Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.

TIP DÜNYASINDA ŞOK!!!

KOLESTROL 300 MİLYARLIK YALAN!

(Derindenizlerdenin notu: Dünyaca ünlü kolesterol uzmanı Philippe Even, "kötü kolesterol"ün ilaç endüstrisinin ürettiği bir yalan olduğunu söylemiş, Bizim Prof. Dr. Karatay ne zamandır söylüyor, hala kadına saldırıyorlar )

* İLAÇ MAFYASI MİLYARLAR KAZANIYOR !!

' Kolestrol 300 milyar bir dolarlık yalan mı?'

Dünyaca ünlü kolesterol uzmanı Philippe Even, "kötü kolesterol"ün ilaç endüstrisinin ürettiği bir yalan olduğunu iddia etti. İlaç şirketlerinin son 15 yılda "kolesterol yalan"ı ile 300 milyar dolar kazandığı belirtildi.
"Kolesterol sanıldığı gibi öldürücü değil, damarları tıkamıyor", "Kötü kolesterol ilaç endüstrisinin ürettiği bir yalan".

Bu ifadeler Fransa ve dünyanın en ünlü kolesterol uzmanlarından biri olarak gösterilen Profesör Philippe Even'e ait.

Even'in, 21 Şubat'ta Fransa'da piyasaya çıkacak "Kolesterol Hakkında Gerçek" adlı kitabı daha şimdiden büyük tartışma ve şaşkınlık yaratmış durumda.

Zira Even, kitabında, kolesterolün kesinlikle sanıldığı gibi insan sağlığı için zararlı olmadığını, damarları tıkamadığını, kalıtsal ve aşırı olanları dışındakilerin ölüme yol açmadığını tam tersine vücüt için kesinlikle gerekli olduğunu savunuyor.

'KÖTÜ KOLESTEROL' KAVRAMI YOK!


Fransız profesör kötü kolesterol diye bir kavramın olmadığını da söylüyor. Profesör Even'e göre, kötü kolesterol ilaç endüstrisinin yarattığı bir yalandan başka bir şey değil.

Profesör Even kolesterol düşürücü olarak kullanılan ve statin olarak tanınan hapların da vücüt için yaşamsal öneme sahip olan kolesterol üretimini engellediğini ve bu nedenle yüksek dozda alınması halinde bünye için olumsuz sonuçlara yol açacağını belirtiyor.

'İLAÇ ŞİRKETLERİ İÇİN ÇALIŞIYORLAR'


Dev ilaç firmaları ve laboratuarları kolesterol konusunda yalan söylemekle suçlayan Profesör Even, kolesterol düşürücü ilaçlar sayesinde ilaç endüstrisinin son 15 yılda 300 milyar dolar kazandığını söylüyor. Fransız uzman, kolesterolün zararları üzerine bilimsel makalelere imza atan bilim insanlarının da "ilaç endüstrisi hesabına çalıştıklarını" iddia ediyor.

'BU ADAM YA ÇILGIN YA DA...'

Profesör Even'in ifadelerini bu haftaki sayısında kapağına taşıyan Fransız Le Nouvel Observateur dergisi, konu hakkında "Bu adam ya bir çılgın ya da tüm ilaç tarihinin en büyük teşhis hatasıyla karşı karşıyayız" yorumunda bulundu.

Geçmişte Fransa'nın en ünlü tıp fakültesi olarak bilinen Necker'de yıllar boyu dekanlık yapmış olan Profesör Even, şu anda Necker Tıp Enstitüsü'nü yönetiyor.

'KOLESTEROL ŞÜPHECİLERİ'

Kolesterolün sağlığa zararlı olmadığı tezi sadece Profesör Even'e tarafından değil dünya genelinde ilaç endüstrisinden bağımsız çalışan çok sayıda bilim insanı tarafından savunuluyor. Bu bilim insanları 2002 yılında "Kolesterol Şüphecileri" (Thincs) adı altında dünya genelinde bir şebeke oluşturmuştu.

Alıntı

*Mustafa Bolat: Kolesterol hapları kapsülleri ilaçları kasları eritip ayakta duramayacak hale getirdiğini biliyor musunuz?

Huriye Tekbudak Evet biz eşimde yaşadık.
 
Soframızda zehir tüketiyormuşuz
13 Şubat 2016


Soframızda zehir tüketiyormuşuz






Pazardan rastgele seçilen domates, kabak ve portakal gibi çok tüketilen kimi ürünlerde yapılan analiz sonuçları uzmanları dehşete düşürdü…

Üreticiyi de tüketiciyi de aynı ölçüde ‘tüketen’ gıda politikasının geldiği nokta, halkın sağlığını tehdit eder boyutlara ulaştı. Akdeniz Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi’nce yapılan araştırma kapsamında 2014 yılında semt pazarlarından tesadüfi olarak toplanan domates, kabak ve portakal gibi çok tüketilen kimi ürünlerde yapılan analiz sonuçları uzmanları dehşete düşürdü. Analiz sonuçlarına göre sebze ve meyvelerdeki tarımsal ilaç kalıntısı oranı yüzde 25 olarak saptanınca, Ege Üniversitesi Ziraat Fak. Tarım Ekonomisi Bölümü Öğr. Üy. Prof. Dr. Tayfun Özkaya, bir kampanya başlatarak Tarım Bakanlığı’nı göreve çağırarak, Belediyelerin hallerde laboratuvar kurmasını talep etti.

Yerel tohum, geleneksel tarım ve ekolojik köy pazarları kurulması konusunda önemli çabaları bulunan Ege Üniversitesi Ziraat Fak. Tarım Ekonomisi Bölümü Öğr. Üy. Prof. Dr. Tayfun Özkaya, sebze ve meyvelerdeki tarımsal ilaç (pestisit) kalıntısı oranları halk sağlığını tehdit etmeye başlayınca bir kampanya başlatarak büyükşehir belediyelerinin hallerde laboratuvar kurmasını talep etti. Ekolojik bir tarım için Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile belediyelerin atması gereken kimi adımlar olduğunu dile getiren Özkaya’nın, www.change.org sitesinde başlattığı imza kampanyası çeşitli il ve ilçelerdeki ilgili gruplarca da destek görüyor.

AKADEMİSYENLERİN GÖRÜŞÜNÜ İÇEREN VİDEO HAZIRLANDI

Kampanya için ayrıca Akdeniz Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi Öğr. Üy. Yard. Doç. Dr. Bülent Şık, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyeleri, Prof. Dr. Ali Osman Karababa, Doç. Dr. Işıl Ergin ve Yard. Doç. Dr. Hür Hassoy’un yanısıra Prof. Dr. Tayfun Özkaya’nın konuyla ilgili görüşlerini içeren bir de kısa video hazırlandı.

‘BEDELİ PARAMIZLA DEĞİL, SAĞLIĞIMIZLA DA ÖDÜYORUZ’

Temel gıda fiyatlarının arttığı, artan fiyatların üreticiye yansımadığı ortamda Akdeniz Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi tarafından yapılan araştırmanın, tükettiğimiz gıdaların bedelini sadece paramızla değil sağlığımızla da ödediğimizi gösterdiğine işaret eden Prof. Dr. Tayfun Özkaya, kampanyayla ilgili hazırladığı metinde şu ifadelere yer verdi:

PAZARDAN SEÇİLEN ÜRÜNLERDE YÜZDE 25 KALINTI ÇIKTI

“Araştırma sonuçlarına göre 2014 yılında semt pazarlarından tesadüfi olarak toplanan ve en çok tüketilen domates, kabak, portakal gibi değişik sebze ve meyvelerden alınan örnekler laboratuvarlarda pestisit (tarımsal ilaç) analizine tabi tutulmuş ve maksimum kalıntı limitlerini aşan gıdaların oranı yüzde 25 olarak bulunmuştur. Bu limitleri (pestisit düzeylerini) aşan gıdalar resmi kuruluşlarca da tüketilemez kabul edilmektedir. Ayrıca araştırmada analiz edilen örneklerin yüzde 85’inde birden çok pestisit kalıntısı tespit edilmiştir. Bazı ürünlerde on üçe kadar çıkan pestisit saptanabilmiştir.

KANSERDEN SİNİR SİSTEMİ BOZUKLUKLARINA UZANAN ETKİ

Tek başına bakıldığında kalıntı limitinin altında kalmakla birlikte toksik kimyasalların bir arada olduğu bir durumda ne tür sağlık riskleri yaratacağının belirsizliğini koruması nedeniyle ürünlerde kalıntı limitlerini aşmasa bile birden fazla sayıda pestisit çıkması ayrı bir tehdit oluşturmaktadır. Bu araştırma aslında malumun ilanı niteliğindedir. Zira kamuoyunda, tükettiğimiz gıdaların sağlığımız üzerinde olumsuz etkileri olduğuna dair uzun zamandır yaygın bir kanı bulunmaktadır. Gıdalarımızın üzerindeki bu zehirlerin çok çeşitli sağlık etkileri vardır. Kanserler başta olmak üzere, hormon sistemimizi ve doğurganlığımızı, kalp-damar, sinir ve bağışıklık sistemlerimizi olumsuz etkilemektedir. Üstelik birçok sayıda kimyasalın birleşik etkisi bu sağlık sorunlarının şiddetini ve çeşitliliğini artırmaktadır.”

‘BU KONUDA ÖNLEM ALINABİLİR’

Bu konuda birçok önlem alınabileceğinin altını çizen Özkaya, temel insan hakları kapsamında bulunan sağlıklı yaşam ve gıdaya ulaşma hakkı çerçevesinde halk sağlığı adına merkezi ve yerel yönetimlerden talep ettikleri düzenlemeleri ise şöyle sıraladı:

HALLERDE KALINTI ANALİZİ İÇİN LABORATUVAR KURULSUN

-2012 yılında çıkarılan Yeni Hal Yasası ülkemizdeki meyve ve sebze hallerinde kalıntı analizleri yapmaya muktedir laboratuvarlar kurulmasını ve hale giren ürünlerde kalıntı kontrolü yapılmasını şart koşuyordu. Toptancı hallerine kalıntı analiz laboratuvarlarının kurularak, maksimum kalıntı limitlerinin üzerinde kalıntı tespit edilen ürünlerin satışının engellenmesi ve yasal mevzuatta belirtilen cezai hükümlerin uygulanması.

BAKANLIK SIFIR KALINTI İÇİN BELGE VERSİN

-Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile İl ve İlçe belediyelerinin pestisit kullanmadığını bildiren köylülerin ürünlerinde periyodik analizler yaparak-yaptırarak sıfır kalıntı durumunda belge vermesi, bu üreticilere semt pazarlarında ayrı bir bölüm ayırması, kira almama vb. gibi uygun görülecek destekler verilerek ekolojik üretimin daha köklü bir şekilde desteklenmesi.

LABORATUVAR SONUÇLARI KAMUOYUNA AÇIKLANSIN

-Pestisit analizlerinde laboratuvarların analiz ettiği etken madde sayısı açısından büyük farklılıklar bulunmaktadır. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na ait laboratuvarlar ile özel yetki almış laboratuvarların aynı sayıda etken maddeyi kontrol etmesi ve elde edilen sonuçların kamuya açıklanması sağlanmalıdır.

PESTİSİT KULLANIMINI AZALTACAK ÖNLEMLER ALINSIN

-Kamu adına yapılan kalıntı analizlerinde görev alan özel laboratuvarların kalıntı analizi işini doğru ve güvenilir bir şekilde yapıp yapmadıkları dikkatle denetlenmelidir. Bu amaçla yapılan denetimlerin sonuçları kamu ile paylaşılmalıdır. Bakanlığın yürüttüğü kalıntı analizleri çalışmalarında bir üründe tespit edilen pestisit sayısının kaç tane olduğu da dikkate alınarak sonuçlar değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Gıda ürünleri içerdiği çoklu pestisit kalıntıları açısından da değerlendirilmeli ve en riskli ürünlerin hangileri olduğu belirlenerek pestisit kullanımını azaltacak önlemler alınmalıdır.

KALINTI İZLEME ÇALIŞMALARI YAPILSIN

-Pestisitler üretilirken çeşitli yardımcı kimyasal maddeler de kullanılmaktadır. Bu maddelerin kalıntı analizleri yapılmamaktadır. Dolayısıyla sadece pestisitlerin değil pestisitlerin bileşiminde yer alan ve hormonal sistem üzerinde etkisi olduğundan şüphelenilen alkilfenol etoksilatlar gibi yardımcı maddelerin de kalıntı izleme çalışmaları yapılmalıdır.Kalıntı izleme çalışmalarından elde edilen sonuçlar sadece kalıntı limitlerini aşan gıdaların oranı biçiminde değil, daha detaylı örneğin hangi laboratuvarların, hangi pestisit kalıntısına, hangi ürünlerde ve hangi yöntemleri kullanarak çalışma yaptıklarına dair bilgileri içeren sonuçlar kamu ile paylaşılmalıdır.

KAMPANYAYA NASIL DESTEK VERİLEBİLİR?

Toplum sağlığını yakından ilgilendiren düzenlemelerin yapılmasını talep eden imza kampanyasına, https://www.change.org/p/zehirli-se...r-hallerde-laboratuvar-kursun#petition-letter , destek verilebilecek.

Yusuf Yavuz
 
Magnezyum Takviyesi Hakkında Soru ve Cevaplar


Magnezyum Takviyesi Hakkında Soru ve Cevaplar


1-Daha önce TDDP’nin yayınladığı ”Yaşam Kıvılcımı Magnezyum” isimli makalede Magnezyum’un topraklarımızda çok azalması nedeniyle besinlerden magnezyum gereksinimimizi karşılamanın zorlaştığı söylenmişti, bu durumda magnezyum takviyesi yapmamız mutlaka gerekli midir?

TDDP olarak bizler de gerekli vitamin ve mineralleri mümkün mertebe doğal yollardan ve besinlerden almanızı savunuyoruz ancak günümüzde insanın doğaya olan binlerce yıllık müdahalesinin birikimli etkileri sonucunda besinler bazı mineraller yönünden çok fakirleşmiş ve doğanın matematik dengesi bozulmuştur. Malesef bu fakirleşen minerallerin başında magnezyum gelmektedir, günümüzde magnezyumu besinlerden yeterince alma şansı kalmamıştır, dışarıdan takviye edilmelidir.



2-Peki Magnezyum Hangi Formda ve Ne Şekilde Alınabilir ?

Dr. Segura’dan alıntı: Magnezyum takviyesinden faydalanabilmek için magnezyumu şelat şeklinde, yani amino asitlere bağlanmış şekilde almalıyız, bunlar : Magnezyum sitrat, magnezyum malat, magnezyum orotat, taurat ve magnezyum glisinattır. Magnezyum oksit kullanmayın çünkü bu form temelde bir müshildir. Tavsiye edilen miktar günde 6-8 mg/kg vücut ağırlıdır. Bununla birlikte ortalama bir yetişkin için günde 4 kez 200 mg daha iyi bir dozdur. Eğer bu doz ishale sebep olursa, bu etki ortadan kalkıncaya kadar 200mg’lık miktarlarda azaltın. Magnezyum takviye dozunuzu gün içerisine yayın çünkü bir seferde absorbe edebileceğimiz miktar sınırlıdır. Eğer zamanla magnezyum eksikliğinden kaynaklanan etkiler iyileşmeye başlarsa, günlük takviye dozajını azaltabilirsiniz.

Magnezyum şelatın baz formları bazı durum/şartlar için daha uygundur. Kalp rahatsızlıkları için en iyisi magnezyum taurattır. Magnezyum takviyesinde ishale yakın etki yaşayanlar için magnezyum taurat, glisinat ve orotat daha uygun olabilir, çünkü bunların daha az laksatif etkisi vardır. Kronik bitkinlik, ağrı, uykusuzluk ve fibromiyalji için en uygun form magnezyum malattır.

Magnezyum aç ya da tok karnına alınabilir ama en iyisi öğün aralarında almaktır çünkü absorbe edilmesi için mide asitleri gereklidir. Bir ana öğün sonrası mide asitleri mineral emilimi için daha az hazır olabilir. Magnezyum bir alkalindir ve antiasit olarak çalışabilir, sindirim için gerekli mide asitlerini nötralize edebilir, dolayısıyla hemen yemek öncesi alınması da pek doğru değildir.



3-Madem magnezyum eksikliği bu kadar önemli bir sağlık sorunudur niçin ana akım tıpta bu konuya daha fazla önem verilmiyor?

Aslında bu konuyu önemseyen çok sayıda bilim insanı ve hekim vardır, ancak seslerini yeterince duyurma fırsatı bulamazlar. Bilindiği gibi beslenme ve sağlık konularında toplum ve insan faydası ile sermayenin faydası arasında bir çıkar çatışması vardır. Aynı nedenle bu konuda kirli bilim ile objektif bilim bir kavga halindedir ve sermaye yanlısı ana akım medya daha ziyade kirli bilimin propagandasını yapar.

Aynı anda mikro ölçekte insan da kendi içinde nefsi ve zayıflıkları ile bir kavga halindedir. ( örneğin glutenli tahılların zararlarını kabullenemez kendisini ekmeğin faydalı olduğuna inandırmaya çalışır. ) Bu mikro kavgada gıda ve sağlık lobileri ve onların güdümündeki kirli bilim hakikatin değil insanın nefsinin ve zayıflıklarının yanında saf tutar ve malesef arkasında güçlü bir sermaye ve medya desteği olduğu için kirli bilimin sesi daha fazla çıkar.



4-Sahiden magnezyum topraklarda o kadar çok azalmış mıdır ve topraklarda magnezyumun azalma nedenleri nelerdir?

Bizlerin betondan şehirlere sıkışmamız nedeniyle gözümüze doğal gibi gözüken yeşil tarlalar aslında insanın doğaya onbin yıllık bir müdahalesinin eseridir ve özünde şehirleri betona çevirmemizden farklı bir müdahale değildir. Doğayı bozma döngümüz orman ve otlakları tarlaya çevirme, tarlalara imar verme, tarlalara bina yapma, verilen imar oranlarını arttırma, binaları yıkıp daha büyük binalar yaparak şehirleşme şeklinde ilerlemektedir.

Topraktaki yıkıcı eylemlerimizin en masum gibi gözükeni monokültür tarımıdır, Doğada bitkiler monokültür olarak bulunmaz, Doğa kendi haline bırakılsa doğada pek çok bitki türü bir arada yaşar ve bu bitki türleri simbiyoz yaparak sürdürülebilir şekilde birbirlerine fayda sağlarlar, örneğin uzun köklü ağaçlar toprağın derinliklerinden aldıkları magnezyumu ve diğer mineralleri yaprağa çevirirler, bu yapraklar dökülüp çürüyerek humus olurlar ve bu humus diğer kısa köklü bitkilerin magnezyum ve diğer mineral gereksinimlerini karşılar. Doğada toprak bir ekosistemdir, üstünde yaşayan hayvanların idrarı topraktaki nitrit ve nitrat üreten bakterileri besler, nitrat bitkiler için doğal gübredir, Bitkiler gelişir ve otobur hayvanları besler, otobur hayvanların dışkıları toprağı besler, Otobur hayvanların etleri insanları ve diğer yırtıcıları besler, doğada, maytlar, bakteriler, nematodlor, molüskler ve diğer canlılar doğanın kendi kendisini sürdürme döngüsünde rol alır. Bizler bu döngüye müdahale ederek bozmuş durumdayız, artık monokültür tarımı yaparak bitkilerin birbirine destek olmasına mani oluyoruz, otobur hayvanları topraklardan uzaklaştırıp endüstriyel hayvancılık yaparak, otobur hayvanları ve onların dışkılarını da bu döngüden uzaklaştırdık, toprağı çeşit çeşit tarım ilacı ve kimyasalı ile zehirleyerek mikro organizmaları, nematodları, molüskleri, kemirgenleri, böcekleri ve sürüngenleri tarımsal aktivite sırasında öldürüyoruz. Tüm bu müdahaleler sonucu verimini yitiren toprakları bir yandan nitratlı, fosforlu ve potasyumlu yapay gübreler ile verimli hale getirmeye çalışırken diğer yandan magnezyum fakirliğine yol açıyoruz, çünkü yapay gübrelerde bulunan fosfor ve potasyum magnezyumun en güçlü antagonistlerindendir. Ayrıca endüstirileşmenin yol açtığı asit yağmurları da bitkilerin magnezyum yoksunluğu çekmesinin nedenlerindendir. Artık hayvanlar ahırlarda küspe ile beslenmektedir, otlatılan az sayıda otobur hayvan vardır, eğer internette bir arama yaptırırsanız fakirleşen topraklarda yetişen magnezyumsuz otları yeme sonucu zehirlenen ve magnezyumsülfat iğnesi ile hayatı kurtarılan otlak hayvanlarının öyküleri bulabilirsiniz. Resmi verilere dayanarak hayvan ürünlerindeki besinlerin son 60 yılda nasıl fakirleştiğini anlatan şu makaleyi ingilizce bilen ve okumayı seven takipçilerimizin dikkatine sunuyoruz.



5-Peki Sebzeler Tabağımıza ulaşana kadar ekstra magnezyum kaybına uğrar mı?

Sebzeler toplanırken, taşınırken ve işlenirken de magnezyum ve diğer besinleri kaybeder. Yeşil yapraklı sebzeler mutfağımıza ulaştığında bizler de haşlama gibi hatalı pişirme yöntemleri kullanarak magnezyum kaybına yol açarız, sebzeler için doğru pişirme yöntemi hafifçe soteleme yada buharda pişirme olmalıdır.



6-Sebzelerin içerdiği magnezyumdan yararlanmamıza engel olan başka hangi unsurlar vardır?

Dr. Natasha Campbell-McBride ‘ a göre bir şeker molekülü 28 magnezyum molekülünün ziyan olmasına yol açar. günümüzde insanlar bol miktarda şekerli meyve, şekerleme, abur cubur, karbonhidrat ve meşrubat tüketmektedir, bu durum magnezyum ihtiyacımızı üstel olarak arttırır. Florlu sular magnezyuma bağlanarak magnezyumu kullanılamaz hale getirir. İşlenmiş etlerde ve meşrubatlarda bulunan fosfat magnezyuma bağlanarak vücudun özümseyemeyeceği magnezyum fosfatı oluşturur. Bol magnezyum olduğu iddia edilen ıspanakta bu magnezyumun emilimini engelleyen okzalatlar bulunur, benzer şekilde bol magnezyum olduğu iddia edilen badem ve kabak çekirdeği gibi yemişlerde ve tahıllarda ise magnezyum emilimini engelleyen bir anti-besin olan fitik asitler vardır. Bir besinde magnezyum yada diğer minerallerin bol bulunması o besinin o minerali vücudumuza almak için iyi bir kaynak olduğunu göstermeye yetmez. Elbette duyarlılığınız yoksa bir miktar kabak çekirdeği yada badem tüketmenize karşı değiliz ancak bu şekilde magnezyum gereksiniminizi karşılamanın sanıldığı kadar kolay olmadığının altını çiziyoruz. Benzer şekilde inek sütünde de çok bol kalsiyum vardır, ancak inek sütünde bol kalsiyum olması bu kalsiyumu vücudumuzun çok başarılı biçimde kullanabileceği anlamını taşımaz, bu nedenle Dünya’da en çok inek sütü tüketilen ABD’de kemik erimesi sorunu en çok görülür, hiç süt tüketilmeyen Çin’de ise çok az görülür. Bu noktada bitkisel magnezyum kaynaklarının niçin sanıldığı kadar iyi olmadığını anlatmak için Dr. Gedgaudas’ın daha önce TDDP tarafından çevrilen yazısından biraz alıntı yapalım :

”Mineralller” konusuna yeni adım atanların kolayca düştükleri bir yanılgı vardır! Sebzelerde bol mineral bulunmaktadır ancak vücutlarımız sebzelerde bulunan mineralleri hayvansal protein bazlı gıdalardan özümsediği kadar etkin biçimde özümseyemez. Örneğin kalsiyum (yada magnezyum) gibi bir minerali özümsemek için D3 vitamini gereklidir. ( D3 vitamini hayvansal gıdalarda bulunur, D3 vitamini hayvansal gıdalardan alamadığımız durumda vücudumuz bu vitamini kolestrol, D2 vitamini ve güneş ışınlarının UVB bandını kullanarak ve ürettiği hidroklorik asitten yararlanarak kendisi sentezlemektedir. ) yani D vitaminini uygun biçimde özümsenmek ve kullanmak için gene hayvansal yağlara ve hayvansal A vitaminine gereksinim duyarız.(burada A vitaminin den kasıt bitkisel gıdalardan aldığımız beta karoten değil hayvansal gıdalardan aldığımız retinoik asittir.) Hidroklorik asit yardımıyla kalsiyum, magnezyum, fosfor , demir ve diğer mineraller barsakta iyonize edilmelidir. Hidroklorik asidin üretimi ise özellikle hayvansal protein içeren gıdalar tüketildiğinde artar. Otobur hayvanlar dört mideli sindirim sistemleri ve geviş getirmeleri sayesinde gerekli besinleri bitkilerden almayı başarabilirler ama onlar bile yeteri kadar besin alabilmek için tüm günlerini beslenme ve sindirme aktiviteleri ile geçirmek zorunda kalırlar. Otobur hayvanlar insanlar gibi hidroklorik asit üretemezler. Yani sözün özü biz insanların sindirim sistemleri gerekli tüm besinleri bitkilerden almaya elverişli bir yapıda değildir…………………….”



7-Magnezyum alımına mani olan yada magnezyum kaybına yol açan başka hangi unsurlar vardır?

Diyetle alınan kalsiyum, demir, potasyum, sodyum, fosfor, sütte bulunan laktoz ve benzerleri magnezyum alımını engelleyen besinlerdir. Terlemek ve zihinsel stres yaşamak diğer minerallerden çok magnezyumu tüketir. ideal olarak bir besindeki kalsiyum ile magnezyumun oranı 1:1 olmalıdır ama bu oran günümüz diyetinde 5:1 ile 15:1 arasındadır. Kalsiyumun magnezyuma oranla daha fazla olması böbrek taşları , idrar plakları yada vücudun diğer yerlerindeki plaklanmalarda ciddi bir unsur olarak karşımıza çıkabilir. Beslenme bülteninde yayınlanmış bulunanbir makale bu konuyu çok güzel bir şekilde açıklamaktadır.



8-Ağızdan takviye alma fikrini sevimsiz buluyorum , daha doğal bir magnezyum takviyesi yöntemi yok mudur?

Yukarıdaki ilk yedi sorunun cevapları gözönüne alınınca magnezyumu takviye etme gerekliliği daha iyi görülür. Ancak ağızdan takviye almanın suni bir yöntem gibi geldiğini ve sevimsiz olduğunu bizler de biliyoruz. Daha önce ”Yaşam Kıvılcımı Magnezyum” isimli TDDP makalesinde İngiltere’de insanların şifa bulma amacıyla gittiği epsom kaplıcalarının sırrının bu kaplıcanın sularında bulunan magnezyum sülfat (epsom tuzu) olduğuna değinmiştik. Kendinize epsom tuzu ile hazırlayacağınız ayak yada vücut banyoları hem deri yoluyla magnezyum gereksiniminizi karşılamaya yardım eder hem de sizlere bir kaplıca keyfi yaşatır. Bu yaklaşımı klorlu havuzların sularında kulaç atmaya oranla daha doğal bulacağınızı ümit ediyoruz. Epsom tuzu banyosundan da daha etkin olan bir diğer yöntem ise magnezyum yağı hazırlayarak bunu deri yoluyla tatbik etmektir.

Dr. Segura’dan alıntı:

Magnezyumun Yağ Şeklinde Cilde Uygulanması

Magnesim klorür magnezyum yağı yapmak için kullanılabilir. Bu şekilde kullanımda vücuda spreyle püskürtme ya da masajla ovma yapılarak tatbik edildiğinde, deri tarafından absorbe edilebilir. Magnezyum yağı şeklinde kullanım vücuttaki magnezyum biyo-yararlılığını artırır ve ayrıca yine oral yoldan magnezyum aldğında ishale yakın dışkı sorunu oluşan bazı kişiler için ideal takviye yöntemidir.

Bazı araştırmacılar -oral olarak almaları durumunda bu, ayları hatta bir seneyi bulabilecekken- %25 oranında magnezyum klorür konsantrasyonunda magnezyum yağı kullanan kişilerde magnezyum eksikliği sorununun bir kaç haftada çözüldüğünü ortaya koymuştur.

Her bir kol ve bacağınıza 6’şar kez magnezyum yağı püskürttüğünüzde yaklaşık olarak 400 mg magnezyum almış olursunuz (%25-35 li bir magnezyum klorür çözeltisi püskürtme başına yaklaşık 13-18 mg arası magnezyum içerir).

Magnezyumun Banyo Yoluyla Alınması

Magnezyum eksikliği daha yüksek düzeylerde hasta kişiler için gereken miktar sağlıklı kişilere göre daha fazladır. Genel olarak, eğer tüm vücudu kapsayan bir magnezyum banyosu yapacaksanız 55-60 gr (yalaşık ¼ bardak) magnezyum klorür kullanılabilir. Bazı kişiler daha yüksek bir magnezyum konsantrasyonunu tercih eder (100-200 gr arası) .

Küvet için olabildiğince az su kullanın, böylece 55-60 gr lık magnezyum klorür daha verimli bir konsantrasyn sağlayacaktır. Vücudunuzu ya da sadece ayaklarınızı 20-30 dk boyunca ılık-sıcak magnezyum banyosunda dinlendirin.

Magnezyum alımında banyo yöntemini tercih edecekseniz, ilk hafta her gün, ilk seferde düşük konsantrasyondan başlayarak ve gittikçe artırarak uygulamanız iyi bir çözümdür. Sonrasında 6-8 hafta veyada daha uzun süre boyunca, haftada 2-3 sefer uyugulama sıklığına geçebilirsiniz.

Epsom tuzu olarak da bilinen magnezyum sulfat da bir diğer harika alternatiftir, ancak böbrekler tarafından çok hızlı bir şekilde vücuttan atıldığı için gerekli miktarların vücut tarafından emilimi daha zordur. Epsom tuzu banyolarının etkileri uzun sürmeyeceği için magnezyum klorürle aynı sonuçları elde etmek için daha fazla miktarda magnezyum sülfat kullanmanız gerekir.



9-Magnezyum takviyesinin yan etkileri nelerdir?

Dr. segura’dan alıntı: Ortalama bir kişi için yüksek dozlarda magnezyum alımının – arasıra rastlanan ishalimsi dışkılama dışında- bir yan etkisi yoktur. [Dikkat!] Bununla birlikte magnezyum terapisi, böbrek yetmezliği, Myasthenia Gravis (ağır kas zaafı hastalığı), yüksek ve patolojik yavaş kalp ritmi olan kişiler, mekanik barsak obstrüksiyonu durumlarında sınırlandırılmaktadır. Bu tür rahatsızlıklardan muzdarip kişilerin, konunun uzmanlarına danışarak bu tür magnezyum terapilerini uygulamaları gerekmektedir.

Hazırlayan : Taşdevri Diyeti Platformu

Bu belge: http://www.tddp.org/magnezyum-takviyesi-hakkinda-soru-ve-cevaplar/
 

Siz hala yemeye devam edin o plastikleri, tamam mı? Dünyada olay olur, bizde kimsenin umrunda olmaz. Hani o, serotonin içeriyor, depresyondan koruyor diye size satılan çikolatalar var ya, PLASTİK ONLAR PLASTİK!!!! Dr Ümit AKTAŞ


Ürünlerden plastik çıktı! Mars tarihi karar aldı - 23 Şubat 2016




ABD'li çikolata devi Mars, Almanya'da Mars ve Snickers markalı ürünleriyle birlikte Milky Way Minis’leri, ürünlerde plastik çıkmasının ardından geri çağırma kararı aldı. AP ise Mars'ın ürün geri çağırmasının 55 ülkeyi kapsadığını ifade etti.


AFP'nin haberine göre, çikolata devinden yapılan açıklamada, bu geri çağırmanınşirket tarihindeki en büyük ürün geri çağırması olduğu ifade edildi.

Şirketten yapılan açıklamada, 19 Haziran 2016 ile 8 Ocak 2017 son kullanım tarihli olan ürünlerin bu geri çağırmadan etkileneceği ifade edildi.

Şirketin ürettiği Balisto ve Twix marka ürünlerde sorun olmadığı duyuruldu.

Şirket açıklamasında, üretim aralığının bilinçli olarak geniş tutulduğu kaydedilirken, elinde sözkonusu ürün olanların 02162-500-2150 nolu telefon ya da www.mars.deadresinden şirketle irtibata geçerek nasıl geri iade edeceklerini öğrenebilecekleri bildirildi.

Mars Chocolate, Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya eyaletinin Viersen kentindeki tesislerinde her gün on milyon dolayında çikolata üretiyor.

55 ÜLKEYİ KAPSIYOR


Mars Hollanda’nın sözcüsü Roel Govers, AP haber ajansına yaptığı açıklamada, ürün geri çağırmasının 55 ülkeyi kapsayacağını açıkladı ama ülkelere yönelik detay vermedi.

GERİ ÇAĞRILACAK ÜRÜNLER TÜRKİYE'DE SATILIYOR!

Hollanda Gıda Güvenliği Otoritesi, resmi internet sitesi üzerinden geri çağırma kapsamına alınan ürünleri Mars, Milky Way, Snickers, Celebrations ve Mini Mix olarak sıraladı.

Bu ürünlerden çoğu Türkiye’de de satılıyor.

Geri çağrılan ürünlerin mali değeri hakkında bilgi verilmedi.

ABD'Lİ DEVİN İNTERNET SİTESİ ÇÖKTÜ

Şirketin internet sitesine erişimin sorunlu olduğu görülüyor.



hurriyet.com.tr
 
Yağlar Dumanlanma Noktaları ve Kullanma Yerleri

Yağlar (ya da diğer adlandırılma biçimleriyle yağ asitleri / lipidler) vücut için çok büyük önem taşırlar. Organizmamız için en temel enerji depolama unsuru ve hücreler için de bir numaralı enerji kaynağıdırlar. Örneğin kalp, çalışması için gerekli olan enerjiyi birincil olarak yağlardan temin eder. Aynı şekilde yağlar hücre zarının en temel bileşenlerinden biridir ve zarın bütünlüğünün ve aynı zaman da belirli biyomoleküller için geçirgenliğinin sağlanmasında çok önemli rol oynarlar.

TÜM YAĞLAR 3 TEMEL YAĞ ASİDİNİN KOMBİNASYONLARINDAN MEYDANA GELİRLER :

  1. Doymuş yağ Asitleri
  2. Tekli Doymamış Yağ Asitleri
  3. Çoklu Doymamış Yağ Asitleri
Doymuş-doymamış kavramı yağ molekülü içerisindeki karbon (C) atomlarının hidrojen (H) atomlarıyla yapmış oldukları bağ miktarıyla , ya da bir başka deyişle molekül içerisindeki hidrojen atomu miktarı ile ilintilidir. Bir yağ ne kadar az “doymuşsa” o kadar az H atomu içeririr.

Daha az hidrojen atomu bulundurmanın bir sonucu olarak doymamış yağlar kimyasal olarak daha reaktiftirler, buna karşın doymuş yağlar kimyasal olarak daha stabildirler. Dolayısıyla doymuş yağ asitleri oksidasyona karşı daha dirençlidirler, yani daha çok doymuş yağ asidi barındıran hücre zarları oksidasyona karşı daha az duyarlıdır.

Günümüzde antioksidanların sağlık için taşıdığı önem gittikçe daha çok araştırmayla ortaya konulmaktadır. Bununla birlikte çokça gözardı edilen bir gerçek doymuş yağların doymamış yağların aksine oksidasyona dirençli olmaları ve ikinci bir antioksidan molekülüne daha az ihtiyaç duymalarıdır.

DOYMUŞ YAĞ ASİTLERİ

Doymuş bir yağ asidinde karbon zinciri hidrojen atomlarıyla doludur, bir başka deyişle hidrojen atomlarına doymuştur. Bu doymuşluk durumu oldukça sıkı ve stabil, “yüksek sıcaklıklarda” dahi oksidasyona dirençli olan bir yapı ortaya çıkarır.

Doymuş yağ asitleri hayvansal yağlarda ve bazı tropikal yağlarda bulunur (hindistan cevizi yağı, palmiye yağı)



TEKLİ DOYMAMIŞ YAĞ ASİTLERİ

Doymamış yağ asitleri içerdikleri çift bağ sayısına göre tek çift bağlı ya da çok çift bağlı olabilir. Tekli doymamış yağ asitlerinde yalnızca bir adet çift bağ bulunur , çift bağ noktasında 2 adet Hidrojen atomu eksiktir , dolayısıyla hidrojen atomları açısından doymamışlardır.

Tekli doymamış yağ asitleri sıkışık bir dizilim sergilemezler ve çiftli bağ noktasında bükülme eğilimidedirler, bu sebeple bu yağlar oda sıcaklığında sıvı durumdadırlar ve doymuş yağların aksine yüksek sıcaklığa dayanıklı değildirler. Örneğin zeytinyağında tekli doymamış yağ asitleri bulunur.



ÇOKLU DOYMAMIŞ YAĞ ASİTLERİ



Çoklu doymamış yağ asitlerinde 2 veya daha fazla sayıda çift bağ bulunur ve dolayısıyla çok sayıda hidrojen eksiği vardır. ÇDY Asitleri yüksek oranda dengesiz ve ısı ve ışığa karşı duyarlıdırlar ve bu durum serbest radikallerin vücuda zarar vermesine yol açabilir.

ÇDY Asitleri mısır, ayçiçek, soya, kanola, üzüm çekirdeği vb yağlarında bulunur.



Omega-3 ve Omega-6 Dengesi

Vücudumuz bazı yağları kendi bünyesinde üretir ama bazı yağların sentezini kendi bünyesinde yapamaz ve bunların dışarıdan alınması gerekir. Bu tür yağlara “temel yağ asitleri” denir. Omega-3 ve Omega-6 yağ asitleri de dışarıdan alınması gereken temel yağlardandır, dolayısıyla besinler yoluyla elde edilirler



Prof. Dr. Ahmet Aydın’ dan :

“Omega-6 yağ asitleri metabolitleri enflamatuvar (iltihap yapıcı), hiperaljezik (ağrı yapıcı), trombotik (pıhtı yapıcı) ve mitojenik (hücre üremesini artıran) özelliklere sahiptir (Tablo 2).

Aslında vücudun bu özelliklere ihtiyacı vardır. Aksi halde düşmanlara karşı mücadele edemeyiz (iltihap), kanamalarımız artar, ağrı hissetmeyiz ve hücrelerimiz çoğalmaz.

Fakat bunların aşırı etkileri de dizginlenmelidir. Aksi halde denetlenemeyen iltihap vücudumuzu tahrip eder, kanımız pıhtılaşır, aşırı ağrı hissi olur ve kanserleşmeye eğilimimiz artar.

İşte omega-3 yağ asitleri antienflamatuvar, analjezik, antitrombotik ve antimitojenik özellikleri ile omega-6 metabolitlerinin aşırı etkilerini dizginlerler.

Taş devrinde yaşayan insanların diyetlerinde w-6: w-3 oranı yaklaşık 1:1 imiş. Fakat son 50-100 yılda serum kolesterol düzeylerini düşürmek (!) amacı ile mısır, soya, pamuk, ayçiçeği gibi yağların aşırı kullanılması, buna karşılık özgür beslenen hayvanlardan kaynaklanan proteinler (et, balık, süt, yumurta) ve lahana, marul ve semizotu gibi yeşil sebzelerin daha az tüketilmesi ile bu oran 20-50:1’e kadar çıkmıştır.

Diyette omega-6/omega-3 oranının artmasının temel nedenleri



• Un ve şekerden zengin gıdalar ile beslenme

• Hayvanların w-6’dan zengin yemlerle beslenmesi

• Özgür dolaşan tavuk ve yumurta tüketiminin azalması

• Balık tüketiminin azalması

• Koyu yeşil yapraklı sebzelerin tüketiminin azalması

• Poliansatüre (ayçiçeği, mısır vb) sıvı yağların tüketiminin aşırı artması

• Zeytinyağı ve hayvansal doymuş yağların tüketiminin azalması

Omega-3 yağ asitleri antienflamatuvar, antitrombotik, antiaritmik, antimitojenik, hipolipemik (kan yağlarını azaltıcı) ve vazodilatatör (damar genişletici) etkilere sahiptir(Tablo-2). Bu özellikleri ile koroner kalp hastalıkları, hipertansiyon, tip 2 diyabet, ülseratif kolit, romatoid artrit, depresyon, çeşitli kanserler ve kronik obstrüktif akciğer hastalılarının önlenmesinde ve tedavisinde potansiyel etkiye sahiptirler.



Omega-3’ün kalp-damar sistemi üzerine olan başlıca etkileri

•Antiaritmiktir; kalp ritim bozukluklarını düzeltir.

•Antitrombotiktir; pıhtılaşmayı azaltır

•Antiaterosklerotiktir; damar sertliğini azaltır.

•Anti-enflamatuvardır; iltihabı azaltır.

•Endote fonksiyonunu düzeltir

•Kan basıncını düşürür

•Trigliserid düzeylerini düşürür.

Ayrıca diyette omega-6/omega-3 oranının yüksek olmasının kanser oluşumu ve ilerlemesi üzerine olumsuz etkileri vardır; Diyetteki yağlar kanser gelişimini ve ilerlemesini etkiler. Bu bağlamda w-6’lar uyarıcı, omega-3’ler ise baskılayıcıdır (Tablo-6). Bu nedenle yeterli omega-3 tüketen topluluklarda kanser oranı çok daha düşüktür. “



Bol miktarda omega-6 içeren bitkisel çoklu doymamış yağlar –örneğin mısır, kanola (*), ayçiçek, soya, üzüm çekirdeği yağı (evet maalesef) vücutta enflamasyonu artırırlar ve bir çok hastalıkla ilişkilidriler.

Bu ÇDYA içeren bitkisel yağlar özellikle ısıya maruz kaldıklarında hücrelere , metabolik fonksiyonlara, hormonal fonksiyonlara zarar verirler.

Ayrıca bu bitkisel yağların endüstriyel üretim sürecinde hekzan ve ağartıcılar gibi bir çok toksik madde kullanılır. Organik olarak elde edilen yağlar bile uzun bir işleme süreci esnasında yüksek ısıya maruz kalırlar ve bu sebeple kolaylıkla okside olup toksik bir madde haline gelirler.

(*): Kanola yağı pek çok kaynakta omega-3 zengini kalp dostu bir yağ olarak tanıtılmakla birlikte, üretilirken deodorizasyon işlemi esnasında ısıtılarak içinde bulunan uçucu omega-3 yağlarını kaybetmekte ve bu nedenle pratikte aynı diğer bitkisel tohum yağları gibi omega-6 zengini bir yağ olarak karşımıza çıkmaktadır. Kanola ve onun yabani karşılığı olan Aspir yağları bio-dizel üretiminde başarı ile kullanılmakta ayrıca döküm tencerelere yapışmazlık özelliği kazandırmak maksadıyla da kullanılabilmektedir.



HANGİ YAĞLAR KULLANILMALI, HANGİLERİNDEN UZAK DURULMALI

Orta ve Yüksek Sıcaklık ile Pişirmeye En Uygun Yağlar

  • Büyükbaş ve Küçükbaş hayvanların iç ve kuyruk yağları (*)
  • Ördek ve Kaz Yağı (*)
  • Tavuk Yağı (omega 6 açısından zengin olabileceğinden çok sık kullanılmamalıdır)
  • Ghee (Sade yağ) – yani tereyağından kazein ve diğer proteinlerin ayrıştırılması ile elde edilen yağ (*)
  • Tereyağı (çok yüksek sıcaklık dereceleri ve kızartma için uygun değil) (*)
  • Hindistan Cevizi Yağı
  • Palmiye Yağı
(*): Doymuş hayvansal yağlar özgürce gezerek ve otlanarak beslenmiş, ekolojik olarak yetiştirilmiş hayvanlardan elde edilmiş ise sağlık açısından son derece yararlı olarak değerlendirilirken, bunun dışında kalan şartlarda yetiştirilmiş hayvanlardan elde edilen yağlar toksik olabilir, çünkü toksik maddeler (örneğin hayvan yemlerindeki zirai böcek ilaçları/pestisidler ) yağda kolaylıkla çözünür olduğu için bu hayvanların yağlarında depolanmış olabilir, ayrıca ot yerine endüstriyel yemlerle beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağında omega-3 yağlarının omega-6 yağlarına oranının da azalacağını ve trans yağlar oluşabileceğini de gözönünde tutmak gereklidir.



Soğuk Olarak Tüketilmeye Uygun yağlar

(Tekli Doymamış yağlar yönünden zengin yağlar)

  • Zeytinyağı
  • Keten Tohumu Yağı
  • Susam Yağı (omega 6 zengini olduğundan düşük miktarlarda kullanılmalı)
  • Ceviz Yağı (omega 6 zengini olduğundan düşük miktarlarda kullanılmalı)


DUMANLANMA NOKTASI (smoke point)

Yağların dumanlanma noktası ile orta ve yüksek sıcaklıkta pişirmeye uygun olup olmadıkları arasında bir ilişki olduğuna dair yaygın bir anlayış olsa da bu PEK DOĞRU BİR BİLGİ DEĞİLDİR. Yağlar genellikle trigliserit formundadırlar (3 yağ asidi molekülü bir gliserol molekülüne bağlı). Bir yağ dumanlanmaya başladığında olan şey trigliseritin parçalanması ve gliserol molekülünün yanmaya başlamasıdır (bu sebeple dumanda hafif bir mavimsilik vardır. Ve ayrıca bu sebeple bir yağ dumanlanmaya başladığında daha fazla sıvılaşır çünkü gliserol molekülünden ayrışıp, serbest kalan yağ asitleri daha gevşek bir yapıya sebep olurlar)

ASIL SORUN trigliserit molekülündeki yağ asitlerinin, yağın dumanlanma noktasından çok önce denatüre olmaya başlaması, yani doğal yapısının bozulmasıdır. Bir başka deyişle bir yağda eğer çoklu doymamış yağ asitleri çok miktarda bulunuyorsa (mısır, ayçiçeği, soya vs) dumanlanma noktasına dikkate alınmaksızın , asla ısıtılarak kullanılmamalıdır.

Çoklu doymamış yağ asitleri çok hassastırlar, yani bir yağ ne kadar çoklu doymamış yağ asidine sahip ise pişirmede kullanım için o kadar kötüdür.

Tekli doymamış yağ asitleri bu açıdan biraz daha stabildir, TDYA zengini zeytinyağı bu sebeple (ancak düşük sıcaklıklarda!!!) pişirmeye biraz daha uygundur (extra virgin-ilk hasat sızma zeytinyağları hariç).

Doymuş yağlar orta ve yüksek sıcaklıkta pişirme işlemi için en uygun yağlardır, en yüksek dumanlanma noktasına sahip olduklarından değil, stabil ve sağlam bir yapıya sahip olduklarından.

Tereyağının zeytinyağından daha düşük dumanlanma noktasına sahip olmasının sebebi içeriğindeki süt proteinleridir, yani yağın kendisinden kaynaklanmaz. Bu nedenle bu proteinlerden ayrıştırılarak elde edilen sade yağ (ghee) sıcaklığa daha çok dayanıklıdır ve dumanlanma noktası proteinlerden ayrıştırılmış olması nedeniyle çok daha yukarı sıcaklıklara çekilir ve pişirme işlemi için en uygun yağlardan biridir.

Ne yazık ki bir çok kimse üzüm çekirdeği yağının yüksek bir dumanlanma noktasına sahip olması sebebiyle pişirmeye en uygun yağlardan biri olduğunu düşünür. Ama ne yazık ki üzüm çekirdeği yağı, dumanlanma noktası derecesinin çok altında bozunmaya başlayan çoklu doymamış yağ asitlerinden oluşur. Bu yüzden kullanılmamalıdır. Ayrıca yüksek oranda omega-6 içermesi de mümkün olduğunca uzak durulması için bir başka sebeptir.

Derleyen: Taş Devri Diyeti Platformu

Bu belge: http://www.tddp.org/yaglar-dumanlanma-noktalari-kullanim-yerleri/

Faydalanılan kaynaklar :

Prof. Dr. Ahmet Aydın, Beslenme Bülteni, Omega-3 konulu makalesi

https://docs.google.com/document/d/1humQT4IrQAqrMvCbPqb_Z3iubbB1jJ0oepwhYL2b11g/

http://ketodietapp.com/Blog/post/2014/01/29/Complete-Guide-to-Fats-Oils-on-Low-Carb-Ketogenic-Diet

http://www.westonaprice.org/health-topics/some-typical-questions-and-misconceptions-on-fats-and-oils/
 
Kemik suyunun yararları ve yapılışı

kemik suyu biz turklerin kulturunde her zaman yeri olan, ‘ölüyü bile diriltir’ seklinde bir atasozune dahi konu olmus bir icecek… bazi gidalari zamanla unuttugumuz bir gercek, kemik suyu da eskiden belki de her evde kaynayan, corbaya, pilava hep eklenen ama bulyonlar cikinca, evde yemek yapma azalinca unutulan lezzetlerden biri olmus durumda… ancak dunyada kemik suyu hakettigi onemini geri kazanmaya coktan basladi. paleo beslenmenin dogdugu amerika’da ayni starbucks’in kahve sattigi gibi kemik suyu satan kafeler var, marketler hazir paketlenmis kemik suyu dolu, evlere kemik suyu servisi yapan firmalar, kemik suyunu beslenmenin bas kosesine oturtan beslenme uzmanlari, botox uygulamasi sonrasinda kemik suyu takviyesi tavsiye eden plastik cerrahlar, ellerinde kemik suyu ile fotografi cekilen hollywood yildizlari… kisaca kemik suyu modasini da diger herseyi oldugu gibi gec takip ediyoruz (dunyada 1990larda, bizde ise 2000li yillarda moda olan UGGlar gibi)… ancak bu moda gecmeyecek gibi gorunuyor cunku kemik suyu coook eskiden beri sagligin anahtari…




peki kemik suyunun yararlari kisaca neler?
oncelikle bir besin size yararliysa hucre bazinda sizi iyilestirdigi icindir, bu sebeple birsey bir yerinize iyi geliyorsa her yerinize de iyi geliyor demek… fakat bazi besinler vucudunuzda bazi yerlerinize daha spesifik olarak yariyor, kefirin bagirsak sagliginda one cikmasi gibi, ancak bagirsaginizin en buyuk ve beyinle beraber en onemli organiniz oldugunu, butun organ ve sistemlerinizin bagirsaginizla birebir baglantili oldugunu dusunurseniz her yeriniz kefirden faydalaniyor. kemik suyunu da ayni mantikla dusunun, asagida sayili yarari var, kesfedilmemis ya da bahsedilmeyen neler oldugunu dusunmek heyecan verici…
1. ilginizi cekmek icin hemen belki de diger yararlari yaninda en anlamsiz ama kadinlar icin cok onemli bir yarari kemik suyunun kolajen yapisinin selulitlere cok iyi gelmesi!
2. gecirgen bagirsak sendromunuzu iyilestirmek icin cok yararli. bagirsak duvarinizdaki delikleri kemik suyu icerigindeki kolajen ile onarabilir, boylece onlarca otoimmun rahatsizlik, depresyon, kanser, diyabet gibi sayisiz hastaligi hem tedavi edip hem de kendinizi bu hastaliklardan koruyabilirsiniz.
3. icerigindeki glycine, proline, and arginine isimli aminoasitler antienflamatuar ozelliktedir ki enflamasyon neredeyse butun hastaliklarin ana sebeplerinden kabul ediliyor. ozellikle arginin’in sepsis tedavisinde yararli oldugu kanitlandi.
4. cildi genclestirmeyi vadeden butun kremlerin icerisinde bulunan kolajen kemik suyunun etken maddelerinden. yani yuzunuze surdugunuz yuzlerce liralik kremin faydasininin daha fazlasini iceriden cildinize, tirnaklariniza, saclariniza gonderebilirsiniz, gecliginizi iceriden besleyebilirsiniz.
5. icerigindeki mineraller sayesinde bagisikliginizi guclendirebilirsiniz. hasta oldugunuzda akla ilk kemik ya da tavuk suyuna corba gelmesi bosuna degil, kemik suyu hastaliklari iyilestirme ve onlemede birebir. harvard universitesi’nde yapilan bir calisma kemik suyu icen otoimmun rahatsizliga sahip kisilerin semptomlarinda rahatlama yasadigi, bazilarinin hastaliklarinin tamamen geriledigini gosteriyor.
6. icerigindeki arginine bagisikligi ve yara iyilesmesini, buyume hormonu salgilanmasini, karaciger hucre yenilenmesini ve erkeklerde sperm olusumunu destekliyor.
7. icerigindeki glycine kas yikimini engelliyor, safra tuzu ve glutatyon uretimini destekliyor, detoksifikasyona kati saglayan bir antioksidan gorevi goruyor ve uykuyu iyilestiren bir nörotransmitter olarak calisiyor, hafizayi guclendiriyor.
8. icerigindeki proline cildi dolduruyor, selulitleri azaltiyor, bagirsak deliklerini kapatiyor.
9. icerigindeki glutamin bagirsagi koruyor, ince bagirsak hucrelerine metabolik yakit sagliyor, metabolizma ve kas yapimina yariyor.
10. icerigindeki gelatin bagirsaklardaki probiyotik sagligini destekliyor.
11. midedeki asit refluyu tedavi ediyor.
12. vucudun asit tamponlamasinda kullandigi kalsiyum ve magnezyumu bol miktarda iceriyor.
13. kemik suyu icerisindeki glucosamine eklem sagliginiz icin son derece faydalidir. ayrica icerigindeki chondroitin sulfate maddesinin osteoartrit’i engelledigi kanitlandi.
14. kaynattiginiz kemiklerden suya sizan fosfor, kalsiyum ve magnezyum sizin kemiklerinizi guclendirmek icin en gerekli mineraller arasnda yer aliyor…
15. kemik suyunu duzenli icen herkesin hemfikir oldugu iki sey enerji verdigi ve uzun sure tok tuttugu ki kilo vermek ya da enerji seviyesini yukseltmek isteyen herkesin kullanmasi icin mukemmel bir icecek…



defalarca soruldugu icin kemik suyunu nasil yaptigimi birkez de burada anlatmak istedim:
oncelikle kasaptan koyun ve danadan ilikli kemik ve eklem uclari satin aliyorum. eve gelip kemikleri yikayip yavas pisiriciye (isteyen buyuk bir celik tencere kullanabilir) koyuyorum. icine istedigim kadar sogan, sarimsak, havuc ve zencefil dilimliyor ve toz karabiber ve zerdecal ekliyorum, aci istersem kurutulmus biber koyuyorum. kemiklerdeki minerallerin suya gecmesini saglamak icin iki kasik sirke ekliyorum. en son icme suyu ekleyip tencerenin agzini kapatip makinenin altini yuksek ayarda aciyorum (tencere kullananlar icin yuksek isi) su isinip da kaynamaya baslayacakken (ancak kaynamasina izin vermiyorum) kisik ayara dusuruyorum (tencere kullananlar icin en kisik ates) ve bu sekilde 10-12 saat arasi pisiriyorum. onemli nokta kemik suyundaki kolajen yapinin bozulmamasi icin asla fokur fokur kaynama olmamali, sadece kenarlardan minik baloncuklar cikmasi yeterli… ayrica ne kadar uzun piserse o kadar yararli bir kemik suyunuz olur, asla erkenden pisti sanip altini kapatmayin. pistikten sonra suzup, sogutup cam kapta buzdolabina kaldiriyorum. ertesi gun dolaptan cikarip uzerinde olusmus yagi alip atiyorum (ya da omlet gibi cok yuksek ateste pismeyen seylerde kullanmak icin ayiriyorum) ve altta kalan jellesmis kemik suyu sifasini sunmaya hazir. buzdolabinda 4 gun, buzlukta 3 ay bekliyor (ben hic gormuyorum o kadar zaman gectigini tabi, bizde cok tuketiliyor)… ben hergun sabahlari isitip 200-250 ml bardakta iciyorum, yararli olmasi icin sık tuketilmesi lazim. isteyen corba ya da pilav da yapabilir ama ben kiyamam, direkt icmeye bayiliyorum.

kAYNAK: pinoeatshealthy.wordpress.com-kemiksuyunun
Pınar çetiner
 
Anadolu Topraklarının Ayrıcalığı



Dünyamız, bugüne kadar dört dönem buzul çağı geçirmiştir. Buzul çağının her bir dönemi iki ile üç milyon yıl sürmüştür. Son buzul çağı ise, milattan önce on sekiz bin yılında sona ermiş ve yaklaşık 250.000 yıl sürmüştür. Anadolu toprakları son buzul çağını yaşamamıştır. Yaklaşık 250.000 yıl olarak tahmin edilen dördüncü buzul çağı Anadolu topraklarını etkisi altına almamıştır.



Buzul dönemde bitki ve mikrobiyolojik floranın kendisini geliştirmesi yaşamını sürdürmesi mümkün değildir, çünkü bitki ve mikrobiyolojik flora inaktif tir. Tıpkı, bir derin dondurucuda mikropların ürememesi gibi. Mikroplar (bakteriler ve virüsler) çoğalamazlar. Aynı şekilde buzul altında kalan bitkilerin de gelişmesi söz konusu değildir. Buzul altında kalmış donmuş topraklarda tohumların gelişmesinin mümkün olamayacağı gibi. Kısaca, buzul çağda bitkiler ve mikroorganizmalar yaşamlarını sürdüremezler, doğal gelişimleri de durur. Bir bitki baharda filizlenir, çiçek açar, tohumları toprağa dökülür. Toprağa dökülen tohumlar bir sonraki bahar mevsiminde tekrar filizlenir, çiçek açar ve tohumları tekrar toprağa düşer. Her bahar mevsimiyle bu yaşam tekrar ederek devam eder. Her defasında bitki tohumlarının genetik yapısı çevre şartlarına bağlı olarak kendisini mükemmele doğru geliştirir. Bu durum genetik yapıya sahip her canlıda aynıdır. Kendisini mükemmele doğru geliştirme programı, her canlının genetik yapısında vardır.



İşte, Anadolu toprakları yaklaşık 250 000 yıl süren dördüncü buzul çağı yaşamadığı için bitkiler ve mikroorganizmalar doğal yaşamlarına devam ederek gelişimlerini tamamlama yolunda yaşam faaliyetlerine devam etmişlerdir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz. Anadolu topraklarında yetişen bitkiler 250.000 kez çiçek açıp tohumlarını toprağa dökmüşlerdir. Bu döngü 250.000 kez tekrar etmiş demektir. Anadolu toprakları, 250.000 yıl farkla, buzul altında kalan diğer ülke topraklarına göre öndedir. 250.000 yıllık bu gelişim farkı Anadolu Toprakları üzerindeki bitki florasını rakipsiz ve ayrıcalıklı kılmıştır. 250.000 yıllık bu zaman zarfında Anadolu topraklarının bitki florası kendisini geliştirip en mükemmel bir şekilde gelişimini ve adaptasyonunu tamamlarken, dünyadaki birçok bölgenin bitki florası buzul çağından dolayı gelişmede geri kalmıştır (yerinde saymıştır). Anadolu Topraklarının mikrobiyolojik florası ve üzerinde yetişmekte olan bitkilerimiz, tohumlarımız bizlere Allah’ın bir lütfudur. Bunun kıymetini çok iyi anlamak ve bilmek zorundayız.



Adaptasyon

Kanada ve Amerika Birleşik Devletlerinin bazı bölgelerinde Anadolu’nun haşmetli çınar ağaçları yetiştirilmek istenmiştir. Ancak, başarılı olunamamıştır. Anadolu Topraklarına adapte olmuş bu ağaçları başka bir ülke toprağına adapte etmek kolay değildir. Bunun en önemli nedeni; İklim şartlarının, toprağın kimyasının, mikrobiyolojisinin ve de suyunun kimyasal kompozisyonun farklı olmasıdır.



Gen bankası

Anadolu Toprakları üzerinde yetişen birçok tahıl, meyve, sebze, baharat ve tıbbi bitkiler ve türleri için bir gen bankasıdır. Bu bitkilerin tohumları, 250 000 yıl devam eden son buzul çağını yaşamadıkları için gelişimlerini ve adaptasyonlarını en mükemmel bir şekilde tamamlamışlardır. Bu nedenle Anadolu Topraklarının sebzesi, meyvesi, baharatı, tahılı; lezzet, aroma ve içerdiği etkin maddeler bakımından çok farklı bir üstünlüğe sahiptir. Hele hele Anadolu Toprakları üzerinde yetişen şifalı bitkilerimizin şifa gücüyle, başka hiçbir ülkenin aynı tür şifalı bitkisi boy ölçüşemez. Anadolu Topraklarının armut ve elma ağaçları üzerinde asalak olarak yetişen Ökseotu (Viscum album) bulunmaz bir nimettir. Ondan elde edilen viscumin etkin maddesi kanser tedavisinde kemoterapi ilacı olarak kullanılmaktadır. Sarı Kantaron (Hypericum perforatum) bitkimiz ile başka ülkelerde yetişen aynı bitki mukayese bile edilemez. Antimetastatik (kanserin yayılmasını önleyici) özelliğe sahip düz yapraklı arslanpençesi (Leontice leontopetalum) ile yine aynı özelliğe sahip kırkkilit (Equisetum arvensa) bitkisinin şifa gücü sadece ve sadece Anadolu Topraklarında yetişene özgüdür. Şüphesiz ki, dünyada başka ülkelerde de aynı bitkiler yetişmektedir. Ancak, Anadolu’da yetişen farklıdır. Tosya pirincinden Diyarbakır karpuzuna, Safranbolu’nun Göksulu armudundan Amasya’nın elmasına, Elazığ’ın karakılçık buğdayından İspirin fasulyesine, Çukurova’nın yafa portakalından Aydının incirine, Mis kokulu Batı Karadeniz’in çavuş üzümünden Çankırı’nın eriğine, Bursa’nın şeftalisinden Mardin’in zeytinine kadar, daha nicelerinin ismini burada yazmadığım için haklarını helal etsinler.

Değerli okuyucu, alışverişe çıktığınızda yukarıda saydıklarımdan hangisini bulabiliyorsunuz? Domatesler, salatalıklar, karpuzlar, elmalar erikler ve daha birçokları adeta tornadan çıkmış gibi aynı boydalar. Tatlarını sorguluyor musunuz? Tüketildiklerinde şişkinlik yapıyor ve hazımları da zor değil mi? Demek ki, bu ürünlerin içeriklerindeki vitaminleri, mineralleri ve bizi hastalıklara karşı koruyucu ve önleyici güce sahip etkin maddeleri eksik. Türkiye hızlı bir şekilde ve daha da geç kalmadan BiyoLand projesine geçerek geleceğini ve gelecek nesillerini teminat altına almak durumundadır.

Dünyada hiçbir kara parçası (Anadolu) yoktur ki, uğrunda bu kadar kan dökülmemiş olsun. Anadolu peygamberler ve evliyalar diyarıdır. Hz. Peygamberimiz (s.a) “İstanbul elbette fetih edilecektir, ne mutlu o kumandana ne mutlu o askerlere…” buyurmuştur. Neden İstanbul’u işaret etmiştir? Çünkü, İstanbul’u almadan Anadolu Topraklarına sahip olunmaz.

Araf Suresi Ayet 58: “iyi beldenin bitkisi Rabbinizin izniyle çıkar, fenasının ise çıkmaz; çıkan da bir şeye yaramaz! Şükredecek bir kavim için ayetleri böyle açıklarız.

Keremine sonsuz şükürler olsun ki, Anadolu’da doğdum ve orada yaşıyorum. Anadolu ayrıcalıklıdır. Çünkü, Anadolu, iyi beldedir.

Sağlığınız daim olsun.
Prof. SARAÇOĞLU
 
Esrarın etken maddesi THC’yi kanser hücrelerini öldürürken seyredin 25 Şubat 2016


Esrarın etken maddesi THC’yi kanser hücrelerini öldürürken seyredin
Geçtiğimiz günlerde ilaç formunda kullanımı yasallaşan, Esrar bitkisinin etken bileşeni THC’nin kanser hücrelerini öldürürken kaydedilmiş mikroskobik görüntüsü izleyenlerin heyecandan hayrete düşürdü

Ülkemizde basın da ve yayın organlarında pek bahsedilmese de özellikle Amerikan basını THC içeren cannabis yağı, medikal marihuana, sativex gibi onlarca ilaç, özüt ve yöntemi deneyerek başarıya ulaşan kanser, beyin tümörü, epilepsi haberleriyle çalkalanıyor.


Geçtiğimiz yıllarda Amerika’nın bir çok eyaletinde kullanımı yasallaştırılan kenevir, serbest bırakıldığı eyaletlerde devlete önemli bir vergi kaynağı olarak görülüyor.





Kenevir yağı sayesinde kanseri nasıl yendiğini anlatan kadının hikayesini BBC Türkçe haberinden dinleyebilirsiniz



Kenevir kadar yararlı bir bitki neden yasak?
Bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretir. Bir dönüm kenevirden, dört dönüm ağaca eş kâğıt çıkar. Bir ağaç 20-50 yılda yetişir, kenevir dört ayda… Kenevir 8 kez kâğıda dönüştürülebilir, ağaç 3 kere… Dönüşümlü ziraatta uygun yaz bitkisidir, dünyanın her yerinde kolaylıkla yetişir. Çok az suya ihtiyaç duyar. Kendisini böceklerden korumak için tarım ilacına ihtiyacı yoktur, dayanıklıdır. Tüm petrokimya ürünleri yenilenebilir olarak kenevirden daha ucuza üretilebilir.

Dünyanın bizi üzerinden silkelemesine çok az kaldı. Bu nüfus artışıyla, bu tavırda tüketmeye devam edersek tekmeyi yiyeceğiz. Ağaçları yok ettik, dereleri kuruttuk, atmosferi kirlettik, plastik çöplerimiz biz gitsek bile milyon yıl yok olmayacak. Tüm dünyayı beton ve çelik ile ördük. Şehirlerimize gökyüzünden baktığımızda, yaşadığımız beton içinde nasıl nefes alabildiğimize şaşırmamak mümkün değil. 1974 yılında Almanya’da bir yıl yaşamıştım. Bulunduğumuz kasabayı planlayanlar, etrafını çember gibi orman ile örmüşlerdi. Ormanı gördüğümdeki şaşkınlığımı hala unutamam. Bu orman insan eliyle oluşturulmuştu ve inanılmaz büyüktü. Leylak ağaçlarını saymaya kalkmıştım umutsuzca. Lakin sayılmayacak kadar uçsuz bucaksızdı orman. Almanlar bizim yıllardır yok ettiğimiz doğal ormanlarımıza özenip, yapay ormanlar oluşturmuşlardı. Ormanın içinde dağ çileği ve yabani mantar bile vardı. Aileler hafta içi çalışır, hafta sonu bu ormanın içinde toprakla haşır neşir olur, halk havuzunda yüzer, alışverişini yapıp evine dönerdi. Ve inanılmaz bir şekilde arkalarında tek bir çöp bırakmazlardı. Hafta sonları çilek, mantar toplamanın keyfini hala unutamam ve hatırlarım.







Batı ülkeleri sanayileşmeye ve şehirleşmeye bizden önce başladı. Biz de onları takip edip şehirleştik. Ama onlar şehirlerini ormanla çevrelerken, biz doğamızı bitirdik, ormanımızı kestik, yaktık, tarlalarımızı söktük. Sıra şehir ve doğal parklarımıza, dağlarımıza geldi. Bu arada, dünyanın tahıl ambarı olan Anadolu’muza şimdilerde buğday bile ithal ediyor-muşuz. Ne mutlu bize…

Şimdi, bizim iki-üç kuşaktır uyuduğumuz bu uykudan uyanma saatindeyiz. Yıllardır katlettiğimiz doğa, bizden öcünü almadan bir şeyler yapmalıyız. Doğa katliamını engellemeliyiz, ağaçları kurtarmalıyız, tekrar doğal besin ve doğal ilaç kullanımına geçmeliyiz. Bu niyetle neler yapabileceğimize göz atmaya çalışırken, bilmediğim bazı şeyler keşfettim. Ben şaşırdım, amacım biraz da sizi şaşırtmak…

Konuğumuz Kenevir… Hani ekimi yasak olup, özel izinle üretilen, uyuşturucu sınıfından sayılan bu bitki, meğer masummuş… Hak etmediği bir sicil ile fişlenmiş emperyalizm tarafından. Kenevir, insanlık tarihini en eski bitkilerinden. Kenevir, dişisi ve erkeği gözle ayırt edilebilen tek bitki.

Kenevirin kullanıldığı sektörleri sıralayalım:

İlaç yapımında,
Kâğıt yapımında,
Yakıt yapımında, (bio yakıt)
Kumaş yapımında,
Otomotiv sektöründe,
Petrol ve petrokimyanın kullanıldığı her alanda alternatif,
Kozmetik ve sabun yapımında… hemp01

AİDS ve kanser tedavisinde kemoterapi ve radyasyon etkisini azaltma, glokom, artrit, romatizma, kalp, sara, astım, mide, uykusuzluk, psikoloji, omurga rahatsızlıkları gibi en az 250 hastalıkta kullanılan kenevirin etken maddesi olan THC’nin sentetiği, gerçeğinin yarısı kadar iyileştirebiliyor. Bazı doktorlar bilinçaltı temizliği için kenevirin tek yöntem olduğunu söylüyor. Eski yıllarda, eski medeniyetlerde bu gerekçe ile yoğun olarak kullanılıyordu. Kenevir bataklık kurutmada çok etkilidir. Radyasyon temizleyicidir. Olağanüstü miktarda Oksijen üretir. Bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretir.







Bir dönüm kenevirden, dört dönüm ağaca eş kâğıt çıkar. Bir ağaç 20-50 yılda yetişir, kenevir dört ayda… Kenevir 8 kez kâğıda dönüştürülebilir, ağaç 3 kere… Dönüşümlü ziraatta uygun yaz bitkisidir, dünyanın her yerinde kolaylıkla yetişir. Çok az suya ihtiyaç duyar. Kendisini böceklerden korumak için tarım ilacına ihtiyacı yoktur, dayanıklıdır. Yani kenevir ile yapılan tekstil ürünleri yaygınlaşsa tarım ilacı sektörüne de gerek kalmaz!

Kanvas kelimesi kenevir ürünlerin adıdır, ilk kot pantolon kenevirden yapılmıştır. Sicim, ip, halat, çuval, çanta, halı, torba, döşeme, ayakkabı, şapka yapımında dayanıklı ve idealdir. Tohumunun besin değeri ideal, protein değeri çok yüksek, içindeki iki yağ asidi doğada başka hiç bir yerde yok ve kolesterol dostu. Omega 3-6-9 yağlarını taşıyor. Soyadan çok daha ucuza üretilebiliyor. Hayvan beslemekte ideal bir besin. Onunla beslenen hayvanlarda hormon takviyesine gerek yok. Şu anda hormonlarla ve kimyasallarla dolu fastfood reklamları serbest ama, kenevir kotunun reklamını yapmak yasak! Yani kimyasal olan yasal, doğal olan yasak… Yararlı olan hapiste, zararlı olan ise özgür ve serbest.

Plastikten elde edilen ürünlerin tümü daha sağlıkla ve kolaylıkla kenevirden üretilebiliyor. Kenevir plastiği çok kolayca doğaya dönüşebiliyor. Plastik ise doğada bir milyon yılda yok olmayacak kadar zararlı. Gövdesi kenevirden yapılan arabaların dayanıklılığı çelikten on kat fazladır. Kenevir bazlı asfaltlar asırlarca bozulmadan kalabiliyor. Binaların yalıtımında kullanıldığında son derece dayanıklı, ucuz, esnek ve zararsız. Boya ve vernik üretiminde olağanüstü ucuz ve verimli, dayanıklılık etkileri var. Kenevirle yapılan sabunlar ve kozmetikler doğa dostu ve suları kirletmiyor. Bunları öğrendiğimde, sanayi ve ilaç sektörü, petrol ve suni kimyasallar ile kurulmasaydı dünya bugün hangi durumda olurdu diye hayal ettim ve gözyaşlarıma engel olamadım. Dünya anamız bizi affetsin…

Kenevirin bu özellikleri bilinmiyor muydu da biz petrole ve kimyasala dayalı bir medeniyet kurduk?

Elbette biliniyordu ve tüm yan ürünleriyle kenevir, bir zamanlar dünyada önemli bir üretim bitkisiydi, kullanım alanı çok genişti. Ekolojik, çok faydalı ve kullanım alanı saymakla bitmeyen bu bitkiye ne oldu da bugün yasak? Bugün üretimi yasak olan kenevir,18. yüzyılda Amerika’da zorunlu olarak yetiştiriliyordu. Kenevir üretmeyen çiftçi hapse bile atılıyordu. Bugünse üreten hapse atılıyor… Nasıl bu hale geldi, merak ediyorsanız bir bakalım öyküsüne: Bu öyküde tanıdığımız isimler var yine…

* Amerika’da 1900’lü yılların altın madeni sahibi, siyasetçi, yayıncı, film yapımcısı W. R. Hearst, ülke çapında gazete, dergilerin ve medyanın sahibiydi. Kâğıt üreticiliği yapıyordu ve ormanları vardı. Kenevirden yapılan kâğıt yüzünden milyonlarca dolar kaybedecekti.

* Rockefeller dünyanın en zengin adamıydı ve petrol şirketi vardı, bio yakıt kenevir yağı onun en büyük rakibiydi. İlaç sektöründeki kenevir bazlı doğal ürünler de düşman edilmişti Rockefeller tarafından.

* Dupont şirketi ana hissedarı Mellon, petrol ürünlerinden plastik üretmek için patentler almıştı. Plastik, selofan, naylon, metanol, rayon, dakron artık petrolden üretilecekti. Ama kenevir endüstrisi Dupont’un pazar payına yüzde seksen engel oluyordu. Derken, birden Andrew Mellon, ABD Başkanı Hoover’in hazine bakanı oluverdi. Yeğenini de Federal Narkotik Bürosunun başına atadı. Hearst, Dupont sahibi Mellon, Rockefeller ve ilaç firmaları, kendi aralarında yaptıkları toplantılarda, kenevirin milyonlarca dolarlık imparatorluklarını tehdit eden düşman olduğuna karar verdiler. Kenevir ortadan kalkmalıydı. Meksikalıların kullandığı argo bir kelime olan Marihuana sözcüğünü, Hearst’ün gazeteleri aracılığıyla en tehlikeli uyuşturucusu olarak beyinlere kazıdılar. Marihuana ismiyle kenevirin aynı şey olduğunu tüm insanlara unutturmak istiyorlardı ve başardılar. Marihuana’yı yasaklatmayı başardıklarında keneviri yasaklatmış oldular. Karar verildiğinde komitede olan doktor bile keneviri yasakladıklarını bilmiyordu.







Kitaplar, dergiler, filmler ile sürdürülen kampanyada, marihuana hakkında sahte raporlar ve veriler kullanıldı. 1930’lu yıllardı ve halk eğitimsizdi, subliminal yöntemler konusunda cahildi. Irkçılık henüz bitmemişti ve bu kişiler aynı zamanda ırkçılık üzerinden de kampanya yapıyorlardı. Kenevir ilaçları yasaklandı, kenevir en tehlikeli uyuşturucu olarak haksız yere fişlendi. Tek bir marihuana sigarası satmak bile ömür boyu hapis demekti. Kenevir ilaçları tıp dünyasından çekilerek yerine bugünün öldürücü kimyasal ilaçları geldi. Kâğıt, ormandan üretilmeye başlandı ve tüm dünyada ormanlar katledildi. Petrol yakıtı, egzoz gazlarıyla atmosferi geri dönülemez şekilde tahrip etti, zehirledi. Doğal rezervlerimiz hızla tükendi, dünyanın dengesi bozuldu.

Plastik ve naylon ürünler dünyayı ve denizleri çöplüğe çevirdi. Kenevir yerine kullanılan pamuk nedeniyle kullanılan tarım ilaçları ile zehirlenme ve kanser arttı. Bugün kenevir yasaklı olduğu için, yasadışı kenevir üretimi üzerinden kara para kazanan çok sayıda insan var. Bu paranın kullanıldığı yasadışı örgütler var. İnsanların bazen hayatlarına bile mal olan bu ticaret yüzünden kontrol edilemeyen çıkar ilişkileri ile uluslararası kaçakçılıklar var. Varlığının faydaları çok, yasaklanması nedeniyle ise ülke bazında ve global olarak inanılmaz derecede zarar var. Dünyayı petrokimya ve zararlı kimyasallar ile kirletmek yerine, kenevirin üretimini disiplinli bir kontrol ile yapabilseydik, bugün çok daha güzel bir dünyada yaşıyor olacaktık belki de… Hala da geç kalmış değiliz aslında. Dünyayı kurtarmak için neden olmasın? Keneviri temize çıkarıp, beraat ettirsek mi acaba?

Yazar: Nesrin Dabağlar

Bu yazı İndigo Dergisi’nin 12 Temmuz 2013 tarihli 94. sayısından alınmıştır
Yazının orjinali için: indigodergisi.com


biliyomuydun.com
 
Ham zencefil kökü için besin analiz raporu
Rapor sonuçları tablolar halinde linkte sunulmaktadır. Alıntı pek iyi olmadı. Oradan inceleyebilirsiniz

http://nutritiondata.self.com/facts/vegetables-and-vegetable-products/2447/2


Zencefil kökü, çiğ
Kaynak: Bu firma için Besin veri USDA SR-21 tarafından sağlanmıştır. Her " ~ " belirten bir eksik veya eksik değer. Yüzde Günlük Değerler (% DV) 4 yaş ve üzeri yetişkinler veya çocuklar için, ve bir 2000 kalori referans diyet dayanmaktadır. Günlük değerler bireysel ihtiyaçlarına göre daha yüksek ya da düşük olabilir. Beslenme Data'nın Görüşü, Bütünlük Puan ™, Doluluk Faktör ™, Değerlendirme, Tahmini Glisemik Yük (EGL), ve daha iyi Seçimleri Yerine Koyma ™ verilmeden NutritionData.com yayın görüşler vardır garanti ve diyetisyen ya da sağlık profesyonel tavsiye yerine amaçlanmamıştır. Beslenme Data'nın görüş ve derecelendirme FDA Günlük Değerleri kurmuştur ve sağlığınız için önemlidir ya da hesaba bireysel ihtiyaçlarını alabilir diğer besin düşünmüyoruz olan bu besinlerin besin yoğunluğu ağırlıklı ortalamalar dayanmaktadır. Sonuç olarak, Beslenme Data'nın yüksek oranlı gıdalar mutlaka düşük oranlı olanlardan daha sizin için sağlıklı olmayabilir. Tüm gıdalar, ne olursa olsun oylaması, diyet önemli bir rol oynama potansiyeline sahiptir. Amino Asit Puan değerini düşürebilecek, sindirilme için düzeltilmiş olmamıştır.

Google çeviri



GIDA ÖZETİ


BESİN DENGESİ

47
Bütünlük PuanBu yağ asitlerinin hakkında daha fazla bilgi
ve eşdeğer isimler

Protein ve Amino Asitler
Seçilen Sunum Başına tutarlar
% DV
Protein
0.0
g
0%

vitaminler
Seçilen Sunum Başına tutarlar
% DV
A vitamini
0.0
IU
0%
C vitamini
0.1
mg
0%
D vitamini
~
~
Vitamin E (alfa tokoferol)
0.0
mg
0%
K vitamini
0.0
mcg
0%
Thiamin
0.0
mg
0%
b 2 vitamini
0.0
mg
0%
niasin
0.0
mg
0%
B6 vitamini
0.0
mg
0%
folat
0.2
mcg
0%
B12 vitamini
0.0
mcg
0%
Pantotenik asit
0.0
mg
0%
kolin
0.6
mg
betain
~

Mineraller
Seçilen Sunum Başına tutarlar
% DV
Kalsiyum
0.3
mg
0%
Demir
0.0
mg
0%
Magnezyum
0.9
mg
0%
Fosfor
0.7
mg
0%
Potasyum
8.3
mg
0%
Sodyum
0.3
mg
0%
Çinko
0.0
mg
0%
Bakır
0.0
mg
0%
Manganez
0.0
mg
0%
Selenyum
0.0
mcg
0%
florür
~

steroller
Seçilen Sunum Başına tutarlar
% DV
Kolesterol
0.0
mg
0%
fitosteroller
0.3
mg

Diğer
Seçilen Sunum Başına tutarlar
% DV
Alkol
0.0
g
Su
1.6
g
Kül
0.0
g
Kafein
0.0
mg
theobromine
0.0
mg
 
Tuz ve Kullanımı

Yemeklerde Hangi Tuzu Kullanmalıyız? İyotlu ve İyotsuz Tuzu Kimler Yemelidir?

Türkiye’de bölgelere göre değişmek üzere % 5-45 oranında guatr vardır. Guatr oluşmasında en büyük etken toprak ve suda yetersiz iyot olmasıdır. Guatr hastalığını önlemek amacıyla piyasada satılan bütün tuzlar 1999 yılı Ağustos ayından bu yana iyotlanmaktadır.

Tuzların iyotlanması guatr hastalığının ortaya çıkışını engellemekte ancak bazı kişilerde aşırı iyod alınması nedeniyle zararlı yan etkilere veya hastalıklara neden olmaktadır.

Piyasadaki tuzların iyotlanmasından sonraki üç-dört yıllık sürede kliniğimize veya polikliniklerimize başvuran hastalarda hipertiroidi dediğimiz tiroid bezinin aşırı çalışmasıyla karakterize olan hastalığın (Halk arasında buna zehirli guatr da denmektedir) giderek artan sıklıkla karşımıza çıkmasıdır.

Tiroid bezi az çalışan hastalarda da (Hipotiroidisi olanlarda) iyotlu tuz bu hastalığın daha da şiddetlenmesine neden olmaktadır.

Bu nedenle yemeklerimizde kullanılan tuzun iyotlu veya iyotsuz olması bazı hastalar veya kişiler için büyük önem taşımaktadır.

1) Kimler İyotlu Tuz Yemelidir?

Vücudumuzda boynumuzun ön tarafında bulunan tiroid bezinin yeterli hormon salgılayabilmesi için günlük en az 150 mikrogram iyotun gıdalar ve suyla alınması gerekir. Eğer yeteri kadar iyot alınmazsa guatr hastalığı oluşur.

Guatr hastalığını önlemek için önceden bilinen bir tiroid hastalığı olmayan çocuklar, erişkinler ve gebe kadınlar iyotlu tuz yemelidir. Tiroid hastalığı şüpheniz varsa bunun için bir dahiliye veya endokrinoloji-metabolizma uzmanına başvurunuz ve ona göre hangi tuzu kullanacağınıza karar verilmelidir.

2) Kimler iyotsuz tuz yemelidir?

Nodüler guatrı, Hipertiroidisi (tiroid bezi çok çalışanlar veya zehirli guatrı olanlar), hipotiroidisi (Tiroid Bezi az çalışanlar) olan hastalar özellikle İYOTSUZ TUZ yemelidirler. Bu tür hastalar iyotlu tuz yedikleri takdirde hastalıkları şiddetlenmektedir.

İyotlu tuz yiyen nodüler guatrlı bir hastada alınan iyot, nodülün fazla çalışmasına neden olmakta ve hipertiroidi dediğimiz tiroid bezinin aşırı çalışmasıyla (terleme, çarpıntı, zayıflama, sinirlilik, ellerde titreme ile kendini gösterir) karakterize bir hastalığa neden olmaktadır. Yine anti-TPO antikoru kanlarında yüksek olan hastalar iyotlu tuz yediklerinde tiroid bezinin az çalışmasına neden olmaktadır.

Bu tür hastalığı olanlar da özellikle iyotsuz tuz yemelidirler. İyotsuz tuz, süpermarketlerde veya bakkallarda kendiliğinden tuzluklu bir şekilde satılmaktadır. Bu tuzları bulamayanlar ise kaya tuzu yemelidirler. Ailede bir kişi iyotsuz tuz yiyecekse yemekler tuzsuz pişirilmeli ve herkes kendi tuzunu kullanmalıdır.

KAYNAK: GUATR-TİROİD ENDOKRİN UZMANI, Prof.Dr.Metin Özata
 
Tuz ve Kullanımı

Yemeklerde Hangi Tuzu Kullanmalıyız? İyotlu ve İyotsuz Tuzu Kimler Yemelidir?

Türkiye’de bölgelere göre değişmek üzere % 5-45 oranında guatr vardır. Guatr oluşmasında en büyük etken toprak ve suda yetersiz iyot olmasıdır. Guatr hastalığını önlemek amacıyla piyasada satılan bütün tuzlar 1999 yılı Ağustos ayından bu yana iyotlanmaktadır.

Tuzların iyotlanması guatr hastalığının ortaya çıkışını engellemekte ancak bazı kişilerde aşırı iyod alınması nedeniyle zararlı yan etkilere veya hastalıklara neden olmaktadır.

Piyasadaki tuzların iyotlanmasından sonraki üç-dört yıllık sürede kliniğimize veya polikliniklerimize başvuran hastalarda hipertiroidi dediğimiz tiroid bezinin aşırı çalışmasıyla karakterize olan hastalığın (Halk arasında buna zehirli guatr da denmektedir) giderek artan sıklıkla karşımıza çıkmasıdır.

Tiroid bezi az çalışan hastalarda da (Hipotiroidisi olanlarda) iyotlu tuz bu hastalığın daha da şiddetlenmesine neden olmaktadır.

Bu nedenle yemeklerimizde kullanılan tuzun iyotlu veya iyotsuz olması bazı hastalar veya kişiler için büyük önem taşımaktadır.

1) Kimler İyotlu Tuz Yemelidir?

Vücudumuzda boynumuzun ön tarafında bulunan tiroid bezinin yeterli hormon salgılayabilmesi için günlük en az 150 mikrogram iyotun gıdalar ve suyla alınması gerekir. Eğer yeteri kadar iyot alınmazsa guatr hastalığı oluşur.

Guatr hastalığını önlemek için önceden bilinen bir tiroid hastalığı olmayan çocuklar, erişkinler ve gebe kadınlar iyotlu tuz yemelidir. Tiroid hastalığı şüpheniz varsa bunun için bir dahiliye veya endokrinoloji-metabolizma uzmanına başvurunuz ve ona göre hangi tuzu kullanacağınıza karar verilmelidir.

2) Kimler iyotsuz tuz yemelidir?

Nodüler guatrı, Hipertiroidisi (tiroid bezi çok çalışanlar veya zehirli guatrı olanlar), hipotiroidisi (Tiroid Bezi az çalışanlar) olan hastalar özellikle İYOTSUZ TUZ yemelidirler. Bu tür hastalar iyotlu tuz yedikleri takdirde hastalıkları şiddetlenmektedir.

İyotlu tuz yiyen nodüler guatrlı bir hastada alınan iyot, nodülün fazla çalışmasına neden olmakta ve hipertiroidi dediğimiz tiroid bezinin aşırı çalışmasıyla (terleme, çarpıntı, zayıflama, sinirlilik, ellerde titreme ile kendini gösterir) karakterize bir hastalığa neden olmaktadır. Yine anti-TPO antikoru kanlarında yüksek olan hastalar iyotlu tuz yediklerinde tiroid bezinin az çalışmasına neden olmaktadır.

Bu tür hastalığı olanlar da özellikle iyotsuz tuz yemelidirler. İyotsuz tuz, süpermarketlerde veya bakkallarda kendiliğinden tuzluklu bir şekilde satılmaktadır. Bu tuzları bulamayanlar ise kaya tuzu yemelidirler. Ailede bir kişi iyotsuz tuz yiyecekse yemekler tuzsuz pişirilmeli ve herkes kendi tuzunu kullanmalıdır.

KAYNAK: GUATR-TİROİD ENDOKRİN UZMANI, Prof.Dr.Metin Özata

Prof.Dr.Metin Özata Kimdir?

1982 yılında GATA Askeri Tıp Fakültesi'nden birincilikle mezun oldu. 1986 yılında Federal Almanya'nın Wiesbaden şehrinde, USAF Regional Medical Center'da çalıştı. 1990 yılında İç Hastalıkları Uzmanı, 1992 yılında ise Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı oldu. 1992-1993 yılları arasında Chicago Üniversitesi'nde, Prof. Leslie J. DeGroot'un laboratuvarında, tiroid kanserleri ve tiroid hormon rezistansı üzerinde araştırma yaptı. 1994 Nisan ayında yardımcı doçent, 1994 Ekim ayındadoçent, 2003 yılında profesör oldu.

Tiroit hastalıkları, diabet ve obezite üzerine özgün araştırmaları olan Prof. Dr. Özata, dünyada ilk kez, bir Türk ailede şişmanlığa neden olan "Leptin Gen Bozukluğu"nu saptamıştır. Yurtdışındaki saygın tıp dergilerinde yayınlanmış çok sayıda araştırma makaleleri ve kongrelerde sunulmuş birçok tebliği vardır. Davetli konuşmacı olarak da yurtdışında kongrelerde verdiği konferanslar vardır.
 
SIK DÜŞÜK YAPAN KADINLARDA TİROİD


SIK DÜŞÜK YAPAN KADINLARDA TİROİD

Tiroid hastalıkları kadınlarda adet düzenini ve yumurtlamayı bozarak gebe kalmayı önleyebilmektedir.
Çocuk istediği halde gebe kalamayan kadınlarda yapılacak tetkikler TSH, serbest T3, serbest T4 ve anti-TPO antikor düzeyleridir. TSH düzeyi 1.5’dan yüksek olan bu tür kadınlarda tiroid hormon ilacıyla yapılan tedaviler faydalı olmaktadır. Anti-TPO antikoru yüksek olan ancak gebe kalamayan kadınlarda da tiroid hormon ilacı verilebilir. Selenyum desteği de bu kadınlar için faydalı olabilmektedir.
Tiroid hormonları fazla çalışan kadınlarda ise ayrı bir tedavi planı uygulanır.
Gebe kalamayan kadınlarda iyot yetmezliği olup olmadığının da araştırılması gerekir. İyot yetmezliği yumurtlamayı bozabilmektedir.
Tüp bebek yaptırmak isteyen kadınların anti-TPO antikorları yüksekse başarısızlık artmaktadır. Bu hastalarda aspirin veya düşük doz heparin uygulamasının faydalı olduğunu bildiren çalışmalar yayınlanmıştır.
Tiroid bezinin az çalışması veya fazla çalışması kadınlarda adet düzensizliği yapmakta ve gebe kalmayı önlemektedir.
Gebe kalamamak veya kısırlık sorunu kadınlarda genellikle endometriozis denen rahim içini örten tabakanın hastalığı (% 11), rahim tüplerindeki hastalık (% 30) ve yumurtalıkların iyi çalışmaması (% 59) nedeniyle oluşur.
Gebe kalamayan kadınların % 18’inde anti-TPO antikoru kanlarında yüksek olarak bulunur. Buna karşılık endometriozis isimli rahim hastalığı olan kadınlarda ise anti-TPO antikoru % 50’sinde, yani her 2 hastadan birinde yüksek olarak saptanır. Bu antikor yüksekliğinin gebe kalmayı nasıl önlediği tam olarak bilinmemektedir. Bilinen bir mekanizma bu antikorların tiroid bezinin az çalışmasına neden olduğu ve bu nedenle yumurtlamayı bozduğu şeklindedir.
Anti-TPO antikoru yüksek olan kadınlarda ve tiroid bezi az çalışanlarda tüp bebek başarı oranı düşüktür. Bu nedenle bu kadınların tüp bebek işlemi öncesi tedavi edilmeleri gerekir.
Tiroid bezinin az çalışması, adet sıklığını azalmakta ve adetlerde oluşan kanama miktarını artırmaktadır. Çok fazla oluşan adet kanamaları bu hastalıkta oluşan kan pıhtılaşmasındaki azalmaya veya kanın fazla sulanmasına bağlıdır. Hipotiroidisi olan kadınların % 23.4’ünde ise adet düzensizliği vardır.
Tiroid bezi az çalışan kadınlarda cinsel istekte azalma olduğu gibi yumurtlama da bozulur ve gebe kalma şansı azalır. Hafif tiroid bezi yetmezliği olanlar (sadece TSH hormonu yüksek, fakat T3 ve T4 hormonu normal olanlar) gebe kalsalar bile düşük sıklığı fazladır.
Yukarıda belirtilen nedenlerle tüp bebek için başvuracak bayanlar veya kısırlık problemi olan kadınlar mutlaka TSH, T4 ve anti-TPO antikor ölçümlerini yaptırmalıdırlar. Annenin tiroid hormonlarının normal olması özellikle gebeliğin ilk 3 ayında bebeğin beyin gelişimi için çok önemlidir. Bebeğin beyin gelişimi bu ilk 3 ayda anneden göbek kordonu yoluyla gelen tiroid hormonlarına bağlıdır. Annede tiroid hormonları az ise bebeğin beyin gelişimi iyi olmamaktadır. 12nci haftadan sonra bebek kendi tiroid hormonlarını yapmaya başladığından ilk 3 ay büyük önem taşımaktadır.
Annede gebelik başlangıcında mevcut olan tiroid bezi yetmezliği (tiroid hormonlarının az olması) bebeğin zeka seviyesinin (IQ) düşük olmasına neden olmaktadır. Yapılan bilimsel çalışmalar tiroid hormonları düşük bir anneden doğan çocuklarda zeka (IQ) seviyesinin %85’in altında olduğunu göstermiştir. Bu çocukların okul başarıları ve arkadaşlarıyla olan ilişkileri de düşüktür. Bu nedenle hamile kaldığını öğrenen tüm anne adayları vakit geçirmeden tiroid hormon tetkiklerini yaptırmalıdırlar.
Her 100 gebenin 2 veya 3’ünde teşhis edilmemiş tiroid yetmezliği vardır. Bu yetmezlik özellikle kanlarında anti-TPO antikoru yüksek olan gebelerde daha da fazla olup % 15 oranında görülür. Bu nedenle gebe kalmadan önce kanınızda anti-TPO antikoru yüksek ise gebelikte tiroid hormon yetmezliğine girme ihtimaliniz artıyor demektir.
Gebelik döneminde iyot eksikliği olan kadınlarda da tiroid hormonlarında azalma oluşmaktadır. Bu nedenle gebelik süresince iyotlu tuz yemek çok önemlidir.
Önceden tiroid yetmezliğiniz varsa kullandığınız Levotiroksin ilacının dozunu hamile kaldığınızı öğrenince ayarlamak için Endokrinoloji uzmanı bir doktora giderek tetkiklerinizi yaptırın ve onun takibine girin.
Tiroid yetmezliği olan gebelerde düşük riskinin arttığını da unutmayın. Tiroid bezi az çalışan kadınlarda düşük sayısının gebeliğin 4 ile 6. ayları arasındaki dönemde dört kat daha fazla olduğu saptanmıştır.
Tiroid yetmezliği saptanan gebelerde tedavi çok kolaydır. Kullanacağınız Levotiroksin ilacı hormonlarınızı hemen düzeltir.
Bebeğin zeka gelişimini etkileyen önemli diğer bir durum annenin yeteri kadar iyot alıp almamasıdır. Gebelik ve emzirme dönemindeki iyot yetmezliği bebeklerde zeka geriliği yapmaktadır. Gebe ve emziren kadınlar iyot ihtiyacını iyotlu tuz yiyerek veya iyot içeren multivitaminler alarak karşılayabilirler. Bir gebenin günde 200 mikrogram iyot alması gerekir. Bu miktardaki iyot multivitamin ilaçlarda bulunan iyot ile sağlanabilir. Emziren kadınlarda ise günde 290 mikrogram iyot alınması gerekir.

KAYNAK: GUATR-TİROİD ENDOKRİN UZMANI, Prof.Dr.Metin Özata
 
KİLO VEREMEME VE TİROİD İLİŞKİSİ


KİLO VEREMEME VE TİROİD İLİŞKİSİ
Tiroid yetmezliği metabolizmayı yavaşlatan ve bu nedenle kişilerde önceki kilolarına göre %15-30 oranında kilo alınmasına neden olan bir hastalıktır. Bu nedenle tiroid bezi yetmezliği tedavi edilmeden kilo vermek çok zordur. Tiroid hormon ilaçları ile hastaların çoğunda tedaviyle birlikte kilo verme oluşursa da hastaların % 17’si kilo veremez. Özellikle menopozdaki kadınlarda bu durum daha sık görülür. Hem menopoz hem de tiroid yetmezliği kilo vermeyi engeller.
Tiroid bezi yetmezliği olmadığı halde kilo vermeye çalışan kişilerde belirli bir kilo verdikten sonra kilo kaybının azaldığı veya durduğu bir dönem oluşur. Bu durum vücudun kendini koruma mekanizmasıdır. Vücudumuz daha fazla kilo verilmesine direnç göstermeye başlar. Bu direnç tiroid hormonlarının azalmasıyla olabildiği gibi bazı başka hormonların salınmasının artması ile de oluşur. Kalori alımı yani yenilen gıda alımı azaldıkça vücudumuzda bulunan T4 hormonunun T3 hormonuna dönüşümü azalır ve sonuçta hücrelere giren ve etkili olan T3 azaldıkça metabolizmamız yavaşlar ve kilo veremeyiz.
Kalori alımı azaldıkça yani diyet yaparken az yemek yedikçe vücudumuzdaki yağlardan salgılanan Leptin isimli hormon kanda azalır. Azalan leptin hormonu ise beyindeki iştah merkezini uyararak iştahı artırır ve gıda alınmasını sağlar.
Kilo vermeyi engelleyen hormonlardan birisi Ghrelin hormonudur. Bu hormon mideden salgılanmakta ve kana karışarak beyine ulaşıp yemek yemeyi artırmaktadır. Kilo vermek için diyet yaparken bu hormon kanda artmakta ve daha fazla kilo verilmesini engellemektedir. Bu hormonun salgılanmasını önleyecek bir ilaç ise henüz yoktur.
Bazı minerallerin eksiklikleri de kilo vermeyi engeller. Manganez, krom çinko, kalsiyum ve magnezyum eksikliği özellikle çok önemlidir. Bu minerallerde saptanan eksikliklerin tedaviyle düzeltilmelidir.
T4 hormonunun T3’e dönüşmesinde selenyum minerali de etkili olduğundan kilo veremeyen kişilerde selenyum eksikliği olup olmadığına bakılması gerekir. Selenyum eksikliği varsa bu eksiklik giderilir. Ayrıca çinko, demir, bakır mineralleri de T4’ün T3’e dönüşümünde etkilidir. Bu minerallerde eksiklik olup olmadığına da bakılması gerekir.
Omega-3 alımını artırmak kilo vermede faydalı olabilir. Omega-3 yağ asitleri tiroid hormonlarının hücrelerdeki etkisini artırmaktadır.
Kanda insülin hormonu yüksek ise kilo vermede sıkıntılar oluşur. İnsülin yüksekliğini azaltmanın önemli bir yolu şeker yükü yüksek olan karbonhidratları yememektir. Beyaz ekmek, şeker, makarna, patates, kek, tatlı, çikolata gibi şeker yükü fazla gıdalar insülin hormonunu kanda iyice artırarak kilo vermenizi önler. Bu gıdalar yerine tam buğday unundan yapılmış ekmek (köylü ekmeği gibi), kepekli makarna, nohut, kuru fasulye, mercimek, bezelye, sebze ve meyvelerle beslenmek gerekir.
Tiroid yetmezliği olan hastalarda metabolizma yavaşladığından alınan karbonhidratların (unlu, şekerli gıdaların) sindirilmesi veya parçalanması ve kandaki şekerin hücrelere girmesi zorlaşır. Bu nedenle vücut daha fazla insülin salgılayarak kan şekerini düşürmeye çalışır. İnsülin arttıkça da iştahta artma ve kilo alma oluşur. İnsülin hormonundaki yükselmeler gün içinde kan şekerinde düşme yaptığı için de yorgunluk, baş dönmesi, bitkinlik, öfkelenme, birden sinirlenme, bağırma ve açlık hissi oluşur. Sizde bu belirtiler varsa kan şekerinizde düşmeler oluyor demektir. Bunu anlamak için 3-4 saatlik şeker yükleme testi yaptırmanız gerekir.
Stresli kişilerde stres hormonu dediğimiz kortizol artmaya başlar ve artan kortizol hormonu da kan şekerini yükseltir.
Yukarıda söz edilen faktörler hipotiroidili bir hastada kilo almaya, kan şekerinde düşmelere neden olur. Eğer kilo veremezseniz ileride bu defa şeker hastalığı gelişir.
Bu nedenle karbonhidrat ve yağdan fakir bir beslenme ile ve egzersiz yaparak kilo vermeyi denemelisiniz.
İyi beslenmenize ve egzersiz yapmamıza rağmen zayıflayamıyorsanız doktorunuz size bazı ilaçlar verecektir. Bu ilaçlar zayıflamanıza yardımcı olur.
Hipotiroidili hastalarda selenyum desteği almak T4 hormonunun T3’e dönüşümünü artırarak dokulardaki tiroid azlığını veya metabolizma yavaşlamasını artırmaya faydalı olabilir. Bu nedenle selenyum ölçümü yaptırınız. Eksiklik varsa doktorunuz size selenyum desteği için ilaç verecektir.
Kilo veremeyen tiroid yetmezlikli hastalarda T4 ve T3 ilaçlarını birlikte almak bazen faydalı olabilir. TSH hormonunu 1.5-2.5 arasında tutacak şekilde doktorunuz bu ilaçları ayarlayacaktır.
Yukarıdaki önlemlere rağmen kilo veremeyen kişilerde altta yatan diğer nedenleri araştırmak gerekir. Bunlar insülin direnci, reaktif hipoglisemi, depresyon, stres, uyku bozuklukları, bazı mineral ve vitamin eksikleri ve gıda allerjileri olabilir. Özellikle selenyum, çinko, ve demir eksikliği varsa bunların tedavisi kilo vermeniz açısından çok önemlidir.

KAYNAK: GUATR-TİROİD ENDOKRİN UZMANI, Prof.Dr.Metin Özata

http://www.metinozata.com/
 
Tiroid Hastalarında Beslenme
Tiroidi hastaları beslenirken nelere dikkat etmeli? Estethica Diyetisyenlerinden Elif Küçük bu yazısında tiroidi hastalarına tavsiyelerde bulunuyor.



Tiroid bezi bir endokrin bezdir. Tiroid bezinden T3 ve T4 isimli 2 hormon salgılanır. Bu hormonlar vücudumuzda metabolizmamızı düzenler ve metabolizma hızını kontrol eder. Hormonlar çok salgılanırsa; metabolizma hızlanır, kalp hızı artar, kilo kaybı oluşur ve buna hipertiroidi denir. Hormonlar az salgılanırsa ise; metabolizma yavaşlar, kalp hızı yavaşlar, kilo artışı olur ve buna da hipotiroidi denir.

Tiroid hastaları doktor kontolünde ilaç kullanımının dışında yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıklarına da dikkat edilmesi gerekmektedir. Ülkemizde yaygın olarak görülen hiporitodi hastalığı beslenme açısından da önemli bir hastalıktır.

Hipotriodi Hastalarında Beslenme İpuçları;

  • Öncelikli olarak olarak; kişinin kan bulguları, yaş, boy ve ağırlığına bağlı olarak alması gereken kaloriliyi dengeli olarak öğünlerinde tüketmesi gerekir.
  • Omega-3 kaynağı balık haftada en az 2 kez tüketimi tiroid fonksiyonlarını olumlu etki yarattığı bilinmektedir.
  • Sebze ve meyve ile yeteri kadar A, C ve E vitamini gibi antioksidan vitaminleri alanlarda tiroid kanseri daha az görüldüğünden bol sebze ve meyve yenmelidir.
  • Lif oranında ve B vitamini açısından zengin olan tam tahıllı ürünler tüketmeye özen gösterin. Tam buğday ekmeği, kepekli makarna, kepekli pirinç gibi…
  • Ayrıca lif yönünden zengin ve bitkisel protein olan kurubaklagilleri de beslenme planınızda haftada 1 kez mutlaka yer verin.
  • Diyetinizle, ihtiyacınıza uygun, yeterli düzeylerde iyot (iyotlu tuz, deniz ürünleri) almaya özen gösterin.
  • Hindistan cevizi, balık ve keten tohumu tiroid bezinizin daha iyi çalışmasını sağlar.
  • Kafein, alkol, sigara ve şeker tiroid bezi için zararlıdır. Bunların az tüketilmesi gerekir.
  • Çinko eksikliğinde de tiroid hormon metabolizması bozulur. Bu nedenle çinkodan zengin olan peynir, sığır eti, kepekli ekmek, tavuk, yumurta sarısı, süt ve süt ürünleri, balık, patates, ceviz, badem, tam tahıllar, kuru fasulye, lahana, ay çekirdeği ve kuzu eti gibi gıdalarla beslenmek tiroid sağlığımız için gereklidir.
  • Tiroid hormonu için önemli olan selenyum seviyesi dengede tutmak için selenyumdan zengin besinler tüketin. Selenyum kaynakları; Ceviz, et, sakatatlar, balık ve kabuklu deniz ürünleri, kepekli unlar, süt ürünleri, sebze ve meyveler ve yumurta… Selenyum eksikliğinde vücutta E vitamini azalır ve tiroid bezi iltihabı daha sık görülür. Bu nedenle selenyum ve E vitamini birlikte vermek daha faydalıdır.
  • E vitamininde zengin besin olan; bitkisel yağlar, zeytinyağı, mısırözü yağı, ayçiçek yağı, buğday tohumu, baklagiller, yeşil yapraklı sebzeler, soya fasulyesi, keten tohumu, badem, fındık, kabak çekirdeği de iyodun emilimini arttırır.
  • Tiroid hormonlarının çalışmasını azaltan yiyecekleri (guatrojenik besinler) aşırı almamalısınız. Brokoli, turp, brüksel lahanası, lahana, karnabahar, hardal, kırmızı turp ve şalgam guatrojenik besinlerdir. Guatrojen maddeler pişirilince azalacağı için, pişmiş olarak tüketilmesi daha faydalıdır.
  • Düzenli egzersiz yapın. Unutmayın ki egzersiz, tirod bezinin salgısını dengeler. Metabolizma yavaş çalışıyor iken egzersizle ve kas kütlesinin artırımıyla metabolizma hızı artırılabilir.
Diyetisyen Elif Küçük

Kaynak: Prof Dr Metin Ozata, 99 Sayfada Tiroid Hastaliklari, İş Bankası Yayını, 2008
 
Benim kimyasallar bundan olmuş olabilir. Ama Türk sağlık sisteminde artık hasta doktoru yönlediriyor neredeyse. Bakmıyorlar adam gibi.
 
ALTIN KARIŞIM

kanserin dunya genelinde gorulme sıklıgını arastiran uzmanlar (ferlay et al) hintlilerin amerikali akranlarina gore 5 kat daha az meme, 8 kat daha az akciger, 9 kat daha az kolon, 50 kat daha az prostat kanserine yakalandiklarini gormus. hintilerin yasam standarti ve cevreleri itibariyle daha fazla kanserojene maruz kaldiklari dusunuldugunde bu oranlarin nasil olustugu yeni bilimsel arastirmalara neden olmus.

buna sebep olan yegane seyin zerdacal icerisindeki “curcumin” maddesi oldugu gorulmus (kendileri de arastirmak isteyenler icin: carter; aggarwal; mehta; cheng; gao et al). dunyada enflamasyona karsi en guclu madde oldugu kabul edilen curcuminin kolon, prostat, rahim, meme ve beyin kanserlerinin buyumesini engelledigi, tumorleri besleyen kan damari olusumunu (angiogenesis) durdurdugu, yuksek dozda kimyasal kanserojene maruz birakilan farelerde cesitli kanserlerin olusumunu engelledigi gorulmus. 2005’te farelerde kemoterapiye cevap vermeyen meme kanseri tumorlerinde curcuminin etkili oldugu gorulmus, kanserin yayilmasi buyuk olcude engellenmis. peki buna benzer yuzlerce calismadan kansere ve kanser yaninda onlarca hastaliga neden olan enflamasyona karsi inanilmaz etkili oldugu tartisma goturmeyen curcumin’i nasil kullanmaliyiz?

tek basina vucuda alindiginda neredeyse etkisiz olan zerdacalin anti-kanser ve anti-enflamasyon ozelliklerini gosterebilmesi icin 2 kural var:

  • karabiberle beraber tuketmek: karabiber iceriginde piperine curcumin etkisini 2000 katina cikariyor.
  • vucut tarafindan emilimini saglamak icin yagli birseylerle tuketmek.


resimdeki tarif tam olarak buna yariyor. cam bir kavanoza 2 tepeleme yk zerdecal, 2 tepeleme yk karabiber ve uzerine 1 su bardagi sizma zeytinyagi eklenir, iyice karistirilir. salata, zeytinyagli, kefir, kemik suyu, sogus ve daha akliniza ne gelirse herseyin uzerine gunde mumkunse 2 kasik eklenir, kanserden korunmak icin buyuk bir adim atilir. yaparsaniz tagleyin lutfen ve gercekten de lutfen yapin, hastaliklarin onlemi ve ilaci dogada, ulasmak da bizim elimizde…

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/12680238: “All of these studies suggest that curcumin has enormous potential in the prevention and therapy of cancer.”

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/9215611: “Overall our results suggest that curcumin is a potent antiproliferative agent for breast tumor cells and may have potential as an anticancer agent.”

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3055228/: “As a natural product, curcumin is both non-toxic as well as diversified in its inhibitory effects on a multitude of pathways involved in carcinogenesis and tumor formation.”

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/11712783: ” Our results also suggest a biologic effect of curcumin in the chemoprevention of cancer.”

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/16416600: “These results define a potential use of curcumin to sensitize glioma cells for TRAIL-mediated immunotherapy.”
 
Onlarda da DNA bozuklukları olabılıyor.hatta en cok hındıstanda goruluyor.agac adam sendromu gıbı..yıne de bu hatırlatmanın ustune bugun sureklı az sonra dedıgım zerdecalımı yedım.
 
Onlarda da DNA bozuklukları olabılıyor.hatta en cok hındıstanda goruluyor.agac adam sendromu gıbı..yıne de bu hatırlatmanın ustune bugun sureklı az sonra dedıgım zerdecalımı yedım.
Adamlar zaten bir değişik yaşıyor. Yazıda da zaten "hintilerin yasam standarti ve cevreleri itibariyle daha fazla kanserojene maruz kaldiklari dusunuldugunde bu oranlarin nasil olustugu yeni bilimsel arastirmalara neden olmus." diye belirtmiş. Belki çok daha fazla çeşit rahatsızlık da görülebilir bu tip standartlarda ama çok çeşitli ve bol baharatlı yiyecekler tüketmeleri, inanç sistemlerinde ki farklılık (bir yakınımız öldüğünde biz kahrolurken onlarda bu tip tepkiler olmuyor inanış ve algı farklı çünkü) onları koruyor olabilir tıpkı kanser konusunda zerdeçal örneğinde olduğu gibi.
Şifa olsun...
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…