Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.

BEZELYE

Protein, lif ve nişasta açısından zengin bir besindir. Bezelye A, C ve B grubu vitaminlerinin yanı sıra demir, fosfor ve potasyum gibi mineralleri de içinde barındıran besleyici bir sebzedir. Kuru bezelye protein ve nişasta açısından taze bezelyeden daha zengindir. Bununla birlikte, taze bezelyeyi sindirmek daha kolaydır.

• Bezelye kolesterolün sağlıklı seviyelerde seyretmesine katkıda bulunur.
• Güçlü antioksidan özelliği, bezelyenin cilt hücrelerini serbest radikallerin verdiği zararlardan korur.
• K vitaminini zengin miktarda içeren bezelye, bağışıklık sistemini güçlendirir, basura iyi gelir, sindirim sistemi için faydalıdır, kan hücrelerinin sağlığını korur.
• C vitamini ve folik asitler içerir, böylece bezelye cildin temizlenmesini sağlar.
• Demir, manganez, kalsiyum içeren bezelye, sağlıklı iskelet yapısı yanında kemik sağlığına faydalıdır.
• Bezelyenin içerdiği vitamin ve mineraller, kalp damar sağlığı için faydalıdır.
• B6 vitaminleri içerdiğinden dolayı saç ve kafa derisi sağlığının korunmasına iyi gelir.
• Bezelye çok etkili bir enerji kaynağı olduğundan dolayı, çocuklar için faydalıdır. Kalsiyum ve demir gibi mineraller açısından zengin olduğu için çocukların düzenli olarak tüketmelerinde fayda vardır.

 
MUTLULUĞUN SIRRI BAĞIRSAKLARINIZDA...

Hiç aşık olduğunuz birini göreceğiniz zaman veya bir sınava girerken heyecandan midenizin kasıldığı hatta bozulduğu olur mu? Bunun sebebi bağırsaklarınız ile mideniz arasındaki bağlantı.

Bağırsaklarda bulunan vagus siniri direk olarak beyne bağlanıyor. Aslında beyniniz sindirim sisteminizi değil sindirim sisteminiz beyninizi yönetiyor! Peki sağlıklı bir sindirim sistemi için ne yapmalısınız?

Uzmanlardan 10 öneri…
BİR

Mutluluk hormonu serotoninin %95’inin bağırsaklarınızdaki bakteriler tarafından üretildiğini biliyor muydunuz? Bu bakteriler aynı zamanda beyindeki zevk ve ödül merkezini kontrol etmeye yarayan dopaminin de yarısını üretiyorlar!

Düşünceleriniz, duygularınız ve hareketleriniz beyninizdeki nöronlar arasındaki iletişimle meydana geliyor. Bu iletişimi sağlayan da serotonin ve dopamin gibi sinir taşıyıcıları. Örneğin iyi veya üzgün hissetmenizi, keyif almanızı veya acı çekmenizi, kızgınlığınızı, konsantrasyonunuzu bu sinir taşıyıcıları düzenliyor.

Bu yüzden tıp dünyasında milyarlarca bakteriden oluşan bağırsak florasına ‘ikinci beyin’ adı veriliyor.

Sinir taşıyıcılarının büyük oranda bağırsaklardaki bakteriler tarafından üretilmesinin fark edilmesi üzerine sindirim sistemi ve beyin arasındaki bağlantı üzerinde araştırmalar yoğunlaştı ve çok önemli sonuçlar bulundu.

Depresyon, saplantı (obsesif-kompulsif bozukluk), otizm, kaygı bozukluğu (anksiyete) gibi rahatsızlıklar bağırsak florasındaki dengesizliklerle ilişkilendiriliyor.

Konuda uzman Dr. Cole ‘’Depresyon, anksiyete gibi rahatsızlıklar için gelen hastaların bağırsaklarında bakteriyel enfeksiyon gösteren laboratuvar sonuçlarına baktığımda neden ilk aşamada sindirim sistemi kontrolü için gelmediklerine hala şaşırıyorum’’ diyor.

Yapılan araştırmalarda L. Helveticus ve Bifidobacterium içeren probiyotik destek kullananların depresyon ve anksiyetelerinde azalma görülmüş.

Kısaca sağlam kafa sağlam bağırsak florasında bulunuyor!

Peki sağlıklı bir bağırsak florası için ne yapmanız lazım? İşte uzmanlardan 10 öneri:

İKİ
Yoğurt, kefir, turşu gibi fermente edilmiş gıdalar tüketin
Fermente edilmiş gıdalar probiyotik olarak adlandırılan iyi bakteriler içerir. Bu gıdalarla beslendiğinizde bağırsak floranızda iyi bakteri sayısı artar. Probiyotiklerin ayrıca bağışıklığı güçlendirdikleri ve yediklerinizden daha iyi besin emilimi yapmanıza yardımcı oldukları bilinmektedir.

ÜÇ
Yerelması, kuşkonmaz, pırasa, soğan gibi inülin içeren besinler tüketin
Bir çeşit lif olan inülin bağırsaklarınızda sağlıklı bakterilere dönüşür. İyi bakterilerin beslenmesi ve çoğalması için gereklidir.

DÖRT
Baklagiller ve patates gibi dirençli nişasta içeren gıdalar tüketin
Eğer bağırsaklarınızdaki bakterilere ne yemek istersiniz diye soracak olsanız ilk tercihleri baklagiller ve patates gibi dirençli nişasta içeren gıdalar olur!

BEŞ
Antepfıstığı, yabanmersini, bitter çikolata gibi polifenol içeren yiyecekler tüketin
Yapılan son araştırmalar polifenol içeren besinlerin bağırsaklardaki iyi bakterileri arttırıp kötü bakterileri azalttığını gösteriyor. Antepfıstığı hem polifenol hem de fiber içeriği açısından bağırsak sağlığı açısından özellikle tercih edilmesi gereken bir besin. Çikolatada en az %70 kakao içeren bitter tiplerini tercih edin.

ALTI
Muz yiyin
Muz bağırsak floranızı oluşturan bakteriler arasında uyum oluşmasını sağlar. Ayrıca yüksek potasyum ve magnezyum içeriği sayesinde enflamasyonu azaltır.

YEDİ
Brokoli, karnabahar, lahana, karalahana gibi sebzeler tüketin
Bu sebzelerin içerdiği sülfür bağırsaklarınızdaki iyi bakteriler tarafından parçalanarak enflamasyonu azaltan maddelere dönüştürülür. Yapılan araştırmalarda bu sebze grubunu tüketenlerin bağırsak kanserine yakalanma riskinin %18 daha az olduğu görülmüş.

SEKİZ
Hareket edin!
İrlanda’da yapılan bir araştırma profesyonel sporcuların bağırsak florasının aynı yapıdaki normal insanlardan çok daha zengin ve sağlıklı olduğunu göstermiş. Fareler üzerinde yapılan başka bir araştırma, hareket sınırı olmayan farelerin bağırsaklarındaki iyi bakterilerin hareket etme sınırı koyulanlardan çok daha fazla olduğunu göstermiş.

DOKUZ
Uykunuzu alın ve stresinizi azaltın
Bağışıklık sistemini genel olarak etkilediği bilinen yetersiz uyku ve aşırı stres, bağırsak floranızı da olumsuz etkiliyor. Günde 7-8 saat uyuyun ve stresinizi azaltmanın yollarını arayın.

ON
Şeker, aspartam ve basit karbonhidrat içeren yiyeceklerden uzak durun
Yüksek oranda şeker ve karbonhidrat içeren beslenme şekilleri bağırsaklardaki kötü bakterileri besleyip, çoğalmalarına sebep olurlar.

Aspartamın bağırsak florasında dramatik olumsuz değişikliklere sebep olduğu tespit edilmiş.
Mecbur olmadıkça antibiyotik kullanmayın

Yaygın olarak kullanılan antibiyotikler, bağırsaklarınızda kötü bakterilerin yanı sıra iyi bakterileri de yok ediyor.
 
SEBZELER PEK ÇOK KRONİK HASTALIK RİSKİNİ AZALTIR!



DÜŞÜK KARBONHİDRATLI SEBZELER!

- Bol sebze yemek pek çok kronik hastalık riskini azaltır, örneğin, diyabet, kalp hastalığı, inme ve bazı kanserler.

- Sebzelerin sağlık için yararlı olması içerdikleri liflerden dolayıdır. Lifler bağırsak bakterileri tarafından vücudu besleyen kısa zincirli yağlara parçalanırlar.

Sebzelerin çoğunluğunun içerdikleri bol lif nedeniyle net karbonhidrat içeriği düşüktür ve sağlık için önemli vitaminler ve mineraller içerirler. Çok sebze tüketenlerin:

- Yüksek tansiyon ve inme riskleri daha düşüktür.
- Çeşitli kanser türleri riskleri daha düşüktür.
- Böbrek taşı ve kemik kaybı riskleri azalmıştır.
- Zihinsel testlerde daha yüksek puanlar alırlar.
- Antioksidan seviyeleri yüksektir.
- Oksidatif stres göstergeleri daha düşüktür.
- Alzheimer riskleri daha düşüktür.
- Göz hastalıkları riskleri daha düşüktür.
- Daha az sindirim sorunları yaşarlar.

Lif yönünden zengin, karbonhidrat içeriği en düşük sebzeler yeşil yapraklı ve turpgillerden kükürt içeriği zengin sebzelerdir. Bazı düşük karbonhidratlı sebzeler ve net karbonhidrat (toplam karbonhidrat - lif) oranları:

- Mantar (potasyum, B vitaminleri) % 2 karbonhidrat.
- Salatalık (K vitamini) % 4 karbonhidrat.
- Domates ( C vitamini, potasyum) % 4 karbonhidrat.
- Karnabahar (C, K vitaminleri, folat) % 5 karbonhidrat.
- Patlıcan (bol lif) % 6 karbonhidrat.
- Dolmalık biber (bol lif, C vitamini ve karoten) % 6 karbonhidrat.
- Brokoli (C, K vitaminleri, kanser düşmanı bileşikler) % 7 karbonhidrat.
- Brüksel lahanası (C, K vitaminleri, yararlı bileşikler) % 7 karbonhidrat.
- Taze fasulye (C, K vitaminleri, protein, magnezyum, potasyum) % 7 karbonhidrat.
- Soğan (antioksidan ve anti inflamatuar bileşikler) % 9 karbonhidrat.
- Karalahana (kale) (C, K vitaminleri, karoten) % 10 karbonhidrat.

Sebzelerin besin değerleri fermente edilerek arttırılabilir. Fermente sebzelerin içerdikleri probiyotikler pek çok hastalığa karşı koruyucudur.

Özet çeviri: Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak:
http://articles.mercola.com/…/…/top-low-carb-vegetables.aspx

 
BU ALTI SEBZEYİ ÇİĞ DEĞİL DAİMA PİŞİREREK YEMELİSİNİZ

Sebzelerin sağlıklı yaşamanın olmazsa olmaz unsurları olduğunu herkes bilir.

Pişirme işlemi genel olarak sebzelerde bulunan besin ögelerinin dışarıya sızmasına veya protein ve enzimlerin bozulmasına yol açar.

Mesela brokoli pişirildiği zaman kanser ve mide ülserine karşı kuvvetli bir silah olan “sulforafan” oluşumunu sağlayan “mirozinaz” enzimi hasara uğrar.

Gel gelelim bu durum her sebze için geçerli değildir, bazı sebzeler pişirildikleri zaman daha faydalı olurlar.

Domates

Domates, C vitamininden daha kuvvetli bir antioksidan olan likopen deposudur.

Domates pişirildiği zaman vücudumuzun faydalandığı likopen miktarı artar.

Bu sebeple de haşlanmış domates, domates sosu, tabii ketçap ve domates salçası yiyerek daha fazla likopen almış oluruz.

Havuç

Havuç da bir beta-karoten deposudur ve bu madde vücutta bağışıklık, göz sağlığı ve üremede önemli fonksiyonları olan A vitaminine dönüştürülür.

Havuç da pişirildiği zaman beta-karoten miktarı artar.

Turpgiller

Lahana, Brüksel lahanası, brokoli ve karnabahar gibi turpgillerin pişirilerek yenmesi gerekir çünkü bunlarda çiğ iken tiroit hormonlarını üretimini önleyen kimyasallar vardır ve özellikle de tiroit bezleri iyi çalışmayanlar (hipotiroidi) için tehlikelidir.

Turpgillerin pişirilmesi tiroidi etkileyen kimyasalları ortadan kaldırır.

Biraz önce brokolinin pişirilmesinin anti-kanserojen etkisini zayıflattığını söylemiştik burada ise tiroit hormonlarını etkilememek için pişirilmesi gerektiğini bildirdim.

Buna göre en brokoliyi biraz çiğ biraz pişmiş yemek en doğrusu gibi duruyor.

Koyu yeşil yapraklı sebzeler

Bazı yeşil yapraklı sebzelerde bulunan oksalik asit ağız ve bağırsakları tahriş edebilir ve bazı önemli besin ögelerinin emilimini bozabilir.

Pazı, ıspanak, pancar, maydanoz, frenk soğanı ve semizotu çiğ yendiğinde kalsiyumun kemiklerden ayrılmasına ve böbrek taşlarına sebep olabilecekleri için pişirilerek yenmeleri daha doğrudur.

En iyi yol da bunların tereyağı ile sote edilmeleridir, üstelik de daha lezzetli olurlar.

Mantarlar

Mantarların da çiğ yenmesi de sakıncalıdır çünkü bunlarda az miktarda bazıları kanserojen de olan toksinler vardır.

Bu toksinler sıcağa hassas oldukları için haşlandıklarında veya kızartıldıklarında etkinliklerini kaybederler.

Bir de mantarların hücre duvarlarının hazmı imkânsızdır ve pişirilmeleriyle B vitaminleri, proteinler ve bir dizi mineraller serbestleşir.

Patates

Gerçi patates çiğ yenmez ama bunu denemenin de yeri yoktur.

Çiğ patates nişastasının sindirilmesi çok zordur ve şayet yenirse aşırı gaz, şişkinlik ve karın ağrısına yol açar.

Gelelim neticeye

Gıdalarımızdan tam olarak faydalanmada onların çiğ mi pişirilerek mi yenmesi de büyük önem taşıyor.

Hipokrat’ ın şu sözünü hatırlatırım: “İlaçlar gıdanız değil gıdalar ilacınız olsun

Kaynak: http://www.thealternativedaily.com/6-veggies-you-always-should-cook/
 
HALA ÇOCUĞUNA PATATES KIZARTMASI VEYA CİPSİ YEDİREN ANNE VAR MI?

Bu yazı bugünkü Hürriyet gazetesinde Osman Müftüoğlu'nun köşesinden...



"Patates kızartması neden zararlı?


Bilimsel çalışmalar çoğaldıkça bilgiler de değişiyor.
Bu arada da bazı popüler besinlerin zararları bir bir ortaya çıkıyor. Bu besinlerin ilk sıralarında da patates kızartması var.
Hemen herkesin keyifle yediği patates kızartmasının son derece sağlıksız bir yiyecek olduğu kesin. Nedenleri şunlar...

- Patates kızartması çok yüksek kalorili bir besin. Nişasta ve yağ içeriği çok fazla. Bu nedenle de çok kolay kilo aldırabiliyor.

- Kızartma esnasında oluşan trans yağlar nedeniyle de kalp damar sistemine zarar veriyor. Trans yağların aynı zamanda kanserojen etkileri de var.

- Patates kızgın yağda 120 derecenin üzerinde bir sıcaklıkta kızartıldığında içinde akrilamid adı verilen kanserojen bir madde oluşuyor. Akrilamid bilinen en güçlü kanserojenlerden biri.

- Patates kızartması aynı zamanda kan şeker ve yağ dengesini de alt üst ediyor. Damar sertliğine ve kronik hastalıklara giden her türlü süreci müthiş hızlandırıyor.

Not: Aynı sorunlar patates cipsinde de var. Zaten patates cipslerini bir çeşit “soğutulmuş patates kızartması” gibi de kabul edebilirsiniz."

Not: Prof. Dr. Canan Karatay 2011 yılında yazdığı Karatay Diyeti kitabında söylediklerini, artık reklamlarla yaşayan gazetelerin sağlık köşesi yazarları bile söylemeye başladı. Biz 2011 yılından beri evimize patates sokmadık ve bundan sonra da sokmayacağız.

Kaynak: http://sosyal.hurriyet.com.tr/…/bu-yaz-nasil-guneslenelim_4…
 
EVDE KANSER YAPAN EŞYALAR NELERDİR?


Kanser sinsi bir hastalık ve herkesin bir gün yakalanma ihtimali var. En azından kendi evinizde önlem almaya başlayabilir, bu korkunç hastalığa karşı korunabilirsiniz.

Aşağıdaki ürünleri hayatımızdan çıkaramasak da onlara alternatif olanlarla değiştirmeye özen gösterirseniz, siz de kendi evinizde kanser illetine karşı bir adım atmış olursunuz.

Oda parfümleri: O çok güzel kokan oda parfümleri içerdikleri formaldehit ile başlı başına birer tehdittirler. Mümkün olduğunca zeolit ya da doğal yağlar içeren ürünleri tercih edin.

Dekoratif boyalar: Ahşap boyamada kullanılan tutkal, akrilik boyalar ve çözücüler kanserojen maddeler içerirler.

Otomotiv ürünleri: Temizlik ürünleri bir yana, motor içinde kullanılan ürünlerin çoğu toksittir. Bu tarz ürünleri elinizden geldiği kadarıyla evinizden uzak tutmaya çalışın.

Mumlar: Yapay olarak esanslandırılmış olanlarından uzak durmaya çalışın, doğal olarak hazırlanmış olanları tercih edin.

Boyalar: İçlerinde uçucu organik madde miktarı en az olan ürünü seçmeye özen gösterin. Elbette fiyatları da buna bağlı olarak yüksek olacaktır ama sizin ve sevdiklerinizin sağlığı için değmez mi?

Kuru temizleme: Seçtiğiniz kıyafetlerin kuru temizlemeye ihtiyaç duymamasına özen gösterin. Eğer kuru temizlemeyi kullanmak zorundaysanız, sıvı karbondioksit yöntemini kullanan dükkânları tercih edin. Biliyoruz çok zor ama imkânsız değil.

Mikrodalga: Asla mikrodalga fırın kullanmayın, kullansanız bile plastik kaplarda bir şey ısıtmayın.

Halı ve Döşeme Şampuanları: Kimyasal temizleyiciler yerine doğal maddeler ile hazırlanan ürünleri kullanmaya çalışın.

Kaynak: http://www.haberturk.com/saglik/haber/1224202-evde-kanser-yapan-esyalar-nelerdir
 
EVİNİZİN HAVASI NE KADAR TEMİZ?



Aralık 2013’te Prof.Dr.Canan Karatay’a muayeneye gittiğimde, bana hiçbir doktorun şimdiye kadar sormadığı kadar çok soru sordu. Bu soruların bir kısmından sonra bende kronik alerjik rinit olduğunu, evimizde küf olduğunu, bunun çok ciddi bir sorun olduğunu, gerekirse evimizi dahi değiştirmemiz gerektiğini söyledi. “Öksürük aylarca sürmez!” dediğini çok iyi hatırlıyorum. Hatta evlerdeki nemden dolayı oluşan küflerin, soluma yoluyla vücuda girerek, karaciğere çok büyük zararı olduğunu da ekledi. Çok şaşırmıştım. Alerjik riniti o zamana kadar ilk defa duymuştum. Hiçbir doktor bana bu kadar detaylı sorular sorup, evimizdeki sorunu tespit edecek kadar ileri analiz yapmamıştı. Gerçekten de haklıydı. Bir odada böyle bir sorunumuz vardı. Biz bu sorunu, çamaşır suyu ile temizleyerek ve odayı havalandırarak çözmeye çalışıyorduk. Meğer daha da büyük bir yanlış yapıp, bir de çamaşır suyunu soluyormuşuz. Üstelik görünür küfleri temizlesek dahi, görünmeyen küfleri fark etmiyormuşuz. Hocamın bu uyarısı üzerine, tekrar oluşmaması için Okan Bey’den detaylı bilgi edinerek, tüm dışa bakan duvarlara içten izolasyon yaptırıp, tüm evimizi baştan badana yaptırdık. Uzunca bir süre evimizde kalmadan evi havalandırdık ve sonunda “gerçekten” temiz evimize geçtik. Ek olarak ev temizliğinde kullandığımız tüm kimyasalları atıp beyaz sabun ve arap sabununa geçtik. Çok kısa bir süre içinde, eşimde ve bende, aylardır süren tıksırık şeklindeki öksürükten ve aniden parlayan hapşırık krizlerinden tamamen kurtulduk.

Erkan Şamcı’nın “Ekolojik Temizliğin Kitabı” isimli kitabından kısa bir özet ;
“Dünyada, hasta bina sendromu diye bir şey vardır. Yaşam koşulları içinde evimizi kendimiz kirletiriz. Deterjanlar, laminant parkeler, mobilyalar ve boyalı yüzeylerin tümü toksik buhar üreterek evde hava kirliliğine neden olur. Yemek pişirirken kullanılan gaz dahi evdeki havayı kirletir. Evimiz gereğinden fazla sıcak ve nemli olursa, küfler, mantarlar, bakteriler için yaşam ortamı oluşur. Evin sıcaklığı 19-23 derece arası, nem oranı da %40 - %50 arası olmalıdır. Nem %79’un üstüne çıktığında küfler, mantarlar, bakteriler oluşmaya başlar. Bunlar da hastalıklara neden olurlar. Hasta olmamanın en önemli yolu, temiz havayı solumaktır. Evin havası çoğu zaman dışarının havasına göre 5 kat daha kirlidir. Ev içindeki toksinler, dışarıdakilerden daha tehlikelidir. Çünkü evdeki kimyasal kalıntılar dağılmayıp, kapalı alan içerisinde kalırlar. Bu durum astım, kanser ve daha birçok ciddi hastalıklara yol açar. Özellikle erken gelişme dönemindeki çocukların (6-8 yaşına kadar) akciğerleri gelişme dönemindedir. Bu yüzden her gün en az iki defa, on dakikalığına evimizi havalandırmalıyız.”

Alıntı: Beste Pınar
........................................................

*"Havadaki (odadaki) mikroplara karşi etkili olan bitki lavantadir."

 
Prof. Dr. ERKAN TOPUZ İLE SÖYLEŞİ

Dünyada 2025 yılında 1 milyara yakın kanser hastası olacak diyorsunuz? Neden bu kadar artacak?

Sigara en önemli sebep. Ardından alkol, toprak kirliği, hava kirliliği ve gıda kirliliği geliyor. Sanayi devriminden sonra dünyada bütün kimyasallar bilinçsizce tüketilmeye başlandı. Bu kimyasallar havamıza, toprağımıza dolaylı olarak gıdalarımıza geçti. Çok bilinçli olarak acil tedbir almak gerekiyor.

Nedir bu tedbirler?
Binlerce tedbir var. Anne karnından başlamak lazım. Eğer çocuğun annesi, babası çok miktarda sigara ve alkol tüketiyorsa kanser riski artar. Çocuk rahme düştükten sonra, 6 ile 8 hafta boyunca anne organik beslenirse çocuğun kansere yakalanma riski düşüyor. Dünyanın en faydalı gıdası anne sütü ama anne sütünde bile 70 tane kimyasala rastlanmış. Bu yüzden çocukların beslenmesi çok önemli. Özellikle ailede daha önce kanser olmuş aile bireyleri varsa. Bir defa çocuk katı yağla beslenmemelidir. Şimdi bunu söyledim diye beni mahkemeye vermeye kalkarlar onun için hemen ilave edeyim. Trans yağ ihtiva eden yağlar tüketilmemelidir. Ama birinci seçeneğimiz zeytinyağıdır, ondan sonra soya yağı gelir.

dönemde tereyağına bir dönüş var…
Trabzon yaylalarında beslenmiş bir inekten alınan sütün tereyağını tüketebilirsiniz. Margarin tavsiye etmiyoruz. 1 K-5 Y kuralını tavsiye ediyoruz.

Marmara’da küçük yüzey balıklarını tercih edin

Nedir 1 K-5 Y kuralı?

Çocuklar kırmızı eti bir yiyorsa, beş yeşil yiyecek. Balık önemli bir kanser koruyucusudur ama şimdiki balıklarda da kimyasallar var. İstanbul’da dip balıklarının yüzde 80’inde ağır metaller, kanserojen maddeler vardır. Barbut, kefal, istiridye, karidesten Marmara’daysanız kaçının. Yüzey balıklarını yiyebilirsiniz; çinekop, hamsi, istavrit. Genellikle küçük balıkları tercih edin. Karadeniz’de Tuna Nehri bütün Avrupa’nın pisliğini Karadeniz’e akıtıyor. Buradaki balıklar da kirlendi…

Yağlar konusunda açıklamalar var… Ne öneriyorsunuz?
Meme kanseri için zeytinyağı ve soya yağını karışık tüketmeyi öneriyoruz. Onun dışında fındık yağı, kanola yağı da faydalıdır. Omega 3 ihtiva eden yağlar, balık önemlidir.

Yemeğimizi nasıl pişirelim?

Yemek eğer bir saatte pişecek bir yemekse 3 saatte pişirelim. Kısık ateşte pişirelim. Böylece kimyasallar kanserojene dönüşmez. Fırında pişen yemeği ve haşlamayı tercih edin. Balıkların kabuklarını da atın, yemeyin.

Kanserden korunmak için en çok tüketilmesini ve tüketilmemesini önerdiğiniz gıdalar hangileri?
Yoğurt yiyin ama probiyotik yoğurt. Bütün uzun yaşayan insanların en çok tükettiği madde yoğurttur. Annesi yesin ki çocuk da yesin. Çocuklar organik süt bulursa içsinler. Rafine olmuş gıdalardan kaçınalım. Beyaz şeker, beyaz un ve tuzu az tüketelim. Rafine olmamış, buğday, arpa, çavdar gibi ekmekleri tüketelim. Her meyveyi mevsiminde tüketelim. Hormonlu gıdalar erken gelişmeye sebep olur. Erken adet görmek kanser için risk faktörüdür.

Siz kanser tedavisinde inancın önemli olduğunu da vurguluyorsunuz… Nasıl bir etkisi var?
Evet, yapılan çalışmalar göstermiştir ki bu psikolojik yaklaşım, yani hastaların güçlü bir inanç sisteminin olması, yaradana inanması sonra doktora inanması önemli. Bunları söyleyince adımız başka şeylere çıkıyor. İnanç bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki bağışıklık sistemi güçlü olan kazanır. Ailesinin ve çevresinin ona çok güzel moral vermesi lazım. Bunları söyleyince “Aman doktora bak!” diyorlar ama desinler anasını satayım! Tanrı öyle yaratmıştır ki kanser tedavisinde en önemli şey inançtır, ikincisi doktora inanmaktır, üçüncüsü aile sevgisidir. Bunlar hastayı moralli tutar. Gördüm ki kanserle mücadelede çok daha iyi başarı sağlarlar, tedaviden çok daha iyi netice alırız.

Koyu kırmızı ve koyu yeşiller kanser riskini azaltır!

Betakaroten içeren gıdaların başında domates, koyu kırmızılar, koyu siyahlar ve koyu yeşiller var. Koyu kırmızı ve yeşil tükettiğimiz taktirde kanser riskinin azaldığı dünyanın en büyük meme kongresinde anlatıldı.

Kanserden koruyan gıdaların başında kuru fasulye, yeşil mercimek, bezelye, nohut, bakla gelir. Haftada 2-3 kere bunların tüketilmesini tavsiye ediyoruz. Özellikle yeşil mercimek.

Meme kanserinde en önemli koruyucu gıdalar şunlardır: Brokoli, karnabahar, beyaz lahana, kırmızı lahana, semizotu, kırmızı turp, enginar, bezelye ve diğerleri… Ama brokoliyi tükettiğimiz zaman kesinlikle çiğ ya da buharda pişirip tüketmeliyiz. Karnabahar varsa brokoliyi ikinci planda tutabilirsiniz. Hatta riskli olan gruplarda, brokoli, lahanana ve beyaz lahananın -tiroid şikayeti yoksa- birer avuç suyunu sıkıp içebilirsiniz. Bunların kanserden koruyuculuğu ispat edilmiştir.

En yüksek antioksidan fındığın iç kabuğundadır

Kara kayısı, kara üzüm, kara erik… Bunların tazesini veya kurusunu tüketmelisiniz.
Ceviz, fındık, fıstık, bademi kabuklu almalıyız, kendimiz kırıp yemeliyiz.
Fındığın kabuğunu kırdıktan sonra üzerinde kahverengi bir kabuk vardır. Yapılan son çalışmalar en yüksek antioksidanların burada olduğunu göstermiştir. İlk defa söylüyorum fındığı kırıp üzerindeki yumuşak, ince kahverengi kalan kabuğuyla birlikte yiyin.
Zerdeçal, tanrının insanlara verdiği en önemli koruyucu maddelerden biridir. Turmelik, beyaz zerdeçal dediğimiz ya da sarı safran dediğimiz baharat anti-anjiyotik etki yapıyor. Yani biz turmelik aldığımız zaman korunmuş oluyoruz.
Panax Ginsenk, zencefil, yeşil çay, soya yağı, zeytinyağı…. Bunların yanı sıra kara hindibağ, rezene, biberiyenin tedavi sırasında çok güzel etkileri var. Bunlar dünyada doğrudan doğruya topraktan gelerek tedaviye yardımcı oluyor.
Bakır en büyük anjiyogenetik madde. Bakır kanseri azdırıyor. Bakır küpe takmayın, bakır su borusu kullanmayın, çünkü anjiyogeninizi artırır. Bazı gıdalar vardır ki tümörü engeller, bazıları da vardır ki artırır.
Beyaz şeker kanserin en büyük sebebidir.

Çocuklara haftada iki kez baklagil yedirmelisiniz


Okula giderken çelik sefer tası hazırlayalım. Zaten mutfaklarda porselen, cam, çelik kaplar tercih edin. Ama çelik kaplar krom ve nikel ihtiva etmemeli. Toprak kapların az sırlı olanını tercih edelim.
Çocuğun sırt çantası plastik olmasın. Bez olsun ya da keten olsun. Ayakkabısı PVC ihtiva etmeyen maddelerden yapılmış olsun. Çocuğu sentetik giysilerden koruyalım. Önlüğü keten olsun, pamuklu olsun. Pamuk bile organik olsun.
Haftada 2 defa baklagil yedirmeliyiz. Mutlaka mercimek yemeli.
Çocuklara fast food yedirmemeliyiz. Fast foodçular isyan etmesin. Yiyeceklerin yanına büyük bir tabak salata koyarlarsa fast foodun zararını önleyebilirler. Çocuklarınızın canı çok çekerse ayda bir ya da 2 haftada bir fast food yedirebilirsiniz. Ama fast foodçular yanında büyük bir çanak içinde yeşillik vermeli. 50 bin kere söyledim yeşili artırsınlar.

Kanserle ilişkisi merak edilenler…


Yoga, namaz ve meditasyon tedavi sürecine yardımcı oluyor
Tamamlayıcı tıp dediğimiz şey yalnız gıdayla ilgili değildir. Ruhsal ve bedensel yaklaşımdır. Meditasyon, dans terapisi, gülmek, şarkı söylemek tamamlayıcı tıpta ruhsal ve bedensel yaklaşımla ilgilidir. Meditasyon dediğimiz zaman bunun içine namaz da girer. Yani doğrudan doğruya kendini yaradana odaklamak… Bu kanseri tedavi etmez ama tedavide daha iyi sonuçlar alınır.
Hasta yoga yaparak ve namaz kılarak kendini dış etmenlerden psikolojik olarak korur, toparlanır. Ruhi güç her zaman için bağışıklık sistemini güçlendirir. Kahkaha atmak, gülmek çok faydalıdır. Bundan 5 bin yıl evvel, Mezopotamya’da çaresiz hastaları komik maskların önünden geçirirlermiş, kahkaha atsın diye… 400 sene evvel bile gülme tedavisi varmış.

Müzik bağışıklık sistemini güçlendirir

Bütün araştırmalar klasik müziğin hastada bağışıklık sistemini güçlendirdiği gösterdi. Gürültülü çalışmalar, gürültülü ve üzüntülü müziklerden kaçmalıyız. Ruhumuzu dinlendirecek neşeli veya klasik müzik dinlemeliyiz. Bu bitkilerde de ispatlanmıştır. Klasik müzik dinleyen çiçekler daha sağlıklı büyür. Bu insanlar için de geçerlidir. Hastalar müzik dinlesin ama gürültülü, rahatsız edici ve hüzünlü müzikten kaçsınlar.

Güneşe çıkış saatlerinizi şaşırmayın

Ozon tabakası yırtıldığı için güneş direkt olarak içeri giriyor. Bu yüzden cilt kanseri arttı. Onun için aklınızı başınıza toplayın. 12.00’ye kadar sonra da 16.00’dan sonra denizinize girin. Tarım Bakanlığı’ndan onaylı güneş koruyucu kremleri kullanın. Direkt olarak güneşte kavrulmayın. Gölgenin boyu sizin boyundan kısaysa güneşe çıkmayın.

Akupunktur ve hipnoz kemoterapideki mide bulantısını geçirir

Akupunkturun da tamamlayıcı yeri vardır. Kemoterapi sırasındaki bulantılara mani olur. Ateş basması, ter basmasını engeller. Bunlar araştırmalarda gösterilmiştir. Ama akupunktur hiçbir şekilde tedavi etmez. Sadece hastanın psikolojik durumunu düzeltir. 1975 yılında Amerika’da ve İngiltere’de kabul edilmiştir. Hipnoz hastanın psikolojisinde düzelme sağlar, kemoterapiye tahammülünü artırır.

Prof. Dr. ERKAN TOPUZ
 
BAZI TİROİT TÜMÖRLERİ KANSER SINIFINDAN ÇIKARILDI

Tiroidin papiler kanserinin kapsüllü foliküler türünün artık kanser olarak değerlendirilmemesi gerektiği bildirildi (1).

Bu, tüm dünyada bugüne kadar bu teşhisi alan hastaların boş yere kanser stresine sokulmaları yanında gereksiz yere ameliyat oldukları ve atom tedavisi gördükleri ve sağlık harcamalarını artırdığı manasına geliyor.

Aynı durumun bilhassa meme ve prostat kanseri için de geçerli olduğu, taramalarla erken yakalandı denilen “duktal karsinoma in situ” vakalarının aslında tıpkı bu tiroit kanserleri gibi hastaya herhangi bir zararı olmayan, bazıları kendiliğinde küçülen veya olduğu gibi kalan tümörler olduğu biliniyor.

Bu sebeple de meme kanseri taramalarının yenilerinin başlatılmamasını, devam edenlerin de durdurulmasını tavsiye eden kuruluşlar var.

Bugün asıl meselenin kanserleri erken teşhis etmekten ziyada hangi kanserlere hangi tedavinin uygulanması hangilerini ise tedavisiz takip etmenin doğru olduğunun belirlemek olduğu kanaatindeyim.

***

Troit kanserleri ile ilgili bu yeni gelişme Anadolu Ajansı tarafından da haberleştirildi (2).

Anadolu Ajansı’ ndan Yeşim Sert Karaaslan‘ ın haberi:

ABD’de yapılan ve uluslararası bir panelde paylaşılan “tiroit kanserinde yeni sınıflandırma”yı içeren bilimsel çalışma, bugüne kadar kanser olarak nitelendirilen bazı tiroit tümörlerinin aslında kanser özelliğini taşımadığını ve kanser olarak isimlendirilmemeleri gerektiğini ortaya koydu.

ABD’de yapılan ve uluslararası bir panelde paylaşılan “tiroit kanserinde yeni sınıflandırma”yı içeren bilimsel çalışma, bugüne kadar kanser olarak nitelendirilen bazı tiroit tümörlerinin aslında kanser özelliğini taşımadığını ve kanser olarak isimlendirilmemeleri gerektiğini ortaya koydu.

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Okan Yıldız, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tiroit bezinin boynun ön alt kısmında yer alan, sağlıklı kişide yaklaşık 20 gram ağırlığında ve kelebek şeklinde bir organ olduğunu söyledi.

Tiroit bezinden kana normal miktarda tiroit hormonu salgılanmasının, vücudun enerji kullanımı, beyin, kalp, kaslar, tüm organ ve dokuların sağlıklı çalışabilmesi için gerekli olduğunu belirten Yıldız, tiroit bezinin bir bölümünün etrafındaki dokudan farklı bir şekilde büyümesiyle nodül oluştuğunu ifade etti. Yıldız, “Boyun muayenesi sırasında ya da ultrasonografi ile tespit edilen tiroit nodülleri toplumda yüzde 50’ye varan oranlarda görülmektedir.” dedi.

Tiroit nodüllerinin yüzde 95’inin iyi huylu olduğunu belirten Yıldız, “Tiroit kanseri tüm kanserlerin yalnızca yüzde 1-2’sini teşkil etmekle birlikte hormon salgılayan bezlerin en sık karşılaşılan tümörüdür. Bir yıl içinde her 100 bin erkeğin 5-6’sında ve her 100 bin kadının 20’sinde yeni tiroit kanseri tanısı konuluyor. 2016’da ABD’de yaklaşık 65 bin ve Türkiye’de 6 bin yeni tiroit kanseri vakası öngörülüyor.” diye konuştu.

Yıldız, tiroit kanserinin kadınlarda erkeklere göre 4-5 kat daha fazla olduğunun altını çizerek, “Ülkemizde kadınlarda tüm yaş grupları içinde meme kanserinden sonra en sık görülen ikinci kanser tipi olan tiroit kanseri 15-24 yaş aralığında birinci sırada yer alıyor.” dedi.

“Tedavi maliyetini de düşürecek”

Prof. Dr. Yıldız, ABD’de yapılan ve uluslararası bir panelde paylaşılan “tiroit kanserinde yeni sınıflandırma”yı içeren bilimsel çalışmanın, bugüne kadar kanser olarak nitelendirilen bazı tiroit tümörlerinin aslında kanser özelliğini taşımadığını ve kanser olarak isimlendirilmemeleri gerektiğini ortaya koyduğunu kaydetti.

Meme ve prostat kanserinde de erken evrelerin kanser olarak isimlendirilmemesi yönünde öneriler olmakla birlikte bir kanser tipinin aslında kanser olmadığı şeklinde bir sınıflandırmanın ilk kez tiroit kanseri alanında yapıldığını aktaran Yıldız, buna göre, tiroit nodülleri içinde mikroskop altında incelemede kanser görüntüsüne sahip ancak etrafı bir kapsül ile sarılı ve bu kapsül dışına yayılım göstermeyen bazı tümörlerin 10 yıllık takipte kanser özelliği taşımadığının tespit edildiğini belirtti.

Bu tip tümörlerin artık kanser olarak isimlendirilmemesinin, potansiyel olarak hastalarda kanser tanısı almanın yarattığı psikolojik bozuklukları olumlu etkileyeceği gibi gereksiz tetkik ve tedavilerin de önüne geçebileceğini vurgulayan Yıldız, şunları söyledi:

“Bu yeni sınıflandırma ile yalnızca ABD’de her yıl yeni tanı alan 65 bin hastanın 10 bininde tiroit bezinin çıkarılması şeklindeki cerrahi tedavi ihtiyacının ortadan kalkması ve yıllık 1,6 milyar doları aşan tiroit kanseri takip ve tedavi maliyetlerinin anlamlı oranda azalması öngörülüyor.”

Kaynaklar:

1. http://oncology.jamanetwork.com/article.aspx?articleid=2513250

2. http://aa.com.tr/tr/saglik/bazi-tiroit-tumorleri-kanser-sinifindan-cikarildi/594461

Alıntı: Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
 
Cevizin faydaları saymakla bitmiyor
Prof.Dr. Turan Karadeniz, tek başına ‘eczane gibi’ diyerek tanımladığı cevizin yeşil kabuğunun, saç dökülmelerine karşı en doğal tedavi yöntemi olduğunu söyledi.
Ordu Üniversitesi (ODÜ) Ziraat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Turan Karadeniz, Türkiye'nin birçok yerinde yaygın bir şekilde yetişen cevizin saymakla bitmeyecek kadar insan sağlığı açısından faydasının bulunduğunu kaydetti. Özellikle ağrı ve sancılı olan yerlere ceviz yağı ile masaj yapılırsa ağrıların hemen gideceğini belirten Prof.Dr. Karadeniz, cevizin kadınların hamilelik döneminde mide bulantısına iyi geleceğini ve kanda zararlı kolesterolün birikmesini önleyerek, yüksek kolestrolü düşürdüğünü ifade etti.

Cevizin damar tıkanıklığında ve şeker hastalığının tedavisinde son derece etkili olduğunu belirten Prof.Dr. Turan Karadeniz, “Ceviz yaprağı kaynatılıp su ile sulandırılıp günde birkaç bardak içilirse şeker hastalığına iyi gelir. Mide ve bağırsak rahatsızlıklarında ağrıların azaltılmasında, taze meyvelerinden hazırlanan reçelden ise diş eti çekilmesi hastalığının tedavisinde ve vitamin eksikliğinde başarılı olarak kullanılmaktadır” dedi.

Cevizin soğuk algınlığından deri hastalıklarına, mide rahatsızlıklarından halsizliğe kadar birçok hastalığa çare olduğunu da dile getiren Prof.Dr. Karadeniz, “Ceviz, bağırsak kurdunu döker. Taze ceviz bal ile yenirse basura iyi gelir, cinsel gücü artırır. Ceviz kökünün kabukları zeytin yağı içinde kaynatılarak merhem haline getirilip, basura sürülürse iyi gelir. Böbrek zafiyetini giderir. Cevizin yeşil kabuğu rendelenip sirkeyle beraber kaynatılarak başa sürülür. Bu hem saçkırana hem de saç dökülmesine iyi gelir. Ceviz yaprağı haşlanır su ile yıkanırsa saç kepeklenmesini önler. Bir ceviz yaprağı bir fincan su hesabıyla kaynatılıp yemeklerden yarım saat önce içilirse romatizma hastalıklarına ve beze iltihaplarına iyi gelmektedir” diye konuştu.

milliyet.com.tr
 
ZENOBİYOTİKLER , DETOX VE AKUPUNKTUR


Probiyotik ve prebiyotiklerin , sağlık için ne denli elzem oldukları artık tüm dünya tarafından biliniyor. Türkiye'de de bu konu hem yatırımcılar hem de bilim insanları tarafından gündeme getiriliyor ve doğal sağlığın anahtarı oldukları anlatılıyor..Hepsine teşekkürler..

Peki Zenobiyotik( Xenobiotic) nedir ?
Organizmaların karşılaştığı yabancı kimyasal maddeler veya ilaçlar zenobiyotikler olarak adlandırılır.
Zenobiyotikler, vücut için toksik maddeler olup, vücuda alındıktan sonra etki yerlerine dağılırlar ve
çeşitli yollarla elimine edilmeye çalışılırlar. Bunların metabolize edildiği ana organ karaciğerdir.(1)

Tanımında da okuduğunuz gibi Temel başlık olarak sürekli bahsettiğimiz Toksinler'e Zenobiyotic deniyor.
Biraz daha açarsak en çok maruz kaldığımız Zenobiyotikler ilaçlar, endüstriyel kimyasallar,pestisidler, pişmiş gıdaların piroliz ürünleri, alkaloidler,sekonder bitki metabolitleri, küfler, bitkiler ve hayvanlar
tarafından üretilen toksinler gibi doğal ve insan yapımı kimyasallardır.(2)
Yaşadığımız endüstri çağında bu yabancı maddelere maruz kalmama şansımız yok gibi..Zenobiyotikler vücudumuza başlıca 3 şekilde girerler .
1- Akciğerler yoluyla
2-Sindirim sistemi yoluyla
3-Deri yoluyla

Buraya kadar hep kötü haber verdim.!
Ancak o kadar da çaresiz değiliz. Müthiş bir sisteme sahibiz. Müthiş bir zekaya sahip bedenimiz var.
Vücuda giren Zenobiyotikler , Kapı gibi Karaciğerimize gelir. Karaciğerde en az 15 farklı enzim Asker gibi bu toksinleri biyotransformasyona tabi tutarak suda çözünebilir hale dönüştürür. Bunu neden yapar. ? Çünkü bu maddeleri Vücut Böbrekler'den atacak . Bu yüzden toksinler suda çözünebilir hale dönüştürülmek zorunda.
Karaciğer bu görevini yerine getirebilmek için GLUTATYON VE SÜLFÜR'E ihtiyaç duyar. ( Glutatyon ve sülfür içeren besinler : Sarımsak , soğan brokoli , Lahana ,Avakado , Karnıbahar)
Herşey tamam .. Şimdi bize lazım olan süzme ve atma görevini optimal yapabilen Böbrekler..İşte burada Akupunktur işimizi çok kolaylaştıracak..
Resimde görülen nokta Böbrek meridyeni üzerinde , böbrekleri Tonifiye eden ( güçlendiren) nokta. Bu noktayı her iki ayakta uyardığımız zaman Böbrekler hem yapısal hem de Fonksiyonel olarak güçlenecek.Yani Böbreklerin hem YİN hem de YANG'I artacak. . Süzme işini daha hızlı yapacak..
Sonuçta suda çözünmüş Zenobiyotikler , idrarla vücuttan uzaklaştırılacak.
Herkesin evde otururken uygulayabileceği bu basit yöntem Vücudunuzun Detox'una destek olacak ..
Her iki ayakta , 30 defa 3 er saniye aralıklarla pres uygulayın. Uygulamaya başlamadan 20 dk önce 1 lt ılık limonlu su içmenizi öneririm..Her gün uygulayabilirsiniz.


DR.ERKAN TANALEL
 
KİREÇ ÇÖZÜCÜ TEDAVİ !!


Halk dilinde Kireçlenme diye akıllara yazılmış , genellikle Yaşlılarımızın çilesi bir rahatsızlık var . Adı : Artroz
Biliyorsunuz ki bazı kanallarda ünlü Prof. larımızın bu durum ile ilgili kesin! çözümü olduğunu söylediği Çınar ağacı yaprağı ( derin tırtıklı ve 5 parmaklı :) ) yok satıyor. Hatta yaşlı dede ve teyzelerimizin park bahçelerde Çınar ağaçlarının etrafına mevzilenip , sakin bir anda yapraklara sanki küp küp altın bulmuş gibi hücum ettiklerine bizzat şahidim :)

Yol kenarındaymış , toksin yüklü imiş hiçbirinin umrunda değil . Yeter ki 5 parmaklı ve derin tırtıklı olsun ..!
Öncelikle açıklanması gereken birşey var. Sevgili Prof.umuzun bu yaprağı önerirken üzerine basa basa söylediği cümle akıllara zarar.: Kireci söküp atar..!!!
Sevgili dostlar ; Artroz 'a halk dilinde kireçlenme denir ancak sanıldığı gibi eklemlerde kireç birikmez..Yani eklem kireçlenmesi denilen durumda eklemlerde sökülüp atılması gereken kireç YOKTUR !
Artroz , eklem kıkırdağının dejenerasyonu ile başlayan ilerleyici kemik hasarına kadar giden bir metabolik hastalıktır.. Evet yanlış duymadınız .. METABOLİK bir tablonun son parçasıdır.

Tedavisi yoktur denir , evet yoktur ..( Protezi ve ağrı kesicileri tedavi sayarsanız o başka! )
Çünkü sebep üzerinde pek durulmaz.Yaşlılık , obezite gibi sebepler sunulur ancak hepsi de havada kalır.Gerçek sebeb bilinmeyince tedavide olmayacaktır.
Gelelim Artroz'un sebebine . Yukarıda dediğim gibi METABOLİK dengesizliğin bir sonucudur Artroz.
Nasıl mı ?
Her şey bağ doku'nun Ph değerinin asitliğe kayması ile başlıyor. PMC 'DE yayınlanan bir makalede bağ dokunun Ph seviyesi düştükçe , yani ortam asitleştikçe MMP adlı enzimin aktivitesinin arttığı gösterilmiş. MMP enzimi ne yapar derseniz ; Bağ dokusunu yıkıma uğratır ..

Şimdi buradan tüme gidersek ortamı ( bağ dokuyu) asit hale getiren sebepleri aramamız gerekir. Bu sebeplerin en başında Yanlış beslenme ve stres gelir.
O zaman iş işten geçmeden sağlıklı yaşamaya başlamak , vücudu asiditeden koruyacak bir beslenme tarzına geçmek , mutlaka egzersiz yapmak gerekir..
Yoksa Asırlardır her türlü zorluğa rağmen ihtişamlı gövdeleri ile ayakta kalmış , şarkılara şiirlere başkahraman olmuş dev Çınar'larımız yolunmuş tavuğa dönecek ..

Dr. Erkan TANALEL .
 
LİPOM ( YAĞ BEZESİ) NEDİR ? NEDEN OLUŞUR ?



Genellikle deri altında görülen bir oluşum olduğu için Dermatoloji 'nin alanına girer ve bu dal tarafından incelenir.
aDermatologlara göre Lipom'ların sebebi ...Yoktur.! Tek sebep kişinin genetik yapısıdır. Aslına bakarsanız bu tatmin edici bir cevap değil.

TOKSİKOLOJİ

Konuya bir de Toksikoloji penceresinden bakalım. Neden , nasıl sorularının yanıtını bulabilecek miyiz. ?

Hemen hemen her yazımda Toksin'lerden bahsediyorum. Hayatımızın her anında yoğun bir maruziyet altındayız çünkü. Dolayısı ile sağlık -hastalık arasındaki dengenin hemen hemen tamamı artık toksinlerin vücudumuza girmeleri veya vücudumuzda oluşmaları sonucu bozulduğu gerçeğini yaşıyoruz..

Önce tanımlamalarımızı değiştirmemiz gerekiyor. Vücudun nasıl , hangi mantıkla çalıştığını gerçekten anlamamız gerekiyor.
Bakın şimdi ;
Vücuda dışarıdan giren veya içeride metabolizma sonucu oluşan atık ürünler boşaltım kanallarımız tarafından elimine edilir, yani vücuddan uzaklaştırılır. Detoksifiye edici organlarımız bu işlemleri yaparken birtakım moleküllere ihtiyaç duyarlar. Bunların başında metil molekülleri,sülfür taşıyan aminoasitler , antioksidan maddeler ve bazı enzimler gelir. Bu moleküllerin eksikliklerinde detoks organları bu toksinleri atılabilecek formlara dönüştüremezler. Dolayısı ile bedenin içinde kalırlar. İşte bu noktada vücut kendisine verilmiş bilinç ile en az zarar görecek şekilde çalışmaya başlar.
Bu toksinleri , detoks için ihtiyaç duyduğu moleküller ortamda var olana kadar muhafazaya alır.Yani dolaşımdan izole eder. İzolasyon işlemi için Yağ Hücrelerini kullanır. Toksinleri yağ hücrelerinin içine saklar. Neden sinir , kas veya kemik hücresi değil de yağ hücresi sorusunu sormamız gerek. Çünkü metabolizma aktifleştiği zaman ilk önce yağ hücreleri yakılmaya başlanır. Yani optimal şartlar oluştuğunda toksinlerin bulunduğu yerden en hızlı şekilde uzaklaştırılacağı yer yağ hücreleridir. Hayran kalmamak elde değil bu nizama !
Karaciğer yağlanması konusu da anlattığım durumun bir sonucudur aslında , ama yağ bezesine dönelim.
Yağ insanda genelde derinin Hipodermis tabakasında ve bayanlarda gögüslerde bulunur. ( Meme kanseri fizyopatolojisinde genetik yapıyla birlikte yukarıda anlattığım mekanizma suçlanıyor)
Toksinler yağ hücrelerine hapsedildiken sonra lenfa tarafından da etrafları sarılır ve iyice çevre dokudan izole edilir.Eğer bu mekanizma işlememiş olsaydı enflamasyon sonucu Apoptozis denen hücre ölümlerinin önüne geçemezdik. Yaşamaya proğramlı bir bedene sahibiz.. Kilo aldıkça cilt yüzeyinden hissedilen bu bezelerin büyüklüğü artar , kilo verdikçe bezeler küçülür.
Sonuç olarak vücudunuzda var olan yağ bezelerinin bir oluşum sebebi var ve bu sebep maalesef yine toksinler.

NE YAPMAK GEREK ?

Daha önce de yazmıştım. Detoks organlarının işlerini yapmaları için gereken malzemeleri temin etmemiz gerekiyor. Antioksidan içerikli besinler Yeşil yapraklı sebzeler , kırmızı pancar , havuç , brokoli , yeşil fasulye , avakado , c vitamini , Dvitamini , B komplex vitaminler , ceviz , taze badem , kollajen içeriği fazla kemik suyu , probiyotik ve prebiyotikler , ev yapımı yoğurt , kefir , kımız haftada bir kez magnezyum sülfat ile bağırsak temizliği , her gün açık havada 30 dk yürüyüş , günde 2-3 lt su , pozitif düşünce ile zihnimizi ve bedenimizi arındıracağız. Harici olarak ısıtıcı yağlarla ( susam , kekik , biberiye yağları seyreltilerek) masaj yapılabilir..

Dr. Erkan Tanalel
 
Kronik yorgunluk sendromunun bağırsak florası ile bağlantılı olduğu keşfedildi



Kronik Yorgunluk Sendromu nedir? Altı aydan daha uzun süre devam eden, uyuma ve dinlenme ile geçmeyen aşırı fiziksel ve zihinsel yorgunluğa Kronik Yorgunluk Sendromu (KYS) adı verilir. Kronik Yorgunluk Sendromu sadece bir yorgunluk olmakla kalmayıp kas ağrısı, baş ağrısı, boyun ağrısı, eklem ağrısı, uyku bozukluğu gibi sorunları da beraberinde getiren kompleks bir hastalıktır.[1]Hastalığın kesin sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte aşırı stres, beslenme alışkanlığı, genetik yatkınlık ve viral enfeksiyonlar gibi faktörlerden şüpheleniliyor.

Hastalığın sebebinin tam olarak bilinmemesi doktorların hastalığa kesin teşhis koymasını zorlaştırıyor. Bu yüzden doktorlar, Kronik Yorgunluk şikayeti ile gelen hastaların yapılan muayenesinde somut bir bulguya rastlamazsa, hastalığın ya psikolojik ya da kuruntudan kaynaklandığı yargısına varıyorlar ki, bu yaklaşımın doğru olmadığı ilerleyen zamanda anlaşılıyor.



Son zamanlarda Kronik Yorgunluk Sendromu hakkında yapılan araştırmalar hastalığın net bir şekilde biyolojik nedenlerden kaynaklandığını gösteriyor. Bu konuda yapılan araştırmalardan bazıları Kronik Yorgunluk Sendromu hastalarının beyninde karakteristik anormallikler [2] ile bağışıklık sisteminde önemli değişiklikler olduğunu gösteriyor.[3]

Kronik Yorgunluk Sendromu hastalarının bağırsak florasında keşfedilen değişiklikler
Cornell Üniversitesinden Ludovic Guilloteaux ve ekibinin 48 Kronik Yorgunluk Sendromu hastası ile 39 sağlıklı insanın dışkı ve kan örneklerini karşılaştırarak yaptığı araştırma, bağırsak florası ile Kronik Yorgunluk Sendromu arasında şüpheye yer bırakmayacak şekilde bir bağlantının olduğunu gösteriyor.[4] Ludovic Guilloteaux ve ekibi, bu araştırma için deneklerden aldığı dışkı ve kan örneklerinde bağırsak bakterilerinin DNA’ları ile kanda bulunan beş farklı inflamasyon belirteçlerin konsantrasyonunu ölçtüler.


Bağırsaktaki bulgular

Bağırsaktaki bulgulara geçmeden önce konunun daha iyi anlaşılması için kısaca Bağırsak florasından bahsetmek gerekiyor. Bağırsak florası, sindirim sisteminde yaşayan ve vücuda alınan gıdarı sindirme ile görevli sayıları 10 milyon ile 1 katrilyon arasında değişen yaklaşık 500-1000 değişik türdeki mikroorganizmanın genel adıdır.

Sağlıklı bir insanda bağırsak florasındaki bakterilerin %98’i faydalı bakterilerden oluşur ve bunlar bağırsakta kaldığı müddetçe faydalı görevlerine devam ederler. Eğer bu bakteriler bir şekilde bağırsaktan kana geçerse iltihabi reaksiyonlar başlayarak kişinin hastalanmasına sebep olur.[5]

Bağırsak florasının azlığı veya belirli bakterilerin bağırsakta bulunmaması Crohn hastalığı gibi kronik ve iltihabi bağırsak hastalıklarının ortaya çıkmasına yol açar. Bu bakımda bağırsak florasındaki bakterileri gerek sayısının gerekse çeşidinin eksilmemesi önemlidir. Guilloteaux ve ekibi yaptıkları bu araştırma ile Kronik Yorgunluk Sendromu hastalarının bağırsak florasında sağlıklı insanlara göre daha az mikroorganizmanın bulunduğunu ve var olanların da daha az hareketli olduğu tespit etti.


Kandaki bulgular

Kronik Yorgunluk Sendromu bulunan hastaların kanında bir inflamasyon belirteçi olanLipopolisakkarit-Bağlayıcı Protein (LBP) seviyesinin yüksek olduğu gözlendi. Bu durum, hastanın bakteriyel bir enfeksiyonla karşı karışıya olduğu anlamına geliyor. Lipopolisakkarit-Bağlayıcı Protein (LBP), bakteriyel enfeksiyonu fark ederek vucudu savunma için alarma geçirir. Yani LBP‘nin kanda yükselmesi bağışıklık sisteminin bakteriyel bir enfeksiyona karşı verdiği doğal bir yanıttan başka bir şey değildir.

Bakteri kana nereden ve nasıl geçiyor

Sağlıklı bir bağırsak duvarından kana bakteri, mantar, parazit ve toksik atıkları geçemez. Çünkü bağırsak duvarının yapısı buna müsade etmez. Ancak hasarlı bağırsaklarda (sızıntılı bağırsak, ingilizce: leaky gut) veya Geçirgen Bağırsak Sendromu hastalarında bakteriler ve toksik maddeler bağırsak duvarından kana sızar kanı enfekte eder.

Yapılan bu araştırmadan elde edilen önemli başka bir bulgu ise, Kronik Yorgunluk Sendromu hastalarının bağırsak duvarının geçirgen olduğu ve bağırsaklarda bulunan bakterilerin kana geçerek iltihaplanmaya sebep olduğunun keşfedilmiş olması.

Tedavide yeni umut
Şu ana kadar Kronik Yorgunluk Sendromunun etkili bir tedavisinin olmaması hastalık hakkında somut biyolojik delillerin olmamasından kaynaklanıyordu.


Guilloteaux ve ekibi bu araştırma ile kronik yorgunluk sendromu olan hastaların bağırsaklarında daha az sayıda bakterinin konakladığını, bağırsak duvarlarının geçirgen olduğunu ve bu nedenle bağırsaktan kana bakteri geçişi olduğunu, bunun da kanda iltihabi reaksiyonların ortaya çıkmasına sebep olduğunu keşfettiler. Bu önemli keşifle birlikte Kronik Yorgunluk Sendromu teşhisinin kan ve dışkı testi ile çok daha kolay bir şekilde tespit edilebilmesinin yolu açılmış oldu.

Sonuç
Bağırsak florası ve bağırsak duvarındaki bu değişimin Kronik Yorgunluk Sendromunun ortaya çıkmasında sebep mi yoksa sonuç mu olduğu şimdilik tam olarak bilinmiyor ama araştırmayı yürüten Giloteaux konu hakkında yaptığı acıklamada, geliştirilecek ilaç ve uygun diyet planları ile bağırsak florasının tekrar dengeye sokularak hastaların normal yaşantıya dönebileceklerini umut ettiğini belirtti.


Mehmet Saltürk

++Dipl. Biologe Mehmet SaltuerkInstitute for GeneticsUniversity of Colognehttps://saltuerk.wordpress.com+++++++++++++++++++++++++

Kaynaklar

medikalakademi.com
 

Evdeki inatçı lekelere kesin çözümler


– Diş fırçasındaki mikropları öldürmek için 1 saat kadar sirkede bekletip iyice yıkayın.

– Banyoda kullandığınız lif ve süngerleri eşit miktarda su ve sirkeyle hazırladığınız karışımda 1 saat beklettikten sonra yıkayıp kurutun.

– Küvetinizdeki kireç ve sarı lekeleri temizlemek için bir sprey şişesine hidrojen peroksit doldurup küvetinize sıkın. Yarım saat bekledikten sonra yıkayın.

– Lavabo yüzeyini temizlemek için maden suyu döküp birkaç dakika bekledikten sonra sirke boşaltın. Sonra bir fırçayla yumuşakça temizleyip yıkayın.

– Fayanslar arasında oluşan küf, siyah lekeler ve kireç tortusunu temizlemek için birkaç kez mum sürün. İlerde oluşan kir ve küfe karşı da koruyacak.

– Eski bir diş fırçasını ıslatıp karbonata batırın. Fayansların arasını bu fırçayla temizleyin. İşiniz bitince sıcak suyla yıkayın.

– 15 gram sitrik asitle 1 bardak suyu karıştırın. Fayanslarınızı parlatmak için bu suyla yıkayın.

– Fayansları temizlemenin bir başka yolu da sirke. Sirkeyi bir sprey kutusuna doldurup fayanslarınıza sıktıktan sonra 10 dakika bekletin. Yıkayıp mikrofiber bezle silin.

– Ocağınızdaki yağ lekelerini bir silgi yardımıyla temizleyebilirsiniz.

– Fırınınızda ki yağları temizlemek için bir limonun suyunu sıkın. Suyunu sıktığınız limonla fırınınızı sildikten sonra 15 dakika bekletip ıslak bir bezle silin.

– Bir sünger yardımıyla fırınınıza sirke sürdükten sonra kapağını karatıp birkaç saat bekletin. Islak bir bezle silin. Fırınınız yepyeni gözükecek.

– Sıcak suyun içine bir miktar karbonat karıştırıp sprey kutusuna doldurun. Bu suyu fırınınıza sıktıktan sonra yarım saat bekleyin. Islak bir bezle temizleyin.

– Yatağınızda ki kötü kokulardan kurtulmak için üzerine karbonat serpiştirip yarım saat kadar beklettikten sonra elektrik süpürgesiyle çekin.

– Kıyafetlerinizdeki mürekkep lekelerini sütle temizleyebilirsiniz.

Alıntı
Herşeyden Önce Sağlık
 
Alerjiye karşı yeni yaklaşım ve yararlı bakteriler


Aşırı temizliğin alerjinin artmasına neden olduğu doğru mu?

Vücudumuzdaki birçok bakterinin bize düşman değil dost olduğunu, daha zararlı canlılara karşı bizi koruyup bağışıklık sistemimizi geliştirdiklerini biliyoruz.

Bazıları bu nedenle sabunu bir kenara bırakıp aşırı temizliğin bizi daha az sağlıklı yaptığını, saman nezlesi, astım, alerji gibi hastalıkları artırdığını iddia etmeye başladı.

Fakat uzmanlar evi köşe bucak dezenfektanla temizlemenin de sabundan vazgeçmenin de doğru olmadığını söylüyor. Vücudumuzdaki yararlı bakterilere iyi bakmamız gerekiyor, ama bunu yapmanın kirli dolaşmaktan daha iyi yolları var.

DERGİ - Bağırsak bakterileri insanı daha zeki yapar mı?

DERGİ - Tırnaklarımız neler barındırıyor?

Uzmanlar 'hedefli hijyen' yaklaşımını öneriyor. Yani zararlı organizmaların bulaşmasını önleyecek tedbirler almak ve aynı zamanda yararlı bakterilerin gelişmesini sağlamak.

İngiltere'deki Kamu Sağlığı Kurumu RSPH, vücudumuzda yaşayan yararlı bakterilere dair bilgiler ışığında, alerji ve salgın hastalıklarla ilgili sorunlara karşı stratejilerin gözden geçirilmesi amacıyla Şubat ayında mikrobiyolog, bağışıklık, alerji ve kamu sağlığı uzmanlarıyla bir toplantı yapmıştı.

Image copyrightGETTY IMAGES
Image captionYararlı bakterileri çoğaltmak için elleri kirli tutmak gerekmiyor.
Londra'daki UCL Üniversitesi'nden tıbbi mikrobiyoloji fahri profesörü Graham Rook modern diyet, şehirdeki yaşam tarzı ve antibiyotik kullanımının mikroorganizmalarla karşılaşmamızı sınırladığını ve asıl sorunun bu olduğunu, ellerimizi sabunla yıkamaktan vazgeçmek gerekmediğini söylüyor.

1980'lerde temiz içme suyu, çocukluk hastalıklarına karşı aşıların yaygınlaşması ve hijyenin gelişmesiyle tifo ve kolera gibi tehlikeli bulaşıcı hastalıklar azalsa da alerji artış gösteriyordu. 1989'da salgın hastalık uzmanı Profesör David Strachan çocuklukta yaygın bulaşıcı hastalıklara yakalanmış olmanın bağışıklık sistemini güçlendirdiğini, tersi durumda ise bağışıklık hücrelerinin polen, yumurta gibi maddelere aşırı tepki göstererek alerjiye neden olduğunu iddia etmişti.

Fakat bu söylenenler zamanla yanlış anlamaya ve değişime uğrayarak "aşırı temiz olmak bizi hasta ediyor" iddiasına dönüşmüştü.

Fakat daha sonraki araştırmalar alerjinin ortaya çıkışı ile ilgili bu teoriyi doğrulamadığı gibi bir tek faktöre bağlanamayacağını da gösterdi. Bugün alerjinin nedeni konusundaki en tutarlı açıklama şu:


Bağırsaklardaki yararlı bakterilerin çok çeşitli olması da önemli.
Sağlıklı bir bağışıklık sistemini yaratan nezle, kızamık ya da diğer bulaşıcı hastalıklar değil, insanın bağışıklık sistemi gelişirken içinde bulunduğu ortamdaki mikroplar ve parazit solucanlar gibi "eski dostlar"dır. Bunlar bugün şehir ortamında fazla bulunmuyor ve artan çevre kirliliği ve o ortama dışarıdan gelmiş polenlere maruz kalma gibi diğer çevresel faktörler de alerjik hastalık riskinin artmasına neden oluyor.

Peki bu durumda ne yapmak gerekir? Yararlı bakterilere daha fazla maruz kalmamızı sağlayacak, aynı zamanda hastalıklara yol açanlarla karşılaşmamızı asgariye indirecek bir strateji gerekiyor bunun için.

Ama bu kirlere kucak açıp ellerimizi yıkamayarak olacak bir şey değil. Bazı bulaşıcı bağırsak hastalıkları bugün 1990'lardaki seviyesinden çok daha yüksek. Ayrıca bakterilerin antibiyotiklere direnç göstermesi nedeniyle enfeksiyonların tedavi edilmesi zorlaşıyor.

Bu soruna çözüm önerilerinden biri 'hedefli hijyen'. Yani, gündelik yaşantınızda istediğiniz kadar temiz ya da pis olabilirsiniz; önemli olan doğru yerde ve zamanda hijyenik olmaktır. Bunun için şu konulara dikkat etmek gerekir:

  • Çiğ tavuk ve etin dokunduğu bütün yüzeyleri derhal temizlemek ve elleri yıkamak
  • Öksürüp hapşırırken ağzı mendille kapatmak ve mendili derhal çöpe atıp elleri yıkamak
  • Tuvalete gittikten sonra elleri yıkamak, ama bununla yetinmeyip tuvaleti, sifon kolunu, muslukları ve tuvalet kapı kolunu düzenli olarak dezenfekte etmek
Antibiyotikler insanın düşmanının yanında en iyi dostlarını da öldürüyor.
Uzmanlar ayrıca özellikle çocukluk döneminde yararlı mikroplarla karşılaşma olanaklarını artıracak önlemlerden söz ediyor. Bunun için de şunlar öneriliyor:

  • Normal doğum
  • Çocukların kardeşleriyle ve birbirleriyle fiziksel temasta bulunması
  • Spor ve diğer açık hava aktiviteleri (bebeklerin bebek arabasıyla dışarıda dolaştırılması da dahil)
  • Kapalı ortamda daha az zaman geçirmek
  • Daha az antibiyotik tüketmek
Uzmanlar ayrıca diyetin önemine dikkat çekiyor. Lifli gıdaların ve kırmızı şarap ile meyve ve sebzelerde bulunan polifenollerin bağırsaktaki bakteri çeşidi üzerinde olumlu etkisi olduğunu, bu besinler yeterince alınmadığında çeşidin azaldığı ve bazı bakteri türlerinin ortadan kalktığını söylüyor.

Alıntı
http://www.bbc.com/turkce/vert-fut-36869384
 
ESNEK VE SAĞLIKLI EKLEMLER İÇİN 6 STRATEJİ

Dr. Mercola glükozamin ve kondroitine karşı olduğunu belirtiyor ve eklem sağlığı için şunları öneriyor:

"Hayattan zevk alabilmek için rahat ve esnek olan sağlıklı eklemlerin ne kadar önemli olduğunu çoğumuz biliriz. Torununla top oynamak, eşinle yürüyüşe çıkmak, arkadaşınla golf oynamak için sağlıklı eklemler gerek. Bunlar hayatın eğlenceli yanları. Eklemleri sağlıklı tutmak için neler yapılabilir:

1- Egzersiz
Egzersizin eklemler için kötü olduğu çok yaygın bir şehir efsanesi. Dizlerin ortalama düzeyde egzersizle işe yaramaz hale geleceği gerçekten efsane. Aslında hareketsizlik kasları zayıflatıyor bu da eklem esnekliği ve rahatlığını bozuyor. Tedbir olarak, düzenli olarak egzersiz yapmıyorsanız, yavaş yavaş ilerleyip daha ileri seviyede egzersizlere birden başlamamak gerekir. Yoğun egzersiz yapamıyorsanız yürüme, tai chi, yoga gibi egzersizleri deneyebilirsiniz, bunlar oldukça düşük seviyede olmalarına rağmen çok faydalıdır.

2- Optimal vücut ağırlığınıza gelin.
Egzersizin en önemli faydası kilo vermeye ve korumaya yardımcı olmasıdır. Kilolu ve obez kişilerin eklem rahatlığı daha kolay elden gider. Vücudun her fazla kilosu dizler üzerindeki yükü yaklaşık 4 kg arttırır. Araştırmalar 5 kg kadar bile vermenin eklemler üzerinde olumlu etkisi olduğunu gösteriyor. Kilo vermek eklemlerin yükünü azaltıyor, bu daha kolay egzersiz yapmanızı sağlıyor, egzersiz de kilo vermenize yardımcı olarak eklem sağlığınızı koruyor.

3- Daha kaliteli beslenin.
Beslenmenizden şekeri ve nişastalı karbonhidratları çıkarın ve kesinlikle gazlı şekerli içeceklerden vaz geçin. Bu besinlerin zararları bilimsel olarak gösterilmiştir. Früktoz tüketiminin çok sınırlandırılması gerekir çünkü früktoz ürik asidi yükseltir, bu da eklemler için kötüdür.

4- D vitamini düzeyinizi optimize edin.
D vitamini sağlıklı bir bağışıklı cevabını destekliyor. Bahar ve kış aylarında D vitamini düzeyleri ciddi biçimde düşüyor, eklemler ve tüm vücut D vitamini desteğinden yoksun kalıyor.

5- Bol miktarda omega 3 yağ asidi alın.
Omega 3 eklemlerin sağlığını destekler.

6- EFT (Duygusal Özgürleşme Teknikleri) gibi duygusal faktörleri kontrol altına alan tekniklerle genel sağlığınıza katkıda bulunun.

Glükozamin ve kondroitinin eklemler için yararlı olduğuna dair yeterli kanıt olmadığı gibi özellikle diyabetlilerde şekeri yükselttiği biliniyor ve başka yan etkileri de var. O nedenle bunları kullanmamanızı tavsiye ederim."

Dr. Joseph Mercola

Özet çeviri: Nurçin Çağlar

Sağlıklı Yaşıyoruz

Çevirenin notu: Dr. Mercola'nın tavsiye ettiği çoğu madde Karatay beslenmesi ilkeleri arasında var. Bunlara ek olarak Canan hoca eklemlerin sağlığının korunması için sağlıklı yağların bolca tüketilmesini ve kolajen içeriği açısından kelle paça çorbası tavsiye eder.

Kaynak: http://products.mercola.com/joint-support/…
 
YAĞ HÜCRELERİMİZİN KANSER GELİŞİMİNE KATKIDA BULUNMALARINI NASIL ÖNLERİZ?

Bazı kanser türleri obezite ile yakından bağlantılı, meme kanseri de bunlardan biri. Eğer menopoza girdiyseniz, fazla kilolu veya obezseniz meme kanseri riskiniz fırlıyor, sağlıklı bir vücuda göre % 60 daha yüksek oluyor. Şimdi New York Üniversitesi'ndeki araştırmacılar bunun nedenini ve riskin nasıl bertaraf edilebileceğini biliyorlar.

Meme kanseri riskini yükselten yağ ve hormonlar arasındaki ilişki olması çünkü vücuttaki yağ hücreleri meme kanseri gelişmesini besleyen hormonlar salgılıyor. Bu hormonlar sadece kilolu veya obez kişilerin kanser olma olasılığını arttırmıyor aynı zamanda tedaviye cevap verme ve hastalıktan ölme olasılıklarını da arttırıyor.

Baş araştırmacı New York Üniversitesi (NYU) profesörlerinden Michael Connor "Araştırmamız yağ hücrelerince üretilen hormonların obezlerde meme kanseri gelişmesini teşvik ederken zayıflarda meme kanseri gelişmesini önlediklerini buldu. Bu hormonların özellikleri kişinin obez mi zayıf mı olduğuna göre değişiyor, bu da kanserin gelişmesini sağlıyor veya önlüyor." şeklinde konuştu.

Yağ hücrelerinin ürettiği kansere yol açan hormonlar adipokinler olarak adlandırılıyor. NYU araştırmacıları farelerde adipokinlerin gerçekten meme kanserinde rolleri olup olmadığını incelemişler. Ancak tek amaçları bu değilmiş.

Diğer amaçları bu hormonların kanser gelişimine neden olmalarının nasıl önlenebileceğini bulmakmış ve bunu bulmuşlar. Buldukları çözüm yeni bir ilaç veya deneysel bir terapi değil. Bildiğimiz eski moda egzersiz. Egzersizle yağ hücreleri azaldığından kanser riski de azalıyor.

Özet çeviri: Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz

Çevirisi yapılan kaynak: http://easyhealthoptions.com/keep-fat-cells-growing-cancer/

Orijinal kaynaklar:
(1) F. Theriau, Y. Shpilberg, M.C. Riddell, M.K. Connor. “Voluntary physical activity abolishes the proliferative tumor growth microenvironment created by adipose tissue in animals fed a high fat diet.” Journal of Applied Physiology, 2016; 121 (1): 139.
(2) “Exercise.” The Susan G. Komen Breast Cancer Foundation.https://ww5.komen.org/ Retrieved July 15, 2016.
 
İNMELERİN ÖNLENEBİLMESİ İÇİN KONTROL EDİLMESİ GEREKEN 10 RİSK FAKTÖRÜ

Kanada McMaster Üniversitesi Halk Sağlığı Araştırmaları Enstitüsü'nden Dr. Martin O'Donnel başkanlığında yapılan ve 32 ülkeden bilim insanlarının katıldığı çalışma inme üzerine kapsamlı bir çalışma. 22 ülkeden 6.000 katılımcının bulunduğu çalışma 10 risk faktörü belirlemiş:

1- Hipertansiyon % 47,9
2- Hareketsizlik % 35,8
3- Sağlıksız beslenme % 23,2
4- Obezite % 18,6
5- Sigara % 12,4
6- Kalp sorunları % 9,1
7- Diyabet % 3,9
8- Alkol % 5,8
9- Stres % 5,8
10-Lipidler (kan yağları) % 26,8

Özet çeviri: Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak: http://www.express.co.uk/life-style...-health-risk-factor-prevention-blood-pressure
 
UN ÜRETİLİRKEN ORTAYA ÇIKAN ALLOXAN, PANKREAS HÜCRELERİNİ ÖLDÜREREK DİYABETE NEDEN OLUYOR.


Un üretiminde (tüm mineral, vitamin yağ ve selüoz içeren) sapından, kabuğundan ve çekirdeğinden ayrılan buğday taneleri öğütüldükten sonra "klor gazi" ile beyazlaştırılıyormuş. Bu işlem sırasında ise alloxan denilen ve pankreas hücrelerini öldürerek diabete yol açan kimyevi madde oluşuyormuş... Bilim adamlari araştırmalarında kullandıkları farelerde alloxan kullanarak diabet oluşturuyorlarmış.

"Die Kurzversion der Geschichte ist, dass das Mehl durch ein Chlorgas-Bad gebleicht wird. Sie können sich bestimmt vorstellen, dass Chlorgas nicht gerade das ist, was Sie auf Ihrem Tellee haben wollen, geschweige denn in Ihrem mehr oder weniger sensiblen Magen. Bei diesem Bleichprozess entsteht nicht nur die weiße Farbe des Mehls, sondern auch eine toxische Substanz namens Alloxan. Dieses Alloxan zerstört Zellen im Pankreas, was zu Diabetes führen kann."

Özet çeviri: Nur Bopp, Sağlıklı Yaşıyoruz, Almanya

Kaynak: http://www.kohlenhydrate-tabellen.com/die-geschichte-vom-schonen-weisen-mehl-und-den-laborratten/
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…