Şizofreni, etiyolojisi bilinmeyen, semptomatoloji, seyir ve nihai sonuç farklılıkları gösteren ve temelde klinik kriterlere dayanan bir sendrom olarak düşünülür. En sık etkilenen alanlar algı, biliş, dil, bellek, duygu, istek ve uyarlanabilir davranışlardır. Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı'nın (DSM) 1952’deki ilk baskısından bu yana, Kraepelin tarafından geliştirilen şizofreni için tanı ölçütleri hâkimdir. Leo Kanner 1943’te sosyal davranış, dil gelişimi ve bilişsel süreçler bakımından spesifik özelliklere sahip birkaç çocuğu tanımlayan bir bildiri sundu ve otizm terimini tanımladı. DSM-5’te "Nörogelişimsel Bozukluklar" içerisinde yer alan "Otizm Spektrum Bozuklukları" (OSB)’nın parçası olarak kendine yer bulmuştur. Aynı dönemlerde Hans Asperger’de iletişim ve sosyal etkileşimin bozulmuş olduğu olguları bildirdi. Bozulan bu işlev alanları ile ilgili modeller, durumun erken çocuklukta başladığını ve bireyin günlük yaşamını sınırlandırdığını, toplumsal uyumsuzluk sorunları ortaya çıkardığını ve psikotik bozukluklar gibi psikiyatrik komorbiditelerin ortaya çıkmasına neden olduğunu göstermektedir. Otizm, DSM’nin üçüncü basımına kadar şizofreninin çocukluk formu olarak kabul edilmişti. Üç ve sonrasındaki 2 basımda kendine yer bulabildi. Psikoz ile otizm arasındaki farklar teorik düzeyde tanımlanmıştır. Bununla birlikte, otizmi olan kişilerin sergilediği semptomların bir kısmının, psikoz spektrumunun belirtileri (duyusal bozukluklar, rijid düşünce, sosyal çekilme, vb.) ile karışabileceği bilinmektedir. Otizm spektrumu bozukluğu olan birçok insanın, özellikle de yüksek işlevli olanların yaşamının ilk yıllarında teşhis edilmediğini ve yetişkinlikte güvenilir tanı konulmasının güç olabileceği düşünüldüğünde, klinik pratikte, her iki tanı arasındaki muhtemel bir karışıklığı düşünmemek elde değildir. Yetişkinlikte OSB hastalarının ortak bir evrim biçimi, psikoz benzeri semptomları olan atakların ortaya çıkmasıdır. Bu ataklar, psikotik semptomlardan bazı özellikleri ile farklıdır. OSB’deki tuhaf konuşma genellikle şizofreni için tipik olan dezorganize konuşmayla karıştırılır. Tanı karışıklığının bir diğer kaynağı da, otizmli hastaların güçlü bir inanca sahip olmaları ve kanıtlara karşı dirençli inançlarının var olmasıdır. Bu, hezeyanlı düşünce içeriği ile karışabilir. Buradaki fark, düşüncenin sonuca giden yolu takip eden mantıksal bir temelden yoksun olmasıdır. Buna karşın otizmde ise, gerçeklik parametrelerine uyan ve hatta daha fazla kişi tarafından paylaşılabilir durum mevcuttur. Benzer şekilde, bireysel zarar görme algısının yokluğu bizi psikotik bozukluk tanısından uzaklaştırmaktadır. Kısıtlı ilgi alanları ve tekrar eden prototipik davranışlar da OSB tanısını güçlendirebilir. Yapılacak görüşmelerin hasta tarafından daha sonra yeniden dinlenmesi amacıyla kaydedilmesi önerisine OSB’li hastalar olumlu yaklaşabilirken, psikoz tanılı hastalar için bu kabul edilemez olabilmektedir. Ölçekler açısından, her iki bozukluk arasında pozitif ve negatif sendrom ölçeğinin pozitif belirtiler alt ölçeği psikotik bozukluk lehine yol gösterici sonuçlar verebilmektedir. Wechsler Yetişkin Zeka Ölçeği sözlü ve manipülatif alanları değerlendirerek otizm açısında önemli veriler verebilmektedir. Tüm bunlara rağmen, psikozun sanrılı içeriği ile otistik bozuklukların zihinsel katılığı arasında ayrım yapmak güç görünmektedir. Sonuç olarak, otizm spektrum bozukluklarında psikotik belirtilerin varlığı, komorbiditeyi veya her iki tablonun ortak bir kökeninin olma ihtimalini göstermektedir. DSM-5 öncesi ruhsal bozuklukların sınıflandırılmasında, her iki bozukluğun komorbiditesinde uyuşmazlık ortaya çıkmıştır. Bu hem sendromların eş zamanlı varlığının az tanı almalarına, hem de klinik uygulamada yetersiz bir yaklaşıma yol açmıştır. Bu nedenle, her iki bozukluğun farklılaşması üzerine daha fazla araştırma yapılması ve yetişkinlikte gözlemlenen tanı karmaşasını azaltmak için daha erken tanının konması gereklidir. Bu, otistik spektrum bozukluğu olan kişilerin müdahalesinde daha iyi bir gidiş ve iyileşme ile sonuçlanır, çünkü yanlış tanı, müdahaleyi psikotik belirtilerin yönetimine odaklayabilir ve OSB’lu olan kişilerin yaşadıkları zorluklara yaklaşımı sınırlayabilir.