• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.

13669754_935372886572442_6129325553363777489_n.jpg
 

DEPRESYON İÇİN YARARLI OLDUĞU KANITLANMIŞ BESİN TAKVİYELERİ

13707775_934994353276962_6897549209648681430_n.jpg


DEPRESYON İÇİN YARARLI OLDUĞU KANITLANMIŞ BESİN TAKVİYELERİ


- Antidepresanlar plasebodan daha etkili değiller. Araştırmalar antidepresanların etkisinin bazı besin takviyeleriyle arttırılabileceğini gösteriyor hatta bazı çalışmalar sadece besin takviyelerinin yeteceği sonucuna varıyor.

- Balık yağı, D vitamini, metilfolat (bir tür folik asit/B9 vitamini), S-Adenosilmetionin desteklerinin antidepresanların etkisini arttırdığı gösterilmiş.

- Bazı çalışmalar yalnızca omega 3, D vitamini ve S-Adenosilmetionin ile depresyonun alt edilebileceğini gösteriyor.

Zeitschrift Fur Psychologie dergisinde 2014'te yayınlanan bir makalede antidepresanların plasebo etkisi tatrtışılıyor. Diğer pek çok araştırma da serotonin teorisinin çöktüğünü gösteriyor. Sözü geçen yazıda, antidepresanların depresyonu tedavi etmek yerine insanlar üzerinde biyolojik bir hassasiyet meydana getirerek gelecekte depresyonda olma olasılıklarını arttırdığı söyleniyor.

Özellikle omega 3 ve D vitamini takviyesinin depresyon tedavisinde etkili olduğuna dair pek çok araştırma var. Depresyon tedavisinde faydası olduğu gösterilen diğer doğal maddeler arasında tüm hücrelerde bulunan bir aminoasit türevi olan S-Adenosilmetionin (SAMe), serotoninin ön maddesi olan 5-Hidroksitritofan (5-HTP) ve B12 vitamini sayılabilir.

Antidepresan almadan depresyondan kurtulmak için neler yapılabilir:

- Gerçek yiyeceklerle beslenin, tüm işlenmiş gıdalardan, şekerden özellikle früktozdan, tahıllardan ve GDO'lu gıdalardan uzak durun.

- Geleneksel yöntemlerle üretilmiş fermente yiyecek (örneğin ev turşusu) tüketiminizi fazlalaştırın.

- Yeterli miktarda B12 vitamini alın.

- D vitamini düzeyinizi optimize edin.

- Bol miktarda hayvansal omega 3 yağı alın.

- Tuz tüketiminizi göz önüne alın, depresyonun nedenlerinden biri de sodyum eksikliği. Ancak kesinlikle işlenmiş tuz kullanmayın, kaya tuzu kullanın.

- Her gün mutlaka egzersiz yapın.

- Uykunuz yeterli olsun.

Dr. Joseph Mercola

Özet çeviri: Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz

Çevirenin notu: Zor sınavlardan geçmekte olduğumuz bu günlerde ruh sağlığımızı korumak hepimiz için çok önemli. Bu yazıyı o nedenle tercüme ettim. Kolaya kaçıp antidepresanlara sığınmak yerine doğal yollarla depresyona girmemizi nasıl önleriz veya depresyondan nasıl kurtuluruz kısaca anlatılmış.

Kaynak: http://articles.mercola.com/sites/articles/archive/2016/07/14/depression-supplements-vitamins.asp
 
D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNİN NEDENLERİ VE 8 BELİRTİSİ

13686518_933287076781023_8858247782858659861_n.jpg


D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNİN NEDENLERİ VE 8 BELİRTİSİ


D vitamini çok önemli bir vitamin hatta hormon gibi işlev görüyor ve vücutta tüm hücrelerde reseptörü var. Cildimiz güneş ışığına maruz kaldığında vücudumuz bu hormonu kolesterolden üretiyor. Bazı yiyeceklerde de var ancak yiyeceklerden yeterince almak imkansız.

D vitamini eksikliği dünyada çok yaygın. Dünyada 1 milyar kişinin D vitamininin eksik olduğu tahmin ediliyor. 2011'de yapılan bir çalışmaya göre ABD'deki yetişkinlerin % 41,6'sının D vitamini eksik. D vitamini eksikliği riskini arttıran faktörler:

- Cilt renginin koyu olması.
- Yaşın ilerlemesi
- Kilolu veya obez olmak.
- Balık veya süt fazla tüketmemek.
- Ekvatordan uzakta, güneşin yıl boyu fazla görülmediği yerlerde yaşamak.
- Güneş koruyucu kullanmak.
- Kapalı mekanlarda bulunmak.

D Vitamini eksikliğinin 8 belirtisi:

1- Sık sık hastalanmak ve enfeksiyon geçirmek.
2- Yorgunluk.
3- Kemik ve sırt ağrısı.
4- Depresyon.
5- Yara iyileşmesinde zorluk.
6- Kemik kaybı.
7- Saç dökülmesi.
8- Kas ağrısı.

D vitamini eksikliğinin giderilmesi hiç zor değil. Bu belirtiler sizde varsa D vitamini düzeyinizi ölçtürün ve eksikse takviye edin sağlığınız için pek çok faydasını göreceksiniz.

Özet çeviri: Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak: https://authoritynutrition.com/vitamin-d-deficiency-symptoms/
 
ALZHEIMER HASTALIĞINA KARŞI ÇOK BASİT BİR SAĞLIK UYARISI



*ÇOK BASİT BİR SAĞLIK UYARISI…*

*Mümkünse, her sabah veya akşam, günde bir kez …olabilir, sert bir
zemin üzerinde çıplak sağ ve sol ayak üzerinde, GÖZLERİNİZ KESİN TAM KAPALI her iki kolunuz yanlara T şeklinde açık, yaklaşık 30 sn.’de 100’e kadar, tek ayak üzerinden “sesli” sayarak DENGE’de durma eğitimine vücudunuzu ve beyninizi mutlaka ACİL alıştırınız. *

*İlk bir hafta sayamamanız çok normal. İlk bir haftadan sonra,
100’e kadar sayarak bu eğitime vücudunuzu alıştırırsanız, ileride kesinlikle ALZHAIMER konusunda sorun yaşamazsınız. *
*Kaynak: Amerika’da yaşayan Kalp cerrahı Prof. Dr. Mehmet ÖZ*

*Huzurlu ve Kaliteli yaşamanız, “en az 100 yaşınıza kadar, her konuda birlikte sağlıklı yaşlanabilmemiz dileğiyle…”*
 
13882653_948617281914669_3401295530369690852_n.jpg


VÜCUT SAATİNİ DÜZENLEMEK VE KANSER RİSKİNİ AZALTMANIN 5 YOLU

Cell Metabolism (Hücre Metabolizması) dergisinde yayınlanan yeni bir çalışma farelerde vücut saati (circadian clock) bozulduğunda tümör gelişme riskinin arttığını gösteriyor. Bu çalışma için araştırmacılar kansere yatkın farelerin vücut saatlerini, kanser riskini nasıl etkilediğini görmek için iki farklı şekilde bozmuşlar.

Önce insanlar jet lag olduğunda deneyimledikleri gibi doğal olmayan ışık durumlarına maruz bırakmışlar. Sonra vücut saatinden sorumlu genleri değiştirmişler. Her iki durumda da vücut saatinde bozulma olan farelerde tümör gelişmesi riski arttığı gibi daha agresif ve hızlı büyüyen tümörler gelişmiş.

Bu çalışma fareler üzerinde yapılmış. Ancak vücut saatinin bozulmasının insanlarda da kanser gelişimine neden olabileceğine dair nedenler var. Işık vücut saatini kontrol ediyor, vücut saati de vücudun günlük fizyolojik süreçlerini kontrol ediyor. Araştırmacılar her hücrenin ritmini kontrol eden iki genin aynı zamanda tümör baskılayıcı olduğunu bulmuşlar.

Sonuç olarak vücut saatinin dengelenmesi ve kanserden korunmak için en iyi çözüm yaşamınızda doğal ışık düzenlemesi yapmaktır. Bunun için yapılabilecekler:

1- Sabah doğal gün ışığında en az 20 - 30 dakika geçirmek.
2- Eğer tüm gün kapalı mekandaysanız ışık terapisi lambası edinmek.
3- Yatmadan en az bir saat önce ışıklı ekranlardan uzaklaşmış olmak.
4- Her gece aynı saatte yatmak.
5- Tamamen karanlıkta uyumak.

Eğer tüm önlemleri alıyor yine de vücut saatinizi düzenleyemiyorsanız magnezyum alımınızı arttırabilirsiniz. Araştırmalar magnezyumun vücut saatini düzenlemek konusunda çok önemli olduğunu gösteriyor.

Özet çeviri: Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak: https://easyhealthoptions.com/5-ways-reset-body-clock-cut-cancer-risk/
 
NEDEN ‘GREEN JUICE (YEŞİL SEBZE SUYU) ‘ İÇMELİYİZ?

14063786_10154132705068551_7877168816172943162_n.jpg


Taze sıkılmış yeşil sebze suları (green juice) İçildiği an itibariyle vücudunuza en hızlı şekilde fazlasıyla vitamin, mineral, enzim ve antioksidanlar ve bir çok bitkisel besleyenler kazandırır.Lifsiz aldığınız sebze suyu en hızlı şekilde vücutta hücre düzeyinde emilimle sisteme geçer.

Ve bu sayede yeşil sebzelerden KLOROFİL denilen çok önemli bir maddeyi vücuda alırız. KLOROFİL,

moleküler yapısıyla hemoglobine benzer ve tıpkı hemoglobin gibi hücre ve dokulara oksijen taşımasına yardımcı olarak kırmızı kan hücreleri oluşumunu tetikler
aynı zamanda zayıf kan hücrelerinin yenilenme sürecine girer
doğal detoks etki, antiseptik etki, kolesterol azaltıcı, antienflamatuar (vücud iltihaplarını giderici), kan şekeri düzenleyicisi ve bağışıklık sistemi destekleyicisidir
Tam anlamıyla vücudun hücresel beslenme, oksijenlenme ve yenilenmesinde mucize etkili yeşil sebzelerdir diyebiliriz.

Yeşil sebze suları (green juice) son derece alkalidir ve vücud sistemini alkalize eder.Yani asitlenmeyi önlerler. Günümüz dünyasında çevre ve beslenme faktörleriyle asitlik derecesi artan vücudumuzda meydana gelen hasarlar bilimsel çalışmalarla kanıtlanmıştır. Vücudu alkali yapan besinler ve sıvılar almak ve alkali beslenme şeklini devam ettirmek hasar oluşumunu minimize edecektir.

GREEN JUICE (YEŞİL SEBZE SUYU) İÇERİKLERİ NELER?

Yapraklı yeşiller ( Ispanak, Karalahana, roka, maydanoz, nane ,marul ve turevleri gibi)
Yeşil sebzeler ( Brokoli, salatalık, brüksel lahana, semizotu gibi)
Otlar , kök saplar ve diğerleri (kereviz sapı, pancar sapı, limon,zencefil gibi)
Meyveler ( yeşil elma, armut, kivi , ananas gibi az şekerliler tercih edilmeli sadece az aroma verecek oranda kullanılmalılardır.İdeal olanı %70 yeşiller -%30 meyve şeklindedir. Ancak diyet durumları ve yağ yakma hızlandırmak için %20 ile meyve oranını sınırlandırın)

NEDEN SEBZE SUYU ? BLENDER YA DA ÇİĞNEMEYE ÜSTÜNLÜĞÜ NEDİR?

Taze sebze suyu dakikalar içersinde sindirim sisteminden gecerek vücutta emilir. Lifler alınmadığı için katı sebzelere göre sindirim sisteminin çok az çalışması demektir. istenen etki de budur.Bu sayede sindirim için fazla enerji harcanmaz ve tamamen hücresel düzeyde beslenme ve yenilenme gercekleşir. Blender da sebzeleri parçalamak ya da çiğ yemek durumlarında ise lifler sindirime dahil olacağından bitkisel besleyenlerin vücuda geçişi hem gecikir hem de oranı azalır.

Bu sebeple sebze suyu yani JUICING olayında katı meyve sıkacağı kullanımı esastır.

SEBZE SUYU İÇMEK İÇİN EN İYİ 10 SEBEP
1. Günlük gerekli sebze meyve alımının en kolay yoludur

2. Vücuda vitamin, mineral, enzim, antioksidan ve bitkisel besleyenleri alma ve emilimi için en hızlı yoldur

3. Vücud sisteminin temizliği ve detoksifikasyonuna (zararlı toksinlerden temizlenme) yardımcıdır

4. KİLO VERMEYE yardımcıdır

5. İstenmeyen vücut asitliğini giderir (Alkali yapar)

6. Zihinsel ve ruhsal durumu iyileştirir

7. Görünümü düzeltir

8. ENERJİ yükseltir!!

9. Saç, cilt, tırnak sağlığını destekler

10. Genel sağlık durumunu iyileştirir

Sebze suyundan maksimum yarar almak istiyorsanız mutlaka aç karnına tüketmelisiniz.

Burak Vardar
Sağlık Koçluğu
 
Son düzenleme:
OMEGA 3 KALIN BAĞIRSAK KANSERİNDEN ÖLÜMLERİ ÖNLÜYOR

Bu haber Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta Hoca'nın sayfasından. Ahmet Rasim Hoca prensip olarak gıda takviyesi alınmasına karşıdır. Omega-3 'ün gıdalardan doğal yollardan alınmasını önerir. Son derece doğru bir yaklaşım. Acaba ne kadar gerçekçi?

Biz 5 yıldır Omega 6 içeren ürünleri hiç yememeye çalışıyoruz. Maalesef yediğimiz her üründe Omega-6 var. Ayçiçek yağı, mısırözü yağı ağzımıza hiç sokmuyoruz ama arada sırada inek eti yemek zorunda kalıyoruz. Önemli olan Omega3/Omega6 oranını 1/4 düzeyinde tutabilmek. Bunun için de her gün hamsi yemek imkansız. Çiftlik balığı yediğiniz zaman 1 birim Omega 3 alırken 20-50 birim Omega6 alıyorsunuz. Aynı şey çiftlik hayvanları için de geçerli. Her gün av eti yemek keçi eti koyun eti yemek de imkansız olduğuna göre mecburen biz Canan Hocanın tavsiyesiyle her gün 3 gram EPA + DHA içeren saf Omega 3 alıyoruz.

"Omega3 'ü besinlerden yeterince alıyorum, Omega 3 takviyesi kullanmama gerek yok!" diyorsanız ve imkanınız varsa size SİP Sessiz İnflomasyon Paneli testi yaptırmanızı ve Omega3/Omega6 oranınız görmenizi tavsiye ederim. http://www.selecza.com.tr/index.php/sip25nedir

ARK Hoca'nın "Yeteri kadar omega 3 almak kanserleri önlemez sadece kanser riskini azaltır." görüşünü de aynen benimsiyoruz. Çünkü Canan Hoca da hiç bir gıda tek başına mucize yaratamaz der. Biz de bu konuyu neredeyse her paylaşımımızda sık sık tekrarlarız. Siz bir taraftan şeker ve şekerli ürünler, un ve unlu mamuller, trans yağlar, işlenmiş gıdalar yerken diğer taraftan isterseniz kilolarca balık yiyin fayda etmez.

Bu yazıyı da okuyunca ne kadar doğru yaptığımızı düşünüyorum.

http://ahmetrasimkucukusta.com/…/omega-3-kalin-bagirsak-ka…/

Sağlıklı yaşıyoruz
 

13935073_953504118092652_6510182345136038464_n.jpg

SÜT DEĞİL , AYRAN İÇELİM

16c014de-6876-402a-976c-42791b40436d


Ben şanslıydım ... Bizim evimizde hiçbir zaman market yoğurdu ve sütü tüketilmedi . Annem dışarda yemek yediğimizde hazır kutu ayran bile içmezdi . Ya da nadiren istemeye istemeye içerdi . Kendi deyimiyle söylersek , midesinin almadığını söylerdi . O zamanlar annemin bu tavrını anlamak zor olsada şimdi Canan Karatay , Ahmet Aydın , Yavuz Dizdar , Ahmet Rasim Küçükusta gibi hocalarımız sayesinde her şeyi daha iyi anlıyoruz . Demek ki doğal süte ve ev yoğurduna alışmış annem için fabrikada üretilmiş süt veya yoğurt içilebilir değilmiş . Ne yazık ki damak tadıyla ilgili sıkıntı bu işin yine de en masum tarafı .

Bir süredir okullarda 'okul sütü' dağıtılıyor çocuklara . Uzun raf ömrü olan UHT sütlerden . Endüstriyel sütlerin faydadan çok zararının olduğu ile ilgili sayısız çalışma varken kim ne zaman bu uygulamaya bir dur diyecek merakla bekliyorum .'' Eğer süt kampanyası sürerse MORFİNMAN bir nesil yetişecek '' diyor Ahmet Aydın Hoca bir yazısında . Durum bu kadar vahim yani . Ahmet Aydın Hocanın bu yazısına buradan ulaşabilirsiniz : http://t24.com.tr/haber/prof-aydin-...rse-morfinman-bir-nesil-yetistirecegiz,203301

Aynı görüşü paylaşan ve '' Siz sütleri pastörize etmiyorsunuz , PETROLİZE ediyorsunuz '' diyen Yavuz Dizdar Hocanın bu konu ile ilgili yazısına buradan ulaşabilirsiniz : yavuzdizdar.com/sutler-ve-yogurtlar-bozulmuyor-cunku-siz-onlari-pastorize-degil-petrolize-ediyorsunuz-sevgili-sut-endustrim/#more-51

Ahmet Rasim Küçükusta'da UHT sütler ile kanser arasındaki ilişkiyi irdelediği yazısında : ''Süt içmek yerine sütün mayalanmasıyla elde edilen “fermente süt ürünleri sağlıklı yaşamak için daha uygun ve daha faydalıdır” der . Ahmet Hocanın yazısına burdan ulaşabilirsiniz : http://ahmetrasimkucukusta.com/2014...k-kanser-riskini-artiriyor-mu/comment-page-1/

Canan Hoca da her zaman süt yerine sütün fermente olmuş ve her bakımdan zenginleşmiş hali olan yoğurdu tüketmenin daha doğru olduğunu söylüyor . Ben bir dilekçe ile okul yönetimine 'okul sütü' istemediğimi bildirdim . Ne yazık ki okul sütü istemeyen tek veliyim sınıfta . Ancak bir gün soğuk zincir oluşturup sağlıklı günlük süt yada en güzeli ayran dağıtmaya karar verirlerse seve seve katılırım bu programa . Ama o zamana kadar , okula giderken her gün beslenme çantasının yanında kocaman bir şişe ayran hazırlamaya devam edeceğim oğluma ...

Nihal GÜLKANDİL Sağlıklı Yaşıyoruz
SÜT DEĞİL , AYRAN İÇELİM
16c014de-6876-402a-976c-42791b40436d


Ben şanslıydım ... Bizim evimizde hiçbir zaman market yoğurdu ve sütü tüketilmedi . Annem dışarda yemek yediğimizde hazır kutu ayran bile içmezdi . Ya da nadiren istemeye istemeye içerdi . Kendi deyimiyle söylersek , midesinin almadığını söylerdi . O zamanlar annemin bu tavrını anlamak zor olsada şimdi Canan Karatay , Ahmet Aydın , Yavuz Dizdar , Ahmet Rasim Küçükusta gibi hocalarımız sayesinde her şeyi daha iyi anlıyoruz . Demek ki doğal süte ve ev yoğurduna alışmış annem için fabrikada üretilmiş süt veya yoğurt içilebilir değilmiş . Ne yazık ki damak tadıyla ilgili sıkıntı bu işin yine de en masum tarafı .

Bir süredir okullarda 'okul sütü' dağıtılıyor çocuklara . Uzun raf ömrü olan UHT sütlerden . Endüstriyel sütlerin faydadan çok zararının olduğu ile ilgili sayısız çalışma varken kim ne zaman bu uygulamaya bir dur diyecek merakla bekliyorum .'' Eğer süt kampanyası sürerse MORFİNMAN bir nesil yetişecek '' diyor Ahmet Aydın Hoca bir yazısında . Durum bu kadar vahim yani . Ahmet Aydın Hocanın bu yazısına buradan ulaşabilirsiniz : http://t24.com.tr/haber/prof-aydin-...rse-morfinman-bir-nesil-yetistirecegiz,203301

Aynı görüşü paylaşan ve '' Siz sütleri pastörize etmiyorsunuz , PETROLİZE ediyorsunuz '' diyen Yavuz Dizdar Hocanın bu konu ile ilgili yazısına buradan ulaşabilirsiniz : yavuzdizdar.com/sutler-ve-yogurtlar-bozulmuyor-cunku-siz-onlari-pastorize-degil-petrolize-ediyorsunuz-sevgili-sut-endustrim/#more-51

Ahmet Rasim Küçükusta'da UHT sütler ile kanser arasındaki ilişkiyi irdelediği yazısında : ''Süt içmek yerine sütün mayalanmasıyla elde edilen “fermente süt ürünleri sağlıklı yaşamak için daha uygun ve daha faydalıdır” der . Ahmet Hocanın yazısına burdan ulaşabilirsiniz : http://ahmetrasimkucukusta.com/2014...k-kanser-riskini-artiriyor-mu/comment-page-1/

Canan Hoca da her zaman süt yerine sütün fermente olmuş ve her bakımdan zenginleşmiş hali olan yoğurdu tüketmenin daha doğru olduğunu söylüyor . Ben bir dilekçe ile okul yönetimine 'okul sütü' istemediğimi bildirdim . Ne yazık ki okul sütü istemeyen tek veliyim sınıfta . Ancak bir gün soğuk zincir oluşturup sağlıklı günlük süt yada en güzeli ayran dağıtmaya karar verirlerse seve seve katılırım bu programa . Ama o zamana kadar , okula giderken her gün beslenme çantasının yanında kocaman bir şişe ayran hazırlamaya devam edeceğim oğluma ...

Nihal GÜLKANDİL Sağlıklı Yaşıyoruz
 
'Nohut, meme kanserine karşı koruyor'

13920775_953057688137295_4359050629792250264_n.jpg

Bu başlıklı aşağıda okuyacağınız haber AA'dan... Her zaman hatırlatıyoruz "hiç bir gıda tek başına mucize yaratamaz ve sizi hartalıklardan koruyamaz." Bir gıdanın yararlı olabilmesi için öncelikle sağlıklı ve doğal beslenmeniz, şeker ve şekerli ürünleri, un ve unlu mamulleri, işlenmiş gıdaları, trans yağları yememeniz gerekiyor. Yani siz bir taraftan şeker veekmek yerken diğer taraftan istediğiniz kadar nohut yiyin size bir yararı olmaz ama sağlıklı ve doğal besleniyorsanız ölçülü olarak nohut yerseniz tabii ki yararı olur. Nohut neden ölçülü yenmeli?

Prof. Dr. Canan Karatay'ın kitaplarında nohutla ilgili şu ifadeler yer alır;

Nohutun glisemilk indeksi = 42 'dir. (pişince nişastası artar)

Pastırmalı ya da kıymalı nohut yemeği bol soğan ve salata ile yenebilir. Ancak nohut, leblebi ve bezelye yüksek oranda nişasta (karbonhidrat) yani şeker içerdikleri için kısıtlı olarak tüketilmelidir!

Şimdi bu kısa girişten sonra AA 'nın yayınladığı yarın bir çok gazetede okuyacağınız yazıya bir göz atalım.

"'Nohut, meme kanserine karşı koruyor'
Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Özyaral, "Nohut, özellikle meme kanserine karşı koruyucudur. Aynı zamanda nohut östrojen hormonunu dengeleyici etkisiyle özellikle menopoz döneminde faydalıdır." dedi.

Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Oğuz Özyaral, AA muhabirine yaptığı açıklamada, haftada en az iki kez olmak üzere tüketilmesini önerdiği nohudun, DNA sentezi ve yenilenmesi için gerekli olan folata sahip olduğunu, bu nedenle de DNA'nın kanser hücreleri formunda değişmesini önlediğini ve yapıyı koruduğunu ifade etti.

Bu özelliğiyle nohudun, kanser hücrelerinin vücut içinde yayılmasını, gelişmesini engellemeye yardımcı olduğunu aktaran Özyaral, "Nohut, özellikle meme kanserine karşı koruyucudur. Aynı zamanda nohut östrojen hormonunu dengeleyici etkisiyle özellikle menopoz döneminde faydalıdır. Bu dönemde ortaya çıkan sıcak ve ter basması gibi şikayetlerin azalmasına yardımcı olur." değerlendirmesinde bulundu.

"Nohut sofralarda daha fazla yer bulmalı"

Özyaral, Türkiye'de bolca üretilen nohudun, az su isteyen, kıraç alanlarda bile çok kolay yetişebilen bir ürün olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:

"Hemen herkesin bildiği bu bakliyat sofralarda daha fazla yer bulmalı. Nohut kalsiyum, magnezyum, potasyum, selenyum, bakır, çinko ve demirin yanı sıra, A vitamini ve betakaroten açısından da zengin bol lifli bir baklagildir. Nohutta yer alan selenyum, bağırsak enzimlerinin çalışma fonksiyonlarına destek vererek, vücutta kanserin neden olduğu bileşenlerin zehir etkisini ortadan kaldırır. Selenyum ayrıca tümör oluşumunu engellemeye yardımcıdır. Ayrıca nohut meme kanserine karşı koruyucudur. Bağırsakta zararlı bakterilerin gelişmesini engellerken, sindirim sistemi için gerekli olan yararlı bakterilerin gelişimini de destekler. Nohut yüksek lif içeriği sayesinde kolon ve anüsle bağlantılı kanser riskini düşürür, sindirim sistemini korur ve mideyi kuvvetlendirir."

"Kadınlar nohudu daha fazla tüketmeli"

Doç. Dr. Özyaral, bazı kişilerin vitamin değerinin kaçmaması amacıyla nohudun ıslatıldığı suyu dökmediğini ancak bu suyun vitaminden çok, zehirle dolu olduğunu anlatarak, "Piyasaya sunulan kuru nohutların yemek olarak pişirilebilmesi için en az bir gece öncesinden içme suyu içerisine bırakılıp şişmeleri sağlanmalı. Şişme esnasında nohut bitkisinin özelliğinden dolayı suya, mide tarafından hazmedilemeyen, zehirli madde, gazlar bırakır. Bu yüzden içinde yumuşatıldıkları bu su dökülmeli, yeni taze suyla nohut yemeği yapılmalıdır." diye konuştu.

Meme kanseri koruyuculuğu etkisi kapsamında kadınların bu besini daha fazla tüketmesini öneren Özyaral, şu bilgileri verdi:

"Nohudun düzenli tüketilmesi şeker hastalığını da önleyebilmektedir. Tansiyonu düzenlemeye yardım etmekte, ayrıca bulantı, baş dönmesi ve baş ağrısı problemlerini de giderdiği bilinmektedir.

İçeriğinde yer alan amino asitler sayesinde uyku düzenini sağlamada yardımcı olabilmektedir. Vücudun bağışıklık sistemini güçlendirmekte ve hastalıklara yakalanma riskini azaltır. İhtiva ettiği fosfor ise kemik ve diş yapısını ve güçlenmesini destekler. Mutluluk hormonlarına etki eden nohut böylelikle depresyonu engellemeye de yardımcı olabilir. Kolesterolü düzenleyici, kalp damarlarını açıcı ve kalbi koruyucu özelliklere sahiptir. Beyinsel ve zihinsel yorgunluğu giderir, hafızayı güçlendirerek öğrenmeyi kolaylaştırıcı özelliği bulunur." AA"

Kaynak: http://aa.com.tr/tr/saglik/nohut-meme-kanserine-karsi-koruyor/628720
 
THE MAGNESIUM MIRACLE
MAGNEZYUM MUCİZESİ

13925012_952504434859287_4889065024426294262_n.jpg


Dr. Carolyn Dean "The Magnesium Miracle" (Magnezyum Mucizesi) kitabında magnezyumun vücut için en önemli besin olduğunu söylüyor ve magnezyum eksikliğiyle bağlantılı pek çok hastalık olduğunu belirtiyor. Bunlardan bazıları:

- Kalp hastalığı ve yüksek tansiyon
- Alzheimer ve Parkinson hastalıkları
- Artrit
- Bağırsak hastalıkları
- Depresyon ve kaygı (anksiyete)
- Diyabet
- Yorgunluk
- Migren ve diğer baş ağrıları
- Osteoporoz
- Kas krampları ve spazmları, bel, sırt ağrısı

Magnezyum vücutta en yoğun olarak kalp ve beyinde bulunuyor. O nedenle eksikliğinde en çok bu hayati organlar etkileniyor.

Kalbin atabilmesi, kan pompalayabilmesi için kanda magnezyum bulunması gerekli. Kandaki magnezyum seviyesi düşerse kemiklerden alınarak kalbin fonksiyonları devam ediyor. Eksiklik halinde kemikler zayıflıyor ve başta osteoporoz olmak üzere çeşitli hastalıklara yol açıyor. Prof. Dr. Canan Karatay kanda magnezyumun 2 - 2.5 mg/dL olması gerektiğini belirtiyor.

Özet çeviri: Nurçin Çağlar

Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak: https://w3.hearthealthreport.com/He...et&nmx_content=3082&nmx_campaign=widgetphase2

14034726_952513551525042_4225685475642917327_n.jpg
 
PROBİOTİK TURŞU KANSERİ ÖNLÜYOR
..
Turşu, sebze ve meyvelerin belirli tuz konsantrasyonundaki salamuraları veya kendi öz suları içinde laktik asit bakterileri ile fermentasyona uğratılmalarıyla oluşan laktik asidin ve ortamdaki tuzun koruyucu etkisi sonucu uzun süre dayanıklılık kazanan bir üründür
.
PROBİOTİK TURŞU
Probiotik turşu ise probiotik bakteriler katılarak yapılan standartı yüksek ,sayısal olarak canlı toplam bakteri sayısı çok olan bir fermente üründür.
.
Turşu üretimi çok eski tarihlere dayanmaktadır.
M.Ö. 3. y.y.’ da Çinli işçilerin Çin Seddi’ nin yapımında fermente olmuş, asitli sebze karışımları tükettiğine dair kayıtlar bulunmaktadır
.
GIDALARI SAKLAMAK ,KORUMAK AMACI..
Turşu ile insanların tanışması büyük bir olasılıkla tuzun, gıdaların muhafazasındaki öneminin ortaya çıktığı döneme denk gelmektedir
.
Ülkemizde önceleri ev ölçeğinde olan üretim, daha sonra ticari amaçla yapılmaya başlanmıştır.
.
Bugün ülkemiz dünyada önemli bir turşu üreticisidir
Turşu genellikle yemeklerin yanında iştah açıcı olarak tüketilen, değişik salata ve kanepelerin hazırlanmasında da sıklıkla kullanılan bir üründür.
Laktik asit fermentasyonu ile dayanıklılığının artmasının yanında, ürünün tat ve renk bakımından da kendine özgü özelliğini kazanması sağlanmış olur
.
Laktik asit fermentasyonuyla elde edilen turşular, kalın bağırsak başta olmak üzere insanlarda sağlığı koruyucu etkiye sahiptirler. Turşu ile birlikte canlı laktik asit bakteri hücrelerinin de tüketilmesi nedeniyle bu olumlu etkinin daha da arttığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır
.
KARSİNOJENLERİ AZALTIYOR.
Fermente gıdalarla birlikte sindirim sistemine alınan laktik asit bakterileri, bağırsakta bulunan ß-glukoronidaz, azoredüktaz ve nitroredüktaz gibi enzimlerin aktivitesinde bir azalmaya neden olur. Bu enzimler prokarsinojen maddeleri karsinojen yapılara dönüştürmektedir.
.
Dolayısıyla söz konusu enzimlerin aktivitesinde azalma, antikarsinojenik etki oluşturur. Laktik asit bakterilerinin bağışıklık sistemini güçlendirdiği, immunoglobulin A ve gama interferon üretimini desteklediği bildirilmiştir.
Bu durum insan vücudunun patojenlere karşı direncini ve laktik asit bakterilerinin antitümör aktivitesini arttırmaktadır .
.
Fermente sebzeler, vitamin ve minerallerin önemli bir kaynağıdır. Fermentasyon sırasında oluşan karbondioksit, askorbik asidin ve sebzelerin doğal renginin korunması için uygun olan anaerobik koşulları sağlamaktadır .
.
Fermentasyonla oluşan laktik asit, midedeki asit seviyesini düzenlemenin yanı sıra, protein ve demirin özümlenmesinde etkili olmaktadır.
.
Ayrıca, kanser tedavisine yardımcı olması amacıyla laktik asidin düzenli olarak tüketimi bazı araştırmacılar tarafından önerilmektedir. .
.
FERMENTE ÜRÜNLERDE DEMİR EMİLİMİ DAHA FAZLA.
Sebzeler genellikle düşük miktarda fitat içermesine karşın, bu durum demir emiliminin engellenmesinde etkili olabilmektedir . Laktik asit fermentasyonu ile demir emilimi arasındaki ilişkiyi inceleyen bir araştırmanın sonucuna göre; taze sebzelerle kıyaslandığında sebzelerin laktik asit fermentasyonuna uğratıldıktan sonra tüketilmesi durumunda demir emiliminin belirgin şekilde arttığı belirlenmiştir

Laktik asit fermentasyonuyla sebzelerde bulunan antinutrisyonel maddelerin miktarı azaltılabilmektedir.
.
NİTRATI EMİLİME EDİYORLAR
Lactobacillus plantarum’ un bazı suşlarının sebzelerde nitratı %90-100 etkinlikle elimine edebildiği bildirilmiştir . Düzenli olarak turşu tüketimi ile astım, cilt problemleri ve çocuklarda görülen bağışıklık sistemi sorunları arasında ters bir ilişki olduğunu öne süren araştırmalar mevcuttur .
.
Fermentasyonda oluşan laktik asit turşularda pH’ yı düşürerek kokuşturucu bakterilerin gelişimini engelleyip dayanıklılık sağlasa da tüm mikrobiyolojik bozulmaların önlenmesinde tek başına yeterli değildir ve uzun süreli depolamalarda tuz miktarının yüksek tutulmasının gerekliliğine inanılmaktadır

Turşuların doğal flordan gelen probiotikler ile fermente olmasının yanısıra probiotik bakteriler katılarak fermente edilmesi ile standart probiotik turşular yapılabilir
.
Kaynaklar
Anonim, 2001. Türk Gıda Kodeksi Fermente Sütler Tebliği. Tebliğ no: 2001-21. 6 s.
Ainsworth, P., İbanoğlu, Ş. and Hayes, G.D., 1997. Influence of Process Variables on Residence Time Distribution and Flow Patterns of Tarhana in a Twin-Screw Extuder. J. of Food Eng. 32:101-108.
Ainsworth, P., Fuller, D., Plunkett, A. and İbanoğlu, Ş., 1999. Influence of Extrusion Variables on the Protein in vitro Digestibility and Protein Solubility of Extruded Soy Tarhana J. Sci. Food Agric. 79: 675-678.
Aktan, N., Yücel, U. ve Kalkan H. 1998. Turşu Teknolojisi. Ege Üniv. Ege M.Y.O. Yayınları No: 23.138 p.
Campbell-Platt, G. 1994. Fermented Foods: A World Perspective. Food Res. Int. 27: 253.
Caplice, E. and G.F. Fitzgerald. 1999. Food Fermentations: Role of Microorganisms in Food Production and Food Preservation. Int. J. of Food Mic.Vol:50, Issues 1-2, 131-139.
Çağlar, A. ve Çakmakçı, S., 1995. Yoğurdun İnsan Sağlığı ve Beslenmesindeki Rolü ve Önemi. III. Milli Süt ve Süt Ürünleri Sempozyumu. Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları No:548, Ankara. 429s.
Çakıroğlu, F.P., 2003. Yoğurdun Besleyici ve Sağlığı Koruyucu Etkisi. Gıda, 28 (1): 101-104.
Çakmakçı, S. ve Öztürk, S., 2000. Yoğurdun Antikanserojenik Özelliği. Dünya Gıda Yayınları 6 (12): 70-72.
Dağlıoğlu, O., 2000. Tarhana As a Traditional Turkish Fermented Cereal Food, Its Recipe, Production and Composition, Nahrung. 44 (2000), Nr. 2, S. 85-88.
Eichholtz, F. Die Biologische Milchsaure und ihre Entschtechung in Vegetabilischem Material.Heidelberg, 70s.
Ekinci,R., 2004. The Effect of Fermentation and Drying on the Water Soluble Vitamin Content of Tarhana, A Traditional Turkish Cereal Food. Food Chemistry (article in pres)
Fallon, S., and Enig M. G., 1999. Nourishing Traditions (2nd Edition), New Trends Publishing. 688p.
Gotcheva, V., Pandiella, S.S., Angelov, A., Roshkova, Z.G. and WEBB, C., 2000. Monitoring the Fermentation of the Traditional Bulgarian Beverage Boza. Int. J.of Food Sci.and Tech. 36 (2): 129-134.
Göçmen, D., Gürbüz, O. ve Şahin İ., 2003. Hazır Tarhana Çorbaları Üzerine Bir Araştırma. Gıda, 28 (1) : 13-18.
Gönç, S., Akalın, A. S., Kılıç, S., 1996. Fermente Süt Mamülleri ve Kolesterol Arasındaki İlişkiye Ait Bir Değerlendirme. Gıda, 21 (2) : 89-94.
Haard, N.F., Odunfa, S.A., Lee, C.H., Ramirez, R.Q, Quinones, A.L. and Radarte, C.W., 1999. Fermented Cereals, A Global Perspective. FAO Agricultural Services Bulletin. Rome, 86p.
Hayaloğlu, A.A. ve Erginkaya, Z., 2001.Gıda Endüstrisinde Kullanılan Laktik Asit Bakterileri.Gıda Teknolojisi Derneği Yayın No:23.26 s.
Hybenova, E., Drda´k M, Guoth R, Graca´k, J., 1995. Utilisation of Nitrates-A Decisive Criterion in the Selection of Lactobacilli for Bioconservation of Vegetables. Z Lebensm Unters Forsch.; 200:213
İbanoğlu, Ş., İbanoğlu, E. ve Ainsworth, P., 1999. Effect of Different Ingredients on the Fermentation Activity in Tarhana, Food Chemistry .64 (1999): 103-106.
Joshi, V.K., Chauhan, S.K. and Sharma, R., 1993. Preservation of Fruits and Vegetables by Lactic Acid Fermentation. Beverage and Food World. 3: 9-12.
Kalantzopoulos, G., 1997. Fermented Products with Probiotic Qualities. Anaerobe. Vol:3, 185-190.
Koca, A.F., Tarakçı, Z, 1997.Tarhana Üretiminde Mısır Unu ve Peyniraltı Suyu Kullanımı.Gıda,22(4):287-292.
Köse, E. ve Çağındı, Ö.S., 2002. An Investigation into the Use of Different Flours in Tarhana. Int. J.of Food Sci. and Tech., 37, 219-222.
Lee, C.H., 1997. Lactic Acid Fermented Foods in Asia. Food Control. Vol: 8. No-5/6. 259-269.
Lee, C.H., 2002. Creative Fermentation Technology for the Future. http: //seafood.ucdavis.edu/iufast/lee.htm.
Macrae, R. Robinson, R.K. and Sadler, M.J., 1993. Encyclopedia of Food Science. Food Tech. and Nutrition. Academic Pres. Vol. 6, 3591-3594.
Meydani, S.N., 2000. The Complete Guide to Nutritional Herbs,Vitamins and Minerals. Am. J. Clin. Ntr. 71:861-872
Öner, Z., 2004. Süt ve Süt Ürünleri ile Alınan Kolesterol ve Kolesterol Sentezi. Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 8:1, 38- 40.
Özbilgin, S., 1983. The Chemical and Biological Evaluation of Tarhana Supplemented with Chickpea and Lentil. Thesis., Cornel Univ. Ithaca, New York, USA.
Pekin, S.,1988. Endüstriyel Tarhana Üretimi, Türkiye 6. Gıda Kongresi, Ankara. 136-142s.
Pirkul, T., 1988. Çocuk ve Risk Altındaki Kişilerin Protein Gereksinimine Göre Ticari Tarhanaların Formülasyonu. Beslenme ve Diyet Dergisi, 17 (1988), 275-283.
Rakıcıoğlu M. ve Baysal, A..,1992. Minerallerin Kan Basıncı Üzerine Etkileri. Gıda, 4 (2): 66-69.
Rose, A.H., 1982. Fermented Foods. Economic Microbiology. Vol: 7, Academic Press Inc., London. 337 p.
Saldamlı, İ., 1983. Beslenme Açısından Fermente Süt Ürünleri. Gıda, 8 (6): 297-311.
Salminen, S. and Tanaka, R., 1994. Role of Cultured and Cultured Containing Dairy Products in Health. Nutrition Newsletter I.D.F. 141: 12-15.
Schoneck, A. and Kaufmann, K., 1998. The Cultured Cabbage: Rediscovery the Art of Making Sauerkraut, Alive Books. 80 p.
Siyamoğlu, B., 1961.Türk Tarhanalarının Yapılışı ve Terkibi Üzerinde Araştırma. E.Ü. Press. Pub. No:44, İzmir.
Svanberg U., Sandberg A..S., and Anderson, R., 1990. Bioavailability of Iron in Lactic Fermented Foods. In Processing and Quality of Foods. Vol. 2, Food Biotechnology, eds. P. Zeuthen et al., pp. 2.116-21. Elsiver Applied Science, London.
Şahin, İ. ve Akbaş, H., 2001. Hıyar Turşularında Yumuşamanın Önlenmesi ve Kullanılabilecek Kalsiyum Klorür (CaCl2) Miktarının Belirlenmesi. Gıda, 26 (5) : 333-338.
Temiz, A. ve Pirkul, T.,1990. Tarhana Fermentasyonunda Kimyasal ve Mikrobiyolojik Değişmeler. Gıda,15(2): 119-126.
Ünal, S., 1991. Hububat Teknolojisi. Ege Üniv. Müh. Fak. Çoğaltma Yayın No: 29, İzmir. 216s.
Ünlütürk, A., Turantaş, F., 1998. Gıda Mikrobiyolojisi. Mengi Tan Basımevi. İzmir, 605 s.
Van der Meer, R., Bovee-Oudenhoven, I.M.J., Sesink, A.L.A and Kleibeuker, J.H. 1998. Milk Products and Intestinal Health. Int. Dairy Journal. 8, 163-170.
Wang, Y.D. and Fields, M.L., 1978. Feasibility of Home Fermentation to Improve the Amino Acid Balance of Corn Meal. J. of Food Sci. 43, 1104.
Yaygın, H., 2002. Laktoz İntolerans ve Süt Alerjisi. Dünya Gıda.2002-05, 36-37.
Yılsay, T.Ö. ve Kurdal, E., 2000. Probiyotik Süt Ürünlerinin Beslenme ve Sağlık Üzerindeki Etkisi. VI. Süt ve Süt Ürünleri Sempozyumu Tebliğler Kitabı, 279-286.
Yücecan, S., Başoğlu, S., Kayakırılmaz K. ve Tayfur, M., 1988. Tarhananın Besin Değeri Üzerine Bir Araştırma. Türk Hij. Den. Biyol. Derg. 45 (1):53-53.
Yücel, U., ve Ötleş, S., 1998. Fermente Ürünlere Bir Bakış. Gıda (11): 5
Alıntı
Haydar Yılmaz
 
Akciğerler Tertemiz Yapan Keçiboynuzu Kürü

Malzeme Listesi

+ 1 tutam taze zencefil

+ 1 diş sarımsak

+ 5 dal tere

+ 1 çay bardağı kaynamış keçi boynuzu suyu

Hazırlanışı

Adım 1

Fındık büyüklüğünde taze zencefil kesin.

Adım 2

1 diş sarımsak ve 4-5 dal tereyle birlikte hepsini 1 çay bardağı kaynamış keçi boynuzu suyu içerisine atın.

Adım 3

Püf Noktası

Karışım el blenderından geçirip haftada 1 defa tüketilebilirsiniz. Keçiboynuzu akciğer temizliğinde uzmanlar tarafından faydaları kanıtlanmış mucize bir besin kaynağıdır.

Alıntı
 
14021518_956770304432700_8508127798432281555_n.jpg


ŞEKERLİ BİR ÜRÜNDEN NEDEN C VİTAMİNİ ALAMIYORUZ?


"Beyaz kan hücreleri mikrop ve virüsleri içine alarak, onları öldürür ve kan dolaşımından bu mikropları temizler. Vücutta en çok onların içinde C vitamini var. Tıp dilinde biz buna ‘fagozitoz’ deriz. Özellikle bağışıklık sistemimizin savaşçı askerleri olan bu akyuvarların içine girebilmek için C vitaminiyle şeker birbiriyle yarışıyor. Şeker beyaz kan hücrelerine girdiği zaman, C vitamini hücre içine giremiyor."

Kaynak:
Karatay, Prof. Dr. Canan Efendigil, Karatay Diyeti'yle Yaşam Boyu Sağlık, Hayykitap, İstanbul, 2011.

*- Bu yüzden C vitamini kanser tedavisinde kullanılır.Şekerin ve C vitaminin kimyasal dizilimi birbirine benzer.Kanser hücresi şekerle C vitamini arasındaki farkı ayırt edemediği için C vitaminini içine alan hücrede hidrojen peroksit oluşur.
Daha detaylı bilgi için:
www.beslenmebulteni.com/bes/file/kansercvit.doc
 
MEYVE SUYU ÖNEREN ALDATMACALARA İNANMAYIN!

"Meyve şekeri olan 'fruktoz', bugün bütün şekerlerin en tehlikelisi olarak kabul edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre yaygın obezitenin nedenlerinden biri faydalı diye aşırı miktarlarda tüketilen meyve sularıdır." (1)

"Hazır satılan veya taze sıkılmış meyve suları da birçok diyet listesi ve beslenme programlarında, sağlıklı olduklarından bol miktarda ve ciddi bir şekilde önerilmekte. Ancak hiçbir diyet listesi veya beslenme programında meyve sularının aşırı miktarda şeker (fruktoz) içerdiğinden ve kan triglesidlerini yükselttiğinden nedense hiç bahsedilmemekte. Oysa meyve şekeri olan fruktozun, organizma ve sağlığa bütün diğer şeker türlerinden daha zararlı olduğu bilimsel olarak gösterilmiştir.

Bir bardak taze sıkılmış meyve suyu da sıvı olduğu ve içerdiği lifler tamamen ufalanıp parçalandığı için, hızla kana geçerek kan şekeri ve insülinini çok ani olarak fazla miktarda yükseltir. Bunun sonucu kan şekerinde birden düşüş olur ve kısa sürede reaktif hipoglisemi atağı gelişir. Hemen bir tatlı ya da şekere hücum ederiz! İşte bu şekilde bir bardak meyve suyu insülin direncini sinsi bir şekilde başlatmış olur. İnsülin direnci zaten gelişmiş olan kilolu ve şişman kişilerde ise insülin direncinin artmasına neden olmaktadır. Obezlerde şekerin hızlı emilimi, sık sık acıkma nedenidir ve aşırı miktarda besin alınımını tetikler. Gençlere yönelik rehabilitasyon kamplarında az şekerli ve düşük karbonhidrat içerikli diyet uygulandığında, anti-sosyal davranışlarda yüzde 44 oranında düşüş görüldüğü bildirilmiştir. Bilimsel araştırmalar, kişi başına düşen şeker tüketiminin yüzyıllar boyunca giderek arttığını göstermiştir. 1700'lü yıllarda kişi başına yılda l0 kg'dan az şeker tüketilmekteyken, 1800'lü yıllarda bu oran kişi başına yılda 30 kg'dan fazla olarak belirlenmiştir. l900'lü yıllarda -yani geçtiğimiz yirminci yüzyılda ise kişi başına yılda 60 kg'dan fazla miktarda şeker tüketildiği bildirilmiştir" (1)

(1) Prof. Dr. Canan Karatay, Bilimsel Gerçeklerle Kilo Vermenin ABC'si Karatay Diyeti, HayyKitap, İstanbul, 2011

13814056_956476851128712_3358588967450732980_n.jpg
 
14089301_956119864497744_7317801001040285081_n.jpg


KALSİYUM DAMARI BOZAR MI?


MAGNEZYUM VE K2 ŞART!

K2 NEDEN ÖNEMLİ?

Bu yazı Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'nun Hürriyet gazaresindeki köşesinden.

Kalsiyum damarı bozar mı?

Kalsiyum hapları eskiye oranla daha yaygın kullanılıyor. Fakat "kalsiyum desteklerinin oluşturabileceği sağlık riskleri" konusunda artık bazı kuşkular var. Biz doktorların da bu konuda yeterli özeni gösterdiğimizi, eczacılarımızın gerekli uyarıları yapmadıklarını belirtelim. Kısacası konu mühim!
Kalsiyum hapları eskiye oranla daha yaygın kullanılıyor. Özellikle menopoz öncesi ve sonrasında hanımlar, kemik erimesi (osteoporoz) sorunu ile mücadele edebilmek adına kalsiyum haplarına yöneliyor.

Bunu yaparken de "kulaktan dolma" bilgilerle hareket edip "yuttukları hapın içinde ne var?" ve "hangi kalsiyum tozunu, ne miktarda içeriyor?" gibi sorulara yanıt aramayı dikkate almıyorlar.

Biz doktorların da bu konuda yeterli özeni gösterdiğimizi, eczacılarımızın gerekli uyarıları yapmadıklarını belirtelim. Kısacası konu mühim!

Önemli bir nokta da şu: Son zamanlarda "kalsiyum desteklerinin oluşturabileceği sağlık riskleri" konusunda bazı kuşkular var.

Bazı araştırmaların sonuçlarına bakılırsa kalsiyum desteği almak, özellikle dozu abartıldığında damar sertliğini hızlandırıp kalp krizi riskini yükseltebiliyor.
Peki bu durumda "osteoporoz tehdidi" olanlar ne yapacaklar? Lütfen "magnezyum ve K2" kutusunu ve "K2 neden önemli?" notunu dikkatle okuyunuz ve kararı ondan sonra veriniz...

Çözüm:

Magnezyum ve K2 şart!

Bence doğrusu şu: Kalsiyum desteği alanların kullandıkları ürünün içeriğine, içindeki bileşenlere ve miktarlara dikkat etmeleri lazım. Kalsiyumu destek olarak yutan herkesin aynı zamanda uygun miktarda magnezyum ve K2 vitamini de alması gerekiyor.

Magnezyum vücudumuzdaki kalsiyum kanallarının doğal kilidi. Yeterli olmadığında hücrelerin içindeki kalsiyum miktarı artıyor, dokularda kalsiyum tuzları birikmeye başlıyor, "sertleşme" ve/veya "kireçlenme" başlayabiliyor. Damarların duvarındaki hücrelerde kalsiyum birikimi damarları kalınlaştırıp daraltan, "aterosklerotik" plaklara neden olabiliyor. Bu durum en başta kalp ve beyin olmak üzere organların beslenmesini bozuyor.

Magnezyum, kalsiyuma oranla beslenmeyle daha zor dengelenen bir mineral ve bu nedenle kalsiyum desteklerinin magnezyum içeriğini dikkatle gözden geçirmekte fayda var.
Kısacası burada da "bilinçli kullanıcı" olmak ve "bilgili bir tüketici gibi davranmak", kalsiyum desteklerinden istifade ederken de doktorlarla işbirliği yapmak lazım.

Netice şu: Kalsiyum desteği alırken "vücudumuza yeteri kadar magnezyum ve K2 vitamini de giriyor mu?" sorusuna yanıt vermeden kalsiyum hapı yutmayın ve yuttuğunuz hapların içindeki miktarlara ve kalsiyum tuzunun yapısına dikkat edin. Önünüze konan her kalsiyum hapını "kemiklerime şifa olsun!" deyip yutmayın. Yoksa damarlarınız hapı yutabilir, aman dikkat!

K2 neden önemli?

Yaşlanmaya bağlı kemik yoğunluğu azalması ya da eklemlerde kireçlenmenin artması öncelikle kalsiyum dengesinin bozulması ile ilgili bir süreç.

Tam da bu noktada pek bilinmeyen ama değeri son zamanlarda gündemden hiç düşmeyen bir vitamin olan K2 vitamini devreye giriyor.

K2 fazla kalsiyumu damarlarımızdan uzak tutmaya yarıyor.

K2'nin en önemli kaynakları kırmızı et, tavuk eti, yumurta ve süt. Bu vitamin kalsiyumu engelleyen özel bir proteini (matrix G1a protein) harekete geçiren bir anahtar.

Eğer yeteri kadar K2 vitamininiz varsa bu protein aktifleşip dokularda kalsiyum birikmesini engelliyor.

Ne yazık ki K2 vitamini gıdalarımızda yeteri kadar yok, çoğu yetişkin ihtiyacını karşılayamıyor.

İşte bu nedenle son yıllarda osteoporoz ve kireçlenme ile mücadelede K2 vitamini popüler bir destek haline geldi. K2 (menakinon) hem osteoporoz tedavisini destekliyor, hem de kalsiyumun damar duvarında birikmesine engel oluyor.

Kaynak: http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/osman-muftuoglu_96/kalsiyum-damari-bozar-mi_29673872

Alıntı: Sağlıklı Yaşıyoruz

Soru: k2 her yas icin gereklimi?

Cvp: Biz çocuklar için rahmetli Prof. Dr. Ahmet Aydın Hocamıza sormuştuk çokulara gerekmez dedi. Canan Hocaya sorduk çocuklara bol bol fermente ürün yedirin. Yediremezseniz ara sıra kapsülün yarısını verebilirsiniz demişti.
A. Okan Çağlar
 
KANSERDEN KORUNMA VE KANSERLE SAVAŞ STRATEJİLERİ!

Dr. Mercola bugünkü yazısında ana akım tıbbın kansere yaklaşımı ve kanser tedavilerini kıyasıya eleştiriyor. Tedavi protokollerinin dışına hiçbir şekilde çıkılmadığı, yeni bilgi ve kanıtların tedavilere entegre edilmediğini belirtiyor. Dr. Mercola: "Benim bildiğim kanseri tedavi etme stratejilerinin en başında kanser hücrelerinin besin kaynaklarını kesmek gelmelidir. Diğer vücut hücrelerimiz karbonhidrat veya yağı enerji olarak yakabilirken kanser hücreleri bu metabolik esnekliklerini kaybetmiştir. Dr. Otto Warburg 75 yıl önce bunu bulduğunda Nobel ödülü kazanmıştı ancak neredeyse hiçbir onkolog bu bilgiyi kullanmıyor."

Dr. Mercola'ya göre kanser veya diğer kronik hastalıklara yakalanma riskini bertaraf edebilir, eğer kanseriniz varsa aşağıdaki stratejileri uygulayarak iyileşebilirsiniz:


1- Gerçek yiyeceklerle beslenin: Beslenmenizden tüm işlenmiş gıdaları çılartın. Yediklerinizin en az üçte birinin çiğ olmasına özen gösterin. Kızartma ve kömür ızgarasından kaçının, haşlama veya buharda pişirme yöntemlerini kullanın. Kanserle savaşmaya yardımcı baharat, ot ve destekleri yiyeceklerinize ekleyin.

2- Karbonhidratlar ve şeker: Beslenmenizden şeker/früktoz ve tahıllı yiyecekleri azaltarak zamanla tamamen çıkarın. Bu işlenmemiş, organik tam tahılları da kapsıyor çünkü onlar da çabuk şekere dönüştükleri için insülin düzeyinizi yüksek tutuyorlar.

Kanıtlar çok açık ve kesin, eğer kanserden kaçınmak istiyorsanız veya kanseriniz varsa kesinlikle tüm şeker çeşitlerinden, özellikle früktozdan uzak durmalısınız çünkü bunlar kirlilik yaratan kötü yakıtlardır ve aşırı miktarda serbest radikal oluşumuna ve mitokondrilerin hasar görmesine neden olurlar.

3- Protein ve yağ
Protein tüketiminizi vücudunuzun kilogram ağırlığı başına 1 gram olacak şekilde azaltın. Fazla protein yerine sağlıklı, kaliteli yağlar tüketin, örneğin, serbest dolaşan tavuk yumurtası, iyi kalite serbest dolaşan hayvanların eti, çiğ sütten yapılma tereyağı, avocado, kuruyemiş ve hindistancevizi yağı.

4- GDO'lar: Genetiği değiştirilmiş gıdalardan uzak durun çünkü onlar Roundup (glifosat) gibi tarım ilaçları kullanılarak yetiştiriliyor, kanserojen oldukları gibi mitokondrilerde fonksiyon bozukluğuna neden oluyorlar. Taze, organik ve tercihen yerel olarak yetiştirilmiş yiyeceklerle beslenin.

5- Hayvansal kaynaklı omega3 yağları: Ançuez, sardalye, Alaska somonu gibi balıklar yiyerek veya iyi kalite bir krill yağı desteği kullanarak ve işlenmiş bitkisel yağlardan kaçınarak Omega 3 / omega 6 oranınızı normalize edin.

6- Bağırsak floranızı optimize edin: Bu inflamasyonu azaltacak ve bağışıklık sisteminizi güçlendirecek. Araştırmacılar, mikroplara bağlı bir mekanizma doğrultusunda bazı kanserlerin inflamatuar bir cevabı arttırdığı ve bunun da gelişmelerini ve büyümelerini tetiklediğini buldular.
Araştırmacılar inflamatuar sitokinleri baskılamanın kanserin ilerlemesini yavaşlatabileceğini ve kemoterapiye daha iyi cevap verilmesini sağlayacağını belirtiyorlar. Bağırsak sağlığı için özellikle fermente yiyecekler faydalı ve sauerkraut (bir çeşit lahana turşusu) yapılırken meydana gelen fermantasyon süreci izotiosinat, indol ve sülforafan gibi kanserle savaşan bileşiklerin oluşmasına yol açıyor.

7- Egzersiz yapın ve daha fazla hareket edin: Daha az oturun, daha fazla hareket edin ve günde 10.000 adım atmaya gayret edin. Egzersiz insülin seviyesini de düşürerek düşük şekerli bir ortam yaratır, bu da kanser hücrelerinin çoğalma ve yayılmasını durdurur. Üç aylık bir çalışmada, kemoterapisi yeni bitmiş kanser hastalarında egzersizin bağışıklık hücrelerini daha güçlü savaşçılara dönüştürdüğü gösterilmiş.
Araştırmacılar ve kanser kuruluşları, kanser riskini azaltmak ve kanser tedavisinin sonuçlarını iyileştirmek için düzenli egzersiz yapmanın öncelik haline getirilmesini giderek daha fazla tavsiye ediyorlar. Egzersiz aynı zamanda kanser hücrelerinde apoptozisi (programlı hüce ölümü) tetikleyebilir. İdeal olarak egzersiz programınız denge, güç, esneklik çalışmaları içermeli.

8- D Vitamini: Uygun şekilde güneşe maruz kalarak D vitamini seviyenizi optimize etmenin kanser riskini yarıdan fazla azalttığı konusunda bilimsel kanıtlar mevcuttur. Kanda D vitamini düzeyiniz kanser tedavisi görüyorsanız normalden yüksek olmalı.

Kanseriniz varsa ve ağızdan D vitamini takviyesi alıyorsanız kandaki D vitamini düzeyinizi düzenli olarak ölçtürmeniz ve kontrol altında tutmanızda, ayrıca K2 vitamini destekleri kullanmanızda fayda vardır çünkü D vitamini toksisitesini meydana getiren aslında K2 vitamini eksikliğidir.

9- Uyku: Yeterince uyku uyuduğunuzdan emin olun. Uyku eksikliği melatonin üretimini azaltır, bu da insülin direnci ve kilo alma riskini yükseltir ki ikisi de kanserin gücünü arttırır.

10- Toksinlere maruz kalma: Pestisit, herbisit gibi tarım ilaçları, evde kullanılan kimyasal temizlik malzemeleri, plastik kimyasalları, sentetik hava temizleyiciler, toksik kozmetikler gibi çevresel toksinlere maruziyetinizi azaltın.

11- Radyasyon maruziyeti: Cep telefonları, baz istasyonları, wi-fi istasyonları gibi araçların radyasyonlarına maruziyetinizi sınırlayın ve bunlardan kendinizi koruyun. Aynı zamanda diş röntgenleri, bilgisayarlı tomografiler ve mamogramlar gibi radyasyonlu tıbbi taramalardan da mümkün olduğunca kaçınmalısınız.

12- Stres yönetimi: Hangi nedenden kaynaklanırsa kaynaklansın stres hastalık oluşmasının ana etmenlerindendir. Stres ve çözümlenmemiş duygusal sorunlar fiziksel sorunlardan bile daha önemlidir. O nedenle bu konuyu ihmal etmeyin.

Özet çeviri: Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak: http://articles.mercola.com/sites/articles/archive/2016/04/09/atrocious-state-cancer-treatment.aspx
 
SİNDİRİM SİSTEMİ SAĞLIĞI İÇİN 7 STRATEJİ

Günümüzde milyonlarca kişinin sindirim problemleri var. En çok satan ilaçlar arasında sindirim için kullanılan ilaçlar var ve çoğu reçetesiz satılıyor. Bu ilaçlar da birçok ilave sindirim sorunu yaratıyor.

Çoğumuz sindirim sorunlarının aslında tüm vücudumuzu etkilediğini, alerjiler, artrit, otoimmün hastalıklar, akne, kronik yorgunluk, ruh hali bozuklukları, otizm, bunama, kanser gibi hastalıklara yol açtığını bilmiyoruz. Sağlıklı bir sindirim sistemine sahip olmak şişkinlik ve mide yanmasından muzdarip olmamakla bitmiyor. Sindirim sistemi sağlığı besinlerin emilimini ve toksinlerin, alerjenlerin ve mikropların vücuttan atılmasını temin ediyor.

Sindirim sistemi sağlığı sağlıklı bağırsak florasına dayanıyor. Bağırsaklarımızdaki mikro organizmalar yağmur ormanı gibi, farklı fakat birbirine bağımlı organizmalardan oluşan bir ekosistem söz konusu. Sağlıklı olmamız için bunların dengede olmaları gerekiyor. Bağırsaklarımızda 500 çeşit 1-2 kg ağırlığında bakteri yaşıyor. Bunlar büyük bir kimyasal fabrika gibi, yediklerimizi sindirmemize, vitaminlerin üretilmesine, hormonların düzenlenmesine, toksinlerin atılmasına ve bağırsaklarımızı sağlıklı tutacak bileşiklerin üretilmesine yardımcı oluyor.

Sağlıklı bir sindirim sistemi için önemli bir bariyer de sağlıklı bir bağırsak duvarı. Tek hücre kalınlığında olan bu tabaka bağırsaklarımızdaki toksik ortamla vücudumuzun arasındaki sınırı oluşturuyor ve tüm vücudumuzu ve bağışıklık sistemimizi koruyor.

Bağırsaklarımızda aynı zamanda ikinci bir beyin var, beyinden daha fazla nörotransmitter bağırsaklarda bulunuyor. Günümüzde bağırsaklarımızın dengesini bozan, çok şekerli/az lifli beslenme, aşırı ilaç kullanımı, çeşitli toksinler gibi pek çok faktörle karşı karşıyayız. Tüm bunları düşününce bağırsakla ilgili görünmeyen, egzama, sedef, artrit gibi hastalıkların aslında bağırsak sorunları nedeniyle oluştuğunu anlamak zor değil. Bu açıdan bakılınca bağırsak sağlığına odaklanmak aslında tüm sistemimizin sağlığına odaklanmak demek oluyor.

Bağırsaklarımızın ve sindirim sistemimizin sağlığını korumak ve düzenlemek için 7 maddelik bir strateji:

1- Sindirim enzimleri alıyorsak yemekle birlikte alınmalı. Bunlara başlangıçta 2-3 ay ihtiyaç olabilir, bağırsak iyileştikçe ihtiyaç kalkar.

2- İşlenmiş ve şekerli yiyeceklerden uzak durulmalı. Bunlar bağırsak sağlığını bozmanın yanı sıra diyabeziteye (diyabet + obezite) neden oluyor.

3- İnflamasyon önleyen bir beslenme uygulanmalı çünkü bağırsak sorunlarının temelinde inflamasyon yatıyor. Balık yağı, kuversetin, zerdeçal gibi bazı inflamasyon önleyici bitkiler tüketilmeli.

4- Bağırsakları iyileştiren besinler alınmalı. GLA, çinko, A vitamini, glutamin gibi maddeler bağırsakları iyileştirmeye yardımcıdır.

5- Fermente yiyecekler yenmeli. Probiyotik açısından zengin fermente sebzeler ve süt ürünlerine alerjimiz yoksa yoğurt tüketebiliriz. Koyun veya keçi yoğurdu tercihimiz olmalı.

6- Düzenli egzersiz yapılmalı. Günde yarım saat yürümek bile bağırsak sağlığına iyi gelecektir.

7- Stres düzeyi azaltılmalı.

Dr. Mark Hyman

Özet çeviri: Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak: http://www.elephantjournal.com/…/want-to-heal-your-leaky-g…/

14067654_957636681012729_1109924708873880897_n.jpg
 

14102276_956845454425185_7578249720445705088_n.jpg


YAVAŞ METABOLİZMAYI DÜZELTMENİN 7 YOLU!


"Ne yaparsam yapayım kilo veremiyorum, sanırım yavaş metabolizma benim kötü kaderim." gibi cümleleri çok duyuyoruz. Unutmamamız gereken nokta herbirimiz eşsiziz ve kendimize özgü bir biyokimyasal yapıyla doğuyoruz. Vücudumuzdaki tüm işleyiş için enerji üreten trilyonlarca mitokondri denilen enerji fabrikaları var. Mitokondriler soluduğumuz oksijeni ve yediklerimizi vücudun kullanımı için enerjiye dönüştürürler. Metabolizma hızından bahsederken aslında mitokondrilerin etkin olup olmadıklarından bahsediyoruz.

Yavaş Metabolizmanın Nedenleri

Genetik yatkınlık, diyabet, kalp, bunama gibi kronik hastalıklar ve yaşın ilerlemesi mitokondrilerde fonksiyon bozukluklarına neden olur. Ancak en büyük etken beslenmedir. Şeker, işlenmiş inflamatuar gıdalar enerji fabrikalarımıza aşırı yük getirir ve hasar başlar. Aynı şekilde vücudun kıtlık var gibi algılaması da metabolizmayı yavaşlatır. Yo-yo diyetler, yeterinden az yemek, kalori kısıtlayan diyetler metabolizmanın yavaşlamasına neden olur.

Mitokondrilerimizin fonksiyonlarını optimize etmek için doğru yiyeceklerden yeterli miktarda yemek gerekir. Tarım ilaçları, cıva, radyasyon gibi çevresel toksinlerden kaçınmak ve stresle başa çıkmak da önemlidir. Bağırsak mikrobiyotasında kötü bakteriler iyi bakterileri domine ediyorsa bu kötü bakteriler de lipoplisakarid adı verilen bir toksin salgılayarak mitokondrilere zarar verir. Sonuç olarak inflamasyona ve oksidatif strese neden olan her şey mitokondrilerde tahribat yapar.

Mitokondrilerin işlevlerini ve sayısını arttırmak için atılacak 7 adım:

1- Bol miktarda sağlıklı yağ yiyin.
Avokado, kuruyemiş ve tohumlar, deniz balıkları mitokondrilerimizin tercih ettiği yakıt olan sağlıklı yağ kaynaklarıdır. Benim favorim orta zincirli trigliseridlerdir ve hindistancevizi yağında bulunur.

2- Renkli yemeye özen gösterin.
Renkli, antioksidan yönünden zengin sebzelerin bolca tüketilmesi sağlıklı mitokondri için ve oksidatif stresi azaltmak için çok önemlidir.

3- Şeker ve undan uzak durun.

Yüksek glisemik indeksli ve yüksek karbonhidrat içerikli yiyecekler mitokondriler üzerinde inanılmaz bir baskı yaratır. Aslında çabuk emilebilen karbonhidratlar tüm sistemi tahrip eden en büyük etkendir.

4- Rakamlara takılmayı bırakın.
Mitokondriler için kalite miktardan çok daha önemlidir. Miktar olarak da vücudu kıtlık moduna sokmayacak kadar yemek gerekir.

5- Daha fazla ve daha hızlı hareket edin.

Araştırmalar aralıklı , yani 30-60 saniye egzersiz sonra birkaç dakika dinlenme şeklinde yoğun egzersiz yapmanın etkili olduğunu gösteriyor. Bunun yanında kuvvet arttırıcı egzersiz de yapılırsa mitokondri işlevleri ve sayısı artar.

6- Enerjinizi destekleyecek besin takviyeleri alın.
Bunlar coenzim Q10, alfa-lipoik asit, N-asetil sistein, karnitin, B-kompleks vitaminleri ve omega 3 yağlarıdır.

7- İyi uyuyun.

Araştırmalar yetersiz uykunun inflamasyonu arttırdığını, kalp hastalığı riskini yükselttiğini, bağışıklık, beyin ve hücresel performansları baskıladığını gösteriyor. Gecede 8 saatlik deliksiz uyku uyumaya özen gösterin.

Sonuç olarak, mitokondrilerinize önem verin ki metabolizmanız hızlansın, sağlıklı ve fit olun.
Dr. Mark Hyman

Özet çeviri: Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz

Not: Bu öneriler size yabancı gelmedi değil mi? "Yağ yemezseniz yağları yakamazsınız." Prof. Dr. Canan Karatay

Kaynak: http://drhyman.com/blog/2016/05/26/the-7-ways-to-fix-a-slow-metabolism/
 

TEDAVİ KILAVUZLARINI İLAÇ FİRMALARI HAZIRLIYOR

Prof. Dr. Canan Karatay’ ın “Karatay Diyeti’ yle Beslenme Tuzaklarından Kurtuluş Rehberi” isimli kitabından:

Hekimlerin kullanması gerekliymiş gibi ileri sürülen kılavuzların ilaç firmaları tarafından hazırlatıldığı bilinmektedir. Mesela, 2004 yılında Amerikan Kalp Derneği tarafından, bir komiteye yetişkinler için “kolesterol tedavisi” kılavuzu hazırlatılmıştır ve daha sonra bu kılavuzu hazırlayan saygın hekim otoritelerinin, ilaç firmalarıyla finansal bağlantı ve ilişkileri bulunduğu yine Amerikan Kalp Derneği tarafından açıklanmıştır.

ABD kurallarına göre, firmaların bu gibi finansal ilişki ve bağlantıları bildirmeleri zorunludur. Çünkü bildirmedikleri ortaya çıkınca, oldukça yüklü cezalar ödemeleri gerekmektedir.

Hocam, basında yer alan konuşmalarda sık sık hekimlerin “kılavuz kılavuz” dediklerini duyuyoruz. Hasta tedavisi için düzenlenmiş kılavuzlar ne anlama geliyor?

Kılavuzun lügat anlamı yol gösteren demektir. Ancak medikal uygulamalar için düzenlenmiş olan kılavuzlar daha başka amaçlarla hazırlanmaktadır.

İleri sürülenin aksine bu kılavuzlar ABD’ de özellikle hekimleri korumak için hazırlanırlar, sandığımız gibi hastalar için hazırlanmaz. ABD’ de hekimlik, pasif hekimliktir yani hastaları iyileştirme, hastaları düzeltme amacı ikinci plandadır. Hekimler, herhangi bir şikayet ve hukuki bir yargılama durumunda, bu kılavuzlar içinde hareket ettiklerini belirttikleri ya da ispat ettikleri zaman, savcı ve hakimler tarafından suçlanmıyorlar. Böylece yüksek miktarda tazminat ödemekten kurtuluyorlar.

Biliyorsunuz, ABD’ de ‘mal-practice’ ya da ‘yanlış’ ya da ‘kötü’ hekimlik diyeceğimiz olaylarla hekimlerin suçlanması ve yüksek miktarda tazminat talep edilmesi büyük bir sektör halindedir. Bu amaca yönelik hekim ve hastaneleri suçlamak ve tazminat alabilmek için özel avukatlar yetişmiş, özel avukatlık büroları açılmıştır. Yalnız bu yolla, medikal hataları ispatlayarak geçimini sağlayan avukatlar yüksek miktarda para kazanmaktadır.

İşte hekimleri ve sağlık kurumlarını bu davalarda koruma amacıyla, tıp dernekleri, uzmanlarına kılavuzlar hazırlatırlar. Bu kılavuzlar hasta bakımı ya da hasta tedavi amaçlı değildir.

Ülkemizde maalesef çok önemli belgelermiş gibi sunulmaktadır. Katılmış olduğum kardiyoloji uzmanlık imtihan jürilerinde, kılavuzların maddeleri adaylara sorulmakta ve ezberlenmiş olarak, teker teker aynı şekilde sıralamaları istenmektedir. Kılavuzların hiçbiri medikal bilgi kaynağı değildir ve olmamalıdır!

KAYNAK: http://www.idefix.com/kitap/karatay...il-karatay/tanim.asp?sid=RD5K5EFHJD5DUGRZ8IUV

Alıntı: Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
 
Back