Özel Arabul Şiirleri

EY SONBAHAR

-Shine için-

Ey sonbahar
Ey hüzünlü gözleri aşkın ve mevsimlerin
Ne zaman geldin
Güneşin üstüne düşen gölge

Ey sonbahar
Yalnız kadın
Saltanatı dulluğun
Aklından gelip geçen bütün yazlar
Ayışığı kadar sadeydi
Ayışığı kadar temiz
Hatırladığın kış geceleri

Şimdi ağzında renklerin bütün tadı
Kızılın güneş tadı
Mavinin su tadı
Beyaz zambakların utanmaz tadı
Hiçbir kuş barınamaz seninle
Yüreğin en eski aşk kırgını

Boş limonluklar, kurutulmuş elmalar
Kayıp gider, ürperdikçe zeytin ağaçları
Eylül böylece ayrılığın ve ölümün mührüdür
Kaybolan zamanların
Yaşayamadıklarımızın
Bu çılgın oyun, hayatlar içinde
Devinip duran
Ortak bir düş salgını

İşte aşkım
İşte ruhum
İşte ben
Ey sonbahar
Savrulup duruyoruz
Rüzgarlarınla
Yapraklarınla

Özel Arabul
 
FIRTINA

Bütün soruların yanıtları bir tek yerde
O suların çekilmediği tek yerde
Bir göç alır başını, bizden çoğa doğru

Toplasam önüme düşen gölgelerimi
Yaptıklarıma değil,yapacağıma bakar
Yine de bir şeylere güvenmemek
Güvenmektir tek birşeye
İzin verse sevinç yoksunluğu

Nerelerde gizlidir asıl yolculuğumuz
Ne zaman, nerede başlıyacaksa
Pusuda çırpınır umudun ilk dilimi
Şimdi toplanır artık üstümüze
Fırtına uğultusu

******************************

GECE


Aşağıda yukarıda yıldız yıldız karanlık
Belli belirsiz solan ama değişen yüzleriyle
Gece ürkütür bizi sarsıp uyandırmazsak

Kıpkızıl bir çiçektir örsümüzdeki ateş
Orada yıldızlara dişlenip kalmış
Çığlık atmadan önce ilk dalgayı içerdi
Gece kıvılcımlarla yanıyor sıçrayarak

Bir savaş arkadaşı, bir nöbet arkadaşı
Canlı kaçıncı gece, dinleyişinden belli
Işığa susamış yükselip inemiyor
Hep aynı örtüyü kuşanmış hep eaynı karanlık
Ağır bir yengiye sesini kısarak

Biz yolumuzdaki aynaları kırarız kaçmak için
Bize göz kırpan, baştan çıkaran aynaları
Yanılsamadır hepsi
Her birimiz İsa uzantısında, üstünden yürürken gecenin
Buranın tıpkı eşi
Bir başka yere taşırız
-Cim karnında bir nokta kadar yüreğimiz-

Özel Arabul
 
GECE BOYU

Kımıldar toprak, kımıldar gece boyu
Baş göstermeye görsün bir
Çılgına döner bahar

Su aklığından zamanın
Tutkuyla girer de onsuz çıkarız
Bir elhimizde çocuk, ötekinde ölüm
Aydınlık güne doğru, yalnız

Güneşin adağı oldu hepsi
Sürüyle ateşe dökülür kuşlar
Tabu çekilirken üstümüze
Ağaç meyvasını atar

Bu acıyla
Nasıl yırtmaz pençelerim
Mavisini gökyüzünün

***********************

GECELER

-Nimet Konuralp için-

Kimseler ağlıyor görmeyecek
Yüreğim bir kızıl çember
Kendi içinde çevrilecek

Kimseler duymayacak acımı
Yaşananlar dünyanın ortasında
Kızıl bir gül dumanı

Kimseler anlamayacak
Yollarda çiçek döküntüleri
Bir borandır gelir geçer
Kazınır, silinir izler
Sabah için erken belki
Sonsuz yıldızdır geceler
 
GECENİN KIYISINDA

Geçtim kıyısından gecenin
Yıldız döküyordu rüzgar
Vurmuş ellerini toprağın yüzüne
Ağır bir tüfekti sanki

Akşamdı ya da akşama yakın
Suya bastığımızda zamanı
Bir portakalı soyar gibi
Çevirir gibi yaprağını kitabın
Ağdı yüzüm karanlıktan

Nar çiçeğine benziyor ölüm
Öyle kırmızı öylesine sıcak

*********************

GEÇEMİYORUZ

Uzatma soluğunu üstümde yaşam
Uzatma artık daralıyorum


Oyunlar kurmuştuk yılgıyla kendimize
Bir çember, bir çember daha atlayıp
Kim söylediyse doğruyu, kim yaşamında ilk kez
Islak bir böcek gibi hakkediyor ölümü

Bir ses vuruyor, bir renk, bir biçim
Sevgilerinden, tutkularından tedirgin olan
Adımını dışarı her nasılsa atmış da
Parmak uçlarıyla dağlıyor bizi

En korkağımız yiğit kesildi
Varışıyla arındı yokluk, ama ürküyoruz
Bulması için biz seçmiştik onu
Biz, yıgğınları duvar diplerinden çekip
O yanımızda, o özümüzde, o her an tek başına
Kapıları açtı da ardına dek, geçemiyoruz.
 
GÖLGELER

Bütün soruların yanıtları bir tek yerde
O suların çekilmediği tek yerde
Bir göç alır başını, bizden çoğa doğru


Toplasam önüme düşen gölgelerimi
Yaptıklarıma değil, yapacağıma bakar
Yine de bir şeylere güvenmemek
Güvenmektir tek birşeye
İzin verse sevinç yoksunluğu


Nerelerde gizlidir asıl yolculuğumuz
Ne zaman, nerede başlayacaksa
Pusuda çırpınır umudun ilk dilimi
Şimdi toplandı artık üstümüzde
Dinle bak, o fırtınanın uğultusunu

*******************************

GÖZALTI

Bir sabah ansızın gülümsediler
Elleri ulaştı yüreklerine
Kestiler soluğunu toprağın
Gözleri bir sıra ışık mıydı ne
Güneşi yazmak için biçimlendiler

Nasıl da böldüler öfkeleriyle
Pençeleri ağarmış dağları ortasından
Uzaktan uzağa büyüdü sesleri
Hızla vurdular topuklarını
Yeraltı suları çoktan haberliydiler

Bu bir korkuydu üstünde
Kaçındığı bir yazgı
Ne yana dönse yollarını kestiler
Ağır, oturaklı, yalnız bir insan
Gözaltındaydı ilk kez, kendine karşı


Özel Arabul
 
GÜN ÇEKİLİR

Gün çekilir
Yüreğim yapayalnız
Solgun, yorgun bir ay gibi
Yokluğunda ne ışığım vardır
Ne de acı eksilir

**********************

GÜNLÜK

Bu ne kaygusuz gündür
Sıcağa asılıp kalmış
Bir şey yok diyeceği

İki balık döner durur
İki balık birbirine değmeden
Yutmak için yalnızlığı.

Ses, yine o ses
Bitişe karşı o ses
Can güneşinden tutuşturan yüreği

**************************


HAZIRLIK

Bıraktım bahar rüzgarlarını
Yaz güllerini, kuytularda sarmaşığı
Yüreğimin çalkantısını
Sonbahar yağmurlarını
Nerdeydim ben, neresindeydi yerim
O yüzden bıraktım
Ölüleri ve aşkları

Şimdi tekbaşına, sizden daha ötede
Yeni bir güne hazırlanıyor kalbim
 
IRMAK

Bir tepede açmadan başını ağaç
Aykuşağı gecenin içinde sesi
Bir salkım kuştur sonbahar onda

O ağaç mıydı ilk ateş düştüğünde
Sıyrılır sıyrılmaz gövdesinden
Başsız ve sonsuz bir ırmak
Çarpa çarpa döven kıyılarını

Bir yerlerden akıyor şimdi içime
Yüreğim ona göre biçildi

***********************

İÇERDE BÜYÜMEK

Pas kokulu bir çiçektir gökyüzü
Sabahları açmalara utanan
Daracık pencerede

Zaman geceleri içimde
Su yürüyen hüzündür
Salınır saçlarında anamın
Kaskatı bir ağaç taş döşemede

Güneş ne zamandır bir bıçak
Keser duvarı
Gölgemi uzatır karşı dağlara
Uçmasını bilmeyen kuşlara benzer
Ayak izlerim yanar toprakta

Ben burada doğmuşum
İçerde bütün analar benim
“ziyaret günleri” nden kalmış
yoksul bir şeftali gibiyim
ya siz dışardakiler
daha mı geniş soluğunuz
kardeşlerim
 
İZİN VER

Bal güneşim,
Hırçın toprağım
Benim bir an yaşamama izin ver
Yapayalnızlığımı sürdüreyim.
Böylesi gider hoşuma.

Hırpalatmadan kendimi
Saygımı harcamadan cömertçe
Bir an yaşamama izin ver.

Sevişir, hoşlanır uçarız sevinçten
Emeriz havayı, mutluluğu
Dillerimiz anlamsız ve yabancıdır.
Başkasında kendimizi zorlarız.

Benim bir an yaşamama izin ver
Kavurucu ağacım
Kafeslerine almadan beni
-Ki onu içime çarçabuk yerleştirirler-
Lambamı taşırlar su kenarlarına
Islak kumlarda geceleri yeni avlardır
Gözledikleri.
Kendileri uykularında yalnız, yorgun
Hoyrat elleriyle benim yüreğimi ezerler

Bırak zorlu gençliğim
Bir an yaşamama izin ver
Sesim açık kapılardan süzülüp geçsin.
 
KARANLIK VE IŞIK

Tenin ve düşün sınırında
Şerbet değil
Ağuyla bal kotarırız

Uyuyan tanrı silkinir dizlerinden
Kasıklarda çiçeklenir tohumu
Ve karanlık, ışıkla kucak kucağa

Binlerce çarpıntısı kaygının
Mayıs böceği kırlangıca yürürken
Şafak, soluğunu gezdirir üstümüzde

Ulu çağrısıdır bizim yaklaştığımız
Uğultusu asılı meyva dolu ağaçta
Göbeği topraktan kesilmemiş ruh

****************************

KAT KAT AÇAR

Buradan geriye kaç kişi sığmıştır
Binlerce binlerce yıl önce
Mermer taşlardan atlayarak
Çıplak ayaklarını kaç kişi çoğaltmış
Kaç kişi orada kalmıştır

Sözler çok toy, henüz insanın tutsağı
Buz gibi ıslık çalan gece poyrazında
Yaşayan bir varlığın duyarlığına dokunur
Parmaklarında taşıdığı canla
Arkasından yükselen denize
Bir aynaya doluşan binlerce gözle
Dokunur bir canlının dibe çökmüş acısına

Az çekmiş sıcağını, hala titrer elleri
Sarsılır bir taş, toprak kalkar yerinden
Dağıyla, yamacıyla, tarihiyle bu eski kent
Göresi gelir ışığı, göresi gelir
Açar yine açar, kat kat açar
Yarınlara umudu

Özel Arabul
 
KESİT

Şimdi ordasın
Nereye dokunduysan orda
Biraz rüzgar biraz kuş

Durmadan çoğalan
Sıcak ağaç kokusu
Bütün gün aramızda

Sustukça görüyorum
Dalgalanıyor yüzün
Uzun ayrılıklarda

*****************

KIMILDAR UYKUM

Kımıldar uykum
Uykumda sesim kımıldar
Ve boşlukta açan
Korkulu bir gözdür o

Büyüyen ağrısıyla usul usul
Düşlerimiz çekilir
Bir yerde gece çekilir
Orada öyle vurgun, öyle acımasız
Hiç kullanılmamış
Hiç soluk almamış gibi
Uzanıp yatar kimliğimiz
 
KIRGIN

Bütün gün asılı durdu o güneş
Çekinceye dek anılardan zamanı
Bakır bir tepsi gibi yansıdı içimizde


Gider yine geri döner yollarım
Sularıma yavaşca, yavaşca sularıma
Şimdi değil bir önceden belki de
Bir düş sıçramasıydı bu kuşkularım


Sürgün bekleyişi üstümüzde gerilen
Yorgun uykusunda en yeşil
Asılı kalmışız tutkuya
Orman içimizde, gövdemiz yaprak kesilmiş
Biraz ötemizde umut
İklimler değişir de
Biz neden geçemeyiz
Bir günden ötekine

*************************

KIŞ DÖNENCESİ

Kalın gövdesinden tutuşmuş tomruk gibi
Rüzgarda acısını tanırım onun
Hiç bu kadar yakına gelmemişti
Gökyüzünün gergin göğüslerinden
Toprağa kar olup sağıldı hüzün
Öyle şeyler gördük ki
Utandık sıcaklığımızdan
Işık olmanın aydınlığında ölüm

Kim bıraktı bizden önce bu korkuyu
Yüzlerimiz duvara dağlanmış gibi
Kitap içyüzlerinde soyadımız tutuklu
Daha kaç dilde susacağız
Kaç yaşamın üstümüzde yalınkat gücü

Bütün akşamlar biraz da seni taşır
Kurşun gibi inerler bulut üstünde
Bir sandalın akarsuya duruşu gibi
Gölgen ayrı yüzer, bedenin ayrı
Diyeti acımasız duyarlığının


 
KİM İNANIR

öyle uzun zaman geçti ki üstünden
kim bana benziyor şimdi
kim artık senin çizginde
izlermiş gibi çiçek açmış ağacı
kalakaldık düşlerimizin önünde
hiç sorduk mu neden bu kadar yakınız
uzak kaldıkça birbirimize

yazıktır tek başına bir bulutun
tepeleri sarması
taşır sürekli serinliğine
paylaşılmayan yalnızlığını
bu yüzdendir hüzün
gökyüzünün en eski parçası

yine de senin her gidişinde
açılmadan içine kapanır yüzüm
nasıl bıraktıysan senin renginde
peki ama sen ne zaman gelmiştin
söylesem kim inanır gittiğine
 

KOLAYDI

Kolaydı bir zamanlar
Değiştirmeye çalışmadığımız
Bozmadığımız sürece gizi

Yağmurda ıslanmadan
Bir tek su vurmadan yüzüne
Cam gerilmiş bir bahçede
Güvez karanfilleri çiğnemeye benzer
Anılara bastırmak kendimizi

Tutunmaz umudum inancım olmadan
İyi niyeti abartarak sevi sansam da
Bana sırt döner
Bunca ilkel ve yabancı
Pusatlarını dökmüş sağduyum
Kırılır kapısında
Yüreğim çarparak, coşku içinde
Beklerim nerede yankılanacaksa sesim


****************************

KİM YÜRÜR

Yuvarlak altın yüzünden geçmişim günün
Derin ırmaklar boyunca ilerlerken
Sıkıntılarımıza bile alışık
Niye hep gün ortasına çakılı kalmış
Bu yapışkan yoğunlukta ıssızlık

İlk söz vardı ya, insana değin
Nice umutlardan devşirdiğimiz
Ama bir başka iklimde
Ölümün her an su başında beklediği
Taze bir erik gibi ısırdığında zamanı
İlk söz vardı ya,
Binlerce ses arasından onu ararım

Bilirim can yürür, kan yürür şimdi bedene
Yine dönüşünden fışkıracak sevincim

Özel Arabul
 
KORKUYA DOĞRU

İlk uzaklaşmada konak yerinden
Büyümeler içindeydik
O kadar yakındık ki denize
Kaybolsak da bir tutkuda
Çoğalırdık özleminden

Ne zaman sunuldu
Kolay sevileri nasıl sunuldu
Işığı içeren yüreğimize
Gün geriye döndü, gün üstümüzden
Ardımızdan yetişen korkuya doğru

**************************

KURTULUŞ

Nereye koyacağımı bilemiyorum, beni sıkıyor
Küçük, zavallı yüreğini yiyor sorunlar
Kan akıyor ağzından ve çok yavaş çiğniyor avını
Ateşten sıçrayarak gövdesi yanıyor.

Bu çok bilmiş insanın gölgesi güneşi örttükçe
Olmayacak sınırsız amaçlar uğruna,
Boş yere harcandıkça ateşi,
Gönül gözü açık sevdiğim öfkelenir
Bilir sonsuzdan kopan sevginin, bütünden kurtulduğunu
Bir atılışta kızgınlık ve kin saçarak
Her doğuşu engelleyen ölü varlığı kovalar
Kahramanca yalnızlığında,
Şaşmaz bir alev gibi yaşamla gerçek sarkacına tutunur.

Bereketle filizlenir bu tarlada sonsuzluk
Topraktan insan ve dost sevgisi doğar.
Şaşkınlığı yutar bütün dünyayı
Yalnız geceyi kendine, ölümlü genç bedenine adar.


Feracelerini kapatan dualarıyla
Güzel başak gözlerine ağıtlar yakmalıyım.
Tanrı iyi, topraksa iyiyse konuş artık çocuğum
Bütün çevreleri insan dalgalarına bırak.
Tüm ışıkları dağıt, yansın tütsüler
İlk erdem kavranacak nasıl olsa maddeye karşın
Kurtuluşun avuçlarındadır
Anlamaz beynin geçmişten başkasını
Yüreğin ancak gelecek için soluklanır.
 
KUŞLUK VAKTİ

Bir sal üstünde gecelediğim
Bir kuşluk zamanı
Ansızın duragelir
Suçlu olsam, uzakları
Yaşmak olsam, akşamları
Devşirir

Nerdeyse dün değil, yıllar öncesi
Demir parçalar gibi dağıttığımız
Güneş körü bir zaman
Üstümüzden yavaşca
Gölgemize devrilir

Uzun saçlı bir ateşte
Sevmiş gibi, yanmış gibi
Uslu, ağır, yorgun değil
Rüzgarından hızla dönen
Sapsarı bir su çevrilir
 
MASAL

Masal bu..
Seni sevmek bir masal
Bütün düşler seninle
Sebebim sensin
Ey Sevgili
Kalbim güller içinde

Saklamadım
Hiçbir zaman
Ne nefreti ne de aşkı
Böylesine bir zamanda
Sevgililer düş masalı

Bir ormanda yasaklı
Kurtlarla kuşlar yaşar
En içinde, en derinde
Küskün bir peri saklar

Güller açar ipekte
Masallarda buluşur
Yıldızlar düşer suya
Gizli bir aşk dokunur

Sana aşık olmaktır
Böyle masal anlatmak


Bu yüzdendir hem aşkı
Hem de eski masalları
Tek başına
Yaşamaktır
 
MAYIS ÇİÇEĞİ

Bana balını göster mayıs çiçeği
Arka bulup güçleneyim
Biraz zamanı geçirsem
Ansızın açılmış duman gibi
Sürekli umutsuzluk içinde
Uçup gider kuş
Kaybolur sözlerim

Parmakların dokunduğu acı
Gökçe ışık
Altın iğnelere vurulmuş
Göğüs kafesine çarpıyorum
Özüne çarpıyorum
Bir şimşekle ansızın
Bana balını göster mayıs çiçeği
Onulmaz günlerin közündeyim
Yeni aya dolanıyorum
 
MEKTUP 1

Sen gideli bu akşam
-Bu pazartesi ayazında
Bana destan dolusu
Anıları tokat gibi çarpan
Kapkaranlık rüzgarla-
Tam bir hafta oluyor

Dinledim radyoda
Gönlü tok, sevinci bol türküsünü Silike'nin
'Kekliği düz ovada avladım
Kanadını çam dalına bağladım'
Boyası dökülmüş kırmızı saksıdaki menekşelerim
Elimi kapı tokmağına yapıştıran
Camda buzdan çiçekleri
Ürpererek seyrettiğim
Bu şubat sefaletinde
Penceremden ağırlığı ve dumanı
Ve karanlığı sevgilim
İncecik yalayıp geçti
Mektubundaki çağırışın lezzeti
Ben, Ne tül perdelerdeki düşsel görüntülerde
Ne bol leylaklı
Bol sevdalı
Bahar sevinçlerinde
Böyle sıcak
Ve böyle sarsılarak
Aranmamıştım

Aynanın önündeydim
Beş dilimli sandalyemde
Odamı
Bozacının kalın sesi
Sımsıcak yorgun sesi
Dumanı tüten tarçın gibi
Dolduruverdi.

Gözlerimi kapattım
Bir akşamdan
Seni bu akşamlara
Hazırladığım
Mavi pijamalı
Ağır ve tutkulu güzelliğini
Bir resim gibi geceme serdim

Yalnızdım
Çok mutlu, çok yalnızdım
Artık camdan incecik uçuşuyla
Saatini yutmuş timsahı
Ve 'Mıççırığıyla'
Gelebilir Peter Pan'ım.

Sana söz vermiyorum
Bir daha ki kış
Bu yüreğin
Benden ağır basacağına
Emin değilim.
Belki biraz kesintili, belki birden
Üzüntü dolu yumuşaklığımla
Seni de
Bütün savrukluğumla
Geçebilirim.
Ama inan,
Her dönemecinde,
Yalnızlığın
Ve umarsızlığında
Seninleyim.
 
MEKTUP 2

Öldükten sonra da
İnce bir yağmur gibi çiseliyecek
Sevgilimle kardeşimin ihaneti
Toprağımın üstüne

(Geniş bir bostanın saz kaplı çatısından gece yıldızları seyrettiğimiz bağ evindeyim. Toprağa uzanıp toz yüklü çınardan güneşi izliyorum. Kuyuda serinleyen karpuzdan daha körpe yüreğim. Başımın altında toprak çıtırdıyor, toprağın verdiği en güzel eser üzümler çıtırdıyor, esen rüzgarla yüreğim çıtırdıyor. Gözlerimi kapatıp sabahı yaşıyorum.)

Ben artık
Yazışmalardaen bıktım
Bir süvari atını ister çeksin
Yol kenarına,
İsterse poyrazdan korunmuş
O serin kayalarda
Seni düşleyim.
Böyle bozuk havalarda
Gelir, Koyu kızıl akşamlara
Sonbahar düştü düşecek diyeyim.

(İzmir'de akşam oluyor. Bir pencere açılıp kapanıyor ansızın. Zayıf, küçümencik bir adam altın damlaları gibi yüreğime akıyor. O mu, başkası mı belli değil, sızlayan bir taş sonunda, yüreğim.. Saçları simsiyah ve gittikçe başımda örülüyor.)

Ben artık,
Yazışmalardan bıktım
Ağzımda kestanelerin keskin tadı
Ellerimde sabun kokuları
Her saniye seni yaşamaktan
Ve bahardan
Şaşkına döndüm.

(Taze bir süt gibi beyaz yüreğim. İnanç dolu, güven dolu dumanlı başım. Kendimi suyun ortasına bırakıyorum. En değerlinin kolları bağlı arkasından Bütün yasalar sırtından bıçaklanmış. Karanlık perde perde ıslanıyor. Yağmur esmerce gözlerimde..)

Ben artık,
Vurgun ağzı
Tipinin birdenbire bastırdığı
Çorak topraklara bile
Özenir oldum.

(Yaldızlı kumlara uzanıp, utanç dolu bir türküyü çağırıyoruz. Bir otobüste ya da yatakta, Bir tanrı Pan ki keçi ayaklı, gözlerimizi kapatıp aşk sanıyoruz. Gizi esrarlaştırıp avutarak kendimizi. Oysa her zaman tek, her zaman tek..
Biraz daha zorlayabilsem kendimi, gözlerim bulanmasa, ellerim titremese dursa, acıkan bir gövde, bir yürek olmasa.. kendi çizdiğim çelebime tutkum büyümezdi.)

Çifte su verilmiş çelikten olsa
Bölünür ortasından
Bu denli acıya dayanmaz yürek.
En yumuşak, en sert
Ve en edepsizi yeryüzünün
Yapışmış elleriyle
İki ucu keskin bir bıçağa
Antika mozaiği oyar gibi
Kazır gibi onu lahitten
Bozuyor günün rengini

(Bu kadar yanıbaşımda, bu kadar yakınımda bir ceza taşımak, ömürlerce.. Havada görünmez kuşlar uçuyor, karanlık.. Bir o kadar karanlık ağıyor kanatlarından.. Birçok ağaç aynı anda baltalanıyor.. Sesi çığlık yaprakların.. Bir çiçek gibi dağılıyor sular.. Ah aptal çiçek yüreğim, tutkun niye ölmüyor. Esmer teninden daha ılık, kurt ağzından daha keskin bir tırpan biçiyor düşlerimi.. umut dolu özlemimi)

Sana
Verdiklerim değil
Geri alacaklarım
Susadığım zaman yalnızca
Sevmek en güzel tutku
Bilinmese de, düşülse de
En yüksekten
Kafamdan ışıklı geceyle
En büyük durak diye sende yaşamak
Bir yaz boyu, bir güz boyu
Ömür boyu

(Sıska bir söğüt altında azıklarımızı çıkardık. Birkaç zeytin tanesi, kızarmış somun, içi is dolu ayran bakracı. Ayaklarımızı uzatıp dinlendik sonra. Uyandıgğımda yine yalnızdım. Kırbamı, kadınımı, amacımı çaldırmış..)

Günlerim benziyor
Son kaçırdığı treni
Hala bekleyen
İstasyonda
Gözleri dumanlı
Başı sevdalı
Yaşlı yolcuya
-Usu öyle karışık-

(Her susuş bir yalnızlığa karşıdır. Mutlak yalnızlığa. Şayet önceden başkaldırmamışsa.. Sevebilmişse insanı tüm kaypaklığıyla.. Tehlikeli civa gibi aydınlıktır gelecek.
Bilmiş ol ki bu ne acıdır, ne katı bir mutsuzluk. Bir su gibi insandan insana akan, gizemli, kocaman, her dönemeçte sarsılan.. hepsinden ilginci değişen insan.
Korkuyla tutuşup, telaşla yanıp, hızla geçti yanımdan. 'Dur' diyemeden, 'Sus' diyemeden...)

Sus
Masmavi bir ay açıyor
Bak yörene
Yeniden doğabilirsin
 
MEKTUP 3

Sen daha gelmeden
Sevincim
Masanın örtüsüyle
Koyu yeşil camların üstündeydi
Kafamdan şimşek gibi bir umut geçiverdi
İlk kez nedensiz, keyif için bir yüreğe dokundum
Düşünmek dengeyi ölçeğinde tartmak mıdır
Düşünmeyi kaskatı vurdum.
Artık hem uygar hem ilkelim

Yıllardır böyle zorlu olmamıştı kış
İçimde soğuğun ve yalnızlığın acısı
Bir buzdağı gibi serpilmeden Titreyerek bahar
İlk yağmurunu dün gece
Toprağa döküverdi.
Bir dostun yolladığı
Mor menekşeleriyle de
Bu kez
Utanarak çiçeğini gönderdi.

(Atların toynaklarında, meydanlarda değil savaş.Bir sele zeytin gibi yemyeşil, insana sunuyor onu doğa. İlk çekirdek insanda. Kanla dolu, avutulması olanaksız yüreğimiz. Ağaç tomurcuğa kesiyor. En ilkeliyle, biz çekirdeğiz.)

Burada bütün kuşkularımla
Bilmem kaçıncı ağırlığında gecenin
Yüzündeki benleri sayar gibi
Yanlışlıklar güzele durdu, güzelim.

(Gizlemek mi istiyordun? Uzun trenlerin uzun camlarından kardan çiçeklere dek.. Neşeyle ıslık çalan bir kamyonete ve iki dağın arasındaki kıvrılan şoseye dek..Konuşmaktan daha tehlikeli değildir susmak. Düşünmemek için konuş. Düşünmemek için ver tutamadığın sevgini.Ben ilk kez böylesine yumuşacık ve edilgenim.)

Bütün hızıyla koşuyordu önceden
Ayrılık senin yanındayken de..
Akşam birden bastırdı.


Ne aynaya yapışmış
Senin çingene karanfilin
Ne benim elverir diyemediğim
Yaklaşan, tutsaklıktan beter
Korkum geçebildi
haykırışını gençliğimin.

(Unutmayı öne aldık. Korkmadık unutmaktan. Dinsel törene girercesine, avuçlarımızdan gözlerimize onarılmaz gücü serptik. Bu beden yaşlılık, bu beden hastalık ve bu beden ölümken, inanç doruğuna yine onunla sıçradık.)

Uyuyor yaşam
Rüzgarsız.
En çukurdaki
Ağaç gibi
Onu bol ışığıyla yaşamın
Biz uyandırdık.

Özel Arabul
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…