• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.

Şekeri bırakmak için 66 neden

British Medical Journal'da yeni yayınlanan bir makalede "Şeker tütün kadar tehlikeli, zarar verici ve bağımlılık yapıcı olduğu için uyuşturucu sınıfına sokulmalıdır" diyor. İşte şeker yememek için 66 neden:


Gözünüzün önüne yeğeninize, çocuğunuza "hediye ettiğiniz" çikolatalar, gofretler mi geliyor? İnsanı sigaraya, uyuşturucuya en yakınları alıştırır. Çocukları da "şeker isimli zehire" anne-babaları alıştırıyor en önce.
Şekerin vücudunuza zararları
Fazla şeker tüketmek kan şekerini çok çabuk artırıyor ve pankreas aşırı insülin salgılıyor. Buna "metabolik sendrom" deniyor. İnsülin, şekeri regüle ettikten sonra fazlasını yağ olarak depoluyor. Kan şekerindeki ani düşüşse sürekli acıkma hissine ve yemeye yol açıyor.
Diş çürümesi başta olmak üzere, obezite, diyabet, kalp ve dolaşım hastalıkları, böbrek taşları, kanser, hipertansiyon, felç, ülser, astım, romatizma, kronik yorgunluk sendromu ve kemik erimesine neden oluyor.
Kan dolaşımıyla vücudun her tarafına taşınan şeker özellikle de göbek, kalçalar, göğüsler ve bacağın üst kısmında toplanıyor. Bu bölgeler de dolduğunda, yağ asitleri kalp ve böbrek gibi aktif organlara dağılıyor. Bu organlar gittikçe yavaşlıyor ve sonuçta dokuları bozularak yağa dönüşüyor.
Bağışıklık sistemi zayıflıyor. Vücut soğuk, sıcak veya mikroplara karşı koyamıyor.
Her yerde "şeker" var
Kek, pasta, baklava gibi tatlı yiyeceklerin içinde şeker olduğunu zaten biliyoruz. Tehlikeli olan gelişme, şekerin artık yerli yersiz neredeyse bütün hazır gıdaların içine koyulur hale gelişi... Bebek maması, mısır gevreği, sosis, mayonez, ketçap, pizza, hamburger ekmeği, kola, hazır meyve suyu gibi gıdalar şekerle tüketici gözünde daha çekici hale getiriliyor. Doğuştan tatlıya yatkınlığı olan insanoğlu da, farkında olmadan bu çekime kapılıyor ve satışlar artıyor. Gittikçe daha fazla satın alıyor, daha yiyoruz bu gıdaları.
Çocuklar ve bebekler için çok sakıncalı
Özellikle bebek mamasında bile şeker olması, çocukların beslenme zevkinin bir ömür boyu yanlış bir yolda gitmesine neden oluyor. Günümüzde artan aşırı şişmanlığını sorumlularından biri de bebekken tanışılan şeker olsa gerek. Bebek mamasında anne sütüne oranla yüzde 60 daha fazla şeker bulunuyor!
Şekerdeki genetik risk
Şekerle ilgili çok önemli başka bir tehlike daha var. Genetiğiyle oynanmış mısırdan "mısır şekeri" üretiliyor. "Nişasta bazlı sıvı şeker" de denilen bu "oynanmış" şeker, çikolata, gofret, gazlı içecek, baklava, mısır gevreği gibi endüstriyel gıdalarda en çok kullanılan şeker türü. Genetiğiyle oynanmış gıdalar ise, başlı başına sayfalarca yazı yazılabilecek bir konu. Doğal halinde değil, insan eliyle "oynanmış" genlere sahip yiyecekler yediğimizde, bizim vücudumuzda da genlerimizi ilgilendiren değişiklikler olabileceğinden korkuyor bilim adamları. Günümüzde yaygınlaşan besin alerjileri, kanser gibi rahatsızlıkların nedenlerinden biri olduğu düşünülüyor
Şekerin gizli isimleri
Yiyeceklerin "içindekiler" listesinde şekerin farklı isimlerle gizlenmiş olduğunu görebilirsiniz. Bu isimler ne mi? Sakaroz, esmer şeker, mısır şurubu, nişasta bazlı sıvı şeker, dekstroz, sorbitol, mannitol, xylitol, früktoz, meyve şurubu, glikoz, glikoz şurubu, bal, invert şeker, laktoz, maltoz, akçaağaç şurubu, melas, şeker şurubu, turbinado, amazake.
Şeker yememek için 66 neden
1. Şeker kanser hücrelerinin en çok sevdiği şeydir.
2. Şeker bağışıklık sisteminizi zayıflatabilir.
3. Şeker vücudunuzun mineral dengesini bozabilir.
4. Şeker çocuklarda hiperaktivite, endişe, dikkat bozukluğu ve huysuzluğa sebep olabilir.
5. Şeker çocuklarda uyuşukluğa sebep olabilir.
6. Şeker çocukların okul başarısını olumsuz etkileyebilir.
7. Şeker trigliserit seviyesinde belirgin bir artışa sebep olabilir.
8. Şeker bakteri enfeksiyonlarına karşı savunma sistemini zayıflatabilir.
9. Şeker böbreklere hasar verebilir.
10. Şeker krom eksikliğine yol açabilir.
11. Şeker bakır eksikliğine yol açabilir.
12. Şeker kalsiyum ve bakır emilimini engeller.
13. Şeker meme, yumurtalık, prostat ve rektum kanserine yol açabilir.
14. Şeker kadınlarda daha büyük risk oluşturmak üzere, kolon kanserine sebep olabilir.
15. Şeker safra kesesi kanseri için risk faktörü olabilir.
16. Şeker gözleri bozabilir.
17. Şeker serotonin seviyesini yükseltir; bu da kan damarlarını daraltabilir.
18. Şeker Hipoglisemiye sebep olabilir.
19. Şeker midenin asidik olmasına yol açabilir.
20. Şeker çocuklarda adrenalin seviyesini artırabilir.
21. Şeker koroner kalp hastalığı riskini artırabilir.
22. Şeker ciltte kuruma ve saç beyazlamasına yol açarak yaşlanma sürecini hızlandırabilir.
23. Şeker alkol bağımlılığına yol açabilir.
24. Şeker diş çürüklerini artırabilir.
25. Şeker kilo alımı ve aşırı şişmanlığa katkıda bulunabilir.
26. Yüksek miktarda şeker yemek Crohn's hastalığı ve ülseratif kolit riskini artırır.
27. Şeker kireçlenmeye sebep olabilir.
28. Şeker astıma sebep olabilir.
29. Şeker mantar enfeksiyonlarına sebep olabilir.
30. Şeker safra taşı oluşmasına yol açabilir.
31. Şeker böbrek taşı oluşmasına yol açabilir.
32. Şeker istemik kalp hastalığına yol açabilir.
33. Şeker apendisite yol açabilir.
34. Şeker Multipl Skleroz (MS) hastalığının belirtilerini şiddetlendirebilir.
35. Şeker dolaylı olarak hemoroide yol açabilir.
36. Şeker damarlarda varise yol açabilir.
37. Şeker osteoporoz oluşumuna katkıda bulunabilir.
38. Şeker salya asiditesine katkıda bulunabilir.
39. Şeker insülin sensitivitesinde düşüşe sebep olabilir.
40. Şeker glikoz toleransının düşmesine sebep olur.
41. Şeker büyüme hormonunu azaltabilir.
42. Şeker toplam kolesterolü artırabilir.
43. Şeker sistolik kan basıncını artırabilir.
44.Şeker gıda alerjilerine sebep olur.
45. Şeker diyabet oluşumuna katkıda bulunabilir.
46. Şeker hamilelikte kan zehirlenmesine yol açabilir.
47. Şeker çocuklarda egzama oluşuma katkıda bulunabilir.
48. Şeker kardiyovasküler hastalığa sebep olabilir.
49. Şeker DNA yapısını bozabilir.
50. Şeker katarakta sebep olabilir.
51. Şeker amfizeme sebep olabilir.
52. Şeker ateroskleroza sebep olabilir.
53. Şeker serbest radikal oluşumuna sebep olabilir.
54. Şeker enzimlerin işlevselliğini düşürür.
55. Şeker karaciğer hücrelerinin bölünmesine sebep olabilir; bu da karaciğerin boyutlarını büyütür.
56. Şeker karaciğerde yağ miktarını artırabilir.
57. Şeker karaciğerde patolojik değişimlere yol açabilir.
58. Şeker pankreasa zarar verebilir.
59. Şeker kabızlığa sebep olabilir.
60. Şeker miyopluğa sebep olabilir.
61. Şeker hipertansiyona sebep olabilir.
62. Şeker migren de dahil olmak üzere baş ağrılarına sebep olabilir.
63. Şeker beyin dalgalarını artırabilir; bu da beynin düşünme kabiliyetini zayıflatır.
64. Şeker depresyona sebep olabilir.
65. Şeker hormonal dengesizliğe sebep olabilir.
66. Şeker Alzheimer hastalığı riskini artırabilir.



Kaynak:

Şekeri bırakmak için 66 neden - Sağlıklı Yaşam Haberleri
 
Son düzenleyen: Moderatör:
Vitaminler Neye Yarar?

Folik Asit: Bir çeşit B vitaminidir. Yeşil sebzelerde, bira mayası, karaciğer ve yumurtada bulunur. Eksikliğinde kansızlık, halsizlik, kas ağrıları gözlenir.

Vitaminler enerji içermedikleri gibi vücudun yaşamı için önemli biyokimyasal olaylarda görev alırlar. Eksiklikleri kansızlık, görme bozukluğu, uykusuzluk gibi pek çok soruna yol açar. Memorial Etiler Tıp Merkezi Dahiliye Bölümü’nden Uz. Dr. Murat Görgülü vitamin eksikliğine bağlı olarak görülen rahatsızlıkları sorduk...

A VİTAMİNİ: Eksikliğinde özellikle gece körlüğüyle birlikte cilt, tırnak ve saçlarda problemler görülür. Bu problemlerin sizde görülmesini istemiyorsanız havuç, ıspanak, marul gibi yeşil yapraklı sebzelerle birlikte, portakal, erik gibi meyveleri de bol miktarda tüketmeniz de fayda var.

D VİTAMİNİ: Eksikliğinde çocuklarda “raşitizm” denilen ağır kemik gelişim bozukluğu, yetişkinlerde ise “osteomalazi” adı verilen kemik hastalıkları görülüyor. Süt, süt ürünleri ve balık tüketimi bu hastalıklarda uzak durmanızı sağlayacaktır.

E VİTAMİNİ: Kuruyemişlerde ve sıvı yağlarda bulunur. Antioksidan etkisi olduğundan kansızlık oranını minimuma düşürür.

C VİTAMİNİ: Eksikliğinde diş eti hastalıkları, ciltte bozulma, yaraların geç kapanması gibi sorunlara çok sık rastlanıyor. Bunların başınıza gelmemesi için özellikle turunçgiller dediğimiz portakal, greyfurt, mandalina ve limonla birlikte yeşil sebzeler ve patates tüketilmeli.

K VİTAMİNİ: Yeşil sebzelerde, çayda ve karaciğerde, bir miktarda bağırsak bakterileri tarafından üretilir. Kimimize göre bu besinler çok lezzetli görünmeseler de kanın pıhtılaşmasında çok büyük rolleri var.

B1 VİTAMİNİ: Yumurta ve karaciğerde bulunur. İştahsızlık, kas güçsüzlüğü ve cilt hastalıklarından uzak durmak istiyorsanız, yeterli miktarda B1 vitamini almalısınız.

B2 VİTAMİNİ: B2 vitaminiyle kansızlık, ağız kenarı yaraları, sinir hastalığı ve cilt hastalıklarından uzak durabilirsiniz. Tabi ki yeterince tahıl ürünleri, et ve karaciğer tükettiğiniz sürece.

B3 VİTAMİNİ: Et, balık ve kuruyemişte bulunur. Eksikliğinde “pallegra” denilen cilt ve sinir hastalığı görülür. Ayrıca sindirim bozukluklarına da sık rastlanır.

B5 VİTAMİNİ: Günlük hayatımızda yaşadığımız yorgunluk, kas ağrıları, güçsüzlük kalpte çarpıntı gibi rahatsızlıkları azaltıyor. Bunlarla beraber beslenme bozukluğu, kas erimesi, uykusuzluk, stres egzama ve alerji gibi cilt hastalıklarından kurtulmada önemli bir rolü var. Bu problemlerden kurtulmak için karaciğer, yumurta ve baklagilleri bol bol tüketmekte yarar var.

B6 VİTAMİNİ: Protein metabolizmasının temel vitaminidir. Et, sebze ve tahıllarda bulunur. Güçsüzlük, kansızlık ve kas ağrılarını azaltmanın yolu bu besinleri tüketmekten geçiyor.

B12 VİTAMİNİ: DNA metabolizmasının temel vitaminidir. Eksikliğinde kansızlık, sinir sisteminde bozulma, dengesizlik görülür. Kırmızı et ve karaciğerde bol miktarda bu vitamin vardır.

Folik Asit: Bir çeşit B vitaminidir. Yeşil sebzelerde, bira mayası, karaciğer ve yumurtada bulunur. Eksikliğinde kansızlık, halsizlik, kas ağrıları gözlenir.

Alıntıdır.
 
Alıntı;

Zayıflatan süper besinler
Yeşil mercimek sevenler çok şanslı! Çünkü bu baklagil, tam bir şifa kaynağı. Zayıflamayı, bağışıklık sisteminizin kuvvetlenmesini, bağırsaklarınızın düzenli çalışmasını istiyorsanız bu süper yiyeceği, yani yeşil mercimeği sofralarınızdan eksik etmemelisiniz.

İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayça Kaya yeşil mercimeğin mucizevi özelliklerini şöyle sıralıyor:

İyi bir bitkisel protein kaynağıdır. Besinlerin ısı etkisi denilen bir mekanizma ile metabolizma hızını hafif artırır. Sindirime bağlı harcanan enerji artacağı için kilo verme sürecinde mucizevi etki gösterir.

İyi bir bitkisel karbonhidrat kaynağıdır. Yani vücuda kaliteli şeker verir. Özellikle zayıflarken beslenmede günlük alınan kalori azaltılır. Eğer kişi tek yönlü besleniyorsa yeterli şeker alamadığı için buna bağlı halsizlik, yorgunluk, bitkinlik yaşayabilir. Oysa salatalarına ekleyeceği 2 yemek kaşığı kadar haşlanmış yeşil mercimek vücuda yeterli şekeri verir ve diyete bağlı bu semptomların görülme durumu azalır.

İyi bir lif kaynağıdır. Lifler bitkilerin hücre duvarında olan bileşenlerdir. Beslenme ile mideye girdiklerinde şişerler ve hacim oluştururlar. Bu durumda da az yemeye bağlı acıkma hissi azalır yani daha tok kalarak diyete uyum süreci kolaylaşır.

Mercimek, bağırsaklarda ilerlerken bağırsak hareketlerini artırır. İyi bir metabolizma iyi bir boşaltım sisteminde geçer. Boşaltım sisteminin iyileşmesi zayıflamayı kolaylaştırır.

Mercimek bir fitoöstrojendir. Yani vücutta kısmi östrojen etkisi gösteren ilaç gibi bir besindir. Özellikle menopoz semptomlarını hafifletir. Meme, rahim kanseri gibi hormon bağımlı kanserlerden korur. Ancak bu hastalıkların tanısını alan hastaların bu yiyecekten kaçınmasında fayda var, çünkü kısmi östrojen etkisi bu hastalıklara iyi gelmez.

Mercimek çok iyi bir demir kaynağıdır aynı zamanda. Özellikle yumurta veya kıyma ile birlikte pişirilmesi demir açısından daha da zenginleştirir. Yanında bol limonlu bir salata ile tüketilmesi demirin vücutta daha iyi kullanılmasını sağlar.

Potasyum oranı yüksektir. Bu özelliği tansiyonu düşürür ve dengeler. Kiloya bağlı tansiyonu olanlarda çok etkilidir. Hem zayıflatır hem tansiyonu düşürür.

Kolesterol içeriği sıfır olan bir protein olduğu için kolesterol yüksekliği olanlar güvenle kullanabilir.
 
O kadar faydalı ve güzel bilgiler ki ...hepsini bilgisayarıma kaydettim tşkler..Yeşil mercimeği çok seveerim ,diyet yaptıgım şu günlerde en faydalı bilgi bu oldu sanırım..Zayılflamaya yardımcı oldugunu bilmiyordum....
 
O kadar faydalı ve güzel bilgiler ki ...hepsini bilgisayarıma kaydettim tşkler..Yeşil mercimeği çok seveerim ,diyet yaptıgım şu günlerde en faydalı bilgi bu oldu sanırım..Zayılflamaya yardımcı oldugunu bilmiyordum....

Rica ederim, faydalanmanıza memnun oldum. Baklagil grubu zayıflama da çok faydalıdır ama akşam yemeği dışında ki öğünlerde tüketilmeli diye okumuştum. Sağlıcakla zayıflamanız dileği ile.
 
Vücudunuzu koyu yapraklı bitkilerle koruyabilirsiniz

Sağlıklı ve formda kalmak istiyorsanız, yeşil yapraklı bitkileri tüketmeye özen gösterin. Karalahana kansızlığa çare olurken, brokoli bağışıklık sistemini güçlendiriyor
İnsanlık ona hoyratça davransa da; doğa ana, insanın üzerinden o sihirli elini hiçbir zaman çekmiyor. Topraklarımızın verimli sebze, meyve ya da bitkilerini yersek; hem cebimize, hem sağlığımıza katkıda bulunmuş oluruz. Esquire dergisi, sağlıklı bir yaşam için yeşil sebzelerin önemini araştırdı...

KARALAHANA
Karalahana, kansızlık gibi sorunlara iyi geliyor. Ayrıca idrar söktürücü ve kabızlık giderici özellikleri bulunuyor. Vücut direncini de artırıyor. Nasıl tüketilmeli?: Karalahanın daha etkili olmasını istiyorsanız; zeytinyağı, soğan ve sarımsakla birlikte yaklaşık 30 dakika kaynatıp için.

ISPANAK
Demir yönünden bir hayli zengin olan ıspanak; A ve C vitaminlerinin yanı sıra folik asit, lif ve magnezyum gibi ihtiyaç duyulan başlıca mineralleri de içeriyor. Nasıl tüketilmeli?: Uzun süre kaynatılan ıspanak, vitaminini kaybediyor. Bu nedenle sandviçlerin veya salataların içinde çiğ olarak tüketilmeli.

BROKOLİ
Brokoli, bağışıklık sistemini güçlendirir. Gün içerisinde yenilen brokoli, günlük C vitamini ihtiyacını karşılar. Ayrıca vücudun hücre yapısını koruyarak kanser gibi hastalıkları önler. Nasıl tüketilmeli?: Brokoli, alındıktan sonra beş gün içerisinde tüketilmelidir. Ayrıca uzun süre kaynatılmamalı.

KARAHİNDİBA
250'den fazla çeşidi olan karahindiba, özellikle cilt kırışıklıkları ve lekeleri üzerinde olumlu sonuç veriyor. Araştırmalar; karahindibanın tüm vücuda iyi geldiğini gösteriyor. Nasıl tüketilmeli?: Tadı biraz acı olduğu için limon ve peynir çeşitleriyle karıştırarak lezzetli bir salata yapabilirsiniz.

ŞALGAM YAPRAĞI
Şalgamın daha çok yumru şeklinde olan kökü kullanılsa da, yeşil yaprakları da yenebilir. Romatizmaya iyi gelen şalgamın, afrodizyak özelliği de vardır; cinsel isteği ve gücü artırır. Nasıl tüketilmeli?: Sarımsak ve hafif zeytinyağı ile kendi suyunda pişirebilirsiniz.

Metabolizmayı Güçlendiren Bitkiler
KÖRİ: Kanser ve diyabete karşı korur.
TERE: Tiroit bezinin çalışmasını sağlar.
ANANAS: Kan dolaşımını hızlandırıp tansiyonu düzenler.
REZENE: Hazmı kolaylaştırır ve vücut şişliğini giderir.
FUNDA YAPRAĞI: Yağ yakımını kolaylaştırır.

BİTKİ ÇAYLARI
ISIRGAN: Sindirim ve böbrekler için faydalıdır.
PAPATYA: Uyku bozukluklarına iyi gelir.
ZENCEFİL: Limon ve bal ile birlikte soğuk algınlığına, tek başına kullanıldığında ise mide bulantısına iyi gelir.
EKİNEZYA: Üst solunum yolu enfeksiyonunda koruyucu etki gösterir.
LAVANTA: Gerginlik, endişe ve uyku sorunlarına iyi gelir.

Sabah.
 
Canlıların genetik yapısını neden değiştiriyorlar?

Monsanto ve Bill Gates Vakfı Genetiği değiştirilmiş ekinleri teşvik ediyor. Sonuç: gastroıntestmal bo.zukluklar, obezite, diyabet, kalp hastalıkları, depres.yon otizm, kısırlık, kanser ve Alzheimer hastalığı.

Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger 1970’li yıllarda öyle söylemişti: Petrolü kontrol ederken ülkeleri, gıdayı kontrol edersen insanları kontrol edersin. Yiyecek bir silahtır ve müzakere çantamızdaki araçlardan biridir!”

Küresel çapta gıda kontrolü sadece birkaç ulus ötesi şirket tarafından dağıtımı yapılan genetiği değiştirilmiş organizmalar ile tohum çeşitliliğini azaltmak suretiyle, neredeyse sağlandı.

Ancak, bu gündem, sağlığımı/ açı.sından oldukça ciddi bir maliyet doğurmak suretiyle uygulamaya geçirildi. Eğer Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) kabul edilirse, sadece gıdamız değil, sağlığı.mız, çevremiz, mali sistemimiz üzerindeki denetimde ulus-ötesi işletmelerin eline geçecek.

KARLILIK, HALKLARIN ÖNÜNE GEÇERSE

Genetik mühendislik, dünyanın gıda tedarikinin ba.ğımlı olduğu tohumlar üzerinde mülkiyet denetimini mümkün hale getirdi. “Terminatör" genleri, steril to.humlar üretimini mümkün kıldı; bunun için de to.humlarda sterilliği teşvik eden "Hain" (Traitor) isimli bir sentetik kimyasal katalizör kullandılar. Dolayısıy.la çiftçiler her yıl patent sahiplerinden tohum almak zorunda kalıyorlar. Bu maliyetleri karşılamak için gı.da fiyatları artırıldı; ancak verilen zarar, bizim ceple.rimize yansıyandan çok daha yüksek.

Acres USA'nın bitli patologu ve Purdue Üniversi.tesinde emeritüs Profesör Don Huber ile yapmış oldu.ğu bir söyleyişe göre, bugün dünyada üretilen genetiği değiştirilmiş mahsullerin tümünde iki adet değiştiril.miş unsur var: birisi, bitkilere karşı direnç, diğeri ise glifosat-temelli (bitkileri öldüren kimyasallar) bitki öl.dürücülere karşı duyarsızlık.

Monsanto'nun aynı isim.li çok satan ürününden sonra Roundup olarak adlandı.rılan glifosat, ona karşı dirençli olan genetiği değiştirilmiş bitkiler dışında her şeyi zehirliyor.

Glifosat-temelli bitki öldürücüler, artık dünyada en çok kullanılan herbisit haline gelmiştir. (NOT: Türkiye’de serbesttir ve yoğun kullanılır)

Glifosat, yeni gelişmeye başlayan biyoteknoloji endüstrisinin başlı.ca iş alanı olan GDO'ların temel ortağıdır. Glifosat, istenmeyen bitkileri doğrudan öldürmek suretiyle de.ğil, ancak kritik besin maddelerine erişimlerini bloke etmek suretiyle her şeyi ayırt etmeksizin yok eden "geniş spektrumlu" bir bitki öldürücüdür.

Gizlice zarar veren çalışma biçiminden dolayı, tahrip edici erken dönem dioksin temelli herbisitlerin “tehlikesiz” ikamesi olarak satılmaktadır. Ancak,

Deneysel veriler şunu göstermiştir ki, glifosat ve onu içeren GDO’lu ürünler, sağlığa ciddi tehlikeler doğurmaktadır.

Glofasatı daha etkili hale getirmek için kullanılan “tesirsiz” bileşenlerin zehirliliği ise, bu riske ilave olmaktadır.

Araştırmacıların bulgularına göre örneğin yüzey etkin madde POEA, insan hücrelerini özellikle de embriyon, plasenta ve göbek bağı hücre.lerim öldürmektedir. Ancak, söz konusu riskler, görmezden gelinmektedir.

GDO'lu gıdaların ve glifosat herbisitlerin yaygın kullanımı, Amerika'nın sağlık harcamalarına ortala.ma bir gelişmiş ülkede kişi başına düşen oranın iki katından fazlasını harcamasının, ancak buna rağmen dünyanın en sağlıklı nüfuslarının düzeyine bir türlü ulaşamamasının ortaya koyduğu anormal durumu açıklamaya yardımcı olmaktadır.

Dünya Sağlık Örgü.tü, Amerika Birleşik Devletleri'ni genel sağlık alanın.da 17 gelişmiş ülkenin SONUNCUSU ilan etmiştir.

Amerika'daki süpermarketlerdeki gıdaların %60-70 kadarı, artık genetik olarak değiştirilmiştir. Buna karşın, en az 26 diğer ülkede -İsviçre, Avustralya, Avusturya, Çin, Hindistan, Fransa. Almanya, Macaristan, Lüksemburg, Yunanistan, Bulgaristan, Polon.ya, İtalya, Meksika ve Rusya- GDO'lar ya tamamen ya da kısmen yasaklanmıştır. GDO'lar üzerinde ciddi kısıtlamalar, yaklaşık 60 başka ülkede mevcuttur.

GDO'lar ve glifosat kullanımı üzerine getirilecek bir yasak; Amerikalıların sağlığını iyileştirme yolun.da önemli bir adım olabilir. Ancak. Obama Yöneti.mi'nin Hızlı Yol statüsü öngördüğü bir küresel ticaret anlaşması olan Trans-Pasifık Ortaklığı, sağlık alanın.daki krizlere sebep odaklı bir yaklaşım getirilmesini engelleyecektir.

ROUNDUP'IN SİNSİ ETKİLERİ

Roundup'a dirençli mahsuller, glifosat tarafından öldürülmekten kurtulmaktadır; ancak bu glıtosatm dokularının içine nüfuz etmesini önleyememektedir. Herbisit dirençli mahsuller, diğer mahsullerle kıyaslandığında çok daha yüksek herbisit düzeylerine sa.hiptir. Aslında, birçok ülke, yasal olarak izin verilen düzeylerini -50 kata kadar- artırmak zorunda kalmış.lar; böylelikle GDO mahsullerinin piyasaya sürülme.sine uyum sağlamışlardır. Avrupa Birliği'nde, gıdalar.daki kalıntılar, eğer Monsanto'nun yeni bir önerisi kabul edilirse, 100 ila 150 kat artırılacaktır.

Öte yandan, herbisit-dirençli "süper yabani otlar", kimyasallara uyum sağlamışlardır; bu da bitkileri öl.dürmek için çok daha toksik dozlar ve yeni toksik kimyasallar gerektirmektedir.

İnsan enzimleri, tıpkı bitki enzimleri gibi glifosattan etkilenmektedir: Kim.yasallar, magnezyum ve diğer temel minerallerin emilimini engellemektedir.

Söz konusu mineraller olma.dığında, gıdalarımızı metabolizmamıza uygun bir şekilde alamayız. Bu durum da ABD'de obezitenin bir salgın şeklinde giderek daha da yaygınlaşmasını açıklamaktadır. İnsanlar yemek yerler ve gıdalarında mevcut olmayan maddeleri alma girişimiyle yerler.

Samsell ve Seneff isimli araştırmacıların "Biosemiotic Entropy: Disorder, Disease, and Mortality" (Biyosemiyotik Düzensizlik: Bozukluk, Hastalık ve Ölüm Oranı" (Nisan 2013) adlı çalışmalarında şu tes.pitlere yer verilmektedir: "Glifosatın P450 kitokrom enzimlerini (CYP) durdurması, memelilere yönelik toksisitenin genellikle gözden kaçırılan bir unsurudur. CYP enzimleri, biyolojide kilit roller oynarlar.

Vücut üzerindeki olumsuz etki, sinsidir ve zaman içerisinde kendisini yavaş yavaş gösterir; keza iltihaplanma, vü.cuttaki hücre sistemlerine zarar verir. Bunun sonu.cunda Batılı beslenme biçimleriyle bağlantılı birçok hastalık ve koşullar ortaya çıkar: gastroıntestmal bo.zukluklar, obezite, diyabet, kalp hastalıkları, depres.yon otizm, kısırlık, kanser ve Alzheımer hastalığı.

Glifosat kullanımıyla bağlantılı olarak 40'ın üze.rinde hastalık bulunmaktadır ve daha birçok yeni has.talık da ortaya çıkmaktadır. 2013 yılı Eylül ayında, Arjantin'deki Ulusal Rio Cuarto Üniversitesi tarafın.dan yayımlanan bir araştırma bulgusuna göre; glifo.sat, en kanserojen maddelerden biri olan aflatoksin B1 üreten mantarların büyümesini güçlendirmektedir. Arjantin Chaco'dan bir doktor Associated Press'e şöyle bir demeç vermiştir:

"Oldukça sağlıklı bir nüfus iken, yüksek kanser oranları, doğum bozuklukları ve daha önce çok nadir görülen hastalıkların yaşandığı bir topluma dönüştük. Mantarların artışı, Amerika'da mısır mahsullerinde de ciddi bir artışa sebep oldu."

Glifosat, çevreye ciddi bir zarar vermektedir. 2012 yılında Institute of Science in Society tarafından ya.yımlanan bir rapora göre;

"Tarım endüstrisi, glifosat ve glifosata dirençli mahsullerin mahsul verimliliğini artıracağını, çiftçile rin karlılığını güçlendireceğini ve pestisit kullanımını azaltmak suretiyle çevreye katkı sağlayacağını iddia et.mektedir. Aslında bunun tam tersi geçerlidir. Eldeki kanıtlar gösteriyor ki glifosat herbisitler ve glifosat dirençli mahsullerin oldukça geniş çerçevede bozucu etk.ileri vardır: glifosat dirençli süper yaban otlan, zehirli bitkiler (ve yeni haşaratlar), patojen mikroplar, azalan mahsul sağlığı ve verimlilik, böceklerden amfibi hay.vanlara, büyükbaş hayvanlara dek hedefdışı bir skalada birçok türe zarar verilmesi ve toprağın verimliliği.nin azalması da bu çerçevede değerlendirilebilir."

SİYASET, BİLİMDEN ÜSTÜN GELİYOR

Bu olumsuz bulgular ışığında, niçin Washington ve Avrupa Komisyonu glifosatı güvenli olarak görmeye ve desteklemeye devam ediyor? Eleştiriler, belirsiz yönetmeliklere, kurumsal lobi odaklarının yoğun etkisi.ne ve insanların sağlığını korumaktansa güç ve kontrolle daha ilgili olan bir siyasi gündeme dikkat çekiyorlar.

2007 yılında yayımlanan ve hayli ses getiren “Ölüm Tohumları: Genetik Manipülasyonun Gizli Gündemi"nde, William Engdahl, küresel gıda deneti.mi ve nüfus azaltımının Amerika'nın Rockefeller'in koruması altındaki Henry Kissinger döneminde stra.tejik politikasına dönüştüğünü belirtmektedir. Petrol jeopolitikasının yanı sıra, bunlar, Amerika'nın küresel gücünün ve kalkınmakta olan dünyadan Amerika'nın sürekli olarak ucuz hammaddeye erişiminin önündeki tehditler karşısında yeni bir "çözüm" idi. Bu gündem.le paralel olarak, hükümet, biyoteknoloji alanındaki tarım endüstrisi yararına aşırı bir partizanlık gösterdi; endüstrinin kendi politikalarını "gönüllü" olarak ken.disinin belirlediği bir sistemden yana oldu. Biyolojik mühendislik ürünü olan gıdalar, herhangi bir özel tes.te gerek olmaksızın, "doğal gıda katkı maddeleri" olarak değerlendiriliyorlar.

KÖTÜ BİLİM, BİLİM OLARAK KABUL EDİLİYOR

Institute for Responsible Technology yönetici direk.törü Jeffrey M. Smith, Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi'nin politikasının, biyoteknoloji şirketlerine, gıdaları.nın güvenli olup olmadığını belirleme yetkisi veriyor. Verilerin sunulması ise, tamamen gönüllülük esasına dayanıyor. Smith, şu sonuca varıyor: “Gıda güvenliği araştırmalarının kritik alanında, biyoteknoloji endüstri.sinin herhangi bir hesap verebilirliği, standartları ve bağımsız bir değerlendirmesi bulunuyor. Bunun sonucunda; kötü bilim, bilim olarak kabul ediliyor."

Nüfus azaltımının bu gündemin kasti bir boyutu olup olmadığından bağımsız olarak, GDO’ların ve glifosatın yaygın kullanımı bu sonucu doğruluyor.

Glifosatın endokrin bozucu özellikleri, kısırlık, düşük yapma, doğum bozuklukları ve cinsel gelişimin durmasıyla bağlantılıdır.

Rusların yaptığı deneylere göre, GDO'larla beslenen hayvanlar, üçüncü kuşaktan son.ra kısırlaşıyorlar. Tarım arazilerindeki toprak da, bitki köklerinin topraktaki besinleri emmesine izin veren yararlı mikroorganizmaların öldürülmesi sonucunda sistematik olarak tahrip oluyor. Gary Null'un ufuk açı.cı belgeseli "Ölüm Tohumlan: GDO’larla ilgili Yalan.ların Ortaya Çıkarı İmasında, Dr. Bruce Lipton şöyle bir uyanda bulunuyordu:

"Dünyayı, bu gezegen üze.rindeki altıncı kitlesel imhaya doğru yönlendiriyoruz. İnsanların davranışları, yaşam döngüsünü bozuyor.

TPP VE ULUSLARARASI KURUMSAL DENETİM

Bu ve diğer araştırmacıların vardıkları çarpıcı so.nuçlar, dünya çapında insanların Roundup’ın ve GDO'lu gıdaların tehlikeleri hakkındaki farkındalıklarını artırırken, ulus ötesi işletmeler ise, Trans-Pasifık Ortaklığının hızlandırılması için Obama yönetimi ile canla başla çalışıyorlar. Söz konusu ticari anlaşma, iktidardaki hükümetleri, ulus-ötesi kurumların faali.yetlerini düzenlemekten mahrum kılacak. Müzakere.ler, Kongre'den gizli tutuldu; ancak kurumsal danışmanların bilgisi dâhilindeydi. Bu danışmanların içinden 600 tanesine danışıldı ve bu kişiler tüm ayrın.tıları biliyorlar. Nation of Change'den Barbara Chicherio'ya göre; "Trans Pasifik Ortaklığı (TPP), tarihte en büyük bölgesel Serbest Ticaret Anlaşması olma potansiyeline sahiptir."

Amerika'nın baş tarım müzakerecisi, Monsanto'nun eski lobicilerinden İslam Siddique’tir. Eğer TPP onaylanırsa, ulus ötesi işletmelere, kendi karlı.lıklarına engel oluşturduklarını düşündükleri politika.lar karşısında vergi mükelleflerinin telafi edilmesini istemek gibi daha önce eşi benzeri görülmemiş bu.nak sunan cezalandırıcı düzenlemeler getiriyor.

"İlgi.li ülkelerin vatandaşlarının gıda güvenliği, yedikleri, yediklerinin yetiştiği yerler, gıdanın yetiştiği koşullar ve herbisit ile pestisit kullanımı gibi konular üzerinde herhangi bir denetimleri olmamasını sağlamak üzere TPP'nin titizlikle düzenlenmesini sağlıyorlar."

Gıda güvenliği; uluslararası kurumsal denetimin bu Gıda güvenliği; uluslararası kurumsal denetimin bu süper silahı kapsamına girecek olan birçok hak ve ko.rumadan sadece bir tanesi. Nisan 2013'te The Real Ncws Netvvork'te yayımlanan bir röportajda, Kevin Zeese. TPP'yi, "steroitler üzerinde NAFTA" ve "kü.resel bir kurumsal darbe' olarak nitelendirmiş ve şöy.le bir uyarıda bulunmuştu: “Neyi önemsediğinizden bağımsız olarak ücretler, istihdam, doğanın korun.ması, söz konusu mesele, her şeyi kötü etkileyecek."

"Eğer bir ülke, mali endüstrisini düzenlemeye ça.lışmak veya kamu çıkarlarını temsil edecek şekilde bir kamu bankası kurmak üzere bir adım atarsa, ken.disine dava açılabilir."

DOĞAYA GERİ DÖNÜŞ İÇİN HİÇBİR ZAMAN GEÇ SAYILMAZ

Ulusları beslemenin daha güvenli, daha makul ve daha çok gezegen-dostu bir yolu var. Monsanto ve Amerikalı düzenleyiciler Amerikalı aileleri GDO’lu mahsuller tüketmeye zorlarken, Rus aileler basit bah.çelerde geleneksel yöntemleriyle neler yapılabilece.ğini dünyaya gösteriyorlar. 2011 yılında, Rusya'daki gıdaların %40T, dacha denilen kulübe bahçeleri veya arsa parsellerinde yetiştirilmekteydi. Dacha bahçeleri, ülkedeki meyve ve etli ve zarlı kabuksuz meyvelerin %80'inden fazlasının, sebzelerin %66'sından fazlası.nın, patateslerin neredeyse %80'inin ve ülkedeki sü.tün neredeyse %50'sinin -büyük bölümü ham olarak tüketiliyordu- üretimini sağlıyordu. Çok satan Ringing Cedars (Çınlayan Sedir ağaçları) adlı serinin yaza.rı Vladimir Megre'ye göre:

"Rus bahçıvanların tam olarak yaptıkları şey; bah.çıvanların dünyayı besleyebileceklerini göstermekti -herhangi bir şekilde GDO'lara, endüstriyel çiftçilere veya herkesin yeterince yiyeceğe sahip olmasını gü.vence altına almak üzere diğer teknolojik yutturmacalara ihtiyaç yoktu. Şunu akıllarda tutmak gerekir kr Rusya'da yılda sadece 110 gün yetiştirme mevsimi var - dolayısıyla örneğin ABD'de bahçıvanların üretimi çok daha fazla olabilir. Bununla birlikte, bugün Ame nkaMakı arazilerin sahip olduğu alan, Rusya'dakî bahçelerin ıkı katı kadar - ve milyarlarca dolarlık Hm bakım endüstrisinden daha başka bir şey üretmiyor”

Amerika'da toplam tarımsal alanın sadece %0,6'lik bir bölümü, organik tanına ayrılmış durumda. Bu böl.genin, eğer "altıncı kitlesel yok oluşu" önlemek isti.yorsak, geniş bir alana yayılması gerekiyor. Ancak, öncelikle, temsilcilerimizi." sözü edilen Hızlı Yol'u durdurmaları. TPP\ e hayır oyu kullanmaları ve dün.ya çapında glifosat-temelli herbisitler ve GDO'lu ürünlerin aşamalı hır şekilde sonlandırılmasını sağla.maları konusunda uyarmalıyız. Sağlığımız finansmanımız ve çevremiz tehlikede.

Kaynak: Globalresearch
Tercüme: Turquie Diplomatique Aralık 2013
 
* Vücut su kıtlığı çektiğinde kandaki suyu kullanırsa,
YÜKSEK TANSİYON hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde omurlardaki suyu kullanırsa,
BEL VE BOYUN FITIĞI hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde kemiklerdeki suyu kullanırsa,
gut - atrit gibi romatizmal hastalıklara yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde akciğerdeki suyu kullanırsa,
ASTIM hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde pankreastaki suyu kullanırsa,
ŞEKER hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde midedeki suyu kullanırsa,
ÜLSER hastalığına yakalanırız.

* Bağırsaklarda su eksilirse, kabızlık meydana gelir ve
KOLON kanseri olma tehlikesi yaşarız.

* Hücrenin su eksikliği çok artarsa, beynimiz hücreye oksijen göndermeyi keser. Oksijen kesilmesi sonucunda da hücre KANSERLEŞME sürecine girer !!!...

Hasta olmamak için vücudumuzu susuz bırakmamalıyız.
Hasta değil susuzsunuz ...
 
Üzüm deyip geçmeyin! İskoçya'nın Glasgow Üniversitesi'nce yapılan araştırmada, hücrelere zarar vererek, yaşlanmadan kansere kadar birçok sağlık sorununa yol açan serbest radikalleri etkisiz bırakan antioksidanlar açısından en zengin meyve suyunun siyah üzüm suyu olduğu tespit edildi. Bununla birlikte elma, nar ve yabanmersini sularının da bol miktarda antioksidan içerdiği belirlendi. Çalışmada vücudun ihtiyaç duyduğu antioksidanları alabilmek için günde 5 porsiyon meyve, sebze yenmesi gerektiğini ve antioksidan açısından zengin bir bardak meyve suyunun bir porsiyon meyve yerine geçebileceğini belirtilmiştir.
 
Paylaşımlar için teşekkür ederim.Özellikle genetik mühendisliği ile ve tohumarın değiştirilmesi ile ilgili olan yazıyı herkesin okuması gerekir.Büyüklerimiz hep derler sebze yerken, nerde o domatesler ve patlıcanlar diye, artık yediğimiz sebzeler de sanki birer plastik haline geldi, o eski kokulu, sulu, lezzetli sebzeleri de bulmak zorlaştı, nedeni de hem genetiğiyle oynanmıs tohumlar.Etler için de aynı şey geçerli, sürekli yapay ürünlerler beslenen hayvanlar bir de şilşmanlatılmak için ek olarak ilaç aldığında, hem sağlıksız hem de lezzetsiz etler yemiş oluyoruz.Birçok ülke artık bu hatasının farkına varmaya başladı ve eski yöntemlere geri döndü.Sebzeleri Bio olarak adlandırıyorlar, etlerde de yine otlayan hayvanlar tercih edilmeye başlandı.Ülkemiz çok zengin bir coğrafyaya sahip, doğal olarak yetişmiş sebzelerin üretimi arttırılmalı ve sağlığımıza zarar verecek besinlerden uzak durmalıyız.
 
Paylaşımlar için teşekkür ederim.Özellikle genetik mühendisliği ile ve tohumarın değiştirilmesi ile ilgili olan yazıyı herkesin okuması gerekir.Büyüklerimiz hep derler sebze yerken, nerde o domatesler ve patlıcanlar diye, artık yediğimiz sebzeler de sanki birer plastik haline geldi, o eski kokulu, sulu, lezzetli sebzeleri de bulmak zorlaştı, nedeni de hem genetiğiyle oynanmıs tohumlar.Etler için de aynı şey geçerli, sürekli yapay ürünlerler beslenen hayvanlar bir de şilşmanlatılmak için ek olarak ilaç aldığında, hem sağlıksız hem de lezzetsiz etler yemiş oluyoruz.Birçok ülke artık bu hatasının farkına varmaya başladı ve eski yöntemlere geri döndü.Sebzeleri Bio olarak adlandırıyorlar, etlerde de yine otlayan hayvanlar tercih edilmeye başlandı.Ülkemiz çok zengin bir coğrafyaya sahip, doğal olarak yetişmiş sebzelerin üretimi arttırılmalı ve sağlığımıza zarar verecek besinlerden uzak durmalıyız.

Rica ederim. Aynen canım, bahsettiğin şeyler ve daha da fazlası var.
 
Alıntıdır;


İbrahim saraçoğlu :Adaçayı kürü

Latince adı: Salvia officinalis
İngilizce: Sage
Almanca: Salbei
Özellikleri: Bademcik iltihabı ● faranjit ●kronik faranjit ● diş eti iltihablarında



Bademcik iltihabını yıllardır çeken bir çok kişi tanıdım. Özellikle de okul çağındaki çocuklar bademcik iltihablanmasından dolayı günlerce yüksek ateşle yatmakta ve okullarından geri kalmaktadırlar. Bu durumlarda adaçayı ile yapılan gargaralar gerçek bir yardımcıdır. Bademcik ve/veya boğaz iltihabının (faranjit) oluşumuna karşı da gerçek bir koruyucu ve önleyicidir. İlk günlerde gün boyu birkaç defa yapacağınız adaçayı gargarası sizi yeniden dünyaya gelmiş gibi yapacaktır. Daha sonraki günlerde haftada birkaç defa bu gargarayı tekrarlamak sizi bademcik ve boğaz enfeksiyonlarına karşı koruyacaktır.

Zaten, latince adının ilk kelimesi olan “salvia” korumak, korunmak ve muhafaza etmek anlamına gelmektedir. Adaçayının içerdiği salvin, carnosol asiti ve cirsimaritin antibiyotik özelliği olan etkin maddelerdir. Özellikle salvin ve carnosol asidi, bakterilerde RNA-sentezini etkileyerek çoğalmalarını ve rejenerasyonlarını engellemektedir. Adaçayında bulunan önemli bir eterik yağda, içerdiği cineol’dür. Cineol, öksürüğü engelleyici bir maddedir. Kısaca, adaçayı hem doğal bir antibiyotik hem de doğal bir öksürük engelleyicidir.

Tüm bunlara ek olarak, adaçayında bulunan antibiyotik özellikli etkin maddeler suda çözünen maddelerdir. Suda çözünme özelliklerinden dolayı, alkolle tentürleri yapılmadan doğrudan sıcak suda demleyerek kullanma imkânı sağlar. Ağız gargaralarının çoğu bir miktar alkol kullanılarak hazırlanmak durumundadır. Çünkü, bir çok bitkinin içerdiği tabii antibiyotik özelliği taşıyan etkin maddeler suda çözünmediklerinden, su ile hazırlanmaları durumunda etkili olamamaktadırlar. Adaçayının içerdiği tabii antibiyotikler suda çok kolay çözünme özelliği gösterdiklerinden, özellikle çocuklarınız için sadece sıcak suda demlenerek gargara olarak hazırlanmasına imkân vermektedirler.

Burada önemle belirtmek istediğim nokta, memleketimizde yaklaşık otuzun üzerinde bilinen adaçayı çeşidi vardır. Bunların önemli bir kısmı yabanidir. Adaçayını piyasadan alırken yabani olmayanını almaya özen gösteriniz. Bundan emin değilseniz, bazı büyük marketlerde satılan paketlenmiş değişik firmalara ait adaçayını bulabilirsiniz. Bazı yabani adaçayı türlerinin gargarası istenildiği düzeyde etkili olamamaktadır.

Biliyor muydunuz?
Adaçayı tarihte zirai ilaç olarak kullanılmıştır. Antikçağda ve sonraki yüzyıllarda sebze ve tahıl ekilen alanlara adaçayının yaprak ve sapları serpilirdi. Adaçayına parazitler, böcekler yaklaşamaz. O bir parazit kovucudur (uzaklaştırıcıdır). Tarlalarda ekili mahsullerin aralarına serpilen adaçayının saplı yaprakları zirai ilaç olarak kullanılmıştır.

Bademcik iltihabı (tonsilit)
Tonsil adı verilen bademciklerin, bakteriler ve daha seyrek olarak da virüsler tarafından oluşturulmuş iltihabına tonsillit denir. Belirti olarak yutma sırasında duyulan ve kulak ağrısı ile karışan şiddetli ağrı vardır. Bu ağrı küçük çocuklarda yemek yemeyi red etme olarak kendini belli eder. Ağrının yanı sıra yüksek ateş, halsizlik , baş ağrısı ve kusma sık görülen belirtilerdir.

Bademcik iltihabı (tonsilit) olanların sabah kalktıklarında ağız kokuları oldukça ağırdır. Dişlerini fırçaladıktan sonra biraz hafifler, kahvaltı yaptıktan sonra da bu koku tamamen kaybolur. Çünkü, gece boyu oluşan iltihab sabah kahvaltısı yapılırken, besinler ile süreklenerek taşınır. Gün boyu herhangi bir ağız kokusu da çekmezler.

Ancak, gece uykuya geçildiği zaman iltihab oluşumu tekrar başlar. Normalde adaçayı gargarasını hazırlayıp lavabonuzdan eksik etmememiz gerekir. Hergün, ağız temizliği yapıldıktan sonra bir defa gargarasını yapmak ağızdaki bakterilere ve de ağız kokusuna karşı güçlü bir engelleyicidir. Hazırlanan adaçayı gargarası üç gün bozulmadan lavabonuzun rafında durabilir.

Bazı durumlarda bademcik ve/veya boğaz iltihabı kronikleşmiş olabilir. Kronik bademcik veya kronik boğaz enfeksiyonları durumunda, adaçayı pek yeterli olamamaktadır. Kronik bademcik veya kronik faranjit durumlarında ebegümeci bitkisini okuyunuz.

Dikkat:
Faranjit ve bademcik problemi olanların sigara ve asitli içeceklerden (kola, soda, maden suyu gibi) özellikle uzak durmaları gerekir. Kürleri uygularken bu tür içeceklerden mutlaka uzak durmalarına özen göstermeleri gerekir. Bütün bunların paralelinde diş ve ağız temizliğine özen göstermek gerekir. Yemeklerden sonra mutlaka dişlerinizi fırçalayınız. Uygulamalarda belirtilen gargaraları mutlaka dişlerinizi fırçaladıktan sonra yapınız. Bu noktada, okul çağında çocukları olan anne ve babaların dikkatli olmaları gereken bir konuyu açıklamak istiyorum. Çocukluk döneminde boğaz iltihabı (faranjit) sıklıkla karşılaşılan ve çoğunlukla ebeveynler tarafından pek fazla önemsenmeyen bir rahatsızlıktır. Size basit bir durum gibi görünen boğaz iltihabının ciddi sonuçlar doğurabileceğini gözardı etmeyiniz. Mutlaka hekiminize danışınız.

Akut romatizmal ateş (ARA), halk arasında “beta mikrobu” denilen A grubu beta hemolitik streptokok bakterisinin neden olduğu farenjitten veya sebebi yine aynı mikrop olan kızıldan bir kaç hafta sonra ortaya çıkan iltihabi bir hastalıktır. En sık, okul çağındaki çocuklarda görülmektedir. Streptokok enfeksiyonundan sonra yüz kişiden yaklaşık dördünde akut romatizmal ateş (ARA) gelişir. Her farenjitten sonra ARA gelişecek diye bir kural yoktur. Ancak, ARA’nın özellikle kalpde ciddi hasarlar bırakabilme riski nedeniyle, basit gibi görünen boğaz ağrılarında dikkatli olmak gerekir. Diğer organ etkilenmelerinden farklı olarak, kalp iltihabı, kalıcı hasarlara yol açabilmektedir. Kalbin endokard denilen dokusu, kalbin iç yüzünü ve kalp kapakçıklarını örter. Kalp kapakçıklarındaki lezyonlar iyileşirken, kapakçıklarda kalınlaşma, yapışma ve büzüşmeler meydana gelir. Sonuç, kapakçık darlığı ve/veya yetmezliğidir. Romatizmal ateş, kalp kapakçığı hastalıklarının birinci sıradaki nedenidir. Hastalıktan yaklaşık on-onbeş yıl sonra romatizmal kalp hastalığı ortaya çıkabilir. Bu nedenle okul çağındaki çocuklarınızın boğaz ağrılarını veya boğaza bağlı şikâyetlerini ihmal etmeyiniz ve bir hekimin görmesini sağlayınız.

Hamileliğin ilk üç ayı çok önemlidir. Hekiminize danışmadan ilaç ve tanımadığınız bitkisel tedavi yöntemlerini kullanmayınız. Memleketimizde bitkisel ilaçların yan tesirinin olmadığı genel olarak yaygın bir görüştür. Bu görüş doğru değildir. Bilmediğiniz ve tanımadığınız bitkileri kullanmadan önce mutlaka bu konunun uzmanı olan kişi veya kuruluşlardan bilgi alınız. Türkiye’de bir çok bitkinin yörelere göre farklı farklı isimleri olduğundan çoğu zaman istenilen doğru bitkiyi elde etmek veya bitkinin o bitki olduğundan emin olmak zorlaşmaktadır.


Adaçayı, memleketimizde son yıllarda sıkca tüketilmeye başlanmış bir çaydır. Ancak, hamile bayanların hamileliklerinin ilk üç ayında adaçayını temkinli kullanmaları gerekir. Eğer düşük tehlikesi söz konusu ise kesinlikle adaçayından uzak durmaları gerekir. Çünkü, adaçayı yaprakları, dört tane düşük yapma riskini artıran madde içermektedir. Bu maddelerin adları aşağıdaki tabloda belirtilmiştir. hamile bayanların hekimlerine danışmadan, kendi başlarına ilaç almaları ve yine kendi başlarına bitkisel tedavi yöntemlerini seçmeleri yanlıştır.

Tablo: Adaçayında, hamile bayanlarda düşük yapma riskini artıran aktif maddeler
Kimyasal maddenin adı
Bulunduğu kısım
Miktar ppm [mg/kg]
alpha-thujone
yapraklarında
200 - 10 172
beta-thujone
yapraklarında
200 - 9 968
oleanolic asit
yapraklarında
140 – 786
thujone
yapraklarında
1 453 -12 636


Aynı şekilde kekik’te bulunan beta-bisabolene ve biberiye’de debulunan oleanolic asit düşük yapma riskini artıran aktif maddelerdir.

Kür 1: Bademcik ve boğaz enfeksiyonlarına karşı koruyucu:
Yaklaşık bir su bardağı suda bir poşet adaçayı veya bir tatalı kaşığı taze adaçayı on dakika demlenir. Günde 2-3 defa gargarası yapılır. Ayrıca, beraberinde bir ay boyunca hergün bir çay bardağı adaçayı içilir. Demleme süresi tamamlandıktan sonra bitkiyi daha fazla suyunun içinde bekletmeyiniz mutlaka süzüp ayırınız.

Not: Aktarlardan satın alacağınız adaçayı hem çok daha ucuz hem de amacınıza daha uygundur.

Not: Hekiminizin verdiği ilaçlar var ise mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı bir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle bilmeniz gereken nokta, kullanacağınız bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikayetiniz ne olursa olsun, bu kitaptaki bilgiler ile kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız. Bu kitabın içindeki bilgilerin kesinlikle bir rahatsızlığı teşhis amacı yoktur.
 
H3N2 virüsünü onlarla yenin!

“H3N2 virüsü olarak belirlenen grip hastalığını yenmek için bitki.

çaylarından faydalanın”

Çok sayıda insanı yataklara düşürüp ateş ve halsizliğe neden olan H3N2 virüsü mevsimsel grip hastalığı olarak biliniyor. Virüs, girdiği vücudu mikroplara karşı savunmasız halde bırakıyor. Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada, antibiyotik kullanmadan H3N2 virüsünü yenmek için adaçayı, ıhlamur, zencefil, karabiber ve karanfil çaylarının tüketilmesinin yararlı olacağını belirtiyor.

Hastanelerin dolup taşmasına neden olan H3N2 virüsüne karşı bitkilerin gücünden faydalanılması gerektiğini belirten Prof. Dr. Erdem Yeşilada, “Doğal 5 savaşçı yardımıyla H3N2 virüsünü yenebilirsiniz. ” diyor.



Ihlamur
Grip denilince ilk olarak aklımıza gelen bitkilerden biri de “ıhlamur” dur. Yapılan çalışmalarda ıhlamur içerisindeki bileşenlerden bazılarının (flavonoit) iltihap giderici ve ağrı kesici etki gösterirken, bazı bileşenlerin (müsilaj) de boğazı yumuşatması neticesi boğazda tahrişi önlediği ve bu suretle soğuk algınlığı şikayetlerinin hafifletilmesinde tedaviye yardımcı olduğu görülmüştür.
Adaçayı
Ağız ve boğaz iltihaplarında etkili olduğu bilinen bir başka bitki ise “adaçayı”dır. Özellikle bitkinin içerdiği uçucu bileşenlerin ağız ve boğaz iltihaplarında (farenjit, jinjivit gibi) yararlı olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla çay şeklinde (kesinlikle kaynatılmadan) adaçayı ile hazırlanan gargaranın bu amaçla kullanılması önerilmektedir.
Zencefil
Soğuk algınlığı ve gribin önlenmesi ve tedavisinde yararlı olacak bu iki bitkinin yanı sıra zencefil rizomlarının yararları, beklenen etkinin desteklenmesi bakımından önemlidir. Bilimsel çalışmalar zencefil içerisindeki bazı bileşenlerin (gingerol, şogaol) kuvvetli iltihap giderici etkisi bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Karanfil
İçerisinde bulunan uçucu özellikteki öjenol, ağız ve boğaz mukozası yangılarında yangı giderici; bakteri, mikromantar veya virüslerin yol açtığı ağız ve boğaz enfeksiyonlarında antiseptik olarak ve ağrı hissini hafifletici etkisi söz konusudur. Bu nedenle, özellikle öjenol taşıyan Seylan tarçını kabuğu ile birlikte mikroorganizmalar üzerinde etkisi nedeniyle soğuk algınlığında çay olarak içilmesi ya da yoğun derişimli çayının (%5-10) gargara olarak uygulanması yararlıdır. Yapılan bilimsel çalışmalarda uçucu yağının antibiyotiklerin etkinliğini artırdığı gösterilmiştir.
Karabiber
Top ve toz formlarındaki karabiber meyveleri ile hazırlanan çayın gargara şeklinde boğaz enfeksiyonlarında yararlı olduğu bilinmektedir. Bilhassa boğazda soğuk algınlığı belirtilerinin ilk hissedildiği süreçte uygulanması durumunda daha etkili olabilmektedir. Ayrıca yürütülen çalışmalarda bağışıklık sistemini düzenleyici, yangıyı ve spazmları giderici, kanserleşmeyi önleyici etkileri bildirilmektedir. Karabiber meyvesinin bileşenlerinden biri olan piperinin biyolojik etkileri son yıllarda dikkat çekmektedir.

Kaynak: Milliyet
 
Alıntıdır;

Bir diş macunu gerçeği: Florür

Geçtiğimiz günlerde yedi yaşındaki kızımı diş doktoruna götürdüm. Güle oynaya dışarı çıkarken doktor ona renkli bir diş fırçası yanında küçük tüpte altı yaşın üzerinde çocukların kullanabileceği ve içinde florür olan konvensiyonel bir diş macunu hediye etti.

Diş macununu görünce, ister istemez "bu çocuklar ne kadar az florüre maruz kalsa o kadar iyi olmaz mı?" diye sorduğumda, çok standart olarak, "bu kadarcığı bir şey yapmaz" cevabıyla karşılaştım ve bir süredir florür konusuna dair okuyup öğrendiklerimi paylaşmaya karar verdim.

Öncelikle florür neymiş onu öğrenmek gerekli. Florür aslında doğada olan bir mineral. Ancak bizim diş macunlarında ya da sularda rastladığımız florürde durum farklı. Bizler florüre diş macunları, ilaçlar, pestisitler, içecekler ve sular yoluyla maruz kalıyoruz. Florür genellikle sulara ve kullandığımız diş macunlarına diş çürümesini engellemek için ekleniyor. Ancak florür sandığımız kadar masum bir kimyasal değil. Hatta tarihçesini okuyunca ister istemez, evdeki diş macununuza bakışınız bile bir anda değişebilir.

II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar ve Ruslar, Farben adlı şirketin ürettği florürü hapistekileri daha 'etkisiz ve aptal' yapmak için içme sularına katıyorlarmış. Florürün beynin belli bir bölgesine tahribat yaparak, kişileri mücadele anında daha az aktif hale getirdiği tespit edilince bir kimyasal silah olarak kullanılmış. Halen günümüzde bilinen sakinleştirici ilaçların %25'i florür içermektedir. Dahası II. Dünya Savaşı sırasında florür nükleer silah yapımı için kullanılmış. Tabii bütün bunlara değinirken, her kimyasalın arkasında olduğu gibi, florürün arkasındaki lobi kaynağının gücünü de unutmamak lazım. Bir zamanlar dünyanın en büyük florür üreticisi olan Alcoa, Dow Chemical, Dupont ve Kellogg bütün olayın başını çeken Farben'la bir anlaşma imzalayarak, florürün yaygınlaşması için çalışmışlar.

Günümüzde florür diş çürüklerini önlemek için kullanılıyor. Peki gerçekten koruyor mu?

Yıl 2014. Florür halen hayatımızda. Bazı ülkelerde suya katılıyor. İstanbul Belediyesi bize katılmadığını ifade etti. Bizler florüre en çok diş macunlarımızda rastlıyoruz. Azıcık diş macunundan ne olur diyebilirsiniz. Ancak yapılan araştırmalarda alınan florür miktarının, ne kadar çok diş macunu kullanıldığıyla doğrudan korelasyonu olduğu öne çıkmış. Peki diş macunlarındaki florür gerçekten diş çürümelerini önlüyor mu ki bu kimyasalı aldığımıza değsin?

Pek tabii ki hayır. Fluorosis denilen ve dişlerin beyaz, sarı veya kahverengi lekeli olmasına yol açan ve araştırmacıların kronik florür toksikliği adını verdiği durum, yüksek miktarda florürün vücuda girmesinden dolayı oluyor. Pek tabii en büyük endişemiz, eğer suyumuzda florür varsa olmalı. Yine de geçtiğimiz yıl Harvard Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, florürün çocukların nörolojik gelişimlerini negatif yönde etkilediğini tasdikliyor. Çocuklara florürlü diş macunu verirsek, diş çürümelerini önler miyiz sorusu her şey bir yana aslında çok önemli. Bilhassa Amerika'da yapılan araştırmalarda, yoksulluk, yetersiz beslenme ve dişçiye kolay ulaşamama problemleriniden dolayı ağız sağlığı sorunları çekenlerin florür tarafından hiç azalmadığı ortaya çıkmış.

Bugüne kadar florürün yararlı ve kullanılması gereken bir kimyasal olmasıyla ilgili de bir veri toplanamamış. Her ne kadar bu konuda yapılan araştırmanın azlığı, konuya tam anlamıyla kamuoyunun eğilmesini engellemiş ve florürü savunanların desteğini almışsa da, yapılan araştırmalar florürün ne gerçekten diş çürümelerini tam anlamıyla önlediğini gösteriyor, ne de bu kimyasala bir ihtiyacımız olduğunu. Ayrıca florüre hassas bünyeler ve belli ırk gurupları da bu kimyasaldan da negatif olarak etkilenebiliyor.

Durum böyleyken özellikle küçük çocuklara florürlü diş macunu kullandırmak niye?

Bir diş macunu gerçeği: Florür
 
Son düzenleme:
Alıntıdır;

Bir diş macunu gerçeği: Florür

Geçtiğimiz günlerde yedi yaşındaki kızımı diş doktoruna götürdüm. Güle oynaya dışarı çıkarken doktor ona renkli bir diş fırçası yanında küçük tüpte altı yaşın üzerinde çocukların kullanabileceği ve içinde florür olan konvensiyonel bir diş macunu hediye etti.

Diş macununu görünce, ister istemez "bu çocuklar ne kadar az florüre maruz kalsa o kadar iyi olmaz mı?" diye sorduğumda, çok standart olarak, "bu kadarcığı bir şey yapmaz" cevabıyla karşılaştım ve bir süredir florür konusuna dair okuyup öğrendiklerimi paylaşmaya karar verdim.

Öncelikle florür neymiş onu öğrenmek gerekli. Florür aslında doğada olan bir mineral. Ancak bizim diş macunlarında ya da sularda rastladığımız florürde durum farklı. Bizler florüre diş macunları, ilaçlar, pestisitler, içecekler ve sular yoluyla maruz kalıyoruz. Florür genellikle sulara ve kullandığımız diş macunlarına diş çürümesini engellemek için ekleniyor. Ancak florür sandığımız kadar masum bir kimyasal değil. Hatta tarihçesini okuyunca ister istemez, evdeki diş macununuza bakışınız bile bir anda değişebilir.

II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar ve Ruslar, Farben adlı şirketin ürettği florürü hapistekileri daha 'etkisiz ve aptal' yapmak için içme sularına katıyorlarmış. Florürün beynin belli bir bölgesine tahribat yaparak, kişileri mücadele anında daha az aktif hale getirdiği tespit edilince bir kimyasal silah olarak kullanılmış. Halen günümüzde bilinen sakinleştirici ilaçların %25'i florür içermektedir. Dahası II. Dünya Savaşı sırasında florür nükleer silah yapımı için kullanılmış. Tabii bütün bunlara değinirken, her kimyasalın arkasında olduğu gibi, florürün arkasındaki lobi kaynağının gücünü de unutmamak lazım. Bir zamanlar dünyanın en büyük florür üreticisi olan Alcoa, Dow Chemical, Dupont ve Kellogg bütün olayın başını çeken Farben'la bir anlaşma imzalayarak, florürün yaygınlaşması için çalışmışlar.

Günümüzde florür diş çürüklerini önlemek için kullanılıyor. Peki gerçekten koruyor mu?

Yıl 2014. Florür halen hayatımızda. Bazı ülkelerde suya katılıyor. İstanbul Belediyesi bize katılmadığını ifade etti. Bizler florüre en çok diş macunlarımızda rastlıyoruz. Azıcık diş macunundan ne olur diyebilirsiniz. Ancak yapılan araştırmalarda alınan florür miktarının, ne kadar çok diş macunu kullanıldığıyla doğrudan korelasyonu olduğu öne çıkmış. Peki diş macunlarındaki florür gerçekten diş çürümelerini önlüyor mu ki bu kimyasalı aldığımıza değsin?

Pek tabii ki hayır. Fluorosis denilen ve dişlerin beyaz, sarı veya kahverengi lekeli olmasına yol açan ve araştırmacıların kronik florür toksikliği adını verdiği durum, yüksek miktarda florürün vücuda girmesinden dolayı oluyor. Pek tabii en büyük endişemiz, eğer suyumuzda florür varsa olmalı. Yine de geçtiğimiz yıl Harvard Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, florürün çocukların nörolojik gelişimlerini negatif yönde etkilediğini tasdikliyor. Çocuklara florürlü diş macunu verirsek, diş çürümelerini önler miyiz sorusu her şey bir yana aslında çok önemli. Bilhassa Amerika'da yapılan araştırmalarda, yoksulluk, yetersiz beslenme ve dişçiye kolay ulaşamama problemleriniden dolayı ağız sağlığı sorunları çekenlerin florür tarafından hiç azalmadığı ortaya çıkmış.

Bugüne kadar florürün yararlı ve kullanılması gereken bir kimyasal olmasıyla ilgili de bir veri toplanamamış. Her ne kadar bu konuda yapılan araştırmanın azlığı, konuya tam anlamıyla kamuoyunun eğilmesini engellemiş ve florürü savunanların desteğini almışsa da, yapılan araştırmalar florürün ne gerçekten diş çürümelerini tam anlamıyla önlediğini gösteriyor, ne de bu kimyasala bir ihtiyacımız olduğunu. Ayrıca florüre hassas bünyeler ve belli ırk gurupları da bu kimyasaldan da negatif olarak etkilenebiliyor.

Durum böyleyken özellikle küçük çocuklara florürlü diş macunu kullandırmak niye?

Bir diş macunu gerçeği: Florür



Diş macununda kimyasal zehir

Diş macunlarında bulunan sodyum florür maddesinin kimyasal bir zehir olduğunu söyleyen uzmanlar aileleri uyardı.

Dişlerini fırçalayan küçük çocukların genelde macunu yuttuğunu söyleyen uzmanlar, "Yüksek dozda flor, kansere ve zeka geriliğine neden olabilir. 5-6 yaş öncesi çocuklara macun kullandırtmayın" dedi

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Aydın, çocuk sağlığı için önemli uyarılarda bulundu.
Diş macunlarının içinde 'sodyum florür' adı verilen zehirli bir kimyasalın yer aldığını anlatan Aydın, bunun doğada kullanılan flor gibi doğal özelliklere sahip olmadığını ve birden çok zararı bulunduğunu söyledi. Aydın, diş çürüğünü engellediği gerekçesiyle çocuklar için üretilen diş macunlarında da bu maddenin kullanıldığını kaydetti.

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ ÇÖKERTİR

Çocukların dişlerini fırçalarken macunu yuttuğuna dikkati çeken Prof. Dr. Ahmet şunları kaydetti: "Bu çok sakıncalı. Kanserojen özelliklere sahip olan bu kimyasal madde çocuklarda zeka geriliğine yol açar. Ayrıca, bağışıklık sistemini çökertir, enfeksiyonlara karşı direnci düşürür, üreme sistemine zarar verir ve kalıcı dişlerin çıkmasını geciktirir. O nedenle yuttuğuna emin olacağımız yaşa kadar çocuklara macun kullandırtmamalıyız. Bu yaş da 5-6'dır."

MİSVAK DA KULLANILABİLİR

Dişlerinin çıkmasıyla birlikte fırçalanmaya başlanabileceğini ifade eden Aydın, o yaşta sadece uygun diş fırçasının kullanılmasının diş sağlığı için yeterli olacağını sözlerine ekledi. Aydın fırçaya alternatif olarak da hijyenik misvakı önerdi. Diş çürüklerini önlemek için şekerli ve rafine gıdaların mümkün oldukça azaltmak gerektiğine işaret eden Aydın, "İşlenmemiş doğal gıdaları yiyin. Çocuklarınızı biberonla beslemeyin. Dişlerin iyi gelişmesi için yarı katı ve katı veya kemirilen gıdaları erken başlatın" uyarılarIında bulundu.

Çocuklar yutmamalı

İÜ Adli Tıp Enstitüsü Öğretim Üyesi Toksikolog Prof. Dr. Salih Cengiz

Sürekli alınması ve yutulması durumunda bu dişleri olumsuz etkiler. Dişlerde bir takım beyaz lekelenmelere ve yumuşamalara neden olur. Dişlerin daha kolay çürümesine yol açar. Yani dişleri kuvvetlendireyim derken dozu aştığında sertleşme yerine yumuşama gibi bir sorun ortaya çıkmış olur. Çocukların yutmadan kullanması büyük önem arz ediyor.

Flor son derece zararlı

Kimya Mühendisi Mennan Aysan Kuzanlı

Sodyum florürün diş macununda bulunma sebebi diş minesinin daha iyi gelişmesini sağlamak. Ancak flor aynı zamanda, klor, brom ve iyot gibi son derece zehirli bir kimyasaldır. Miktarı ne kadar fazla olursa zarar verme etkisi o derece artar. Özellikle çocuklar için sakıncalı. Yutmamaları gerekir.

bugün, 01/04/ 2012

Diş macunlarındaki korkunç tehlike

Diş macunları ve sabunlarda kullanılan kimyasal maddeler anne adayları için çok tehlikeli.

Florida Üniversitesi'nde yapılan araştırmaya göre Türkiye'de de satılan birçok ünlü diş macunu markasında ve sabunun içinde bulunan triclosan maddesi anne karnındaki bebeğe zarar veriyor. Bugün'deki habere göre, Profesör Margaret James, ıslak mendillerde de bulunan bu maddenin anne karnındaki bebeğin yeterli oksijeni almasına engel olduğunu ve bunun da bebeklerin beyinlerinde hasara neden olduğunu söyledi.

Daha önce yapılan araştırmalarda triclosanın laboratuvar hayvanlarında karaciğer hasarına neden olduğu belirlenmişti.

hürriyet, 05/12/2010
Fazla Macun Diş Etlerini Eritiyor

Diş fırçalaması sırasında fazla macun kullanmanın diş etlerini erittiği belirtildi.

Diş hekimi Sadettin Pay, aşırı kullanılan diş macunun ağızdan tamamen temizlenmesinin mümkün olmadığını belirterek "Fazla macun içeriği sebebiyle diş etlerinin erimesine sebep oluyor" dedi.

Ağız ve diş sağlığı konusunda bazı doğru bilinen yanlışlar olduğunu ifade eden Pay, fazla macunun dişleri daha iyi temizlemediğini, aksine diş etlerine büyük zarar verdiğini söyledi.

Ağız ve diş temizliğinin hem hijyen hem de estetik bakımından çok önemli olduğunu kaydeden Pay, şu uyarılarda bulundu: "Bu konuda ciddi hatalar yapılıyor. Çok diş macunu kullanıldığında dişlerin daha iyi temizlendiği sanılıyor. Dişleri macun değil, fırça temizliyor, macun temizliği kolaylaştırıyor. Diş macunu çok kullanıldığında diş etlerine büyük zarar veriyor, diş etlerini eritiyor. Bu da hem estetik açıdan kötü bir görüntü hem de ağız sağlığını tehdit ediyor."

Diş fırçalarken en büyük hatalardan birinin de çok uzun fırçalama olduğunun altını çizen Pay, "Diş fırçalamanın bir tekniği ve bir süresi var. Diş fırçalanırken kesinlikle fazla bastırılmaması gerekir. Diş ve diş etlerinde sorun olmayanlar orta sert fırça, diş etleri kanayanlar ise yumuşak fırça tercih etmeli. Fırçalama süresi de 3 dakikayı geçmemeli. Tesirli bir fırçalama diş etinden dişe doğru yapılan süpürme tarzındaki fırçalamadır. Alt ve üst damak birbirinden bağımsız şekilde fırçalanması faydalı olur. Diş fırçalama sırasında yanağın iç kısmı ve dilde yoğun bakteri birikeceğinden yanaklar ve dilde fırçalanarak temizlenmelidir. " bilgisini verdi.

Yoğun iş temposunda gün içinde bir şeyler yiyip içtikten sonra dişleri fırçalamanın mümkün olmadığını dile getiren Pay, doğru diş fırçalama tekniği uygulandığı taktirde 12 saatte bir dişlerin fırçalanmasının yeterli olacağını vurguladı.

sabah, 29/05/2009
Diş Macunları Ölüm Saçıyor!

Uluslararası üne sahip hekimler, hemen her gün, belki de birden fazla kullandığımız diş macunlarıyla ilgili tüyler ürperten bir iddiada bulundu. İddialara göre kullandığımız diş macunları ölüm saçıyor!

Hekimlerin tartışma alanında
Piyasada satılan diş macunlarında, nükleer santrallerden daha tehlikeli olduğu öne sürülen ne var? Tıp ve farmakoloji bilim adamlarının bilip de yıllardır gizlediği gerçek ne? Haberciler - Haber, Yerel Haberler, Yerel Haber, İl Haberleri, İlçe Haberleri, Memleket Haberleri, Türkiye Haberleri araştırdı..

Korkunç iddialar, uluslararası üne sahip hekimler ve ilaç firmalarının adlarıyla, yer ve tarihleriyle, binlerce hekimin katıldığı Internet forumu worldmedline'de yer aldı.
Beyaz ve sağlıklı dişler için, içinde fluorid olan diş macunlarına ihtiyacımız vardır. Televizyon ekranlarındaki beyaz önlüklü diş hekimleri hep öyle derler. Amerika'da ise fluorid içme sularına da karıştırılıyor.

Avrupa'da yasak olan bu işlemi gerçekleştiren ABD'de her yıl 143 bin ton fluorid. 'ağız sağlığı, temiz içme suyu ve su borularının hijyenliği' adına Amerikalıların musluk sularına tatbik ediliyor.

İngiltere ise fluoridli musluk suyunun resmi olarak yasaklanmadığı Avrupa'daki tek ülke. 'Thamoo Water' 2000 yılında ABD uygulamasını örnek alarak İngiltere'de musluk sularına fluorid karıştırmak için yasa önerisini Londra'daki Parlamento'ya vermiş bulunuyor. Yasa önerisin Ingiliz kamuoyunun tepkisi oldukça büyük oldu.

Anti- Fluorid Kampanyası'nın yoğun çalışmaları sonucunda başta Boots, Sainsbury ve Safeway gibi büyük market zincirleri 'Fluoridsiz diş macunları'nı üretip raflarına yerleştirmek zorunda kaldılar. Fluoridli diş macunları üzerindeki büyü kalkarken kamuoyu fluorid denen ve iyi birşey zannedilen kimyasal maddenin bir zehir olduğunu öğrendi.

Sodyum Fluorid 19.yüzyılda yaygın bir deyimle 'Şeytan Zehiri' olarak bilinen Sodyum Fluorid, fare zehiri olarak kullanılıyordu. Bir çok endüstri kolunun atık ürünü olan ve sodyum silikofluorid ile birlikte elde edilen fluorid özellikle boksit'den elde edilen alüminyum üretimi endüstrisinin bir atığıdır.

Depolanması oldukça güçtür. Denizlerin dibine depolandığında milyonlarca balığın ve deniz canlısının ölümüne neden olmakta, eğer toprağa depolanırsa nehirlere ve yeraltı sularına karışmakta ve toprağı zehirlemektedir. Metali yeme özelliği de bulunduğu için sodyum fluoridin depolanması için üretilen konteynırlar oldukça pahalıya mal olmaktadır.

20. yüzyılın ikinci yarısında kapitalizm bu zehirli atığın depolanma maliyetinden kurtulmak için 'fluoridli diş macunları' masalını ortaya atmış, başta ABD olmak üzere dünya çapında bir dizi üniversitenin diş hekimliği ve halk sağlığı bölümlerinde, diş sağlığı için fluoridin faydaları üzerine araştırmalar yönlendirmiş ve sonuçta her ülkede fluoridli diş macunları, diş hekimleri kuruluşlarının onayını almıştır.

Arsenikten 15 kat daha kuvvetli Anti-Fluorid Kampanyası'nın önde gelen sözcülerinden Massachutes Tip Merkezi'nden Dr. Bush, sodyum fluoridin arsenikten 15 kat daha kuvvetli olduğunu belirtiyor. Dünyadaki kanser oranının en yüksek olduğu Amerika'da içme sularına fluorid tatbik edilen bölgelerde kanser oranının iki hatta üç kat daha fazla olduğu ve bu oranın nükleer santral bölgelerinde oturan insanların kansere yakalanma risk oranı ile eşdeger olduğu da açiklanan bir diğer bilgi.

Sodyum fluorid, diş macununun yanı sıra bir de içme suyu ile alındığında vücutta büyük bir tahribata neden oluyor. Damarlar, sinir sistemi, kemik yapısı ve dişlerde ağır bir tahribat gerçekleştiriyor. ABD'de uygulamanın, kısa adı EPA (Environmental Protection Agency - Çevre Koruma Kurumu) olarak bilinen kurum aracılığı ile gerçekleştirildiğini ve EPA'nın, içme sularında fluorid kullanılmasına ilişkin tavsiye raporları verdiğini de hatırlatmak istiyoruz. EPA hazırladığı bu 'tavsiye' raporlarında endüstri kollarına atıklarını değerlendirme ve atıklarından para kazanmanın yollarını gösteriyor. Bu atıkların başında ise sodyum fluorid geliyor.

Içme sularına fluorid karıştırılması yasa maddesi böylece devreye giriyor. Amerikalıların 'çevre' koruma kurumu, sermayeyi koruma kurumu olarak faaliyet gösteriyor.

Ve çok daha ürkütücü bir bilgiyle karşılaşıldı:

Kitlesel düşünce kontrolünde fluoridin kullanıldığına...

Fluoridin kitlesel psikolojik kontrol için kullanımı Fluorid kullanımının karanlıkta bırakılmış ilişkiler ağında ise çok daha ürkütücü bilgilerle karşılaşıyoruz.

Fluorid, semap olarak bilinen ve ilaç endüstrisinde sakinleştirici ilaç üretiminde kullanılan bir malzemeyi içeriyor. Bu ise fluorid üretimiyle sarin ve soman olarak bilinen sinir gazlarının üretimini mümkün kılıyor. Bu üretimin geliştirilmesi, 2. Dünya Savaşı sırasında Hitler Almanyasında, Yahudileri yok etmek için Zyklon B adındaki ceyanide kökenli gazı üreten Alman kimya fabrikası I.G.Farben'de gerçekleştiriliyor.

I.G.Farben, sodyum fluoridden sinir gazı üretimi teknolojisini 1939 yılında ALCOA adlı Amerikan Alüminyum Şirketi'nden alıyor. Nazi bilim insanları fluoridin içme suyuna karıştırılması için ilk deneyleri gerçekleştiriyorlar. Bu deneylerde içme suyundaki fluoridin beynin belli bir bölgesini uyuşturduğunu ve bireyin direnme gücünü kırdığını tesbit ediyorlar. Bu keşiften sonra fluorid Nazi toplama kamplarındaki içme sularına karıştırılıyor.

Colgate ve CIA arasindaki ilişki

2. Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra Alman I.G.Farben firması ABD ile ilişkilerini gerçekleştiriyor. Amerikalı kimyacı ve biyolog Charles Edward Perkins, Nazi toplama kamplarında içme sularına fluorid karıştırıldığına ve Farben firmasının Yahudi soykırımındaki rolüne ilişkin bilgileri açıklıyor. Bu açıklamalar gözardı ediliyor.

Zira bu tarihlerde CIA, Nazilerin kitlesel psikolojik denetleme ve kontrol testlerinin sonuçlarını ve birikimini bünyesinde toplamaya başlıyor. Farben firmasının Amerikalı danışmanı olarak Alan Dulles göreve atanıyor. Dulles MK ULTRA olarak bilinen Nazi psikolojik denetleme testlerinin sonuçlarını CIA'ya aktarıyor. CIA'nın kurucularından olan Dulles'in yanında çalışan bir diğer kişi ise Dr. George Estabrooks.

Estabrooks, New York'daki Hamilton Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkanı ve ABD Hükümeti'nin hipnotizma ve davranış psikolojisi danışmanı olarak görev yapıyor. Dr. Estabrooks'un bir diğer görevi ise diş macunu şirketi Colgate'in yönetim kurulu başkanlığı.

Diş Macunlarının üzerindeki uyarıcı bilgiler ise ülkeden ülkeye değişiyor. Örneğin ABD'de satılan Colgate ürünlerinde şu uyarı notu yer alıyor:

'Eğer çocuğunuzun diş macunundan yemiş olduğunu fark ederseniz, derhal yakınınızdaki zehirlenme istasyonuna götürün ve doktorunuz ile temasa geçin.'

Bu uyarı notu diğer ülkelerde 'Çocuğunuzun dişini fırçalarken macunu yutmamasına özen gösterin ve 7 yaşın altındaki çocuklara çok az miktarda diş macunu verin' olarak değişiyor.

ABD'deki içme sularına sodyum fluorid katıldığı için, bu ülkede satılan diş macunlarındaki sodyum fluorid oranı, diğer ülkelerdekinden ortalama yüzde 50 daha az miktarda.

Bilime ulaşma hakkı demokratik bir toplumun temellerinden birini, bireylerin bilime ulaşabilme hakkı ve kullanıcı kültürüne sahip olabilmeleri olarak saptayabiliriz.

Diş macunları örneğinde görüldüğü gibi, kullandığımız ürünlerin bir çoğu aslında ihtiyacımız olmayan, fakat uluslararası tröstlerin atıkları üzerinden de para kazanabilmeleri için suni olarak yaratılmış ihtiyaçlarımıza yanıt veriyor. Üstelik sağlığımız pahasına.

Kalsiyum fluorid, sodyum fluoridin doğal alternatifi. Fakat doğada çok az bulunuyor. Bu yüzden organik üretilmiş diş macunları orta gelir seviyesi ve üstündeki toplum kesimi tarafından kullanılabiliyor. Kalsiyum fluoridin fazla fazla alınması durumunda da dişler ve kemik yapısı zarar görüyor.

Uzmanlar sağlıklı dişler için şekerli yiyecekler, beyaz şeker ve beyaz unu mümkün olduğu kadar azaltacak bir diyetin yeterli olduğunu belirtiyorlar.
LOKMAN HEKİM
 
Son düzenleyen: Moderatör:
$JELÝBON.jpg $JELÝBON.jpg


Çocukların yediği muhallebi, tatlı, pasta,büskvide kullanlan E122 gıda boyası troid kanserine yol açtığndan ABD, Avustralya'da yasaklanmış..


Bizde...
Gelsin H3N3 ve sıradakiler!

Gıda Üretiminde Kullanılan Katkı Maddeleri

Bugün toplam 3 bin 500 cins katkı maddesi dünya piyasasında gıdalarımıza katılmak üzere pazarlanmaktadır. Bu maddelerin pek çoğunun kanserden tutun, beyin hücrelerini tahribata varıncaya kadar çeşitli zararları tespit edilmiştir.
20/08/2011 - 11:34
Pazarlamayı kolaylaştırmak amacıyla gıdalara ilave edilen kimyasal maddeler, katkı maddeleridir. Gıdanın biyolojik değerini düzeltmek için kullanılmasına izin verilir. Katkı maddelerinin kullanılma amaçları şunlardır:

• Besin değerini korumak ve geliştirmek için.
• Renklendirici olarak, gıda maddelerinin göze hoş görünmesi için.
• Tatlandırmak için.
• Damağa lezzet vermek için kullanılan vanilya gibi aromalar.
• Koyulaştırıcı olarak jelatin vs.
• Normalde birbirlerine karışmaya veya zor karışan maddeleri birbirine bağlayıcı olarak, bu maddelerin emilsiyonunu kolaylaştırmak için (Lesitin v.s)
• Gıdaların bayatlama, kokuşma, bozulma olaylarını geciktirmek için.

Alışveriş sırasında aldığımız gıdaların, ürünlerin üzerinde yazılı olan kodların belli karşılıkları vardır ancak çocuklarımızın ve kendimizin sağlıklı gelişimini sağlamak için iyi bir etiket okuyucusu olmamız gerektiğini de unutmamak gerekiyor.

Katkı maddeleri belli ürünlerde ve izin verilen oranlarda kullanıldığında sağlık için bir tehlike olmaktan çıkıp, koruyucu bir etki gösterir. Buna rağmen Emülgatörler mutlaka incelenerek kullanılmalıdır.

Kullanılmasına izin verilmesine rağmen bazı ülkeler aşağıdaki katkı maddelerinin tüketimi yasaklamıştır.

E102 : Sarı renkli olan gıda boyası, renkli içecek, tatlı, reçel, tahıl,çerez, konserve balık ve hazır çorbalarda kullanılır. Çocuklarda hiperaktiviteye neden olabilir. Aspirine duyarlı kişiler kullandığında alerjik reaksiyonlar gözlenmiştir. Norveç ve Avusturya’da kullanımı yasaklanmıştır.

E110 : Sarı renkli gıda boyasıdır. Pasta, tatlı, dondurma, içecek, konserve, balık ve şuruplarda kullanılır. Karın ağrısı, alerji ve hazımsızlık sorunlarına neden olabilir. Norveç ve Fillandiya’da yasaklanmıştır.

E122: Kırmızı renkli gıda boyasıdır. Şekerleme, jöle ve pastalarda kullanılan bu madde, astım hastalarında alerjik reaksiyonlara neden olabilir. İsveç, Avusturya ve Norveç’te yasaklanmıştır.

E123 : Kırmızı renk veren gıda boyasıdır. Pasta, hazır çorba, jöle, dondurma ve ketçaplarda kullanılan bu katkı maddesi astım, hiperaktivite ve egzamaya neden olabilir. Avusturya, Rusya ve Norveç’te yasaklanmıştır.

E129 : Kırmız renk veren gıda boyasıdır. Tatlılar, içecekler ve garnitürlerde kullanılır. Farelerde yapılan deneylerde kansere rastlanmıştır. Danimarka, Belçika, Fransa, Almanya, İsviçre, İsveç, Avusturya ve Norveç’te yasaklanmıştır.

E210, 211, 212, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219 (Benzoatlar) : Sos, ketçap, mayonez, reçel, peynir, meyve suları ve pek çok üründe koruyucu olarak kullanılan maddelerdir. Astım, sinirsel bozukluk, deri döküntüleri ve hiperaktiviteye neden olduğu iddia edilmektedir.

E220, 221, 222, 223, 224, 226, 227, 228 (Sülfitler) : Bira, kurutulmuş meyveler, meyve suları ve sirkede koruyucu olarak kullanılır. B1 vitamini yok eder. Astım ve alerjik hastalıklara neden olabilir.

E250, 251 (Nitratlar) : Salam, sucuk, sosis gibi et ürünlerinde koruyucu olarak kullanılır. Katkı maddelerinin en çok tartışılanlarıdır. Kanın oksijen taşıma yeteneğini azaltırlar.

E320 : Gıdalardaki istenmeyen koku, aroma, tat değişiklikleri, enzimatik kararma ve renk kaybını önlemek, ayrıca besinlerin raf ömürlerini artırmak için özellikle yağlarda ve yağlı besinlerde kullanılır. Japonya’da kullanımı yasaklanmıştır.

E621 : Bir çok restoranda ve gıda imalathanelerinde lezzet artırıcı olarak kullanılır. Kanser, mide rahatsızlıkları, kronik hepatit, sinir sistemi enfeksiyonları gibi hastalıklarla ilişkilendirilmektedir. Daha çok Çin ve Türk mutfağında tüketilir.

E951 (Aspartam) : Yapay tatlandırıcı olarak kullanılır. Baş ağrısı, kanser, migren ve hiperaktivite ile bağlantısı olduğu ileri sürülmüştür.

E 954 (Sakarin) : Diyet şekeri olarak bilinir. Mesane kanserine neden olduğu ve böbreklere zarar verdiği ileri sürülmektedir.

Hayvansal Olan Katkı Maddeleri

E441 (Jelatin) : Domuz, sığır ya da diğer hayvanların deri ve kemiklerinden elde edilir.

E542 : Tamamen hayvan kemiklerinden elde edilir.

E631 : Hayvanların etinden yada sardalyadan elde edilir.

E120: Kırmızı etten elde edilir.

E904 : Böceklerden elde edilir.

E920: İnsan veya hayvan kılından elde edilir.

E Kodunun Tanımı

Gıda ambalajlarının üzerine uzun olan kimyasal isimlerin yazılması zor olacağından, gıda katkılarına uluslar arası kodlar verilmiştir. “E” kodu “Europan” kelimesinin baş harfi olup, katkının Avrupa Birliği’nin ilgili komitesi EC – Scientific Committe on Food tarafından onaylandığını ifada eder. Başka bir deyişle, “gıdanın içinde bulunan katkının yapılan incelemelerden sonra kullanılmasına izin verilmiştir” anlamını taşır.

Kaynaklar
- Dr. Müh. Hüseyin Kamil Büyüközer, Yeniden Gıda Raporu, İstanbul, 2007
- Prof. Dr. Ahmet Maranki & Elmas Maranki, Mozaik Yayınları,Kozmik Bilim Işığında Şifalı Bitkiler, İstanbul, 2008
 
Ara öğün için kuru yemiş öneriliyor

Araştırmalar miktarına dikkat edildiği sürece ara öğün olarak tüketilen kuru yemişin kilo verdirmeye yardımcı olduğunu gösteriyor. Uzmanlar gün içinde yarım avuç fındık, 3-4 adet tam ceviz ya da 10 adet badem tüketilmesini tavsiye ediyor.

Yoğun iş hayatı, metropol yaşamı yeme-içme alışkanlıklarını değiştiriyor, atıştırma ihtiyacı artıyor. Ana öğün saatleri kaçırılıyor, yemek yeme süreleri kısalıyor. Bu nedenlerle sağlıklı gıda arayışı da doğal gıdalara yönelik ilgi de artıyor. İşte tam bu zamanlarda devreye atıştırmalıklar giriyor. Gün içindeki ara öğünler, küçük açlıkları bastırmaya yönelik gıdalar, keyif almak ya da kendini iyi hissetmek için tüketilen pek çok ürün, atıştırmalık ürün kategorisine giriyor. Uzmanlara göre bu gıdalar kan şekerini hızlı yükseltmiyor, dengede kalmasını sağlıyor. Ayrıca kalorisi çok yüksek olmayan yiyecekler oldukları için kilo vermeye yardımcı oluyor. Kuru meyve, fındık, ceviz, badem gibi kuru yemişler, taze meyve, tahıllı bisküviler, süt ve yoğurt gibi besinler atıştırmalıklardan bazıları.

Peki, aklınıza şu soru gelmiyor mu? Nasıl oluyor da bu yiyecekler kilo aldırmıyor, hatta kilo vermeye yardımcı oluyor? Bu konuda Memorial Sağlık Grubu Uzman Diyetisyeni Yeşim Çelike kulak verelim: Sağlıklı atıştırmalıklar kan şekerinin düzenlenmesinde ve kilo kontrolünde oldukça önemli yer tutar. Kan şekerinin düşmesini önleyerek yemek yeme ihtiyacını azaltır. Bu sebepten dolayı o öğünden daha az kalori almış oluruz ve bu da kilo kontrolünde ve zayıflama programında bize yardımcı olur. Miktarına dikkat edildiği sürece ara öğün olarak tüketilen kuru yemişin kilo verdirmeye yardımcı olduğunu vurgulayan Çelik, ara öğün tüketiminin 2 saatte bir yapılmak gerektiğini de belirtiyor.

Kabuklular zayıflatıyor

Kabuklu yemişlerin sağlığa olumlu etkileri ile ilgili pek çok araştırma var. Araştırmalar düzenli kabuklu yemiş tüketiminin, kalp ve damar rahatsızlıkları ve 2. tip diyabet de dahil olmak üzere önemli kronik hastalıklara yakalanma riskini azalttığını gösteriyor. The New England Journal of Medicine dergisinde Hemşirelerin Sağlık İncelemesi ve Sağlık Hizmeti Verenlerin Takip İncelemesi kapsamında 10 yıldan fazla zamandır kontrol altında tutulan 119 bin kadın ve erkek üzerinde yapılan çalışmadan elde edilen sonuçlara yer verildi. Çalışma başladığından bu yana ölen 27 bin 429 kişinin ölüm sebepleri göz önünde bulundurularak yeme alışkanlıkları analiz edildi.

Kabuklu yemişlerin tüketim sıklığı arttıkça, katılımcıların kanser, kalp rahatsızlıkları ve solunum yolu rahatsızlıklarından ölme oranlarının azaldığı gözlemlendi. Ayrıca yapılan sayısız araştırma, kişilerin kabuklu yemiş tükettikçe daha fazla incelme eğilimi gösterdiklerini de ortaya koyuyor. Örneğin Akdenizde yapılan bir araştırmada 28 ay boyunca kabuklu yemiş tüketiminin kilo alımı üzerindeki etkileri gözlendi. Beslenme profesörü Penny M. Kris-Ethertonun kabuklu yemişlerin kalp rahatsızlıkları üzerindeki etkilere yer veren araştırmasına göre, bu yemişler zengin doymamış yağ kaynağı olmanın yanı sıra kolesterolü düşüren, yağ olmayan protein, lif, bitki sterolleri, bakır ve magnezyum içeren komplike yiyecekler.

Pek çok kabuklu yemiş, özellikle de badem, bir olan E vitamini açısından çok zengin. Kalp damar hastalıklarından koruyucu ve tansiyon dengeleyici etkisi var. Günde yarım avuç tüketilmesi yeterli görülüyor. Fındığın yapısında yüksek oranda bitkisel kaynaklı, iyi kaliteli protein bulunuyor. Yüksek oranda magnezyum, kalsiyum ve demir içeriyor. Uzmanlar fındığın düşük sodyum ve yüksek potasyum içeriği nedeniyle hipertansiyon hastaları tarafından rahatça tüketilebileceğini söylüyor. Günde yarım avuç tüketilmesi öneriliyor. Cevizin, yapısındaki tanen ve posa ile kolesterol birikimini önleyici ve düşürücü etkisi bulunuyor. Ayrıca damar sağlığı açısından önemli olan arginin içeriyor. Ceviz bu özellikleri ile kalp damar sağlığı açısından yararlı. Beyin ve sinir sisteminin gelişimine yardımcı olan Vitamin E, Tiamin(B1),Riboflavin(B2),Niasin (B3)vitaminlerini içermesinden dolayı bebek ve çocukların günlük beslenmelerine eklenmesi tavsiye ediliyor. Günde 3-4 adet tam ceviz tüketilmesi öneriliyor.

Kuru yemiş pakete giriyor

Kuru yemiş sektörü son 10 yıldır sağlıklı bir dönüşüm yaşıyor. Özellikle gençler tarafından yeniden keşfedilen kuru yemiş pazarı Sağlıklı atıştırmalık kategorisinde yeniden konumlanıyor. Türkiyede kişi başına kuru yemiş tüketimi 3.5 kilogram. Türkiye, İran ve Lübnan ile birlikte, dünyanın kişi başına en çok kuru yemiş tüketilen ülkesi. Çerezlik kuru yemiş sektörünün büyüklüğü yaklaşık 3.6 milyar lira. Sektör her yıl yaklaşık yüzde 10 büyüyor. Kuru yemiş tüketiminin %40ı ay çekirdeğinden oluşuyor. Yılda 120 bin tona ulaşan bir tüketim var.

Ay çekirdeğini tuzlu fıstık izliyor. Sektörde yaşanan yeniden konumlanmayı değerlendiren Papağan Kuruyemiş Genel Müdür Yardımcısı Ali Murat Çakan, Özellikle markalı ve paketli firmalar, hem sektörün kalite standartlarını yukarıya çekecek hem de tüketicinin sağlıklı atıştırmalık seçeneklerini geliştirecek uygulamalar geliştiriyor. Biz Papağan Kuruyemiş olarak, iki yıl önce Altın Meyveler serisiyle çiğ yemişler ve doğal olarak kurutulmuş meyvelerden oluşan bir seriyi pazara sunduk. Bu seride badem ve ceviz, tuzlama ya da kavrulma gibi hiçbir işleme tabii tutulmadan kabuğundan çıktığı haliyle paketleniyor. Seride antioksidan özelliğiyle öne çıkan çekirdekli siyah üzüm ya da kuru erik de var. Özellikle kuru erik, çok geniş bir kitle tarafından sevildi ve büyük beğeni ile tüketiliyor. Çok net söyleyebilirim ki kuruyemiş, tüm atıştırmalıklar içinde kesinlikte en sağlıklı atıştırmalıktır dedi.

Çakanın verdiği bilgilere göre kuru yemiş tüketiminde son yıllarda meydana gelen önemli bir değişiklik paketli kuru yemiş tüketiminin artışı. 3 yıl önce paketli ve markalı kuru yemiş pazarı, tüm kuru yemiş pazarının sadece %15i düzeyindeydi. 2013 yılı itibarıyla paketli pazar %35e çıktı. Yani kuru yemiş pazarının üçte biri artık paketli gerçekleşiyor. Tıpkı açık süt-kutu süt gibi kuru yemiş pazarının da ağırlıklı olarak paketli kuruyemiş tüketimine geçmesi bekleniyor.

Gripten korunmak için günde 1 bardak portakal suyu için!

Kış aylarında, soğuk algınlığı ve grip gibi üst solunum yolu hastalıklarında belirgin bir artış görülüyor. Uzmanlar hastalıktan korunmak için içeriğinde bol miktarda C vitamini bulunan portakal suyunun içilmesini öneriyor. Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Neriman İnanç, vücutta yapımı mümkün olmayan ve dışarıdan alınan besinlerle vücuda giren C vitamininin azalmasıyla özellikle gribal hastalıklara davetiye çıkarıldığını belirtti. Potasyum, folat, B1, B2, B6 vitaminleri ve çeşitli mineralleri içeren portakal suyunun soğuklarla birlikte azalan enerjinin ve sürekli yorgunluk hissinin giderilmesi için tüketilmesi gerektiğini vurgulayan İnanç, her gün portakal suyunun tüketilmesi halinde kişinin hastalıktan korunacağını söyledi. Yetişkin bir insanın günlük ortalama 60 mg civarında C vitaminine ihtiyacı olduğunu söyleyen İnanç, bir bardak portakal suyunun günlük C vitamini ihtiyacını karşılamaya yettiğini belirtiyor.

Çekmecenizde fındık kuru meyve bulundurun

>> Çalışırken yemek yemeyin, yemek yemek için zaman ayırın.

>> Daha uzun süre tok kalmak isterseniz arada süt tüketebilirsiniz.

>> Çok yoğunsanız, yerinizden kalkacak vaktiniz yoksa, çekmecenizde, taze veya kuru meyve, fındık, ceviz diyet bisküvi, galeta gibi pratik yiyecekler bulundurun.

>> Kahvaltıyı erken yapıyorsanız, öğle yemeğinden 1-2 saat önce ara öğün tüketmeniz, metabolik hızınızı artırarak kilo vermenize yardımcı olur.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
İlaç kullanırken beslenmeye dikkat

Yerinde kullanıldığında hayat kurtarıcı olan ilaçlar, yanlış besinlerle alınırsa ölüme kadar götürebiliyor.

Ço.ğu.muz pek .çok ne.den.den do.la.yı ilaç kul.la.nı.yo.ruz. An.cak ilaç kul.la.nı.mı sı.ra.sın.da tü.ke.ti.len be.sin.le.rin ilaç.la.rın et.ki.si.ni azal.tı.cı ve.ya ar.tı.rı.cı et.ki.le.ri ola.bi.li.yor. Fay.da bek.ler.ken za.ra.ra hat.ta ha.ya.ti teh.li.ke.ye yol açan ilaç be.sin et.ki.le.şim.le.ri.ni ve han.gi be.si.nin han.gi ilaç.ta ölüm.cül za.rar.la.rı ol.du.ğu.nu İs.tan.bul Flo.ren.ce Nigh.tinga.le Has.ta.ne.si Sağ.lık.lı Ya.şam Mer.ke.zi Di.rek.tö.rü Dr. Öz.gür Şa.mil.gil ak.tar.dı.

SÜT VE SÜT ÜRÜN.LE.Rİ, KAL.SiİYUM İÇE.RENLER

Flo.ro.ki.no.lon ve tet.ra.sik.lin gru.bu an.ti.biy.otik.ler, se.fu.rok.sim isim.li an.ti.bi.yotik, bi.fos.fo.nat gru.bu ke.mik eri.me.si ilaç.la.rı, me.tot.rek.sat isim.li ro.ma.tiz.ma ila.cı, kal.si.yum içe.ren bu tip gı.da.lar ve ilaç.lar.dan 2 sa.at ön.ce ve.ya 6 sa.at son.ra alın.ma.sı ge.re.ki.yor yok.sa emi.li.mi bo.zu.lur. Kan.sız.lık için kul.la.nı.lan de.mir ile süt ve süt ürün.le.ri, pek.mez, su.sam, fın.dık, fıs.tık, ku.ru.tul.muş mey.ve.ler, ku.ru bak.la.gil.ler, ye.şil yap.rak.lı seb.ze.ler ay.nı an.da kul.la.nıl.ma.ma.lı.dır. De.mir emi.li.mi bo.zul.ma.ma.sı için en az 2 sa.at son.ra tü.ke.til.me.li.dir.

GREY.FURT SU.YU KAS ERİME.Si YA.PA.BİLİYOR

Bu mey.ve.nin ken.di.si.nin de.ğil ama su.yu.nun faz.la mik.tar.da tü.ke.ti.mi (gün.de 1 lit.re ve üze.ri) özel.lik.le sta.tin gru.bu ko.les.te.rol ilaç.la.rı.nın ba.zı.la.rı.nın ba.ğır.sak.ta par.ça.lan.ma.sı.nı ge.cik.ti.re.rek kan se.vi.ye.le.ri.ni ar.tı.rı.yor. Bu da kas ağ.rı.la.rı, kas kramp.la.rı ve kas eri.me.si gi.bi yan et.ki.le.rin ar.tı.şı.na ne.den ola.bi.li.yor. Kal.si.yum an.ta.go.nis.ti gru.bu tan.si.yon ilaçlarının etkisini arttırabiliyor bu da başta tansiyon düşüklüğü riski doğuruyor. Ayrıca kabızlık, kalp atışlarında yavaşlamaya neden olabiliyor. Erkeklerde sertleşme sorunu için kullanılan ilaçların etkisini artırması tansiyon düşüklüğü, görme bozukluğu gibi şikayetleri ortaya çıkarabiliyor. Östrojen içeren doğum kontrol hapla.rı.nın ya.n et.ki.le.ri.ni ar.tı.ra.bi.li.yor. Ba.zı an.ti.dep.re.san, psi.ki.yat.ri, kalp ritim, kan.ser ilaç.la.rı da et.ki.le.şe.bi.li.yor.

PRO.TE.İN.DEN ZEN.GİN BE.SİN.LER

Prop.ra.no.lol isim.li be.tab.lo.ker gru.bu ila.cın ne.fes dar.lı.ğı, tan.si.yon ve na.bız dü.şü.rü.cü et.ki.si.ni art.tı.rır. Par.kin.son ila.cı car.bi.do.pa/le.vo.do.pa ve as.tım ila.cı te.ofi.li.nin et.ki.si.ni azal.tır.

BOL LİF.Lİ BE.SİN.LER

Özel.lik.le ko.les.te.rolü dü.şür.mek için tü.ke.ti.len yu.laf, ke.pek.li ek.mek gi.bi bol lif.li be.sin.ler, şe.ker ila.cı Met.for.min, gu.atr ila.cı Le.vo.ti.rok.sin, pe.ni.si.lin, kalp ila.cı Di.go.xin gi.bi ilaç.la.rın emi.li.mi.ni bo.za.rak et.ki.le.ri.ni azal.tır.

Tİ.RA.MİN İÇE.REN BE.SİN.LER

Bu tür, es.ki.til.miş pey.nir, sa.lam, so.sis, su.cuk, in.cir, bak.la, la.ha.na tur.şu.su, so.ya so.su, ta.vuk ve.ya da.na ci.ğe.ri, şa.rap, ti.ra.min pro.te.ini zen.gin be.sin.ler ba.zı an.ti.dep.re.san.la.rın yan et.ki.si.ni çok ar.tı.rır, ritim bo.zuk.lu.ğu, tan.si.yon yük.sek.li.ği, ba.şağ.rı.sı, kus.ma, ter.le.me ve ate.şe hat.ta ölü.me ne.den ola.bi.lir.

KO.YU YE.ŞİL YAP.RAK.LI SEB.ZE.LER

Kan su.lan.dı.rı.cı War.fa.rin ad.lı ila.cın et.kin.li.ği bu gı.da.lar.da.ki K vi.ta.mi.ni.nin blo.ke edil.me.siy.le sağ.lan.dı.ğı için bu gı.da.la.rın gün.lük tü.ke.ti.mi hep eşit mik.tar.da tu.tul.ma.lı.dır. Ak.si takdir.de kan ya çok su.la.nır ya da pıh.tı.laş.ma.ya eği.lim gös.te.rir.

PO.TAS.YUM İÇE.REN BE.SİN.LER

Po.tas.yum tu.tu.cu ba.zı tan.si.yon ilaç.la.rı ve id.rar sök.tü.rü.cü kul.la.nan.lar.da, pa.ta.tes, muz, ka.yı.sı, por.ta.kal su.yu gi.bi po.tas.yum.dan zen.gin gı.da.lar kı.sıt.lan.maz.sa ölüm.cül kalp arit.mi.le.ri ya.şa.na.bi.lir.

C Vİ.TA.Mİ.Nİ

C vi.ta.mi.ni de.mir emi.li.mi.ni ko.lay.laş.tı.rır. C vi.ta.mi.ni be.ra.be.rin.de kal.si.yum.dan zen.gin süt ve süt ürün.le.ri gi.bi gı.da.lar.la be.ra.ber alı.nır.sa ken.di emi.li.mi bo.zu.lur, aç alın.ma.sı öne.ri.lir. Ba.zı a.ler.ji ilaç.la.rıy.la be.ra.ber alı.nır.sa et.ki.le.ri.ni azal.ta.bi.lir.

KA.FEiN

Kah.ve, çay, ko.la.lı içe.cek.ler, ener.ji içe.cek.le.ri ba.zı so.ğuk al.gın.lı.ğı ilaç.la.rıy.la be.ra.ber alı.nır.sa si.nir.li.lik, uy.ku.suz.luk, çar.pın.tı, kalp ritim bo.zuk.lu.ğu, tan.si.yon yük.sek.li.ği, ka.bız.lık, id.rar ar.tı.şı ya.pa.bi.li.yor. Ba.zı ne.fes açı.cı bron.şit ilaç.la.rı.nın ya.n et.ki.sini ar.tı.ra.rak aji.tas.yon, ritim bo.zuk.lu.ğu ya.ra.tı.yor. Cip.rof.lok.sa.sin isim.li an.ti.bi.yotik, do.ğum kon.trol hap.la.rı ve kor.ti.zon da ka.fe.inin par.ça.lan.ma.sı.nı ge.cik.ti.re.rek kan dü.ze.yi.nin art.ma.sı.na ne.den olu.yor.

Sağ.lık.lı Ya.şam Mer.ke.zi Di.rek.tö.rü Dr. Öz.gür Şa.mil.gil
 
Son düzenleme:
Organik tarım ve organik gıda fikrini kim buldu?

John Platt‘in mnn.org’da yayınlanan yazısını Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Merve Tansel‘in çevirisiyle okuyalım.

Bugünlerde insanlar gıda alışverişi için çiftçi pazarı veya semt bakkalının organik ürün bölümünü tercih ediyorlar. Sonuç olarak, organik ticaret birliğine göre, 2012 de organik besin satışları; sağlıklı besin satışlarını yüzde 10.2, ve kaydedilen gıda satışını yüzde 4.3 arttırdı.

Geçen yıl organik besin satışları 29 milyon dolarlık sağlıklı besinlerden oluşuyordu. Bu, çok yeni olan sektör için fena bir rakam değil: Amerika Tarım Bakanlığı, 2002 ye kadar ulusal standartları organik gıda için tasdik etmiyordu.

O zaman, bu sağlıklı besin ve ekonomik büyümenin özü nereden geliyor? Birçok kişi organik tarım fikrinin tarımsal sanayiden önceki daha basit zamanlara dayandığına inanıyor, gerçek şu ki organikler hakkındaki fikirlerin çoğu için 20.yüzyıldaki birkaç kişiye borçluyuz.

Organik gıdaya olan ilgi her geçen gün artmaktadır.
Organik gıdaya olan ilgi her geçen gün artıyor.

Bunlardan önemlisi 1940’da “Look to The Land” isimli kitabında “organik tarım” terimini ilk defa kullanan, daha çok Lord Northbourne adıyla bilinen, Walter Ernest Christopher James’dir. Lord Nortbourne’ un kitabı, bu yüzyıl boyunca yer alan yapay kimyasallardaki büyük artışın, gerçek verimlilikteki hızlı düşüşle neredeyse aynı olduğunu belirtir.



Kimyasal tarımı, organik tarımın yerine koyma girişiminin sonuçları, çiftliğin temiz olmasından çok aslında zararlı olduğunu ve yaşayan organizmalar olarak toprak arama sistemine bir geri dönüşün gerektiğini vurgular.

Lord Northnourne yalnız değildi.”Look to the Land” kitabini yayımladığı aynı yıl, İngiliz botanikçi sör Albert Howard “An Agriculture Testament” isimli klasik eserini yayımladı. Hindistandaki geleneksel çiftçileri belgeleyen, kendi çalışma yıllarını temel alan kitabı zamanında standartlaşan kimyasal yöntemlerin yerine torak verimliliği ve gübreleme gibi doğa odaklı ilkeleri ele alır. Bunu toprak verimliliğini arttırmak için bitki ve hayvan atığından organik toprak üretimi anlamına gelen “Indore Method” olarak adlandırdı.

Howard’ın kitabi 1940 ciltli iki eser için bayağı etkili olmuştur. Onun kitabını temel alan Lady Eve Balfour, organik ve kimyasal tarımın etkisini karşılaştırmak için ilk bilimsel çalışmayı yürüttü. Sonuçlar, 1943 de basılan “ The Living Soil” isimli etkili başka bir kitapta yayımlandı. 3 yıl sonra organik tarımı savunan muhtemelen ilk grup olan, “Toprak Derneği” ni kurdu.

Organik tarım kavramları gelecek birkaç yılda ilerledi , ancak ilk büyük desteğini Rachel Carson 1942 de böcek ilacının ( dikloradifenil-trikloreton) doğal çevreye etkisini mükemmel bir şekilde belgeleyen, çığır açan eseri “ Silent Spring” i yayımladığında verdi.
Büyüyen çevresel ve karşıt kültür akımları tarafından benimsenen Carson’ın kitabı, yapay kimyasallardan uzak durup, organik besinlere desteği harekete geçirmek için bir çağrı olmuştur.

Maalesef, o dönemin “toprağa dönüş” akımının en eski destekçileri Howard , Balfour ve Northbourne ‘un örneklerini göz ardı etti yada unuttu . George Keupper ‘ın “A Brief History and philosophy of Organic Agriculture “ eserine göre “ bir çok acemi, böcek ilaçsız yada yapay gübresiz kaliteli besin yetiştirmenin , geleneksel organik yöntemlerin yenileyici uygulamaları olmadan pek işe yaramayacağını anlayamadı. Bu da “ihmal edilmiş organik” ile sonuçlandı ve hiç hoş olmayan ürünler üretildi.

Bu aksiliğe rağmen, organik üretim ilerlemeye devam etti. İlk bölgesel organik destekler ,alıcılar(müşteriler) için yeterince uyumluluk sağlamayan farklı esasları olmasına rağmen, yine de 1970 ve 1980lerde geliştirildi.Sonunda 1980lerin dominozit korkusu ilk olarak ulusal organikler eylemine- 1990 organik besinler üretim eylemi- ve bir de 2002 de yayımlanan ulusal standartlara öncülük etti.

Uzun zaman aldı ancak organik besinler ve çiftlik artık vazgeçilmez oldu. Ve hem besin hem tüketiciyi koruyan bir yöntemle standartlaştırıldılar. Bu yüzden, Lord Northbourne, Sir Albert Howard, Lady Eve Balfour ve onların önemli ve dünyayı değiştiren adımlarını takip edenlere minnettarız.

Yeşil Gazete için çeviren: Merve Tansel

(Yeşil Gazete, mnn.org)
 
Son düzenleme:
Back