Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.

MİKROBİYOTAMIZI KORUMAK İÇİN YAPMAMIZ VE KAÇINMAMIZ GEREKENLER, 6 ÖNERİ!

Tam da iki günlük Bağırsak Mikrobiyotası ve Probiyotikler Kongresi'nin üzerine bugün Dr. Mercola bu konuda bir yazı yazmış. Kongrede söylenenlerle Dr. Mercola'nın söylediklerinin benzeştiği nokta insan sağlığı için mikrobiyota (Bağırsaklarımızda yaşayan mikroorganizma topluluğu) sağlığının çok önemli olduğu ve sağlıklı bir mikrobiyota için de beslenmenin önemli olduğu.

Kongrede tüm konuşmacılar beslenmenin önemine değindiler ancak sağlıklı beslenmenin nasıl olması gerektiği konusunu fazla bilmediklerini düşünüyorum çünkü yağlar ve etlerle ilgili sorduğumuz sorulara tatminkar cevaplar alamadık. Yüksek yağlı diyetlerin mikrobiyotayı olumsuz etkilediğini şu şu çalışmalar gösteriyor diyorlar, o çalışmalar ABD'de muhtemelen bizim yanından geçmediğimiz sağlıksız yağlarla yapılmış. Kırmızı et tüketimi mikrobiyotayı bozar diyorlar ama o çalışmalarda da muhtemelen ABD'deki besi çiftliklerinin bol antibiyotikli etleri kullanılmış, bizim koyun ve keçi etleri değil. Yani bizim BAZI doktorlarımız henüz beslenmeyi sadece ABD 'de yazılanlar kadar biliyor.

Dr. Mercola'nın bu konudaki yazısının özet çevirisi:

Dr. Mercola'dan Mikrobiyotamızı korumak için yapmamız ve kaçınmamız gerekenler, 6 öneri

Tam da iki günlük Bağırsak Mikrobiyotası ve Probiyotikler Kongresi'nin üzerine bugün Dr. Mercola bu konuda bir yazıyazmış.
Kongrede söylenenlerle Dr. Mercola'nın söylediklerinin benzeştiği nokta insan sağlığı için mikrobiyota (Bağırsaklarımızda yaşayan mikroorganizma topluluğu) sağlığının çok önemli olduğu ve sağlıklı bir mikrobiyota için de beslenmenin önemli olduğu. Kongrede tüm konuşmacılar beslenmenin önemine değindiler ancak sağlıklı beslenmenin nasıl olması gerektiği konusunu fazla bilmediklerini düşünüyorum çünkü yağlar ve etlerle ilgili sorduğumuz sorulara tatminkar cevaplar alamadık. Yüksek yağlı diyetlerin mikrobiyotayı olumsuz etkilediğini şu şu çalışmalar gösteriyor diyorlar, o çalışmalar ABD'de muhtemelen bizim yanından geçmediğimiz sağlıksız yağlarla yapılmış. Kırmızı et tüketimi mikrobiyotayı bozar diyorlar ama o çalışmalarda da muhtemelen ABD'deki besi çiftliklerinin bol antibiyotikli etleri kullanılmış, bizim koyun ve keçi etleri değil.


Dr. Mercola'nın bu konudaki yazısının özet çevirisi:

"Bağırsak mikrobiyotasını sağlıklı hale getirmenin en iyi ve ucuz yolu şekerler ve işlenmiş, şekere dönüşen yiyecekleri beslenmeden tamamen çıkarmak, geleneksel fermente yiyecekler tüketmektir, probiyotik destekler de faydalı olabilir.

Mikrobiyotayı beslemek gerçek gıda tüketmekle başlar. Sağlıklı beslenmenin genel sağlığı etkilemesinin bir nedeni de bağırsaklarımızdaki faydalı bakterilerin gelişmesi için uygun bir ortam hazırlamasıdır, sağlıklı bakteriler beslenirken zararlı, patojen bakteriler de azalır.

Antibiyotiklerin bağırsak mikrobiyotasında büyük tahribat yaptığı çalışmalarla gösterildi, öldürmesi gereken zararlı bakterileri öldürürken iyi bakteriler de ölüyor. O nedenle antibiyotik kullandıktan sonra probiyotik destekleriyle mikrobiyotayı eski haline döndürmek gerekiyor.

Tıbbi nedenlerle kullanılan antibiyotikler tek kaynak değil, örneğin ABD'de satılan antibiyotiklerin %80'i hayvan besiciliğinde hayvanların kilo alması ve hastalanmamaları için kullanılıyor. O nedenle organik olarak yetiştirilmiş hayvanların etlerini tüketmiyorsanız yediğiniz etler nedeniyle de antibiyotiklere maruz kalıyorsunuz demektir.

Probiyotik bakterilerin faydası bağırsakları aşıyor. Bağırsak - beyin ekseni üzerine yapılan son çalışmalar bağırsak mikrobiyomunun zihinsel ve psikolojik sağlığımızı da etkilediğini gösteriyor. Probiyotik bakterilerin beyinle doğrudan etkileşen bileşikleri ürettiği görülüyor. Kan-beyin bariyerini oluşturdukları için bağışıklık sistemini de etkiliyorlar.
Fermente yiyecek olması nedeniyle ticari yoğurt tüketenler yararlı bakteri aldıklarını düşünmesinler. Bunun birinci nedeni marketlerde satılan yoğurtların çoğu çok miktarda şeker içeriyor. Diğer nedeni de yoğurdun asidik bir ortam olması nedeniyle raf ömrü süresinde içinde varsa bile yararlı bakteriler ölüyor.

Sonuç olarak, kesinlikle inanıyorum ki mikrobiyota ile ilgili bu bilgileri hayata geçirmek sağlığınız üzerinde olumlu bir etki meydana getirecek. Mikrobiyotanızı desteklemek zor değil, bazı temel stratejilerle bunu yapabilirsiniz. Aşağıda bazı yapılacak ve kaçınılacak şeyler sıralanıyor.


Yapılacaklar:

- Bol miktarda fermente yiyecek tüketin.

- Eğer yeterli miktarda fermente yiyecek tüketmiyorsanız bir probiyotik desteği kullanın.

- Çözünebilir ve çözünemeyen lif tüketiminizi arttırın.

- Ellerinizin bahçede kirlenmesine izin verin. Topraktaki ve bitkilerdeki bakterilerle yeniden tanışmak bağışıklığınızı güçlendirir, doğal aşı gibidir.

- Pencerelerinizi açın. Araştırmalar temiz hava akımını sağlamanın evinizdeki mikroorganizmaların çeşitliliğini ve sağlığını iyileştirdiğini gösteriyor, bu da sizin sağlığınıza fayda sağlar.

- Bulaşıklarınızı elde yıkayın. Böylece üzerlerinde daha fazla bakteri kalır ve fazla steril olmaları nedeniyle bağışıklığınızı uyaran allerjilerin oluşumu azalır.


Kaçınılacaklar:

- Antibiyotikler. Çok zorunda kalmadıkça kullanmayın, kullanırsanız ardından probiyotik desteği kullanın.

- Besi çiftliklerinde yetiştirilen etler. Çiftliklerde hayvanlara verilen antibiyotikler ve GDO'lu yemlerden mikrobiyotamız çok zarar görür.

- Klorlu ve/veya florlu sular. Özellikle böyle sularla banyo yapmak içmekten bile daha zararlı.

- Tarım kimyasalları. En yaygın olarak kullanılan glifosat ve diğer tarım ilaçları bitkisel besinleri zehirliyor ve bu da mikrobiyotamızı bozuyor.

- İşlenmiş gıdalar. İşlenmiş gıdalarda bol miktarda bulunan şeker kötü bakterileri besliyor. Ayrıca işlenmiş gıdalarda kullanılan katkı maddeleri mikrobiyotaya antibiyotikten bile fazla zarar veriyor.

- Antibakteriyel sabunlar. Kötü bakterilerle birlikte iyi bakterileri de öldürüyor ve antibiyotik direncine neden oluyor."

Dr. Joseph Mercola


Özet çeviri: Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak: http://articles.mercola.com/sites/a...n=20160313Z2&et_cid=DM100457&et_rid=139684589
 
Reaktif hipoglisemi kavga çıkarır

Reaktif hipoglisemi nedir?

Reaktif hipoglisemi, diyabeti olmayan kişilerde yemeklerden bir müddet sonra oluşan ani kan şekeri düşmesidir. Kan şekerindeki düşme, özellikle karbonhidratlı besinler alındıktan birkaç saat sonra daha sıktır.

Normal kan şekeri düzeyi nedir?

Normal açlık kan şekeri düzeyi 80-100 mg/dl, tokluk kan şekeri düzeyi ise 120-130 mg/dl arasıdır. Reaktif hipoglisemide kan şekeri sıklıkla 50 mg/dl altına düşer.

Ne tür yakınmalara yol açar?

En hafif şekliyle ani baygınlık hissi, şiddetli acıkma, terleme, sinirlilik, çarpıntı ve huzursuzluğa neden olur. Daha ağır olanı ise baş dönmesi, baş ağrısı, bulanık görme, konuşma bozukluğuna yol açar.

İrade dışı hareketler, anlamsız öfke patlamaları da olabilir. Bazıları da tartışmacıdır, kolay uzlaşmaz, kavgacıdır. Bu tür davranışlar çok kez sarhoşlukla ilgili sanılır.

Kilo aldırır mı?

Evet, reaktif hipoglisemi kilo aldırır. Kan şekeri düşünce sık yemek yenir. Özellikle de glisemik indeksi yüksek gıdalar tüketilir. Bunun sonucu da şişmanlık olur. Onca gayretlerine karşın kilo veremeyenlerin çoğunda reaktif hipoglisemi vardır.

Glisemik indeks nedir?

Besinlerin kan şekerini yükselten etkilerine ‘glisemik indeks’ adı verilir. Besinlerin glisemik indeksleri yüksek, orta, düşük olarak tasnif edilir.

Glisemik indeksi yüksek olan besinler hangileridir?

Şeker, bal, reçel, dondurma, çikolata, mısır, beyaz un, patates, pirinç glisemik indeksi yüksek olan besinlerdir. Bunlar ‘rafine besinler’ olarak bilinir.

Glisemik indeksi düşük olan besinler hangileridir?

Kepek ekmeği, yulaf, mercimek, baklagiller ve meyveler, glisemik indeksi düşük besinlerdir. Bunlar en sağlıklı besinlerdir.

Reaktif hipoglisemi nasıl teşhis edilir?

Kesin tanı şeker yükleme testi ile konur. Şeker yükleme testi, sabah aç karına 75 gram glikoz içirilerek yapılır. İlk saatlerdeki insülin düzeyinin yüksek, ikinci saatten sonra kan şeker düzeyinin düşük olması reaktif hipoglisemiyi gösterir.

Nasıl seyreder?

Hipoglisemi bulguları şeker hastalarında görüldüğü gibidir. Ancak şeker hastalığında daha ağır hatta komaya kadar giden bir seyir izler. Reaktif hipoglisemi ise daha hafif seyreder.

Neden olur?

Çok kez insülin direnci ile birliktedir. İnsülin direnci olanların kanında zaten yüksek düzeyde insülin vardır. Pankreas, şekerli gıdalar ile uyarılınca insülin düzeyi daha da artar ve şeker hızla düşer.

Neye yol açar?

Reaktif hipoglisemi atakları, şeker hastalığının ayak sesleridir. İnsülin direnci, diyabete doğru atılan ilk adımdır. Önlem alınmazsa 10-15 yıl sonra şeker hastalığına dönüşür.

Tetikleyen ilaçlar var mıdır?

Evet, reaktif hipoglisemiyi tetikleyen ilaçların başında aspirin gelir. Diğerleri sülfamit grubu antibiyotikler, kinin türevleri ve beta blokerlerdir.

Şeker hastalığı tedavisinde kullanılan oral anti diyabetikler ve insülin ise doğrudan hipoglisemi yapan ilaçlardır.

Nasıl korunuruz?

Az ve sık aralıklarla beslenin. 2-3 saat aralıklarla küçük öğünlerle beslenmek idealdir. Şeker ve şeker ürünlerinden uzak durun. Beyaz un, pirinç ve patates tüketimini azaltın. Tam tahıl, baklagil, sebze tüketin. Meyveleri tek başlarına değil, kepekli ekmekle birlikte tüketin. Ağır spor yapmayın. Bol su için, sigara ve alkolden uzak durun.

Hipoglisemik ataklarda çikolata, tatlı, bal tüketmeyin; kepek ekmeği ve meyve tercih edin

Hipoglisemi bulguları

- Açlık hissi

- Terleme

- Çarpıntı

- Baygınlık hissi

- Sinirlilik

Ne yapmalıyız?

- Az miktarlarda, sık aralıklarla beslenin.

- Rafine gıdalardan uzak durun.

- Bol su için.

- Alkolden uzak durun
Dr. Tuncay Filiz tfiliz@htgazete.com.tr - 26 Eylül 2011
 
HANGİ MEVSİMDE NE YENİR?


Hangi besin hangi ayda bol ve güzel?

Bu tablo Karatay Mutfağı Kitabının İkinci Bölüm, Sayfa 85-94 arasındaki bilgilerden derlenerek hazırlanmıştır.

Meyveler
Sebzeler
Balıklar

Ocak

Elma, armut, ayva, nar, muz (yerli), portakal, greyfurt, limon ve turunç



Kereviz, karnabahar, lahana (beyaz ve kırmızı), brokoli, havuç, şalgam, kırmızı pancar, pırasa, ıspanak, karalahana, turp (beyaz - kırmızı - siyah),



Uskumru, lüfer, çipura, palamut, istavrit, kefal, hamsi, çinakop, tekir, kırlangıç.



Şubat

Elma, armut, ayva, muz (yerli), portakal, greyfurt, limon



Kereviz, karnabahar, brokoli, havuç, şalgam, kırmızı pancar, pırasa, ıspanak, karalahana, turp (beyaz - kırmızı - siyah)

Kalkan, tekir, çipura, istavrit, somon, dil balığı, (uskumru, lüfer palamut yağını kaybetmeye başlar)


Mart

Elma, muz (yerli)


Brokoli, havuç, şalgam, kırmızı pancar, pırasa, ıspanak, kara lahana, turp (beyaz - kırmızı - siyah)


Kefal, levrek, kalkan, tekir, (uskumru çiroz olmaya başlar)


Nisan

Yeşil erik, çağla (badem)


Taze soğan, taze sarımsak, kuşkonmaz, taze bakla,

madımak, semizotu, deniz börülcesi, gelincik, arap saçı, çiğdem, ebegümeci, hardal, hindiba, ısırgan, radika, turpotu, şevketibostan, yabani ıspanak

Kalkan, mercan, levrek, kılıç, kırlangıç, çipura, tekir, barbunya


Mayıs

Yeşil erik, çağla (badem), yeni dünya, çilek, böğürtlen


Taze soğan, taze sarımsak, kuşkonmaz, taze bakla, enginar, bebe havucu, asma yaprağı, madımak, semizotu, deniz böğrülcesi, gelincik, arap saçı, çiğdem, ebegümeci, haradal, hindiba, ısırgan, radika, turpotu, şevketi bostan, yabani ıspanak
Levrek, barbunya, dilbalığı, tekir, kılıç, kırlangıç, iskorpit


Haziran

Yeşil erik, yeni dünya, çilek, kiraz, kayısı, şeftali, karadut, böğürtlen, ahududu


Taze soğan, taze sarımsak, kuşkonmaz, taze bakla (ayın ortasına kadar), enginar, bebe havucu, asma yaprağı, semizotu, kuzu ıspanak, taze fasulye, bezelye, kabak, bamya, börülce, sivri biber, dolmalık biber, salatalık

Mercan, levrek, barbunya, tekir


Temmuz

Kayısı, şeftali, sarı erik, vişne, ahududu

Taze soğan, taze sarımsak, semizotu, kuzu ıspanak, taze fasulye, bezelye, kabak, bamya, börülce, sivri biber, dolmalık biber, salatalık, domates, patlıcan, barbunya, çarliston biber, kum havucu,

Sardalye, tekir, barbunya

Ağustos

Kayısı, şeftali, vişne, kırmızı erik, mürdüm eriği, üzüm, ayçiçeği, yabani armut,

Semizotu, kabak, taze fasulye, bamya, börülce, sivri biber, dolmalık biber, salatalık, domates, patlıcan, barbunya, çarliston biber, kum havucu

Çingene palamudu, sardalye, kılıç, mercan, izmarit, sinarit


Eylül

Kırmızı erik, mürdüm eriği, üzüm, ayçiçeği, yabani armut, fındık, Antep fıstığı, yer fıstığı, elma, zeytin, böğürtlen, kızılcık, kuşburnu, Frenk üzümü


Kabak, sivri biber, dolmalık biber, salatalık, domates, patlıcan, barbunya, çarliston biber, havuç, şalgam, mantar

Sardalye, kılıç, palamut, lüfer, izmarit, kırlangıç


Ekim

Üzüm, yer fıstığı, elma, zeytin, böğürtlen, kızılcık, kuşburnu, Frenk üzümü, alıç, yaban mersini, ceviz, armut, muz (yerli), greyfurt, mandalina, limon


Domates, patlıcan, çarliston biber, havuç, şalgam, mantar, ıspanak, yer elması, pırasa, lahana (kırmızı ve beyaz), turp (beyaz - kırmızı - siyah)

Palamut, lüfer, istavrit, kılıç, hamsi, sardalye.


Kasım

Üzüm, elma, zeytin, kızılcık, kuşburnu, frenk üzümü, alıç, yaban mersini, ceviz, armut, muz (yerli), greyfurt, mandalina, limon, nar, ayva


Havuç, şalgam, ıspanak, yer elması, pırasa, lahana (kırmızı ve beyaz), turp (beyaz - kırmızı - siyah), kırmızı pancar, şalgam, kara lahana, bal kabağı, kereviz, karnabahar


Palamut, lüfer, istavrit, kılıç, hamsi, sardalye, torik

Aralık

Elma, armut, muz (yerli), greyfurt, limon, nar, ayva, portakal, turunç

Havuç, şalgam, ıspanak, yer elması, pırasa, lahana (kırmızı ve beyaz), turp (beyaz - kırmızı - siyah), kırmızı pancar, şalgam, kara lahana, bal kabağı, kereviz, karnabahar

Uskumru, lüfer, palamut, torik, tekir, hamsi, çipura


* Dereotu, marul, maydanoz, nane, roka, tere, pazı vb sebzeler dört mevsim boyunca yetişir.

** Bazı sebze ve meyveler yörelere göre daha erken veya daha geç yetişebilir.

*** Bu tablo İpek Erkmen'in ön çalışması üzerine hazırlanmıştır.

kaynak : http://woto.com/mevsiminde-besinler
 
Tiroid ve Beslenme İlişkisi
Tiroid bulmacasının bir parçası olan besin yetersizlikleri çok ilginç. Tiroid sağlığı için bazı besinler temel olarak gerekli ancak çoğunlukla doktorlar bir kişinin tiroid sorunlarının kökünde bunların olup olmadığına bakmıyorlar. Bu yazısında Dr. Peter Osborne tiroid sağlığı için gereken 10 besinden söz ediyor.

HER TİROİD HASTASININ KONTROL ETTİRMESİ GEREKEN 10 BESİN YETERSİZLİĞİ
Dr. Peter Osborne, No Grain No Pain kitabının yazarı:

"Günümüzde ABD'de hipotiroidizm en sık teşhis edilen durumlardan biri ancak çok az sayıda doktor tiroidiniz ile vitamin ve mineraller arasındaki besinsel ilişkiye gerçekten önem veriyor. Bu yazıda size tiroidinizdeki sorunun beslenme yetersizliğinden kaynaklanmadığından emin olabilmeniz için ne yapabileceğinizi açıklayacağım.

Anlamamız gereken ilk nokta, doktorunuzun ölçtürdüğü bir hormon olan TSH (Tiroid Uyarıcı Hormon) beyninizden tiroidinize doğru yolculuk yapıyor ve tiroid bezinize T4 üretmesini söylüyor. Bu T4'e biz aktif olmayan tiroid hormonu diyoruz. T4 kan dolaşımına giriyor ve uzaktaki dokulara ulaştığında T3'e dönüşüyor. T3 için tiroid hormonunun aktif formu diyebiliriz. Bundan sonra T3 hücrelerinizin içine girmeli. DNA hücrenin çekirdeğinin içinde bulunuyor. Hücre çekirdeğinin yüzeyinde çekirdek reseptörü (alıcısı) denilen küçük bir delik var ve tiroid hormonunun bağlandığı yer işte bu çekirdek reseptörü. T3 hücre çekirdeği alıcısına bağlanıyor ve işte metabolizmanız hızlanıyor.



Düşük tiroidin belirtileri neler? Düşük tiroidle çoğu kişi enerji eksikliği, kilo alımı, saç dökülmesi, cilt kuruluğu, kolesterol yüksekliği ve kabızlık sorunları yaşar. Bütün bunlar T3 düzeyi düşüklüğü veya genel olarak tiroid hormonu düşüklüğü belirtileridir.

Umarım bu hormonların ne şekilde çalıştığına dair genel bir anlayışınız olmuştur. Şimdi beslenme parametrelerini ekleyelim ki beslenme açısından neler olması gerektiğini daha iyi anlayabilesiniz.

Öncelikle belirtilmesi gereken nokta, bu TSH öyle birden bire büyü yapılmış gibi ortaya çıkmıyor. Gereken şekilde TSH üretmek için beslenmenizde yeterli miktarda PROTEİN bulunmalı. Bu hormonu üretmek için aynı zamanda magnezyum, B12 vitamini ve çinko da gerekiyor. Bu üç mikro besin (magnezyum, B12, çinko) ve ana besin (protein) TSH üretmemiz için gerekli.



T4 üretmek için de belirli besinler gerekiyor. Bunlardan biri İYOT. T4'teki 4 4 iyot molekülüne karşılık geliyor. İyotlu tuz gördüyseniz ki ABD'de yaygın olan guatr salgınıyla başa çıkmak için tuzlar iyotlanıyor. Guatr iyot eksikliği nedeniyle tiroidin büyümesine denir. İşte bu nedenle sofra tuzu iyotlanıyor ancak ben iyotun bu kaynaktan alınmasına karşıyım çünkü sofra tuzunun fazla tüketilmesinin olumsuz sonuçları oluyor. Taze sebzeler, deniz ürünleri, varek külü (kelp) ve deniz yosunundan iyot alabilirsiniz.

İyot T4 üretmek için gereken tek besin değil. Tiroid bezinizde iyotu tiroidin içine çekmeye yardımcı bir mekanizma var. Bu mekanizma simporter denilen bir çeşit kapı ve B2 vitamini ve C vitaminine ihtiyacı var. Bu iki besin (B2 ve C) olmazsa simporter pompası çalışmaz ve iyodu tiroid bezinin içine alamaz.



Buraya kadar TSH'tan T4 e doğru gelebilmek için gereken 7 değişik besin maddesinden bahsettik. Şimdi T4'ten T3'e gelmeliyiz. Bu işlem de besin gerektiriyor. Bu dönüşümü bizim için yapan bir enzim var ve bu enzim SELENYUM mineralinden çıkarılıyor. Selenyum olmazsa T4'ü T3'e dönüştüremeyiz. Selenyumsuz aslında başka bir bileşik olan RT3 (reverse T3, ters T3) üretiriz. RT3 de aktif değildir. Doktorunuz RT3 için laboratuvar testi yapmazsa sorun olur ve pek çok doktor bu testi yapmaz. Çoğu doktor sadece TSH'a bakıyor ve diğer bileşikleri atlıyor. RT3'e bakılmazsa sadece T3'e bakılırsa gerçek durum anlaşılmaz, RT3'e de bakılmalıdır.



Şimdi T3'e geldiğimizde bunun hücre çekirdeği yüzeyindeki çekirdek reseptörünü aktive etmesi gerekiyor. Bu da D vitamini ve A vitamini gerektiriyor. O nedenle D vitamini ve A vitamini eksikliği T3'ün hücrelerinizin metabolizma hızınızı yükselterek enerjinizi arttırmasına engel oluyor.



Sonuç olarak, tiroidinizin sağlıklı çalışması için beynin TSH üretmesi, bunun tiroid bezini uyararak T4 ve T3 üretilmesi ve sonrasında hücrelerin metabolik hızlarının aktive edilmesi için 10 besin maddesi gerekiyor:

  • PROTEİN
  • MAGNEZYUM
  • B12
  • ÇİNKO
  • İYOT
  • B2
  • C VİTAMİNİ
  • SELENYUM
  • D VİTAMİNİ
  • A VİTAMİNİ
Eğer size hipotiroid teşhisi konulursa ve doktorunuz size, sizi Synthroid veya tiroid ilaçlarından biriyle tedavi edeceğiz derse doktorunuzla bir konuşma yapmanız gerekir. Doktorunuza bu 10 besine bakılmasını önermelisiniz. Eğer bu besinlerin eksikliği olup olmadığına bakılmazsa size verilecek ilaç başlangıçta iyi gelebilir ama zamanla bu besin yetersizlikleri devam ederse tiroidiniz iyileşemez. Sorunun nedeni veya kaynağı tedavi edilmemiş olur, metabolizma düşüklüğünün asıl nedeni ortadan kaldırılmamış olur. Sadece yapay hormonlarla sorun maskelenmiş olur.

Bazı kişiler tiroid hormonunun biyolojik olarak benzerini, mesela Armour hormonu aldıklarını ve bunun kabul edilebilir olduğunu söyleyecektir. Armour sizin doğal tiroid hormonunuz gibidir, Synthroid'den farklıdır ancak ben yine de herhangi bir tiroid ilacı önermiyorum, biyolojik olarak benzer veya değil. Doktorunuzun bu besin eksiklikleri parametrelerini değerlendirip öyle karar verilmesi gerekir. Çoğunlukla bana gelen hastalar daha önceden ilaca başlatılmış oluyorlar. Biz bu besin eksikliklerini tamamladıkça aldıkları ilaç çok güçlü olmakta ve aslında hipertiroid durumu ortaya çıkmakta. Yani aşırı terleme, endişe, geçe kabusları, uykusuzluk ve sıcak basmaları gibi semptomlar ortaya çıkmakta. O nedenle eğer tiroid ilacı kullanmaktayken besin eksiklikleriniz giderilirse bu belirtiler ortaya çıkabilir ve ilacınızın dozunun ayarlanması gerekebilir.

Buradan çıkarılacak mesaj; eğer hipotiroidizm teşhisi konulursa doktorunuzun bu besinlerin düzeyini kontrol etmesini ve tiroidin az çalışmasının bundan kaynaklanıp kaynaklanmadığının belirlenmesini isteyin."

Dr. Peter Osborne





Dr. Peter Osborne
Yazar hakkında: Dr. Peter Osborne Teksas, Sugar Land'deki Town Center Wellness'ın medikal direktörüdür. Chiropractic doktorudur ve sertifikalı Klinik Beslenme Uzmanıdır. Klinik olarak odaklandığı konu kronik dejenetatif kas-iskelet sistemi hastalıklarının holistik doğal tedavileridir. Kronik inflamasyon ile gluten hassasiyeti ve besin allerjilerinin bağlantıları konusunda uzmandır. Binlerce hastanın kronik ağrılarından kurtulmasını sağlamıştır. Dr. Osborne, "No Grain No Pain: Kronik Ağrının Kökenindeki Nedeni Giderecek 30- Günlük Beslenme" kitabının yazarıdır.

Çeviri: Nurçin Çağlar
Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak: http://hypothyroidmom.com/10-nutrient-deficiencies-every-thyroid-patient-should-have-checked/
 
Stres
18.03.2016

Anti-Stres Stratejisi
Kontrolümüz dışındaki trajik olaylar hepimizi anksiyete, stres ve çaresizlik hisleriyle dolu duygusal bir girdaba sürüklüyor.

Birbirimize kenetlenerek aşacağımız bu zamanlarda, ruhsal sağlığımızı korumak önceliklerimizden biri olmalı. Unutmayın, kronik stres sadece ruhsal sağlığınızı değil fiziksel sağlığınızı da tehdit eder. Bunun tam tersi de geçerli: Ne kadar kötü beslenir, ne kadar hareketsiz bir yaşam sürerseniz stres seviyeniz de o kadar artar. Ve içinde bulunduğumuz zor dönemde, birlikte ve güçlü durmak adına hepimizin etkili bir anti-stres stratejisine ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Bu yazıyı da o yüzden kaleme alma ihtiyacı hissettim.

Biraz önce stresin sadece ruhsal değil aynı zamanda fiziksel sağlığı da olumsuz etkilediğini belirttim. Dilerseniz bu mekanizmayı biraz açalım. Stresli olduğunuzda vücudunuz bir hormon salgılar. Evrimsel olarak baktığımzda kortizol hormonu aslında hayatımızı kurtarmak için tasarlanmış bir mekanizmanın tetikleyicisidir. Bir tehlikeyle karşılaştığınızda vücudunuz bağışıklık sisteminden üreme hormonlarına kadar tüm sistemleri kapatır ve kortizol salgılar. Çünkü öncelikli olan yaşamınızı tehdit eden tehlikeden kaçmanızdır.Ve kortizol hemen kan şekerini yükselterek tüm sisteme kaçması için gereken enerjiyi sağlar. Tehlike geçtiğinde ise, kortizol seviyesi düşer ve sistem normale döner.

Peki, hayatta kalmanız için tasarlanmış bir mekanizma nasıl oluyor da sağlığı ciddi anlamda tehdit eden bir tehlikeye dönüşüyor? Sorun stresin kronikleşmesi. Yani, vücudumuz kısa süreli streslere göre tasarlanmış bir sistem. Ama rekabetçi bir iş yaşamı, işe gitmek için trafikte saatler geçirmek, geçim gailesi, çevremizde olup biten olumsuzluklar derken hepimiz kronik stres mağdurları haline geliyoruz. Televizyonu açıp haberleri izlemek bile kanımıza kortizol pompalanması için yeterli.

Ve sonuçta vücut hep alarm durumunda kalıyor ve kanımızdaki -stres hormonu olarak da bilinen- kortizol değerleri seviyesi hep normalin üstünde seyrediyor. Sonuç: Anksiyete, bağışıklık sisteminin etkin bir şekilde çalışmaması, yüksek tansiyon, sindirim problemleri, kısırlık, obezite, kalp krizi, uyku, hafıza ve konsantrasyon sorunları. Tabii stresin zemin hazırladığı tüm bu sağlık sorunlarının vücutta birçok mekanizmayı harekete geçirdiğini de göz önüne almak gerekiyor. Zaten işin içine bağışık sistemi de girdiğinde kronik stresin sizi nezleden kansere tüm hastalıklara karşı savunmasız bir hale getirmesi kaçınılmaz.

Lütfen “Altı üstü stresliyim” deyip durumu hafife almaya kalkışmayın. İngiltere’de yapılan ve sonuçları 2008 yılında yayınlanan kapsamlı araştırma(1), işleri gereği devamlı yoğun stres altında çalışan iş gruplarında kalp krizi riskinin23 kat arttığını gösteriyor. Evet, yanlış okumadınız tam 23 kat!

Stres-Savar Öneriler
Gördüğünüz gibi ruhsal ve fiziksel sağlığınızı korumanın en etkili yolu stres kontrolüdür. Yaşam tarzınızda ve beslenmenizde yapacağınız basit değişikliklerle bu mümkün. Ama her zaman söylüyorum. Bunlardan birini ikisini uygulayıp diğerlerini es geçerseniz hiçbir yere varamazsınız.

  • Stresten kurtulayım derken daha da çok strese girmeyin!
    Stresle baş etme mekanizmalarınızı gözden geçirin. Stresli bir günün ardından eve gelip rahatlamak için şekerli, bol karbonhidratlı yiyeceklere yöneliyorsunuz. Kısa süreli bir tatmin duygusu zaten yüzünden yüksek olan kan şekerinizin iyice yükselmesine neden oluyor. Yani yangına körükle gitmiş oluyorsunuz. Glisemik indeksi düşük hayvansal protein kaynakları, sağlıklı yağlar (Zeytinyağı ve tereyağı), sebze, yeşillik ağırlıklı bir öğün sizi hem daha uzun süre tok tutacak ve kan şekerinizi dengeleyecektir.
  • Diyetinizdeki omega 3 miktarını artırın
    2003 yılında yayınlanan bir araştırma(2), tam anlamıyla bir sağlık mucizesi olan omega 3 yağ asitlerinin stres üstünde de etkili olduğunu kanıtlıyor. Çalışmaya katılanlara altı hafta boyunca yüksek oranlarda EPA ve DHA içeren balık yağı kapsülü veriliyor. Altı hafta sonunda deneye katılanların tansiyon ve nabızlarında olumlu değişimler gözlenirken, araştırma öncesinde ve sonrasında yapılan kan testlerinde kortizol seviyelerinde de belirgin bir azalma olduğu görülüyor. Semizotu, ceviz ve keten tohumu bitkisel omega 3 kaynakları arasındadır. Ama vücudumuz özellikle soğuk su balıklarında bulunan hayvansal omega 3’lerden daha etkin bir şekilde faydalanır. Ancak sayısız sağlık faydası olan bu değerli yağ asitlerinden maksimum fayda için diyetinizi güvenilir bir besin takviyesi ile desteklemek akıllıca olacaktır.
  • Hareket edin
    En iyi stres kontrolü egzersizdir. Öyle spor salonuna falan gitmenize gerek yok. Yürüyün, merdiven çıkın. Hareket, vücudunuzun mutlululuk hormonları olarak bilinen endorfin ve serotonin salgılamasını sağlar. Yarım saatlik orta tempoda bir yürüyüş stresten arınmak ve gevşemek için en harika yöntemdir.
  • Probiyotiklerinizi besleyin
    Stresin bağışıklık sistemini darmadağın ettiğini artık biliyorsunuz. Yukarıda bahsettiğim stresin yol açtığı kronik hastalıkları bir kenara koyun. Yoğun stres altındayken daha sık grip olduğunuzu, daha kolay soğuk algınlığına yakalandığınızı fark etmiş olmalısınız. Neden? Çünkü stres bağışıklık sisteminizin çökmesine neden olur. Ev yoğurdu, kefir gibi fermente içecekler ve probiyotik takviyelerzengin probiyotik kaynaklarıdır.Ve bu faydalı bakteriler vücudunuzda ne kadar çoksa bağışıklık sisteminiz de o kadar güçlü olur.
  • Mikrobiyom ruh halinizi etkiler
    Stresin, ülserden huzursuz bağırsak sendromuna kadar, sindirim sistemine dair birçok sağlık problemini tetiklediği aşikar. Ama artık bunun tam tersinin de doğru olduğunu biliyoruz. Yani, bağırsak floranız da -ya da tıptaki adıyla mikrobiyom- ruh halinizi etkiliyor. Hatta artık bilim, beyin ve bağırsaklara beraber işleyen bir sistem olarak bakmamız gerektiğiniişaret ediyor. Vücudunuzdaki faydalı mikroplar ne kadar çoksa kendinizi o kadar huzurlu ve dingin hissediyorsunuz. Bu son derece karmaşık bir mekanizma olsa da, basitçe şöyle anlatmak mümkün: Bağırsaklarınız sayısız hormon salgılıyor ve hormonlar beyinle devamlı iletişim içindeler. Bu iletişimde herhangi bir sorun olduğunda ise stresle baş etmeniz zorlaşıyor. Probiyotik zengini ve probiyotik dostu bir diyetianti-stres stratejinizin odak noktasına yerleştirmelisiniz. Bir hatırlatma: Turşu, sirke, soğan gibi yiyecekler faydalı mikropları beslerken, şekerli gıdalar, genetiğine müdahale edilmiş modern buğday, işlenmiş yiyecekler zararlı mikropların artmasına neden olarak floranın sağlıklı dengesini bozarlar.
  • Doğada vakit geçirin
    Modern hayatın yarattığı streslere bir mola vermek için açık havada zaman geçirin, daha da iyisi doğa yürüyüşlerine çıkın. Şehir dışına yapacağınız birkaç saatlik kaçamağın stres düzeyiniz dolayısıyla da ruhsal ve fiziksel sağlığınız üstündeki olumlu etkisi tartışılmaz! Yeşille iç içe yaşayanların kanlarındaki kortizol seviyesinin şehirlerde yaşayanlara kıyasla çok daha düşük olduğunu gösteren sayısız araştırma var. Şehirden köye taşının demiyorum ama küçük kaçamakların genel sağlığınız üstünde büyük etkisi olduğunu da aklınızdan çıkarmayın.
  • C vitamini zengini beslenin
    Yaşamsal fonksiyonlar için son derece önemli olan bu vitaminin kandaki stres hormonu, yanı kortizol seviyesini düşürdüğü biliniyor. Yani diyetiniz yeterince C vitamini içermiyorsa stres kontrolü açısından sınıfta kalmaya adaysınız. Brokoli, turunçgil ailesi, kırmızı tatlı biber ve yeşil yapraklı sebzeler zengin C vitamini kaynaklarıdır. Stres düzeyi yüksek bir yaşam tarzınız varsa diyetinizi C vitamini takviyeleriyle desteklemenizi tavsiye ediyorum.
  • Gevşeme teknikleri geliştirin
    Müzik dinleyin, kitap okuyun ya da alın küçük evladınızı parka gidin. Gevşemenize yardımcı olan ne varsa yapın. Yeter ki kendinize stresten arınmak için ihtiyaç duyduğunuz ortamı, zamanı yaratın. Gevşemek için nefes egzersizi ya da meditasyon yapanlar da var. Kesinlikle doğru yoldalar. Ama ben size illa ki tanıdık olmadığınız yeni bir yöntem önermeyeceğim. Sadece, size iyi gelen ne varsa yaşamınızda ona da yer açmaya özen gösterin diyorum.
  • Bitkisel çaylardan destek alın
    Bazı bitkisel çayların gevşeminize yardımcı olduğu biliniyor. Mesela papatya çayı. Geceleri hem rahatlamak hem de iyi bir uyku için, son derece etkili bileşenlere sahip olan bu güzel kokulu çiçek çayından yardım alabilirsiniz. Ama önemli bir uyarı: Sakın açıkta satılan papatyaları almayın. Her zaman kapalı ambalajlarda satılan doğru bitkileri tercih edin.
Kaynakça:

1.“Study Of Whitehall Civil Servants explains how Stress at work ıs linked to heart disease” European Heart Journal 22 Ocak 2008

2 “Fish oil prevents the adrenal activation elicited by mental stress in healthy men” Delarue J, Matzinger O, Binnert C, Schneiter P, Chioléro R, Tappy L.Diabetes Metab, Haziran 2003; 29(3):289-95

Dr. ÜMİT AKTAŞ
 
DOĞAYA VE İNSANLARA YAPILAN BÜTÜN KÖTÜLÜKLERİN ALTINDAN MONSANTO ÇIKIYOR!



Sağlık savaşçısı (Health Ranger) Mike Adams Monsanto şirketi ile ilgili zehir zemberek bir yazı yazmış. Aslında Monsanto'nun tarihi ve yıllar boyu yaptıkları kapsamlı olarak The Last American Vagabound sitesinde yayınlanmış. Mike Adams da oradan alarak, "Toplumun en nefret dolu insanlarının çalıştığı dünyanın en kötücül şirketi Monsanto'nun komple tarihi" başlığıyla özetlemiş, biz de Mike Adams'dan özetleyelim:

"1901: Şirket Malta Şövalyelerinden, 30 yıllık bir eczacı olan John Francis Queeney tarafından kurulmuş ve şirkete karısının adını vermiş (Olga Mendez Monsanto). Şirketin ilk ürünü Coca Cola'ya yapay tatlandırıcı olarak satılan kimyasal sakarin olmuş. O zaman devlet sakarinin zehir olduğunu bildiği için üretimini durdurmak üzere mahkemeye başvurmuş ancak davayı kaybetmiş ve böylece Monsanto Pandora'nın dünyayı zehirleme hikayesi başlamış.

1920'ler: Monsanto endüstriyel kimyasallar ve ilaçların üretimine başlıyor, dünyanın en büyük asetilsalisilik asit (aspirin) üreticisi oluyor. Aynı zamanda dünyayı poliklorine bifenil (PCB) ile tanıştırıyor. Bu zehirli madde 50 yıl sonra yasaklandı ama dünyada neredeyse tüm insanların ve hayvanların kanlarında ve dokularında var. Daha sonra mahkemeye sunulan belgeler Monsanto'nun PCB'nin öldürücü olduğunu bildiği, bunu özellikle toplumdan saklayarak PCB'nin üretilmesine göz yumduğunu gösterdi.

1930'lar: İlk hibrid mısır tohumunu üretti ve hepsi de toksik olan deterjanlar, sabunlar, endüstriyel temizlik maddeleri, sentetik lastikler ve plastiklerin üretimine başladı.

1940'lar: Daha sonra Manhattan Project'in ilk atom bombası yapımında kullanacağı uranyum çalışmalarına başladılar. Şirket öldürücü dioksin içeren tarım kimyasalları üreterek gıda ve su kaynaklarını zehirlemeye başladı. Daha sonra birçok ürünlerinde dioksin bulunduğunu kasten açıklamadıkları ortaya çıktı.

1950'ler: Walt Disney şirketi ile birlikte Disney Tomorrowland'de kimyasalların ve plastiklerin zaferlerini gösteren bazı atraksiyonlar hazırladılar. Yaptıkları "Geleceğin Evi" tamamen toksik plastikten yapılmıştı.

1960'lar: Monsanto suç ortağı DOW Kimya şirketi ile birlikte dioksin içerikli Agent Orange'ı üretti ve bu ABD'nin Vietnam'ı istilasında kullanıldı. Sonuç? 3 milyonun üstünde insan zehirlendi, yarım milyon sivil Vietnamlı öldü, yarım milyon Vietnamlı çocuk kusurlu doğdu ve binlerce ABD askeri de bu yüzden öldü veya sürünüyor.

Monsanto yine mahkemeye düştü ve iç yazışmaları Agent Orange'ı devlete satarken öldürücü etkilerini bildiklerini gösteriyordu. Mahkemeye dioksinin sağlık için zararlı olmadığını gösteren "kendi" araştırmalarını sundular ve davayı atlattılar. Daha sonra araştırmalarının aslında dioksinin zehirli olduğunu gösterdiği ancak bulgular üzerinde yalan söyledikleri açığa çıktı.

Monsanto başka şirketlerle ortak olarak aspartam maddesini dünyaya tanıttı. Bu, gıdaları zehirleyecek aşırı derecede öldürücü bir nörotoksin. Sakarinle ilgili sorgulamalar başlarken Monsanto bu yeni zehiri ortaya çıkarmıştı bile
Daha fazlasını The Last American Vagabound'da okuyabilirsiniz."
Mike Adams

Mike Adams 1960'lara kadar getirmiş. Sonrasında da tüm tarım ürünlerini zehirleyen, dünyanın en yaygın kullanılan zehirli tarım ilacı Roundup var.

Özet çeviri: Nurçin Çağlar

Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak: http://www.naturalnews.com/053343_Monsanto_evil_corporation…
 

Sıkça yanıldığımız bir noktadır :
meyve/sebzelerin yıkanması ile ilaç kalıntısından (pestisit) tamamen kurtulmak!

Yıkamakla, sirkeli suda bekletmekle sadece fiziksel bulaşıyı bertaraf eder, yüzeydeki olası mikrobiyal kontaminasyonu azaltabilirsiniz. Halbuki pestisitler daha çiçek döneminde üreticinin bilinçsizce kullanması sonucu çiçekte/tohumda oluşur ve meyve/sebzenin her yerinde neredeyse aynı düzeyde ve yüksek miktarlarda olabilir. Pestistler için yönetmelikte meyve/sebze için sınır değerler vardır. Maalesef ki bazı pestisitlerin ülkemiz yönetmeliğindeki limitleri Avrupa ülkelerine göre yüksektir. Üreticilerin bilinçsiz yaklaşımı ve "bişey olmaaaz, kim kontrol eder ki" mantığı ile olan aslında biz vatandaşa olabiliyor. En trajik ve vahim olanı da bilinçsiz ilaç atan üretici çoğu zaman bu ürünü bilerek veya bilmeyerek tüketmektedir. Tehlikesi aşikar olan bir nokta da ilaç kalıntıları vücuttan maalesef kolay atılamıyor (emziren kadınlarda süt ile atılım bir miktar olabiliyor). Dünya genelinde pestisit uygulanan ürünlerde %27 ile#meyve ve #sebze başı çekmektedir, bunu tahıl ürünleri takip eder. Pestisit tüketimi ise en fazla %47 ile #herbisit(yabancı ot öldürmede veya normal gelişimini önlemede kullanılan kimyasalların tümü) ve %26 ile#fungusitler (mantar ve mantar sporlarını öldürme ve kontrol altına almada kullanılan kimyasallar) ile görülmektedir. ☑Meyve ve sebze ithalatinde özellikle Avrupa ülkeleri çok katı kurallar koymuş ve ilaç kalıntısı yüksek çıkmış ürünü daha baştan red edip geri çeviriyor. Peki geri çevrilen tonlarca mahsül ne oluyor sizce?

Derindenizlerden: -Onu da ben söyleyim, iç piyasaya sürülüp bizlere satılarak yediriliyor... Keza ilacli zeytinlerden elde edilen saf ! sabunlarla derimizden de aliyoruz.

Arılar peki! Bu pestisidlerle arıları zehirleyip öldüren bilinçsiz insan aynı ilacı da meyve sebze tüm arıların sayesinde soframıza midemize doğal olarak gelecekken zehirle alıyor! Sonra arıları zehirlediği kadar ve şekilde kendini de zehirliyor ve aynı ilaç firması önce zehirliyor sonra iyileştirmek için de ilaç satıyor! Nasıl öldürüyorsak nasıl hasta ediyorsak aynı şekilde zehirlenip ölüyoruz! Ne ekersek onu biçiyıruz! Oysa arılar tüm doğal meyve sebzeyi bize sağlayacak güçte milyar yıldır! Bi ellemesek doğayı da zehirlenmeden beslensek!

Gıda Müh. Erdem ÖNER

Dr. Yavuz Dizdar hocanın kendi sitesindeki glutatyon ile ilgili yazıda, glutatyonun pestisitleri, civa dahil yapısarak vücuttan uzaklastırdığını yazmıstı. Daha cok glutatyon takviyesi gıdalarla veya damar yolu ile yapılan glutatyonla temizlik yapabiliriz. Sebze suyu içiyoruz, bir yandan temizleyip bir yandan sokuyoruz hücrelere...
 
Son düzenleme:
Yüksek tansiyonda ölçümlere dikkat
Ülkemizde her üç yetişkinden birinde var olan yüksek tansiyon, kalp ve böbrek yetersizliği, inme gibi birçok ölümcül hastalığın altında yatan nedendir. Yüksek tansiyonla mücadelede ilk adım kan basıncının doğru ölçülmesidir. Bu zannedildiği kadar kolay bir iş değildir...



Kalbimizi Dinleyelim | Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

Türkiye’de her üç yetişkinden birinde var olan yüksek tansiyon birçok ölümcül hastalığın altında yatan nedendir.
Kalp krizlerine zemin hazırlamasının yanı sıra kalp kasının esnekliğini azaltarak kalp yetersizliği oluşturur. Normalin üstündeki kan basıncı beyindeki incecik damarlardan birinin zorlanıp yırtılmasıyla beyin kanamasına ve felce yol açar.
Yüksek kan basıncının tahrip ettiği başka bir organ da böbreklerdir. Diyalize giren birçok hastanın böbreklerinin iflas etmesinin nedeni uzun süre kontrolsüz olarak kalmış yüksek tansiyondur.

Tansiyon nedir?



Kolun dirsek üstündeki bölümüne manşon (bezle kaplı havayla şişen bölüm) şişirilerek kan akımı durdurulur. Kol atar damarının sesleri dinlenirken manşon her saniyede 2 mmHg düşürülerek yavaş yavaş söndürülür. Manşondaki basınç, damar içindeki basınç düzeyine ulaşınca, kan tekrar akmaya başlar ve her atımda ses duyulur. Sesin ilk duyulduğu rakam büyük tansiyondur. Basınç azaldıkça kan akımının girdabı azalır, ses kesilir. Kalp atışını en son duyduğumuz andaki basınç küçük tansiyondur.

Tansiyon kanın atar damarların duvarına yaptığı basınçtır. Kalbin sol alt odası kasılarak içindeki kanı aort damarına atar. Bu sırada basınç hızla yükselir. Tepe noktası halk arasında büyük tansiyon denilen sistolik kan basıncıdır. Kalbin kasılması bitince basınç düşmeye başlar.
Damarların içinde her an kan olduğu için basınç belli düzeyin altına inmez. Bu düzeye küçük tansiyon, tıbbi adıyla ‘diyastolik’ kan basıncı denir. Yüksek tansiyonla mücadelede ilk adım kan basıncının doğru ölçülmesidir. Bu zannedildiği kadar kolay bir iş değildir. Ölçümün nerede, ne zaman, nasıl ve ne sıklıkla yapıldığı, hangi aletin kullanıldığı sonuca etki eder.

Hangi aleti kullanmalı?

* Cıvalı: En hassas tansiyon ölçümü cıvalı aletlerle yapılır. Uzun yıllar diğer ölçüm aletlerinin hassasiyeti cıvalı ölçümlerle karşılaştırılarak yapılırdı. Ama bu durum yavaş yavaş değişmekte. Cıvanın çevreye verdiği zarar, küçük miktarda da olsa insanlar ve hayvanlar için çok tehlikeli olması birçok ülkede bu aletlerin yasaklanması sonucunu doğurdu.
* İbreli: Sıkça kullanılan bir diğer ölçüm yöntemi yuvarlak, ibreli göstergesi olan tansiyon aletleridir. Basınç aletin içindeki mekanik bir sistem tarafından ölçülür. Birçok alette derecelendirme küçük olduğu için hata yapmak kolaydır. Bu tip cihazlar hastanelerde, doktor muayenehanesinde yaygın olarak kullanılır.
* Dijital: Son yıllarda yaygınlaşan dijital tansiyon aletleri de diğerleri gibi manşon şişirerek ölçüm yaparlar. Çoğunda kan akımının yarattığı titreşimleri hisseden bir mekanizma vardır. Büyük ve küçük tansiyon bu yolla hesaplanır. Kalp atımı düzensizse ölçüm hatalı olabilir. Damarların sertleşerek esnekliklerini kaybettikleri durumlarda da, örneğin yaşlılarda ve bazı şeker hastalarında benzer tehlike söz konusudur.
* Doğru ölçüyor mu?: Gerek ibreli, gerekse dijital tansiyon aletleri zaman içinde hassasiyetlerini kaybedebilirler. Belli aralıklarla kontrol edilip doğru ölçüm yaptıklarından emin olmak gerekir. Bunun en kolay yolu, bir sağlık merkezine giderken evde kullanılan aleti götürüp doktorun kullandığı aletle karşılaştırmaktır.

En güvenli ölçüm

En güvenli ölçüm üst koldan yapılandır. Dinleme aleti kullanılıyorsa manşonun ne çok yukarıya, ne de çok aşağıya sarılmadığından emin olunmalıdır. Dinleme aletinin tamburu rastgele manşonun altına sokmak yerine, dirsek içindeki kol atar damarının üstüne konulmalıdır. Bunun için önce parmak ucuyla damarın nerede olduğunu saptamak yararlı olur.
Koldan yapılan ölçümlerde dikkat edilmesi gereken önemli bir başka nokta da manşonun eni ve boyudur. Normal bir yetişkin için kullanılan manşon, iri yarı veya çok şişman bir kişinin kolunu yeterince saramayacağı için hatalı sonuç verir. Kolu çok ince olanlarda ise bir kaç kere saracağı için doğru ölçüm yapılamaz.
El bileğinden ve parmaktan ölçüm yapan dijital aletler hem küçük hem de kolay kullanılır olmaları nedeniyle talep görmektedir. Ne var ki, bu aletlerle yapılan ölçümlerde hata payı daha fazladır. Bu nedenle pek tavsiye edilmemektedir.
* Önce dinlenmeli sonra ölçmeli: Tansiyonu ölçülecek kişinin sakin ve oturur durumda olması önemlidir. Rahatça oturup arkasına yaslanan, ayakları yerde olan bir kişi bu durumda 5 dakika dinlendikten sonra ölçüm yapılmalıdır.
Birçok durum kişinin günlük yaşamındaki kan basıncını temsil etmeyen ölçümlere yol açabilir. Kişi tansiyonu ölçümünden kısa süre önce egzersiz yapmışsa, ağır yemek yemişse, stresliyse, sigara içmişse, çok alkol almışsa, ortam gürültülü, çok sıcak veya çok soğuksa sonuç o sıradaki kan basıncını gösterir ama genel bir fikir vermez.
* Hangi koldan ölçmeli: İlk muayenede ölçüm mutlaka her iki koldan yapılmalıdır. Sağ ve sol kol arasında biraz fark olması normaldir. Tansiyon hangi kolda daha yüksek bulunursa daha sonraki ölçümler o koldan yapılmalıdır. İki kol arasında 10 mmHg veya daha fazla fark varsa bu durum normal değildir, incelenmesi gerekir.
* Kol kalp hizasında olmalı: Ölçüm yapılan yer kalp hizasında olmalıdır. Eğer aşağıda olursa tansiyon gerçek düzeyden yüksek, yukarıda olursa düşük çıkar. Kişinin kolu gevşek olmalı ve ölçümü yapan tarafından desteklenmelidir. Eğer kişi tansiyonu ölçülen kolunu yukarıda tutmaya çalışıyorsa, kan basıncı az da olsa yüksek bulunur.
* Bir ölçüm yeter mi: Bir kaç ölçüm yapılırsa farklı değerler elde edilebilir. Genellikle ilk ölçüm en yükseğidir. En aşağı iki kere ölçüm yapılmalıdır. Eğer ikisi arasında 5 mmHg den fazla fark varsa üçüncü bir ölçüm gerekir. Dijital sistemler bu açıdan daha avantajlıdır, birkaç ölçümün ortalamasını alarak sonuç verirler.



Doğru ölçüm için manşonun dirseğin iç yüzünü açıkta bırakacak biçimde takılması gerekir. Bir diğer önemli nokta da kolun üst bölümü çok büyükse geniş ve uzun bir manşon seçilmesi gerektiğidir.

Doktor bakınca yüksek çıkıyor

Evde ölçülen tansiyon gerçek hayattaki durumu göstermesi açısından çok önemlidir. Bu ölçümlerin yararlı olabilmesi için ayrıntılara dikkat edilmelidir.

Sağlık merkezinde ölçüldüğünde, özellikle yüksek tansiyonu olanlarda kan basıncı evdekinden biraz daha yüksek bulunabilir.

“Doktor Bey, benim tansiyonum hep düşük, hastaneye gelince yüksek çıkıyor” doktorların sıkça duyduğu bir şikâyettir. Bu ifadede doğruluk payı olsa da endişeye gerek yok diye düşünmek yanlış olur. Beyaz gömlek yüksek tansiyonu denilen bu durumun önceleri tümüyle zararsız olduğu düşünülürdü. Lakin, yeni araştırmalar bu kişilerin bir çoğunda gerçekten yüksek tansiyon olduğunu gösterdi.
Daha önce yapılan dört büyük araştırmanın toplu değerlendirilmesi bu konuya ışık tutuyor. Sekiz yıl izlenen 6 bin kişi arasında doktoru görünce tansiyonu çıkanlarla kan basıncı her zaman normal olanlar karşılaştırıldı. Tansiyona bağlı inme ve benzeri sorunların birinci grupta daha sık görüldüğü saptandı. Anlaşılan o ki beyaz gömlek yüksek tansiyonu hiç de masum değil.
Yüksek tansiyon tanısında ve izlenmesinde sağlık merkezinde ölçülen kan basıncının yeterli olmadığının anlaşılması günlük yaşamda ölçüm yapılması ihtiyacını doğurdu.
* Evde tansiyon ölçme: Dijital teknolojinin gelişmesiyle evde kolayca ve güvenli olarak tansiyon ölçmek mümkün oldu. Tanı koyma aşamasında, ya da ilaç tedavisi başlandığında veya ilaç dozu değiştirildiğinde evde yapılacak ölçümler çok yararlı olur. Bir kaç gün veya bir hafta boyunca sabah ve akşam aynı saatlerde yapılan ölçümler doktora tedaviyi planlamakta büyük kolaylık sağlar. Bazı yeni dijital aletler, ölçümleri hafızalarında saklayıp telefon veya internet aracılığıyla sağlık merkezine göndererek iletişimi kolaylaştırıyor.

Son söz:
Teşhis yanlış olursa doğru tedavi yapılamaz. Ayrıntılara dikkat göstererek tansiyonun doğru ölçülmesi başlangıçta olduğu kadar tedavinin her aşamasında kritik önemdedir.

Kaynak: murat.tuzcu@milliyet.com.tr
 

D VİTAMİNİ - KALSİYUM - K2 VİTAMİNİ - MAGNEZYUM DANSI



Bu tahlil sonuçları hem eski bir morbid obeze hem de eski bir Tip2 Diyabet hastasına ait.

Marmaris Yücelen Hastanesi'nde kan testlerimizi yaptırdık. Test sonuçlarında sadece kolesterol ve D vitamini koyu renk yazılmış yani laboratuvara göre bu ikisi yüksek onun dışındaki her şey normal görünüyor. Acaba Canan Hoca'ya göre de öyle mi? Test sonuçlarımı aynen sizlerle paylaşıyorum. İki konuda sınıfta kaldım. Magnezyum ve B 12 değerlerim normal görünmesine rağmen Canan Hoca'ya göre düşük çıktı ve hemen tedbir alıyorum. (Magnezyum: 1,89 ve B 12: 619) Bu ikisinin dışında her şey arzuladığım gibi. Şimdi kolesterol ile ilgili kısa bir değerlendirme yapıp dansımıza gelelim.

KOLESTEROL

Prof. Dr. Canan Karatay kolesterol bakılmasını istemediği halde maalesef doktorumuz tahlil listesine ekletiyor. Biz de tabii ki ses çıkarmıyoruz. LDL kolesterolümün yüksek çıkmasından da mutlu oluyorum. Çünkü yüksek kolesterolden değil düşük kolesterolden korkuyorum. Neden mi? Lütfen Bkz: http://www.woto.com/kolesterol

D VİTAMİNİ

D Vitamini değerim bugün 213,8 ng/ml çıktı. Ben tiroidimde kalan son nodülü de yok etmeye çalıştığım için D Vitaminimi biraz yüksekte tutuyorum. Bkz: http://www.woto.com/tiroid-nodul

Canan Hoca D vitamini 100 ng/ml'den düşük olmasın diyor. Bugüne kadar dünyada D vitamini toksisitesi hiç kimsede görülmemiş. Bir çok doktorumuz D vitamini düzeyini yükseltmekten korkuyor. "D vitamini yüksek olursa böbreklerde taş olur" diyor. Doğrudur... D Vitamini yüksek olursa kalsiyum emilimi fazla olur. Fazla kalsiyum da damarlarda plak, böbreklerde taş yapabilir. Ancak bu doktorlarımızın göz ardı ettikleri bir konu var: K2 Vitamini. K2 Vitamini damarlardaki fazla kalsiyumu kemiklere taşıyan vitamin. Bkz: http://www.yarimadaninsesi.com/haberdetay.asp?ID=3037

KALSİYUM - MAGNEZYUM - K2

D Vitamini, kalsiyum, magnezyum ve K2 vitamini arasında sinerjetik bir dans var.https://www.facebook.com/ObezliktenKurtul/photos/a.307180999391637.68423.307166446059759/767577490018650/?type=1&theater Her gün MenaQ7 formunda 100 mcg K2 Vitamini kullandığımız için kalsiyum değerlerimiz hep normal aralıklarda çıkıyor. Bugün de 9,4 mg/dL çıkmış. Magnezyum değerim referans aralıkları içinde ama Canan Hoca'ya göre yine düşük çıktı. 1,89 mg/dL Bugün hemen Canan Hocanın söylediği 2-2,5 aralığına çekebilmek için Diasporal pastil kullanmaya başladım bile... Nasıl ki D vitamini değerimizin 100'ün altına düşmesine izin vermiyorsak, magnezyumun da 2'nin altına düşmesine izin vermiyoruz.

B 12 VİTAMİNİ

B 12 Vitaminimi Canan Hocanın istediği 1000 pg/ml düzeyinde yine tutamamışım. Maalesef düşük ... B-12 vitamini değerim 619 pg/ml çıktı. Pazartesi günü gidip hemen B 12 iğnemi yaptıracağım ve bir süre 15 günde bir yaptırmaya devam edeceğim.

Tabii ki her şeyin başı doğal ve sağlıklı beslenmek.

A. Okan ÇAĞLAR
Kaynak: Sağlıklı Yaşıyoruz



*Eskiden sadece iğne kullanıyorduk. Bir süre bu haplardan (Nu u nutrition, Vitamin D3 10,000 IU) ve ayda bir iğne kullandık bu değeri gördükten sonra sadece hapa geçiyoruz. Artık iğne kullanmayacağız. (Maalesef Türkiye'de bu haplardan henüz yok. Bizim arkadaşlarımız D vitamini damla alıp günde 75 damla (10 bin ünite) kullanıyorlar.)güneşlenmeye başlarken de bir ölçüm yaptırıp hapı da keseceğiz. Bu günlük haplara geçmemizin sebebini bir kaç gün önce aşağıdaki yazıda paylaştık.



Derindenizlerden: Arkadaşlar araştırdım "Nu u nutrition Vitamin D3 10,000 IU" bu marka D vit Amerika'dan getirtiliyormuş. Amazonda buldum ama vitamin takviyesi getirtmek yasak diye biliyorum. İmkanı olan, eşi dostu orada yaşayan ya da farklı yolunu bilen şansını deneyebilir.
http://www.amazon.co.uk/Vitamin-Nu-...=merchant-items&ie=UTF8&qid=1458609016&sr=1-3

D VİTAMİNİ İŞLEVLERİ

D VİTAMİNİ HER GÜN MÜ ALINMALI?
İSTENİLEN D VİTAMİNİ DÜZEYİNE ERİŞİLMESİ VE O DÜZEYİN KORUNMASININ HASTALIKLARI ÖNLEME VE TEDAVİ ETMEDEKİ ROLÜ







South Carolina Tıp Üniversitesi profesörlerinden Dr. Bruce W. Hollis'in bu videosunu birkaç kez dikkatle izledik. D vitamininin vücuttaki işlevleri hakkında çok güzel bilgilendiriyor. Anladıklarımızı özetleyerek sizlerle paylaşmaya karar verdik.


D Vitamini vücutta iki seviyede işlev görüyor:




1- Endokrin düzeyde: Temel olarak kalsiyum dengesini düzenler ve böylelikle kas ve kemiklerin sağlıklı olmasını sağlar. Bu işlevi çok uzun yıllardır biliniyor.

2- Otokrin ve parakrin düzeyde: Basit olarak ifadesiyle D vitamini tüm hücrelerin içine girer ve böylece çok çeşitli hastalıkların önlenmesi ve tedavisinde etkili olur. Bu işlevi ise son yıllarda yapılan çalışmalarla gösterildi.



  • D Vitamini yiyeceklerle vücuda girdiğinden veya UVB ışınlarıyla ciltte sentezlendikten sonra yarılanma ömrü 24 saattir. Yarılanma ömrü denilen kavram bir maddenin yarısının yok olması için geçen zamandır. Yani D vitamini vücuda girdikten 24 saat sonra yarısı yok olmuş olur. Bir sonraki 24 saatte de kalan yarısının yarısı yok olur ve böyle hızla yok olur.
  • Vücuda giren D vitamininin büyük bölümü karaciğere gider ve burada metabolize olur. Bu süreç D vitaminine OH (hidroksi) eklenme sürecidir ve bunun sonunda 25(OH)D oluşur. D vitamininin bu şekline prohormon denir ve bu şekilde yarılanma ömrü 3 haftadır. Bu şekilde kan dolaşımında kalamayacağı için D Vitamini Bağlayıcı Proteini adlı bir proteine bağlanır.
  • Emziren annelerde vücuda giren D vitamininin bir kısmı anne sütüne gider. Anne sütündeki D vitamini düzeyinin korunması için emziren annelerin mutlaka günlük doz D vitamini almaları gerekir.
  • 25(OH)D megalin adlı protein tarafından böbreklere çekilir. Böbreklerde üretilen enzimler yardımıyla, bir hidroksi daha eklenerek 1,25(OH)2 D şekline dönüşür. İşte bu şekliyle aktif bir hormondur ve endokrin işlevlerini yerine getirir. Bu hormon böbreklerden dolaşıma geri gönderilir. Bağırsaklardan kalsiyum emilimini arttırarak kemiklerin güçlenmesini sağlar. Bu şeklinin yarılanma ömrü 2 saattir. Yani işini yapar ve hızla yok olur.
  • Proteine bağlanan 25(OH)D vitamininin bir kısmı da hamilelerde plasentaya gider ve aynı böbreklerdeki gibi plasentada da aktif hormona dönüştürülür.
  • D vitamininin otokrin ve parakrin işlevlerini sağlaması için her hücrenin içine girmesi gerekir. Proteine bağlanmış şekliyle hücrelere giremez çünkü hücrelerin böbrek gibi onu çekecek bir sistemi yoktur. Vücuda ilk girdiği şekliyle hücrelere girmesi daha kolaydır. Hücrelerde de aktif hormon şekli olan 1,25(OH)2 D'ye dönüşür, kullanılır ve hücre dışına çıkarılmaz, içinde kalır.
  • D vitamininin kanseri önleme ve kanserle mücadeleden depresyon vb beyin hastalıklarıyla mücadeleye pek çok konuda etkili olduğu araştırmalarla gösterildi. Bu videoda D vitamininin bu işlevleri üzerine yapılan bazı çalışmalar sıralanmış. Bu çalışmaların çoğunda olumlu sonuçlar elde edilmesine rağmen bazıları olumsuz sonuçlanmış. Bu çalışmalarda kullanılan D vitamini miktarları ve kullanım aralıkları değerlendiriliyor ve küçük dozlarda kullanmanın veya aralıklı kullanmanın etkili olmadığı, olumsuz sonuçlanan çalışmaların bu nedenle olumsuz sonuçlandığı açıklanıyor.
  • Bu videoda D vitamininin endokrin işlevini yerine getirmek üzere uzun süre vücutta kalabildiği (yarılanma ömrü 3 hafta) ancak bağışıklık sistemini güçlendirmek ve çeşitli hastalıklarla mücadele etme işlevlerini yerine getirebilmesi için yarılanma ömrü 24 saat olduğundan mutlaka günlük dozlarda kullanılması ve kanda sabit bir düzeyde tutulması gerektiği anlatılıyor. Dr. Hollis günlük dozun en iyisi olduğunu, gün aşırı almanın günlük kadar iyi olmadığı, haftalık dozun daha kötü olduğu, aylık dozun ise hiç etkili olmadığını söylüyor.
  • 20-30 ng/ml'nin üzerinde 25(OH)D düzeyi durumunda iskelet sisteminde, kemiklerde sorun yaşanmayacağı belirtiliyor. Kemikler için kullanılan şekli olan 25(OH)D şeklinin yarılanma ömrü 3 hafta olduğundan haftada 1 veya ayda 1 bile alınsa etkili olacağı söylenmiş.
Videonun sonuç bölümü:


  1. Günde 400-600 IU D vitamini almakla iskelet sisteminde sorun çıkmaması sağlanabilir.
  2. Günde 400-600 IU'luk dozlar otokrin ve paratokrin işlevlerini yerine getirebilmesini sağlayamaz.
  3. Günde 10.000 IU'ya kadar dozlar ve dolaşımda 100 ng/ml düzeyinde 25(OH) D olması insan fizyolojisi için normaldir, zehirli olarak nitelendirilmemelidir.
  4. D vitamini araştırmalarında insan fizyolojisine uygun dozlar ve doz aralıkları kullanılmalıdır.
Bu videoyu izledikten sonra ana akım tıp tarafından neden günlük 400 IU D vitamini dozu tavsiye edildiğini ve D vitamini tahlillerindeki referans aralıklarında 20 ng/ml üzerinin nasıl yeterli görüldüğünü çok iyi anladık. Bunlar son yıllara kadar, D vitamininin tek işlevinin kemik sağlığını korumak olduğu biliniyorken tavsiye edilen doz ve seviye. Oysa son yıllarda yapılan çalışmalar D vitamininin ne kadar önemli olduğunu, bağışıklık sistemini güçlendirmekten çok önemli hastalıkları önlemeye kadar pek çok işlevi olduğunu ortaya koydu. Bu işlevlerini yerine getirebilmesi için 100 ng/ml düzeyinde bulunması, bu düzeye gelebilmesi için ise günde 400 IU'dan çok daha yüksek dozlarda takviye edilmesi gerekiyor. Bu konuda yeni bilimsel bulgulara dikkat çeken ve ülkede adeta D vitamini devrimi yapılmasını sağlayan Prof. Dr. Canan Karatay ve rahmetli Prof. Dr. Ahmet Aydın'ın öncü ve ezber bozan çalışmaları için kendisine büyük hayranlık ve şükran duyduğumuzu da belirterek bitirelim.

Özet çeviri: Nurçin Çağlar
Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak:
http://www.woto.com/vitamin-d
 
Son düzenleme:
Bunları okudukça insan gaza geliyor. 1 ampul daha mı alsam ki?
Bir de aklıma yatmayan şu var.
Okan Bey omega kullanıyor, Q enzim kullanıyor, K vitamini kullanıyor, Mg başlıyormuş şimdi de, D vit kullanıyor, B12 kullanıyor. Yani sanki avuç avuç takviye gibi. Takviyesiz bu iş olmuyor mu? Tamam alamıyoruz besinlerden bunların tamamını ama şunlar ciddi bütçe gerektirir. Asgari ücretli adam ne yapsın? diye düşünmeden edemiyor insan.
 
Peynir
Peynirlerin yüzeyine veya lor gibi yüzeyi pürüzlü olan peynirlerin içerisine peynir küflenmesin, mikrobiyolijik olarak bozulmasın diye türlü türlü katkılar uygulanabilmektedir. Bu bazen etiketinde yazmasa da yapılabilen bir uygulamadır. Yüzeyi olanlar (kaşar, beyaz peynir, sepet, dil gibi) üzerine katkı ya püskürtülür ya da özel katkılı solüsyonlara daldırılır. Yüzeyi olmayanlar (lor, ip, tel peyniri gibi) ise homojen bir şekilde katkı içerisine dağılacak şekilde konulur. Tüm ürünler mi katkılıdır peki tabiiki hayır! Ve katkılı mı katkısız mı sorununa tedbir amaçlı ne yapılabilir? Peynirlerinizi, tüketeceğiniz kadarını eğer mümkünse yıkayın veya suda bekletin. Veya yüzeyden ince bir tabaka sıyırıp atın. Natamisin, Nisin, Sorbik/Benzoik asit sadece bildiğimiz kullanılabilen katkılardır ve kimbilir analitik yöntemi henüz olmayan daha neler neler olabilir?! Benim beyaz peynirde tercihim salamuradaki peynirden ziyada klasik tipi peynirdir. Neden? Salamuradaki peynir kültürlü diye tabir edilen içindekilerde de yazar "starter kültür (CaCl2)" ilave edilen ve çabuk olgunlaşan peynirdir, tadı nedense kireç gibi gelir bana. Olgunlaştırılmış ve aroması tam oluşmuş klasik peynirlerde de peynir kendiliğinden soğuk odalarda uzun süre olgunlaşır. Peynirin iyisi markadan ziyade sizin damak tadınızla örtüşendir. Peynir ile süt arasındaki en temel fark; sütte laktoz %4 civarı iken peynirlerde laktoz yoktur. Sizce neden?

Gıda Müh. Erdem Öner

*Vakumlu olarak satılanlar üzerinde de yazar klasik peynir diye....Salamura da olanlar kültürlü peynir diye satılır.

*Krem peynirleri mümkünse pek kullanmayın genelde toplama peynirlerden yaparlar ve onlardaki kimyasal risk daha yüksek olabilir (hepsi için olmayabilir).
 
Son düzenleme:

Magnezyum Hangi Gıdalarda Bulunur?

Magnezyum mineralinin en önemli görevleri kemik gelişimini sağlamak ve kemikleri korumaktır. Bunların dışında, kalsiyumla birlikte çalışarak yüzlerce enzimin üretilmesinden sorumludur. Magnezyum, kemiklerde 2 farklı şekilde kullanılır. İlki, kemiklerin fiziksel yapısını oluşturmak için “kemik inşasında” fosfor ve kalsiyum ile birlikte kullanılan magnezyum; ikincisi ise kemik yapısıyla ilgili olmayan ancak kemik yüzeyinde bulunan, magnezyum eksikliği görülen durumlarda bir depo gibi kullanılan magnezyumdur. Magnezyum bulunan gıdalar vücudun alması gereken günlük magnezyum ihtiyacının tamamını karşılayabilir. Ancak magnezyumun vücut tarafından işlenmesini olumsuz yönde etkileyen hastalıkları bulunanlara genellikle magnezyum takviyesi önerilmektedir.

Magnezyumun Diğer Görevleri

Magnezyum, kalsiyum ile birlikte sinir ve kas yapısını düzenlemek için gereken mineraller arasındadır. Magnezyum minerali sinir hücrelerinde “bekçi” görevi görür. Vücudumuzda yeterli miktarda magnezyum varsa, kalsiyum sinir hücrelerine giremez ve bu hücreleri aktive edemez. Magnezyum eksikliğinde ise, sinir hücrelerine giren kalsiyum nedeniyle bu hücreler aşırı faaliyet göstermeye başlar. Aşırı sinir hücresi faaliyeti ise, sinir hücrelerinin kaslara gerekenden fazla sinyal göndermesi anlamına gelir. Bu durumda kas spazmları, ağrılar, kas krampları ve kas yorgunluğu daha sık yaşanır.

Magnezyum aynı zamanda protein, karbonhidrat ve yağların metabolize edilmesinde (enerjiyi sağlamak için oluşan, biyolojik ve kimyasal değişimlerin bütünü) kullanılır. Vücutta yeterli miktarda magnezyum yoksa, gıdalardan alınan enerji kas hücrelerinde depolanamaz. Kalp ve damarlar, kaslar, böbrekler, hormonların salgılanmasından sorumlu salgı bezleri, sindirim sistemi, beyin ve sinir sistemi magnezyum eksikliğinde olumsuz etkilenir ve bu sistemlerin/organların fonksiyonlarını eksiksiz yerine getirmesi için magnezyuma ihtiyaç vardır.


Magnezyum Bulunan Gıdalar
Aşağıdaki listede magnezyum içeren gıdalardan bazılarını bulabilirsiniz ancak bu liste magnezyum içeren gıdaların tam listesi değildir. Sizin sağlık koşullarınız için uygun ve magnezyum minerali bakımından zengin bir beslenme programı için doktorunuza danışabilirsiniz.

Ispanak: 100 gram çiğ ıspanak 79 mg magnezyum içerir ve günlük magnezyum ihtiyacının %20’sini karşılar.

Kabak Çekirdeği: 100 gram kabak çekirdeği günlük magnezyum ihtiyacının %65’ini karşılar. Ancak aynı miktarda kabak çekirdeği 446 kalori içerdiğinden dikkatli tüketilmelidir.

Yeşil Fasulye: 100 gram haşlanmış yeşil fasulye günlük magnezyum ihtiyacının %5’ini karşılar. Yeşil fasulye aynı zamanda tiamin, riboflavin, kalsiyum, demir, potasyum, diyet lifi, A vitamini, C vitamini, K vitamini, folat ve manganez için çok iyi bir kaynaktır.

Soya Fasulyesi: K vitamini, tiamin, riboflavin, demir, fosfor, potasyum ve bakır içeren soya fasulyesinin 100 gramı günlük magnezyum ihtiyacının %70’ini karşılar.

Susam: 1 çorba kaşığı susam günlük magnezyum ihtiyacının %8’ini karşılayan 31.6 mg magnezyum içermektedir. Demir ve kalsiyum mineralleri bakımından da zengin olan susamın olumsuz yönü kalorisinin yüksek olmasıdır.

Siyah Fasulye: 100 gram haşlanmış siyah fasulye günlük magnezyum ihtiyacının %17’ini karşılar. Siyah fasulye ayrıca protein, tiamin, manganez, fosfor, besin lifi ve folat içinde iyi bir kaynaktır.

Ay Çekirdeği: 1 avuç ay çekirdeği (28 gram) günlük magnezyum ihtiyacının %9’unu karşılar. Olumsuz yönü yüksek kalori ve yağ içermesidir.

Kaju: 28 gram kaju fıstığı günlük magnezyum ihtiyacının %20’sini karşılar.

Magnezyum Bulunan Diğer Gıdalar
  • Badem (100 gramında 286 mg magnezyum bulunur)
  • Kızıl Buğday (100 gramında 136 mg magnezyum bulunur)
  • Karabuğday (100 gramında 251 mg magnezyum bulunur)
  • Esmer Pirinç (100 gramında 143 mg magnezyum bulunur)
  • Ton Balığı (100 gramında 27 mg magnezyum bulunur)
  • Çavdar Unu (100 gramında 248 mg magnezyum bulunur)
  • Buğday Unu (100 gramında 138 mg magnezyum bulunur)
  • Keten Tohumu (100 gramında 392 mg magneyum bulunur)
Listede yer alan gıdalar dışında; tofu, baklagiller, kepekli tahıllar, yeşil yapraklı sebzeler, soya unu, şeker pekmezi, kabak, çam fıstığı, siyah ceviz, fıstık, yulaf unu, pancar yaprağı, fıstık, yulaf ezmesi, muz, fırınlanmış patates, çikolata, kakao tozu, kişniş, dereotu, kereviz, adaçayı, kuru hardal, fesleğen, rezene, kekik, kimyon, tarhun, mercanköşk, haşhaş tohumu magnezyum bakımından zengin gıdalar arasındadır.

Magnezyum İhtiyacının Arttığı Durumlar
Gebelik ve emzirme döneminde magnezyum ihtiyacı artar. Bu dönemler için günlük olarak önerilen magnezyum ihtiyacı 320-350 mg arasındadır. Sizin yaş grubunuza uygun dozaj hakkında doktorunuzdan bilgi alabilirsiniz. Ayrıca aşağıdaki listede yer alan hastalıklardan korunma veya bu hastalıkların tedavisinde alınması gereken magnezyum değerleri değişebilir.

  • Alkolizm
  • Göğüs anjini
  • Aritmi
  • Astım
  • Otizm
  • Kronik yorgunluk
  • Konjenital kalp hastalığı
  • Konjestif kalp yetmezliği
  • Koroner arter hastalığı
  • Diyabet
  • Eklampsi
  • Epilepsi
  • Glokom
  • Kalp krizi
  • HIV / AIDS
  • Hipertansiyon
  • Hipertrigliseridemi
  • İnflamatuar barsak hastalığı
  • Migren
  • Multipl skleroz
  • Osteoporoz
  • Peptik ülserler
  • PMS
  • Pre-eklampsi
  • Raynaud sendromu
  • Sistemik lupus eritematozus
Magnezyum Eksikliği Belirtileri
Magnezyum eksiliğinde görülen belirtiler 3 kategoriye ayrılır.

Erken belirtiler:

  • İştahsızlık
  • Apati
  • Zihin karışıklığı
  • Yorgunluk
  • Uykusuzluk
  • Sinirlilik
  • Kas seğirmesi
  • Hafızanın zayıflaması
  • Öğrenme becerisinde azalma
Orta dönem belirtileri:

  • Kalp (kardiyovasküler) değişiklikler
  • Hızlı kalp atışı
Şiddetli magnezyum eksikliği belirtileri:

  • Devamı kas kasılması
  • Sayıklama
  • Uyuşma
  • Halüsinasyonlar
  • Karıncalanma
Fazla Magnezyumun Bir Zararı Var mı?
Fazla magnezyumun en sık görülen belirtisi ishaldir. Gıdalar yoluyla, yan etkiye yol açacak kadar magnezyum alma ihtimali oldukça düşük olmakla birlikte magnezyum takviyesi kullananlar için bu risk daha yüksektir. Araştırmalar günde 1-5 gram arası magnezyumun (yetişkinler için tavsiye edilen miktarın yaklaşık 3-5 katı) ishalin yanı sıra baş dönmesi, sersemlik hissi ve güçsüzlük gibi belirtilere neden olabileceğini ortaya koymaktadır.

* Takviye alacaklarda böbrek yetmezliği varsa doktora danışmalılar.
  • “Kalp bloğu” denilen bir kalp sorunu varsa,
  • Böbrek yetmezliği gibi böbrek problemleri varsa magnezyum alımı güvenli olmayabilir.
- See more at: http://iyigelenyiyecekler.com/magnezyum-hangi-gidalarda-bulunur/#sthash.kUN2zVPk.dpuf

***Aşağıda ki linkte bulunan yazıyı da okuyun.***

http://www.tavsiyeediyorum.com/makale_1957.htm


MAGNEZYUM NASIL ÇALIŞIR?
Magnezyum, kemiklerin düzgün bir şekilde büyümesi ve bakımı için gereklidir. Magnezyum ayrıca sinirler, kaslar ve vücudun diğer bölgelerinin işlevlerinin doğru bir şekilde yapması için gereklidir. Magnezyum midede mide asidinin nötralize olmasına yardımcı olur ve bağırsaklardan dışkının hareketine olanak sağlar.



GÜVENLİ Mİ?

Magnezyum ağız yolu ile, enjektabl olarak doğru kullanıldığında yada reçeteli ürün olarak kullanıldığında çoğu insan güvenlidir. Bazı kişilerde magnezyum, mide rahatsızlığı, mide bulantısı, kusma, ishal ve diğer yan etkilere neden olabilir.
Günde ortalama 350 mg’dan daha az dozlar çoğu yetişkin için güvenlidir. Çok büyük miktarlarda alındığında, magnezyum güven vermeyebilir. Büyük dozlar da dahil olmak üzere ciddi yan etkiler düzensiz kalp atışı, düşük kan basıncı, bilinç bulanıklığı, solunum, koma ve ölüme yol açabilir.
Önerilen miktarlarda ağız yoluyla alındığında magnezyum, hamile veya emziren kadınlar için güvenlidir. Bu miktarlar, kadının yaşına bağlıdır. Hangi miktarın doğru olduğunu öğrenmek için doktorunuza danışın.


MAGNEZYUM İLE İLGİLİ DOZAJ
Aşağıdaki dozlarda bilimsel araştırmalar incelenmiştir:
Ağızdan

Migren sıklığını ve şiddetini azaltmak için: Magnezyum sitrat, 3 ay için 3 bölünmüş dozlarda 1830 mg. yada trimagnesium dicitrate 3 aya kadar günde 600 mg (24 mg).
Çocuklarda migren baş ağrısı sıklığını ve şiddetini azaltmak için:16 hafta boyunca 3 bölünmüş dozlarda magnezyum oksit kg başına 9 mg
Tip 2 diyabeti olan hastaların düşük magnezyum düzeyleri tedavisi için: Günde 50 ml magnezyum klorür çözeltisi (1000 ml çözelti içine 50 gram magnezyum klorür), 16 hafta boyunca
Kemik erimesi (osteoporoz): 150-750 mg / gün tek ajan olarak kullanılır veya kalsiyum veya diğer takviyeleri ile kombine olarak kullanılırak olabilir.

Premenstrüel sendrom (PMS): 200-360 mg / gün
GÜNLÜK ÖNERİLEN MAGNEZYUM MİKTARLARI

YAŞ MİKTAR
1-3 yaş
80 mg
4-8 yaş
130 mg
9-13 yaş
240 mg
14-18 yaş
410 mg (erkek) ve 360 mg (kız)
19-30 yaş
400 mg (erkek) ve 310 mg (kadın)
31 yaş ve üstü
420 mg (erkek) ve 320 mg (kadın)
Hamile kadınlar 14-18 yaş
400 mg
Hamile kadınlar 19-30 yaş
350 mg
Hamile kadınlar 31-50 yaş
360 mg
Emziren 14-18 yaş
360 mg
Emziren 19-30 yaş
310 mg
Emziren 31-50 yaş
320 mg
0-6 aylık bebek
30 mg
7-12 aylık bebek
75 mg
1-3 yaş için üst sınır
65 mg
4-8 yaş için üst sınır
110 mg
8 yaş, gebe ve emziren için üst sınır
350 mg

http://www.saglikvakti.com/magnezyum-tablet-kapsul/
 
ANNE ADAYLARI DİKKAT!



PLASTİK SAKLAMA KAPLARI ERKEN DOĞUM YAPTIRIYOR!

ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC), yiyeceklerin saklandığı plastik kapların hamilelik dönemindeki kadınların erken doğum yapmasına neden olduğunu duyurdu.

Birçok plastiğin içinde bulunan ‘bisfenol’ kimyasalının anne adayları için risk taşıdığını vurgulayan CDC, ‘bisfenol’ değerleri yüksek çıkan kadınların erken doğum yapabilme olasılıklarının arttığını ifade etti. Uzmanlar erken doğum vakalarının bebek ölümlerinin en önemli nedenlerinden biri olduğunu belirtiyor. 37 haftadan önce gerçekleştirilen doğumlar ‘erken doğum’ olarak adlandırılıyor. Texas Üniversitesi’nden doktor Ramkumar Menon, “Birçok kadın günlük hayatında bisfenol kimyasalına maruz kalıyor. Bunun nedeni plastik kapların aşırı kullanımı” ifadelerini kullandı. Bisfenol yalnızca anne adaylarını değil tüm insanların de sağlığını tehdit ediyor, çünkü bu bir kanserojen madde.

Kaynak: http://www.gazetevatan.com/plastik-saklama-kaplari-erken-d…/
 
ORGANİK GIDALAR GERÇEKTE NE KADAR ORGANİK?

Marketler üzerinde ‘organik’ yazan gıdalardan geçilmiyor. Pazarlarda da sebze-meyve tezgahları organik yazan etiketlerle dolu...

ONKOLOJi UZMANI DR. YAVUZ DiZDAR

Marketler üzerinde ‘organik’ yazan gıdalardan geçilmiyor. Pazarlarda da sebze-meyve tezgahları organik yazan etiketlerle dolu… Peki bu ürünler ne kadar doğal? Yiyip-içtiğimiz gıdaların organik olup olmadığını nasıl anlayabiliriz? Onkoloji Uzmanı Dr. Yavuz Dizdar, bu konudaki sorularımızı yanıtladı…

Birçok hastalığın nedeni açıklanamıyor!

- Organik ürünlere talep neden artıyor?
İnsanlar sebebi anlaşılmaz bir şekilde hastalanıyor. Doktorlar bu hastalıkların çoğunun neden olduğunu açıklayamadığı gibi, konu tedaviye geldiğinde ilaç yazmak dışında bir şey de yapamıyor. İnsanların tıbba olan güveni tamamen sarsılmış durumda. Hâlâ doktorun her söylediğini harfiyen uygulayan iki meslek grubu var; bunlar da öğretmenler ve askerler. İki grup da “Doktor bilir” diyerek tıbba inanmaya devam ediyor. Ama son zamanlardaki bilinçlenme, yediklerimizin-içtiklerimizin olması gerekenden farklılaştığını ortaya koyduğundan insanların çoğu beslenmesini doğal besinlere kaydırdı… Marketler de bu talebi ‘organik’ tanımıyla karşılamaya çalışıyor. Talep çok olduğundan, organik ürünlerin fiyatları da olması gerekenin çok üzerine çıkabiliyor…

Ucuz yiyecekler sağlığı tehdit ediyor

- Organik tarımda kimyasal madde kullanılmıyor mu?
Organik ürün yetiştirirken, endüstriyel tarımda kullanılan ve zararlı olan pek çok kimyasal madde kullanılamıyor. Bu kimyasalların kullanım amacı sadece zararlılarla mücadele değil. Bu maddeleri kullanarak, zararlılarla mücadelede işgücünü gerektirmeden üretim maliyetini de ucuzlatıyorlar. Mesela zararlı otla mücadelenin yolarak yapılması gerekiyor ama siz ot zehri atarsanız, hiç ot çıkmadığından işgücü de gerekmez. Fakat karşılığında da ot ilacını ürüne de bulaştırmış oluyorsunuz. Bu ilaçlar ister istemez bitkiye ve meyveye geçiyor, siz de tarım ilacı bulaşmış ürün yiyorsunuz. Ama işgücü kullanılmadığı için yevmiyenin 50 lira olduğunu düşünün; bu, ürünün fiyatını da ucuzlatıyor. Oysa tarım ilacı kalıntısının bu bitkinin meyvesinden uzaklaştırılması mümkün değil.

Bu ürünler neden pahalı?

- Vatandaş organik ürünleri pahalı buluyor. Sizce de öyle mi?
Vatandaş öncelikle şunu bilmeli ki, organik gıda pahalı değil. Üreticinin de karnını doyuracak kaliteli iş yaptığınızda ürünün maliyeti budur ama karşılığında siz de kaliteli ürün yersiniz, beslenirsiniz ve sağlığınızı da kaybetmezsiniz. Bunun bir de et ve süt üretimi boyutu var. Bir inek ne kadar geliştirilmiş soydan olursa olsun, günlük verebileceği süt 10-12 litreyi geçemez. Zira sütün yapımı için gereken maddeler hayvanın işkembesindeki bakteriler tarafından meydana getirilir ve bunun da bir zaman maliyeti vardır. Bunu bir de yoğurt örneğiyle açıklamaya çalışalım. Diyelim ki sütü mayaladınız; bunun yoğurda dönüşmesi en az dört saat sürer. Bu süreci yarım saate indiremezsiniz. İşte süt miktarını arttıran yem alaşımları da bu kısıtlılığı sentetik maddelerle aşmayı sağlar. Bakterilerin doğal olarak sentezlemeleri gereken maddeler başka kaynaktan yarı sentetik olarak elde edilerek yeme karıştırılır ve süt miktarı bir anda 40 litreye çıkar. Böylece fiyat ucuzlar, lakin bunun da artık sütle bir alakası kalmamıştır. O nedenle “Organik ürünler neden pahalı?” diye homurdanan kesim, aslında o ürünün ucuz olmasının saçma olduğunu bilmelidir, zira yarı kimyasal bir bileşim tüketmektedirler.

Kış ortasında bile organik domates var ama…

- Yumurtadan süte, bakliyattan sebze meyveye kadar ‘organik’ etiketiyle satılan gıdalar ne kadar organik? Yiyip, içtiğimiz gıdaların doğal olup olmadığını nasıl anlayabiliriz?
İşte bu noktada iş biraz karmaşıklaşıyor. Bir kere organik denen sistem de üreticinin tanımladığı bir sistem ve doğala daha yakın olma güvencesi veriyor. Bu üretim biçiminde her ilaç kullanılamaz, kullanım biçimi de belli şartlara bağlıdır. Ancak iş, eninde sonunda üreticinin iyi niyetine gelip dayanır. Zira üretici kuralları esnetirse anlamamız çok kolay değildir. Yüksek gelir düzeyine hitap eden marketler bu riski en aza indirmek için anlaşmalı tarım yapar ama sayıları çok azdır ve sadece birkaç lüks semtte bulunurlar. Diğerlerinin, hatta “Biz suyunu bile denetliyoruz” diye televizyon reklamları verenlerin bile sicilleri çok kötüdür; malın ucuzunu bulurlarsa organik olup olmamasına pek aldırmazlar.

Açık sütü tercih edin

Sütün organik olup olmadığının saptanması o kadar da kolay değildir; o nedenle pratik olarak “Açık süt alın ve bir taşım kaynatıp yoğurdu bundan tutturun” diyoruz. Bunu bulamayanlar ise günlük pastörize süt almalıdır. Zira endüstri nedense “Sütün kokusunu alıyoruz” diyerek işleme başlıyor, sonunda da “Hijyen yapıyoruz” diye sütü öldürüp kutuya tıkıyor. Dolayısıyla piyasada organik süt ya da yoğurt diye satılan ürünlerin bir değeri kalmıyor. Bunların kaynakları organiktir ama ambalajlama öncesinde yapılan yüksek sıcaklık ve basınç işlemi organik özelliği tamamen ortadan kaldırır. Tüketici, ambalajlanmış ve uzun raf ömrüne sahip ürünleri organik diye fazlasını ödeyip satın alıyorsa yanıltıldığını bilmelidir. Kaynak organiktir ama işlemle bozulmuştur. Öte yandan tavuğun organik olup olmadığını pişme süresiyle test edebilirsiniz. Organik tavuk iki saatten önce pişmez; özellikle jöleli suyu şifa kaynağıdır.

Koku ve lezzete dikkat!

Tüketici olarak tamamen çaresiz sayılmayız; bazı noktalara dikkat ederek gerçek organik ürünleri satın alma olasılığımızı yükseltebiliriz. Bunlardan ilki, her ürünü mevsiminde tüketmek. Kış ortasında bile ‘organik domates’ bulabilirsiniz. Kurallara uygun üretilmiş de olabilirler ama güneşte olgunlaşmış domatesin kalitesini bu ürünlerden beklememelisiniz. Bir diğer nokta da, ürünün koku ve lezzet gibi bileşenlerinin yüksek olması. Avrupa’da yaşayanlar bilir, marketlerde neredeyse yarım metrelik salatalıklar vardır, büyük olduklarından yarım satılırlar ama iş lezzete geldiğinde hiç tatlar yoktur. Üretim ne kadar doğala yakınsa koku ve lezzet de o kadar yoğunlaşır… Bibere azotlu gübre koyarsanız 20 santimetrelik düzgün ve koyu yeşil biberler elde edebilirsiniz ama 5-6 santimetrelik gerçek biber lezzetini veremezler. Normalinden büyük olanlardan uzak durmak da sağlık açısından yararlı bir yaklaşımdır.

Kaynak: http://www.sozcu.com.tr/…/organik-gidalar-gercekte-ne-kada…/
 
Her şeyi mevsiminde tüketmek en güzeli aslında.
 
YAZ SAATİNE ÖZEL 10 ÖNERİ

26 Mart Cumartesi gününü, 27 Mart Pazar gününe bağlayan gece saatlerimizi 1 saat ileri aldık. Havaların daha geç kararması herkesi mutlu ediyor. Ancak yaz saati uygulamalarında mutluluğu gölgeleyecek sorunlar da yaşanıyor.

Araştırmalara göre saatlerin ileri alınmasını takip eden pazartesi günü konsantrasyonlara bağlı kazalar artarken kalp krizlerinde ise yüzde 24’e varan yükselme görülüyor. Yaşanabilecek sorunları engellemek içinse bugün itibariyle bazı önlemler almak şart!

İLK PAZARTESİ, KALP KRİZİ ORANI ARTIYOR

Yaz saati uygulamasını takip eden ilk pazartesi gününün yılın diğer pazartesilerinden farklı seyrettiğini belirten Göğüs Hastalıkları,Uluslararası Sertifiye Uyku Uzmanı Doç. Dr. Ceyda Kırışoğlu Demir, bu durumun tehlikeli sonuçlara neden olabileceğinin altını çizdi, vücudun yaz saati uygulamasına geçişini kolaylaştıran özel önerilerde bulundu.

Colorado Üniversitesinde 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre kalp krizlerinde yüzde 24’ e varan artış gerçekleşiyor. Ayrıca, trafik kazaları ve işyerinde hata yapma riski de diğer günlere oranla hissedilir derecede artıyor. Yaşanan bu sorunların en önemli nedenleri ise yorgunluk ve konsantrasyon güçlüğü sonrasında gelen dikkatsizlik ve sinirlilik hali.

YAZA UYUM SAĞLAMAK KIŞTAN DAHA ZOR

Kişiden kişiye değişmekle birlikte yaz saati uygulamasına uyum sağlamanın iki günden birkaç haftaya kadar değişebildiğini belirten Doç. Demir, bu sürenin, beyinde bir çekirdek olarak tespit edilmiş olan ‘Biyolojik saatin’ uyum sağlama süresi olduğunu söyledi. Biyolojik saati etkileyen en önemli faktörler güneş ışığı, melatonin hormonu, düzenli yemek saatleri, düzenli uyku saatleri. Kış saatine geçiş dönemi ile karşılaştırıldığında yaz saatine uyum sağlamanın daha zor hale geldiğini vurgulayan Demir, “Çünkü saatlerin ileri alınması ilk günlerde 1 saat az uyumanıza dolayısıyla da sağlığınızın bu durumdan daha fazla etkilenmesine neden olabiliyor. Bu uygulamaya geçmeden birkaç gün öncesinde önlem almak için bedeninizi hazırlamaya ve uykunuzu düzenlemeye çalışmanızda yarar var” dedi.

YAZ SAATİNE UYUMUNUZU KOLAYLAŞTIRAN 10 ÖNERİ

Uluslararası Sertifiye Uyku Uzmanı Doç. Dr. Ceyda Kırışoğlu Demir’in yaz saatine kolay alışmayı sağlayacak önerileri ise şöyle:

1- Cuma akşamı itibariyle uyku saatinizi geri alın: Cuma gecesi normal uyku saatinizi 20 dakika, cumartesi gecesi ise 40 dakika öne alın. Pazar gecesi de saatlerin ileri alınması ile birlikte normal saatinizde uyumuş olursunuz.

2- Kafein içeren içeceklerden uzak durun: Cuma öğle saatlerinden itibaren çay, kahve, yeşil çay, adaçayı, kuşburnu, çikolata, enerji içecekleri ve gazlı içecekler tipi kafein ve uyarıcı madde içeren besinlerden uzak durmalısınız. Bu tip yiyecek ve içecekler uykunuzun gelmesini geciktirebiliyor ya da sağlıklı bir uykuyu engelleyebiliyor.

3- Alkollü içecekler tüketmeyin: Özellikle yaz saati uygulamasının başladığı haftasonu alkol tüketmemeye özen gösterin. Alkol, uyku yapısını bozan maddelerin başında geliyor. Hem uykunun sık bölünmesine hem de dinlendirici olmamasına neden oluyor.

4- İlk günlerde öğlenleri uyuyun: Yaz saati uygulaması sonrası ilk günlerde fırsat yaratabilirseniz öğleden sonra 20 dakikayı geçmeyen şekerleme uykusu yapın. Bu kısa uykular sizin çok daha enerjik olmanızı sağlıyor.

5- Yürüyüş yapın: Sabah güneş ışığını alacak şekilde yürüyüşler yapın. Öğlen saatlerine kadar alınan güneş ışığı biyolojik saatinizi düzene sokuyor ve uyum sağlamanıza yardımcı oluyor.

6- Parlak aydınlatmalardan uzak durun: Akşam saatleri itibariyle mümkün olduğunca parlak aydınlatmalardan kaçının. Yine biyolojik saatimiz iş başında. Karanlıkla birlikte melatonin hormonu salgılanmaya başlarken gün ışıması ile birlikte melatonin salınımı duruyor. Yani ‘Gece oldu uyu, sabah oldu uyan’ diyen hormonumuz.

7- Yatma ve kalkma saatlerinizi sabit tutun: İdeal olarak erişkinlerin 8 saat uykuyla şarj olduğunu, bu süreyi kısaltmanın depresyon, kalp damar hastalıkları, diyabet, kanser, enfeksiyonlar ve demans gibi sorunlara, kilo alımına ve erken yaşlanmaya neden olduğunu unutmayın.

8- Düzenli egzersiz yapın: Düzenli egzersiz yapmak hem uyku kalitenize hem de uyku düzenine katkıda bulunuyor. Dikkat edilmesi gereken tek nokta egzersizin yatma saatinizden 3 saat öncesi tamamlanması gerekliliği. Vücut ısınız egzersiz sırasında ısınıyor ve ancak bu ısı düşmeye başladığında rahat bir uykuya dalabiliyorsunuz.

9- Sigarayı bırakın: Sigaranın zararları tartışılmaz bir gerçek. Her bir sigaranın kahve kadar uykuyu kaçırmada etkin olduğunu unutmayın. Sigara hem uyku yapısını bozuyor hem de yorgun uyanmanıza neden oluyor. Bu nedenle sigarayı bırakmalısınız.

10- Uykudan önce 1 saati kendinize ayırın: Yatma saatinizden bir saat önce gevşemek, günün gerginliğinden arınmak için kendinize zaman ayırın. Mümkünse bu bir saat içine akıllı telefonlar, tablet ve bilgisayarlarınızı sokmayın. Mavi ışıklarından sakının. Ilık bir duş, sıcak bir banyo, iyi gelen müzik veya kitap okuyarak sakinleşebilirsiniz.



Kaynak: http://www.ntv.com.tr/saglik/yaz-sa...azartesi-gunune-dikkat,L6wDD6QGrEeuOyOQiFQ-nA
 
Pakete girmiş hiçbir gıdayı evinize sokmayın!

Bu kulağa imkansız görünebilir ama değil inanın.
Ben yaptıysam siz de yapabilirsiniz.
Her tür gıdayı ve temizlik ürününü ya kendiniz üretin ya da ev üretimi gıdaya ve temizlik ürününe ulaşın.

Bu sadece bir örnek, bundan kaçsanız diğerlerinden kaçamazsınız.
Kanser, diyabet, obezite, kalp damar hastalıkları, sızıntılı bağırsak sendromu, gıda intoleransı, kabızlık, otoimmün hastalıklar ve bir sürü kronik hastalık neden bu kadar arttı dersiniz?
Cevap modern buğday, hızlı mayalama (ticari maya) ve zararlı kimyasal katkı maddesi içeren paketli hazır gıdalar.

Tabi, hava kirliliği, stres gibi faktörler de bu süreci hızlandırmakta.
Cevabı uzaklarda aramayın, çözüm her zaman çok basittir.
Geleneksel beslenmeye dönmek kurtuluş için tek çözümdür.

SOLİTİN le ilgili bilinmesi gerekenler

Ankara Hıfsızsıhha Gıda Denetim Bölüm Başkan Yrd.Gönül Özdeğer ve iki asistanı SOLİTİN adlı kimyasal ile ilgili çalışmaları ve yayınları dolayısı ile ölüm tehditleri aldıklarını açıkladılar ve savcılığa suç duyurusunda bulundular.

SOLİTİN aslında gıdalarda hiç bulunmaması gereken tamamen kimyasal bir ajan hatta basit olarak melaminimsi bir plastik, sütlere, yoğurt ve ayranlara ve sütün girdiği her çeşit besine katılıyor çünkü bu molekül su ile inanılmaz şekilde bağlanarak kıvam arttırıyor, bu hem imalat procesleri açısından zaman kazandırıyor, hem gıda doğallığını kaybettiğinden son kullanma tarihini uzatıyor ve firmaların stoklu çalışmasını sağlıyor, hem maliyeti inanılmaz düşürerek firmaların rekabet gücünü arttırıyor.



Çocuklarınıza beş kuruşa,yirmi kuruşa,elli kuruşa gofret,çikolata ve süt ürünleri alabilmemiz,evlerimize çeşit çeşit peynir,yoğurt,hazır sütlü tatlı vs girebilmesi hep bu yüzden.

SOLİTİN bir tricalcid bileşiği yani doğada en bol ve bedava bulabileceğiniz türden, tebeşir gibi, alçı taşı gibi, oysa bu bileşikböbreklerden atılırken renal tubuluslardaki glomerüllerde birikiyor ve filtrasyonu yani böbreklerin kanı süzmesini engelliyor, ve sonuç böbrek yetmezliğine kadar uzanan böbrek rahatsızlıkları serum üre ve kraetinin düzeylerinde artış ve bunun getirdiği devamlı yorgunluk hali, hafıza ve konsantrasyon bozuklukları ve hatta ciddi mental bozukluklar,Almanya Solingen üniversitesi Pskyatri bölümünce 2009 da 21.Europe Pscyhatry Society’e sunulan bildirgede Şizofreni ve SOLİTİN kullanımı arasında ilişkiler olması muhtemel olduğu,Özellikle Paranoid Şizofreni vakalarında kanda tricalciophospate bileşiklerinin normalden 16 kat yüksek olduğu belirtilmesine rağmen bildirge nedense Kongrede sunum için kabul edilmedi.

Üretici firmalar SOLİTİN’i hiç bir şekilde ürün etiketlerinde bildirmiyor,aldığımız ürünlerde SOLİTİN olup olmadığını yine de bir kaç basit deney ile anlayabiliriz,eğer bu yönde bir şüphe oluşursa derhal bulunduğunuz il Hıfsızsıhha Md.ile ilişkiye geçerek şüpheli gıdanın test edilmesini talep ediniz,bu şekilde binlerce hatta yüzbinlerce insanın sağlığını kurtarabilirsiniz,çevrenize baktığınızda ne kadar çok dializ merkezi ve böbrek hastası olduğunu siz de görüyorsunuz bu artışın sebebi bazı ahlaksız firmaların kar hırsından başka bir şey değil.

Aldığınız sıvı ürünler (süt,ayran,çikolatalı süt vs) için şu yolu izleyebilirsiniz bir metal’i (çatal,kaşık vs) el yakacak düzeyde ısıtın ve test etmek istediğiniz sıvıya batırarak çalkalama hareketi yapın, metali çıkardığınızda birbirinden ayrılmış öbekler halindebeyaz topaklar görürseniz o üründe SOLİTİN var demektir.

Peynir vs türü ürünlerde ise üründen bir parça alarak sirkeli suya koyunuz eğer sirkeli suyun üzerinde kalan beyazımsı bir tabaka görürseniz o üründe SOLİTİN var demektir.

Çikolata,gofret türü ürünlerde ise ürünü elinizle basitçe kırın, eğer kırığın her iki tarafında süt beyazı noktalar varsa o üründe de SOLİTİN vardır.

Sağlığımız için,geleceğimiz için,çocuklarımız ve sevdiklerimiz için bu bilgileri bütün çevremize yayalım ve toplumsal olarak tepkimizi ortaya koyarak AB Normlarında olmayan bu katkı maddesinin üretici firmalar tarafından daha fazla kullanılmasını engelleyelim.

Saygılarımla

Yrd.Dç.Dr Gülden Semavi
 
Çaba harcamadan kemikler nasıl güçlendirilir

Egzersiz kemikleri güçlendirmek için çok iyi bir yol. Ancak günlük olarak egzersize ayıracak zamanınız olmayabilir.
Dert değil, her gün yapabileceğiniz ve kemiklerinizi güçlendirecek başka bir şey var ve hiç de çaba gerektirmiyor.

Yapabileceğiniz şey uyumak.

Kemikler sürekli olarak yapılıyor ve yıkılıyor. Her iki süreç de vücudun günlük döngüsünden, biyolojik ritimden etkileniyor. Kemikleri yıkan hücreler (osteoklast) geceleri daha çok çalışırken kemikleri yeniden yapanlar (osteoblast) işlerini çoğunlukla gündüz yapıyorlar.


Bu sürece bir ekleme yaparak geceleri de kemik yapımını gerçekleştirebilirsiniz.
Daha iyi uyumanıza yardımcı olan doğal bir destek, kemiklerinizi güçlendirmeye de yardımcı olur. Araştırma (2), bu maddenin vücudunuzun iskelette daha fazla kalsiyum depolamasını tetikleyerek kemikleri kırılmaya karşı daha az hassas hale getirdiğini gösteriyor.


Laboratuvar hayvanları üzerinde yapılan bu çalışma melatonin desteklerinin kemikleri pekiştirdiğini gösterdi.
Araştırmayı yürüten Kanada McGill Diş Hekimliği Fakültesi profesörlerinden Faleh Tamimi "Yaşlandıkça daha az ve kötü uyuruz, bu osteoklastların (kemikleri yıkan hücreler) daha aktif olması demektir. Bu da kemik yıkımı sürecini hızlandırır." şeklinde konuşmuş.


Melatonin biyolojik ritimi düzenlemede önemli bir rol oynuyor ve uyku desteği olarak kullanılıyor. Araştırmacılar, yaşlı hayvanlarda melatoninin ritimleri nasıl kontrol ettiğini incelediklerinde, osteoklastların aktivitesini sınırlayarak kemik yıkımını yavaşlattığını görmüşler. Bu hayvanlar melatonin desteği aldıklarında kemik hacim ve yoğunluklarının ciddi biçimde arttığını keşfetmişler.

Sağlıklı Yaşıyoruz
Çeviri: Nurçin Çağlar
Çevirisi yapılan kaynak: (1) http://easyhealthoptions.com/supplement-sleep-stronger-bones/
Orijinal kaynak:(2) http://online.liebertpub.com/doi/abs/10.1089/rej.2013.1542
 
Ama maden sularında da hep florür var. Var mı bildiğin florürsüz bir marka?

Bir de canım trioid hastalıklarına sebep olan vitamin eksikliklerini yazmıştın. Nerede o post, biliyor musun?
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…