• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.

İstanbul Sultangazi’de “KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ” konusunda düzenlediği toplantıda Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL’UN konuşması.

“YAĞ” ve “ŞEKER”


Eğer hayvan merada %100 yeşillikle besleniyorsa, asla başka yabancı gıda almıyorsa, o tereyağı dünyanın en iyi yağıdır. Zeytinyağından da iyidir. Ama marketten satın aldığınız tereyağı ahırda beslenen, pancar küspesi, mısır silajı veya başka tahıllarla beslenen hayvanların yağıdır…

Sizin sağlığınızı korumak için ne yediğinize bakmanız lazım. İşte temel hatalardan biri yağ seçimi.

Biz ayçiçek yağı, mısırözü yağı, margarin
veya endüstriyel tereyağı yediğimiz sürece
hasta olmaya mahkumuz.

zeytinyagitereyagiElimizde iki tane yağ var şu anda. Bir, zeytinyağı; iki, %100 mera sütünden yapılmış tereyağı. Peki fındık yağını nereye sokacağız? Bu liste içinde bakın fındık yağının yağ asit içeriği, yani temel yağ bileşimi zeytinyağına çok yakındır. Hasta edici bir yağ değildir. Ama zeytini sıkıyorsun, yağını elde ediyorsun. Fındığı eziyorsun, püre haline getiriyorsun, 80 dereceye ısıtıyorsun, eter katıyorsan, yağını öyle elde ediyorsun. Hangisi tercih edilir? Zeytinyağı tabii ki. Yani fındık yağını eve sokmanın bir alemi yok. Ha zeytinyağının tadına hiç tahammül edemiyorsan o zaman rafine zeytinyağı kullanabilirsin. O da işte fındık yağıyla aynı yöntemle elde edilir. Yani piyasa değeri olmayan, çok koyu, kokulu zeytin yağlar fabrikaya gönderilir. Onlar da 70-80 dereceye ısıtılır; sonra da eter katılır; yağ elde edilir. İlk etapta rafine zeytin yağı elde edilir. Hiç kokusu yoktur, hiç tadı yoktur. Eğer bu rafine zeytin yağına, %5 oranında sızma zeytin yağı katarsanız, o zaman riviera tipi zeytinyağı elde etmiş olursunuz. Hani marketlerde görüyorsunuz ya, o fabrika eseri bir yağdır; ayçiçekle filan karışmış değildir. Saf zeytinyağıdır. Ama neden yoksundur biliyor musunuz? Sızma Zeytinyağında var olan antioksidanlardan yoksundur. Çünkü oksitlenme, yani paslanma bütün bizim hastalıkların temelindeki ana unsurdur.

Nasıl açık havada bırakırsan demiri yağmurda paslanır,
ama biz ne yaparız, antipas diye bir boya süreriz paslanmasın diye.

Vücudumuzun da antipasları vardır.
Bunlara biz antioksidan diyoruz.

Antioksidanları ağırlıklı olarak sebze-meyvelerden elde ediyoruz. Zeytinyağı antioksidanlardan çok zengindir ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuğu önemli oranda antioksidanlardan dolayı kaynaklanmaktadır. Ama biz onu ısıttığımız zaman, rafine zeytinyağı elde ettiğimiz zaman, bu unsurları geniş ölçüde kaybediyor. O yüzden mümkün mertebe sızma zeytinyağı kullanmalıyız ve çocuklarımıza da bu tadı alıştırmamız lazım.

İkinci temel hatamıza geçmeden birincisi olan yağ seçimini özetlersek, daha Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin Trabzon bölümünde, hamsinin zeytinyağı ile kızartıldığının tarifi vardır. Sen 500 sene önce bu topraklarda bunu biliyordun. Ama biz, dış etkilerle doğruyu unutturulduk ve yanlışlara sürüklendik. İşte o yanlışlıklar bizi hastalıklara sürüklüyor. Zaten dünyada bir tek Akdeniz yöresinde yetişiyor. Şimdi Arjantin’de, Çin’de zeytin ağacı yetiştirilmeye çalışılıyor. Biz toprağındayız. 5.000 yıldır bu topraklarda zeytinyağı kullanılıyor. Ne olur biraz özümüze geri dönelim.

toz_sekerİkinci büyük hata şeker. Hayatımızda şeker, insanlık tarihi itibarıyla bakarsanız çok yeni bir olgu.

Peki şeker bir besin maddesi midir?
Değildir.

Çünkü besin maddesini nasıl tanımlıyoruz? İnsanın bedensel ve ruhsal işlevlerini ve çoğalmak için, yani neslini sürdürmek için gerekli maddelere biz besin maddeleri diyoruz. Şeker, insanın herhangi bir işlevini yerine getirmek için gerekli mi?

Evet. Beyin glikozla çalışıyor.
Omurilik hücreleri glikozla çalışıyor.
Eritrosit dediğimiz alyuvarlar glikozla çalışıyor.
Enerji kaynağı olarak glikozu kullanıyor.
Peki dışarıdan şeker alıp da daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?

Hani beyin glikozla çalışıyor ya, şeker yediği için daha akıllı olan bir insan gördünüz mü? Veya sperm, enerji kaynağı olarak früktozu kullanıyor. Meyve yiyip de daha müthiş erkek olanı gördünüz mü? Çünkü;

insanın gereksinimi olan glikozu da früktozu da
vücut kendisi üretiyor.
Dışarıdan asla alınmasına gerek yok.
Dolayısıyla biz şeker yediğimiz zaman
tamamen sadece damak zevkimiz için yiyoruz.
Asla hiçbir bedensel ihtiyacımız yok.

O yüzden şekere boş kalori denir. Yani gereksiz yere aldığımız kalori. E bugün bakın şimdi son bir hafta içinde yediklerinize, ne kadar boş kalori aldınız? Çok… Niye?… Hasta olmak için, Sadece hasta olmanıza katkıda bulundu. Bir de son zamanlarda pancardan elde edilen şeker de bir yana bırakıldı; daha ucuz olsun diye mısırdan elde edilen şeker kullanılmaya başlandı. Fruktozdan zengin mısır şurubu. Ne yazık ki, bizim gıda tüzüğümüzde farklı şekerlerin farklı adlandırılması zorunluluğu yok. Şeker şekerdir mantığıyla ister nişasta bazlı şeker yani mısır nişastasından elde edilmiş şeker olsun ister pancar şekeri ister … şekeri olsun hepsinin üstünde şeker yazılması yeterli. sismanHalbuki

mısırdan elde edilen fruktozdan zengin mısır şurubu,
aynı miktar kaloride bile olsa normal şekere göre
% 46 daha şişmanlatıcı.

Özellikle karın bölgesi yağlanmasına yol açıyor. Bu bilimsel olarak kanıtlandı.

Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri, Amerika’da bir teknik üniversitenin bir öğretim üyesinin sözünü ödünç alarak size söylemek istiyorum “Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız.. Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız.

karaciger_yaglanmasiÜçüncüsü ise karaciğer yağlanması. Ama ne tür bir yağlanma? Alkolizm dışı bir yağlanma. O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor. Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik siroz sonucu olduğu belirtiliyor. Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur. Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış. 17 sayfalık rapor gönderdim onlara. 110 tane de literatür ekledim. Ama neoliberalizmdeki iktidarlar sermayenin iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir. Yurttaşın iktidarı değildir...

Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun.
Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kek
dışardan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap.
Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza.


misir-surubuBugün gıda sanayisinde
sadece ve sadece
aksi belirtilmediği takdirde
mısır şurubu kullanılıyor.
Dondurmalarda o kullanılıyor,
hazır aldığınız baklavanın şerbeti
bile mısır şurubundan.

Kartal’da onun fabrikası var Ülker’le Cargill firmalarının ortak kurdukları bir fabrika. Baklava şerbeti bile oradan geliyor. Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve olabildiğince az şekerli yapın. Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani;


insanın
zarar görmeden günde tüketebileceği
şeker miktarı 30 gram dolayındadır.
30 gram, 8 kesme şekeri yapar.

Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin. Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz. Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim bu sağlıklı değil. Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım. Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar….. Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir. Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır. Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir. O yüzden eşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş. Bu şişmanlığa çok itirazımkanser yok.

karın tipi şişmanlık
eşittir şeker hastalığı,
eşittir kalp hastalığı,
eşittir kanser.

O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok. Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız. Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan früktozdur. Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı früktozdur. Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı früktozdur. Biz früktozu azaltmak zorundayız. Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak karnımız inecek.

- Esmer şeker hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bakın bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak. Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak……

Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir. Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı. Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır. Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü de ölümdür. O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz……

Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman
karaciğer yağlanması açısından,
o zaman nişastayı da kesmemiz lazım.

Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir.

- Kolesterolün karaciğer yağlanmasıyla bir ilgisi var mı?

- Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır.

Kolesterol masum bir maddedir.
Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür
ve damar sertliği yapar.
Peki oksitleyen ne?
Şeker.

kolestrolYedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir. İki;

ayçiçeği yağı,
mısır özü yağı
veya margarinden
elde edilen trans yağ asitleri
kolesterolü oksitler ve böylece
damar sertliği oluşur.


Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısırözü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor. Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor.

yılda sadece kolesterol ilacı satımından
50 milyar dolar elde ediyorlar.

ilacO yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu, Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi. Ve de normalin çok altı bir değer, 200 mü kabul ediliyor normal,150 gibi bir değer ileri sürdüler. Sonradan ortaya çıktı ki bilim kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar.

- Hocam kızartmalarda ne tip yağ kullanmak gerekir?
- Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle.
- Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir?
- 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar. O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz. O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın. Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye kadar dayanan bir yağdır……

sise_su- Bir dinleyicinin elindeki pet şişeden su içtiğini gören hoca,
- Şimdi içtiğiniz su ile neler elde ettiğinizi de gözden geçirelim ve bu günkü toplantıyı kapatalım.

O polietilen tereftalat maddesinden üretilmiş
yani pet şişenin içindeki stalatlar
suyun içine karışmış bulunuyor.
Ayrıca o plastiği yumuşatmak için
antimon denen bir ağır metal kullanılmıştır
o da suyun içine karışıyor
dolayısıyla siz hem stalat,
hem de antimon içmiş oldunuz şu anda.

Peki, ne yapar bunlar size? Bunlar hormon bozucular diye geçer. Sizin vücudunuzda bir takım hormonal bozukluklar yaratır. Bu hormonal bozuklukların bir bölümü, örnek, östrojen etkisini göstererek 5 yaşında çocukların adet görmesine sebep olur. İki buçuk yaşında bir çocuk getirdiler Lüleburgaz’dan adet görüyor. İki buçuk yaşında. Hamile bir kadın östrojen etki gösteren bir hormonal bozucuyu aldığı zaman, o madde özellikle bu 19 litrelik su bidonlarında onlar polikarbon denen bir plastiktir ve ham madde olarak Bisfenol-A denen bir maddeden üretilir. Bisfenol-A’nın meme kanseri yaptığı 1930 yılından beri bilindiği halde ve 130 tane bilimsel yayın olduğu halde bunun hakkında hala biz o bidonlardan su içmeye mahkum bırakılıyoruz. Bisfenol-A hamile bir kadının karnındaki çocuğun beynindeki cinsiyet ayrım merkezine gittiğinde çocuğun homoseksüel olma olasılığı çok yükseliyor. Meme kanseri riski çok yükseliyor erkekse prostat kanseri riski normal bunla temas etmemiş insana göre 3 kat artıyor.

Yani musluk suyu için Allah aşkına.

- Arıtıcılar hocam?
- Paranız varsa arıtıcı kullanın. Ama paranız yok arıtıcı alamıyorsunuz, musluk suyu için.

Musluk suyu
İstanbul’da kullandığınız
plastik şişedeki su hangisi olursa olsun
100 kat iyidir.

musluk_suyuİSKİ’nın her ay İstanbul’daki bütün su havzalarının sağlık raporları internette yayınlanıyor. Biz geçen sene NTV’de bir su programı yapmıştık ve NTV Yıldız Teknik Üniversitesinde piyasadan topladığı suları bakteriyolojik incelemeye gönderdi. Hepsinde mikrop çıktı. Hepsinde istisnasız. Yani siz sağlıklı olsun, temiz olsun çocuğum mikropsuz su içsin diye mikroplu suyu paranızla içiyorsunuz. Bıraktım vazgeçtim mikroptan, kanser yapıyor. Almanya’da geçen sene ocak ayında Avrupa birliğinin gıda güvenliği merkezi vardır EFSA ocak 2010a kadar Bisfenol_A’nın sağlık sakıncası olmadığını iddia ediyordu. Ama toplum baskısıyla mayıs ayında biz bu işi araştıracağız dediler ve ekim ayında biberonlarda Bisfenol-A’nın kullanımını yasakladılar. Tamam, da biberonda yasakladın e çocuğuna Bisfenol-A’lı su bidonundan su katmıyor musun mamasını hazırlarken? Isı ve zaman etkisiyle plastiğin defalarca kullanılmasıyla Bisfenol-A’nın suya geçiş oranı çok artıyor. Şimdi su ısınmaz ki diyeceksiniz. Arizona’da yapılan bir çalışmaya göre şehirlerarası su nakli sırasında kamyon içerisindeki su 80 dereceye kadar ısındığı saptanmıştır. 80 dereceye ısınan su o plastikten ne kadar madde çözüyor biliyor musunuz? Sizi de sülalenizi de kanser etmeye yeter. Antalya’da yazın açık havada duran suyun derecesi kaç acaba? Banyo bile yapamazsın o kadar sıcak suyla. Ne olur musluk suyu kullanın. Bırakın şu plastikleri.

- Hocam bazı yiyecekleri plastik poşetlere koyup buzluğa atıyoruz . bu da sakıncalı mı?
- Şimdi bakın naylon folyo polietilen denen bir maddedir ve polietilenin bu güne kadar bir sağlık sakıncası saptanmamıştır. Daha büyük sorun yoğurt kapları. Mesela bazen çay içiyoruz köpük gibi bardaklardan veya uçağa bindiğimizde şeffaf cam gibi çıt diye kırılan plastik bardaklar var hem o polystryne hem köpük gibi olan bardaklar da polystryne onlardan stryne çayımıza geçiyor o da kanser yapıyor.

plastik_kodŞimdi plastik yoğurt kaplarında, ben anlata anlata zannediyorum bazı firmalar artık polipropilen kullanmaya başladı. Kabın altına baktığımız zaman veya yanına baktınız zaman bir üçgen göreceksiniz. Üç oktan oluşan bir üçgen. Bu geri dönüşüm işaretidir. O üçgenin içinde bir sayı yazar. 5 numara polipropilendir altında da zaten PP yazar. Yoğurt alırken artık markaya göre değil kullandığı plastiğe göre tercihinizi yapın. Ben her yoğurt almaya gittiğimde maalesef aynı firma farklı marketlere farklı plastik gönderebiliyor. Daha ucuz marketlere adi plastiklerde, lüks semtlerdeki marketlere daha kaliteli plastikte gönderiyor. Ne acı. Yani ayırım yapıyor.

- Yani hocam üçgenin içinde 5 mi yazması lazım?
- Evet polipropilen

- 1,5 litrelik su şişelerinde 1 yazıyor.
- Evet, işte o PET polietilen tereftalat, kötü, 1 numara kötü. Evde 19 litrelik bidonların altına bakın. Onda da 7 yazar. 7 diğer plastikler anlamına gelir. Diğer plastiklerin içinde 6-7 farklı plastik vardır bunlardan bir tanesi de polikarbondur onun için üçgenin altında PC kısaltması vardır.


Bu günlük de bu kadar…..

Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL
 
GRİP SAVAŞÇISI BAHARATLAR:

* Sumak
* Kırmızı pul biber
* Karabiber
* Zerdeçal
* Zencefil
* Kekik
----------------------
Sumağın Faydaları: Ekşi tadıyla iştah açıcı bir baharattır. Hazmı kolaylaştırır ve ishali keser. Kandaki şeker oranını düşüren sumak, şeker hastaları için yararlıdır. İdrar kaçırma hastalığında faydalıdır. Mikrop öldürücüdür. Damarları büzerek kanamayı durdurmaya yardımcı olur. Bu etkisi ile kanamalarda faydalıdır. Ayrıca, ateş düşürücüdür.

Sumak Nasıl Kullanılır? Çoğunlukla baharat olarak kullanılır. Özellikle kokuyu azalttığı için soğan salatalarında tercih edilir. Tıbbi olarak da faydalı bir bitki olan sumak bitkisinin yaprağı su ile kaynatılarak ililmek süretiyle ya da gargara olarak kullanılır. Gargara yapılırsa boğaz ve dişeti hastalıklarına iyi gelir. Sumak kaynatılıp suyu içilirse zehirlenmelerde faydası görülür. Yüksek tansiyonu olanlara tavsiye edilmez.

Kırmızıbiberin Faydaları: Beta karoten ve C vitamini açısından zengin bir besin olan Kırmızıbiber bağışık sistemini güçlendirerek vücudun hastalıklara, özellikle de kolera gibi bulaşıcı hastalıklara, karşı direncini arttırır. Sindirimi kolaylaştırıcı ve iştah açıcı etkisi vardır. İshali kesmesinin yanında, iyi bir idrar ve gaz söktürücüdür. Kansere karşı etkili bir koruyucudur. Ferahlatıcı ve solunum yollarını açıcı özelliği ile soğuk algınlığı, grip, bronşit gibi solunum yolları rahatsızlıklarına ve öksürüğe iyi gelir. Romatizma, diş ve boğaz ağrılarını hafifletir. Sinirleri yatıştırır. Cinsel gücü arttırır.

Kırmızıbiber Nasıl Kullanılır? Kırmızıbiber taze olarak yemeklerde kullanılabileceği gibi Kırmızı Pul Biber baharat olarak da tüketilebilir. Ayrıca, Kırmızıbiber salçası yapılabilir. Kırmızıbiber salçası, damar tıkanıklığı ve kalp hastalıklarına karşı koruyucu olmasının yanı sıra kalp krizi riskini de azaltmakta faydalıdır.

Karabiberin Faydaları: Özellikle sindirim sisteminin sağlıklı ve düzenli çalışmasına yardımcı olarak hazmı kolaylaştırır. İdrar ve gaz söktürücü etkisi ile kabızlığı önlemede yararlıdır. İştah açıcıdır. Sindirim sistemindeki mikropları öldürür. Enerji verir. Cinsel gücü arttırır. Sinirleri kuvvetlendirir ve kansızlığa karşı faydalıdır.

Karabiber Nasıl Kullanılır? Karabiber toz halinde yemeklerde baharat olarak yemeğe lezzet ve koku katmak ve iştah açmak için kullanılır. Ayrıca, bal ve soğan ile birlikte macun yapılıp saç dökülen yere sürülerek saç dökülmesine karşı kullanılabilir

Zerdeçalın Faydaları ve Tıbbi Etkileri: Mideyi kuvvetlendirir. Sinirleri uyarır. Vücuda ferahlık ve rahatlık verir. İltihap gidericidir. Karaciğer hastalıkları, sarılık ve vereme karşı faydalıdır. Gaz ve idrar söktürücüdür. Vücutta biriken zararlı maddelerin vücuttan uzaklaştırılmasına yardımcı olur. Soğuk algınlığı ve astımda faydalıdır.

Zerdeçal Nasıl Kullanılır? Zerdeçalın kullanılan kısımları meyveleridir. Kurutulan meyveleri toz haline getirildikten sonra baharat olarak kullanılabileceği gibi suda kaynatarak zerdeçal çayı da hazırlanabilir.

Zencefilin Faydaları: İştah açar. Yatıştırıcı ve gaz söktürücüdür. Vücudu terletir. İltihap önleyici etkisi ile özellikle eklem iltihaplarına karşı oldukça faydalıdır. Soğuk algınlığına iyi gelen zencefil, balgam söktürür ve iyileşmeyi hızlandırır. Bulantıları gidermeye yardımcı olur ve kusmayı önler. Vücut direncini, bedensel ve zihinsel gücü arttırır. Mikrop öldürücüdür. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Kansere karşı koruyucudur. Damar tıkanıklığını önlemeye yardımcı olmasının yanı sıra kan damarlarını genişleterek romatizma ağrılarının hafiflemesine de yardımcı olur. Bağırsak bozukluklarını giderir. İshali keser. Cinsel isteği arttırır.

Zencefil Nasıl Kullanılır? Zencefil kökü genellikle kurutularak baharat olarak kullanılır. Zencefili yaş olarak da kullanabilirsiniz. Ayrıca, zencefilden elde edilen zencefil yağı, tıbbi amaçlı olarak, hazmı kolaylaştırıcı etkileri için kullanılmaktadır.

Zencefil Çayı: Zencefil çayı da hazmı kolaylaştırır ve ayrıca hafızayı kuvvetlendirir. Zencefil çayı, grip başta olmak üzere, soğuk algınlığı ve öksürüğe çok iyi gelir. Bir bardak kaynar suya bir nohut tanesi kadar zencefil dilimlenip atılır ve 5-10 dakika demlenmeye bırakılır. Zencefil çayı, bal ile tatlandırılarak ve içine bir miktar limon sıkılarak içilirse daha lezzetli ve faydalı olur.

Kekiğin Faydaları: Vücudu kuvvetlendirir. İştah açar. Sindirime faydalıdır. Hazmı kolaylaştırır, idrar ve gaz söktürür. Böbreklerdeki ve bağırsaklardaki mikropları öldürür. Derideki yaralara ve böcek ısırıklarına sürülürse yararlı olur. Bağırsak kurtlarını düşürmeye ve bağırsak iltihaplarının iyileşmesine yardımcı olur. Astım, bronşit, grip, nezle ve öksürük gibi solunum yolu hastalıklarına iyi gelir. Balgamı giderir. Kekik yağı romatizma ağrılarını hafifletir ve vücuttaki diğer yağların parçalanmasını sağlar. Kan dolaşımını düzenler ve kan şekerini düşürür. Kalp çarpıntılarını keser. Stres ve uykusuzluğa iyi gelir.

Kekik Nasıl Kullanılır? Kekik toz halinde, yağı çıkarılarak ve çayı yapılarak kullanılabilir. Kekik çayı vücuttaki zararlı maddeleri vücuttan uzaklaştırmaya yardımcı olur. Kekik çayı gevşemiş cilde sürülürse yararlı olur. Kekiği kaynatıp buharı ile buğu banyosu yapılırsa derideki gözenekleri açar. Toz kekik ile dişler fırçalanırsa diş etlerini kuvvetlendirir. Banyo suyuna kekik katılırsa romatizma ağrılarını hafifletir ve cilt hastalıklarına iyi gelir. Kekik, kimyon ve sirke ile kaynatılıp gargara yapılırsa diş ağrılarını kesmekte oldukça etkilidir.
Kaynak:Saglikli Beslenme Saglikli Yasam
 
Beyninizi öldüren 11 gıda maddesi

Bu maddeleri tüketmek adeta intihar gibi. İşte beyni tüketen ve öldüren 11 gıda maddesi...


1. Şeker ve şeker ürünleri

Uzun süreli şeker kullanımı nörolojik problemlere sebep olur. Ayrıca hafızayı da zayıflattığı tespit edilmiştir. Öğrenme kabiliyetini zaafiyete uğrattığı da ifade edilmektedir. Bu sebeple şekerden uzak durmak gerekir.
Daily Mail gazetesi beyni tüketen ve öldüren 11 gıda maddesini yayınladı. Bu maddeleri tüketmek adeta intihar gibi...

2. Alkol

Alkolün karaciğeri iflas ettirdiği bilinmektedir. Ancak az bilinen diğer etkisi de beyni bitirip tükettiğidir. Sağlıklı düşünme yeteneğini zayıflatır, hafızayı da tüketir. Kısa vadede alkol bırakıldığı takdirde etkileri belli bir düzeyde onarılabilmektedir. Ancak uzun süreli kullanımlarda kalıcı hasarlara da yol açabilir.
Daily Mail gazetesi beyni tüketen ve öldüren 11 gıda maddesini yayınladı. Bu maddeleri tüketmek adeta intihar gibi...

3. Fast Food

Yakın zamanda Montreal Üniversitesi´nde yapılan bir araştırma fast food ürünlerinin beynin kimyasını değiştirdiğini ortaya koymuştur. Bu da depresyon ve anksiyete sorunlarına yol
açmaktadır. Fast Food ürünlerinin içindeki katkı maddelerinin öğrenme bozukluğu, motivasyon eksikliği ve hafıza zayıflığına da yol açtığı kanıtlanmıştır.

4. Kızarmış yiyecekler

Bütün işlenmiş yiyecekler kimyasallar, katkı maddeleri, yapay tatlandırıcılar ve koruyucular içerir. Bunlar hem çocuklarda hem yetişkinlerde ciddi beyin hasarlarına yol açar. Kızarmış veya işlenmiş gıdalar beyin sinirlerini zedeler. Bazı yağlar ise diğerlerine göre daha zararlıdır. Doğadaki en toksik ve tehlikeli kızartma yağının ise ayçiçek yağı olduğu tespit edilmiştir.

5. İşlenmiş veya önceden pişirilmiş gıdalar

Tıpkı kızarmış gıdalar gibi işlenmiş gıdalar da merkezi sinir sistemine zarar verir. Bu da dejeneratif beyin bozukluğuna yol açar. İleriki yaşlarda Alzheimer´a neden olur.

6. Çok tuzlu gıdalar

Tuzun kalbe zarar verdiğini herkes bilir. Bilinmeyen şey ise tuzun içindeki yoğun sodyum beyne de zararlıdır ve düşünme yeteneğini zayıflatır. Zekayı da gerilettiği ispat edilmiştir.

7. Tahıllar

Tahılların hepsi beyin fonksiyonlarına zarar verir. Ancak bunun tek istisnası yüzde 100 tam kepekli tahıllardır. Yani tam tahıllar... Eğer çok tahıl tüketirseniz bu hızlı yaşlanmanıza da yol açacaktır

8. İşlenmiş proteinler

Proteinler kas yapıcıdır. Et ise en yüksek kalitede ve en zengin protein kaynağıdır. Ancak sosis, salam, sucuk ve benzeri gıdalar gibi işlenmiş proteinlerden uzak durulmalıdır. Doğal proteinler sinir sistemini yapılandırırken, işlenmiş proteinler tam tersini yapar. Yani sinir sistemini tahrip eder..

9. Trans yağlar

Kesinlikle her türlü trans yağdan uzak durulmalıdır. Trans yağlar bir çok ciddi soruna yol açar. Kalp sorunları, kolesterol ve obezite bunların en çok bilinenidir. Az bilinen ise beyne de oldukça zarar verdiğidir. Refleksleri öldürür, beyin işlevinin kalitesini düşürür. Ayrıca felç riskini de maksimum düzeye çıkarır. Alzheimer benzeri etkileri de uzun vadede ortaya çıkar.

10. Yapay tatlandırıcılar

İnsanlar zayıflamak için şeker yerine yapay tatlandırıcı kullanırlar. Bunların daha az kalori içerdiği doğru olsa da faydasından çok zararı vardır. Uzun kullanımlarda beyin hasarına ve zihinsel bozukluklara yol açar.

11. Nikotin
Nikotinin zararları saymakla bitmez. Beyinle ilgili olanına gelince... Vücudunuzun en önemli organı olan beyninize kan gitmesini engeller... Kan gitmezse oksijen de gitmez.. Bu da beyninizin yavaş yavaş ölmesine yol açar. Kılcal damarları tıkadığı için nörotransmitterlerin üretilmesine engel olur ve işlevini engeller... Bu da sinir sistemini tüketir.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
En Sağlıklı 60 Besin

Uzmanlarımız sizin için en sağlıklı 60 besin maddesini derledi. Sağlıklı beslenme alışkanlıklarına sahip olmak için aşağıdaki besinleri mutlaka sofralarınızda bulundurun.

Elma: Pektin, flanovoid ve C vitamini içeriyor. Kolesterol düzeyini düşürüyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor.
Enginar: Cynarin ile bol miktarda B ve C vitamini içeriyor. Kan şekerini düzenliyor. İçindeki C vitaminiyle kalbi güçlendiriyor. Karaciğer güçlandirici olarak son derece faydalı.
Avokado: Doymamış yağ asidi içeriyor. Kalp ve kan dolaşımı için birebir. Kansere karşı koruyucu özellikleri bulunuyor.
Muz: Potasyum, B6 vitamini, serotonin ve magnezyum içeriyor. Rahatlatıyor ve uyumaya yardımcı oluyor.
Fasulye: Demir, kalsiyum, B ve C vitamini ve protein içeriyor. Kan ve hücre yapımına yardımcı oluyor.
Brokoli: Magnezyum, A ve C vitamini ve potasyum içeriyor. Kansere karşı koruyor, kasları güçlendiriyor.
Esmer buğday: Lysin ve lesithin içeriyor. Beyni ve sinirleri besliyor, öğrenmeyi güçlendiriyor.
Mantar: Sodyum, potasyum, kalsiyum ve magnezyum içeriyor. Kasları güçlendiriyor, saç ve tırnakları besliyor.
Marul: Potasyum, fosfor, eser element ve yaşamsal önem taşıyan maddeler içeriyor. Yağ metabolizmasını düzenliyor, felç riskine karşı koruyor.
Bezelye: Bitkisel protein ve magnezyum içeriyor. Kolesterol düzeyini düşürüyor, bağırsak kanseri riskini azaltıyor.
Çilek: C vitamini, kalsiyum ve potasyum içeriyor. Bağışıklık sistemini güçlendiriyor, metabolizmayı harekete geçiriyor.
Rezene: C vitamini, uçucu yağlar, demir, potasyum ve kalsiyum içeriyor. Öksürüğü önlüyor, vücuda oksijen alımını artırıyor. Gaz gidericidir.
Kümes hayvanları: Protein, potasyum, magnezyum, B vitamini ve çinko içeriyor. Baş ağrısı sorununa karşı etkili ve stresten arındırıyor.
Greyfurt: Folik asit ve C vitamini içeriyor. Kan basıncını azaltıyor, kan yapımını arttırıyor.
Yulaf: Karbonhidrat, demir, magnezyum ve B vitamini içeriyor. Enerji veriyor, kas kramplarını önlüyor ve idrar söktürüyor.
Kuşburnu: Likopen, C ve E vitaminleri ve demir içeriyor. Soğuk algınlığı ve gribe karşı önleyici etkiye sahip. Antienflamatuar.
Ringa balığı: Omega-3 yağ asidi, sodyum ve potasyum içeriyor. Damar sertliğini ve yüksek tansiyonu önlüyor.
Ahududu: C vitamini, potasyum, kalsiyum, demir ve folik asit içeriyor. Virüs ve bakterilere karşı koruyor, tümör oluşumuna engel oluyor.
Mürver: Potasyum, B1 ve C vitamini içeriyor. Terleten ve öksürüğü azaltan etkiye sahip. Kabızlığa iyi geliyor.
Yoğurt: Kalsiyum, riboflavin ve B12 vitamini içeriyor. Bağırsak kanserine karşı bağışıklık sistemini güçlendiriyor.
Frenk üzümü: C vitamini, niasin ve kalsiyum içeriyor. Sinir ve bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlıyor.
Peynir: Protein, sodyum, potasyum ve kalsiyum içeriyor. Kemikleri güçlendiriyor ve sinirleri koruyor.
Havuç: A vitamini ve selenyum içeriyor. Sperm üretimini arttırıyor, vücudu enfeksiyonlara karşı koruyor.
Patates: Mineraller, C vitamini, potasyum ve bitkisel protein içeriyor. Kansere karşı koruyor ve vücudu toksinlerden arındırıyor.
Kefir: Laktik asit ve faydalı bakterileri içeriyor. Bağırsak enfeksiyonuna, kabızlığa ve gaza iyi geliyor.
Kivi: C vitamini, karoten ve flavonoid içeriyor. Zayıflatıyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor.
Sarımsak: Quercetin, ajoene ve allisin içeriyor. Kansere karşı bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Tansiyonu ve kan şekerini dengeliyor.
Som balığı: Omega-3 yağ asidi ve D vitamini içeriyor. Kemikleri güçlendiriyor, meme kanseri riskini azaltıyor.
Pırasa: Allisin, çinko, manganez ve selenyum içeriyor. Kan basıncını düşürüyor, kalbi ve damarları güçlendiriyor.
Mercimek: Çinko ve aminoasit içeriyor. Yorgunluğu gideriyor, strese karşı etkili.
Mısır: Çinko, magnezyum ve B vitamini içeriyor. Stresle savaşıyor, bağırsak kanserini önlüyor.
Uskumru: Omega-3 yağ asidi; D, B6 ve B12 vitamini ve iyot içeriyor. Kan basıncını düşürüyor, moral yükselten etkiye sahip.
Mango: A ve B vitamini ve çinko içeriyor. Cinsel enerjiyi yükseltiyor, orgazm yeteneğini artırıyor.
Deniz bitkileri: Omega-3 yağ asidi ve pantothenik asit içeriyor. Kolesterol düzeyini düşürüyor, kalp krizi riskini azaltıyor.
Siyah turp: C vitamini, kalsiyum, potasyum ve demir içeriyor. Bağışıklık sistemini ve kan dolaşımını güçlendiriyor.
Kavun: Magnezyum, potasyum ve kalsiyum içeriyor. Vücuttaki su düzeyini ayarlıyor, idrar oluşumunu artırıyor.
Süt: Kalsiyum; D, A ve B2 vitaminleri içeriyor. Kemik oluşumuna yardımcı oluyor, bağırsak kanserine karşı koruyor.
Peynir suyu: Laktik asit bakterileri, sodyum, potasyum ve kalsiyum içeriyor. Sindirim sistemi şikâyetlerine ve mide yanmasına karşı iyi geliyor.
Ceviz, fıstık ve fındık: B ve E vitaminleri, çinko ve demir içeriyor. Sakinleştiriyor, uyumayı sağlıyor ve stresi azaltıyor.
Zeytinyağı: Doymamış yağ asidi ve E vitamini içeriyor. Kötü huylu kolesterol düzeyini düşürüyor, hücreleri koruyor.
Portakal: B ve C vitamini, potasyum, kalsiyum ve selenyum içeriyor. Vücuttaki fazla suyun atılmasını sağlıyor.
Papaya: Karotinoid, enzimler ve C vitamini içeriyor. Kalp hastalıklarını önlüyor, stresi azaltıyor.
Yeşilbiber ve kırmızıbiber: Capsaicin, A ve C vitamini ve çinko içeriyor. Baş ağrısı ve migrene karşı koruyucu etkiye sahip.
Erik: Potasyum, demir ve B vitamini içeriyor. Vücuttaki fazla suyun atılmasını sağlıyor, enerji veriyor.
Kırılmamış pirinç: Protein, potasyum, kalsiyum ve magnezyum içeriyor. Mide yanması ve gaza karşı etkili, vücuttaki fazla suyu atıyor.
Ravent: Magnezyum, manganez, kalsiyum ve B vitamini içeriyor. Sağlıklı kemiklerin oluşumuna katkıda bulunuyor.
Dana eti: Demir, protein ve potasyum içeriyor. Soğuk algınlığı, öksürük ve gribe karşı iyileştirici etkiye sahip.
Lahana turşusu: Laktik asit bakterileri ve B12 vitamini içeriyor. Tümör oluşumunu önlüyor.
Kereviz: Potasyum, sodyum, kalsiyum ve magnezyum içeriyor. Kabızlığa, mide ve bağırsak sorunlarına karşı etkili.
Shiitake mantarı: Lentinan ve D vitamini içeriyor. Bağışıklık sistemini güçlendiriyor, kanser oluşumunu engelliyor.
Soya: Yağ, E vitamini ve protein içeriyor. Hücreleri koruyarak kanser riskini azaltıyor.
Ispanak: A vitamini, E vitamini, folik asit, magnezyum ve manganez içeriyor. Sinirleri güçlendiriyor. Özellikle hamilelik dönemindeki kadınlara tavsiye ediliyor.
Tofu: Protein, potasyum, kalsiyum ve magnezyum içeriyor. Metabolizmayı uyarıyor. Kemik yoğunluğunun sağlanması için faydalı.
Domates: Likopen, folik asit ve tyrosin içeriyor. Likopenle kansere karşı koruyor, folik asitle hücre yapımını uyarıyor.
Ton balığı: D vitamini, potasyum, iyot ve omega-3 yağ asidi içeriyor. Kolesterol düzeyini düşürüyor, sinir hücrelerini koruyor.
Kaba öğütülmüş çavdar: Magnezyum, karbonhidrat ve B vitamini içeriyor. Enerji sağlıyor, stresi azaltıyor.
Kaba öğütülmüş buğday: B vitamini, demir ve magnezyum içeriyor. Bacak kaslarındaki krampları yok ediyor. Uyku süresini azaltıyor.
Kırmızı üzüm: Phyto-östrojen, potasyum ve kalsiyum içeriyor. Yüksek tansiyona karşı iyi geliyor, trombozları önlüyor.
Beyaz lahana ve kırmızılahana: C vitamini, kalsiyum ve az oranda B vitamini içeriyor. Bağışıklık sistemini güçlendiriyor, stres semptomlarıyla savaşıyor.
Limon: C vitamini içeriyor. Bağışıklık sistemini güçlendiriyor, mide kanserini önlüyor.
Dr. Ümit Aktaş
 
Alıntıdır ;
'Turşu yiyip, boza ve kelle-paça çorbası için' Son günlerde, halk arasında 'paçavra' hastalığı olarak da bilinen grip nedeniyle hastanelerin yolunu tutanların sayısında ciddi artış var.
Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, bir ayda toplumun %2'sini etkileyen H3N2 virüsünün yeni bir virüs olmadığını, bu nedenle de bir salgın beklenmediğini açıkladı ancak herkes hastalıktan korunmanın yollarını arıyor.
Aşırı derecede halsizlik, yorgunluk ve kırgınlık yapan hastalık; ateş, öksürük, burun tıkanıklığı gibi belirtilerle seyrediyor ve uzun sürüyor. Sadece gripte değil, tüm hastalıklarda tedavilerin daha pahalı ve zahmetli olduğu göz önünde bulundurulduğunda koruyucu yöntemlerin önemi kendiliğinden ortaya çıkıyor. Fitoterapist Dr. Ümit Aktaş da bu noktaya parmak basıyor. Buradaki en önemli kuralın güçlü bağışıklık sistemi olduğunu vurgulayan Dr. Aktaş'ın söyledikleri: "Bağışıklık sistemi vücudumuzu hastalıklara karşı koruyan ve savunan ordumuz gibidir. Üstelik sanıldığı gibi sadece mikroplara karşı korumuyor, iç ve dış tüm sağlık bozucu ajanlara karşı koruyor. Her gün karşılaştığımız ve vücudumuzda meydana gelen onca hastalık etkenine rağmen hastalanmadan sağlıklı yaşamamızı bağışıklık sistemimize borçluyuz, bağışıklık sistemimiz olmasaydı, yaşamamız mümkün olmazdı."
Fakat bağışıklık sistemi her zaman başarılı olamıyor ve insanlar hastalanıyor. Bu hastalıklardan biri de özellikle kış aylarında artış gösteren ve salgın korkusu yaratan grip. Sadece grip salgını dönemlerinde korunmaya çalışmanın yanlış olduğunu söyleyen ve "Hayatın her döneminde bağışıklık sistemini güçlü ve dengeli tutmak gerek. Bunun için öncelikle genel tedbirleri almak önemli" diyen Dr. Aktaş, güçlü bir savunma sistemine sahip olmak için önerilerini şöyle sıralıyor:
GÜÇLÜ BAĞIŞIKLIĞIN ALTIN KURALLARI
1. Sigara içmeyin.
2. Alkol kullanmayın.
3. Günde 40 dakika egzersiz yapın. Ağır egzersiz değil, yürüyün.
4. İşlenmiş gıdaları hayatınızdan çıkarın, doğal gıdalarla beslenin.
5. Şekeri hayatınızdan çıkarın, bağışıklık sisteminizi zehirliyor.
6. Hazır mayalardan uzak durun, vücudunuz hazır mayaları sindiremiyor, ekşi mayaya dönüş yapın.
7. Probiyotiklerinizi takviye edin. Bunun için fermente gıdalarla beslenin, ev yoğurdu yapın, turşu kurun, boza için.
8. Bunlarla birlikte bağışıklık sisteminizi güçlendiren bitki çayları içebilirsiniz.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ DESTEKLEYEN BİTKİ ÇAYI
• 1 tatlı kaşığı yeşil çay,
• 1 tatlı kaşığı ekinezya,
• 1 tatlı kaşığı ıhlamur,
• 250 cc. kaynar su.
Bunları kapaklı bir porselen fincanda yaklaşık 30 dakika demleyip için.
Grip olduktan sonra kısa sürede iyileşmek için yapılması gerekenler neler?
Dr. Ümit Aktaş'ın doktorun önereceği tıbbi tedaviye ek olarak iyileşmeyi hızlandıracak ve bir an önce normal hayata dönmeyi kolaylaştıracak önerileri ise şunlar:
"GRİPSENİZ BOL BOL KELLE-PAÇA VE İŞKEMBE ÇORBASI İÇİN"
• Mutlaka istirahat edin.
• Bol miktarda sıvı tüketin.
• Bulunduğunuz mekânı sık sık havalandırın.
• İçeceğiniz çorbalar iyileşmenizde son derece etkili olacaktır: Bol bol kelle paça, işkembe ve tarhana çorbası için. Bunlar, bağışıklığınızı destekleyen fermente gıda içeren çorbalardır.
• Kapari turşusunu bolca tüketin. Kapari antiviraldir, virüsleri öldürür.
Aşağıdaki çayı taze olarak hazırlayıp her gün en az 5 fincan için. Sizi rahatlattığını göreceksiniz.
ŞİKAYETLERİ AZALTAN GRİP ÇAYI
• Limon kabuğu,
• 1 tatlı kaşığı adaçayı,
• 1 tatlı kaşığı zencefil,
• 250 cc. kaynar su,
Dr. Ümit Aktaş, grip çayının da bitkilerin etken maddelerinden daha fazla yararlanmak için kapaklı ve porselen fincanda demlenerek içilmesini tavsiye ediyor.
Kaynak: NTV
 
Azı karar çoğu zarar

Bitki çaylarının azı karar çoğu zarar

Son yıllarda market raflarında daha çok yer kaplıyor bitki çayları. Televizyonlarda, gazetelerde faydaları anlatıla anlatıla bitirilemiyor. Ne oldu da bitki çayı piyasasına nur yağdı, faydaları doğru mu, hangisinden ne kadar içmeli? Bitkisel ilaç bilimi uzmanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada anlattı.


Bugün keyif için içilen çay bilinen en eski ve basit ilaç uygulaması aslında. Tıp ilminin gelişmesiyle bitkisel ilaçlar yani çaylar, macunlar koca karı ilaçları diye ötelenmiş. Son 10-15 yıldır bitkilerin biyolojik etkilerine ve kimyasal içeriklerine yönelik araştırmalar muazzam arttı. Dolayısıyla halk arasında şifalı diye bilinen bitkilerin bilimsel olarak da sağlığa yararlı olup olmadıkları ve kimyasal içerikleri, varsa riskleri biliniyor. Artık insanlar, doktor ve bilim adamı tavsiyesiyle hastalıklardan kurtulmak veya hasta olmamak için bu çayları tüketiyor. Dahası dev gıda firmaları, bitki çayı sektörüne büyük yaptırımlar yapıyor. Hatta hazırladıkları özel bitki çayı harmanlarına büyülü ismini veriyor.



Yeditepe Üniversitesi Ezcacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi anabilim dalı başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada, bitki çaylarının yararlı olduklarının yadsınamayacağını ama mucize olarak da tanımlanmaması gerektiğini söylüyor. Mesela karaciğer dostu olarak bilinen karahindiba bitkisi sadece karaciğer fonksiyonlarını desteklemek ve onarmakla kalmaz, safra artırıcı özelliği nedeniyle bilhassa yağlı besinlerin sindirimini de kolaylaştırır. İdrar artırıcı etkisi sebebiyle böbrekleri çalıştırır, vücuttan ödem atılmasını sağlar. Kullanıcının tüm bu etkileri göze alarak ve bilerek tüketmesi gerekiyor.

Her otun çayı olur mu?

Yeşilada, her bitkinin de çayı olmayacağını söylüyor. Çünkü bitki çaylarının belirgin avantajı, su içerisinde çözülen ya da homojen olarak dağılabilen fitokimyasalların emiliminin ağızdan başlayarak sindirimde daha hızlı sağlanması. İşte bazı bitkilerin bileşimlerinin tümü suda çözülemiyor. Dolayısıyla her bitkinin çayı olmuyor.



Bitkileri üç gruba ayırıyor Yeşilada: Kuvvetli etkili, orta ve zayıf etkili bitkiler. Kuvvetli etkili bitkilerin çay olarak kullanılması tehlikeli. Mesela yüksükotu yapraklarında bulunan dijitoksin adlı bir madde kalp kasının kuvvetle kasılmasını sağlayan bir madde. Orta etkili bitkiler ise uygun miktar ve sıklıkta kullanıldığında zararlı olmayan, uzun süre ve yüksek miktarlarda kullanıldığında bazı olumsuz etkilere yol açabilen bitkiler. Zayıf etkili bitkiler ise, önerilen miktarda ve uzun süreli kullanılması sakıncalı olmayan bitkiler. Papatya, tıbbi nane ve ıhlamur bu tip bitkiler arasında. Bitki çayları da zayıf etkili bitkiler grubunda. Orta etkili bitkiler bazen az etkili bitkilerle birlikte kullanılabiliyor.

Mucize bitki ilacı diyenlere kanmayın

Prof. Dr. Erdem Yeşilada, son yıllarda bitki çayı sektörünün hızla büyümesinin, yararlarının bilimsel olarak kanıtlanması kadar, sentetik ilaçlara karşı toplumun bilinçlenmesinden kaynaklandığını düşünüyor. Tabii artan kullanım başka bir riski gündeme getiriyor: Bitkilerin gelişigüzel kullanılması. Yeşilada, devlet kontrolünde üretim yapanların market ve eczanelerde satılan ürünlerini kullanmak gerektiğini söylüyor. Bir de kültürümüzde önemli bir yere sahip olan aktarların zamanın ruhuna ayak uyduramadığını, kendini yenileyemediğini düşünüyor.



Dağdan toplanmış olması, sağlıklıdır anlamına gelmiyor

Prof. Dr. Erdem Yeşilada: Bilimsel çalışmalar, artan çevre kirliliği nedeniyle sağlıklı bitki bulunmasının tüm dünyada neredeyse imkânsız hale geldiğini gösteriyor. Bu nedenle bitkilerin mutlaka kalite ve güvenilirlik analizleri yapılmalı. Çevresel toksinler, radyasyon, ağır metaller, tarım ve veteriner ilaçları, mikrobiyolojik risklerin uluslararası kabul edilebilir standartlarda olup olmadığı mutlaka kontrol edilmeli. Ayrıca doğru bitki mi, içinde yeterli etkili madde var mı gibi hususlar analizlerle ortaya konulmalı. Aktar ve baharatçılarda satılan bitki çaylarında bu analizler maalesef yapılmıyor. Yani insanlar sentetik ilaçların zararlarından kaçayım derken, bu sağlıksız ürünlerdeki toksinlerle daha büyük bir tehlikeye atılabiliyor. Bu nedenle eczane ve marketlerde güvenilir markaların ürünlerinin kullanılmasını öneririm. Şunu akıldan çıkarmayalım. Manavdan aldığımız sebze ve meyveyi yıkıyor, hatta bazılarımız sirkeli suda bekletiyoruz. Bitki çayları kurumuş olduğu için yıkandığında etkili maddeleri kayboluyor. O halde bitki çayının mutlaka güvenilir ve temiz olduğundan emin olmalıyız.

Bitki çayları nasıl saklanmalı?

Bitki kısımları (kök, yaprak, çiçek) çay hazırlamak üzere ufalandığında ya da toz haline getirildiğinde oksijenle etkileşime girer ve değişime uğramaya başlar. Bu sebeple, havayla teması aza indirmek, ağzı sıkı kapalı kaplarda muhafaza etmek gerekiyor. Güneş ışığı da bitki çaylarını olumsuz etkiliyor. Doğrudan güneş ışığından korumak ve karanlık yerlerde saklamak en doğrusu.

Her bitki çayı faydalı değil

Prof. Dr. Erdem Yeşilada, bitki çaylarında en önemli hususun doğru bitki ve türünün kullanılması olduğunu söylüyor. Çünkü bilinçsiz tüketim böbreklerinize zarar verebilir, zehirlenebilirsiniz. Nitekim yatıştırıcı ve gaz söktürücü özellikleriyle bilinen melisa pahalı olduğu için hemen hemen aynı görünüşe sahip iki alt türü de kullanılıyor. Aynı şey papatya çayı için de geçerli. Satılanların hepsi içilebilir papatya olmuyor.



Aynısefa içilir mi?

Aynısefanın etkili olan kısmı turuncu renkli dilsi çiçekleri. Dolayısıyla bu çiçekler ayrıldıktan sonra kalan çiçek tablası atılır. Bir iki tutam kuru bitki üzerine taze kaynatılmış sıcak su ilave edilir, demlendikten sonra içilir. Ağız ve boğaz yangılarında, soğuk algınlığında, boğaz ağrısı ve öksürük şikâyetlerinde hafifletici ve terletici olarak öneriliyor. Aynısefa çayı hemoroit şikâyetleri için de kullanılıyor. Çayın içilmesi faydalı olduğu gibi temiz gazlı beze dökülüp ilgili bölgeye uygulanması da kaşıntıyı giderir, ağrıyı hafifletiyor.



Soğuk algınlığına karşı üç silahşor: Ekinezya, adaçayı ve ıhlamur

Üst solunum yolu enfeksiyonlarında koruyucu ve tedavi edici bir bitki ekinezya. Aynı zamanda bir süs bitkisi olan ekinezyanın uçuk virüsünü de öldürdüğü tespit edilmiş. Sapı ve köklerinin kurutulmasıyla elde edilen çayın günde beş altı defa sıcak su içinde 10-15 dakika demlendikten sonra içilmesi öneriliyor. Büyük bir fincan için yarım veya bir gram bitki yeterli. Aslında hastalık başladığında koruyucu önlem olarak ekinezya çayı içilebilir. Papatyaya alerjisi olan kişilerin ekinezyaya da aynı reaksiyonu gösterebileceği bilinmeli.



Ihlamur çiçekleri bir diğer iltihap giderici. Ihlamur çayının yatıştırıcı bir etkisi de var. Bu bakımdan inatçı öksürüklerde kişilerin rahatlamak için ıhlamur içmesi öneriliyor. Domuz gribi dahil viral ve bakteriyel boğaz enfeksiyonlarında, yüksek ateş, kırgınlık şikayetlerinde ıhlamur çiçeği çayı içilebilir.



Adaçayı, mide ve bağırsak rahatsızlıklarında, hazımsızlık şikâyetlerinde kullanılıyor. Ağız ve boğaz enfeksiyonlarında adaçayı gargarası iyi geliyor. Adaçayının Türkiyede 80 kadar farklı türü var. Yapraklarının üzerine kaynar su ilave edilip, fincanın ağzı kapatılır. 5-10 dakika demlendikten sonra günde 2-3 defa içilebilir. Türkiyede piyasada paketlenmiş halde bulunan adaçaylarının sadece bir kısmının tıbbi adaçayı olduğu biliniyor.



Karanfil, ağız sağlığı için birebir

Hindistan, Endonezya ve Madagaskarda yetişen tropik bir ağacın açmamış çiçek tomurcuklarının kurutulmasıyla elde edilen karanfilin; gaz söktürücü, krampları giderici, sinirleri uyarıcı, bulantı giderici özellikleri var. Eski Çinde asilzadelerin yanına girmeden önce ziyaretçiler ağzına nefesi güzel koksun diye karanfil verilirmiş. Yemeklerden sonra ağza atacağınız karanfil çürüklere yol açan bazı mikropların gelişimini önlüyor. Bu deneysel olarak kanıtlanmış. Ağrıyı azalttığı da tespit edilmiş. Ancak abartmadan kullanmak gerekiyor. Kapaklı bir fincanda bir buçuk gram toz haline getirilmiş tohum üzerine kaynatılmış su ilave edilerek 10-15 dakika demlendikten sonra içilebilir. Yemeklerden sonra içilmesi ağız kokusunu giderir, diş çürümelerini azaltır. Kanser önlemede de yararlı olduğu biliniyor.



İftarda, sahurda rezene için

Mide ve bağırsak rahatsızlıklarında özellikle gaz ve spazmlarda kullanılan rezene, öksürüğe ve soğuk algınlığına da iyi geliyor. Emziren annelerde süt miktarını artırıyor. Yapılan bilimsel çalışmalara göre akşam iftardan sonra rezene çayı içilmesi yemeklerin daha kolay sindirilmesine yardımcı oluyor. Gaz oluşumuna engel oluyor. Sahurda içildiğinde ise midede gün boyu ortaya çıkabilecek kasılmaların yanı sıra baş ağrısını da önlüyor. Migren ağrılarına iyi geldiği de biliniyor. Eskiden yoksul halk, açlık hissini köreltmek için kullanırmış. Bizde rezene tohumu kullanılsa da Avrupada et ve balık yemeklerinde, çorbalarda, salata ve turşularda lezzet vermek için yaprak ve gövde kısmı kullanılıyormuş. Yine rezene çayı göz kapağında meydana gelen iltihaplara da iyi geliyor. Şekersiz bir rezene çayına batırılan temiz bir pamukla pansuman yapmak yeterli. Rezene çayı içinse 1,5 gram parçalanmış tohum üzerine kaynatılmış su ilave edilir, kapağı kapatılır, 10 dakika demlenir ve içilir. Günde 3-4 fincan içilebilir. Fakat hamilelik döneminde rezene çayı içilmesi önerilmiyor.



Ayva, çay olmuş, yaz mı gelecek?

Ayva çayı iyi bir öksürük yatıştırıcı. Boğazı yumuşatmak için ıhlamurla birlikte kullanılması öneriliyor. Bir çay kaşığı ayva çekirdeği, bir fincan su içinde 5-10 dakika demlenip içilir. Akşam yatmadan önce içilmesi tavsiye ediliyor. Çekirdeklerde bulunan siyanogenetik glikozitlerin yatıştırıcı etkisi var. Fakat zehirlenmeye de yol açabilir. Dikkat etmek gerek. Tatlandırıcı olarak bu çaya şeker yerine bal katılabilir.



Araba mı tuttu, mideniz mi bulanıyor, zencefil çayı yatıştırır

Araba tutması, hamilelikte ve kemoterapi görenlerde ilacın yol açtığı bulantıyı bastırması için zencefil çok etkili. Bulantıyı önleyici etkisini doğrudan mide üzerinde gösteriyor ve merkezi sinir sistemi üzerinde herhangi bir yatıştırıcı özelliği bulunmuyor. Safra artırıcı etkisi olduğu için yemek sonrası uygun miktarda kullanılması yağlı besinlerin sindirilmesinde yardımcı oluyor. Limon ve ballı çayı; soğuk algınlığı, boğaz ağrısı ve öksürüklerde etkili. Yarım veya bir gram zencefil üzerine bir fincan kaynatılmış su ilave edilip 20 dakika bekletildikten sonra içilir. Araba tutmaması için 3-4 saat aralıklarla birer fincan içilebilir. Fakat fazla içilmesi cilt döküntüleri, kalp ritim bozukluğuna sebep olabilir. Dikkat etmekte fayda var.


Kaynak:
 
Son düzenleyen: Moderatör:
ELMA: Bol miktarda “kuarsetin” içerir. Kanser tedavisinde, kanserden korunmada, alerji ve kalp damar hastalıklarında yararlı. Günde en az kabuklarıyla birlikte 2 elma tüketilmeli.
NAR: Son çalışmalar, narın kanserojen madde verilen farelerin genlerinde yüzde 30 civarında düzelme sağladığını gösteriyor. İçerdiği bazı maddeler sayesinde kolesterol ve şekeri dengeleyen nar, kalp sağlığını da koru yor. Bu nedenle günde 1 bardak taze sıkılmış nar suyu içilmeli ya da 2-3 tane nar y emeli.
KARA ÜZÜM: Son 10 yıl içindeki çalışmalar, kara üzümün kanser önleyici rolüne işaret ediyor. Ayrıca kalp damar hastalıklarından da koruyor. Çekirdeği ve kabuğuyla birlikte yenmesi gerekiyor. Günde 1-2 bardak kadar tüketilebilir. BÖĞÜRTLEN: İçeriğindeki “eliagic asit” kanserli hücrele rin ölmesini sağlıyor. Böğürtlen yaprakları da çok faydalı, çay şeklinde tüketilebilir.
YABAN MERSİNİ: Vücudu kanserden koruyan enzimleri aktif hale getirerek kansere yakalanma riskini azaltıyor. Ayrıca kandaki kolesterol oranını düşürerek kalp krizinden de koruyor.
KİRAZ: Bol miktarda “flavon” denen yaralı bir madde ihtiva eder. Kanser oluşumunu ve kanserin ilerlemesini engeller. Özellikle meme, cilt, akciğer ye karaciğer gibi kanser tiplerinde etkili.
KARPUZ: A ve C vitamini yönünden zengin. İçerdiği yararlı maddeler vücudu kansere karşı koruyup, toksik maddelerden arındırıyor. KIRMIZI TURP: Akciğer kanseri riskini azaltır, meme kanserinden korur. Bol miktarda turp salatası tüketin.
KIRMIZI BİBER: Zengin bir C vitamini deposu. C vitamini kanser hücrelerinin büyümesini engeller ve bağışıklık sistemini zararlı maddelerden korur.
BROKOLİ: C vitamini, betakaroten, lif ve kalsiyum açısından çok zen gin. Kansere karşı koruyucu maddeler içerir. Özellikle bağırsak, mesane, meme kanserlerinden korur. Brokoli çoğu içerik maddesini ancak çiğ yendiğinde barındırıyor. Ancak haftada 2’den fazla çiğ brokoli tüketmeyin çünkü tiroit yetmezliği oluşabilir.
DOMATES: Özellikle hafif pişmiş tüketilmesi prostat problemlerinden yüzde 40 oranında korur. Domatesin içindeki likopen akciğer, kolon, meme kanserini de engeller.
SARMISAK: Kanserin yayılmasını durdurur. Selenyum, triptopan gi bi kan ser hücreleriyle savaşan maddeler içerir. Hem kansere yakalanmaktan korur hem de kanser tedavisi sırasında kullanılır. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalara göre sarımsak mide, meme, bağırsak, yemek borusu, prostat ve cilt kanserlerinde tümörlerin oluşmasını ve ilerlemesini engelliyor. Her gün 2-3 diş çiğ sarımsak, 1-2 avuç kuru yemiş tüketilmeli.
HAVUÇ: Günde 2 bardak havuç suyu içmek, prostat kanserine karşı yüzde 20 koruma sağlıyor. Havucun içinde betakaroten denen çok yararlı bir madde var. Betakarotenin ağız, yemek borusu ve mide kanserinde de koruyucu etkisi var.
ANANAS: Ananasın içindeki ‘bromelain’ maddesi tümör hücre gelişimini doğrudan durduruyor. Özellikle de akciğer, bağırsak, yumurtalık ve cilt kanserlerinde tümörlü hücrelerin büyümesini engelliyor
AY ÇEKİRDEĞİ: Çinko ve selenyumdan zengindir. Çinko vücutta C vitamininin emilmesini sağlar ve şifalı etkisini hızlandırır.
BALIK: Omega 3′ten zengin balıkları seçin, haftada 2 kez somon, uskumru, sardalya ve mezgit gibi omega 3 yağ asitlerinden zengin balıkları tüketmek kanserden korur. Balık; meme kanserinde yayılmayı önler, bağırsak, pankreas ve prostat kanserlerinin büyümesine engel olur. Ayrıca kalp krizine karşı da korur.
CEVİZ: Omega 3 yağ asitleri içerdiği için kanserden korur. Ayrıca kalp damar hastalıklarına da iyi gelir. Günde 1 avuç ceviz yiyin.
ÇÖREK OTU: Bağışıklık siteminizi güçlendirmek için günde 1 çorba kaşığı 1 çörek otu yiyin. Çörek otu vücutta mikrop veya tümörle mücadele eden “naturel killer” hücrelerinin sayılarının artmasını sağlar. Yararlı etkilerini gösterebilmesi için çörek otunu öğütüp toz şeklinde tüketin.
FINDIK: Kalp krizine karşı koruyucu olan E vitamini açısından zengin bir besindir. Her gün yenilen bir avuç fındık kansere ve kırışıklıklara karşı koruyucudur. İçerdiği yağlar doymuştur. Yani sağlığa zararlı değildir. Kötü kolesterolü düşürüp iyi kolesterol seviyesini artırarak kalp hastalığını önler.Ceviz gibi türleri ellagic adı verilen bir tür asit içerir.Bu asit kanserli hücrelerin kendilerini öldürmeleri anlamına gelen apoptosis sürecini başlatır.Kanserin ve kalp hastalıklarının önlenmesinde önemli yer tutan E vitamininden de yüksek miktarda içerir.Her gün bir avuç yenmesi çok faydalıdır.
İNCİR: Potasyum, demir ve kalsiyum içerir. Sindirim sistemine yardımcı olur ve modern tıp tarafından da kansere karşı koruyucu olarak önerilmektedir. ISPANAK: Kansere, kalp hastalıklarına, yüksek tansiyona karşı çok etkili bir sebzedir.
KABAK ÇEKİRDEĞİ: E vitamininden zengindir. Kanser hücrelerini engeller ve bağışıklık sistemini zararlı maddelerden korur.
KAYISI: Hücrelere ve dokulara zarar veren moleküllerin etkisini ortadan kaldırarak kansere karşı koruyucu etki sağlar. Lifli olduğu için bağırsakları koruyucudur.
KETEN TOHUMU: Bağışıklık sistemini güçlendirerek kanserden korur. Özellikle bağırsak kanserine karşı koruma sağlar, keten tohumu da öğütüldükten sonra tüketilmeli.
KİMYON: Kimyon, dereotu tohumu ve turunçgillerin kabuğu çok faydalı. Limonen denen kanser savaşçısı bir madde ihtiva eder.
KURU BAKLAGİL: Haftada 2 kez kuru baklagil tüketmek çok önemli. Mercimek, nohut, kuru fasulye iyi protein ve lif kaynaklarıdır. Kanserin yayılmasını önleyen antikanser maddeler içerirler. Vücuda zarar veren maddelerle savaşır, kan dolaşımına yardımcı olurlar.
LAHANA: Meme ve rahim kanserine etkilidir. Vücutta biriken zehirli maddelerin atılmasını sağlar. Kanserli hücrelerin çoğalmasını önleyen karoten maddesini içerir. Kandaki şeker miktarını düşürür.
PİRİNÇ: E ve B vitaminleri açısından zengindir. Bağırsak kanserine karşı koruyucu, kolesterolü düşürücü ve kalp krizi riskini azaltıcı etkisi vardır.
ŞEFTALİ: Kansere ve kalp krizine karşı koruyucu olan betakaroten açısından da zengindir.Bir şeftali günlük C vitamini ihtiyacının %50 sini karşılar.
SOĞAN: Bağışıklık sistemini güçlendirirİçerdiği allicin ve sülfür ile mide ve bağırsak kanserine karşı koruyucu etki sağlar.
YEŞİL ÇAY: Her gün yeşil çay içilmeli. Günde iki fincan yeşil çay tüketiminden sonra kana geçen kanser savaşçısı maddeler, kılcal damarlarla vücudun her hücresine taşınarak tümörlü hnhavuç suyu içmek, prostat kansücrelerin büyümesini engeller.”
YOĞURT: Her gün yarım kilo yoğurt tüketmek çok önemli. Evde yapılan probiyotik yoğurdun içindeki bakteriler vücudun en büyük dostu, kanserin en büyük düşmanıdır. Ayrıca yoğurt uzun yaşamın sırrıdır. Yoğurt özellikle kolon, mide, akciğer ve meme kanserlerine karşı koruyucudur. Kadınlarda meme fibrokistlerini de azaltır. Bu nedenle herkesin günde yarım kilo yoğurt tüketmesi gerekir. ZERDEÇAL: Köriye karakteristik koyu sarı rengini ve lezzetini verir. Kanser destek ürünleri içinde en güçlüsüdür. Akciğer, kolon, karaciğer, mide, meme, yumurtalık, beyin, lösemi gibi pek çok kanserde tümörlü hücrelerin büyümesini engellediği belirlenmiştir. Kanserin dağılmasını engelleyerek kanser hücrelerini ölmeye zorlar.
ZEYTİNYAĞI: Kandaki kolesterol düzeyini dengede tutar. Antioksidan özelliği olan E vitamini açısından da zengindir. Bu sayede kalp krizi, felç, kanser ve erken yaşlanmaya karşı beyni koruyucu etkiye sahiptir...
 
Son düzenleme:
Dikkat, besinlerde zehir var…

23/Mayıs/2011, 13:58
Murat Gökçen

Yeşil fasulye, mısır, patates pirinç, soya fasulyesi, buğday, yer fıstığı, zehirli madde içerirler. Bu zehirli maddeler besinlerin özellikle yenen kısımlarında bulunur. Zehirli inhibitörler özellikle kırmızı kan hücrelerine zarar vermektedir. Bu tip besinler özellikle çiğ olarak yenilirse toksik etki yaparlar ve şok kramplar ve hipokalemi’den ( kanda potasyum miktarının düşmesi ) tutun elektrokardiyogramda belirgin değişimlere kadar götürebilir. Ancak bu durum insanların sahip olduğu kan guruplarına göre değişik özellik gösterebilmektedir. Örneğin A Rh Pozitif gurupta değişik tepki verirken, O Rh negatif gurupta farklı tepki verebilmektedir. Tripsin, elastaz, plazmin, papain gibi inhibitörleri içeriğinde barındıran bazı besinlerin kesinlikle çiğ tüketilmemesi gerekmektedir. Belki bir patates, pirinç çiğ yenmeyebilir ama yer fıstığı çiğ yenebilir. Bu çok tehlikelidir. Yer fıstığının kavrularak yenmesi halinde zararlı etkisi ortadan kalkmaktadır.

Bezelye türlerinde bulunan latirojenler zehirleyici öğelerdir. İnsan latirizmi denilen ve hayvanlarda da görülebilen zehirlenme semptomları ortaya çıkabilmektedir. Bu semptomlar bacaklarda spastik felçler, mesane kanamaları gibi belirtilerdir. Özellikle baklada bulunan bazı toksik aminoasitler favizme ( baklagillere karşı alerjik tepki ) neden olmakta ve metabolizmada hemolitik anemilere neden olmaktadır. Hele bir de bazı bireyler genetik olarak favizme tam duyarlıdır. Çok dikkatli olunması gerek. Genetik olarak favizmin hiç etkilemediği bireyler de vardır. Özellikle turp, şalgam, lahana, karnabahar gibi besinlerde bulunan kükürtlü glikozitler troid bezinin büyümesine dolayısıyla guatr hastalığına yol açabilmektedir.

Şimdiye kadar saydığımız tüm bu besinlerin bir tek antikoru vardır; o da su buharıdır. Bu besinleri sıcak su buharına tabi tuttuğunuzda, haşladığınızda, pişirdiğinizde besinlerin içindeki zehirli olabilecek inhibitörler ya tamamen etkisini kaybediyor ya da olumsuz etkisini büyük oranda yitiriyorlar. Ancak pişirseniz bile etkinliğini kaybetmeyen kimyasallar da vardır. Örneğin, bazı bonbon şekerlerin yapımında kullanılan meyan kökü bitkisinde bulunan glisiriz, fazla tüketildiğinde kan basıncının artmasına neden olmakta. Bunun yanı sıra baş ağrısına, insanın kendisini yorgun ve halsiz hissetmesine yol açar. Ayrıca uzun süre ve fazla miktarlarda tüketimi halinde kalp büyümesine neden olmaktadır.

Bazı meyvelerin çekirdeklerini asla yemeyin

Limon, elma, kayısı, erik gibi meyvelerin çekirdeklerini asla yemeyin. Çünkü bu besinler ölümle sonuçlanabilecek zehirlenmelere yol açabilmektedir. Olumsuz etkisi, özellikle solunumu bloke ederek olmaktadır. Bu besinlerde bulunan zehirleyici maddenin çok benzeri de keten tohumunda bulunmaktadır. Bu nedenle keten tohumu tüketimini de bilinçsizce ve aşırıya kaçarak yapmamak gerekir.

Özellikle patateste bulunan solanine çok dikkat etmek gerekir. Patates solanin özellikle yeşilken kabuk ve sürgünlerinde yüksek konsantrasyonlarda bulunur. Yemek yapmaya hazır patateste solanin miktarı her yüz garamında 3 – 6 mg dır. Ancak bu patatesi ışıkta bekletir yeşillenmesine neden olursanız, patatesteki solonin miktarını 6 – 7 misline çıkartarak her yüz gramında 20 –30mg’ a kadar ulaştırabilirsiniz. Patateste ölüme yol açabilecek solanin miktarı, her yüz gramda 38 – 40 mg civarında olması gerekir. Tabii bu miktarlar bireylerin hassasiyet durumlarına göre de farklılık gösterebilmektedir. Patatesi satın alırken dikkat etmeniz gereken en önemli konu, patates yeşil olmayacak ve asla çimlenmiş, yeşillenmiş yani sürgün vermiş olmaması gerekmektedir. Bu tip patatesleri haşladığınızda solonin büyük oranda haşlama suyuna geçer, bu nedenle bu suyu kullanmayıp dökün.

Ispanak ve kuşkonmazda bulunan saponinler gene kırmızı kan hücrelerini olumsuz etkileyebildiklerinden çiğ olarak salataya doğranmamaları gerekir. Özellikle ıspanağı çiğ olarak yeme alışkanlığı olanlar bu alışkanlıklarından vazgeçmelidir. Bu tip besinler mutlaka pişirdikten sonra yenmelidir. Ayrıca ıspanak ve pazı gibi sebzelerde fazla miktarda bulunan oksalik asit kanda kalsiyum düzeyinin azalmasına yol açabilmektedir. Bu nedenle bu tip sebzeler ile birlikte veya aynı anda süt, yoğurt, peynir gibi kalsiyum ihtiva eden besinleri tüketmemek gerekir. Aksi takdirde bu besinlerle birlikte aldığınız kalsiyum vücut tarafından yeteri kadar kullanılmadan böbrekler aracılığı ile dışarı atılacaktır.

Portakal kabuğunda bulunan sitral bileşiği büyük ölçüde A Vitamini düşmanıdır. Portakal kabuğuyla yapılan reçel veya marmelatlar çokça tüketildiğinde kanda ciddi oranda A Vitamini seviyesi azalmaktadır. Sitral bileşeni ayrıca yenibahar ve tarçın gibi baharatlarda bulunmaktadır. Bu tip baharatları da yüksek oranda ve çok sık tüketmemek gerekir. Anti vitamin K olarak bilinen Kumarin türevleri kan sistemindeki pıhtılaşma mekanizması zincirinin kopmasına yol açmaktadır. Ancak kumarin türevleri besinlerde yüksek oranda bulunmamakla birlikte Ahududu, kayısı, çilek ve vişnede bir miktar bulunmaktadır.

Muz, ceviz, ananas ve domates gibi besinlerde biyojen amin olan serotonin bileşiği bulunmaktadır. Bu bileşikler sulu çözeltilerde, barsak ta parçalanabildiği halde, ortamda alkol bulunması halinde toksik etki yapmaktadır. Bu nedenle bu besinleri alkol ile aynı anda tüketmemek gerekir.

Deniz ürünlerine dikkat

Palamut, uskumru ve ton balıklarının yenmesinden sonra skombroid zehirlenmesi ortaya çıkabilmektedir. Skombroid zehirlenmesi, bu balıkların vücudunda bulunan yüksek düzeydeki histamin ile ilişkili görülmektedir. Bu balıklar yakalandıktan sonra hızlı bir şekilde soğutulmazlarsa, belirli bazı bakteriler hızla çoğalarak histamine çevrilirler ve buda alerjilere neden olabilir.

Ülkemizde bulunmayan Balon balığı ve Kirpi balığı gibi balıkların testis ve ovaryumlarında tetrodotoksin adı verilen çok güçlü bir toksin bulunmaktadır. Japonyada bu balıklar çiğ olarak ( fugu ) tüketildiğnden bu ülkede ölümle sonuçlanan gıda zehirlenmelerinin nedeninin neredeyse % 60’ının nedeninin bu balıklar olduğu bildirilmektedir.

Tuna ( somon ) balığı gibi derin su balıklarında cıva birikimi gözlenebilmektedir. Bu besinlerle birlikte alınan cıva özellikle metabolizmada merkezi sinir sisteminde hasara neden olabilmektedir. Genellikle yetişkinlerde günlük organik cıva alımı 300 microgramın üzerine çıkınca klinik belirtiler görülmektedir. Özellikle hamile kadınların yüksek oranda civa ihtiva edebilecek besinlerden uzak durmaları gerekir. Çünkü annede herhangi bir belirti görülmeyebilirken doğan bebeklerde beyin hasarları gözlenmiştir.

Midye ve istiridye insanlar için gerçekte toksik olmayan besinlerdir. Ancak kirli denizlerde beslenen midye ve istiridye gibi kabuklu deniz ürünleri insanlara zarar verebilecek toksik etki düzeyine ulaşabilmektedirler. Özellikle kaslarda felce yol açabilmektedirler. İçeriklerindeki toksik maddenin saksitoksin olarak bilinen bu bileşik ısıtma, pişirme yolu ile etkisi azalmamaktadır. Bu nedenle şüphe duyduğunuz midye ve istiridye gibi deniz kabuklularını pek fazla tüketmeyin. Özellikle yumurtanın çiğ olarak tüketilmemesi gerekmektedir. Bunun nedeni, yumurta akında bulunan avidin adlı protein, metabolizma için oldukça yararlı vitamin bileşiği olan biotini bağlayarak aktivitesini engellemektedir. Ancak yumurtanın akı katılaştırıldığında yani pişirildiğinde biotin serbest ve fonksiyonel hale geçmekte, böylece avidinin bu antivitamin etkisinin ortadan kalktığı gözlenmektedir.

Anti – depresan ilaç alan bireylerin peynir tüketimi kontrollü olmalıdır. Çünkü peynirlerde olgunlaşma sonucu oluşan tramin, histamin ve triptamin gibi aminlerin kan basıncını yükselttikleri bilinmekle beraber bunlar normal olarak vücutta monoaminooksidaz enzimleri ile detoksifiye edilmektedir. Ancak, anti – depresan ilaçların içinde bulunan bazı aktif maddeler bu enzimin aktivasyonunu engelleyerek tramin birikiminden dolayı zehirlenmelere yol açabilmektedirler. Özellikle kahvaltıda peynir yeniyorsa kahvaltı üzerine anti – depresan ilaç almak pek doğru olmayacaktır.

Bira ve şarap elimine edilecek besinlerin başında gelmektedir. Tüm bu besinler protein yıkımı sonucu lezzeti arttırmak amacı ile besinlere uygulanan pütrefikasyon ve fermentasyon işlemleri besinin içeriğindeki Tramin miktarını arttırmaktadır. Bu nedenle bu besinler Antidepressant ilaç kullanırken çok dikkatli alınmalıdır. Ayrıca Traminden zengin diğer besinler içerisinde kahve, kakao ve çay da mevcuttur. Diyette bu besinlere de rağbet edilmemelidir. Sucuk, sosis, salam, çiroz gibi şarküteri ürünleri de traminden zengindir. Suyun çıktığı kaynağa göre içeriğindeki kurşun miktarı değişebilmektedir. Ancak su dağıtımında kullanılan kurşun içeren metal tanklar veya borular suyun içeriğini olumsuz yönde etkilemektedirler. Özellikle yumuşak ve asitik sular bu tanklardaki ve borulardaki kurşunu çözmekte, içeriklerindeki kurşun miktarında artış gözlenmektedir. Hele hele bu tip taşıma ve saklama kaplarında bekletilen yumuşak ve asitik sular iki misli kurşun içeriğine sahip olabilmektedirler. Devamlı ve sürekli kurşun içeriği yüksek suların tüketimi özellikle çocuklarda nöropsikolojik sorunlara sebebiyet vermektedir. Ayrıca IQ test performansını ve öğrenme yeteneği, kanda kurşun düzeyinin artması ile azalabilmektedir. En önemli kurşun zehirlenmesi ise ekzost dumanları ile alınan tetraetil kurşunun etkili ve önemli olduğu bildirilmektedir.

Kabartma tozu, diş macunu, alüminyum pişirme kapları ile alüminyum folyolardan metabolizmaya alınan alüminyumun beyin dokularında birikerek zarar vermesi sonucu Alzheimeir hastalığına neden olması ve metabolizmaya alınan alüminyum ile bu hastalık arasında bir ilişkinin bulunma olasılığının kuvvetli olduğu düşünülmektedir. Ancak yapılan çalışmalar, tüm bu ürünlerden alınan alüminyumun, günlük izin verilen alım miktarının altında kaldığını göstermektedir.

1960 yılında İngilterede yüz bin hindi, küflenmiş yer fıstığını yedikleri için öldükleri saptanınca “ aflatoksin “ ifadesi ortaya çıkmıştır. Aflatoksinlerin yalnızca toksik olmadıkları ayrıca kanserojen de oldukları net bir şekilde anlaşılmıştır. Küflü ve sağlıksız ortamlarda kurutulan baharatlar, kuru meyveler, kuru yemişler risk altındadır. Küflü bitkisel gıdalarda bulunan aflatoksin, küflü yemlerle beslenen hayvanların karaciğer ve böbrek gibi organları ile süt ve yumurtasında da bulunmaktadır.

Ayrıca küflenmeye yüz tutmuş yada bir bölümü küflenmiş patateste sambutoksin, mısır tanelerinde fumonisinler, küflenerek sararmaya yüz tutmuş pirinçteki luteoskirin aynı şekilde kanserojen etkiye sahiptirler. Pestisidler dediğimiz tarım ilaçları gıdaları, küflere karşı, böcek ve zararlı otlara karşı korumak için kullanılmak zorundadır. Ancak bu tarım ilaçları uygulanmaya başlandığı andan itibaren çevre kirliliği yanı sıra besin maddelerindeki pestisid kalıntılarını da beraberinde getirmeye başlamıştır. Bu durum da insan sağlığı açısından olumsuzluklara yol açmaktadır. Bazı pestisitler suda çözülmediği gibi pişirme yolu ile de yok olmazlar. Bu nedenle besinleri tüketmeden önce elde ( eldiven giyerek ) ovalayarak yıkanmalıdır.

Besinlerin pişirilmesi sırasında bazı toksik maddeler oluşmaktadır. Bir besini tütsülediğiniz zaman kanserojen olduğu bilinen poliaromatik hidrokarbonların ortaya çıktığı bilinmektedir. Ancak tütsülenmiş ( füme yapılmış ) bir balıkta oluşan olumsuz türev 5 ppd düzeyindeyken, mangalda pişirilen etlerde bu miktar 100 ppb düzeyine çıkmaktadır. Bu oranın yükselmesinin nedeni, kömüre damlayan etin yağının çıkardığı duman ve alevdir. Mangal veya ızgara yapılırken etin yağının ateşe damlamasının önlenmesi büyük önem taşımaktadır. Özellikle, etin yanı sıra sucuk ve köftelerdeki yağ miktarının daha da yüksek olduğu düşünülürse, damlayacak yağ miktarı da daha fazla olacağından tehlike daha da yüksek boyuta çıkacaktır.

Bu tür poliaromatik yapıların kanserojen olduğu iyi bilinmekte ancak mangal veya ızgara etlerde bulunan miktarların insanlarda tümöre neden olup olmadığı kesin bilinmemektedir. Ancak burada tüketilecek miktar ve sıklık önemli rol oynamaktadır.
 
Kanserin düşmanı

Kalsiyum deposu brokoli, özellikle meme, bağırsak ve akciğer kanserine karşı koruyor. Hücreleri canlandırıyor. Mineral ve demir eksikliğini gidererek, kemik erimesi riskini düşürüyor.

Cildi de besleyen brokoli, yaşlanma etkilerini ise en aza indiriyor.

DOĞAL ATEŞ DÜŞÜRÜCÜ

Ebegümeci, göğsü yumuşatır. Öksürüğü keser. Ateş düşürücüdür. Nezle ve bronşite iyi gelir. Burun kanamasını keser. Burun tıkanıklığını giderir. Nefes darlığında faydalıdır. Mide ağrısına ve bulantısına karşı etkilidir. Mide ve bağırsakların düzenli çalışmasına yardımcı olur.

YORGUNLUĞU ATAR

Elma çayı, sinirleri ve adaleleri kuvvetlendirir. Bedeni ve zihni yorgunluğu giderir. İdrar söktürür. Vücuttaki zararlı maddelerin atılmasına yardımcı olur. Böbreklerdeki kum ve taşların dökülmesini sağlar. Hazmı kolaylaştırır. Kanı temizler.

İLTİHAPLARI İYİLEŞTİRİR

Kekik, bedeni kuvvetlendirir. Hazmı kolaylaştırır. Kalp çarpıntısını keser. Bağırsak iltihaplarını iyileştirir. Bağırsak solucanlarının düşürülmesine yardım eder. Kandaki şeker miktarını azaltır. Çay olarak içilirse iştah açar.

RUH HALİNİ KORUR

Çörekotu, mikrop, virüs ve mantarlara karşı etkili bir savunma aracıdır. Kan şekerini düşürür. Damar hastalıklarını engeller. İdrar söktürücü özelliği ile safrayı rahatlatır. Ruh halini güçlendirir. Yaraların daha hızlı iyileşmesini ve hücrelerin yenilenmelerini sağlar.

ASTIMA DERMAN OLUR

LahanA, kansere karşı etkili olduğu bilinen sebzelerin başında gelir. Bol miktarda B, C, E vitamini ve potasyum içerir. Vücutta biriken zehirli maddelerin atılmasını sağlar. Sarılık ve safra kesesi hastalıkları için iyidir. Astım rahatsızlığı için faydalıdır.

BAĞIRSAKLARI ÇALIŞTIRIR

Papatya çayı, spazm çözücü ve gaz gidericidir. İltihapları iyileştirir. Ülsere karşı koruyucu etkisi vardır. Ağrılı adet şikayetlerini giderir. Bağırsakları çalıştırır. Romatizma ağrılarını hafifletir. Gargara suyu halinde kullanıldığında ağız ve boğaz yaralarını giderir.

KOLESTEROLÜ DÜŞÜRÜR

KEFİR, alerjilere karşı en kuvvetli iyileştiricidir. Hiçbir yan etkisi bulunmayan güçlü bir antibiyotiktir. Karaciğer hastalıklarını tedavi eder. Safra kesesi taşlarını dökmeye yardımcı olur. Vücudu ağır metal, tuz ve alkolik maddelerden arındırır. Kolesterolü düşürür. Böbrek taşlarına iyi gelir.

kaynak: doktorsigortasi
 
Son düzenleyen: Moderatör:
Alıntıdır;

SERALINI ARAŞTIRMASI NEDİR? / SERALINI ARAŞTIRMASI VE SONUÇLARI NEDEN ÖNEMLİ?

Yazılarıma birçok defa konu olan biyoteknoloji devi Monsanto’nun güç oyunları ve lobicilik faaliyetleri artık sadece uluslararası politikayla sınırlı değil. Monsanto, bilim dünyasına da doğrudan müdahale etmeyi başardı. 24 Kasım 2013’te “Food and Chemical Toxicology” (FCT, Gıda ve Kimyasal Toksikoloji) bilim dergisi, Monsanto’nun baskıları sonucunda bir yıl önce yayımladığı ve biyoteknoloji dünyasında bomba etkisi yaratan Seralini araştırmasını yayından kaldırdı.

Olan biteni daha iyi anlamak için Seralini araştırmasının ne olduğunu, neden önemli olduğunu, bu bir yıllık süreçte olanları, bu yazının geri çekilmesinin ne anlama geldiğini ve ne tür sonuçlar doğurabileceğine bakmamız lazım
;

"Monsanto’nun bilim dünyasına müdahalesi: Seralini araştırması yayından kaldırıldı (1)

Yeşil Gazete yayın ekibinden Ayşe Bereket‘in tüm dünyada yankı uyandıran Seralini araştırması ve araştırma sonrası ortaya çıkan tabloyu her yönüyle irdeleyen kapsamlı yazısını 3 bölüm halinde sizlerle paylaşıyoruz

* * *

1. Bölüm: SERALINI ARAŞTIRMASI NEDİR? / SERALINI ARAŞTIRMASI VE SONUÇLARI NEDEN ÖNEMLİ?

Yazılarıma birçok defa konu olan biyoteknoloji devi Monsanto’nun güç oyunları ve lobicilik faaliyetleri artık sadece uluslararası politikayla sınırlı değil. Monsanto, bilim dünyasına da doğrudan müdahale etmeyi başardı. 24 Kasım 2013’te “Food and Chemical Toxicology” (FCT, Gıda ve Kimyasal Toksikoloji) bilim dergisi, Monsanto’nun baskıları sonucunda bir yıl önce yayımladığı ve biyoteknoloji dünyasında bomba etkisi yaratan Seralini araştırmasını yayından kaldırdı.

Olan biteni daha iyi anlamak için Seralini araştırmasının ne olduğunu, neden önemli olduğunu, bu bir yıllık süreçte olanları, bu yazının geri çekilmesinin ne anlama geldiğini ve ne tür sonuçlar doğurabileceğine bakmamız lazım.

***

SERALINI ARAŞTIRMASI NEDİR?

Kasım 2012’de FCT dergisi, Fransız Caen Üniversitesi’nden Gilles-Eric Seralini ve araştırma ekibinin “Roundup herbisiti ve Roundup’a dayanıklı genetiği değiştirilmiş bir mısırın uzun süreli toksisitesi” araştırmasını yayımladı. Bu araştırma sonuçlarının yayımlanmasıyla birlikte biyoteknoloji yani genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) tartışmaları yepyeni bir boyut kazandı.


Prof. Seralini (ortada) ve Ekibi

Kısaca özetlemek gerekirse, GDO’nun sağlık üzerindeki etkileri hakkında uzman moleküler biyolog Profesör Gilles-Eric Seralini başkanlığında bir bilim insanı ekibi, 24 ay boyunca Monsanto’nun NK603 genetiği değiştirilmiş (GD) mısırı ve yine Monsanto’nun Roundup yabani ot ilacının (herbisit) fareler üzerinde etkilerini incelediler.

NK603, yine Monsanto’nun ürettiği Roundup herbisitine dayanıklı gen içeren ve tarlada üzerine Roundup herbisiti uygulanarak yetiştirilen bir GD mısır çeşidi.

Bugün Türkiye’de 16 GD mısır ve 3 GD soya olmak üzere, toplam 19 GDO’nun hayvan yemi amaçlı ithalatına ve kullanımına izin verilmekte. Şu anda Türkiye’ye giren ve hayvan yemi olarak kullanılan toplam 16 GD mısır’ın 6’sı bu araştırmanın konusu olan NK603 ve türevleridir (NK603, NK603xMON810, TC1507xNK603, 59122xNK603, 59122xTC1507xNK603, MON8934xNK603 bkz.Biyogüvenlik Kurulu Kararları).

Seralini ve ekibi araştırması sırasında bir grup fare NK603 ile beslendi ve içme sularına (ABD’de içme suyunda ve GD mahsullerde izin verilen oranda) Roundup katıldı. Sonuç: bu farelerin, standart bir diyet uygulanan farelerden daha hızlı kansere yakalandıkları ve daha erken öldükleri. Diyetleri NK603 ve Roundup’dan oluşan bu fareler, göğüs kanserine yakalandı ve karaciğer ve böbreklerinde ciddi hasarlar oluştu.



Seralini Farelerinde Tümör Oluşumları

Araştırmacılar NK603, üzerine Roundup sıkılan NK603 ve tek başına Roundup’ın bu kadar benzer olumsuz sağlık sonuçları yaratmasını GD mısırın ve Roundup herbisitinin onları tüketen hayvanların endokrin sistemleri üzerinde benzer engelleyici etkileri olması hipotezi ile açıklıyorlar. Endokrin bezleri hücre çoğalması başta olmak üzere, birçok temel vücut fonksiyonunu regüle eden çok sayıda hormon üretmekte. Seralini ekibinin 2 yıllık ve 200’den fazla fare üzerinde yaptığı 3 milyon Euro’luk bu çalışma biyoteknoloji endüstrisinden hiçbir baskıya maruz kalmamak için büyük bir gizlilik içinde gerçekleştirildi. Araştırma CRIIGEN (Committee for Research and Independent Information on Genetic Engineering, Genetik Mühendislik Hakkında Araştırma ve Bağımsız Bilgi Komitesi) tarafından gözetildi.

2 yıllık araştırmasının ardından Seralini, sonuçlarını FCT’ye sundu. FCT kendi belirlediği bilim insanları heyetinin dört ay boyunca metodoloji, deneysel kurgu ve diğer kriterleri değerlendirmesinin ardından Seralini araştırmasını Kasım 2012’de yayımladı.

***

SERALINI ARAŞTIRMASI VE SONUÇLARI NEDEN ÖNEMLİ?



Seralini’nin bu araştırması Monsanto’nun Roundup herbisiti uygulanan GD mısır NK603 üzerine bugüne kadar yapılan en uzun süreli ve tek araştırmadır (2 yıl). Bu 2 yıl seçilen fare cinsinin ortalama yaşam süresidir.
Seralini araştırmasının 2 yıllık olması çok önemli zira biyoteknoloji endüstrisinin bugüne kadar yaptığı tüm araştırmalar en fazla 90 günlüktür. Oysa Seralini araştırmasındailk tümörlerin 4 ile 7 ay arasında oluşmaya başladığı gözlemlenmiştir.Monsanto’nun Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu’na (EFSA) ve ABD Gıda ve İlaç Dairesi’ne (FDA) aynı NK603 GD mısırın onaylanması için sunduğu 90 günlük deneyde bazı toksisite emareleri gözlemlenmiş ama endüstri ve bu kurumlar tarafından “biyolojik olarak anlamlı değildir” denilerek göz ardı edilmiş, ve sonuç olarak NK603 onaylanmıştır.
Her ne kadar glifosat (Roundup herbisitinin aktif maddesi ve bilinen bir endokrin engelleyici) üzerinde daha önce yapılan bazı araştırmalar Roundup’ın izin verilen maksimum limitin üzerinde tüketildiğinde karaciğer ve böbrek yetmezliğine yol açabileceğini göstermiş olsa da, Seralini araştırması çok az miktarda bile olsa (örnek: içme suyunda) uzun süreli tüketilmesinin zararlı olabileceğini öneren ilk araştırmadır.
Seralini araştırması bağımsız bir araştırmadır. Monsanto ve diğer biyoteknoloji devleri tarafından finanse edilmemiştir.

Yarın 2. Bölüm: Seralini araştırmasının yayımlanmasından sonra olanlar

Çarşamba 3. Bölüm: FCT, KASIM 2013′TE SERALINI ARAŞTIRMASINI YAYINDAN KALDIRDI

http://yesilgazete.org/blog/2013/12...i-seralini-arastirmasi-yayindan-kaldirildi-1/

Kaynaklar:

http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0278691512005637

http://sustainablepulse.com/2012/09...-roundup-premature-death-cancer/#.UpsMnY1hN1M

http://www.tbbdm.gov.tr/home/biosafetycouncilhome/councildecisions.aspx

http://www.criigen.org/SiteEn/index.php

http://gmoevidence.com/criigen-gm-m...rs-multiple-organ-damage-and-premature-death/

http://www.theecologist.org/News/ne...l_retracts_study_exposing_gm_cancer_risk.html

http://www.independentsciencenews.o...affair-monsanto-targets-the-heart-of-science/

http://www.independentsciencenews.org/health/seralini-and-science-nk603-rat-study-roundup/

http://gmwatch.org/latest-listing/51-2012/14514

http://www.sciencemediacentre.org/expert-reaction-to-gm-maize-causing-tumours-in-rats/

http://rt.com/news/corn-study-gm-french-711/

http://www.journals.elsevier.com/food-and-chemical-toxicology/editorial-board/

http://corporateeurope.org/sites/default/files/ilsi-article-final.pdf

http://online.wsj.com/article/PR-CO-20131128-907680.html?dsk=y

http://gmoseralini.org/professor-seralini-replies-to-fct-journal-over-study-retraction/

http://publicationethics.org/files/retraction guidelines.pdf

http://www.testbiotech.de/en/node/972

http://www.examiner.com/article/scientitists-outraged-at-journal-retraction-of-gmo-rat-study

http://spherix.com/documents/pr111909–PlacementClosing.pdf



Bu yazının tamamı ilk olarak aysebereket.wordpress.com/ da yayınlanmıştır.
 

Eklentiler

  • $6-seralini-3 (1).jpg
    $6-seralini-3 (1).jpg
    46,1 KB · Görüntüleme: 837
ÇİMLENMİŞ PATATESTEKİ TEHLİKE

Patates (solanum tuberosum), besin değeri ve sağlık üzerindeki yararlı etkileri son yıllarda dikkat çekmeye başlamış olmakla birlikte alırken, saklarken ve tüketirken bazı koşullara dikkat edilmediğinde sağlık üzerinde ciddi zararlı etkileri de olabilen bir temel besin maddesidir.

Taze patatesin protein içeriği yumurta, fasulye ve soya fasulyesindeki protein içeriği kadar zengindir. Protein içeriğinin %40’ı “patatin” denilen proteindir. Patatinin duyarlı kişilerde alerjik reaksiyonlara yol açabildiği bildirilmişse de, patatesin pişirilmesi sırasında bu alerjenik özellik azalmaktadır.
Patates, ayrıca iki ana toksik madde içerir; solanin ve kakonin. Glikoalkaloitler olarak da bilinen bu maddeler esasen patatesi dış zararlara karşı koruyan maddelerdir. Bitkilerde, o bitkiyi böcek, mantar ve benzeri zararlı canlı veya maddelere karşı korumak amacıyla zehir özelliğinde değişik bileşikler bulunur. Kimi zaman yaralanma ve zedelenme durumlarında da bu maddelerin bitkideki düzeyi artar; dış zararlara karşı bitkiyi koruyan bir savunma mekanizması olarak görev yaparlar. Genellikle bu maddelerin bitkide bulunan miktarları insanı zehirlemek için yeterli olmaz. Ancak, fazla tüketime bağlı olarak hafif veya ağır zehirlenmeler görülebilmektedir.

Normal tüketim sırasında düşük miktarda alınan (2mg/kg) solanin ve katonin, mide bağırsak sistemi üzerinde bulantı, kusma, karın ağrısı, ishal gibi hafif mide bağırsak şikayetlerine neden olur. Bu etkiler birçok ilaç ve besin zehirlenmesinde görülen ortak etkiler olup, patates zehirlenmesine özgü belirtiler değildir. Daha yüksek dozlarda (3mg/kg ve üstü) tüketim, doğrudan sinir sistemini etkiler; bulantı ve kusmaya bronşlarda daralma ve terleme gibi belirtiler eşlik eder. Ciddi zehirlenmelerde ise felç, solunum güçlüğü, kalp yetmezliği, koma ve ölüme kadar giden ağır bir tablo ortaya çıkar.

Bir kg taze patates yaklaşık 100 mg solanin içermektedir. Toplandıktan sonra kötü depolama koşulları (ışık, yüksek ısı, nem, zedelenme vb) patatesteki solanin miktarının artmasına neden olur. Öyle ki, bu koşullardaki patateste solanin düzeyinin 500mg/kg’a kadar yoğunlaştığı gösterilmiştir. Öyle ki, normalde patates zehirlenmesi için bir seferde 4-6kg patates tüketilmesi gerekirken, bir yemek sonrasında bile solanin zehirlenmesinden ölüm bildirilmiştir.

Pişirme, kaynatma, fırınlama veya mikrodalga zararlı maddelerin zararını ve miktarını azaltmaz. Patatesteki glikoalkaloidler 190-285 C°’de bozunurlar. Glikoalkaloidler kabukta yoğunlaştığı için patatesi soyarak yaklaşık %30’unu uzaklaştırmak mümkündür. Ancak, filizlenmiş patateste yumruya da yayılmış olduğundan ne kadar derin soyulursa soyulsun yeterli olmayabilir.

Özellikle işlenmiş patates ürünleri, kızartılmış patates ve patates cipslerinde glikoalkaloid içeriğinin 720 mg/kg düzeyine vardığı bildirilmiştir. Çünkü, işlenmiş ürünlerde kullanılan gıda boyaları gibi katkı maddeleri (ör. Antosiyanin) yüksek oranda glikoalkaloid taşırlar. Dolayısıyla, kızartılmış ve işlenmiş patates tüketimi sağlık için daha zararlı etkilere sahiptir.


Hücre kültürü ve farelerde yapılan bir çalışmada normal dozlarda bile patateste bulunan zararlı alkaloidlerin mide bağırsak sistemi üzerinde istenmeyen etkilerinin olabileceği ve bağırsak epitel dokusunun bütünlüğünü bozarak enflamatuvar bağırsak hastalıklarını tetikleyebileceği bildirilmiştir. Gebe farelerde yapılan deneysel çalışmalarda ise, patateste bulunan glikoalkaloidlerin teratojenik etkileri gösterilmiştir. Filizlenmiş patates veya işlenmiş patates ürünlerini fazla tüketen kadınların bebeklerinde doğumsal bozuklukların olabileceği düşünülerek patates tüketiminde dikkatli olunmalıdır.

Sözün özü; Evlerde besinleri saklama koşullarına dikkat edilmeli, besinlerdeki herhangi bir renk değişikliği, küf oluşumu, filizlenme mevcutsa tüketilmemelidir. Özellikle çocuk ve yaşlıların besin zehirlenmelerine daha duyarlı olabilecekleri unutulmamalı, mümkünse patatesi eskiden olduğu gibi büyük miktarlarda değil bittikçe ve azar azar almalı, alırken patatesin sarı renkli, renk değişimine uğramamış ve filizlenmemiş olmasına dikkat edilmelidir.
http://www.haberx.com/cimlenmis_patatesteki_tehlike(19,w,12025,181).aspx
 
Sebze Suyu Ömrü Uzatıyor!

Günde tüketeceğiniz iki bardak sebze suyu; yediğiniz et, un, şeker ve işlenmiş gıdaların vücuda verdiği zararı azaltıp, sizi genç tutar.
Nişantaşı Üniversitesi Öğretim Üyesi, Biyokimya ve Anti-Aging Uzmanı Dr. Ayşegül Çoruhlu, "Tokuz Ama Açız" adlı yeni kitabında, sağlıklı beslenmeyle ilgili ezber bozan açıklamalar yaptı.
Örneğin bizler genellikle sebzeyi pişirerek yiyip, meyvenin suyunu içiyoruz. Dr. Çoruhlu ise, "Sağlıklı . yaşamda meyve ve sebzenin kesinlikle yeri tartışılmaz. Ancak meyveyi yiyin, sebzeyi için... Ne kadar sebze suyu içerseniz, ömrünüz o kadar uzar" diyor. İşte Çoruhlu' nun bu konudaki tavsiyeleri...
Kilo vermek hiç zor değil
Sebze suyu içerek, "insülin rezistansı" denilen ve kilo almaya neden olan durumdan çok hızlı kurtuluruz. Mönüye sebze suyu ekleyerek, daha çok kalori eklemiş görünsek de zayıflarız. Çünkü kilo sorunu, kalori sorunundan çok öte bir konudur. Hücrelerin duvarlarının sertleşmesiyle başlar. Bu sertleşmeyi vücutta biriken asitler ve serbest radikaller yapar. Sert ve kaim duvardan içeri yiyecek giremedikçe ve hücrenin aç kalması yüzünden sürekli kilo almaya meyil oluşur. Sebze suyundaki antioksidanlar bu sert duvarları yumuşatır. Sağlıksız besinler bile yesek, hücre aç kalmaz, bu arada kilo almaktan da kurtuluruz.
Çiğ tüketmek zordur ama...
Dünya genelindeki tıp otoriteleri, sağlığı en çok koruyan beslenme biçiminin; bol sebze tüketilen beslenme olduğu konusunda hemfikir.
Sebzeler bizim en doğru enerji kaynağımızdır. Çünkü enerjiye ihtiyacı olan biz değil, hücrelerimizdir.
Trilyonlarca hücremiz enerji üretirken en iyi yakıt olarak, sebze, meyve, tohum ve iyi yağları kullanır. Sebzeleri pişirmeden, çiğ olarak tüketmek aslında daha faydalı. Çünkü içlerindeki tüm enzimleri, vitaminleri, her şeyden önemlisi antioksidanları canlı kalmalıdır. Ancak günlük hızlı rutinimizin içinde bol bol sebze yemek hiç kolay değil. Hele sebzeleri çiğ olarak tüketmek, çok daha zor. Dolayısıyla sebzenin suyunu içmek daha akıllıca... Günde iki bardak sebze suyunun iyi gelmeyeceği hastalık yoktur. Uzun yaşamın en önemli sırrı da budur...
Vücudunuzun çöpçüsüdür
Ayrıca sağlığımız için doğru olan meyveyi yemek, sebzeyi içmektir... Meyveleri aç kamına, gün içinde kabuklu ve taze olarak tüketmeliyiz.
Sebzeler gün içinde ne kadar fazla tüketilirse o kadar faydalıdır. Örneğin yarım kilo ıspanak suyundan alacağımız, antioksidan, vitamin enzim ve protein çok fazladır.
Beslenmede amaç hücrelerimizi beslemek olmalı, midemizi değil. Çünkü hücrelerimiz en iyi performansı, alkali olduklarında çıkarıyor. Vücut sıvılarını alkali yapan (temizleyen) ise sebzelerdir. Alkalinin önemi ise; vücuttaki asitleri, yani çöpleri temizlemesidir...
Serbest radikal ile asit artıklar benzer şeylerdir ve vücut için zararlıdırlar. Bunları yok edenler ise, asidin
zıddı olan alkaliler ve antioksidanlardır. Bunlar da en çok sebzelerde bulunur. Sebzelerin renkleri koyulaştıkça daha çok asit temizleyebilirler. Çünkü içlerinde daha çok antioksidan vardır.
Özellikle yeşil ve mor sebzeler en yüksek iyileştirici değere sahip antioksidanları içerirler...
Sebze suyu içmek; etin de, unun da, işlenmiş gıdaların da, şekerin de vücutta yaptığı zararı azaltır. Kötü beslenmenin zararlarından kurtulmak için sebze suyu içmek şarttır.
Hangisi, neye iyi geliyor?
Mevsiminde her sebzenin bol tüketilmesi, her hastalığın şifasında, genç kalmakta ve kilo vermede etkilidir.
■ Sarı ve turuncu renkli sebzeler Hücre zarlarını korur.
■ Yeşil ve beyaz sebzeler: DNA tamiri yapar.
■ Mor renkli sebzeler: Bağışıklığı artırır ve ömrü uzatır.
Bu sebze sularına baharattan katmak da gerekir. Zerdeçal, zencefil, kırmızıbiber, tarçm gibi baharatlar karışımlara katılabilir. Keten tohumu, susam tohumu, çörek otu gibi baharatlar da günlük tüketilmelidir. Bu sulara Himalaya tuzu da ilave edilir.

Kaynak: http://www.guzellikhaber.com/saglik/...#ixzz2sfS2d2X7

www.guzellikhaber.com
 
Alıntı;

Hastalığınızın sebebi SİZSİNİZ

kitabın adı ‘Şifa Sende’.Son derece ilginç bir kitap.Yazarı bir hekim, Dr. Erhan Özer.Kendisi anestezi ve reanimasyon uzmanı.
İddiası, bütün hastalıkların kaynağının ya zihinsel ya duygusal alanımızda yaşanan çatışmalar olduğu.‘Kaynak’ sadece ‘beden’ değil, haliyle sadece ‘beden’i iyileştirmek de yeterli değil.Oysa, günümüz tıbbında çoğunlukla bu yapılıyor.İşte Erhan Özer’e göre, “Böyle yaparak sadece ‘semptomları’ yok ediyorlar ama ‘kaynak’ hala orada durmaya devam ediyor.”Ona göre ‘sistem’, duygulardan, düşüncelerden ve bedenden oluşuyor.“Siz kansere yakalandıysanız bunun bir sebebi var. Birden bire, kanserli hücre üretmedi bedeniniz. O kanserin sebebi, sizsiniz aslında. Sizin beyniniz, kafanız. Duygularınız ve düşünceleriniz. Kalp hastasıysanız da sebebi sizsiniz. Aklınıza gelen bütün hastalıkların kaynağını kendinizde arayacaksınız.”Neden hastalanıyoruz?- Hastalanıyoruz, çünkü duygusal ve düşünce alanında bir sürü çatışma yaşıyoruz. Ama daha çok duygusal alanda. O duygusal çatışmalar da kişiye göre değişiyor. Benim öfkelendiğime bir başkası, “Buna mı kızdın!” diyebiliyor. Nedeni araştırmaya kalktığımızda karşımıza bilinçaltı çıkıyor. Demek ki, bizi yönlendiren, bilinçaltındaki birikimler, hücresel kayıtlar. Eğer öfkeyle ilgili bir travmamız varsa, çok daha yoğun yaşıyoruz. Ya da üzüntüyle ilgili bir travmamız varsa, iki kat daha fazla üzülebiliyoruz. Yani duygusal çatışmalar, kaynak olarak bütün hastalıklar için bir numaralı veri… Kalp krizi ya da kanser gibi somut hastalıklar da dahil hepsinin sebebi duygusal! Kazalar, yaralanmalar, zehirlenmeler hariç. Burçlar gibi hastalıkları kategorize edip, genelleyebiliyorsunuz… - Evet aynen öyle. Burç gibi zaten. Mesela hayatınızdaki kişilerle yaşanan çatışmalar, ayrılıklar sağ memede tümör ya da sıkıntıya sebep olurken, anne ve çocukla ilgili dertler sol memeyi etkiliyor.Steve Jobs pankreas kanserinden öldü. Sebebi neydi o zaman?- Pankreas söz konusu olduğunda, ‘tat alma’yla ilgili bir sorun oluyor. Çünkü pankreas, vücuttaki şeker mekanizmasını yöneten organ. Pankreası etkileyen ne derseniz, obsesyon, takıntı. Bir de büründüğün kimliğin dışına çıkamamak, robot tarzı bir yaşam sürmek… Her pankreas kanserinin sebebi bu mudur? Genellemek doğru mudur?- Onu da söyleyeyim. Kanser dediğimiz zaman üç şeyin aynı anda ortaya çıkması gerekiyor. 1- Aşırı derecede dramatik olması. 2- Beklenmedik olması. 3- Sizi izolasyona götürmesi, yalnızlığa itmesi. Bu üç şık kanseri meydana getiriyor.İnsanlar kanserden ölüp gidiyor, nasıl bir mekanizma işliyor ki bu sonuç ortaya çıkıyor?- Duyguların, düşüncelerin yansıdığı organlar var. Mesela dert etmek, takıntı yapmak en çok mide-bağırsak sistemini vuruyor. Şu yüzden: Bir şeylerin üzerine fazla düştüğünüzde organ rezonansa giriyor, frekans bazında. Bize öğretilen tıp, hücreyle başlıyor. Evet, hastalanan hücre ama biz hastalığa hücre bazından bakmayacağız. Atom ve atom altı bazından bakabilirsek, o zaman işin içine duygu ve düşünceler de girebiliyor. Düşüncelerimizi etkileyen duygularımız. Düşünceyle her şeyi yaratabiliyoruz. Hatta, hücrenin atom altı parçacıklarını bozarak hastalık bile yaratabiliyoruz! Dolayısıyla, takıntı ve dert etme, mide ve bağırsak sistemini, öfke ve özellikle de hazmedilmemiş öfke karaciğer ve safra kesesini etkiliyor. Bakın, “Üzüntüden verem oldu” derler ya doğru, üzüntü de en çok akciğerleri ve hava alma sistemini etkiliyor. Korkular, böbreklerimizi ve mesane sistemimizi etkiliyor, endişeler bele vuruyor. Kalp sevgi alanımız…

YEDİ ELEKTROMANYETİK ALAN
E o zaman kalp krizinin sebebi, sevgisizlik mi?- Bizim ruhumuzla bağlantımız kalp. Kalbimizin açık olması gerekiyor. Biz, bu bedene kalple, entegre oluyoruz. O yüzden ‘açık kalpli’ ya da ‘kalbi kapalı’ deyimleri var. Sevgi enerjimiz, bizim yaşam kaynağımız. Bu noktada bir blokaj varsa, yani insan hayal kırıklıklarıyla, kalp kırıklıklarıyla, nefret duygularıyla, hayatında kendi kişiliğini sergileyemiyorsa, kendi rolünü oynayamıyorsa, kalbini kapatıyor. Bu sefer seçici davranıyor, ancak çok güvendiklerine kalbini açıyor, böyle bir durumda kalp beslenemiyor. Bu, daha çok otoriter kişilerde gözleniyor. Mesela kalp krizi, askerlerde daha çok görülüyor. Otorite, hiyerarşi, arzu ettikleri sevgiyi gösterememe sonucunu doğuruyor. Yani ‘sevgi alanı’nı kapattığınız zaman, kalbinizi de kapatıyorsunuz. Kalp kapandığı zaman kalp hastalığı riski doğuyor. Klasik tıpçılar, “Bütün bunlar palavra!” demez mi? - Diyebilirler, yapabileceğim bir şey yok. Ama biz tıbba, hücre bazından değil, atom altı açısından bakıyoruz. O zaman bu açıklamalar anlam kazanıyor. Vücudumuz, yedi elektromanyetik alandan oluşuyor. Yedi farklı rezonans... 45 hertz’den 100 hertz’e kadar. Her bölümün organları da, o organların etkilendiği duygular da farklı. Etkilendiği renk ve ses de... Kimi ‘do’ frekanslarından rezonansa girerken, kimisi ‘si’den alıyor. Tedaviyi de ona göre yapıyoruz. Yaşanan her duygusal çatışma, vücudun sigorta sistemini alarma geçiriyor. Nasıl ki evde sigorta sistemi var, aşırı yüklenme söz konusu olduğunda kendini korumak için ‘şak’ kapanır, vücudumuzda da aynı sistem işliyor.Nasıl yani? ‘Hastalık’, aslında vücudun bizi kurtarmak için verdiği bir alarm mı!- Tam isabet! Vücudumuz, elektromanyetik dalgalar, çevre kirlilikleri, yediklerimiz, içtiklerimiz yüzünden sürekli taarruz altında. İçeride çok büyük bir savaş veriyor ve hayati organlarımıza zarar gelmesin diye zaman zaman ‘blokaj’ yapıp, sigortaları kapatıyor. Evrensel sistem, bizim sürekli yaşamamızı istiyor, buna göre programlanmış. Ama bu blokajlar oluşunca da, kalıcı oluyor. İşte ‘kronik ağrı’ların ortaya çıkmasının sebebi de bu. İyileşememe nedeni de o sigortaların açılmaması. Birinin açması gerekiyor…O siz mi oluyorsunuz?- Evet ben oluyorum! Mesela akupunktur, blokajları açmak için kullanılan yöntemlerden biri. Kullanılan iğne, aslında bir anten, bir alıcı. Ve siz, ilgili noktalara o iğneyi taktığınız zaman, evrensel frekanslarla uyumlu hale getiriyorsunuz. Vücudunuzun içindeki bütün organlar, bütün hücreler, aslında birer alıcı-verici olarak çalışıyor. Aslında vücut, bir ‘hücresel elektrik sistemi’. Bu yüzden de frekans tedavileri gelişiyor.

İÇ HEKİM HER ŞEYİ ONARIYOR

Ne işe yarıyor bu frekans tedavileri?- Bloke edilen sigortaların açılmasına yarıyor. Çünkü o blokajlar, hastalıkların da kaynağı. Bir sürü hastalığa yol açıyor. Blokaj açıldığında ne oluyor? Vücutta enerji akışı başlıyor. İşte iyileşmenin sırrı bu: En büyük tedaviyi, vücudun kendisi sağlıyor. Hücre, kendi kendini onarıyor. Biz buna, ‘iç hekim’ diyoruz ve iç hekim her şeyi orijinal haline getirebiliyor. Yeter ki blokaj olmasın, sigortalar açılsın, enerji balansı sağlansın. Ne var ki, sigortayı açmak da tek başına yeterli değil. Aynı zamanda sigortayı kapatan o nedeni de ortadan kaldırmak gerekiyor. Nedeni ortadan kaldırmazsanız, açıldıktan bir süre sonra tekrar kapanır. İşte o neden de, ‘duygusal çatışma’… Peki bu duygusal çatışmaların çözümü için konuşmak, terapi gerekmiyor mu?- Hayır. Söz konusu olan bir enerji sistemi. Siz o insanı, evrensel frekanslarla uyumlu hale getirdiğiniz zaman, otomatik olarak gerçekleşiyor. Sadece onu uyarmanız gerek: “Sen şu konularda böyle bir hata yapıyorsun” ya da “Kimseye güvenmiyorsun” ya da “Aşırı öfkelisin o yüzden yapıyorsun” ya da “Kendini sevmiyorsun” gibi. Bunları söylemek zorundayız, çünkü insanın özgür iradesi var. İstemediği taktirde kendini kapatıyor, doktor da içeri girip tamirat yapamıyor.Tedavi ettiğiniz kanser hastaları oldu mu?- Bir sürü…Sonuç aldınız mı?- Aldım tabii. Kitabımda da, Kansersiz Yaşam Derneği Başkanı Dida Kaymaz’ın yazısı var. Kanseri karaciğere sıçramıştı. Altı ay ömür biçmişlerdi, şu anda yedinci yılında. Karaciğeri bozan duygusal çatışmayı yok ettiğiniz zaman... Ne demiştik karaciğer kanseri için? Hazmedilmemiş öfkeler, mertebe kaybı... İşte bu korkuları giderirseniz sorun kalmıyor.Peki koskoca Steve Jobs sizin yaptığınız tedavilerden habersiz miydi?- Bence habersizdi. Bilseydi denerdi. Bu anlattıklarım çok yeni. Tıp Fakültelerinde resmi olarak öğretilmiyor henüz. Benim de bu ‘Şifa Sende’ kitabının yazmamın nedeni bu sistemi tanıtmak…

VÜCUT KENDİNİ ONARABİLEN BİR TASARIM

Her kanserde etkili olabiliyor musunuz?- Hayır. Bazı sınırlamalar var. Terminal (son) dönem olmayacak. Bir de bir frekans alışverişi söz konusu. Hastanın hekimine güvenip, bilinçaltını açması gerek. Artık kendi haline bırakılmış, düşünme kabiliyetini kaybetmiş hastalara bir şey yapamam.Peki sizce neden insan ölümsüz olmuyor?- O mümkün değil. Yaradan, hücrelerimize ‘telomer’ dediğimiz bir format koymuş. Bir amino asit. Kromozomların uçlarındaki telomerler kum saati gibi geriye doğru akıyor. Yani siz isteseniz de, istemeseniz de bir ömrünüz var. Ama hayat kalitenizi, elektromanyetik frekanslar ve evrensel yasalarla uyumlu hale getirmeniz sayesinde, telomerin aşınması yavaşlıyor. O zaman daha uzun yaşamanız mümkün oluyor. Nilüfer’e ne yaptınız?- Anlattığım bütün tedavileri uyguluyoruz, blokajlarını açıyoruz.Kim sağlıklı, kim hasta?- İnsanlar depresyon hapı, kolesterol ilacı, ağrı kesici, tansiyon hapı kullanıyor sonra da, “Sağlıklıyım” diyor. Bu kadar ilaç kullanırken kendinize sağlıklı diyemezsiniz.
YAPAY MUTLULUK HALİ
Etrafımda bir sürü antidepresan alan var…- Ben öyle kafadan antidepresan alınmasına da karşıyım. Biz, ruhumuzu geliştirmek için dünyaya geldik. Yapamadığımız zaman hastalanıyoruz. Antidepresan alanlardaki ‘yapay mutluluk hali’, ruhsal tekamülün durduğunu gösteriyor. İleride, daha da kötü şeylerin habercisi olabilir.Vücudun kendi kendini onarabilen bir tasarım olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?- Elinizi kestiğinizde, yarayı temizler tentürdiyot sürer ve yarayı kapatırsınız, bir hafta sonra bakarsınız iyileşmiştir. Vücut en kötü yaraları bile iyileştiriyor. Kitabınızda bir de ‘hücrenin asitlenmesi’nden bahsediyorsunuz. Ne oluyor yani?- Artık doğal yaşam formundan çok uzaklaştık. Yediklerimizdeki bir sürü madde, GDO’lu gıdalar, donmuş etler vücudun asidik etkisini arttırıyor.N’apacağız peki?- Yapılacak şey şu, beslenirken mümkün olduğu kadar asit-baz oranını dengelemek. Mesela tükettiğimiz asitin üç-dört misli bazik gıda yemek. 100 gram et yediyseniz yanında mutlaka 300-400 gram salata olacak. Ben sebze, salata ve tavuk çok yiyorum. Eti çok az yiyorum. Balığı seviyorum. Onun dışında mutlaka Himalaya tuzu kullanıyorum. Normal tuzda sodyum klorür var. Aşırı klorüre yüklendiğimiz zaman böbrekleri yoruyoruz. O olmazsa deniz tuzu, kaya tuzu… Bu asitlenme sorununa karşı yapılabilecek bir şey var mı?- Sabahları bir bardak suya bir tatlı kaşığı karbonat koyun için. Akşam yatarken de birkaç damla elma sirkesi konmuş bir bardak su içerseniz asitlenme sorununu çözmüş olursunuz. Onun dışındakiler bildiğiniz şeyler: Sağlıklı besleneceğiz. Bol su içeceğiz. Aktif yaşayacağız. Spor yapacağız. Ruhumuzu beslemeyi öğreneceğiz. Korkular sevgiyi yok ediyor, korkuları ve endişelerimizi azaltacağız. Bağımlı olmayacağız, kendimiz olacağız. Hayattan tat almaya bakacağız. Öfke kontrolünü öğreneceğiz. Duygularımız konusunda yalan söylemeyeceğiz, kendimizi iyi hissetmiyorsak, “Ben iyiyim” demeyeceğiz. Çocuklarımızı, “Büyüklerini sayacaksın, küçüklerini seveceksin” diye yetiştirmekten vazgeçeceğiz çünkü o zaman kendilerini sevmeye sıra gelmiyor! Onlara hep, “Sen özelsin, sen değerlisin!” diyeceğiz. Ve değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabulleneceğiz. Sistemin, negatif enerjiyi toprağa bırakabilmesi için bu şart.
 
Eki Görüntüle 924366 Eki Görüntüle 924366


Çocukların yediği muhallebi, tatlı, pasta,büskvide kullanlan E122 gıda boyası troid kanserine yol açtığndan ABD, Avustralya'da yasaklanmış..


Bizde...
Gelsin H3N3 ve sıradakiler!

Gıda Üretiminde Kullanılan Katkı Maddeleri

Bugün toplam 3 bin 500 cins katkı maddesi dünya piyasasında gıdalarımıza katılmak üzere pazarlanmaktadır. Bu maddelerin pek çoğunun kanserden tutun, beyin hücrelerini tahribata varıncaya kadar çeşitli zararları tespit edilmiştir.
20/08/2011 - 11:34
Pazarlamayı kolaylaştırmak amacıyla gıdalara ilave edilen kimyasal maddeler, katkı maddeleridir. Gıdanın biyolojik değerini düzeltmek için kullanılmasına izin verilir. Katkı maddelerinin kullanılma amaçları şunlardır:

• Besin değerini korumak ve geliştirmek için.
• Renklendirici olarak, gıda maddelerinin göze hoş görünmesi için.
• Tatlandırmak için.
• Damağa lezzet vermek için kullanılan vanilya gibi aromalar.
• Koyulaştırıcı olarak jelatin vs.
• Normalde birbirlerine karışmaya veya zor karışan maddeleri birbirine bağlayıcı olarak, bu maddelerin emilsiyonunu kolaylaştırmak için (Lesitin v.s)
• Gıdaların bayatlama, kokuşma, bozulma olaylarını geciktirmek için.

Alışveriş sırasında aldığımız gıdaların, ürünlerin üzerinde yazılı olan kodların belli karşılıkları vardır ancak çocuklarımızın ve kendimizin sağlıklı gelişimini sağlamak için iyi bir etiket okuyucusu olmamız gerektiğini de unutmamak gerekiyor.

Katkı maddeleri belli ürünlerde ve izin verilen oranlarda kullanıldığında sağlık için bir tehlike olmaktan çıkıp, koruyucu bir etki gösterir. Buna rağmen Emülgatörler mutlaka incelenerek kullanılmalıdır.

Kullanılmasına izin verilmesine rağmen bazı ülkeler aşağıdaki katkı maddelerinin tüketimi yasaklamıştır.

E102 : Sarı renkli olan gıda boyası, renkli içecek, tatlı, reçel, tahıl,çerez, konserve balık ve hazır çorbalarda kullanılır. Çocuklarda hiperaktiviteye neden olabilir. Aspirine duyarlı kişiler kullandığında alerjik reaksiyonlar gözlenmiştir. Norveç ve Avusturya’da kullanımı yasaklanmıştır.

E110 : Sarı renkli gıda boyasıdır. Pasta, tatlı, dondurma, içecek, konserve, balık ve şuruplarda kullanılır. Karın ağrısı, alerji ve hazımsızlık sorunlarına neden olabilir. Norveç ve Fillandiya’da yasaklanmıştır.

E122: Kırmızı renkli gıda boyasıdır. Şekerleme, jöle ve pastalarda kullanılan bu madde, astım hastalarında alerjik reaksiyonlara neden olabilir. İsveç, Avusturya ve Norveç’te yasaklanmıştır.

E123 : Kırmızı renk veren gıda boyasıdır. Pasta, hazır çorba, jöle, dondurma ve ketçaplarda kullanılan bu katkı maddesi astım, hiperaktivite ve egzamaya neden olabilir. Avusturya, Rusya ve Norveç’te yasaklanmıştır.

E129 : Kırmız renk veren gıda boyasıdır. Tatlılar, içecekler ve garnitürlerde kullanılır. Farelerde yapılan deneylerde kansere rastlanmıştır. Danimarka, Belçika, Fransa, Almanya, İsviçre, İsveç, Avusturya ve Norveç’te yasaklanmıştır.

E210, 211, 212, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219 (Benzoatlar) : Sos, ketçap, mayonez, reçel, peynir, meyve suları ve pek çok üründe koruyucu olarak kullanılan maddelerdir. Astım, sinirsel bozukluk, deri döküntüleri ve hiperaktiviteye neden olduğu iddia edilmektedir.

E220, 221, 222, 223, 224, 226, 227, 228 (Sülfitler) : Bira, kurutulmuş meyveler, meyve suları ve sirkede koruyucu olarak kullanılır. B1 vitamini yok eder. Astım ve alerjik hastalıklara neden olabilir.

E250, 251 (Nitratlar) : Salam, sucuk, sosis gibi et ürünlerinde koruyucu olarak kullanılır. Katkı maddelerinin en çok tartışılanlarıdır. Kanın oksijen taşıma yeteneğini azaltırlar.

E320 : Gıdalardaki istenmeyen koku, aroma, tat değişiklikleri, enzimatik kararma ve renk kaybını önlemek, ayrıca besinlerin raf ömürlerini artırmak için özellikle yağlarda ve yağlı besinlerde kullanılır. Japonya’da kullanımı yasaklanmıştır.

E621 : Bir çok restoranda ve gıda imalathanelerinde lezzet artırıcı olarak kullanılır. Kanser, mide rahatsızlıkları, kronik hepatit, sinir sistemi enfeksiyonları gibi hastalıklarla ilişkilendirilmektedir. Daha çok Çin ve Türk mutfağında tüketilir.

E951 (Aspartam) : Yapay tatlandırıcı olarak kullanılır. Baş ağrısı, kanser, migren ve hiperaktivite ile bağlantısı olduğu ileri sürülmüştür.

E 954 (Sakarin) : Diyet şekeri olarak bilinir. Mesane kanserine neden olduğu ve böbreklere zarar verdiği ileri sürülmektedir.

Hayvansal Olan Katkı Maddeleri

E441 (Jelatin) : Domuz, sığır ya da diğer hayvanların deri ve kemiklerinden elde edilir.

E542 : Tamamen hayvan kemiklerinden elde edilir.

E631 : Hayvanların etinden yada sardalyadan elde edilir.

E120: Kırmızı etten elde edilir.

E904 : Böceklerden elde edilir.

E920: İnsan veya hayvan kılından elde edilir.

E Kodunun Tanımı

Gıda ambalajlarının üzerine uzun olan kimyasal isimlerin yazılması zor olacağından, gıda katkılarına uluslar arası kodlar verilmiştir. “E” kodu “Europan” kelimesinin baş harfi olup, katkının Avrupa Birliği’nin ilgili komitesi EC – Scientific Committe on Food tarafından onaylandığını ifada eder. Başka bir deyişle, “gıdanın içinde bulunan katkının yapılan incelemelerden sonra kullanılmasına izin verilmiştir” anlamını taşır.

Kaynaklar
- Dr. Müh. Hüseyin Kamil Büyüközer, Yeniden Gıda Raporu, İstanbul, 2007
- Prof. Dr. Ahmet Maranki & Elmas Maranki, Mozaik Yayınları,Kozmik Bilim Işığında Şifalı Bitkiler, İstanbul, 2008

E 920 ve E 921 leri bugün tesadüfen öğrendim ve midem bulandı. İşin kötü tarafı bütün unlarda varmış maalesef . Yediğimiz unlu gıdalarda domuz,insan ve tavuk kılından elde edilen bu gıda ajanları (e 920 - e 921 )kullanılıyormuş. :47: Ne yiyeceğiz ?
 
E 920 ve E 921 leri bugün tesadüfen öğrendim ve midem bulandı. İşin kötü tarafı bütün unlarda varmış maalesef . Yediğimiz unlu gıdalarda domuz,insan ve tavuk kılından elde edilen bu gıda ajanları (e 920 - e 921 )kullanılıyormuş. :47: Ne yiyeceğiz ?

jelibon yemeyeli ne kadar süre oldu hatırlamıyorum bile :31:
nurlum hanım, ben gimdes sertifikalı selva un almaya başladım bu kıl olayını öğrendikten sonra.
tabi siz istanbuldasınız. en lezzetlisinin alaybeyi olduğunu okumuştum, özellikle hobi olarak ekmek yapanlardan. alaybeyi nin de sertifikası var.
 
jelibon yemeyeli ne kadar süre oldu hatırlamıyorum bile :31:
nurlum hanım, ben gimdes sertifikalı selva un almaya başladım bu kıl olayını öğrendikten sonra.
tabi siz istanbuldasınız. en lezzetlisinin alaybeyi olduğunu okumuştum, özellikle hobi olarak ekmek yapanlardan. alaybeyi nin de sertifikası var.

Cok tesekkür ederim :16: İnanasi gelmiyor insanın , öğrenince şok geçirdim diyebilirim .
Ben jelibon konusunda şansliyim sevmiyorum .
Marketten , fırından bisküvi , gofret , simit vs hic almiyor musunuz? Nasil yapıyorsunuz şaşırdım kaldım .
 
Cok tesekkür ederim :16: İnanasi gelmiyor insanın , öğrenince şok geçirdim diyebilirim .
Ben jelibon konusunda şansliyim sevmiyorum .
Marketten , fırından bisküvi , gofret , simit vs hic almiyor musunuz? Nasil yapıyorsunuz şaşırdım kaldım .

rica ederim :) normalde benim görüşüm (eşimle ortak anlaştığımız bir görüş) tadelle (helal sertifikası var diye) dışında ambalaj ürünü almamak.
tabi eşim arada kendini unutup atıyor sepete, ben de asgari düzeyde izin veriyorum.
bunu genelde evde tatlı veya benzeri bir şey olmadığında yapıyor. onun için evde sağlıksız olsa da tatlı veya hamurişi bulundurmaya özen gösteriyorum. aldığı ürünlerin içindekilere bakıp, E ile başlayan bir şey yoksa onay veriyorum.
elimizden ne gelirse artık :ssz:
tavuktan da soğudum okuduğum şeylerden sonra.
eve almıyorum okuduğumdan beri.
dışarda bir kere yemek zorunda kaldım maalesef :31:
 
rica ederim :) normalde benim görüşüm (eşimle ortak anlaştığımız bir görüş) tadelle (helal sertifikası var diye) dışında ambalaj ürünü almamak.
tabi eşim arada kendini unutup atıyor sepete, ben de asgari düzeyde izin veriyorum.
bunu genelde evde tatlı veya benzeri bir şey olmadığında yapıyor. onun için evde sağlıksız olsa da tatlı veya hamurişi bulundurmaya özen gösteriyorum. aldığı ürünlerin içindekilere bakıp, E ile başlayan bir şey yoksa onay veriyorum.
elimizden ne gelirse artık :ssz:
tavuktan da soğudum okuduğum şeylerden sonra.
eve almıyorum okuduğumdan beri.
dışarda bir kere yemek zorunda kaldım maalesef :31:

Tadelle aklımda olsun tesekkurler :21: Gofret , rulokat cok severim . Evdekiler atılmalı bu durum da :(
ekmek kendiniz mı yapıyorsunuz ? Unda sorun var çünkü üstelik belediyelerin unları dahi öyle imiş
. Esim benim kadar hassas davranmıyor maalesef . Kendimiz icin dikkat ederiz de cocuklar icin nasıl önüne geçecegiz. Nasıl bi zaman da yasıyoruz . Elimize neye atsak icinden pis bir şey çıkıyor .

Ben tavuk yemeyeli 4 yıl falan oldu. Aramıyorum artık , aklıma dahi gelmiyor .
 
Tadelle aklımda olsun tesekkurler :21: Gofret , rulokat cok severim . Evdekiler atılmalı bu durum da :(
ekmek kendiniz mı yapıyorsunuz ? Unda sorun var çünkü üstelik belediyelerin unları dahi öyle imiş
. Esim benim kadar hassas davranmıyor maalesef . Kendimiz icin dikkat ederiz de cocuklar icin nasıl önüne geçecegiz. Nasıl bi zaman da yasıyoruz . Elimize neye atsak icinden pis bir şey çıkıyor .

Ben tavuk yemeyeli 4 yıl falan oldu. Aramıyorum artık , aklıma dahi gelmiyor .

içindekilerde E ile başlayan maddeler var mı? Eti'nin hoşbeşti galiba, onda yok diye hatırlıyorum ama :44:
ekmek yapma makinem var, kendim yapıyorum. zaten az tüketmeye (ve tükettirmeye :9:) çalıştığımdan az yapıyorum.
akşamlar çok az çıkartıyorum. kahvaltı için yapıyorum genelde.
bazı aileler çocuklarına çok güzel öğretiyor, nasıl yapıyorlar bilmiyorum ama. facebookta hassas anne grubu var, orda okuyorum.
çocuğa hazır gıda versen bile almıyor, anne sağlıksız bunlar diyorlarmış :53:
yani başaranlar var...

diğer helal sertifikalı firmalar için
helalgidasertifikası.info adresine bakabilirsiniz. abur cubur olarak tadelle ve afia var sadece maalesef :30:
afia da çok pahalı, krem şanti almak istediğim için baktığımda gördüm :44:
 
Back