Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.

Dr.Ümit Aktaş'ın "İLAÇSIZ YAŞAM" adlı kitabındaki maden suyu ile ilgili bilgi aşağıdaki gibi.



Ayrıca florür için de ; Diş macunları, gargaralar, bir takım hazır gıdalar, antibiyotikler ve dahası şebeke suyunda karşımıza çıkan florür(fluoride) aslında alüminyum imalat ve nükleer sanayinin atık ürünü olan ‘sodyum florür’den başka bir şey değildir. devamına ait bilgi linkte mevcut . http://www.buketkaptan.com/florur-olumune-mi-iciyoruz/#sthash.vjsAJ7s3.dpbs

Hindistancevizi yağı; antibakteriyel, antimikrobiyal özelliklere sahiptir. Çalışmalar hindistan cevizi yağının diş çürümesine neden olan bakterileri yok ettiğini göstermiştir.

Bir kaşık Hindistan cevizi yağı ile dişlerinizi temizlemek ve diş fırçalama; diş çürüğü önlemede şaşırtıcı etkisi oldugu gözlenmiştir.

Araştırma İrlanda merkezli bilim adamları doğal etkilerini incelemiş.
kaynak ; http://complete-health-and-happiness.com/new-study-coconut-oil-better-toothpase/
 
Florür: Ölümüne mi içiyoruz?
30 March 2013
Diş macunları, gargaralar, bir takım hazır gıdalar, antibiyotikler ve dahası şebeke suyunda karşımıza çıkan florür(fluoride) aslında alüminyum imalat ve nükleer sanayinin atık ürünü olan ‘sodyum florür’den başka bir şey değildir.

Yenilebilir, organik bir çeşit çözünmeyen tuz olan ve hem kemik hem de dişlerimizi güçlendiren kalsiyum flora fosfat ile akalası yoktur. İsim benzerliği sadece bildiğiniz zehiri allayıp pullayıp çocuklarımızın diş macunlarına kadar sokanların işine yaramıştır. Sodyum Florürü üreten firmalar öyle kuvvetli lobi çalışmaları yapmışlardır ki günümüzde pediyatrik hekimler 9 aylık bebeklere dahi sodyum florür damlası reçete eder hale gelmişlerdir.

Sodyum Florür suda çözülen bir zehirdir. Renksiz, kokusuz ve tatsız olması sebebiyle de fare ve haşere zehirinde kullanılan ve hatta panzehiri olmayan bir zehirdir. Sodyum Florür diş macunundan ve şebeke suyundan başka nerelerde kullanılır diye merak ediyor olursanız: Sarin sinir gazı, Anti-Depresan Prozak benzeri pek çok psikiyatrik ve uyuşturucu etkisi olan ilaçlarda karşımıza çıkmaktadır.

Düşünüyorum da, Sodyum Florür’ün gerçekte bir zehir olduğunu bilse acaba kaç ebeveyn minicik çocuğuna ‘diş çürüklerini’ önleyeceği safsatasına inanıp bu maddeyi verir? Yapılan bağımsız araştırmalar artık gerçekleri ortaya koymaktadır. Örneğin Dr. J. Yiamouyiannis 40.000 çocuktan iki senede toplanan ham verileri incelemiş ve sodyum florürün diş çürümelerine karşı bir başarı SAĞLAMADIĞI sonucuna varmıştır.1

Tüm yaş grupları içinde hiç şüphesiz bebekler florür toksisitesine en açık olanlardır. Kiloca küçük oldukları için aynı miktardaki sudan, bir yetişkine kıyasla (kilo başına) % 400 daha fazla florür almış olurlar. Bebekler, daha fazla florüre maruz kaldıkları yetmezmiş gibi bir de yetişkinlere göre böbreklerindeki florürü dışa atmakta da daha az donanımlıdırlar. Sağlıklı bir yetişkin sindirim yoluyla sodyum florürün % 50’sini dışarı atabilmekte iken bu miktar bebeklerde maalesef sadece %15-%20’lerdedir. Bebeklerine sodium florür damlaları veren, ya da anne sütü yerine florürlü sularla hazırlanan bebek mamalarıyla bebeklerini besleyenlerin bu gerçekleri bilmeye hakkı yok mu sizce? Sodyum Florür’ün zararlarını araştırıp, teyid eden pek çok araştırma yapılmış ve sudaki florür seviyesi arttıkça florosiz hastalığının da doğru oranda arttığı şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispatlanmıştır.2


Orta derecede Florosiz vakası

Bütün holistik sağlıkçıların ve önleyici hekimlerin de üzerinde hemfikir olduğu konu artık, Sodyum Florür’ün kümülatif bir toksin olduğudur. Bu toksik birikim elbette zamanla çok daha büyük sağlık sorunlarına dönüşebilir. Dişlerdeki florosiz estetik bir rahatsızlık gibi görünüp sizi çok ürkütmeyebilir ancak kemiklerinize de aynı etkisinin olabileceğini gözardı etmeyin. Eklem ağrıları, kireçlenme, iskelet florosizi aslında birer florür birikimi ve toksitidesi sonucu olabilir.

Bugün bilimsel araştırmaları okuyup incelediğinizde florür birikiminin yol açtığı pek çok muhtemel hastalık ya da sağlık sorununu kendiniz de görebilirsiniz. Nedir bu sorunlardan bazıları : Düşük IQ seviyesi,Dr. Phyllis 1995 yılında yaptığı bir çalışma sonucu florürün çocukların IQ seviyesinin düşmesinde etken olduğuna inanmaktadır. 3 Kireçlenme, Bunama, Kas Rahatsızlıkları, Kemik Sorunları ve Hassasiyeti, Bozuk Tiroid fonksiyonları, kurşun emilimini artışı, ciddi göz bozuklukları ve daha belki de henüz ispatlanmamış başkaca hastalıklar.

Florür kullanmayı durduran bazı ülkelere ait veriler:

  • Japonya’da 1970’lerden beri sularda florür yok denecek seviyededir ve yine artan şeker tüketimlerine rağmen diş çürüklerinde azalma var.
  • Küba’ da 1990’dan beri şebeke suyuna florür EKLENMEMEKTEDİR ve 1997 Mart’ında yapılan ölçüme göre diş çürükleri ciddi oranda AZALMIŞIR.
  • Hollanda’da Tiel şehrinde 1973’de sulara florür eklenmesi durdurulmuştur ve 1993’de yapılan araştırma diş çürüklerinde azalma göstermiştir.
Ayrıca unutulmaması gerekir ki şebeke suyuna florür kattığınız zaman kimin ne kadar florüre maruz kaldığını da asla kontrol edemez hale geliyorsunuz. Kimi insan günde 1 bardak su içer kimisi 10 bardak içer.. o zaman kim ne kadar florür alıyor nasıl bilinebilir? Kaldı ki florür artık o kadar beklenmedik yerlerde karşımıza çıkıyor ki, kullandığınız tavadan tutun da içtiğiniz ilaca kadar vücudumuza yükledikçe yüklüyoruz bu toksik maddeyi

Diş çürüklerini önlemenin zehirli su içmekten ya da diş macununa mikrop öldürecek diye zehir eklemekten çok daha doğal ve sağlığınızı tehdit etmeyecek yöntemleri var elbet. Neden kimse bunlardan bahsetmiyor anlamak mümkün değil ama ben bu konuda payıma düşeni yapayım istedim ve evde hazırlanabilecek bir kaç alternatif diş temizleme karışımı tarifi vermeyi görev bildim. Bu linkten tariflere ulaşabilirsiniz.

Özetle diş çürüklerini tedavi etmek için ya da önlemek için florürlü su içmek ya da florürlü diş macunu kullanmak senelerdir inandırıldığımız kadar da etkili bir yöntem değil. Florürün
varsa bile olumlu etkisi, birikiminin yarattığı sağlık sorunları çürütülmeye başlanmış olumlu etkisini gölgede bırakacak kadar çoktur. Diş ve kemik sağlığı için öncelikle sağlıklı doğal beslendiğinizden emin olun. Unutmayın sağlık besinlerinizle başlar. Ağız hijneyini de ihmal etmez iseniz zaten sabah akşam florürlü su içip vucudunuzda zehir biriktirmenize gerek kalmaz. Halkı sağlıklı beslenmek ve ağız hijyeni konusunda bilinçlendirip eğitmek yerine ‘iyisi mi suya zehir koyalım sorun çözülsün’ tarzında bir yaklaşım sağduyu sahibi herkesi elbette rahatsız eder. Elbette zamanla daha fazla insan şu soruları soracaktır: bu florürü kim üretir, kim pazarlar, kim belediyelere bu zehiri hangi ‘ikna edici’ kabiliyetleriyle satabilir?

Siz siz olun, sağlığınızı kendi ellerinize alın. En kıymetli hazineniz sağlıkla aldığınız nefestir ve bence sağlığınızı politik malzeme yapmamak için bireysel olarak elinizden ne geliyorsa yapın.

Referanslar

1-. Yiamouyiannis, J.A. “Water Fluoridation and Tooth Decay: Results from the 1986-87 National Survey of U.S. Schoolchildren”, Fluoride, 23, 55-67, 1990

2-Prevalence of dental fluorosis in relation with different fluoride levels in drinking water among school going children in Sarada tehsil of Udaipur district, Rajasthan. Sarvaiya BU, Bhayya D, Arora R, Mehta DN.

3-“Neurotoxicity of Sodium Fluoride in Rats”, Mullenix, P.Neurotoxicology and Teratology, 17 (2), 1995).

- See more at: http://www.buketkaptan.com/florur-olumune-mi-iciyoruz/#sthash.vjsAJ7s3.bRuZbdJK.dpuf

Alıntı
Buket Kaptan | Holistik Sağlık
 
DİŞLERİNİZİ KURŞUNLA FIRÇALAR MIYDINIZ ?
NEDEN ÖYLEYSE FLORÜR KULLANIYORSUNUZ ?
FLORÜR KURŞUNDAN DAHA FAZLA ZEHİRLİ, ARSENİKTEN DAHA AZ ZEHİRLİDİR



FLORÜR KURŞUNDAN DAHA FAZLA ZEHİRLİ, ARSENİKTEN DAHA AZ ZEHİRLİDİR

1) Nörotoksik (sinir hücreleri üzerine toksik etki gösteren sinir hücrelerini tahrip eden) ve IQ’yu azaltan bir etkiye sahip. 1995 yılında Dr. Phyllis Mullenix’in hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerle bu durum ispatlanmıştır. Yine 1998 yılında farelerüzerinde yapılan deneyler sonucunda, sularında 1ppm sodyum florür (NaF) bulunan farelerin Alzheimer benzeri hafıza rahatsızlıklarına yakalandıkları gözlemlenmiştir.

2) Kansere yol açıyor; New Jersey sağlık bakanlığı yaptığı araştırmada suyun florürlendiği bölgelerdeki erkek çocuklarında kemik kanserinin 2 ile 7 kat arası daha fazla olduğunu tespit etti. Ayrıca florürün rahim kanseri riskini arttırdığına dair ciddi çalışmalar da bulunmaktadır.

3) Doğum kusurları ve fetüs ölümlerine yol açıyor; İngiliz toksikologların yapmış olduğu araştırmaya göre su florürlemesi bulunan alanlarda, bulunmayan komşularına göre fetüs ölümlerinin %15 daha fazla olduğu gözlemlenmiştir. Su florürlemesi yapılan bölge, yapılmayan komşu bölgesine göre daha yüksek sosyo-ekonomik seviyededir ve fetüs ölümlerinin daha az olması beklenmektedir.

4) Etkisizliği kanıtlanmış; sudaki ve diğer ürünlerdeki florür alaşımları herhangi bir kayda değer diş çürümesine karşı koruma sağlamıyor. Bu konudaki tüm geniş ölçekli çalışmalar hiç bir pozitif etkinin bulunmadığını göstermiştir.

5) Bağışıklık sistemine zarar veriyor; bağımsız araştırmalar göstermektedir ki, florür bağışıklık sisteminin fonksiyonlarına da zarar vermektedir. Amerika’da 1960’lar ve 1970’lerden itibaren sulara florür alaşımları eklenmektedir. Şu anda bu jenerasyona ait kişilerde bağışıklık sistemi hastalıkları baskın oranlarda görülmektedir.

6) Suya katılan florür alaşımları sıklıkla kurşun, arsenik ve radyonüklidlerle kirlenmiştir. Bunun sebebi de florür alaşımlarının toksik atıkların yan ürünü olmasından kaynaklanır ve bir çoğu suni gübre tesislerinin atık temizleme ünitelerinden gelmektedir. 2000 yılında yayınlanmış bir çalışmada ise suya florür alaşımları katmanın çocuklarda kandaki kurşun seviyesinin yükselmesine sebep olduğu gösterilmiştir.

7) 2000 ve 2001 yıllarında yapılmış bir çok araştırmada florürün eklem iltihapları ve stres kırıkları gibi birçok kemik rahatsızlığına sebep olduğu vurgulanmıştır. Yukarıda yazmış olduklarım komplo teorileri değil, konu hakkındaki bilimsel makalelerden alınmış bilgilerdir. Fazla uzatmamak adına daha fazla yazmadım fakat florürün zehirlenmelere sebep olduğu, kilit ezimleri inhibe ettiği, tiroit fonksiyonlarını durdurduğu gibi konularda da makaleler mevcut. Ayrıca bir çok belki bizim de yaşadığımız ve neden kaynaklı olduğunu bilemediğimiz kronik baş ağrıları, mide krampları, güçsüzlük ve halsizlik gibi etkilerinden de bahsediliyor. Özellikle yurtdışında bağımsız birçok araştırmacı, organizasyon, sağlık uzmanı ve dişçi insanları florür eklenmiş su ve diş macunundan uzak durmaları için uyarıyor. Çocukların florürün oluşturduğu nörolojik kirliliğe daha duyarlı olmasından dolayı özellikle dikkat edilmesi gerektiğinin altını çiziyorlar. Organik olmayan meyve sularındaki tarım ilacı çözünmez atıklarının da ciddi oranda florür içerdiğine de dikkat çekiyorlar. Türkiye’de yapılan araştırmalara örnek olarak;

Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ)’nde yapılan araştırmada, içme sularındaki yüksek dozlu flor elementinin üreme sistemini ciddi tahrip ettiği belirlendi.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Tamer Mungan, 2 yıl önce yaptıkları ‘içme sularında florun üreme sistemleri üzerine etkileri’ konulu araştırmada, öncelikle Isparta ve yöresindeki içme sularını analiz ettiklerini, flor düzeyinin standardın 2-3 kat üzerinde çıkması üzerine çalışmayı yapmaya karar verdiklerini anlattı.

Mungan, fareler üzerinde yaptıkları deneyde; uygun tekniklerle farelere yüksek dozlu florlu su içirdiklerini belirli bir süre sonra çiftleştirilen bu hayvanların üreme sistemlerinde tahribatlar meydana geldiğini ve rahimde hücrenin tutulmasını sağlayan doku tabakasının tahrip edildiğini gözlemlediklerini kaydetti.

Mungan, şunları söyledi: “Hamilelikte ilk 4-5 günde hücre rahime giderek yapışır ve buna zemin hazırlayan bir tabaka, bir doku vardır. Embriyoların yerleştiği bu dokunun tahrip olduğu ve hücre yapışmasının sağlanamadığı görüldü. Yani yüksek florun insan üreme sisteminde de rahim içi dokuları zedeleyerek tahrip ettiği söylenebilir.”

Mungan, insanların üreme sistemlerinde çevre, gıda gibi faktörlerle birlikte yüksek dozlu florun içme suyunun etkisinin olduğunun ispatlandığını belirtti.

Bu çalışmanın oldukça önemli olduğunu ifade eden Mungan, “Suyun içindeki bir takım küçük elementler genellik önemsenmez. Ancak, sadece florun neler yaptığı ortada. Burada bizim yaptığımız bilimsel bir tespittir. Biz sorunu tespit ederek ortaya koymuşuz. Yetkililerin bunu dikkate alarak vakit kaybeden çözüm sağlamaların gerekiyor.” diye konuştu.

Bir süre önce Isparta Sağlık İl Müdürlüğü’nün yaptığı analizlerde flor oranı standartların 2 katı kadar yüksek çıkmıştı. Okullardaki diş taramalarında ise içme suyuna bağlı olarak öğrencilerin diş ve çene yapısında bozukluklar tespit edilmişti.

Buraya kadar anlattıklarım işin bilimsel kısmıydı diyebiliriz. Komplo teorisyenlerine baktığımız zaman çok daha çarpıcı iddialarla karşılaşıyoruz. İlk olarak şundan bahsetmek gerekiyor, florür bir isim hatasıdır, periyodik tabloda florür diye bir element bulunmamaktadır. Asıl bahsedilen flüor gazıdır (F işaret ile bilinen atom no: 9 ve atom ağırlığı: 19.00 olan kimyasal element).

Flüor alüminyum üretimi ve nükleer endüstride kullanılan bir gazdır ve kullanımından yan ürün olarak sodyum florür (NaF) elde edilir. Sodyum florür öncelikli olarak fare ve böcek zehiri üretiminde kullanılmaktadır ve birçok diş macununun aktif bileşenidir. Ayrıca sodyum florür Prozac’ın (Fluoxetene Hydrochloride) ve Sarin sinir gazının (Isopropyl-Methyl-Phosphoryl Fluoride) temel bileşenlerindendir.

(Sarin’i Japonya’da metro istasyonuna yapılan terörist saldırıdan hatırlayabilirsiniz). Alüminyum ve nükleer endüstrilerinden elde edilen bu zehirli atığın depolanması oldukça güçtür. Denizlerin dibine depolandığında milyonlarca balığın ve deniz canlısının ölümüne neden olmakta, eğer toprağa depolanırsa nehirlere ve yeraltı sularına karışmakta ve toprağı zehirlemektedir. Metali yeme özelliği de bulunduğu için sodyum flurürün depolanması için üretilen konteynırlar oldukça pahalıya mal olmaktadır.

Sodyum florürün suya ve diş macunlarına eklenmesi ile bu endüstriler tehlikeli atıklarını elden çıkarmakla kalmadılar aynı zamanda bu işten para kazandılar. Florürün ne kadar çok hayatımıza girdiğine ve hangi üründe ne miktarda kullanıldığına şuradan bakabilirsiniz.

Bir diğer teori de Sodyum florürün ilk ortaya çıkması ve kullanımı ile ilgilidir. Bu konuda bazı yazarlar sodyum florürün ilk amaçlı olarak içme sularına eklenmesini Nazi Almanyası’na dayandırmaktalar. Nazi Almanyasın’daki esir kamplarında sulara sodyum florür eklendiğini belirtmekteler. Gestapo’nun insanların diş sağlığı ile ilgilenmediği çok açıktır, o zaman suya neden sodyum florür ekliyor olabilirler?
Amaçları kitle ilaçlaması yaparak insanları sakin, uyuşuk ve teslim olmuş bir hale getirmekti (Referans: The Crime and Punishment of I.G. Farben Joseph Borkin)

2. dünya savaşı sonrası, florür deneyleri içerisinde yer alan alman I.G. Farben şirketi, ABD ile ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. CIA’de, nazilerin kitlesel denetim deneylerinin sonuçlarını öğrenmeye çalışır ve bilgi toplar. Alman şirketi Farben’e, CIA ajanı Amerikalı bir danışman atanır. O sırada CIA’in başında, bu kurumun efsanevi kurucusu Dulles vardır. Dulles’in yanında Dr. Estabrooks, danışman olarak çalışmaya başlamıştır.

Dr. Estabrooks, colgate yönetim kurulu başkanı ve aynı zamanda CIA başkan danışmanı, New York Hamilton üniversitesi psikoloji bölüm başkanı ve ABD hükümetinin hipnotizma ve davranış psikolojisi danışmanıdır. Böylelikle Colgate florürlü diş macunu üretir. ABD halkı, içme sularının sağlıklı olması için, bu sulara sodyum florür katılması için izin vermeye ikna edilir.

Bunlar ve buna benzer komplo teorileri tüm dünyada son yıllarda ciddi şekilde konuşuluyor. Sodyum florür gibi bir zehirli atıktan masrafsız kurtularak aynı zamanda da kitle hipnozu gerçekşeltirip insanları teslim olmuş kölelere çevirmek bir taşla iki kuş atasözümüzü hatırlatıyor. Bu konuyu burada bitiriyorum fakat özellikle yurtdışında halkı bilinçlendirmek adına bir çok sivil kuruluşun mücadale ettiğini bilmenizi isterim. Bir sonraki yazımda kitlesel ikna yöntemleri üzerinde bir miktar durmak istiyorum. Bu konuda özellikle yazmamı istediğiniz veya fikir ürettiğiniz şeyler varsa paylaşmaktan çekinmeyin, dikkate alınacaktır.

#Florür
#SodyumFlorür
#DişMacunu
#Kanser

KAYNAK: http://kingtaz.tumblr.com/#sthash.FAhih40I.dpuf

Diş Macunundaki Tehlike

Uzmanlar çocukların diş macununu yutmasının tehlikesine dikkat çekti.

http://www.trthaber.com/haber/saglik/dis-macunundaki-tehlike-34893.html

Florür: Ölümüne mi içiyoruz?

http://www.buketkaptan.com/florur-olumune-mi-iciyoruz/#sthash.TEcrGWjh.dpbs

Diş Macunlarının Zararları

http://lokman-hekim.net/haberler/dismacunu.asp

+++++++++YABANCI KAYNAKLAR++++++++++

http://www.unique-design.net/library/nature/carson.html

THE FLUORIDE POISONING RACKET

http://www.whale.to/d/fluoride.html

Fluoridation quotes

http://www.whale.to/b/fluoride_q.html

Fluoride: An Invisible Killer

http://www.just-think-it.com/no-f.htm

The TRUTH About Fluoride - Fluoride is Poison!

http://www.lovethetruth.com/truth_about_fluoride.htm

Sodium fluoride news, articles and information

http://www.naturalnews.com/sodium_fluoride.html

"DEADLY FLUORIDE"!!! More toxic than lead WTF........... İngilizce bilenler videoları muhakkak izlemeli

http://www.liveleak.com/view?i=a6c_1385570419#68KKXxKLsleGX6iG.99

Respected Medical Professionals and Scientists
are warning of long-term health consequences.

http://www.nofluoride.com/

Toothpaste Blasts Kids with 5,000% More IQ-Crushing Fluoride than Heavily Fluoridated Areas

http://www.infowars.com/doctor-recommended-toothpaste-blasts-kids-with-5000-more-iq-crushing-fluoride-than-heavily-fluoridated-areas/

YES, FLUORIDE IS MORE TOXIC THAN LEAD.

http://thesensitivelife.weebly.com/1/post/2013/06/yes-fluoride-is-more-toxic-than-lead.html

A fluoride warning

http://www.sdearthtimes.com/et0499/et0499s15.html

Fluoride: Killing Us Softly

http://www.globalresearch.ca/fluoride-killing-us-softly/5360397

Fluoride Toxicity And Osteoporosis In Humans

http://www.health-science.com/did_you_know.html

Fluoride: More Toxic than Lead!!

http://www.xoxmusic.net/html/fluoride/danger.html

The Unknown; But Not Hidden

https://www.facebook.com/photo.php?...586.1073741828.683985954966462&type=1&theater

https://www.facebook.com/1753466692...0.1397207176./301733039982441/?type=3&theater
Alıntıdır
 

Bentonit killi yenebilir diş macunu ile diş çürüklerinin tedavisi

21 OCAK 2016 PERŞEMBE

http://1.bp.blogspot.com/-1E2InuuelzQ/VqAHZkF5ZlI/AAAAAAAACJo/rxRIMmVV248/s280/bentonit-dismacunu.jpg
Yeşilimsi Bentonit killi yenebilir diş macunu

Hayatımıza havadan, sudan, gıdadan, temizlik malzemelerinden ve evdeki eşyalardan olmak üzere günde 3000’den fazla toksik kimyasala maruz kalıyoruz. Yeni doğan bir bebeğin göbek kordonu kanında Dr. Mercola ve Scientific American’a göre 200’den fazla kimyasal bulunuyor. Hayatımızda bunları eleyebilmek için yapabileceğimiz bazı şeyler var:




1)Toksinlerin dışarıdan vücudumuza girişini önlemek. Bunun için doğal, hormonsuz ve ilaçsız gıdalarla beslenmeye çalışmalıyız. Evdeki temizlik malzemelerini doğaya dost ekolojik ürünlerden seçmeliyiz. Evde deterjan yapımını bu blogumda anlatmıştım.
2)Gıdalar ve yardımcı maddelerle içimizdeki toksinleri arındırmak.Bunun için su yosunları, meyveler, çekirdekleri ve bentonit kili çok etkili.
A’dan Z’ye Bentonit kili yazımda kalsiyum bentonit kilinin bize sayısız hastalıkta şifa verdiğini, bunu nasıl yapabildiğini ve tarihteki kullanımlarını anlatmıştım. Bunlardan biri de ağız, diş ve diş eti sağlığı. 30 yaşıma kadar dişlerimde hiç bir çürük bile yokken 3 tane hamilelik, 4.5 sene boyunca emzirme sonucu dişlerimde çürükler oluştu. Tabii ne kadar yeterli beslendiğimi düşünsem, doğal yesem takviyeler de aldıysam durum böyle olunca literatörde bu konuda ne var ne yok hepsini gözden geçirmeye başladım.
Yaklaşık 6 sene önce Rami Nagel’in “Diş Çürüklerini Tedavi Et” (Cure Tooth Decay) adlı kitabına denk geldim. Kitapta dişlerin çürümesine sebep olarak şöyle diyor.

"Yüksek şeker, beyaz un vb işlenmiş gıdaları tüketince, bunlar kandaki mineral dengesin bozuyor. Gerekli dengeyi sağlamak için kemiklerden ve dişlerden minerallerin çekiliyor. Böylece kemikler daha kırılgan, dişler de ağızdaki bakterilerin asidine daha dayanıksız kalıyor."


Dişlerimi doğal yolla tedavi etmek için uyguladığım yöntemler kısaca şöyle oldu:

diş macunlarındaki zararlı maddelerden bahsetmiştim. Florür’ün diş macunlarına katılma amacı kemik dokusuna girip onu sertleştirmesi böylece sağlamlaştırdığının düşünülmesi. Ancak içme suyuna karışmış halde ve diş macunlarından alınan Florür, Kalsiyumun yerine dişlere yerleşiyor ve floridosis (fluorosis) denen sarımsı, beyazımsı diş lekeleri oluşturuyor. Ancak gerçekte dişler sertleşince Florürle daha kırılgan oluyorlar. Halbuki çiğneme basıncına dayanan esnek bir yapıda olmaları gerekli. Dişlere gerçekte gerekli olan mineral Kalsiyum. Kalsiyumun alınabilmesi için Magnezyum, Fosfor, D3-Vitamini ve K2 vitamini ile de desteklenmesi gerekiyor.
2)Sabah kalkınca su içmeden önce ve yatmadan önce 1 tatlı kaşığı hindistancevizi yağı ile 15dk yağ çekme (oil pulling) yani ağızda çalkalama yapıyorum.
3)Yemeklerden hemen sonra ağzımı suyla çalkalıyorum. Bunun için karbonatlı ve deniz tuzlu bir suyla da çalkalamak faydalı. Yemeklerin asidi hemen fırçalayınca dişleri aşındıracağı için, yemekten hemen sonra değil 30dakika sonra dişlerimi fırçalıyorum.
4)Ev yapımı bentonit killi diş macunumla fırçaladıktan sonra dişlerimin hassas yerlerine tekrar bentonit kilini sürüp öyle yatıyorum. Bentonit kili içinde bulunan doğal Kalsiyum dişlerime mineral sağlıyor.
5)Beslenmemde kötü şeker olan beyaz şekeri zaten 5 senedir tüketmiyorum. Yine fazla tatlı olan üzüm, portakal, mandalina, elma gibi meyveleri çok çok az tüketiyorum. Meyve olarak daha çok eşkimsi kivi ve böğürtlen, dut gibi antioksidan seviyesi yüksek meyveleri tercih ediyorum. Canım çekerse bal, pekmez, meyve gibi iyi şekerler tercihim.
6)Sağlıksız margarin, ayçiçek gibi kızartma yağlarını kullanmıyorum. Sağlıklı yağlardan zeytinyağı, köy tereyağı ve hindistancevizi yağı yanısıra çörek otutohumu yağı,balık yağı kullanıyoruz.
7)Artık toprak ne kadar organik yetiştirilse de 1. Dünya Savaşı’ndan sonra mono tarım yani tek tip tarım ve Monsanto’nun Roundup ilacı gibi aşırı kimyasal ilaç, pestisit, herbisit ve mantar ilacı tüketimi sonucunda toprak mineral açıdan fakirleşti. Bu açığı doğal yiyecekler kapatmak mümkün değil deniyor. O yüzden az miktarında yüksek oranda mineral, aminoasit ve vitamin barındıran spirulina, chlorella ve süper mavi yeşil su yosunu, chia tohumu, maca tozu gibi süper yiyecekleri tüketiyoruz.

Merakla beklediğiniz büyük kızımın da severek fırçaladığı hatta her seferinde yediği diş macunu tarifini şimdi yazıyorum J İlk başlarda sadece hindistancevizi yağı, karbonat, deniz tuzu ve esansiyel yağlar ile yaptığım diş macununa artık bentonit kili de katıyorum. Bu tarife çok benzer bentonit killi ev yapımı bir diş macununu yurt dışında yaşayan bir arkadaşım çocuğunun diş hassasiyetinde başarıyla kullandı.
http://1.bp.blogspot.com/-PnbW0HI4Nb8/VqAHzy3BUnI/AAAAAAAACJw/Yhhpajn3c0w/s320/bentonit-dismacunu2.jpg
Aşağıdakitarife göre yaptığım bentonit killi diş macunu



Bentonit killi diş macunu

4 yemek kaşığı bentonit kili (toz ise aynı miktarda su ile ilk olarak sulandırın, karışmış satılanlar daha yüzey aktifler)
2 yemek kaşığı hindistancevizi yağı
3 yemek kaşığı Ca-Mg tozu (opsiyonel, dişlere ekstra mineral)
1 yemek kaşığı xylitol (opsiyonel, ya da tatlandırmak için toz stevia)
1 yemek kaşığı karbonat
1 yemek kaşığı toz tarçın
1 tatlı kaşığı toz karanfil
4-5 damla veya üstü tercih ettiğiniz esansiyel yağ (tarçın, portakal, çay ağacı, okaliptüs, nane vb.)

Hazırlanışı
İlk önce toz maddeleri karıştırın. Sonra yağları ve üstüne bentonit kilini ilave ederek iyice karıştırın. Bentonit kilini alırken ve karıştırırken sadece cam, plastik ve tahta kullanın. Metal iyonlarını çekip etkisi azalacağı için metale değmemesi gerekiyor. Karıştırdıktan sonra minik bir cam kavanozlara koyun. Diş fırçasının tamamına sürülecek kadar macun alıp dişlerinizi hafifçe fırçalayın. Bu tarifle 3 adet 30ml cam kavanoza yetecek kadar macun hazırlanıyor.


Dikkat edilecek noktalar
*Okaliptüs yağını ağır olduğu için 5 yaş altı çocuklarda ben kullanmıyorum. Macunda portakal yağı ve tarçın seviyorlar.
*Esansiyel yağlarınızın organik olmasına dikkat edin. Mümkünse soğuk sıkım olanları alın. Daha pahallı ama ucuz benzerleri gibi diğer yağlarla seyreltilmiş olmuyorlar. Konu çocukta kullanım olunca mutlaka organik yağ alıyorum.
*Sadece bentonit kili ve esansiyel yağları bile karıştırarak diş macunu olarak kullanabilirsiniz.
*Xylitol’ü ben şu siteden sipariş verdim. Xylitol diş çürüklerini önlediği düşünülen, ağaçtan elde edilmiş bir alkol şekeri. Ayrıca beyaz şeker yerine yiyecek ve içeceklerde de kullanımı mevcut.
*Toz tarçın ve karbonat diş macununu koyu renk yapıyor. Diş fırçasının dibinde fırçalama sonrasında biraz kalıyor. Beyaz macundan sonra bu rengi garipseyebilirsiniz. Dilerseniz koyu olmaması için sadece karanfil ve tarçın esansiyel yağını ekleyebilirsiniz.
*Diş macunu çocuğunuz için fazla yoğun olursa biraz daha sulandırılmış hazır bentonit kili ekleyin.

http://2.bp.blogspot.com/-PfIjTZOs3iQ/VqAIMxfjXCI/AAAAAAAACJ4/dqg__Jpvohc/s280/bentonit-dismacunu3.jpg
Benim ağız tadıma göre eklediğim 10 damladan fazla esansiyel yağ kızıma yoğun gelince tekrar bentonit kili ile seyrelttiğim diş macunumuz


*Bentonit kili diş macunu ile dişlerinizi kuvvet uygulamadan, hafifçe fırçalayın. Bentonit kili ağzınızdaki kötü bakterileri ve toksinleri emerken, dişlerinizi de beyazlatıcı etki gösterecek.
*Bentonit kilimi Medikil’den su ile karıştırılmış halde hazır alıyorum. Öncesinde yurt dışından toz olarak ısmarlamıştım. Su ile karıştırırken topaklandığı için hazırlaması biraz zahmetli oluyor. Medikil’deki ürünlerin hepsi kullanım şekline göre farklı yoğunluklarda hazırlanmış. Diş macunu için ben Lokal Peloterapi ürününü kullandım.

Eğer bu tarifi beğendiniz, piyasadaki diş macunlarından vazgeçmek istiyor, daha doğal zararsız bir diş macunu arıyorsanız veeeeee bu tarifi hazırlamaya vaktiniz yoksa Medikil piyasada gördüğüm en sade ve güzel dişmacununu üretiyor. Rengi merak edenler için açık krem tonunda. Ben de aldım denedim çok beğendim. Bitince de elimdeki diğer bentonit killerinden kendi bentonit killi diş macunumu hemen yaptım.

Alıntı
http://dogalanneyim.kadinlarkulubu.com.tr/2016/01/bentonit-killi-yenebilir-dis-macunu-ile.html?m=1

*Maden suyunu gazini uçurduktan sonra içmek noktasinda bilgi var. Dis macunu ise bentonite killi veya hindistan cevizi içerikli.

Bentonite montmorillonite clay / Türkiye'de Ünye madencilik üretim yapiyor, genis ürün yelpazesi var. Marka ismi 'Medikil' Dahili ve harici kullanimlari var. içmek için, banyo suyuna katmak için, dis macunu, kil cilt maske, daha yogun sorunlu deri uzerine macun kivaminda kullanilan urun vs. sitenin adi mucizebentonit.com
Tüm uygulamalarda amaç toksik agir metallerin baglanmasi ve atilmasi. Detox yani. Otizm tedavisinde kullanimi var. Fasting kurlerinde cozunen makro atieri psylliumla baglamak mikroyu ise bentonite ile baglamak. Dis macunu kullanisli.

Ümit Gökşen

 

Bağırsak bakterileri neler yapıyor neler?



Pek çoğumuz bağırsak bakterilerimizin önemini maalesef henüz kavrayamadık. Bağırsak bakterilerimizi zaman içinde çeşitli nedenlerle bir bir yok ettik ve maalesef hala da yok etmeye devam ediyoruz.
Modern yaşam özellikle hijyen takıntısı hayati öneme sahip bakterilerimizin çoğunu yok etti. Her ne kadar antibiyotiklerin reçetesiz satışı yasaklandıysa da bazı doktor ve diş hekimlerimiz olur olmaz rahatsızlıklara antibiyotik vermeye devam ediyor. Dr. Robynne Chutkan MİKROBİYOM ÇÖZÜMÜ isimli kitabında KİRLİ YAŞA TEMİZ YE! diyor ve ekliyor. "Tıp fakültesinde bana mikropların kökünü nasıl kazıyacağım öğretilmişti. 25 Yıl sonra hastalarıma mikroplarını nasıl geri kazanacaklarını öğretiyorum."

Bu kitaptan, önce bağırsak bakterilerin ne işler yaptığına şöyle bir göz atalım.

"1- Enerji sağlamak için karbonhidratları kısa zincirli yağ asitlerine dönüştürür.
2- Patojenleri (hastalık oluşturan maddeleri) uzaklaştırır.
3- Yiyecekleri sindirir.
4- Demir ve kalsiyum gibi besinlerin emilimine yardımcı olur.
5- Vücudun PH'ını dengede tutar.
6- Bağırsak duvarının bütünlüğünü sağlar.
7- İlaçları metabolize eder.
8- Genleri modüle eder. (Genlerde kodlanmış olan özelliklerin etkin olup olmamasını sağlar)
9- Kansere neden olan bileşikleri nötralize eder.
10- Sindirim enzimleri üretir.
11- Tiamin, folat, piridoksin gibi B-kompleks Vitaminlerini sentezler.
12- K Vitamini gibi yağda çözünen vitaminleri sentezler.
13- Bazı hormonları sentezler.
14- Bağılıklık sistemini dostu düşmandan ayırt etmek üzere eğitir. "


Çeviri: Nurçin Çağlar - Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak: Chutkan, Dr. Robynne, The Microbiome Solution, Scribe Publications, 2015.
 
Probiyotik ve prebiyotik çoğu zaman karıştırılan terimlerdir.
Aralarında çok yakın bir ilişki vardır ve yaşamımızın en önemli kaynaklarındandır. 2. beynimizin olan bağırsakların düzenli işlevini yerine getirebilmesinden bağışıklık sisteminin güçlü olmasına kadar temel işlevleri kanıtlanmıştır. En önemli probiyotik kaynaklar (kefir, yoğurt, ev yapımı turşu, sirke, tarhana, peynir, eski peynir ve boza); prebiyotik kaynaklar (sarımsak, soğan, sebzeler, kuru baklagiller ve tahıllar). Probiyotikler;
Patojen (hastalık yapan) mikroorganizmaların çoğalmasının engeller.
İmmün sistemi şekillendiri ve bazı mineral-vitaminlerin biyoyararlanımını artırır.
Serum lipid düzeyini dengeler.
Bağırsak motilitesini (hareketliliği) ve geçirgenliğini düzenler. Antibiyotik alımlarınd ortaya çıkan oshal ve maya enfeksiyonu riskini düşürmeye yardımcıdır.
Laktoz inteloransının semptomlarını hafifletir. Bu yüzden peynir ve yoğurt tüketebilirken süt içemezler.
Ülser, idrar yolu enfeksiyonları ve huzursuz bağırsak sendromlarında tedavi edici olabilmektedir.
Prebiyotiklerin kullanımı ile intestinal florada konak için sağlıklı bir durum yaratarak hem bazı hastalıkların tedavisi hem de bazı hastalıkların önlenmesinde mümkün hale gelmiştir. Eğer prebiyotik alımını biranda çok fazla yaparsanız gaz problemi, şişkinlik ve kramplarla karşı karşıya kalabilirsiniz.

Gıda Müh. Erdem Öner

M.Ö 450 yillarinda Hipokrat, "bütün hastalıklar bagırsakta başlar " demiş.
Yanlış beslenenler bu sözün doğruluğunu bilemez.



Bağırsak bakterilerinin sayısını artırmak için, malum, probiyotik içeren gıdalar tüketmeliyiz. Fakat bununla birlikte bu bakterilerin sağlıklı gelişmesi için prebiyotik gıdalara da ihtiyaç vardır. Yani prebiyotikler, bakterilerin besin kaynağıdır. Prebiyotikler, inulin denilen bir şeker türü içerirler. Bu şeker, bağırsaklara kadar bozulmayıp, bakterilerin besinleri olurlar. Peki inulin içeren besinler: Yüksek içerikten düşük içeriğe doğru sıralarsak, hindiba kökü, hindiba yaprakları, yer elması, kuşkonmaz, soğan, sarımsak, pırasa ve muzdur. Bu besinlerden günlük olarak tüketmek gerekmektedir...

Bağırsaklarla beyin arasında bir iletişim olduğunu söylesem ve ruh haliniz bağırsakta yaşayan bakterilerin durumu ile ilgili olduğunu söylesem ne dersiniz? Bağırsaklar, enterik sinir sistemi ile donatıldığından ikinci beyin olarak düşünülebilir. Beyinde kullanılan nörotransmitler bagirsaklarda da bulunmaktadır. Ve vücut serotinin (nörotransmitter olup iyi ve mutlu olmamızdan sorumludur) 95%'si bağırsaklarda üretilmektedir. Nasıl ki, stres altındayken bagirsaklarimiz bozulup, midemize kramp giriyorsa bağırsak florasindaki bozukluklar da beyini etkileyip strese neden olurlar... Daha fazla bilgi naturalsolutionsmag.com/how-to-balance-digestive-system
Alıntı



PREBİYOTİKLER, PROBİYOTİKLERİMİZİN GIDASIDIR!

Acaba bugün yeterince iyi bakterilerinizi (probiyotiklerinizi) beslediniz mi? Yani yeterince prebiyotik aldınız mı? "Prebiyotikler bağırsağımızdaki bakterilerin çok sevdikleri yiyeceklerdir, bakterilerin gelişmesi ve faaliyetlerini sağlarlar ve bazı yiyeceklerden kolaylıkla alabiliriz. 100 gram prebiyotik olarak adlandırılan karbonhidrat tüketildiğinde 30 gram bakteri üretildiği tahmin ediliyor. Bağırsaklarımızda iyi bakteriler yaşamasının faydalarından biri başka türlü sindiremeyeceğimiz lifli yiyecekleri bu bakterilerin kendi metabolizmaları için gıda olarak kullanmasıdır. Bakteriler bizim sindiremeyeceğimiz bu besinleri metabolize ederek kısa zincirli yağ asitleri oluştururlar. Bu asitlerden biri butrik asittir ve bağırsak duvarlarının sağlıklı olmasını sağlar. Bunun yanı sıra bu yağ asitleri sodyum ve su emilimini düzenlerler ve önemli minerallerin ve kalsiyumun emilmesini sağlarlar. Ayrıca bağırsakların pH düzeyini düşürerek daha asidik olmasını sağlarlar, bu da zararlı bakterileri öldürür, böylelikle bağışıklık işlevini de güçlendirirler. Prebiyotiklerin üç özelliği vardır. İlk ve en önemlisi sindirilemez olmalılar ki mideden parçalanmadan geçerek bağırsaklara ulaşsınlar. İkinci olarak fermente olabilmeli veya bağırsak bakterileri tarafından metabolize olabilmeliler. Üçüncü olarak bu işlem sağlık açısından yararlı olmalı. Hepimiz lifli gıdaların faydalı olduğunu biliriz. Liflerin en önemli görevi bağırsak bakterilerinin gelişmesini sağlamaktır. Prebiyotiklerden zengin gıdalarla beslenmek tarih öncesinden beri insanların alışkanlığı. Prebiyotikler yeşil yapraklı sebzelerde, özellikle hindibada, enginar, soğan, sarmısak, pırasa gibi sebzelerde bol miktarda vardır." Bu sebzeleri mümkün olduğunca çiğ olarak tüketmeye gayret etmeliyiz.
Perlmutter, Dr. David, Brain Maker, Yellow Kite Books, 2015, (S.194).


*Prebiyotikleri ilk anda aldığında gaz vs yaşayanlar aslında ne kadar zayıflamış güçsüzleşmiş imünü düşmüş bağırsaklara dönüştüklerini de akla getirmeli bence. Zamanla yemeyi düzene koyup yeterince tüketince ne gaz kalıyor ne bir şey, bağırsaklar tanıdıkları besinlerle güçleniyorlar bence.
 


UYKUSUZLUK SAĞLIKSIZ BESLENMEYE VE OBEZİTEYE YOL AÇIYOR!


Uykusuzluğun obeziteye yol açan faktörlerden biri olduğu biliniyordu ancak tam olarak az uykunun kilo alımını nasıl tetiklediği yeni bir çalışmayla gösterilmiş. Sleep dergisinde yayınlanan bu çalışmada uykusuzluğun sadece daha fazla yemeye yol açarak obeziteye neden olmadığı, yiyecek tercihlerini de etkileyerek abur cubur yemeye yönelttiği gösterilmiş. Bunun açıklamasının da vücuttaki endokanabinoid sistemde (endocannabinoid system eCB) yattığı bulunmuş.

Vücuttaki eCB sistemi beslenme, iştah ve enerji dengesini (homeostasis) kontrol eden sistem. Yapılan bir deneyde uykusuzluk durumunda bu dengenin bozulduğu, enerji ihtiyacı oluştuğu gösterilmiş. En hızla enerji sağlamak için de karbonhidrattan zengin abur cubura yönelindiği belirlenmiş.

Araştırmayı yürüten Chicago Üniversitesi'nden Dr. Erin Hanlon "Uykusuzluğun, yiyeceklerden alınan zevk ve doygunluk hissini, yani hedonik hissi arttırdığını bulduk." demiş. Marijuananın da vücuttaki eCB sistemini hedeflediğini belirtiyorlar.

Harvard Üniversitesi'nden Dr. Frank Scheer de bu çalışmayla ilgili, "Uykusuzluğun daha fazla kalori alınmasına neden olduğu biliniyordu ancak daha çok zevk verecek yiyeceklere nasıl yönelindiğini bu çalışma gösterdi." şeklinde konuşmuş.

Özet çeviri: Nurçin Çağlar - Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynaklar:
1- http://www.medicaldaily.com/sleep-deprivation-weight-gain-m…

2- http://www.express.co.uk/…/Bad-night-sleep-insomnia-weight-…

Orijinal kaynak: Hanlon EC, Tasali E, Leproult R, Stuhr KL, Doncheck E, de Wit H, Hillard CJ, Van Cauter E. Sleep restriction enhances the daily rhythm of circulating levels of endocannabinoid 2-arachidonoylglycerol. SLEEP. 2016.
 


“ANTİDEPRESAN İLAÇLARIN KULLANIMI SONUCU GÖRÜLEBİLECEK YAN ETKİLER:


- Ağız kuruluğu,
- Terleme artışı,
- Baş dönmesi,
- Tremor,
- Diyare / yumuşak gaita,
- Dispepsi,
- Bulantı, iştahsızlık,
- Uykusuzluk,
- Seksüel bozukluk (esas olarak erkeklerde ejakülasyon gecikmesi)
- Asteni, halsizlik ve sıcak basması,
- Alerjik reaksiyonlar, alerji,
- Göğüs ağrısı, çarpıntı,
- Hipertansiyon,
- Periorbital ödem
- Senkop ve taşikardi,
- Baş ağrısı,
- Hareket bozuklukları ( hiperkinezi, hipertoni, diş gıcırdatma veya yürüyüş şekli anormalliklerini de içeren ekstra piramidal semptomlar)
- Parestezi, hipoestezi,
- Migren,
- Koma, konvülsiyonlar,
- Karın ağrısı ve kusma,
- Pankreatit,
- Purpura,
- Değişmiş trombosit fonksiyonu,
- Kanama anomalisi (epistaksis, gastrointestinal kanama veya hamatüri gibi)
- Lökopeni
- Trombositopeni,
- Çok nadir: serum transaminazlarında (SGOT ve SGPT) asemptomatik artışlar, ciddi karaciğer olayları (hepatit, sarılık ve karaciğer yetmezliği dahil)
- Ajitasyon, anksiyete,
- Depresif semptomlar, halüsinasyon
- Menstrual düzensizlikler,
- Bronkospazm,
- Döküntü,
- Alopesi,”

Evet, yukarıda okuduğunuz bu yan etkiler Dr. Ümit Aktaş’ın İlaçsız Yaşam kitabından.

Gerçekten çok şaşırtıcı ve düşündürücü. Düşünebiliyor musunuz bir antidepresan alıyorsunuz ve bu yukarıda sayılan tehlikeler sizi bekliyor. Maalesef bazı doktorlar antidepresanları hastalarına “mutluluk hapı” diye öneriyorlar…

Bu kadar yan etkisi olan antidepresan ilaç kullanmak yerine SARI KANTARON YAĞINI DENEYEBİLİRSİNİZ!

Biz kantaron yağını güneşlendikten sonra zeytinyağı ve lavanta yağıyla (güzel koku versin diye) karıştırarak kullanıyoruz çok da memnunuz. Yara tedavisinde sarı kantaron yağı bu yörenin en yaygın ilacı. Şimdi steril olanını da (St John's Wort Oil) bulmak mümkün veya kendiniz cam şişede üretebilirsiniz. "Sağlıklı yaşıyoruz."

Kaynak: Aktaş, Dr. Ümit, İlaçsız Yaşam, HayyKitap, 2013-2015.
 
Gizli Depresyon nedeni olarak Vitamin B6 düzeyinizi ölçtürün -Dr.Kemal Aslan




Son zamanlarda artan depresyonvakalarında hemen hiç akla gelmeyen ve araştırılması gereken önemli bir vitamin olan B6’dan bahsedelim.

B6 Vitamini yani diğer adıyla piridoksinsekiz B grubu vitaminlerinden biridir. Piridoksin, piridoksal, piridoksamin, piridoksin fosfat, piridoksal fosfat ve piridoksamin yine bu vitamini tarifleyen diğer adlardır. Vücuda enerji üretmek için karbonhidratlı gıdaların glikoza dönüştürmeye yardımcı olur. Vücutta yağ ve protein metabolizmasına yardımcı da olur. 100’den fazla enzimin fonksiyonu için gereklidir.Vücutta depo edilmez, bu yüzden düzenli alınması gerekir ve suda eriyen vitaminlerdendir (A,D,E,K vitaminleri yağda,diğer vitaminler suda erir).

Vitamin B6’nın görevleri neler ? Aktif formu piridoksal fosfat (PLP) olan B6 vitamininin birçok önemli görevi var vücutta. Nörotransmitterlerin (serotonin,melatonin,epinefrin,norepinefrin ve GABA) ve histamin sentezi, hemoglobin üretimi, gen ekspresyonu ve makro besinlerin metabolizması gibi birçok fonksiyonu var. Aminoasitler,nükleik asid ve fosfolipid sentezi için B6 gerekli olduğundan eksikliğinde hemoglobinin hem proteini sentezlenemez ve kansızlık gelişir, ayrıca fosfolipid ve nükleik asit eksikliği ile sinir sisteminin fonksiyonelliği bozulur.

Amino asit metabolizması:

Amino asitleri katabolize eden transaminaz enziminin kofaktörüdür. PLP ayrıca sisteini metiyonine dönüştüren enzim aktivitesi için de gereklidir. Triptofandan vitamin B3 (niasin) sentezi için de gereklidir.

Glukoneogenez: B6 vitamini ayrıca glukoneogenezde yani başka maddelerden glukoz sentezinde rol alır. Glikojen fosforilaz enzimi için gerekli bir koenzimdir.

Lipid metabolizması:

Sfingolipidlerin biyosentezinde ve özellikle seramid sentezinde gereklidir.

Tüm B kompleks vitaminleri gibi sağlıklı cilt, göz,karaciğer, saç, sinir sistemi fonksiyonları için gereklidir.

B6 vitamini vücutta bir sinir hücresinden başka bir sinir hücresine sinyalleri taşıyan birçok nörotransmitter adı verilen kimyasal madde yapılmasına yardımcı olur. Bu beynin normal gelişimi ve işlevi için gerekli olan ve vücut hormonlarından serotonin ve norepinefrin (ruhsal duruma etki eden) ve melatonin (vücut saatini düzenlemeye yardımcı olan) hormonu yapılmasına yardımcı olur.

B6 vitamini ayrıca B12 ve B9 (folik asit) ile birlikte kandaki homosistein düzeylerinin kontrol edilmesine yardımcı olur. Homosistein kalp hastalığı ile ilişkili olan bir bileşiktir ve yüksekliği ile kalp hastalığı riski artar. B6 ayrıca B12 vitamini emilimi için de gerekli bir vitamindir. Proteinlerin yıkımı için de B6 gereklidir bu nedenle fazla proteinli beslenenler fazla B6 almalıdır. Kan glukozunun normal sınırlarda tutulması için de gereklidir.


*Eritrositler yani kırmızı kan hücreleri ve bağışıklık sisteminin hücrelerinin (antikor ) üretimi için de B6 vitamini gereklidir. Eksikse antikor sentezi de düşer ve kolay hastalanırız.

Vitamin B6 eksikliğinde ne olur peki ?


Özellikle çocuklar ve yaşlılarda orta derecede eksiklik görülebilirse de tek başına B6 vitamini eksikliği çok nadirdir. Genellikle malnutrisyon,malabsorbsiyon, böbrek ve karaciğer hastalıkları, alkolizm, hipertiroidizm, konjestif kalp yetmezliği ve bazı ilaçların kullanımı sonrası eksikliği görülür.

Ciddi B6 vitamini eksikliğinde kas güçsüzlüğü, sinirlilik, huzursuzluk, depresyon, konsantrasyon güçlüğü ve kısa süreli hafıza kaybı görülebilir. Egzama ve seboreik dermatit gibi deri lezyonları, ağız ve dilde yaralar, irritabilite ve konfüzyon (bir çeşit hafıza bozukluğu,bunama sayılır) da görülebilen diğer belirtilerdir. B12 vitamininin emilimi de azalır. Hemoglobin sentezi bozulduğundan normositik,hipokrom mikrositer veya sideroblastik anemi yani kansızlık gelişir. Muhtemelen homosistein yüksekliği yaptığından B6 eksikliğinde kalp hastalığı riski artar. Konumuza gelirsek de serotonin sentezi için gerekli olduğundan B6 eksikliğinde azalmış serotonin seviyeleri ile depresyon gelişiminin arttığı çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. B6 takviyesi ile depresyonda gerileme ve düzelme görülen birçok vaka vardır.

Vitamin B6 klinik çalışmalarda ; Özellikle gebelerde sabah bulantısını azalttığı, premenstrüel sendrom belirtilerinde iyileştirmeye yardımcı olduğu, karpal tünel sendromu denen ve bilekte ağrı ile giden bir bası hastalığında belirtileri ve enflamasyonu azaltmaya yardımcı olabileceği,özellikle romatoid artrit gibi kronik enflamatuvar hastalıklarda semptomlarda iyileşme yapabileceği (bu hastalarda B6 düşük saptanır sıklıkla), parkinson hastalığı riskini azaltabileceği gösterilmiştir. Bu hastalıklarda henüz kesin veriler elde edilmiş olmasa da vitamin B6 desteği veya daha da iyisi B6 dan zengin gıdaların tüketilmesinin sağlımız için çok faydalı olacağı ve saydığım hastalıklardan az veya çok korunma sağlayacağı kesindir.

Vitamin B6 hangi besinlerde boldur ?

Özellikle;

Tavuk, Hindi

Ton balığı, Somon

Karides,domates

Dana karaciğeri

Süt, Peynir

Avokadı

Muz

Mercimek, Fasulye,

Ispanak, Havuç, sarımsak

Kahverengi pirinç, Kepek

Ayçiçeği tohumu, fındık, baklagiller, yumurta, et,balıklar,buğday tohumu ve tam tahıllı unlar bol B6 içerir.

Piyasada B6 vitamini nasıl satılır ? Genellikle çiğneme veya sıvı multivitaminler şeklinde veya tablet olarak tek tek satılır.

Vitamin B6 ihtiyacımız ne kadar ? ortalama olarak;

Yenidoğan-8 yaşına kadar : 0.1-0.6 mg/gün

9 yaş-18 yaş: 1-1.2 mg/gün

19-80 yaş: 1.3 -2 mg/gün alınmalıdır. Kalp hastalıklarından korunmada günlük 3 mg tavsiye edilir.

Numune özellikleri : Hemoliz edilmeden serumu ayrılıp hemen dondurulmalıdır. Işıktan korunmalıdır. Açlık gereklidir.

Fazla alınırsa ne olur ? B6 vitamini çok yüksek dozda mesela > 500 mg/gün alındığında bacaklarda duyu kaybı ve dengesizlik gibi nörolojik bozukluklara sebep olabilir.
Allerjik deri reaksiyonları, güneş ışığına duyarlılık, bulantı, karın ağrısı ve iştah kaybı da oluşabilir.

Vitamin B6 ilaç etkileşimleri : Sigara içme ve birçok ilaç vitamin B6 düzeyini düşürerek yararını azaltır. Bu nedenle aşağıda ilaçlar alınıyorsa B6 vitamini dozu artırılmalıdır veya aynı dönemde alınmamalıdır.

Sikloserin,hidralazin,isoniazid,penisilamin,teofilin,tetrasiklin, antidepresanlar,5-Fluorourasil,doksorubisin,eritropoietin,levodopa (L-dopa,vitamin B6 kullanımı Levodopa ve fenitoin etkinliğini azaltır).
milliyet.com

B6 vitamininin vücuttaki görevleri nelerdir? B6 vitamini eksikliğinde neler olur, B6 hangi besinlerde bulunur, B6 vitamini kaynakları hakkında bilgi.

B6 Vitamini; Yiyeceklerde B6 vitamini birbiri ile yakından ilişkili üç şekilde görülür. Pyridoxin, pyridoxal ve pyridoxamine. Magnezyum ve B2 vitamininin yardımıyla bu bileşikler organizmaya geçtikten sonra biyolojik bakımdan aktif hâli olan “pyridoxal-5 -phosphate” şekline dönüşür.

B6 vitamini çok önemlidir. Çünkü yaşam için şarttır. Şeker metabolizması ve özel yağ asitlerinin çözülmesi dâhil olmak üzere altmışdan fazla enzimin reaksiyonu ile doğrudan ilişkisi vardır. Magnezyum metabolizmasında önemlidir. Fonksiyonlarının bir kısmı çinkoya bağlıdır. B6 vitamini amino asitlerin metabolizmasında önemli rol oynar.

Beynin ve sinir sisteminin işlemesinde de doğrudan etkisi olan B6 vitamini, organizmadaki kimyasal olayların oluşumunda öncelikle gereklidir.

Günlük Gereksinim: Yetişkinlerde 1,25-1,67 mg civarındadır.

B6 Vitamini Yetersizlik Belirtileri ve Görülen Hastalıklar

1.B6 vitamini yetersizliği kendisini normal olarak ilk önce huzursuzluk, hafif depresyon, sinirlilik ve uykusuzluk gibi zihinsel değişikliklerle gösterir.

2.Fiziksel eksiklik belirtileri genellikle daha ileri aşamalarda, tıpkı B2 vitamini eksikliğinde olduğu gibi cilt şikâyetleri biçiminde görülür.

3.Enfeksiyonlara karşı vücudun direnci azalır.

4.Ciddi eksiklik hâllerinde iştah azalması ve kilo kaybı ortaya çıkar.

5.Anemilere karşı vücudun direnci azalır.

6.B6 vitamin eksikliği, organizma çalışmalarının farklılığından dolayı kadınları erkeklere göre daha çok etkiler.

Yüksek proteinle beslenen kişilerde B6 vitamini eksikliği daha çok ortaya çıkar. Diyette protein miktarının artışınaparalel olarak B6 vitamini gereksinimi de artar.

B6 Vitamininin Yiyeceklerdeki Kaybı

B6 Vitamini hem ışığa ve hem de ısıya karşı hassas olması nedeniyle pişirme esnasında bazı kayıplar meydana gelebilir. Örneğin, et pişirilirken B6 vitamini %30 -50 arasında kayba uğrayarak işe yaramaz hâle gelebilir.

B6 vitamini pişirme sularına, yemek sularına geçer. Bu nedenle et suları, yemek suları, diğer haşlama suları mutlaka mutfakta çeşitli yiyeceklerin hazırlanmasında değerlendirilmelidir.

B6 Vitamini Kaynakları

Aşağıda çeşitli yiyeceklerin her 100 gramında bulunan B6 vitamini miktarı miligram olarak verilmiştir:

Buğday kepeği………………………..1,38
Soya fasulyesi…………………………1,20
Sığır ciğeri……………………………..0,83
Ceviz içi…………………………………0,73
Uskumru…………………………………0,70
Domates salçası………………………0,63
Mercimek……………………………….0,60
Fındık…………………………………….0,55
Dana ciğeri……………………………..0,54
Yerfıstığı……………………………….0,50
Buğday unu……………………0,50
Hindi…………………………….0,45
Barbunya fasulyesi…………0,44
Kuzu ciğeri……………………0,42
Piliç………………………………0,42
Kestane…………………………0,33
Yumurta sarısı……………….0,30
Kuru üzüm…………………….0,30
Brüksel lâhanası…………….0,28
Patates…………………………..0,25

Alıntı
http://www.nkfu.com

http://www.gelarabul.com/b6-vitamini-pridoksin
 
EKMEKTE OTA ZEHİRLİ MADDESİ BULUNDU
Yayınlanma tarihi: 04 Mart 2016



Yapılan bilimsel araştırmalarda ekmekte küflerin ürettiği ve ’OTA’ diye bilinen zehirli bir maddeye rastlandı.Doç. Dr. Işıl Var, OTA’nın kanserojen özellikte olduğunu özellikle karaciğer ve böbreklere zarar verdiğini belirtti.

Çukurova Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü’nde görevli Doç. Dr. Işıl Var ve yüksek lisans öğrencisi Nur Fidan, Adana’da kentin değişik bölgelerinde bulunan 11 fırın ve 10 ayrı marketten alınan 46 somun ve 4 pide ekmeği inceledi.

Toplam 50 ekmek üzerinde yapılan bilimsel araştırmada unlu mamullerdeki insan sağlığını etkileyen bakteri ve virüs gibi zararlılar irdelendi.

Yaptıkları çalışmayı değerlendiren Doç. Dr. Işıl Var, “Toplumumuzda ekmek çok fazla tüketiliyor. Ekmek mikroorganizma ve toksinler açısından masum biliniyordu. Biz sadece ekmeklerde küf kaynaklı zarar bir maddeyi araştırdık. Bunun için 21 ayrı üretim ve satış yerinden aldığımız 50 somun ve pide ekmeğini inceledik” dedi.

Yaptıkları çalışmada 3 somun ve 1 pide ekmeğinde küflerin ürettiği ve ’OTA’ olarak tanımlanan zehirli bir maddeye rastladıklarını aktaran Işıl Var, “Sonuç genel olarak sevindirici çünkü bu maddeye çok fazla örnekte rastlamadık ama karşılaşmış olmamız bize bununla ilgili ciddi bir riskin gelebileceğinin habercisi oldu” diye konuştu.

‘KARACİĞER VE BÖBREKLERE ZARAR VERİYOR’

OTA’nın tespit edilmesinin ciddi bir riski ortaya çıkardığını vurgulayan Doç. Dr. Işıl Var, şunları kaydetti:

“Bunun üzerine biz ne yapabiliriz? Yani işte bu madde tahılda var ise una geçmiş, unumuza varsa ekmeğimize ve soframıza kadar geliyor. Ekmekteki bu zararlı maddeyi niye önemsiyoruz? Çünkü ekmek çok fazla tüketiliyor. Çok fazla tüketimden kaynaklı bu az miktarda bulunan zararlı madde vücutta birikiyor. Bu zararlı madde karaciğeri çok seviyor.

Zaman içerisinde kanser olaylarıyla karşılaşabiliyoruz. Bu madde ayrıca böbreklere zarar veriyor. Buna karşı mücadele yollarını yıllardan beri çok çeşitli ürünlerde yaptığım çalışmalarda da ortaya koymaya çalışıyorum.

Bu zararlı maddelerin en önemli özelliği yüksek ısıya dirençli olmaları. Yani hemen parçalanıp yok olmuyorlar. Bu araştırmamızı yaygınlaştıracağız. Simitlerde de bakacağız, diğer unlu mamullerde de bakacağız.

Buna karşı önlemler alınması için tarladan sofraya neler yapılabileceğini değerlendireceğiz.”

Kaynak: http://www.kanalahaber.com/haber/saglik/ekmekte-ota-zehirli-maddesi-bulundu-288972/
 

KANSERİN ‘ZAYIF NOKTASI BULUNDU’




Bilim insanları, bağışıklık sistemini kanseri yok etmeye yönlendirecek bir metod bulduklarına inanıyorlar.

Londra Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, tümörlerin en zayıf noktalarını oluşturan “tümör belirteçlerini” saptamanın yolunu buldu.

Araştırmacılar bu belirteçleri ortaya çıkararak bağışıklık sistemine “hedef göstermeyi” planlıyor.

Böylece, her bir hastaya özel aşılar geliştirerek kanserle mücadelenin mümkün olacağına inanıyorlar.

Ancak ayrıntıları Science dergisinde yayınlanan bu yöntemin pahalı olacağı ve henüz hastalar üzerinde denenmediği bildiriliyor.

Araştırmacılar iki yıl içinde hastalar üzerinde denemelere başlamayı umuyor.

Nasıl işleyecek?

Kemoterapiden farklı bir yöntem olan bağışıklık tedavisi (immunoterapi) bir süredir uygulanan ve farklı ilaçları geliştirilen bir yöntem.

Bazı immunoterapi yöntemleri ile bazı hastalarda mucizevi sonuçlar alındığı, kanserin tamamen kaybolduğu biliniyor.

Bu yöntemler genelde bağışıklık sisteminin işini yapmasını engelleyen unsurları ortadan kaldırarak, kanserle vücudunun kendisinin savaşmasına imkan tanıyor.

Sutton’daki Kanser Araştırmaları Enstitüsü’nde alınan protein örnekleri üzerinde yapılan çalışmalar.

BBC’nin sağlık muhabiri James Gallagher bunu “bağışıklık sistemine fren etkisi yaratan unsurları ortadan kaldırmak” olarak özetliyor.

Muhabirimize göre yeni yöntem ise “bağışıklık sisteminin direksiyonunu ele geçirmeye” benzetilebilir.

Araştırmacılar hem fren mekanizmasını ortadan kaldırıp hem de direksiyonu ele geçirirlerse, pekçok kişinin hayatını kurtarabileceklerine inanıyorlar.

Çalışmaya mali destek sağlayan Cancer Research UK vakfından Profesör Peter Johnson, laboratuvar deneylerinde etkileyici sonuçlar gördüklerini, şimdilik çok karmaşık ve yeni bir teknoloji olsa da, kullanıma girdiğinde ucuzlayacağını söylüyor.

Bundan önce neden aşı bulunamadı?

Bilim adamları bağışıklık sistemi üzerinde uzun bir süredir çalışıyor — ancak bu yolla tam etkili bir kanser aşısı henüz bulunamadı.

Bunun bir sebebi, vücut savunmasının yanlış hedeflere yönlendirilmesi olabilir.

Sorun, kanser hücrelerinin birbiriyle aynı olmaması.

Büyük ölçüde mutasyona uğrayan hücreler, tümörün farklı bölümlerinden alınan örneklerde tamamen farklı görünüp, farklı hareket edebiliyor.

Bir bakıma gövdesinde mutasyon olan, daha sonra da bu mutasyonların dört bir yana doğru dallanıp budaklandığı bir ağaç gibi büyüyor kanser.

Buna “kanserde heterojenlik” deniyor.

Araştırmada bu “ağacın gövdesi”nde, bir başka deyişle kanserin merkezinde antijenleri, yani kanser hücrelerinin yüzeyinden çıkıntı yapan proteinleri değiştiren mutasyonları belirlemenin yolu bulundu.

‘Heyecan verici gelişme’

Londra Üniversitesi Kanser Enstitüsü’nden Prod Charles Swanton, “Bu çok heyecan verici. Artık tedavi önceliklerini belirleyebilir ve her hücredeki tümör antijenlerini hedef alabiliriz” diyor.

Mutasyonların merkezini hedef almak için iki yöntem öneriliyor:

Bunlardan biri her hastaya özel hazırlanacak, bağışıklık sistemlerinin kanser hücrelerini “görebilmesini” sağlayan aşılar yapmak.

Diğeri de zaten bu mutasyonlarla mücadele etmekte olan bağışıklık hücrelerinden örnek alıp, bunların sayılarını çoğaltarak vücuda geri vermek şeklinde.

Başarılı olabilir mi?

Ancak bazı uzmanlar tedavinin sonuçlarını öngörmek için henüz erken olduğunu, uygulamada zorluklar çıkabileceğini belirtiyorlar.

Kanser Araştırmaları Enstitüsü’nden Dr Marco Gerlinger “Değişip evrilebilen kanserler, başlangıçtaki antijeni kaybedebilir veya maskeleyebilir. Bunlar sürekli değişen hedefler, o yüzden kontrolleri güç olabilir” diyor.

Edinburgh Üniversitesi’nden Dr Stefan Symeonides ise, özellikle de zamana karşı yarışılan durumlarda kişiye özel aşı geliştirmenin güçlüklerine dikkat çekiyor.

Doktor Symeonides “Bu araştırma bize hangi hastaların immunoterapi ilaçlarına cevap vereceğini, hangilerinin vermeyeceğini anlama ve bu tedavileri geliştirme çabalarımızda yıllar boyunca kullanabileceğimiz veriler sunuyor.” diyor.

Kaynak:http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/03/160304_kanserin_zayif_noktasi
 
YEŞİL ÇAY

Çok faydalı olan yeşil çay, çay yapraklarının toplanır toplanmaz hızla kurutulması ile elde edilen ve kurutulurken oksijenle tepkimeye girmesine izin verilmeyen bitkisel çaylardandır. Yeşil çayın "kafein" oranı daha düşük olup, daha az işlem gördüğü için antioksidan miktarı ve polifenolik kompanentleri daha fazladır. Bu nedenle metabolizma hızlandırıcı yeşil çayın sağlık açısından faydaları diğer çay çeşitleri olan siyah ve oolong çaylarına göre daha yüksektir. Ayrıca biyokimyasal incelemeler sonucunda yeşil çayın askorbik asit (C vitamini), riboflavin, niasin, folik asit, pantotenik asit gibi B vitamini çeşitleri ile magnezyum, potasyum, manganez, florür gibi vitamin ve mineralleri içerdiği de belirtilmektedir. Yeşil çayın yetişkin her yaş grubunda; kan basıncı ve insülin duyarlılığı ile ilişkili kardiyovasküler hastalıklar, mide ve kolerektal gibi çeşitli kanser türleri, antiviral hastalıklar, antiinflamatuvar hastalıklar ve artirite karşı koruyucu etkileri ile kemik yoğunluğunu düzenleyici etkisi olduğu yapılan araştırmalarla gösterilmiştir. Yüksek tansiyonu olanlar ve düzenli ilaç kullananlar dikkat! doktora danışarak ne miktarda kullanılabileceği veya tüketmemesi gerektiğini sormadan tüketmemesi gerekir. Ben haftada 1-2 gün kahvaltıdan 1 saat kadar sonra limonlu içenlerdenim. Önceliğim, sallama olanlardan ziyade yaprak olanlardır.

Gıda Müh.
ERDEM ÖNER
 
Kuruyemişler

Tam bir sağlık deposu olan kuruyemişler sağlığın piyonları gibidir. Çiğ olanlar sağlık için her zaman daha iyidir. Isıl işlemle kuruyemişin bünyesindeki faydalı yağlar acılaşıp peroksit ve serbest yağ asitleri yükselir. Bu, uzun vadede olumsuz etkilere yol açabilir. En çabuk acılaşan yemiş ise yer fıstığıdır. Eğer az yiyorsanız arada ödül niyetine kavrulmuş da belki tercih edilebilir; ama fazla değil. Kuruyemişlerden özellikle ceviz, badem, fıstık ve fındığı buzdolabınızda muhafa edin. Artık sebebini anlamışsınızdır. Bir de akşamları değil gündüz çerez yemek daha faydalıdır, tıpkı meyvemizi gece yemeyeceğimiz gibi Akşam Tv karşında oturup avuç avuç yenilen çerez ve bol meyve bir de hareketsiz kalınca zamanla yağlanmanın kaçınılmaz sonu oluyor.

Gıda Müh.
ERDEM ÖNER
 
Araç Tutmasının Yol Açtığı Bulantı ve Kusmaya Karşı Zencefil

Seyahat esnasında mideniz mi bulandı?

Yolculuk esnasında kimilerini taşıtlar tutar. Çok iyi geçecek yolculuk kabusa döner. Zencefili yolculuğa çıkmadan yarım saat önce kullandığınız takdirde araç tutmasını engelleyebilirsiniz.

Zencefil sert ve budaklı kök sapları (yer altı kökü ) olan kamışımsı bir bitkidir. Kalsiyum, B ve C vitaminleri, antioksidan açısından zengindir. Yapılan çift yönlü deneylerde zencefilin harekete karşı duyarlılığı azalttığı ve kalıcı olarak tedavi ettiği tespit edilmiştir.

Kullanımı: 1-2 gr alınması halinde kusmayı önleyici ve diğer ilaçlar kadar etkili olduğu tespit edilmiştir.
Alıntı
www.sifalibitkim



Araba Tutanlar Ne Yapmalı?

Ne kadar hızla ve ne kadar uzak mesafeye gitmelerine bağlı olmadan, insanlar hareket halindeki vasıtaların içinde mide bulandırıcı bir rahatsızlık hissederler.

Dış kulağımızın görevi işitmeyi sağlamaktır ama iç kulağımız dengemizden sorumludur. Hareket halinde olduğumuzda, iç kulağımızın içindeki sıvı çalkalanır ve sinir sistemimiz vasıtası ile beynimize sinyal gider. Eğer arabanın içinde bir şey okuyorsanız veya arabanın içinde bir şeye bakıyorsanız, gözlerden beyine hareket halinde olmadığınız sinyali gider ama iç kulaklarınızdan giden sinyal farklıdır. O, vücudunuzdaki sarsıntıdan dolayı hareket halinde olduğunuzu bildirir. Bu iki sinyal arasındaki fark, halk arasında ‘araba tutması’ diye adlandırılan, mide bulandırıcı etkiyi yaratır.

Aslında dalgalı denizde seyreden bir gemideki insanı deniz tutması ne ise hareket halindeki bir arabanın içindeki insanı taşıt tutması da aynı şeydir. Denizdeki hareket tam anlamı ile üç boyutlu olduğundan etkisi daha fazladır. Baş ağrısı, baş dönmesi, nabızdaki artış ve mide bölgesindeki baskı hissi ile kusma ihtiyacı en belirgin özelliklerdir. Bunlara ilaveten deniz tutmasında, bulantıdan önce stres hormonları da salgılanmaya başladıklarından rahatsızlık ve panik hissi iyice kuvvetlenmektedir.

Arabada iken gözlerinizle, bir uzağa, bir yakına bakarsanız, bu taşıt tutma probleminize yardımcı olabilir. Bu nedenledir ki, arabayı kullananlarda taşıt tutması olayı görülmez. Çünkü araba, kullananın kontrolü altındadır. Sürücü arabanın ne zaman duracağını veya hızlanacağını, ne yöne dönüleceğini bilmektedir. Taşıt tutması gençlerde daha çok görülür, çünkü yaşlandıkça ve çok seyahat ettikçe, iç kulağın hareketlere karşı hassasiyeti azalır.

Bir görüşe göre, taşıt tutmasındaki denge bozukluğu, bulanık görme gibi belirtilerde beyine gönderilen sinyaller, zehirlenince beyine yollanan sinyallerle aynı. Bu nedenle de beyin mideye kusma ve içindeki zehiri boşaltma emrini veriyor.

Taşıt tutmasına karşı önerilerimiz şöyle: Kitap okumayın, zihniniz başka şeylerle meşgul olsun. Olay aslında beyinde oluştuğundan, onu başka bir şeyle meşgul edin. Zihinsel veya kelime oyunları oynayın. Mide bozucu şeyler yemeyin, çok gerekirse bunun için üretilmiş ilaçları, kulak arkasına yapıştırılan bantları kullanın.

Çinli doktorlar yüzyıllardır taşıt tutmasına karşı akapuntur tedavisi uyguluyorlar. Bu uygulamadan siyah ve beyaz ırktan insanların yüzde 50-60′ı etkilendiği halde Asyalıların hemen hepsi etkileniyor. Bu farkın da sinir sistemindeki bir genetik temele dayandığı sanılıyor.
Alıntı
 
Chlorella
Bilinen canlılar arasında çoğalma hızı en yüksek olan..hakkında birçok bilimsel kitap yazılmış onun... Vücudun içten temizlenmesi ve doğal bağışıklık ve bağışıklığın korumasını güçlendirebilecek mucize bitki...vitamin minetal yönünden zengindir ...içerdiği mikrofiberler bağırsakta emilimi kolaylaştırır ve zararlı ağır metallere yapışarak vücuttan atılımına yardımcı olur.....düzenli kullanım fizik ve beyin faaliyetlerinde canlılık arttırır..klorofil içerir bolca. İçerdiği yüksek RNA ve DNA nın doku yenilenmesi ve yaşlanmayı yavaşlattığı bilinir...kalp damar ve tansiyon hastalıkkarında etkilidir., çocuklarda gelişim ve büyümede etkisidir. Oksijeni vücuda ve beyne taşımada yardımcıdır...hazmı kolaylaştırır,.. Alkali bazda olup asitli/alkali dengesini oluşturur, zarar görmüş iç vedış organ onarımı sağlar, tedavilerde radyasyonun olumsuz etkilerinden korur... 3-6 ay kür şeklinde yapılabilir.

Alıntı
Feray Kösekaya
 
Vücudun Vitamin Ve Mineral Eksikliğinde Verdiği Sinyaller

Çatlayan Dudak: B 12 Vitamini

Kırmızı Cilt: B Grubu Vitaminleri

Kalçada Sivilce: B ve E Vitaminleri

Az Uzayan Saç: Çinko

Kırmızı Gözler: B6 Vitamini

Kırılan Tırnak: Demir ve kalsiyum

Bacak Uyuşması: demir, B6 vitamini ve folik asit

Diş Eti Hastalığı: C vitamini

Egzama: Çinko ve C Vitamini

Ağızda Aftlar: Demir ve Folik Asit

Regl Öncesi Şikayetler: Çinko Eksikliğini Gösterir

Müzmin Yorgunluk: B Grubu Vitaminler, C Vitamini ve demir

kaynak: haberci
 


HANGİ ORGAN NE KADAR SÜREDE YENİLENİYOR..!


Bilim adamları, vücuttaki organların yaşlanma sürecini aydınlattı. Göz ve beyin dışında kalan tüm organlar kendini yenileyebiliyor ve böylece vücudumuz hayat boyu 10 yaşın altında kalmayı başarabiliyor.

İngiltere’de yayınlanan Daily Mail gazetesinin haberine göre bu durumun nedeni, hücrelerin yenilenmesi yani eski hücrelerin yerini yeni hücrelerin alması olarak açıklanıyor.

Ancak bu “kalıcı gençlik” durumundan nasibini alamayan şanssız organlar da yok değil. Beyin, gözler ve sinir sistemi kendini yenileyemiyor.

Beyinde; koku alma ve öğrenme merkezleri haricindeki diğer hücreler, tıpkı tam anlamıyla oluşumunu tamamladıktan sonra yenilenemeyen sinir sistemi ve kornea haricinde yenilenemeyen gözler gibi, yaşlanmaya karşı direnemiyor.

KALP KENDİNİ 20 YILDA YENİLİYOR


Yıllarca kalbi oluşturan hücrelerin doğduktan sonra değişmediği sanıldı.
Ancak New York Üniversitesi’nden Dr. Piero Anversa tersini ispatlamayı başardı. Kalbin kendini yenilediğini belirten Anversa bunun en az 20 yıl aldığını kaydetti.

SAÇLAR KENDİSİNİ 3-6 YILDA YENİLİYOR

Yaklaşık 100 bin adet olan saçların her bir teli ayda 1.25 santimetre uzuyor.
Dolayısıyla saçların kaç yaşında olduğu da saçın uzunluğuna göre değişiyor.

MİDE DUVARI KENDİSİNİ 3-5 GÜNDE YENİLİYOR

Midedeki asit karşısında hücrelerin dirençli olmadığını belirten İsveç-Karolinska Enstitüsü’nden Jonas Frisen, hücrelerin 3 ila 5 gün arasında yenilendiğini vurguladı.
Ancak nikotin, hücrelerin yenilenmesini ağırlaştırıyor.

BAĞIRSAK KENDİSİNİ 2-5 GÜNDE YENİLİYOR


Midede olduğu gibi bağırsaklarda da hücrelerin zor şartlar altında olduğunu söyleyen İsveçli Dr. Frisen
bu hücrelerin hızla yenilendiklerini ve bu sürenin 2 ila 5 gün arasında değiştiğini ifade etti.

İSKELET SİSTEMİ KENDİSİNİ 10 YILDA YENİLİYOR

İskelet de vücudun sürekli kendini yenileyen bölümlerinden biri.
Kemiklerin 10 yılda bir tam anlamıyla kendini yenilediği tahmin ediliyor.

DİL KENDİSİNİ 10 GÜNDE YENİLİYOR

Tat moleküllerini sinirler yoluyla beyne ileten dilde bulunan 10 bin tomurcuğun her birinde 50 hücre bulunuyor.
Bu hücreler her 10 günde bir kendini yeniliyor.

KARACİĞER KENDİSİNİ 6 AYDA YENİLİYOR

Yağ, protein, şeker ve kan yapımı için gerekli olan maddeleri depolayan karaciğer vücudun en güçlü organlarından biri.
İngiltere Karaciğer Vakfı tarafından yapılan açıklamaya göre karaciğerin kendini yenileme süresi 6 ay.

AKCİĞER KENDİSİNİ 1 YILDA YENİLİYOR

Akciğerde hücreler farklı periyotlarda yenileniyor. Bu da havanın temizliğine, sigara içilip içilmemesine göre değişiyor.
Yenilenme süresi ise altı ayla bir yıl arasında…

GÖZLER YENİLENMİYOR

Gözler, kornea tabakası haricinde kendini yenileme özelliğine sahip değil. Zaman geçip yaş ilerledikçe gözleriniz de sizinle birlikte yaşlanıyor.

Aynı şekilde beyin hücreleri de kendini yenileyemiyor ve yaşlanıyor.

Hangi Saatlerde Hangi Organlarımız Yenileniyor?

Yaşam şeklimizi de bu saatlere göre düzenlediğimiz takdirde bu yenilenmeye katkıda bulunabilirsiniz. Örneğin akşam saat 11 de uyumazsak, saat 11 de kendini yenilemeye başlayan safra kesesi bu görevini yapamaz, ve ertesi günü yeterli performansta çalışamaz. Bununla birlikte göz altındaki torbalar ve şişkinlikler safra kesesinde çamur veya taş olduğunun bir belirtisi olabilir.

Bunun için en az haftada 3 gece saat 11 de uyumamız gereklidir.
İşte organlar ve saatleri:

23 – 01 arası : Safra Kesesi
01 – 03 arası : Karaciğer
03 – 05 arası: Akciğer
05 – 07 arası : Kalın bağırsak
07 – 09 arası : Mide
09 – 11 arası : Dalak, Pankreas
11 -13 arası : Kalp
13 -15 arası : İnce bağırsak
15 -17 arası : Mesane
17 -19 arası : Böbrek
19 -21 arası : Kalp Kası
21 – 23 arası : Bedenin Isıtılması

saglikhaberleri.com.tr
 
Eğer bir ay boyunca günde iki tane lekeli muz yersen bu olur?

Eğer sende insanların çoğu gibiysen muzların tadını daha olgunlaşırken çıkarırsın. Haftalık alışverişini yaptığında muzların daha yeşilsi olanlarını alırsın. Onları olgunlaşırken, sarıya dönüşürken ve lekesizken yiyorsun.

Haftanın sonuna doğru, kahverengi lekelerin yavaş yavaş oluştuğu ve sonra tüm muza yayıldığı zaman, muzun kötü olduğunu ve senin için artık yararlı olmadığını düşündüğün için onları çöpe atarsın. Çünkü dürüst olmak gerekirse, fazla olgun olan ve artık iyi tadı olmayan diğer meyveleri de atıyorsun.





Şimdi tekrar düşün!
Araştırmalara göre oluşan kahverengi lekeler muzun sırf daha olgun olduğunu değil, aynı zamanda bağışıklık sistemimizi güçlendiren bir şey içerdiğini gösterir. Bu özellik tümör nekroz faktöründe de bulunan bir özelliktir ve muzda zaten önceden ispatlanmıştır. Kansere karşı vücudumuzdaki enfekte veya iltihaplı bölgelere vücut hücreleri taşıyarak savaşır. Sonuç olarak bu hücreler yok edilir ve tümör hücrelerinin büyümesini engeller.

Muzun ayrıca içerdiği antioksidanları ile kombine edilirse de beyaz kan hücreleri güçlenir ve bağışıklık sistemimizin gelişmesini destekler. Bu nedenle muzları çöpe atmak yerine onları yemek çok mantıklı.

İnanılmaz besleyici

Olgun muzların bağışıklılığı arttırma kalitesi bu meyvenin senin için iyi olmasının tek nedeni değil. Beslenme konusunda muzların en az taktir edilen meyvelerden bir tanesi olduğu doğrudur. Meydana çıkan ve egzotiği ile ilgimizi çeken yeni meyvelerden dolayı muzun gerçekten ne kadar çok vitamine, besinlere, safra maddesine ve doğal meyve şekerine sahip olduğunu unutuyoruz.

Muhtemelen ‘günde bir elma doktoru kendinden uzak tutar’ sözünü değiştirmek ve muzu dahil etmek gerek. Bugünümüzde Amerikanlar elma ve portakalı birleşiminden fazla muz yiyorlar.

Muzun vücudunu sağlıklı tutmasının bir kaç nedeni daha var.

1. Tansiyonun düşmesini sağlar

Muzların tansiyonu düşürmesinin ve seni felç veya kalp krizi geçirmekten korumasının sebebi az sodyum ve çok potasyum içermesidir. Sağlıklı bir kalbin meyvesidir.

2. Mide ekşimesine karşı tedavi

Muzu doğal bir antiasit, asit bağlama maddesi olarak görünebilir. Bir muz bile mide ekşimesine faydalı olabilir ve böylece semptomları azaltabilir.

3. Demir kaynağı

Kansızlık demir içeren bir beslenme ile tedavi edilebilir ve muz demir içerir. Kırmızı kan hücreleri ve hemoglobin oluşturmakta yardımcı olur ve vücudundan akan kanı güçlendirir.

4. Enerji sağlar

Eğer spor salonuna veya herhangi bir yere gidip spor yapmak istiyorsan öncesi bir veya iki muz yemen faydalı olabilir. Bir veya iki saat süre boyunca daha enerjik olmanı sağlayacak. Yani sporunu bitirmek için yeterli olan bir süre.

5. Mide için iyiler

Mide urları çekenler bazı besinlerden uzak durmaları önerilir. Besleyici meyve olsa bile, ağrılara sebep olması veya çıbanlara zarar vermesine sebep olabilir. Mide urları çeken insanlar muzu yumuşak ve hafif olmalarından dolayı sorunsuz yiyebilir. Hatta muzun lapa gibi olması mide duvarını asitler ve diğer yanılmalardan korur.

6. Depresyona karşı yardımcı olur

Muzun depresyona karşı iyi gelmesinin sebebi yüksek düzeyde triptofan içermesi ve bunun vücutta serotine dönüşmesi ile açıklanır. Serotin ise insanı daha mutlu ve daha dengeli hale getirir ve genelde moralini daha yüksek tutar.

7. Kabızlığı önler

Muz yeterli miktarda safra maddesi içerir ve bu nedenle barsak hareketliliğini sürekli kalmasını destekler. Böylece doğal bir şekilde kabızlığa karşı korur.

8. Sinirleri sakinleştirir

Bazı şeyler senin zaman zaman stresli olmanı veya moralinin bozulmasını sağlar. Muz yemeği hiç düşündün mü? Şeker seviyeni düzenlemene yardımcı olabilir ve içerdiği B vitamini ile sinirlerini sakinleştirebilir. Sonuç daha rahat bir kişiliğe sahip olmandır.

9. Vücut sıcaklığını kontrol eder

Dışarısı çok sıcak ise eğer, muzun vücudunun sıcaklığını düzeltmesini unutmayın. Vücudun ateş nedeniyle sıcaklamış ise muzun bu sıcaklığı düşürebildiği de doğrudur.

http://biliyomuydun.com/
 

Güne limonlu su ile başlamak için 20 harika sebep

1 — Malum “Su Hayattır!”. Limonlu su, zengin elektrolitleri ile (potasyum, kalsiyum ve magnezyum) bedenin her köşesine yayılır.
2 — Limonlu su, karaciğerin en sevdiğidir. Tüm yiyeceklerden daha fazla enzim üretmesine yardımcı olur.
3 — Limonlu su, karaciğeri toksinlerden temizler, arındırır. Yani limonlu su, süper bir detoks içeceğidir.
4 — Limonlu su, bağışıklık sistemini güçlendirir.
5 — Limonlu su, bedenin kendini iyileştirme mucizesini destekler.
6 — Limonlu su, serotonini yükseltir. Modu mutluluğa çevirir.
7 — Limonlu su, stres savardır. Tüm endişeleri, negatif kuruntuları ve hatta depresyonu da alt eder.



8 — Limonlu su, beyne iyi gelir. Dikkati canlandırır.
9 — Limonlu su, metabolizma ve sindirimi sorunlarını giderir. Beden besinleri daha iyi özümser. Bu da elbette kilo vermek demektir.
10 — Limonlu su, pektin lifi içeriği ile iştah kontrolü de sağlar.
11 — Limonlu su, kemik erimesini önler.
12 — Limonlu su, böbrek taşı, safra taşı, pankreas taşı ve kalsiyum birikimlerini eritir.
13 — Limonlu su, kanı, damarları, arterleri temizler.
14 — Limonlu su, yüksek tansiyona iyi gelir. Düşük tansiyonluların dikkat etmesi gerekebilir. Düşük tansiyon için limonlu suya Himalaya veya deniz tuzu eklenmesi önerilir.



15 — Limonlu su, enfeksiyonları hafifletir.
16 — Limonlu su, eklemlerde biriken ürik asidi seyreltir. Eklem ağrılarına ve dizlere iyi gelir.
17 — Limonlu su, diş ağrılarına ve diş eti hastalıklarına da iyi gelir.
18 — Limonlu su, bütün bedeni yeniler, gençleştirir.
19 — Limonlu su, müthiş bir antioksidandır. Cildin kolajen üretimini destekler. Çizgiler, sarkmalar yok olur.
20 — Limonlu su, vücudun pH değerini alkali yönünde yükseltir. Bedenin yüksek pH seviyesinde uzun süre kalmasını sağlar. Daha yüksek pH seviyesi, hastalıkların bedende yaşayamamasına sebep olur. Kanser dahi alkali bir ortamda yaşayamaz.

kaynak : bitki alemi
 
Karaciğer Detoksu

Bu içecek; bağırsakları temizler ve aynı zamanda safra taşını önler.

Malzemeler :
½ yemek kaşığı zerdeçal ( ½ tbsp turmeric )
1 baş parmak büyüklüğünde zencefil (rendele) (gınger )
½ limon suyu ( juıce of ½ a lemon )
Hepsi ½ bardak içme suyuna karıştırıp içilir. ( half a cup a water )
Şifa olsun
kaynak ; https://www.facebook.com/
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…