bakterilerin yüzde 85’i probiyotik dediğimiz iyi bakterilerdir. Bu iyi bakteriler 300 metre kare büyüklüğünde bir yüzey oluşturan bağırsak sümüksü zarını koruyucu bir tabaka şeklinde kaplarlar.
.
İyi bağırsak bakterileri bağışıklık sistemini güçlendirir. B7 (biyotin), B12 ve K vitaminlerini sentezler.
.
Bağırsak duvarını zararlı maddelerden korur ve bağırsak geçirgenliğini azaltır.
:
Kanseri, egzemayı, ishali, idrar yolu iltihaplarını ve kabızlığı önlerler. Anksiyete ve depresyonu azaltırlar" dedi.

HANGİ GIDALARDA BULUNUYOR

“Bağırsaktaki bakterilerin bozulmuş dengesinin düzenlenmesi ve yararlı bakteri sayısını arttırmak amacı ile probiyotikler kullanılmaktadırö diyen Dr. Fadıloğlu, şu bilgileri verdi:

“Probiyotikler kefir, probiotik yoğurt, lahana turşusu, şalgam suyu, turşu, nar ekşisi, boza gibi fermente yiyeceklerde bulunur.
.
Sütteki laktozun laktik aside dönüşmesi nedeniyle kefir, laktoz intoleransı olan kişiler tarafından rahatlıkla tüketilebilir.
.
Şalgam suyu, içindeki şalgam, siyah havuç ve pancardan dolayı antioksidan etkiye ve faydalı mikroorganizmalardan dolayı probiyotik etkiye sahiptir.
.
PREBİOTİKLER
Bağırsaktaki yararlı mikroorganizmaların çoğalmasını artıran veya aktivitesini uyaran ve insan sağlığını olumlu yönde etkileyen maddelere ise prebiyotik denir.
.
Prebiyotik gıdalar ince bağırsakta hiç sindirime uğramadan direkt kalın bağırsağa geçen yiyeceklerdir.
.
Soğan, sarımsak, kuşkonmaz, pırasa, enginar, karabuğday, nohut, mercimek, muz, elma, çilek, , ceviz, badem gibi çok çeşitli yiyeceklerde bulunurlar.
.
Sağlıklı bir yaşam için beslenmede öncelikle doğal probiyotik ve prebiyotiklere yer verilmeli ve her gün düzenli olarak tüketilmeli, bağırsak florasını bozan sigara gibi zararlı maddelerden uzak durulmalı ve spor yapılmalıdır."

Dr. Ezgi Eylem Fadıloğlu
 
DÜDÜKLÜ TENCERE ZARARLARI
.
Evlerde çok hızlı yemek pişirmek için mutlaka bir tanede olsa bulunan bir tenceredir.
Temel prensibi ise kapağı basınca dayanıklı bir kilit sistemi ile kilitleyerek yüksek sıcaklıkla oluşan basınç etkisi ile gıdaların hızla pişmesinin sağlanamsıdır.
.
ZARARLARI
Bu pişirme etkisi ile gıdalardaki bir çok etken madde yok olmaktadır.
Protein yapılarında ise deformasyonlar çoğalmaktadır.
Vitaminler zaten yüksek sıcaklıklarda yok oldukalrından minerallerinde dayanma güçlerinin azaldığını söylemek mümkün
.
Çok dirençli olan ve zor pişen besinlerin çok uzun zaman içinde yavaş yavaş pişmesinin zaman kaybı olacağı olgusu işlenerek hızlı yemek pişirme hedefi hep öne çıkarılmıştır.
Sabit basınç altında sıcaklık 110 ,120 derceeye kadar çıkmaktadır.
.
YÜKSEK BASINÇ
Yüksek basıncın gıda üzerindeki tahribatı bir çok konuda olurken aynı zamanda gıdadaki enerjinin blokajı nedeniyle ,yendiğinde bu elektrik yükü vücuda geçmektedir.
Bu atılması çok zor bir elektirik yüküdür.
Çocuklarda hiperaktivitenin kaynağı olmaktadır.
Aynı UHT sütteki yüksek basınç ve yüksek sıcaklık etkisinin düdüklü tenceredeki gıdalardada aynısı yaşanmaktadır.
.
DÜDÜKSÜZ TENCERELERE DEVAM !..
Kapaklı ve kalın tencerede pişirme veya diğer geleneksel pişirme yöntemlerine tekrar geri dönmeliyiz.

Alıntı: 2.Beyin : Konuşan Bağırsak
 
STRES
Bu sefer düşman kendiniz…
Doç. Dr. Hasan Önal
.
Şu an stres altındamısınız diye sorsam büyük çoğunluğunuz hayır diyecektir.
Stres altına olup farkında olmayabilirsiniz. Bu yazıyı okuduktan sonra isterseniz tekrar bir düşünün derim.

.
Stres insanoğlunun yaşamında önemli bir faktördür.
.
Stres karşısında vücut hem fiziksel hem de ruhsal bir tepki verir. Bizi strese sokan bir etken ile karşılaştığımızda bizim için iki yol vardır: ya savaşacağız ya da kaçacağız.
.
Her iki durum için vücudun hızlıca ayarlanması gerekir.
.
Stres karşısında kalp hızımız ve solunum sayımız artar.
.
Beyninize daha çok oksijen gider, bu durum strese neden olan probleme çözüm bulmanızı sağlar.
.
Kısa süreli stresler bu anlamda faydalıdır.

Parasempatik sistem vücudumuzu onaran, dinlenmeye sevkeden bir sistemdir. Vücut bir stres durumu algıladığında sinir sistemi hemen cevap verir..

. ‘Savaş ya da kaç’ olarak bilinen bu tepki ile sempatik sinir sistemi uyarılır, parasempatik sistem geride kalır.
.
Böbrek üstü bezlerinden kortizol ve adrenalin gibi stres hormonları salgılanır.
.
Bu da kalp atışlarının hızlanması, kanın daha çok pompalanması, tansiyonun yükselmesi, görüş kalitesinin artması gibi vücutta bir takım değişiklikleri tetikler. .

Tüm bu değişiklikler vücudun kas gücünü artırıp duyuları keskinleştirerek tehlike veya stres yaratan bir durum karşısında pozisyon almamızı sağlamaya çalıştığının göstergesidir.

fightorflight

Kronik stresin vücut üzerine etkileri

Tablo 1. Kronik strese ait belirtileri



Duygusal Belirtiler

Kolayca sinirlemek ve karamsar olmak
Kontrolü kaybetme ve boğulma hissi
Zihni dinlendirmede zorluk
Kendini yalnız, değersiz ve depresif hissetme
Düşünsel Belirtiler

Kaygı
Unutkanlık ve düzensizlik
Yarışma düşüncesi
Odaklanma sorunları
Kararsızlık
Karamsar olma,
Davranışsal Belirtiler

İştah değişiklikleri
Sorumluluktan kaçma
Artan alkol ya da sigara kullanımı
Tırnak yeme
Ayak ya da bacak sallama



Fiziksel Belirtiler

Düşük enerji
Baş ağrısı
Mide rahatsızlıkları (reflü, midenin üst kısmında ağrı)
Kas ağrısı
Göğüs ağrıları, hızlı kalp atışı
Sık soğuk algınlığı, enfeksiyon
Uykusuzluk, uykunun bölünmesi
Cinsel ilgi kaybı ya da işlev bozukluğu
Soğuk veya terli eller-ayaklar, kulakta çınlama, titreme
Ağız kuruluğu, yutma güçlüğü
Diş gıcırdatma


Beyin üzerine etkisi

Strese cevap sizin omuzlarınızın üstünde başlar.
.
Beyinde temporal lobta yer alan amigdala isimli bir çekirdek verileri işler ve hipotalamusa tehdit karşısındayız sempatik sistemi aktiflemesini söyler.
.
Kortizol ve adrenalin salgısı artar.
.
Algılanan stres etkeni bittiğinde beyin tüm sistemlere normale dönme emrini verir.
.
Eğer stresi tetikleyen faktör devam ediyorsa sistemlerin geri dönmesi konusunda beyin duyarsızlaşır. Sürekli stres ve aşırı kortizol zamanla hipokampusta değişiklik meydana getirir, iç saatinizi bozar.
.
Kronik stresin beyinde bir çeşit iltihabi reaksiyon oluşturduğu, hücre ölümünü hızlandırdığı ve yapısal değişiklik oluşturduğu ileri sürülmektedir. Bu durum uykusuzluk, asabiyet, depresyon, hafıza zayıflaması, beyin sisi (algılama güçlüğü) dediğimiz duruma neden olur.
.
Sağlıklı bir uyku öncesi kortizol düzeyinin azalmış olması gerekir. Uyku sırasında bile devam eden kortizol yüksekliği uykunun sık sık bölünmesine neden olacaktır.
.
Solunum üzerine etkisi
...
Stres sırasında solunum hızı ve vücut ısısı artar. Solunum yolları daralır. Astım gibi akciğer hastalığı olanlar kötüleşebilir.
..
.

Kalp-damar sistemi üzerine etkisi

Stres etkisi ile damarlar büzülür, kalp hızı artar. Böylece tansiyon yükselir. Beyine oksijen akışı artar.
.
Hareket geçmek için güç ve enerji artmış olur.
.
Kortizol tarafından kan dolaşımına serbest yağ asitleri katılır ve LDL düzeyi artar.
.
Sürekli veya sık aralıklı stres kalp krizi veya inme eğilimi yaratır.
.
Yağlanma üzerine etkisi
.
Kortizol karın yağlanmasını artırır. Karın yağlanması iyi bir şey değildir.
.
Burada üretilen sitokinler insülin direnci, hiperlipidemi, damar tıkanıklığı ve hipertansiyon etiyolojisinde önemli faktörlerden birisidir. İştah artar, şişmanlamaya eğilim artar.
.
Sindirim sistemi üzerine etkisi
.
Reflünün çoğunukla midedeki asit üretim azlığından kaynaklandığını biliyoruz.
.
Peki önemli bir soru: asit üretimi niçin azalıyor ?.
.
İşte kritik nokta burası.
.
Stres etkisi ile sempatik sistemin öne çıkması sindirim sisteminin kan akımını, oksijen tüketimini, enzimlerin sentezini azaltır.
.
Bağırsak hareketleri sürekli değişkenlik gösterir. Bağırsak geçirgenliği artar.
.
Sindirim sisteminin içini döşeyen mukoza denilen tabaka kendini yenileme özelliğini kaybeder.
.
Mikrobiota olumsuz etkilenir.
.
Mide boşalması ve asit üretimi yavaşlar.
.
Sindirim güçleşir.
.
Reflü ve midenin üst tarafında huzursuzluk ve ağrı oluşur. Kronik stres, ülsere neden olmaz.
.
Ancak var olan ülseri aktive eder.
.
Sindirilmeden bağırsağa geçen besinler fermantasyona uğrar.
.
Bu durum şişkinliğe ve besin ve vitaminlerin yeterince emilememesine neden olur.
.
Sindirim sistemi bulgularını tedavi etmek hiç kolay olmayacaktır.
.
Kas ve eklem üzerine etkisi
.
Stres altında hasardan korunmak için kas tonusu artar. Sürekli stres altında iseniz kasların gevşemesi mümkün olmaz. Kas gerginliği baş ağrısı, boyun ağrısı gibi farklı vücut bölgelerinde ağrılar oluşur. Zamanla hareketler azalır ve ağrı kesicilerin sürekli kullanımı başlar.
.
Üreme sistemi üzerine etkisi
...
Sürekli stres vücut ve beyin için tüketicidir. Seks arzusunun kaybolması sürpriz değildir.
.
Bununla birlikte kısa süreli stres altında testosteron üretimi artar. Stres uzun sürer ise erkeklerde testosteron düzeyi azalır. Sperm üretimi bozulabilir, iktidarsızlık gelişebilir.

Kadınlarda stres menstruel siklüsü etkiler. Adet kanamaları düzensizleşir. Bazen olmaz veya ağrılı olur. Menapozda görülen yakınmalar stres altında bazen görülebilir.
.
Progesteron bir kadının çocuk doğurması için gerekli en önemli hormondur. Gebelikte bu hormon sayesinde yumuşayan ana rahmine fötüs tutunur. Kronik strese bağlı yüksek miktarda kortizol progesteron sentezini azaltır ve bu durum çocuk sahibi olmayı güçleştirir.
.
Vücut savunma sistemi üzerine etkisi

Stres immun sistemi uyarır. Kısa süreli olduğu zaman bu iyi bir şeydir. Bu durum infeksiyonlardan korur ve yaraların iyleşmesini hızlandırır. Süregen stres, uzun süreli yüksek kortizol ile immun sistemi zayıflatır. İnfluenza benzeri viral infeksiyonlar, fırsatçı organizmalar için eğilim artar.
.
Cilt ve saç üzerine etkisi
.
Stres sırasında kortizol ve diğer hormonların artışı ter bezlerinde daha çok yağ üretimine neden olur.
.
Cilt protein sentezi zayıflar.
.Kollajen yapı hasarlanır.
Böylece sivilce, ekzema, yaraların iyleşmesinde gecikmeye neden olur.
Kadınlarda ve erkeklerde açıklanamayan saç kayıplarının nedeni stres olabilir.
Stres saç büyüme periyodunu olumsuz etkiler. Saç teli kendini yenileme özelliğini kaybeder.
.
Tırnak yemek stres belirtisidir.
Tırnaklar kırılgan hale gelir.
.
Endokrin sistem üzerine etkisi
.
Stres altında tiroid fonksiyonları yavaşlar, T4 ve T3 düzeyi düşer. T4 hormonunun T3 e dönüşümü azalır.
.
Kortizol seviyesindeki artış TSH düzeyini azaltır. Kişi yorgunluk veya kilo kazanımı gibi hipotiroidizm yakınmaları gösterebilir.
.
Stres altında daha fazla enerji için karaciğer daha fazla şeker üretir. Kronik stres durumunda vücut bu şeker yükü ile baş edemez ve insülin direnci oluşabilir.
.
Kronik streste adrenal bezden kortizol üretimi artarken DHEA üretimi giderek azalır.
.
Bu durum “pregnanolon çalma” olarak isimlendirilir.
.
Çünkü kortizol üretimi için pregnenolon havuzu kullanılır. Stresin monitorize edilmesinde kortizol/DHEA oranın kullanılabilir gösterge olduğunu düşünüyorum.
.
Yaşlanma üzerine etkisi
.
Kromozomların sonunda telomer adı verilen hücrenin ömrünü belirleyen bir bölge vardır. Süregen bir stres telomerleri kısaltarak yaşlanmayı hızlandırır.
.
Stresi yenmek için neler yapmalıyız ?
...
-Stresin farkında olmak sizi strese sokan nedenden uzaklaşmak için en önemli şeylerden birisidir. Eğer stresin farkında değilseniz yukarıdaki çeşitli belirtiler nedeni ile doktor doktor dolaşmanız kaçınılmazdır.

-Çalışırken parasempatik sistemi desteklemek için 90-120 dakikalık kısa molla.
.

-Gün içinde derin nefes alıp verme egzersizleri yapmalısınız.
.
-Gün içinde uyku düzenini bozmamak şartı ile öğlen şekerlemesi yapmak
...
-Kaliteli gece uykusuna yönelik tedbirler almak
.........
-Şekerden uzak durmak, yeterli ve dengeli beslenmek

-Egzersiz (endorfin ve serotinin salgısını artırır, sizi mutlu hisetirir.)



Evet tekrar soruyorum stres altında mısınız ?

Unutmayın:

" Bir insanın kendine yaptığı kötülüğü bütün dünya birleşse ona yapamaz"

Doç. Dr. Hasan Önal

Kaynaklar

Juster R-P, McEwen BS, Lupien SJ: Allostatic load biomarkers of chronic stress and impact on health and cognition. Neurosci Biobehav Rev. 2010, 35 (1): 2-16. 10.1016/j.neubiorev.2009.10.002.
Konturek PC, Brzozowski T, Konturek SJ. Stress and the gut: pathophysiology, clinical consequences, diagnostic approach and treatment options. Physiol Pharmacol. 2011 Dec;62(6):591-9.
Toufexis D, Rivarola MA, Lara H, Viau V. Stress and the reproductive axis. J Neuroendocrinol. 2014 Sep;26(9):573-86. doi: 10.1111/jne.12179.
Kotrschal A, Ilmonen P, Penn D: Stress impacts telomere dynamics. Biol Lett. 2007, 3: 128-130. 10.1098/rsbl.2006.0594.
 

Vazgeçilmez Kadın Olmanın 9 Sırrı

Bakalım vazgeçilmez bir kadın olmanın 9 kuralı neymiş.

1- Hatalarını hemen affetmeyin, her hatanın bir bedeli olduğunu öğretin. Her insan hata yapar, siz de hata yapabilirsiniz fakat nasıl ki hayatta yaptığınız her hatanın bir bedeli varsa ve bu bedel sizi tekrardan hata yapmaktan alıkoyuyorsa, ona da hata yapmanın bir bedeli olduğunu öğretin.

2- Hayır demeyi öğrenin, sırf o seviyor diye her şeye evet demeyin. Eğer her şeye evet derseniz, aslında kendinize hayır demiş olursunuz. Peki genel olarak hayatınızda hayır deme problemi yaşıyorsanız nasıl hayır diyeceksiniz? İşte size insanları kırmadan hayır diyebileceğiniz birkaç kullanışlı hayır cümlesi;
“Şu sıralar başka önceliklerim olduğu için bunu yapamayacağım”
“Önce biraz düşüneyim sonra cevap veririm”
“Bu teklifin şu an bana bir fayda sağlamıyor ama ihtiyacım olursa sana tekrar ulaşırım.”
“Bu benim yapabileceğim bir şey değil, neden x kişisiyle görüşmüyorsun?”

Ve dikkat edin biraz önce söylediğim hayır cümleleri yalan uydurmak değil, tamamen dürüst bir şekilde söylüyorsunuz. Dürüst ve net. Bu maddeleri başka bir videomda daha açıklamalı bir şekilde anlatacağım. O zamana kadar bu cümleleri denemenizi tavsiye ediyorum. Unutmayın: Hayır derseniz bunu her zaman evete çevirebilirsiniz ama evet dediğinizde bunu hayıra çevirmek oldukça zordur.

3- Kıskansanız bile bunu çok belli etmeyin, kendini vazgeçilmez sanmamalı. Eğer birine vazgeçilmez olduğunu hissettirirseniz, ilk vazgeçeceği kişi siz olursunuz. Bir elmanın iki yarısı olmayın, iki ayrı elma olun. Tek başınıza da mutlu olabileceğinizi bilmeli. Bu onun size olan ilgisini canlı tutar.

4- Arkadaş çevrenizi genişletin. Yalnızlaşmayın. Bu ikili ilişkilerde çok yapılan bir hata. Bir ilişkiye başlandığında hemen arkadaşlarla ilişkiler kesiliyor. Sonra yanınıza bir tek o kişi kalıyor. Bu sefer siz de kalan o bir tek kişiyi kaybetmemek için tavizler vermeye başlıyorsunuz. Çevreniz geniş olsun. Her hafta arkadaşlarınıza da vakit ayırın, arkadaşlıklarınızı geliştirin. Ona onsuz da yaşamınıza devam edebileceğinizi gösterin. Nazım Hikmet’in de dediği gibi: Ben sensiz de yaşarım ama seninle bir başka yaşarım.

5- Kişisel bakımınızı, güzelliğinizi eksik etmeyin. Onun için değil, kendinizi mutlu etmek için güzelleşin. Eğer yaptığınız her şeyi onun için yaparsanız o zaman siz neredesiniz? Sizin kendinize verdiğiniz değer nerede? Biricik olun. Başkalarını sevin ama kendinizi çok sevin. Kendisini sevmeyen birini hiç kimse sevemez.

6- Hobilerinizden vazgeçmeyin. O okumuyor diye, o etkinliklere gitmiyor diye kendinizi kısıtlamayın. Hayatta zevk aldığınız şeyleri yapmaya devam edin. Bu sizin yaşam enerjinizi korumanızı sağlar. Ve yaşam enerjisi olan kadın çekici ve vazgeçilmez bir kadındır.

7- Sevgiliyseniz çok sık görüşmeyin evliyseniz kendinize özel zamanlar ayırın. Her zaman dip dibe olmak zorunda değilsiniz. Unutmayın siz onun annesi değilsiniz. Ona sürekli bakıma muhtaç biri gibi davranmayın.

8- Hayatınıza çok fazla müdahele etmesine izin vermeyin. Çünkü bunun bir sonu yok. Tabii ki erkek ve kadın belli bir noktaya kadar bazı kurallara sadık kalmalıdırlar. Kendi aralarında bazı anlaşmaları olmalı. Ama basit şeylerde bile hayatınıza müdahele etmesine izin verirseniz bunun sonu gelmez. Taviz tavizi doğurur.

9- Özgüveniniz tam olsun. Bakın sadece kadın erkek meselesinde değil. Her insan özgüvenli kişilerin yanında olmak ister. Ama sakın ukala insanlarla özgüvenli insanları karıştırmayın. Özgüven farklı bir şeydir, rahatlıktır, tek başına güçlü olduğunu hissettirmektir. Özgüvenli kişiler kadın olmsun erken olsun her zaman çekicidir.

Ve son olarak. Birbirinizi sevin ama kuru kuruya sevmeyin. Kimse sorsan seviyor zaten. Mühim olan güzel sevebilmek. Kırmadan, dökmeden, yormadan, acıtmadan.

http://www.youtube.com/hakanmenguc

Alıntı: Hakan Menguc
 

KANSIZLIK ŞİKÂYETİNE KARŞI (DEMİRE BAĞLI ANEMİ
)

Kereviz-Ispanak Kürü


Dikkat

Kansızlığa karşı kereviz-ıspanak kürünü uyguladığınız dönemlerde çikolatadan ve aşırı tatlı tüketiminden uzak durunuz. Günde bir bardaktan fazla çay ve kahve içmemeye özen gösteriniz. Kereviz-ıspanak kürünü uygularken gün içerisinde zengin C-vitamini içeren sebze veya meyveleri tercih etmeniz daha faydalı olacaktır.



Eğer sigara içme alışkanlığınız varsa unutmayınız ki sigara vücudunuzdaki C-vitaminini önemli ölçüde azaltmaktadır. Demirin bağırsaklarda emilmesinde C-vitamini önemlidir. Çünkü C-vitamini demirin vücudumuz tarafından emilmesini takviye edici özelliğe sahiptir.

kereviz-ve-spanak-kuru.jpg


KÜR; Kullanılacak olan malzeme 250 gram taze ıspanak ve 200 gram kabuğu soyulmuş kerevizdir. Kaynamakta olan bir litre suyun içerisine 200 gram ince dilimlenmiş kerevizi atınız ve ağzı kapalı olarak kısık ateşte on dakika haşlayınız. On dakika tamamlandıktan sonra üzerine 250 gram ıspanağı ilave ediniz ve yine ağzı kapalı olarak beş dakika daha haşlamaya devam ediniz. Daha sonra soğumaya bırakınız. Soğuduktan sonra süzerek suyunu temiz bir şişeye koyunuz. Sabah aç karnına veya kahvaltıdan bir saat sonra bir su bardağı içilir. Akşam aç karnına veya akşam yemeğinden bir saat sonra bir su bardağı içilir. Onbeş gün müddetle sabah ve akşam içimleriyle gün atlamadan devam edilir. Onbeş gün sonra on gün ara verilir. On gün aradan sonra aynı şekilde tekrar sabah ve akşam olmak üzere onbeş gün devam edilir. Toplam otuz günlük uygulamayla kür tamamlanmış olur.



200 gram kerevizin yumrularının yerine kerevizin sadece taze ve yeşil olan yapraklarını ve saplarını da kullanabilirsiniz. Üç adet saplı (dallı ve yapraklı kısımları, yaklaşık 150 gram) kereviz yeterli olabilecektir. Bu takdirde haşlama süresi üç dakikadır. Üç dakika tamamlandıktan sonra 200 gram ıspanak ilave edilerek beş dakika daha haşlamaya devam edilir. Ilıdıktan sonra süzülür ve temiz bir şişeye doldurulur. Tüketim şekli yukarıda belirtildiği gibidir.



Kerevizi çoğu zaman pazarlarda bulmak mümkün olmamaktadır. Ancak, son yıllarda süpermarketlerde dondurulmuş olarak hem taze ıspanağı hem de taze kerevizi bulmak mümkündür. Kereviz-ıspanak kürü için derin dondurulmuş bu sebzeleri de aynı amaçla kullanabilirsiniz. Etkisi aynıdır.



Süpermarketlerden aldığınız derin dondurulmuş ıspanak veya kerevizi aynı şekilde buzdolabınızın derin dondurucu kısmında veya buzluğunda korumak zorundasınız. İhtiyacınız olan miktarı aldıktan sonra fazla bekletmeden tekrar derin dondurucunuza veya buzdolabınızın buzluk kısmına koymak zorundasınız. Çünkü derin dondurulmuş sebzeler şoklanarak koruma altına alındığından, buzdolabınızın normal bölmelerinde en fazla iki gün içerisinde tazeliğini ve tedavi edici gücünü yitirmektedir.



Kereviz-ıspanak kürünün onbeş gün müddetle ara vermeden uygulanması gerekir. Bu nedenle tedbirinizi önceden alarak yeteri kadar taze ıspanağı ve taze kerevizi tedarik etmeniz gerektiğini unutmayınız. Kullandığınız şişeyi mutlaka buzdolabında koruma altına alınız. Hazırlanan miktar iki günlüktür. Şişenin içinde geriye kalanın ertesi gün kullanmak için buzdolabında korunması gerekir. Hiçbir zaman bir litreden fazla hazırlamayınız. Çünkü hazırlanan ıspanak-kereviz karışımı 48 saatten fazla dayanmaz ve tedavi edici özelliğini de önemli ölçüde kaybeder.



Demirin vücudumuz tarafından en fazla alındığı besinler arasında et %10-%20 ile birinci sırayı almaktadır. Bitkisel besinlerdeki demir alınımıysa (resorpsiyon) en fazla %1 - %5' dir. Bu genel bir kuraldır. Ancak, kereviz-ıspanak karışımı bu kuralı bozmaktadır. Kereviz-ıspanak karışımında bu oran %34' ün üzerindedir.



Önemli Not: Eğer şeker hastasıysanız bu kürü hekiminize danışmadan uygulamayınız.


Not: Hekiminizin verdiği ilaçlar varsa mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı bir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle, bilmeniz gereken kullanacağınız bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikâyetiniz ne olursa olsun, burada ki bilgilerle kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız.

Not: Yukarıda ki bilgiler Tıbbi Bitkiler ve Bitkisel Sağlık Rehberi adlı kitabımızdan alıntıdır.

Alıntı: http://www.profsaracoglu.com/kansizlikdemir-eksikligi.xhtm
 

BALLI KAHVE ÖKSÜRÜĞE KORTİZONDAN DAHA İYİ GELİYOR


Solunum yolları enfeksiyonunu takiben ortaya çıkan ve üç haftadan uzun süren öksürük (ESÖ: enfeksiyon sonrası öksürük) tedavisinde ballı kahvenin kortizondan daha etkili olduğu gösterildi (1).

Primary Care Respiratory Journal isimli tıp dergisinde yayınlanan araştırmada üst solunum yolları enfeksiyonunu takiben ortaya çıkan ve üç haftadan fazla devam eden öksürük şikayeti olan 97 hasta üç gruba ayrıldı.

Birinci gruptakilerin her birine içinde 500 gram bal ve 70 gram hazır kahve, ikinci gruptakilerin her birine içinde 320 miligram “prednizolon” ve üçüncü gruptakilerin her birine de içinde “guaifenesin” bulunan 600 gramlık macun şeklinde verildi.

Bu üç farklı ürünün paketleri, görünümleri, renkleri ve tatları aynı idi.

Hastalardan kendilerine verilen macundan bir çorba kaşığı (25 gram kadar) alarak bir bardak (200 mililitre) sıcak suda eriterek bir hafta süreyle ve günde üç defa 8 saat arayla içmeleri istendi.

Hastaların tedaviden önce ve sonra öksürüklerinin şiddeti onaylanmış vizüel analog anket skoru ile değerlendirildi.

Öksürük skorları ballı kahve içen grupta tedavi öncesi 2.9 tedavi sonrası 0.2; kortizon içen grupta tedavi öncesi 3 ve tedavi sonrası 2.4; guaifenesin içen grupta tedavi öncesi 2.8 ve tedavi sonrası 2.7 olarak bulundu.

Buna göre, ballı kahvenin enfeksiyon sonrası gelişen ve 3 haftadan uzun süren öksürüğü olan hastalarda kortizona göre daha etkili bir tedavi olarak hastalara tavsiye edilebileceği sonucuna varıldı.

Öksürük ilaçlarına milyarlar harcanıyor

Her sene tüm dünyada bu tür öksürüklerin tedavisi için milyarlarca lira etkinliği belli olmayan ilaçlara harcanıyor.

Bunlar içinde, önemli yan etkilere sahip olan kodein, dekstrometorfan, antihistaminik, narkotik, antibiyotik ve nefes açıcı ilaçlar var.

ESÖ, ölümcül bir tablo olmamakla beraber hastaları ciddi şekilde rahatsız eden, işini gücünü aksatan ve önemli ekonomik kayıplara yol açan bir tablodur.

Bal ve kahve neden öksürüğe iyi geliyor?

Balın öksürüğe iyi geldiği çoktan beri bilinir ama bunun mekanizması belli değildir.

Balın asit olması, yüksek osmolaritesi ve hidrojen peroksit üretiminin önemli olabileceği bildirilmiştir.

Balın etkisini, prostaglandin sentezini azaltması, NO seviyesini artırması, antioksidan ve anti-enflamatuar özellikleri ile açıklayanlar da vardır.

Balın osmolaritesinin yüksek olması, tatlı besinlerin tabii olarak tükürük refleksini uyarması ve böylece havayollarında fazla mukus salgısına yol açması muko-siliyer klirensin düzelterek de öksürüğü teskin edilebilir.

Kahve de alternatif tıpta öksürük tedavisi için tavsiye edilen ilaçlardan biridir ve balla birlikte verilerek her ikisinin beraber (“sinerjik etki”)daha etkili olabilecekleri düşünülmüştür.

Bal da kahve de tüm insanlar tarafından tüketilen emniyetli, birçok insan tarafından sevilen, her zaman her yerde bulunabilen ve ilaçlardan çok daha ucuz olan maddelerdir.

Bal bizde de özellikle zencefille beraber öksürük için halkımız tarafından sık başvurulan bir tedavidir; birçok hastamdan zencefilli balla iyi netice aldıklarını duydum.

Geçen sene de İsrail’ de çocuklar üzerinde gerçekleştirilen bir araştırmada da balın öksürüğe çok iyi geldiği belirlenmişti (2).

Peki, öksürük için ne yapalım?

Bu mevsimde çok görülen viral solunum yolları enfeksiyonlarına bağlı öksürükler için benim herkes tarafından kolaylıkla uygulanabilecek, hiçbir yan etkisi olmayan, tüm öksürük şuruplarından daha etkili ve üstelik de “bedava tavsiyelerim” var:

Öncelikle burundan nefes alıp vermeniz gerekiyor. Bunun için de evin ısısının 20-21 derece, neminin de yüzde 45-50 arası olması şart.

Ev çok kuru ise mesela yüzde 40’ ın çok altında ise nem yapan cihazların faydası olur; eğer yüzde 40’ larda ise radyatörlere ıslak havlu koymak veya su kabı asmak da yeterlidir.

Odalar her gün havalandırılmalı ve kapalı mekânlarda sigara içilmemeli ve solunum yollarını tahriş edecek parfüm, deterjan vb kokular olmamalıdır.

Yatak odasının güneş görmesi ve toz barındırabilecek eşyalar olmaması da çok önemlidir.
Kaynak (yerli olanı) : Ahmet Rasim Küçükusta

*****************************************************************************
Tarafımdan Denenmiş ve Denettirilmiş bir yöntemdir.
İşe yarıyor ve kahve bal ikilisi bu şekilde çarpıntı yapmıyor. P.A. ya da kalp hastaları da güvene kullanabilir
Benim denediğim tarif : 1 su bardağı ılık suda 1 tatlı kaşığı bal ve 1 çay kaşığı sade nescafe ile deneme amaçlı bu ölçülerde yaptım ve cidden çok etkili. *Alıntı
*****************************************************************
Unutmayın bal doğal olacak. Ucuz ballardan değil.
 
Oruç tutmanın faydaları nelerdir?
Giriş Tarihi: 26.5.2017 14:55
333

Aç kalmak, büyüme hormonu vasıtasıyla kas geliştirmeye ve yaşlanma karşıtı hormon salınımına yardımcı olur mu?
Açlığın psikolojisi büyüleyicidir. Açlığın gücü, zararlı kalorilerden kurtulmak değil, faydalı hormonal gelişim sağlamasıdır. Esas faydalarından biri insülünin azalması olsa da, noradrenalin, kortizol ve büyüme hormonunda artış sağlar.

Bu ne demek biliyor musunuz?

Burada insan büyüme hormonuna odaklanıyoruz.

İnsan Büyüme Hormonu

HGH hipofiz bezi(ana salgı bezi) tarafından üretilen, çocuk ve ergenlerin isminden de belli olduğu gibi gelişimlerinde büyük rol oynamaktadır. Ancak yetişkinlerde de bir rolü vardır. HGH eksikliği yetişkinlerde yüksek seviyede vücut yağı artışına, yağsız vücut kütlesinin(sarkopeni) ve kemik kütlesinin azalmasına(osteopeni) yol açar.

Hipofiz bezi tarafından salgılandığında, HGH kan akışında sadece birkaç dakika bulunur. Metabolizma için, en önemlisi İnsülin Benzeri Büyüme Faktörü 1 olan büyüme faktörlerinden birkaçına dönüştürüldüğü karaciğere gider(IGF1).

Bu yüksek insülin seviyeleri ve pek çok sağlıksızlık sonucuyla da bağlantılı olan aynı IGF1'dir, ancak unutmayın, HGH'den IGF1'in bu kısa salınımı, en çok sadece birkaç dakika sürer. Tüm hormonlar hem yüksek seviyeler hem de bu seviyelerde devamlılık gerektiren direnç gelişimini önlemek için kısa patlamalarla doğal olarak salgılanır(bu da aslında insülin direncinin nasıl oluştuğudur).

Büyüme hormonu uyku esnasında salgılanır ve karşıt düzenleyici hormonlardan biridir. HGH kortizolla beraber ve adrenalinle glikojeni parçalayarak kandaki glikozu arttırır – böylece isminden de belli olduğu gibi insüline karşı koyar. Bu hormonlar tipik olarak "karşıt düzenleme dalgalanması" esnasında bir nabızda salgılanır.

İnsanlar güne başlarken biraz enerji almak için kahvaltı "yapmalısın" derler; tamamen yanılıyorlar.

Kendinizi enerji almak için şeker dolu mısır gevrekleriyle ya da reçelli tostlarla doldurmanıza gerek yoktur. İşte bu yüzden 12 saattir bile bir şey yemeseniz de sabah en az hissettiğiniz şey açlıktır.

ORUÇ TUTMAK

1982'de, bir araştırma dini amaçlar için 40 günlük bir oruca başlamaya karar veren bir hastayla alakalı çalışmasını yayınladı. Glikoz düşer. Başlangıçta 96'dan 56'ya düşer. insülin çok çok düşer. 13.5'tan başlayarak çabucak 2.91'e kadar iner ve o şekilde kaldır. Bu neredeyse %80'lik bir düşüştür. Tip 2 diyabet ile hiperinsülinemi gibi bir hastalıktan endişeli iseniz, hiçbir şey insülini düşürmekte oruç tutmakla yarışamaz.

Ama burda konumuz HGH. 0.73'ten başlayarak 9.86'da zirveyi bulur. Bu %1,250'lik bir büyüme hormonu artışıdır. 5 günlük daha kısa bir oruç büyüme hormonunu %300 arttırır. Tüm bu HGH artışı ilaçlar olmadan gerçekleşir.

PEKİ YA YAN ETKİLER?

Yükselen glikoz? Hayır.

Yükselen kan basıncı? Hayır.

Diğer çalışmalar da büyüme hormonunda aynı artışı göstermektedir. 1988'de, oruç tutmak ve HGH üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Kontrol gününde, yemeklerin HGH salınımını bastırdığını ortaya çıkmaktadır. Beklenen sonuç tamda budur.

Oruç tutmak HGH salınımı için büyük bir uyarıcıdır. Oruç tutma esnasında sabah bir ani artış olmakta, ancak gün boyunca da bu düzeli salınım devam etmektedir. İki günlük bir orucun dahi HGH artışına 5 kat katkısı olduğunu göstermiştir. Şimdi anlıyor musunuz dinlerde oruç neden var?

HGH yağsız vücut kütlesinin korunmasında hayati önem taşır – hem kaslar hem kemikler. Oruç tutmakla alakalı en büyük endişelerden biri yağsız vücut kütlesinde kayba uğramaktır. Bazı insanlar bir günlük orucun ¼ oranında kas kaybına yol açtığını öne sürmektedir. Çalışmalar böyle bir şey olmadığını göstermiştir. Aslında tam tersi gerçekleşebilir. Kalorik düşüşte diyet ve oruç kıyaslandığında, yağsız vücut kütlesini korumakta oruç tutmak 4 kat daha iyidir!

BUNU BİR SANİYELİĞİNE DÜŞÜNÜN

Paleotik zamanlarda yaşadığımızı düşünelim. Yaz boyunca çok yemek yiyoruz ve bunun bir kısmı vücut yağı olarak saklanmakta. Şimdi kış ve yiyecek hiçbir şey yok. Vücudumuzun ne yaptığını sanıyorsunuz. Vücut yağlarımızı korurken değerli kaslarımızı yakmaya mı başlamalıyız? Bu kulağa oldukça saçma gelmiyor mu?

Bu şömine için odun biriktirmek gibidir. Deponuzda pek çok odun biriktiriyorsunuz. Aslında çok fazla var. O kadar çok ki etrafa saçılıyor ve bu kadar odun için evinizde yeterince yer yok. Ancak şömineyi yakma zamanı geldiğinde, hemen koltuğunuzu parçalayıp şömineye atıyorsunuz. Oldukça delice değil mi?

NEDEN VÜCUDUMUZUN DA DELİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUZ?

En akıllıcası biriktirilen odunları yakmaktır. Vücudumuz yerine, biz de değerli kas kütlemizi yakmaktansa biriktirdiğimiz yiyecekleri (yağları) yakmaya başlamalıyız. Bazı proteinler glikoneojenez olarak katabolize edilir, ancak HGH'deki artış yağsız vücut kütlesini korumayı sağlar.

Sürekli bir şeyler yemek zorunda olmadığınız hatırlatır,

Sevgi ve sağlık ile kalmanızı tüm kalbi duygularımla temenni ederim.

Sencer Bulut

International Sports Nutritionist & Health Coach

SABAH
 
Ceviz suyu kürü zayıflatır mı?
Tarihi: 31.5.2017
Cevizin kendi başına vücudumuza birçok faydası bulunmakta... Ancak sağlıklı bir şekilde kilo verirken çeşitli bitkisel yöntemleri uygulamaya gerek kalmadan ceviz suyu kürüyle de kilolarınıza hızla veda edebilirsiniz. Üstelik yapılışı oldukça zahmetsiz ve kolay... İşte kilo verdiren ceviz suyu kürü…
Ceviz suyu kürü birçok kadın tarafından denendi ve yapılan anket sonuçlarına göre olumlu sonuçlar alındığı söyleniyor. Yapılan anket sonuçlardan çıkan yorumları sizler için araştırdık ve derledik.

İşte çeşitli yaş guruplarındaki insanların ceviz suyu küründen gördükleri faydalar…

- Göbeğim eridi ve kilo vermeye başladım.
- Basen bölgemin gitgide eridiğine şahit oldum.
- Diğer diyetlerde ortaya çıkan yorgunluk, halsizlik ve sinirlilik halinden kurtuldum.
- Tatlı isteğim gün geçtikçe yol oldu.
- Uzun süre tok kaldığımı ve aç kalmadığımı hissettim.

Gördüğünüz üzere ceviz suyu kürü birçok insanın olumlu sonuçlar almasını sağlamış. Sizde bu kürü denemek ve bir an önce uygulamaya geçek istiyorsanız sizin için hazırlamış olduğumuz ceviz suyu kürü tarifine göz atabilinirsiniz.

Ceviz suyu kürü tarifi

Ceviz suyu kürü oldukça zahmetsiz ve iki malzemeyle yapılan bir kürdür. Üstelik deneyen kişilerinde tadının gerçekten lezzetli olduğunu söylüyorlar. Ceviz suyu kürü vücudunuzdaki yağların hızlı bir şekilde yakılmasını sağlayarak tokluk hissini çoğaltıyor. Dolayısıyla açlık hissetmeden kilo vermenizi sağlıyor. Sonuç olarak sağlıklı ve hızlı bir şekilde kilo vermeye başlıyorsunuz.

Ceviz suyu kürü malzemeleri:

1 adet bütün ceviz (Sert dış kabuğu soyulmuş)
Bir bardak oda sıcaklığında su

Ceviz suyu kürü hazırlanışı:

Cevizin içinde yer alan vitaminler ve minerallerin suya hızlı bir lşekilde karışması için ceviz suyunu geceden hazırlayıp Sabaha kadar bekletmeniz gerekir. Bir bardak suya bir adet ceviz içini koyarak sabah aç karnına tüketmek yeterli olacaktır.
Sabah uyandığınızda aç karna, oturarak ve en az 3 yudumda ceviz suyunu için. Cevizi yiyin. Her zamanki gibi diyete uygun kahvaltınızı yapın.

Ceviz suyu kürünün vücudunuza sağladığı faydalar;

- Protein içeriğiyle yağ yakmayı hızlandırır.
- Omega 3 yağlarıyla sinir sistemini korur.
- Ara öğünde yenildiğinde tok tutup kilo verdirir.
- Karaciğeri güçlendirip hormonları dengeler.
- Detoks etkisiyle vücudu içeriden temizler.
- Doymamış yağ içeriğiyle sindirim sistemini düzenlemeye yardımcı olur.
- spor yapanların kas yapmasını sağlar.
- Saç ve tırnak sağlığı için oldukça faydalıdır.
- Cilt sağlığı için oldukça önemlidir. Yaşlanmayı geciktirir. Kırışıkları yok eder.
- Damar tıkanıklığına karşı korur. Aynı zamanda damarlarda biriken fazla yağı atar.
- Kansere karşı koruyucu ve iyileşitirici etkisi vardır.

Sabah
 
Kulağınızda bu çizgi varsa dikkat!
Giriş Tarihi: 29.5.2017 15:27
325

İsrail'de yapılan bir araştırma, kulak memesinde meydana gelen kıvrımın yarattığı dik çizginin, erken bir felç habercisi olduğunu gösterdi.
Felce yol açabilen damar tıkanmalarının, kulak memelerindeki kan dolaşımını da azalttığı belirlendi. Bunun sonucunda elastikiyeti azalan kulak memelerinde bu kıvrım çizgilerinin oluştuğu ifade edildi.
SABAH
 
Kyaniyi aylardir kullaniyorum. Sunrise omega 3 ve nitrik oksit. Kullanmayi unutmak gibi bisi mumkun degil zaten. Vucut onu istedigini gun icinde hatirlatiyor:KK66: biliyorum ki vitaminlerimi aliyorum. Bundan daha guzel ne olabilir. Yogun iş temposunda ve duzensiz ogunlerde tek.kurtaricim. Kyaninin Flouresse cilt urunleri de muhtesem...
 
Kırmızı Pancarın Zararları
Kırmızı Pancarın Zararları, kırmızı pancar ıspanakgil ailesinin iki yılda oluşan otsu olan bir bitkisidir. Bu bitki birinci yılında sadece rozet yaprakları vardır ve kırmızı pancar ilk yıl çiçek açmaz. Kırmızı pancar ikinci yıl ise yirmi ile yetmiş santimetre arası uzamaktadır. Bu ikinci yılda ise bitki çiçek açar. Bu çiçekler kırmızımsı renktedir. İkinci senede bu bitki toprak altından gözükmeye başlar. Kırmızı renktedir ve silindir şeklinde olur. Daha sonra koni halini alır. Kırmızı pancarın ana vatanı Türkiye' dir. Ancak Suriye, Filistin ve Mısır'da da oldukça çok yetiştirilmektedir.

Kırmızı Pancarın Zararları her meyvenin sebzenin yararları olduğu gibi zararları da vardır. Ancak korkulmamalıdır. Çünkü bu zararlar genelde olduğundan fazla yenildiğinde veya bir hastalığı olan birine zarar verebilir. Kırmızı pancarı bu yüzden zararlı diye düşünüp yememezlik yapmayınız. Fakat kırmızı pancar ağız yolu ile veya ilaçlarda kullanımında hiç bir yan etkisi yoktur. Böyle olduğunu bildiğiniz içinde aşırı tüketmemelisiniz.


Kırmızı Pancarın Zararları:
  • Aşırı tüketilmesinden dolayı düşük aklsiyum eksikliğinde dolayı böbreklerde sorun oluşabilir. Ancak bu sorunun oluşmasının nedeni ise kırmızı pancardan ve kişinin bünyesinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden tüketimi azaltmalı yada böbreklerde sorun büyük ise hemen doktora gidilmelidir.
  • Hamilelik ve loğusa döneminde kırmızı pancar çok tüketilmemelidir. Çünkü kırmızı pancar gaz yapmaktadır. Bu da hamilelik döneminde anneye loğusa döneminde ise hem anneye hem bebeğe zorluk çıkarır.
  • Böbrek hastalığınız eğer ileri boyutta ise kesinlikte kırmızı pancar kullanılmamalıdır. Üroloji uzmanı hastalıktan dolayı size neleri yemeniz gerektiğini söyleyebilir. Belki de doktorunuz kırmızı pancarı tamamen yasaklamayabilir. Ancak doktorunuz ne derse uymalısınız.
  • Böbrek hastaları gibi şeker yani diyabet hastalarının da kırmızı pancar yemesi yasaktır. Böbrek hastaları gibi esnek değildir. Kesinlikle yasaktır.
Pancar Suyunun Yararları

Zararlarından bahsetmişken, pancar suyunun yaralarından da kısaca bahsedelim. Antioksidanlar bakımından zengin olan pancar suyu yüksek tansiyonu düşürmek için oldukça etkili bir doğal çözümdür. Demir eksikliği anemisi tedavisinde yüksek demir içeriğiyle kullanılabilir. Pancar suyu içmek bağışıklık sistemini güçlendirir ve özellikle kış aylarında bulaşıcı hastalıklara karşı vücudun direncini arttırır. Flavonoidler ve karotenoidler bakımından zengin olan pancar suyu serbest radikallerin hücrelere verdiği zararı azaltır.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
kırmızı pancar kırmızı pancarın yan etkileri pancarın yan etkileri

kırmızı pancarın yan etkileri, faydaları, kullanımı

Bir çok olumlu etkisinin olmasının yanı sıra şeker hastalarının dikkatli kullanması gerekmektedir kırmızı pancarı. Çünkü faydalarının cabası da birde yan etkileri var.:)

Hastalıkların kol gezdiği bir dönemde yaşıyoruz. Sentetik ilaçlar ile adeta köşe kapmaca oynuyoruz… Her bir yandan korkuların, yapay gıdaların, kozmetiklerin ve sonunda değişik hastalıklara sebep olan binlerce ürününün pazarlandığı günümüzde sağlıklı kalmak adeta bir sanat! Tabii bu sanat araştırma ve uygulama ile alışverişte başlayıp, mutfaktan, sofraya devam eden bir zincir…

Alışverişlerimizde tüm günlük ihtiyaçlarımızı doğamıza en uygun doğal ürünleri seçerek, hazırlamada ürünün özelliklerine ve etkilerine dikkat ederek, tüketirken de zamanlama ve oranına hassasiyet göstererek hem çevremiz, hem kendimiz hem de ailemiz için sağlıklı ve huzurlu bir yaşam sürmek mümkün...

Bağışıklık sisteminizi güçlendirerek kış aylarının müzmin hastalığı gribe yakalanmadan yaşamak ister misiniz, mide ve bağırsaklarınızı rahatlatarak gaz sancısından kurtulmaya ne dersiniz, kanınızı adeta yıkayarak mikroplardan arınmak nasıl olur? Karaciğerimizi mutlu etmek, cildimizi güzelleştirmek, sinirlerimizi sakinleştirmek de artık çok kolay… En önemlisi aynı anda, şeker hastalığı, verem ve kanserden korunmak! Nasıl mı? Kırmızı yuvarlak, tatlımı tatlı, harika olur salatası, kış mevsiminde her akşam sofralarda kırmızı pancar, mazide kalır korkunç hastalıklar…

Tabiattan şifamızı alarak kırmızı pancar ile tanışmaya veya tanıyorsanız geçmişten günümüze bu muhteşem bitkiyi tüm özellikleri ile yakından incelemeye ne dersiniz?

Kırmızı Pancar/ beta vulgaris Ispanakgiller/ chenopodiaceae ailesindendir. Anavatanı Akdeniz Bölgesi olup, çok eski zamanlardan bu yana besin maddesi olarak kullanılıyor. Arkeologlar Mısır mezar taşlarındaki bazı bitki resimlerinin pancar olduğunu ileri sürerler. Kırmızı pancarın toprak içindeki yumruları kırmızı renkte olup, şeker pancarından daha küçük olan kırmızı pancar ince köklü iki yıllık otsu bir bitkidir. Yaprakları da şeker pancarına göre daha kırmızıdır. Ege Bölgesinde halk arasında kırmızı pancar “çükündür” olarak bilinir. Ülkemizde hemen her bölgede yetişir.

Muhteşem sebze “Kırmızı Pancar” nasıl yetişir?

Kırmızı pancar tohumları bahar başından, yaz sonuna kadar ekilebiliyor. Erkenci denen çeşitlerde Ekim’den itibaren ortalama 4- 4,5 ayda, diğer türlerde ise 6 ayda hasat edilebilir. Birinci yıl pancar ve üzerinde rozet şeklinde yer alan yapraklar gelişiyor. İkinci yıl üzerindeki yapraklar, çiçekler, meyveler ve tohumları taşıyan sürgün meydana geliyor. Olgunlaştığını, en dıştaki yaprağın sararmasından ve türüne göre, gereken iriliğe ulaşmasından anlamak mümkün. Bol yapraklı olan ve ıspanak gibi değerlendirilen bu sebze gelişmiş kök yapısı sayesinde kuraklığa karşı da çok dayanaklı. Ancak ana kazık kök zarar görürse, hafif susuzluğa bile dayanamıyor yani bir o kadar da narin! Kabuğunun ya da etinin rengi koyu kırmızı ya da morumsu kırmızıdır. Organik maddece zengin, derin ve killi topraklarda iyi gelişim gösterir. Çok asitli topraklardan hoşlanmaz. Çimlenmenin başarılı olması için tohumun toprakla temas etmesi gerekir. Tuza dayanıklıdır. Topraktaki bor miktarının düşük olmaması gerekir. Aksi takdirde, büyüme yavaşlar ve yumruda lekeler oluşur.

Yani kırmızı pancar alırken düzgün yuvarlak hatlı, kırmızı-mor renkli, lekesiz ve olgun olanı tercih etmek gerekiyor!

Vitamin ve mineral zengini "Kırmızı Pancar"

A, B, C ve P vitaminlerinden zengindir... Serinletici, iştah açıcı, besleyicidir. Bileşiminde bulunan ve radyoaktif bir eleman olan rubidyumun sindirim üzerinde olumlu bir etkisi vardır. Pancar aynı zamanda fosfor, demir, bakır, potasyum, magnezyum, kalsiyum, brom, çinko, manganez ve şeker bulunur.

İnsan vücuduna mucize etkileri

Kırmızı pancar alyuvarların oluşmasında rol oynar. Kırmızı pancarın suyu en güçlü kan düzelticilerden biridir. Havuç suyuyla yarı yarıya karıştırılan kırmızı pancar suyu, günde 400 gr. içildiğinde alyuvarların sayısını kısa zamanda yükseltir. Damarlarda toplanan mineral kalsiyumu en iyi eritebilen de yine pancar suyudur.

Zerdeçal, mürrisafi veya tarçınla pişirilmiş kırmızı pancar, karaciğer ve dalaktaki tıkanıkları açar. Böbrek ve safrakesesi temizler.

Pişirilmiş ve ezilmiş kırmızı pancar şişliklere sarılırsa, şişlikleri indirir.

Kırmızı pancar suyu içmek, rahmin fibromlarını ve miyomları ile göz perdelerini eritir, yüksek kan şekerini ve tansiyonu indirir.

Prostat, verem ve sinir hastalıklarında faydalıdır.

Ilık pancar suyu kulağa damlatılırsa, ağrısını keser ve iltihaplanmayı durdurur.

Kafa derisine sürülürse kepeğe karşı çok iyi gelir.

Mide ve bağırsak üzerinde olumlu etkisi vardır.

Kemik zafiyeti olanlara çok fayda verir.

Karaciğer hastalıklarına karşı koruyan özelliği ile tanınır ve karaciğerin düzenli çalışmasını sağlar.

B vitaminleri ve fosfor ile sinirleri yatıştırır.

İçinde bulundurduğu radyoaktif madde ile vücudu şeker hastalığına, vereme ve kansere karşı koruyor. Almanya’da Dr. Sigmund Schmidt ve Macaristan’da Dr. Ferenczi bu bitkiyi lösemi ve kanserde önleyici ve tedavi edici olarak kullanmaktadırlar.

Nasıl tüketilir?

Kırmızı pancar Avrupa’da yemeği yapılan bir sebze, yurdumuzda turşusu meşhur... Salata olarak tüketmeyi alışkanlık haline getirirseniz aslında en faydalısı bu! Ancak, çeşni vermek için salata içine katılan baharat ve fabrikasyon sirke gibi yoğun asitli soslar pancarın sindirimini güçleştirir, bu yüzden salatanıza biraz sızma zeytinyağı, biraz limon ve doğal kaya tuzu ile hafif bir sos hazırlayabilirsiniz. Limon yerine doğal nar ekşisi veya organik turunç ekşisi ya da evde yapılmış elma veya vişne sirkesi de kullanabilirsiniz. Özellikle vişne sirkesi ile harika oluyor…

Maydanoz ve kereviz yaprakları kırmızı pancarın faydasını arttırıyor. Kırmızı pancar kaynatılıp içilirse idrar söküyor, mide ekşimesini ve mide ağrısını gideriyor. Kan yapıyor, karaciğere de faydalı oluyor. Yapraklarını da taze olarak yiyebilirsiniz, salatalarınıza katabilirsiniz. Kırmızı pancar suyu, karalahana, ıspanak, havuç veya semizotu suyuyla karıştırılabilir. Kırmızı pancar suyunu içerken 30-50gr’dan başlayarak 400 grama kadar çıkmak mümkündür. İlk önce 50gr. kırmızı pancar, 150gr. havuç suyuyla karıştırılır, sonra 75gr. kırmızı pancar, 125 gr. havuç suyu, sonra 100gr. kırmızı pancar, 100gr. havuç suyu, sonra da saf kırmızı pancar, su ile karıştırılarak içilir.

Dikkat şeker hastası olanlara zararlı!

Bu kadar olumlu etkisinin yanında şeker pancarının sakıncalı olduğu durumlar da var! Şeker hastalığına karşı koruyor ancak şeker hastası olanlara içerdiği yüksek şeker miktarından dolayı zararlı. Şeker hastaları kırmızı pancarı tüketmemeli! Yüksek tansiyonu olanlar az miktarda tüketmelidir.

Kaynaklar:

Gerçek Tıp/ Dr. Aidin Salih .

Türkiye’de Bitkiler İle Tedavi/ Prof. Dr. Turhan Baytop

Şifalı Bitkiler/ Prof. Dr. Ahmet Maranki

Bitkisel Protein İle Dengeli Beslenme/ Müheyya İzer

İksir-i şifa/ Halit Özgülen

Doğal Tedavi Yöntemi/ Dr. Ulvi Türkmenoğlu

Alıntı
 
Back