Ah İstanbul
Bir kuş kalkmaz bu sefil yerde,
Hani benim deniz kokan İstanbulum nerde?
Sabahları martı sesiyle uyanırım
Sokağa çıkınca sıcak bir güneşle dolaşırım.
Kimi zaman bir aşk yağmuru ıslatır beni.
Sofrada yeşil zeytin, yumurta tava ve çay,
Ortaköy'de geçen günü ömürden bir fazla say.
Denizden karşıya geçmek bir rüya gibidir,
Martılara ekmek atmak, sigara tüttürmek,
Tavşan kanı bir çayla dalgalı sevgilime bakmak.
Bazen dikkatimi dağıtır İstanbul güzelleri,
Ama güvenilmez, bağlanılmaz buranın dilberine.
Neyse, Kız Kulesi yanından geçiyoruz,
acaba burada yaşasam mı diyorum,
O zaman on şiir kitabı çıkardı piyasaya...
Yanımda deli dostum Zaza Nihat,
Arasıra dertleşiriz, o da esarette,
Düşmüş tuzağına sevdanın, bir daha çıkamamış,
Kütüphanede çalışmış bir süre,
Sonrada dolaşmış ordan oraya.
Neyse işte bir dert ortağım var benim.
Bir eve iki aşık fazla ama,
İdare ediyoruz işte.
Bunları düşünürken bir hareket başlıyor,
Kadıköy'e ulaşmışız nerdeyse.
Deniz kıyısındaki çaycıdan,
Simitle beraber çay içiyoruz.
Ardından bir sigara yakıyoruz,
Dumanını rüzgara savurarak.
Cevizli minübüsüne biniyoruz,
Mahşeri bir kalabalık arasından.
Elazığlı iki dostumuzun evindeyiz.
İkisi de İnternet hastası,
Teknoloji değiştirememiş insanlıklarını.
Delikanlı, mert cana yakın çocuklar.
Gurbetten değil hemen ısınıyorum
Bu iki gurbet kuşuna.
İkisini birarada görmek mümkün değil pek,
Biri gececi biri gündüzcü trenlerde.
Harput Fırınına gidip üç tandır alıyorum,
Orta yaşlı Palulu iki esnaftan.
Gece sohbetle geçiyor,
Biraz uyuyup sabah tekrar yola düşüyoruz.
Trenle Kadıköye gidip,
Biraz kitaplara, kasetlere takılıyorum,
Oradan karşıya, Beşiktaş'a geçiyoruz.
Beşiktaş limanındayım akşam üstü,
Sular hafifçe dalgalı,
Meltem rüzgarı okşuyor saçlarımı,
Deniz minare gölgeleriyle süslü,
Ilık bir hava var bu aşkımın şehrinde,
Aşıklar sarmaş dolaş denizle karanın kesiştiği yerde.
Ah İstanbul elveda sana,
Birgün bir daha görüşmek üzere,
Seni minarelerinden öpüyorum...
Oğuzhan Taş