Özel Arabul Şiirleri

roxett

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
12 Temmuz 2006
2.280
60
118
47
İstanbul

5. PERON

-Hüseyin’e-

5. Peron’da seni bekledim
Gelseydin alize rüzgarlarını verecektim
Hani kimi zaman bir şarkı çalar ya uzaklarda
Bir başka garip olur akşamüstleri
İşte öylesine sana tutkun
5. Peron’da seni bekledim.

O cumartesilerin artanıydı dün
Tanıdım ellerimde yağmurlu aşkım
Acı sarı çiçekler istasyon saatinde
Öyle yalnız öyle karanlık yüreğim
Karanfil yanığı gecelerde
5. Peron’da seni bekledim

Yıldızlar yağmur uçlarındaydı
Mızrak mızraktı lacivert gökyüzü
Geceler boyu İzmir’de, Basmane’de
Her gece ama her gece
Kaç tren kalktıysa bir o kadar
5. Peron’da seni bekledim.

Büyük kapıyı geçerken bilirdim
Seninle başlayıp seninle biteceğini
Anılar, solan aşklar ve uzun rüyalarla
İnce mavi bir kızın düş yeriydi orası
Ama sen hiç görmedin, duymanı istemedim
5. Peron’da seni bekledim.

Özel Arabul
 
AKŞAM

Bir akşamı atlamadan yazabilirim
Bir tas su içer gibi
Kendi sevgilerimize vurgunluğumuzdan

Yıldırım düşer suya, buharlaşır özlemin
Esmeriyle gelir, yağmuruyla gelir
-Bütün akşamlar biraz da yağmurdur zaten-
Yaprağında titreşen canıyla gelir
Güneşsiz, bulutsuz bir gökyüzü kalsa da
Hasta yatağına saplanmış uyku gibi
Bir akşam çıkarırım sancılarımdan

Dağlarda çoban yalnızlığıyla
Kum saati boşalır, kum saati benden önce
Gün olur yankı verir sesime
Gün olur çıkarsız sevdalarımdan
Bir can kalmış, bir can az yakınmadığım
Akşamı zamanında taşımadıkça.

Özel Arabul
 
AKŞAM İNER

Sokaklarda düş gibiyim
Ne içerde bir karanlık
Ne dışarda yalnızlığım
Küçük çocuk elleriyle
Bir sele çakıldakta
Pamuk sağar aydınlığım

Ağaçlarda sıcak iğde
Çekirdeği kıpkırmızı
Yılan gözü akar sanki
Akşam iner yüreğime

****************

AKŞAMLAR SONBAHAR

fotoğrafta
sonbahara düşüyor gölgem
kesilmiş yüzümden ne kaldıysa
bir makas izi..
eski bir aşk, ki bütün aşklar eskidir,
akşamlarsa sonbahar..

doğanın ve kalbimin
minesi çatlıyor..



Özel Arabul
 
AL BASMASIN


Al basmasın yanaklarını
Yasemin gülüşlü sevdiğim
Çekiverdin mi kapısını yasağın
İncecik yağmur
Tatlılıkla saracak sonsuzluğu
Rüzgar,
Kavak ağaçlarına uysal karanlığı sürükledikçe

**********************

ALACA BİR İŞ GÜNÜ

Alaca bir iş günü
Sıcacık ışık tozu serpilir yaz sonlarına
Duvardaki çatlak yosun kesilir
Sızan ve pek yakında artacak sulardan


-Çobanın sırtında tutuşan aba
Tutsak pazarlarında artışa çıkan utanç değildir
Yaşamın iletkeni bilgiyse
Soluk alıp vermeyen dinazor
Ya da esrik bir ağaçkakan
Neden çoğu yapıtlarda gözdedir-

Dokur gergeflerde incecik hüznü
Ayrılışı, özlemi, tutkuyu, yanlışına
Çok aç kavruk dualarıyla
Devinimli, nesnel öyküsü
Alaca bir iş günü
Güçsüz insanın yazgısı diye bilinir

Özel Arabul
 
ARDINDAN

-İsmail Kayatürk’e-

Hergün böyle hergün
Bir şeyler kaydı üstünden
Aramızda bir şeyler unutmak korkusuyla
Soluğun geri çekti kendini
Nerelerde eksildin sen usulca


Soğuk kış geceleri ayın tam ortasından
Ellerin geçer ince geyikler gibi
Gökyüzüne bırakılmış yalnızlığın
Süzülür aramıza


Çözülmüşsün, dağılmışsın, burada değilsin
Yokluğun nice çoğaltır seni
Gölgeli, boyutsuz dinginliğinde
Yok olmaman için yas tutmaz yüreğim
 
BAHAR

Bahar dediğin bir top sarı mı
Yeşil mi, yoksa vurgun mu
Hiç mi hiç, geldi mi hep
Bir olasılık dönenir durur
Ölmeden dirimi hiç yaşamadık ki


Bırakırım, suları şimdi akmayan
Boş bir köprüden
Demir köprüden
Ağusunu üstüne yüreğimin
Biraz umut mu ne, biraz acı mı ne
Zamana ayarlı mı bilemediğim
Ve akıp geçen bir şey var yanımızdan
Ter basar gecemizi

 
BEKLİYOR YAŞAM

-Hep aynı şiiri söylerim
Şimdi de bir öncekinin benzeri-

Ormanda yukarı dal sürdü ağaç
Kökleri sıvama ayrık otu
Korkusunu gizler kendi kendinden
Yüzük geçmiş gibi parmaklarına
Işık içinde mineli bir yüzük
Dokunur gökyüzüne umutla

Geceyle birlikte yorgun bir rüzgar
Doğum öncesinden yalnız
Yükünü boşaltır artık sabaha
Daha yaprak dalda uyanmadan
Açmadan kuşlar kanatlarını
Eksik bir çiçektir orada bahar.
O bahar ki hiç bilmez,
Yanmıştır suda gövdesi
Yırtılmış kayaların bıçaklarıyla
Üşüyünce nasıl tüy değiştirmiş
Nasıl acıyla kıvranmış ağaç.

O tepede açmadan başını daha
Ay kuşağı dolanır karanlığına
Bir salkım kuştur ağaç
Karışır ona sesim

İlk ateş düştüğünde, o gidenlerin ilk ateşi
Sıyrılır gövdesinden
Başsız ve sonsuz bir ırmak artık
Çarpa çarpa döver kıyılarını

Yaprağa gömülmüş duyarlığımız
Çözülmemiş bir yazıt ahşap gövdesinde
Sanki bir kozalak patladı patlayacak
İncecik damarlarıyla yaşam
Yapayalnız bir sözcük
Bekliyor ağzımızda

Özel Arabul
 
BENİ KOR GİDER (1632 Hit)

Uzak uzak çarpar benim yüreğim
Az yaşarsın, sevgim doğurur seni
Bilirim ki düştük tanrı gözünden
Bir kez bile olsun gülmedim seni

O gün geldi, sesim senden dağıldı
Sanırım bedenim dağılıp gider
Dost diye, insan diye gönül verdiğim
Dayanamaz bana, beni kor gider

************************

BİLEMİYORUM

İnsan gücünün nereye vardığını bilemiyorum
Hala dünyaya bağlıyım, hala
Gece gündüz içimde kapanmayan göz
Bir damla yaşı esirgiyor
Zincir yapıp boynuma astığım tüm yanlışa

Tutku içinde bocalayan bu yırtıcı ruh
Nasıl kurtaracaksa
Sessizce seken keklik gibi
Geliyor korkularım ama yüreğim kavruluyor da

Daha fazla sevebilir miydim
Daha fazla mı güçlenirdi kanatlarım
Yakında bal olacak acı süt akıtan incirlerim
Yaşam minik bir kuş gibi açılacak avuçlarımda

Her sabah doğması kadar olağan güneşin
Hiçbir şeye sahip olmamak örneğin
Yine de hiçbir şeyden vazgeçmek zor geliyor
Kötü haberlere yaslı sevinçlerimden

Gerçeği hangi efsaneyle büyütürsek
Onunla öldürürüz çoğu zaman
Güzellik ve acı aynı uçurumda
Ben ise ne veririm
Payıma ne düşer ölümsüzlükten

Özel Arabul
 
BİNLERCE GÜNEŞ

- Sühendan Fırat'a-

Binlerce güneş olacak, binlerce güneş
Yılgının izlerini, yılgıyla sildiğimizde
Yaşamın mora dönük aydınlığından
Evcilleşmemiş uygarlığın bakışı
Kendi ortasından kıvrılınca
Nice yıldır unuttuk dinlemeyi

Seslerimiz dalgalandı perçemlerimizle
Ölümü ve yaşamı görüyorum
Sürüp giden ölümü, sürüp giden yaşamı
Yıllardır kullanmadığımız gözlerimizi
Koparmalıyız şimdi tutsaklığından
Her kımıldanışın kazandığı yoğunlukla
Bozguna uğradı çok dostlarımız
Yeniden biçimlenmiş Titan'ların ağzıyla

*****************************

BİR AÇIMLIK

Uzakta devşirir denizimi kuş
Ay gibi akan kanadı
Usuldan kaydıkça suya

Ağır kolonu keser ellerim
Yeni düşmüş bir teleği
Tutup kaldırabilse
İşlemeli bir gömlek gibi gecenin
Süt ipeğinden ışığına

Pirinç tarlasında çıplak akşam beyazı
Ve hüzün öylece durur
Gizli köpüğünde yaprağın
Ayakların kaç kez bir yazma gibi
Unutulur arıkların çekme sularında
Keten çiçeğidir sevda bir açımlık
Ya da çatal cama uzayan gölge
Belki bir kök gelinciktir çizdiğin
Çıkarıp yıkanan dolaklarında

Uzakta devşirir denizimi kuş
Ay gibi akan kanadı
Usuldan kaydıkça suya

ÖZEL ARABUL
 
BİR DİLİM AY

Bir dilim ay, kıpkırmızı bir dilim ay
İstemli bir dilim ay, yanıp sönesi
Vapur olsam varasım gelir
Onca gecenin içinde
Hem de sümbülsü mavi
Bir dilim ay
Oldukça puslu hem de
Bir bardak su gibi
İçip kanasım gelir

Şarkıları asarız da
Yediveren gülleri gibi baharımıza
Nedense hem İsa öncesi hem İsa sonrası
Camgöbeğinden bir dilim ay
Renk değiştirir durmadan akşamımıza

İnce bir bıçak çıkarır
Yorgun bir ses gibi dağılmasından
Okyanusa yağan karın yüzüne
Senin yüzüne, benim yüzüme
Bir dilim ay kılıç gibi
Üstüne kapanasım gelir

*************************

BİR IRMAK

Bir tepede açmadan başını ağaç
Aykuşağı gecenin içinde sesi
Bir salkım kuştur sonbahar onda

O ağaç mıydı ilk ateş düştüğünde
Sıyrılır sıyrılmaz gövdesinden
Başsız ve sonsuz bir ırmak
Çarpa çarpa döven kıyılarını

Bir yerlerden akıyor şimdi içime
Yüreğim ona göre biçildi

ÖZEL ARABUL
 
BİR GÜVERCİN UÇTU

Nasıl görmezsin, bir güvercin uçtu
Bir tek dalına kanadı değmeden ağacımızın
Düşlerin içinde belli belirsiz
Senin yaban yüreğini aldı götürdü
Usulca yastığına gecemizin.

Yalnız esintisi bereketli yaşamın
Yaprak kımıldamayan sıcak yaz günlerde
Ruhunu taşıyacak kadar güçlenmen için
Yeşil zebercet taşlarıyla
Tozlu yapıtlara kapanan ürkek bedenin
Aldatıcı ışık oyunlarına sığındı.

Bu son öpüşlerin yalnızlığında
Gölgelerden hafif, gün batımına yakın anılar
Kanat çırpınışıyla silkelendi
Nasıl görmezsin, bir güvercin uçtu

**************************

BİR KUŞ DÜŞER

İndi dağdan gün ışığı
Uzaklara bir yere
Özlemi bekler beni

Gidemem sevi vurur başıma
Yıldız dolu yaprak uçlarından
Keskince uzatmış yalnızlığını
Su çeker beni

Ateşimi burada yaktım
Obam burada kuruldu
Kollarım uzar da uzar yoluna
Korkarım çığlığından
Ses tutar beni

Sıcak süt kokusu içinde
Bir kuş düşer maviliğine
Işığı yutar beni

Özel Arabul
 

ÇIKARSAMA


seni sevmek ne kadar kolay
akıp giden bulutları izlemek
kaynak başında köpüren suyu
yerden fışkıran ışığı yani
eğilip içmek
binbir alaşımlı sevdayı
rahatça üstüne giymek

daha da uzuyor öpünce
daha da kalın ve beyaz boynun
gecenin içinde gizli bir yol açıyor
bir ırmak, puslu beyaz
içe akan, yansıyan, balkıran
yukarı dönen bir el gibi
bileğinden çevrilerek
ah benim ölümü susturan aşkım
seni sevmek
ezberlemek oluyor

yabansı bir koku var
havada döne döne yükselen
fundalıkların çalılıkların
defne kokusu, ıtır kokusu
ölü taşlar, boz yosunlar, kuru otlar
anılar yani sürekli anılar
heybetlı bir akşam sarısı
alınlık oldu ne yazık
başucumuzda duruyor

sesin yontulmuş akik
dudaklarının arasında
bir yağmur telaşı sesin
ay altında yaprak denizi
ağır aksak geçen zamanın
geçmeyen yalnızlığı
utangaç, tutungan, ve çok narin
sesin bu yüzden ellerine benziyor

Seni sen yapan bunlar mı
Gözlerin mi hani demiştim ya
Her zaman ormanaltı bitkisi
Hiç vurmaz üstüne güneş
hep serin her zaman nemli

Seni sevmek sevgilim
bir insanın ansızın
bir zambağa dönüşmesi

Özel Arabul
 
ÇİZELGE

Benim işim bu
Denize bıçak atmak bodoslamadan
Yaşlı bir fener ustası gibi

Geldim ya,
Bakır çalığı bir acıdan
Herşeyler bir çizgide
Sanki bir yerlerden tanıdığım
Sanki kızıl damgalı
Her an sıçramaya hazır
Canlı ve biçimli bir yarış atı
Suyun yüzünde açan kan
Ateş gibi saydam kırmızı

Benim işim bu
Yamaçtaki asmaların
Yeşertirim üzümünü.
Bilirim, belleğimde
Kaç arı, kaç çiçek dalı
Ayışığında kanat çırpar

Geldim ya, dumanlı bir su başından
Bulut hummasıydı
Umudu umutsuzluğu bir çizgide
Korkuyla seyiren bir çizgide
Ve susmak kırgınlıktı
Bu soğuk yalnızlıkta
Susmak, ölümü anmaktı

Benim işim bu
Seni nasıl yaşatsam eskiteceğim
Ala tüylerinin çekirdeğinden

ÖZEL ARABUL
 
DENİZ KUŞATMASI

Öyle her yerde aramadım
Kendiliğinden çıkıp geldi bir orman uğultusuyla
Ağaçların kalın karanlık gölgeleri
Ve üstünde tuzlu su titreşimleriyle

Vakitten kazanıyorduk iki çakıltaşı
Denizin kıyısında kalmıştı biri
Öteki sektirilmiş
Ayaklarının ucunda soğuk ikindiler
Gün batımları, ayışığında söylenen uzak türküler
Yani Odysseus’un lotus çiçeği
Bal kadar tatlı, deniz suyu gibi
İçtikçe daha şiddetle susatan
Bir su çiçeği
Denizin, ormanın, katran kokulu mavnaların,
Yaklaşan günün özgür kokusu
Sardı unutturdu seni..

En büyük tutku çekim gücüydü
Koyu , akışgan ,
Fırtına öncesi ağırlık,
İnsan ikliminde esip duran
Bunaltan ve felaket yapışkan
Eğri bir bıçakla sevdanı kesip sundun
Denizin girdabından

Yalnızken, her şeyden bilerek uzakta
Bitmeyen bu yolculuğu kendin istedin
İçinde dalgalanan, çarpan, kırılan
İlk gençliğin ıslak samanlar üstündeki ateşi
Bakır kazanda kaynayan sütten, ateşteki közden, sandıktaki lavantalardan
Bahçeleri gölgeli, taraçalı, görkemli evlerden çıkıp
Sahilleri dolduran kalabalıklardan
Usandın .

Her bitki, her çiçek,her ağaç,her yağlı yemiş
Senden bu kadar uzakta öyle anlamsızdı ki
Doygunluk gibi, mutluluk gibi , hoşnut bir evlilik gibi
Eskitiyordu kendi içinde çekirdeğini
Soğuk bir alev yalnızca ısıtmayan
Seni özlemeyi yerleştirdim yokluğuna
Tasarılar, niyetler özgürlüğün havasında dağıldı gitti..

Özel Arabul
 
DOST

Günüm karardığında, gecem uzadığında seni düşünürüm.

Bir şiir söylenir dünyaya, payıma düşeni alırım
Bir renk atılır fırçayla, ışığı yakalarım
Şarkı söyler bir kadın, dağılır yalnızlığım
Ve dimdik duruyorsa bir insan onca kavgada
Ödünsüz ve kararlı
Korkumdan utanırım

Ne omzunu isterim başımı yaslayacak
Ne ellerini, ellerimde tutacak
Varsın uzaktan savrulsun gülüşü
Hiç olmasın gölgesi yanıbaşımda
Sabahları bahçemde açan gül gibi
Soluğu karışıp gitsin havaya

Olması gereken yerde durur o
Yani hayatın tam ortasında
Bana kendimi sevdirmek için

**************************

DÖNÜŞÜM

İnce bir dal kanat açtı
Ararken gerili gökyüzünde dinginliğini
Koca bir gölge gibi düştü üstüne zaman

Giysilerini vermeden güne
Katıksız ve ışıksız suya değmeden
Alev kızılı kesildi

Dalga dalga içerdi karanlığı yalnızlığımız
Ve hiçbir insan renkleri tanımadı kokusundan
Deniz dayandı, deniz bitimsiz, sessiz mi sessizdi
Dayandı sonsuzluğa kayan mor topraklarına

Bütün varlığını sarsan bunca güçle
Patlayan geceler güneşin yangınında
Kendi yıkımlarımıza karşın
Yeniden dönüyoruz kozamızın özüne

Özel Arabul
 


DÜŞÜYOR SEVİNÇ

Bunca istekle aradığımız
İri bir çınar yaprağı gibi
Düşüyor sevinç
Yılgıdan mermere dönmüş yüzlerimize

Bir ağaca sımsıkı sarılan insan
Parmaklarıyla içse de özsuyunu
Acısını taşıyamaz
Taşıyamaz çünkü yalnızlığı geleceğine

Dargın bile değilim artık
İlk oturduğum zaman masa başına
Böyle yine korkusu basmıştı beni
Aldığım tüm coşkulara karşı
Susmamın doğada patlayışıyla

Öylece başıboş akan zamanda
Sanırım yavaştan oluşur tutkum
Nereye gittiysem hep öne düşen
Ellerim ve yüzüm yanar
Haykıran tutulması çok güç solukta

Görüyorsa güzelleşir gözlerin
Titrer teninin aydınlığından
Son uykuya yatmadan önce
Sıcaklığını götürecekmiş gibi
Tutabilirse bir canlıyı,
Bir eli, bir gövdeyi, bir gülüşü
Ya da varsaydığı sevilerini
Aktaabilirse kırgınlığından
Bu kez ölümsüzlük gerilir çarmıha

Sevinçsiz, acısız ayrılıyorum aranızdan
Kakmalı çeliğe kuşanmış
Kamaştıran gözlerimi tutkudan

Özel Arabul
 
EKSİK RESİMLER

-Zeynep Ece’ye-

Çocukların yaptığı resimler gibiyiz
Eksik resimler
Ama öyle canlı, öyle bereli
Gözlerimiz dağılmış gül biçimi
Yol kesiyor bir uçtan bir uca
Sarı bir acı şimdi yapraklar
Ve yüreğin orta yeri

Her sabah kimseler uyanmadan
Yeni bir hendek açıyoruz
Büyüyen bu kentin kıyısında
Çekip almak için
Boğulmadan içerde
Çocuk seslerimizi

Korkumuzu gömmek için bu hendek
Korku nedir
Öyle utanmış ki bizden
Dağ keçileri vardır ya
Hani kendinden daha sessiz bir suya
İnce beyaz sakalını düşüren
Resimde dağılmış çizgi

Yeniden açtık toprağı
Kar sularıyla birlikte
Bu kentin dışında bir yerde umut
Belki içimizde
Çiçek yatağı
 
ELÇİ

Elçi, kocaman hiçliktir
Taşıyamadığını bana getiren
Uslu, küçük yaşamına
Alacakaranlık serptiğin zaman

Bütün inançlarıma vurduklarında
Umudun doyumu ve özlem uzaklaşır
Ötesi ıssızlık

Geceyi yalnız başına, susuzluktan yanan
Güne saklarım
Kendi sesim yabancılaşır kendime
Sesimden korkarım

***************************


ELİMDE DEĞİL

Elimde değil
Karanlığı dağıtmak
Bir yolcunun
Ayak sesleriyle

Elimde değil
Bir hasreti
Dindirmek
Çok yorgun bu yürekle
Yenilenmek


***********************

ERİK AĞACI

Uzun süre baktım sokağa
Kimse yürümemiş o yoldan
Yürüdüyse de belli değil
Kuru yaprak gibi yapışmış
Ayak izlerim kaldırımlara

Yeni bir yaz başlıyor
Rengi, tadı, kokusu değişik
Bir hayat geçmiş önümden
Ancak bir kaç saniye...

Aynı dalda ama farklı çiçekler
Anlıyorum bu yüzden bana yabancı
Kaç yıldır tanıdığım
Şu arka bahçedeki erik ağacı
 
ERİK YEŞİLİ DÜŞTÜ

Biz ilk ağızı topladık
Koyunun iri sıcak memelerinden
Toprağa tütünün yumuşağını
Suyun köpüğünü taşıdık.

Bütün orman çillerini döktü yaprağa
Biz iki ırmağın arasından
Biz mezopotomya'dan
Uzandık sevmeyi aşeren sunaklarımıza
Gelinlerimiz kurnalarda yuğdular sevinçlerini
Bebeleri taşıyan hasatlarıyla
Uzun saçlarında gözboncukları dizili.
Kokulu kınaları sıvadılar el ayalarına
Gökyüzü genişledi hem de hiç eksilmeden
Erik yeşili düştü gülüşlerine
Ve kayısı gülünün sarı tazeliği.
Dokundular parmaklarıyla doğanın arılığına
Büyüdü yalnızlık, büyüdü özlem taşkınlığı
Bir tanrıça derken binlerce göz verdiler
Çırpınan kollarında yurtlarının soluğu
Koyu kırmızı bir güneşti uygarlık.
Aç bir hayvan gibi bakıyor dünyaya
Ve kayısı gülünün sarı tazeliği.

Çelikten zorlu, yüreklerdi orası.
Sözler ısıttı bizi,
-Ama düşünce daha aydınlık değil-
Kaba ipliklerle bağlıydı duyarlığımıza.
Tanrı yalnızca bir savaşçı,
Ayağının tozunu silkmeden
Hızla ilerledi mersin ve sakız ağaçları arasından,
Vermek için sevginin eline en güçlü silahını.
Ellerinde yanan çıralar
Süslü genç kızlar ve delikanlılarla
İnsanoğlunun kendini beğenmiş tüm erdemleri
Kutsallık, inatçılık ve yiğitlikle
Uzak, çok uzak ataları uyandırdılar.
Kapkara kıllı bir korkuydu artık yaşamlarında
Kendi seslerini tanıyamadılar.

Uyurken içimizde ne kapılar açılır
Ne kanatlar biten omuzbaşlarımızda
'Uç uçabilirsen, uçmazsan parçalan'
Diye haykırır kartal
Kayaların üstünden yavrularına.

Az az konuşmayı öğrendik,
Kıpırdatmadan dudaklarımızı.
Aslan ancak böceklerden çekinir
Fırsat vermemeyi sınadık çoğalmalarına.

Tanrıların en eskisi, en soylusu ateş
Genç vücutlardan kusacak alıvlerini
Geri gelmesi için iyilikle erdeme yol açmada

Egeli genç bir adam altın ibrikten su dökt
'Bütün kötülük ve horlamalar boşuna değil artık,
Uyanması şart oldu öfkelerimizin,
Ölümsüz bir soluğa karışıp gider insan
Bulduysa ülküsünü' diyordu genç yüreği.

Böylece sunduk yaşamı en büyük ustanın eline
Ruh özgürlüğü ve düşünce duruluğu için zamanı
Çekidüzene verdik önce, korkuyu arındırdık.
Küçük bir toplulukla, oynattık yerinden
Büyük yığınları
yeniden doğmak için kurtulan amaçlarla.
Yaşayamaz güvenemeden,
Acı bizim kanımızda o yüzden
Büyük gücümüz var, örneğin bayrak yaparız bir adı
Gitgide aydınlanır sevi;
Erkek kadınla, Tanrı ruhla kaynaşır
sevi ve özgürlüktür tansığa açılan kapılarımız
Onur ya da utanç bize bağlı
Çok ağır da olsa özgürüz
Ve insanız biz.

Özel Arabul
 
EVCİL ACI

Su içiyor bardağımdan
Karşımda tam karşımda duruyor
Açsam ağzımı
Benden önce o söylüyor

Yastığımda onun baş izi
Onun serinliği göğüs boşluğumda
Kullanılmamış bir ev gibi
Beni yenibaştan döşüyor

Diyelim ki küçük, yerleşik bir saat içimde
Kendi kendini durmadan kuruyor

Hiç kimse aslında
Bir yerlere gitmiyor
Bütün süreçlerinde
Bir yelken bezi gibi
Rüzgara karşı inip kalkarak
Suyunda dinleniyor

İşte bir ağaç yanlış iki dalıyla
Geceyle günü yine de karıştırıyor
Sonra bütün pencerelerde gökyüzü
Taş baskı gibi hiç değişmiyor

Ben ki bir çocuk kadar yalnızım
Böyle olsa ne çıkar
Bir çocuk bile yalnızlığında
Artık kendini kullanıyor


ÖZEL ARABUL
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…