Ethem ve Tevfik Kardeşlerin Muhalif Durum Almaları

İsmet Paşa'nın cephede çalışmaya başlamasından sonra, Ethem Bey, hastalığını ileri sürerek Ankara'ya geldi ve burada uzun süre oturdu. Onun cephede bulunmadığı zamanlarda, kardeşi Yüzbaşı Tevfik Bey, Ethem Bey'in vekili olarak Kuvayi Seyyare'nin başında komutan bulunuyordu.

Durumu gereği gibi aydınlatabilmek için, bir olaylar zincirinin kimi temel noktalarını belirtmek uygun olur. Kuvayi Seyyare Komutanlığı Karacaşehir de kendine bağlı olmak üzere gizlice "Karakeçili" adında bir birlik kurmuştu. Bundan Batı Cephesi Komutanlığının bilgisi yoktu. Böyle bir birliğin var olduğu, 17 Kasım 1920'de bir rastlantı ile öğrenildi. Cephe Komutanlığının, bu birlikle ilgili bilgiler verilmesi ve birliğin denetlemeye hazır bulundurulması yolundaki buyruğunu, Ethem Bey yerine getirmedi. Cephe Komutanlığının, sivil işlere, geri hizmetlere karışmamaları için verdiği genel buyruğa aykırı olarak Kuvayi Seyyare Komutanlığı, tersine Kütahya bölgesinde, her şeye karışmayı ve eylemlerini arttırdı.

Cephe Komutanı, Ethem Bey Kuvayi Seyyaresinin öteki Kuvayi Seyyarelerden ayırt edilmesi için "Birinci Kuvayi Seyyare" adıyla adlandırılmasını buyurmuşken Ethem Bey ve kardeşi bunu dikkate almak şöyle dursun, bu buyruğa karşın kendi kendine "Umumi Kuvayi Seyyare ve Kütahya Bölgesi Komutanı" biçiminde bir komuta durumu ortaya çıkardı.

Görülüyor ki Ethem Bey ve kardeşi, buyrukları altındaki birlikleri denetlettirmiyorlar ve verilmemiş yetki ve sanları kendi kendilerine takınıyorlardı.

" Umumi Kuvayi Seyyare Komutan Vekili Tevfik" imzasıyla 21 Kasım 1920'de Cephe Komutanlığına gelen bir raporda "13'üncü düşman Tümeninin Emirfakılı, İlyasbey, Çardak, Umurbey üzerinden gelmekte olduğu, kendi bölgesinde bulunan Gördeslilerin düşman askerini çağırdıkları" yolunda bilgi vardı. Oysa, gerçekte ne düşman tümeni ilerliyordu ve ne de Türk halkının düşmanı çağırdığı vardı. Bu bilgilerin özel amaçlarla verildiği anlaşılacaktır. Müslüman halkın düşmanı çağırması, yalnız bir nedenle açıklanabilirdi ki, o da bizden kıyım ve baskı görecekleri sanısına kapılmış olmalarıdır. İşte Cephe Komutanı, durumu bu yönden ïnceleyerek verdiği genel buyrukta demişti ki:

Savaş bunalımı sırasındaki kızgınlıkların etkisiyle zorbaca tedbirler almak kesin olarak önlenmelidir. Hainliği ne denli gerçek olursa olsun, hiçbir köy yakılmayacak; halktan hiçbir kimse, hiçbir birlikçe, hiçbir suçtan ötürü asılmayacaktır. Çaşıtlıkları ve başka hainlikleri anlaşılmış adamların, gözaltında, İstiklâl Mahkemelerine gönderilmeleri gerekir.

Umumi Kuvayi Seyyare Komutan Vekili Tevfik Bey bu buyruğa da karşı geldi.

Baylar, düşman, kuvvetlerini toplu bulundurmak amacıyla yaptığı düzenleme yüzünden, Kuvayi Seyyare Komutanlığı bölgesindeki kimi yerlerden çekilmişti. Buralarda sivil yönetim kuruluncaya değin halkın güvenlik içinde yönetilmesi için bir örgütün ivedilikle kurulması gerekiyordu. Bu nedenle, jandarmalık yapmış erlerden ve iyi olarak bilinen kimselerden seçilerek yüz elli kişilik bir sahra jandarma bölüğü ve "Simav ve Dolayları Komutanlığı" adıyla bir komutanlık kuruldu. Bu makam belirlenen bölge içinde, iç güvenlik işlerine bakacaktı. Yarbay İbrahim Bey adında bir kişinin görevlendirildiği bu komutanlığa, yönetim ve düzen bağı bakımından bu bölgedeki askerlik şubeleri de bağlı olacaktı. Ordu birliklerinin ve Kuvayi Seyyare'nin komutanları yalnız askeri harekâttan sorumlu olacaklardı. Sözü geçen bölge komutanlığının kurulması dolayısıyla o bölge halkına Cephe Komutanlığınca yazılan bildiride: "Sizin her türlü dertlerinizi dinlemek ve adaletli bir yönetim sağlamak görevi ile Simav'da bir Bölge Komutanlığı kuruyorum." cümlesi vardı. Bu cümleyi, özellikle Kuvayi Seyyare Komutanlığınca kötüye yorumlanacağını göreceğiniz için, bildiriyorum.

Düşmandan kurtarılan bu ilçeler halkı, kurtuluş gününden başlayarak iki ay süre ile askerlik ödevinden bağışlanmışlardır. Umum Kuvayi Seyyare Komutan Vekili Tevfik Bey, birtakım nedenler ve düşüncelerle bu Bölge Komutanlığının kurulmasına da karşı geldi.

Tevfik Bey, 23 Kasım 1920 günlü bir raporunda: "Bir düşman tümeninin saldırısı üzerine kuvvetlerini Gönen köyü kuzeyindeki sırtlara çektiğini" bildiriyor ve "Sol yanımda bulunan Cumburdu (1934 basımında: Cümbürdü. 'Cumburt (Comburt).) kesimini koruyunuz." diyordu.

Düşmanın önemli bir saldırısı olmamıştır. Kuvayi Seyyare Komutanlığının amacının, ordu birliklerini cepheye sürdürüp, kendi kuvvetlerini geride toplamak olduğu anlaşılmıştı. Cephe Komutanı İsmet Paşa, Tevfik Bey'in verdiği bilgiyi doğru kabul ederek ilgililere gereken buyrukları vermiş olmakla birlikte kendisinden de: "Saldıran düşman aşağı yukarı kaç top kullanıyor, Kuruköy'den yol boyunca Çamköy'e doğru bir düşman saldırısı olmuş mudur?" diye sordu ve Cumburdu koyağının, İslâmköye doğru, Güney Cephesi Komutanlığınca korunması gerektiğini de bildirdi.

Tevfik Bey, 24 Kasım 1920 günü Cephe Komutanlığına çektiği telde, birtakım iğneli sözlerden sonra: "Ben, kuzey ve güney cephelerinin her ikisinin de bir tek hükümetin buyruğu altında olduğunu sanıyordum. Mademki değildir; beceriksizlik yüzünden boş yere burada yurt çocuklarını kırdıramayacağım. Yirmi dört saata dek sol yanımız sağlamca korunmazsa Kuvayi Seyyare'yi... Efendi köprüsü yöresine çekeceğim. Bu konuda sorumluluğun kime düşeceğini hükümet bulsun efendim." diyordu. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Kuvayi Seyyare Komutanına karşılık verdi ve dedi ki: "On İkinci Kolordu, sol kanadınızdan kırk kilometre uzaktadır. Bundan başka, geri çekilmiş olan düşmanı kesin saldırı ile ve zorla yerinden atmak görevi birliklerimize verilmemiştir. Bu duruma göre Kuvayi Seyyare, düşmanı izleyen bağımsız bir süvari tümeni durumundadır. Düşmanın üstün kuvvetle saldırılarına karşı yalnız başına önlemler alır ve düşman, yerel ve önemli bir saldırıda bulundukça buna karşı kesin savaştan çekinir. Bu görevler, süvari tümenlerine verilir. Güney cephesinde, güçlü süvari birlikleri olmadığından sizin cepheniz süvari hattıyla genişletilemez. Güney Cephesi Kuvayi Seyyare dış yandan karşılıklı olarak yalnız ilişki ve bağlantı sağlayabilir ve bu, gereklidir. Sözün kısası, cephemiz iyi yönetilmektedir... vb."

Baylar, Batı Cephesi Komutanlığı, elbette ordusunun bütçesini düzenleyecekti. Bu amaçla, 22/23 Kasım 1920'de bütün cephe birliklerinden düzgün birer sayım çizelgesi istendi. Cephe birliklerinin hepsinden karşılık geldi. Kuvayi Seyyare, istenilen sayım çizelgesini göndermedi. Bu konuda cepheden yapılan sorguya gelen karşılıkta, Tevfik Bey diyordu ki: " Kuvayi Seyyare ne bir tümen, ne de düzenli bir kuvvet durumuna getirilemez... Bu serserilerin başına ne bir subay, ne de hesap memuru konulamayacağı gibi, kabul de ettirilemez. Çünkü, subay gördüler mi, Azrail görmüşçesine ayaklanıyorlar. Bizim birliklerimizi, Pehlivan Ağa, Ahmet Onbaşı, Sarı Mehmet, Halil Efe, Topal İsmail gibi adamlar yönetmektedirler. Bölük eminleri (Bölükte yönetim işlerine bakan, onbaşı ile çavuş arasındaki görevli.) de yazdığını okuyamaz, okuduğunu yazamaz adamlardır; 'Sen yapamıyorsun' diye bunları değiştirmeye de olanak yoktur. Kuvayi Seyyarenin şimdiye dek olduğu gibi gelişi güzel yönetilmesi zorunludur... Doğrusu aranırsa Kuvayi Seyyarenin sıkı bir düzene girmek şöyle dursun, bu düşüncenin doğmakta olduğunu sezdiği dakikada dağılır. Rica ederim, bu yazdığım şeyleri bir şeye yormayınız...."


Tevfik, Cephe Komutanını Tanımıyor

Baylar, tam bu günlerde düşmanın, Bursa Cephesi ilerisinde, İznik yakınlarında bir eylemi sezildi. Cephe Komutanı oraya giderek yakından önlem almak zorunda kaldı. Onun için 28 Kasım 1920'de Kuvayi Seyyare Komutan Vekili Tevfik Bey'e karşılık verirken: "Bugün Bilecik'e gidiyorum. Dönüşte sizinle yüz yüze nerede görüşebilirim?" diye sormuştu. Cephe Komutanına, karşılık verilmemişti. Cephe Komutanının, İznik'teki duruma karşı önlemler aldığı ve düzenlemeler yaptığı sırada, Kuvayi Seyyare Komutanlığından savaş raporları gelmemeye başlamış. Nedeni sorulmuş:

"Raporlar gerektiği zamanda Ankara Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yazılmıştır. İmza: Yüzbaşı Tahsin".

diye bir tel alınmış.

Baylar, bir cephe komutanı için, cephesinin bir kesiminde geçen olaylardan bilgi alamamak ne denli güç bir durumdur! Böyle belirsizlik içinde kalmak bütün cephenin yönetimini yanlış yola götürebilir. Düzeltilemeyecek korkulu işlere yol açabilir. Cephe Komutanı İsmet Paşa, durumu Ankara'da bulunan Kuvayi Seyyare Komutanı Ethem Bey'e 29 Kasım 1920'de yazarak raporlar için vekilinin uyarılmasını bildiriyor.

İsmet Paşa, 29 Kasım 1920'de bize de şu telyazısını gönderdi :

Ankara'da Genelkurmay Başkanlığına Ankara'da Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

1- Kuvayi Seyyare Komutanlığı 27.11.1920 akşamından beri Cephe Komutanlığına rapor vermemektedir.

2- Bugün Ethem Bey'den, vekilini uyarmasını rica ettim. Kendisinden bugün, düşmandan geri alınan yerleri yönetmek üzere Simav ve Bölgesi Komutanlığını kurmamız yüzünden Tevfik Bey'in üzüldüğünü bildirir bir telyazısı almış ve yanıt vermiştim. Durumda dikkati çekecek bir olağanüstülük varsa da daha geniş bilgim yoktur. Oradaki bilgilerin bize ulaştırılmasını dilerim.

Baylar, Batı Cephesi Komutanlığı ile Kuvayi Seyyare Komutanlığı arasında geçen yazışmaları ve ortaya çıkan durumu nasıl anlayıp öğrendiğimi, izin verirseniz açıklayayım:

Kuvayi Seyyare Komutan Vekili Tevfik Bey'in İsmet Paşa'ya yazdığı; asker kaçakları ile çaşıtların İstiklâl Mahkemesine verilmesine karşı olduğu ve Kuvayi Seyyarenin sol yanının yirmi dört saata değin On İkinci Kolorduca korunması sağlanmazsa kuvvetini Efendi Köprüsüne çekeceği yolundaki telyazılarını bana, Ankara'da bulunan Ethem Bey verdi. Ben, elbette bu telyazılarını anlamlı buldum. Kuvayi Seyyarenin tutumunda, önlem almayı gerektiren dikkate değer bir durum gördüm. Onun için, İsmet Paşa'ya çektiğim ve bu telyazılarını Ethem Bey'in verdiğini bildirdiğim 25 Kasım 1920 günlü telimde: "Tevfik Bey'in önem verdiğim bu başvurusuna ne yolda karşılık verildiğinin ve ne gibi önlemler alındığının bu gece bildirilmesini rica ederim." demiştim.

İsmet Paşa, yapılan yazışmayı olduğu gibi bana bildirdi.

Baylar, bir yandan da, 28 Kasım 1920'den başlayarak, Kuvayi Seyyarenin sabah ve akşam raporları, Umum Kuvayi Seyyare Komutan Vekili Mehmet Tevfik imzasıyla doğrudan doğruya bana bildirilmeye başlandı. Tevfik Bey'e şu şifre teli yazdım:

Ankara, 29 /30 Kasım 1920

Birinci Kuvayi Seyyare Komutan Vekili Tevfik Beyefendi'ye

İki üç günden beri doğrudan doğruya bana göndermekte olduğunuz raporların son maddesinde, Batı Cephesi Ordu Komutanlığına verilmiş olduğunun yazılı bulunmadığı dikkatimi çekti. Bir yanlışlık mıdır, yoksa başka bir nedene mi dayanmaktadır? Bu konuda bilgi verilmesini rica ederim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal

Bu telime Tevfik Bey'den karşılık alamadım. Ama Ankara'da bulunan Ethem Bey'den rahmetli Hayati Bey'e şöyle bir yazı gönderildi:

30.11.1920

Hayati Bey Kardeşime

Tevfik Bey'le İsmet Beyefendi arasındaki anlaşmazlığın nedeniyle bu konuda her ikisi ile yapılan yazışmalarımızı olduğu gibi sunuyorum. Lütfen Paşa Hazretleri'ne okunup gösterilerek yanlış anlayışa meydan bırakılmamasını rica ederim efendim.

Kuvayi Seyyare ve Kütahya Bölgesi Komutanı
Ethem

Baylar, bu yazıya ilişik yazışma belgelerinde dikkati çeken noktalar şunlardı:

Tevfik Bey, kardeşine diyor ki:

Simav ve Bölgesi Komutanlığına kesinlikle gerek yoktur. Bu bölge Komutanının Eskişehir'e dönmesi için şimdi buyruk verdim.

Tevfik Bey, İsmet Paşa'nın halka yayımladığı bildiriyi de şöyle yorumluyordu:

Bu bildiri, bulunduğumuz yerlerde bizim, adaletsiz, güvensiz ve namussuzcasına davrandığımızı ilan ediyor... Kuvayi Seyyare, bunu kesinlikle kabul etmez. Bu sorunlar çözümleninceye değin Kuvayi Seyyare, Batı Cephesi Komutanlığını tanımayacaktır.

Bunun üzerine Ethem Bey, İsmet Paşa'ya yazdığı telde kardeşinin üzüntüsünden söz ettikten sonra, bu işlerin kendisi dönünceye değin geri bırakılmasını rica ediyor. Kardeşine de, Batı Cephesi Komutanlığına yazdığını, ancak kendisinin de ılımlı ve saygılı davranması ve böyle karşılıklar vermemesi gerektiğini bildiriyor. Tevfik Bey, 28 Kasım 1920'de Ethem Bey'e yazdığı karşılık telinde:

Namusumuzla oynayan Batı Cephesi Komutanını bundan böyle üst olarak tanımayacağını ve Simav'a gönderdiği komutanına bugün, yanındaki görevlilerle birlikte Eskişehir'e dönmesi için buyruk verdiğimi. . . yazmıştım.

dedikten sonra:

Bu konuda başka şey düşünemem ve düşünülemez de efendim.

diyordu. Tevfik Bey'in o gün kardeşine çektiği başka bir telyazısında da:

.. En ufak bir şey sezersem bu yeni kurulan komutanlığın bütün görevlilerini, gözaltında, Batı Ordusuna geri göndereceğim. Batı Ordusu Komutanı İsmet Bey'in bu cephe komutanlığını yönetemeyeceğini anlıyorum.

denilmekte idi. Baylar, bundan sonra Kuvayi Seyyarenin savaş raporları Ankara'da Ethem Bey'e geliyor ve Ethem Bey eliyle Batı Cephesine gönderiliyormuş. Bundan başka, Kuvayi Seyyare Komutanlığı, Batı Cephesi haberleşmelerini denetlemeye başlamış. Telgraf ve telefon yollarının Kuvayi Seyyare Komutanlığının haberleşme işleriyle dolu olduğundan söz ederek, cephe ile haberleşme açıkça ve resmi olarak yasak edilmiş. Aynı zamanda, Kuvayi Seyyarenin Eskişehir yöresine saldıracağı söylentisi yayılmıştı.

Ethem ve Tevfik Kardeşlerle Kendileri Gibi Düşünen Arkadaşlarının Ulusal Hükümete Karşı Ayaklanmaları

Saygıdeğer baylar, bu durumu hep birlikte incelemeye yarayacak ölçüde bilgi verdiğimi umarım. Kolaylıkla anlaşılmakta idi ki, Ethem ve Tevfik kardeşler ile kendileri gibi düşünen kimi arkadaşları, ulusal hükümete karşı ayaklanmaya karar vermişlerdi. Bu kararlarını uygulamak için Tevfik Bey cephede nedenler ararken ve cepheyi bırakarak kuvvetlerini geride toplarken, Ethem Bey ve milletvekili olan kardeşi Reşit Bey ve daha birtakımları da Ankara'da siyasa yönünde çalışıyorlardı. Ayaklanma planını başarıyla uygulayabilmek için her şeyden önce buna engel sayılan Batı Cephesindeki ordunun başında bulunan komutanı, değerden düşürerek ve görevden uzaklaştırarak, orduya etkin olmak çok gerekli idi. Ondan sonra da, Meclis çoğunluğunu büsbütün kendilerinden yana çevirerek komutan, bakan ya da hükümet düşürmekte kolaylık sağlamak önemli idi. İşte, bu amaçlarla çalışmakta olduklarına kuşkumuz kalmamıştı. Ethem Bey'in İsmet Paşa'ya ve kardeşi Tevfik Bey'e yazdığı tel yazılarında kullandığı ılımlı ve nazik birtakım sözlerin biraz daha zaman kazanmak amacıyla kullanıldığı ve bu sorunu İsmet Paşa ile Tevfik Bey arasındaki anlaşmazlıktan doğan bir üzüntü dolayısıyla en sonu Tevfik Bey'in sinirlerine yenilerek taşkınlık yapmasından ileri gelmiş gibi gösterip, kendilerinin pek yumuşak başlı ve söz dinler olduklarını bir zaman için daha belirtmeye çalıştıkları yargısına varmamak elden gelmezdi. Biz de durumu olduğu gibi gördük. Siyasa ve askerlik bakımından gerekli önlemlerimizi ona göre uygulamaya başladık.

Baylar, şunu bilginize sunmalıyım ki, hem cephede hem Ankara'da her bakımdan gereken önlemleri aldırmıştım. Ethem ve kardeşlerinin ayaklanmasından hiç çekinmiyordum. Ayaklanırlarsa bastırılıp cezalandırılabileceklerine kuşkum yoktu. Onun için çok serin ve geniş davranıyordum. Elden geldiğince kendilerini öğütle yola getirmeye çalışmayı, bunda başarısızlığa uğrarsam, kamuoyunca daha iyi anlaşılacak olan saldırganca davranışlarının gereğini yapmayı yeğliyordum. Bu düşünce iledir ki, Ankara'da bulunan Ethem ve Reşit beyleri ve kimi kişileri yanıma alarak Eskişehir'e gitmeye ve orada İsmet Paşa ile de birleşerek yüz yüze konuşmaya ve anlaşmaya, 2/3 Aralık 1920'de karar verdim. Ethem Bey'in benimle birlikte gitmekten çekineceğini kestiriyordum. Oysa, ne olursa olsun Ethem Bey'i birlikte alıp götürmek bence gerekli idi. Bunun için istese de istemese de, Ethem Bey'i birlikte götürmek, gitmemekte direnirse ona göre davranılmak üzere gereken önlemlerin alınması buyruğunu da vermiştim.

Gerçekten, ertesi gün Ethem Bey, hasta olduğunu söyleyerek birlikte gelemeyeceğini bildirdi. Doktor Adnan Bey de Ethem Bey'in rahatsızlığının yolculuğa engel olduğunu söyledi; üsteledim. En sonu, 3 Aralık 1920 akşamı özel bir trenle Eskişehir'e gitmek üzere yola çıktık. Ethem ve kardeşi Reşit beylerden başka yanımızda bulunan arkadaşlardan başlıcaları şunlardı: Kâzım Paşa, Celâl Bey, Kılıç Ali Bey, Eyüp Sabri Bey, Hakkı Behiç Bey, Hacı Şükrü Bey.

4 Aralık 1920 sabahı erkenden, daha ben uykuda iken tren Eskişehir'e vardı. İsmet Paşa'nın, o sırada Bilecik'te bulunduğu önceden anlaşılmış olduğundan Eskişehir'de durmayıp Bilecik istasyonuna girmeye karar vermiştik. Eskişehir'de uyandığım zaman, trenin niçin durup yoluna gitmediğini sordum. Yaverlerim, arkadaşların sabah kahvaltısı yapmak üzere istasyonun karşısındaki lokantaya gittiklerini ve şimdi gelmek üzere bulunduklarını söylediler. Çabuk gelmeleri için haber gönderilmesini buyurdum. Birkaç dakika sonra "hazırız" denildi. "Bütün arkadaşlar geldi mi?" dedim. Bunun üzerine yapılan soruşturmadan anlaşıldı ki, herkes hazırdır ama, Ethem Bey bir arkadaşıyla birlikte ortada yoktur. Hemen Ethem Bey'in kaçırtıldığı yargısına vardım; ama, bunu kimseye söylemedim. Yalnız; "Öyleyse, dedim, Ethem Bey olmaksızın bizim Bilecik'e gitmemizde bir yarar yoktur. İsmet Paşa'yı da buraya çağırırız."

İsmet Paşa da, telgraf başında yapılan özel görüşmeden sonra Eskişehir'e gelmek üzere yola çıktı. Daha önce, yalnız ve özel olarak görüşmemiz gerekli olduğundan,ben de bir iki istasyon ileri gittim ve buluştuk. Birlikte 4 Aralık 1920 akşamı Eskişehir'e geldik. Orada bekleyen arkadaşlarla hep birlikte bir lokantada yemek yedik. Ethem Bey yoktu. Nerede olduğunu kardeşinden sordum. "Rahatsızdır, yatıyor." dedi. O gece İsmet Paşa'nın karargâhında, Kâzım Paşa, Celâl Bey ve Hakkı Behiç Bey'in yanında, Reşit ve Ethem beylerle konuşacaktık. Onun için Reşit Bey, Ethem Bey'in hasta olduğunu söylerken, görüşmek üzere karargâha gelebileceğini de bildirmişti. Yemekten sonra karargâha gittik; ama Ethem Bey gelmemişti. Reşit Bey'e ne zaman geleceğini sordum. Verdiği karşılık şu idi: "Ethem Bey bu dakikada kuvvetlerinin başındadır!"

Bu sözlere karşın yine de soğukkanlı bulunmayı ve görüşmeyi yeğ bulduk.

Şu noktayı da açıklamalıyım ki, ben Eskişehir'e resmî bir kimlikle gitmemiştim. Kimi arkadaşların yanında, İsmet Paşa ile yan tutmayan bir arkadaş gibi buluşmuş, görüşmelerimizi de o biçim yaptığımı söylemiştim. İsmet Paşa, durumu, yapılan yazışmaları, Kuvayi Seyyare Komutan Vekili olarak Tevfik Bey'in başkaldırır davranışını anlattı. Reşit Bey, kardeşleri ve kendi adına karşılık veriyordu. Reşit Bey, çok sert ve saldırgancasına konuşmaya başladı. Kardeşlerinin birer yiğit olduklarını, hiç kimsenin buyruğu altına girmeyeceklerini ve bunu herkesin böylece kabul etmek zorunda olduğunu korkusuzca söylüyor; ordu, düzen bağı, komuta, hükümet kavramlarına ve bunların gerekleri üzerine ileri sürülen düşüncelere kulak bile vermiyordu. Onun üzerine ben dedim ki: "Bu dakikaya değin, sizinle eski bir arkadaşınız olarak ve sizden yana bir sonuca ulaşmak için içten gelen bir duygu ile görüşüyordum. Artık bu dakikadan sonra arkadaşlık ve yakınlıkla ilgili durumum sona ermiştir. Şimdi karşınızda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükümetinin Başkanı bulunmaktadır. Devlet Başkanı kimliğiyle, Batı Cephesi Komutanına durumun gerektirdiğini yapmak için yetkisini kullanmasını buyuruyorum." Hemen İsmet Paşa da dedi ki: "Buyruğum altında bulunan komutanlardan herhangi biri bana karşı gelmiş olabilir. Benim, onu yola getirmeye ve cezalandırmaya gücüm yeter. Bu konuda şimdiye dek kimseye karşı güçsüzlüğümden söz etmiş ve hiç kimsenin beni ilgilendiren bu görevi kolaylıkla yapmaya yardımcı olmasını rica etmiş değilim. Ben durumun gerektirdiğini yaparım."

Benim ve İsmet Paşa'nın bu sıkı tutumumuz üzerine avazı çıktığınca bağırarak konuşmakta olan Reşit Bey, hemen sığınır gibi bir durum aldı ve ileri gitmekte ivedilik gösterilmemesini istedi ve kardeşlerinin yanına giderse bir çözüm yolu bulabileceğini söyledi. Bundan bir sonuç çıkmayacağı, amacının kardeşlerini uyarmak ve zaman kazanmak olduğu besbelli idi. Yine de, Reşit Bey'in bu önerisini kabul ettik. Ertesi gün İsmet Paşa'nın hazırlatacağı bir özel trenle Kütahya'daki kardeşlerinin yanına gitmesine izin verildi. Kâzım Paşa'nın da Reşit Bey'le birlikte gitmesi uygun görüldü. Yola çıktılar.

Bilecik Buluşması

Saygıdeğer baylar, izin verirseniz bu hikâyeyi şimdilik burada bırakacağım. Gene o gün, yani 5 Aralık 1920'de Bilecik istasyonunda bekleyen Ahmet İzzet Paşa Kuruluna sözü getireceğim.

İzzet Paşa'nın istek ve önerisi üzerine kendileriyle Bilecik'te buluşmaya karar verildiğini biliyorsunuz. Kurul, ayın dördünden beri beni Bilecik istasyonunda bekliyordu. Kurul, İzzet ve Salih paşalarla elçilerden Cevat, Ziraat Nazırı Hüseyin Kâzım, Hukuk Danışmanı Münir beyler ve Hoca Fatin Efendi'den oluşmuştu. Bilecik istasyonunun bir odasında birleştik, İsmet Paşa da yanımızda idi. Görüşme şöyle oldu: Ben, ilk olarak: "Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti Başkanı" diyerek kendimi tanıttıktan sonra "Kimlerle tanışıyorum?" diye sordum. Salih Paşa benim ne demek istediğimi kavrayamayarak, kendisinin Bahriye ve İzzet Paşa'nın Dahiliye Nazırı olduğunu anlatmaya kalkışırken ben hemen İstanbul'da bir hükümetin varlığını ve kendilerini o hükümetin adamları olarak tanımadığımı; eğer İstanbul'daki bir hükümetin nazırları olarak görüşmek istiyorlarsa kendileri ile görüşemeyeceğimi söyledim. Ondan sonra, kimlik ve yetki söz konusu olmaksızın görüşmek uygun bulundu.

Konuşmanın kimi evrelerinde Ankara'dan bizimle birlikte gelen kimi milletvekili arkadaşları da bulundurdum. Birkaç saat süren konuşma ile İstanbul'dan gelen kişilerin sağlam hiçbir bilgi ve görüşleri olmadığı, anlaşıldı. En sonu, İstanbul'a dönmelerine izin vermeyeceğimi ve birlikte Ankara'ya gideceğimizi kendilerine bildirdim.
 
İzzet ve Salih Paşalar Ankara'da

Beklemekte bulunan trenle yola çıkıldı. 6 Aralık 1920'de Ankara'ya geldik. İstanbul Kurulunu, istekleri dışında alıkoymuştum; ama bunu kamuya duyurmayı yararlı bulmadım. Çünkü, İzzet ve Salih paşalardan ve öbür kişilerden ulusal hükümet işlerinde yararlanmayı düşünerek onurlarını korumak istedim. Bu amaçla, Ankara'ya gelir gelmez basına verdiğim resmi bildirimde, söz konusu kişilerin, Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile görüşmek gibi bir nedenle İstanbul'dan çıktıklarını; ülkenin iyiliği ve esenliği uğrunda daha verimli ve etkili olarak çalışmak üzere bize katıldıklarını açıkladım.

Baylar, biz İzzet Paşa Kurulu ile Bilecik Ankara yolu üzerinde bulunduğumuz 5/6 Aralık 1920 günü Reşit Bey'den, Kütahya'ya vardığını ve ertesi günü Tevfik Bey'le görüşeceğini, Ethem Bey'in de oraya geldiğini bildiren, ama olumlu bir anlamı bulunmayan bir telyazısı aldım. Dört gün sonra da Reşit Bey'in, dönerken Eskişehir'den gönderdiği 9 Aralık günlü bir telyazısında: "Tevfik ile olan sorun iyi sonuca bağlanmıştır." denildikten sonra: "Ama, tanımak ve tanıtmak istediğimiz kişilerin yalın ve zamana uygun düşünememeleri ya da düşünemediklerine bin bir belirti konmuştur." sözleri eklenmişti. Reşit Bey, Eskişehir'de Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'ya da, işin yola konulduğunu, haberleşmenin sağlandığı ve Simav Bölgesi Komutanının yerine gönderilebileceğini söylemiş idi. 9 Aralık 1920'de Ethem Bey'den aldığım şifre telyazısında da bu sorunu, İsmet Paşa'nın bile bile ve zamansız çıkartmış olduğu anlatılmak isteniyordu. Sözde almakta olduğu önlemleri ve yaptığı düzenlemeleri o zaman başyaverim bulunan Salih Bey'e de olduğu gibi bildirdiği açıklanıyordu. Benim, kuruntuya düşürüldüğümü kanıtları ile öğrendiğini yazıyordu. Ondan sonra birtakım inan verici sözlerle, Kuvayi Seyyareden olup Maden'den geri dönerken Genelkurmayın buyruğu ile Güney Cephesine gönderilen bir birliğin kendi kuvvetlerine katılmasını Kuvayi Seyyare giderlerinin Fuat Paşa zamanında gezici jandarma örgütü giderleri gibi bütçeye konulduğundan söz ederek daha çok para elde etmek istediği görülüyordu.

Ben üç gün sonra buna verdiğim inan verici yanıtta: "Son günlerin eylemli belirtilerinin beni kuruntuya değil ama, duraksamaya düşürdüğünü açığa vurabilirim." dedikten sonra: "... Genel durumumuzun uyum ve düzenini bozmakta hiç kimseye göz yummayınız." diye yazdım.
 
Ethem ve Kardeşleri Zaman Kazanmak İçin Bizi Aldatmaya Çalışıyorlar

Gerçekte sorun çözülememişti. Yapacağım açıklamalardan anlaşılacaktır ki, Ethem Bey ve kardeşleri zaman kazanmak için bizi aldatmaya çalışıyorlardı. Amaçları, elden geldiği ölçüde yeniden kuvvet toplamak; Düzce'de bulunan Sarı Efe kuvvetlerinin ve Osmaneli'nde bulunan Gökbayrak Taburunun kendilerine katılmasını ve Demirci Efe'nin de kendisiyle birlikte ayaklanmasını sağlamak; bir yandan da cephe komutanlarını düşürmek ve ordu subaylarıyla erlerinin kendilerine karşı koymamaları için propagandaya fırsat bulmak istiyorlardı. Gerçekten, Simav ve Bölgesi Komutanı, Simav'a gitmek için Kütahya'dan geçerken, Ethem ve Tevfik beyler durdurmuşlar ve kendi buyrukları altında, gösterecekleri yerde çalıştırmak üzere Kütahya'da kalmasını buyurmuşlardır. Bu buyruklarının uygun görüldüğünün bildirilmesini de 10 Aralık 1920'de Cephe Komutanlığından dilemişlerdir. Görülüyor ki, "her şey yoluna girdi" denilmesine karşın, başlangıçtaki baş kaldırma durumu olduğu gibi duruyordu.

Ethem Bey, Konya, Ankara, Haymana da içinde olmak üzere her yana, ellerinde özel şifreler bulunan birtakım görevlileri "bağlantı subayı" adıyla göndererek yeniden silah ve hayvan toplamaya başladı. Bunlara verilen görevin ve hükümet görevlilerine yapılan bildirimlerin niteliği anlaşılmak üzere örneğin, 7 Aralık 1920'de Ankara kuzeyinde Kalecik kaymakamına yazılan yazıyı olduğu gibi okuyayım:

Kütahya, 7 Aralık 1920

Kalecik İlçesi Yüce Kaymakamına

Kuvayi Seyyare birlik komutanlarından olup aşağıda kimliği yazılı İsmail Ağa, yüce ilçeleri içinde Kuvayi Seyyareden olup izinli ve izinsiz savaşçıları toplamak, yeniden silah ve hayvan sağlamak ve bize katılacak yurtseverleri alıp getirmek üzere görevli olarak Kalecik'e gönderilmiştir. Kendisine gerekli her türlü yurtsal kolaylığın gösterilmesini ve yardımın yapılmasını rica eylerim efendim.

Umum Kuvayi Seyyare ve Kütahya Bölgesi Komutanı
Ethem


Batı Cephesi Komutanının, Kuvayi Seyyare Komutanlığından, elinde bulunan cephane sayısını ve son Gördes Savaşında ne sayıda topçu cephanesi harcandığını sorması üzerine Kuvayi Seyyare Komutan Vekili Tevfik imzasıyla 11 Aralık 1920'de: "... Bu yazışınızdan bize güvenmediğinizi anlıyorum. Cephane ne yenir, ne içilir, ancak düşmana atılır. Bu güven işi akla geliyorsa, cephane göndermeyebilirsiniz." yolunda karşılık verilmekte idi. Baylar, burada ufak bir noktaya dikkatinizi çekeyim. Görüyorsunuz ki, Ethem Bey cephede ve kuvvetinin başında olmasına karşın Tevfik Bey yine vekil olarak yazışmalar ve işlemler yapıyor. Bir tek kuvvet üzerinde, eşit yetkide iki komutan.... Cephe Komutanı, 13 Aralıkta, sorulan sorunun ve alınan yanıtın örneklerini bilgi için bana göndermişti. Hükümetçe anahtarı olmayan şifreler ve özel şifreler kullanılması genel olarak yasak edilmişti, Oysa, Ethem Bey'in özel görevlileri ve milletvekilleri arasındaki kimi arkadaşları, bu yasağa uymaksızın şifre yazışmaları sürdürmekte idiler. Elbette bunlara engel olundu. Bunun üzerine Ethem Bey, İsmet Paşa'ya 13/14 Aralık 1920 günü başvurarak: "Birtakım eksiklerimiz ve bunun gibi şeyler için Ankara ve Eskişehir Kuvayi Seyyare bağlantı subaylarına çekilen tellerin durdurulmakta olduğu anlaşılmıştır. Haberleşmelerimizin yasaklanmasına ya da güçleştirilmesine ilişkin işlemlerin durdurulması iyiliğinde bulunmanızı rica ederim." diyordu. Oysa bağlantı subaylarının açık haberleşmeleri yasaklanmamıştı. Yasak edilen, özel şifre ile haberleşme idi. Özellikle Ethem Bey'in söz konusu ettiği Ankara ve Eskişehir'deki subayların hiçbir haberleşmesi yasaklanmamış ve bu subayların Ethem Bey'e herhangi bir yakınması olmamıştı. O günlerde Eskişehir'de çektirilmeyen özel bir şifre vardı. Ama, o, Ethem Bey'in komutan ve milletvekili diye imza atan bir arkadaşının şifresi idi. Onun için İsmet Paşa, Ethem Bey'e verdiği yanıtta,bu işi kendisine duyuranın kim olduğunun bildirilmesini istemişti.
 
Çerkez Ethem Hükümetin Yasalarını Tanımıyor

Baylar, başlı başına dikkati çeken bir işlemi de burada söyleyeyim. O günlerde Kütahya'da Mutasarrıf (İlçe ile il arasında bir yönetim birliği olan sancağın en büyük sivil memuru) Vekili "Kadı (Hâkim, yargıç) Ahmet Asım Efendi" adında bir kişi bulunuyordu. Kütahya'da "Mevki Komutanı" sanı ile Ethem Bey'in atadığı Abdullah Bey adında da biri vardı. Bu komutan, asker kaçağı erlerin ailelerinden kimilerini başka yerlere sürülmek üzere Kütahya Mutasarrıf Vekili Ahmet Asım Efendi'ye gönderir. Mutasarrıf Vekili, sürgün etme işlemini son yasa gereğince İstiklâl Mahkemesinin yapabileceğini bildirerek, ilgili yazıyı Komutanlığa geri gönderir. Bunun üzerine Mevki Komutanı, Mutasarrıf Vekilini geceleyin yanına getirtmeye kalkar. Mutasarrıf Vekili geceleyin işi olduğundan sabahleyin görüşebileceğini bildirir. Komutanın gönderdiği erler Mutasarrıf Vekilinin konağının kadınların oturduğu bölüme açılan kapısını kırarak zorla içeri girip onur kırıcı bir biçimde kendisini alırlar ve götürürler. Sorguya çektikten sonra o gece silahlı kimselerle on dört saat uzakta bulunan Kuvayi Seyyare Komutanlığına götürürler. Ondan sonra da Kütahya'dan çıkarıp uzaklaştırırlar. Kadı olması ve Mutasarrıf Vekili bulunması dolayısıyla, birkaç bakanlığın büyük bir görevlisi olan bir kişiye yapılan saldırı ve işlem elbette doğrudan doğruya hükümete yöneltilmiş bulunuyordu. Bu olay üzerine Meclis'te gensoru açıldı. İlgili bakanlıklar, Cephe Komutanlığından, olay suçlularının Askeri Mahkemeye verilmelerini istediler. Cephe Komutanlığının Kuvayi Seyyare Komutanlığına, soruşturma yapılması ve sonucunun bildirilmesi için yazdığı tele 19 Aralık 1920'de Umum Kuvayi Seyyare ve Kütahya Bölgesi Komutan Vekili Mehmet Tevfik imzasıyla gelen yanıtta : "Abdullah Bey her ne yapmış ise verdiğim kesin buyruk üzerine yapmıştır. Ve yapmak zorunda idi. Bu işin gerekçesi ilgili bakanlıklara bildirilmişti... Adı geçenin dönmesine kesin buyruk verildiği yüce katınızdan bildiriliyor. Geri dönerse... ne yapıp yapıp asacağım..." deniliyordu.

Baylar, ulusun vekillerinin buyruğuyla yeniden görevine başlatılması istenilen bir görevlinin asılacağının bildirilmesi elbette ilke, yasa ve hükümleriyle bağdaştırılamazdı.13 Aralık 1920 günü Ethem Bey, Ankara'da kardeşi Reşit Bey'le makine başında telgrafla açık olarak uzun uzadıya görüştü. Bu görüşmelerin özeti şu idi. Ethem Bey: "Konuyu ne yapıp yapıp Meclis'te görüşme konusu ettiriniz. Sarı Efe denilen Edip'in, kendi birliği ile Gökbayrak Taburuna katılması için haber gönderiniz. Meclis kararı ile komutanları çektiriniz. Meclis kararı ile olamazsa bir yolunu bulup bunu sağlayınız." diyor. Ayrıca: "Patlatacağı bombaları ta İngilizlerin işiteceğini ve bunun patlamasının pek yakın olduğunu" söylüyor. Reşit Bey'in verdiği yanıtlar arasında da dikkati çeken şunlar vardı:"Kuvayi Seyyarenin düşmanla savaşmamasını, bunu tümenlere bırakmasını ve Edip'le doğrudan doğruya haberleşmesini, buna engel olunursa Cephe Komutanı ile yeniden ilgiyi kesmesini" söylüyordu.

Reşit Bey, bu yazışmaları olduğu gibi bana gönderdi. Kendisi yanıma gelmedi. Aslında Eskişehir'den Kütahya'ya gidip döndükten sonra hiç yanıma gelmemişti. Kendisini yanıma getirttim. Ne istediklerini sordum. "Cephe komutanlarını değiştiriniz." dedi. "Yerine koyacak adamlarımız yoktur." dedim. "Beni atayınız, ben daha iyi yaparım." dedi. "Cephe komutanlarını değiştirmek önemli bir iştir. Genel durumumuzu sarsar. Böyle bir öneriyi kabul etmek kolay ve uygun değildir." diye yanıt verdim.

Yine o gün, 13 Aralık 1920'de Ethem Bey'e de çektiğim bir telde, Reşit Bey'le makine başındaki yazışmalarını okuduğumu söyledikten sonra, işin Meclis'te resmî olarak söz konusu edilip görüşülmesinin ve Edip'in yerinden oynatılmasının uygun olmadığını bildirdim. O gün Ethem Bey verdiği yanıtta, işin önemli olduğunu bildirerek komutanlara karşı sözler söylüyordu.

Baylar, Etem ve kardeşleri cephede bulunan komutanları beğenmiyorlar ve onların buyruklarına uymuyorlar. Bakanlıkları ve hükümeti tanımıyorlar. Yalnız sözde benim buyruklarıma uyuyorlar ve Meclise de kendi isteklerine göre iş yaptıracaklarını umuyorlar. Bana ve Meclis'e karşı uysal görünerek büyük bir çaba ile hazırlıklarını bitirmeye çalışıyorlardı. Ethem Bey, 18/l9 Aralık günlü bir teliyle de yine Edip'in, birliği ile kendisine katılmasının sağlanmasını benden rica ediyordu. İsteğini haklı göstermek için de diyordu ki:

"Anadolu'daki hareketlerinin bastırılması sırasında durum gereği, Biga bölgesinde bıraktığım ve sonradan Düzce'ye geçici olarak gönderilen, Birinci Kuvayi Seyyare'ye bağlı Edip Bey ve büyük çoğunluğu İzmir ve dolayları gönüllülerinden olan 250 süvari, 200 piyade, bir dağ topu takımı, iki makineli tüfek, 30 kişilik karargâh süvarisinden meydana gelen birliğimizden İzmir sınırına yaklaşmamız dolayısıyla, elbette daha çok yararlanılacaktır. Ayrıca sürekli isteklerde bulunulduğundan ve Edip Bey o bölgede güvenliğin tam olarak sağlandığını bildirdiğinden, bu görevin uygun görülecek başka birlikçe teslim alınması ve Edip Bey'in, birliği ve savaş araçlarıyla Kuvayi Seyyareye katılması için gerekenlere buyruklarınızı rica eylerim."

Baylar, bu telyazısında ileri sürülen düşüncelere en toy ve yalınkat birinin bile inanacağı kabul olunabilir mi? Kütahya'da bulunan bir kişi, bana İzmir sınırına yaklaşmaktan söz ediyor. Düzce ve dolaylarında durumun güvenilir nitelikte olduğunu benden daha iyi haber alıyor. Edip Bey Birliğinin kuvvetini ayrıntılarıyla saydıktan sonra bu birliğin savaş araçlarıyla birlikte kendisine katılması ricasını kabul edebileceğimi sanıyor.

Bu tel üzerine, 19 Aralık 1920'de Düzce'de birlik komutanı Edip Bey'e özel olarak yazdığım telde, Ethem Bey'in istediğinden ve kendisinin de bunu dilediğini bildirdiğinden söz ettikten sonra birliğin o bölgede kalmasının kesinlikle gerektiğini de bildirdim.

Edip, 19/20 Aralık 1920 günü verdiği yanıtta, birliğinin o bölgede kalmasının zorunlu olduğunu bildirdi. Buna birliğindeki adamların Kuvayi Seyyareye eşit ödenek verilerek çalıştırılmalarının sağlanması dileğini eklemek fırsatını da kaçırmamıştı.

Baylar, Ethem ve arkadaşları Ankara yakınında Haymana'da da ayrıca bir kuvvet toplamaya giriştiler. Hırsızlıktan Ankara'da tutuklu iken daha sonra salıverilen Van sığınıklarından Musa Bey oğlu Abbas adında biri, elinde bir belge, beş on kişi ile Haymana dolaylarında adam toplamaya başladı. Bu adam,19 Aralıkta yakalanabilmiş ve Ankara İstiklal Mahkemesine verilmişti. Bunu yakalamak ve adamlarını dağıtmak için özel ve çabuk bir düzenlemede bulunmak gerekti. Bu amaçla Haymana'ya gönderilen özel bir kuvvet, şimdi milletvekili bulunan Recep Zühtü Bey komutasında yollanmıştı. Recep Zühtü Bey, Abbas'ı üç arkadaşıyla yakalandıktan sonra önemli bir saldırıya uğrayacağını iyice kestirdiği için, tutukluları, yolunu değiştirerek Polatlı üzerinden trenle Ankara'ya getirmek zorunda kalmıştı.
 
Demirci Efe de İşe Karışıyor

Baylar, Demirci Efe, Ethem Bey'le haberleştikten sonra özel bir durum aldı. Bu anlaşılır anlaşılmaz, Güney Cephesinde bulunan Refet Bey komutasındaki süvariler hemen Demirci Efe üzerine gönderildi. 15/16 Aralık 1920'de Dinar yakınında İğdecik köyünde bir gece baskını ile Efe'nin kuvvetleri dağıtılmış; kendisi beş on kişiyle kaçmış. Efe, çok sonra sığınarak bağışlanmıştır.

Baylar, Reşit Bey, 20/21 Aralık gecesi evinde, dört kişiye, ordu birlikleri ile Kuvayi Seyyare arasında bir çarpışma olduğu zaman, subay ve özellikle erlerimizi ayartma görevi veriyordu. Bu dört kişi şunlardı: Yeni Dünya gazetesinde çalışan Hayri, Arif Oruç'un kızkardeşinin oğlu Nizamettin, Mareşal (Müşir) Fuat Paşa'nın oğlu Hidayet ve arkadaşı Şükrü beyler. Bunlar 21 Aralıkta trenle Eskişehir'e gittiler. Yanlarında Ethem Bey'in kâtibi olan birisi de vardı. Bunlardan biri, tren kalkmadan önce, gizlice istasyondaki konutuma gelip bana durumu bildirdi. Bu adam propagandayı düzenlemek ve yürütmekle görevli imiş. Başkanları Hidayet Bey imiş. Para harcama yetkisi de onda imiş. Haberi veren kişi, yalnız olarak Kütahya'ya gidecek, Ethem Bey'den yönerge aldıktan sonra Eskişehir'e dönecekti. Ötekiler Eskişehir'de bekleyeceklerdi.

Ben, bu adama: "Biz Ethem Bey'le kardeşlerine sevgi besliyoruz. Onlar, boşuna telaşa düşüyorlar. Bu girişimlerinden üzüntü duydum. Ama Ethem Bey'in orduyu karıştırmak için vereceği yönergeyi bilmek isterim." dedim ve arkadaşlarıyla birlikte kendilerini, eylemlerinde serbest bıraktım.

Eskişehir'de İsmet Paşa'ya, Afyonkarahisar'da Fahrettin Paşa'ya bilgi verdim ve bu adamların izlenmeleri gerektiğini bildirdim.

Haberi getiren adamın doğru bilgi verdiği daha sonra edimli olarak tanıtlanmıştır.

Baylar, Kâzım Paşa, Reşit Bey'le birlikte Kütahya'da Ethem ve Tevfik beylerle buluşup konuştuğu zaman, Ethem Bey'in sözlerinden kimi dikkate değer noktaları bana şöylece özetlemişti:

1- Ankara'daki hükümet, amacı gerçekleştirecek yetenek ve güçte değildir. Bu hükümete karşı uyuşuk davranmamız doğru olmaz.

2- Edimli girişimimizi kötüye yoracaklardır. Ama sonunda, başarıya ulaşırsam, herkes bana hak verecektir.

3- Refet Bey'le aramızda bir onur sorunu vardır. Mustafa Kemal Paşa, Refet Bey'in onurunu yeğliyor, bizimkini ise kırıyor. Ne olursa olsun, Refet Bey'i önüme katarak Ankara'ya değin kovalamak isterim; ölürsem de bu yolda öleyim.

4- Biz, çoktan bu işi yapardık. Ama Reşit'in Ankara'da Meclisteki durumu bizi yanıltmıştır, Meclis'in ne önemi ve niteliği vardır?

 
Reşit Orduyu Yanıltmaya Çalışıyor

Kâzım Paşa, bu düşünceleri dinledikten sonra: "Türkiye'nin, Batı Cephesinden başka, doğuda, güneyde, merkezde de orduları vardır. Bu orduların başında ve içinde çok değerli ve çok güçlü komutanlar ve subaylar vardır. Bütün bunlarla birlikte bir ulus vardır." diyerek kendilerini yatıştırmaya ve ılımlı bir duruma getirmeye çalışmıştı.

Baylar, Reşit Bey, Meclis'te düşüncelerini aşılıyor ve coşkulu girişimlerde bulunuyordu. Bir gün, Meclis'te, kırk elli kadar milletvekili toplanmış. Bunların cephe ile ilgili kimi kuşkuları varmış. Hükümet üyelerini çağırarak durumu anlamak istiyorlarmış. Bolu Milletvekili olan rahmetli Yusuf İzzet Paşa, bu durumu ve toplanan milletvekillerinin dileğini bir mektupla bana bildirdi. Ben Bakanlar Kurulu toplantısındaydım. Bakanlar Kurulu: "Böylece toplanan milletvekillerinin herhangi bir şeyi sormak için hükümeti çağırması yönteme uygun değildir, kabul edemeyiz." dedi. Ben, bu kararı, yine Yusuf İzzet Paşa aracılığıyla duyurmakla birlikte, kendi düşüncem olarak şunları da ekledim: "Siz milletvekilisiniz, ben de başkanınızım, Herhangi bir konu üzerinde benimle görüşmek isterseniz, seve seve kabul ederim." Verdiğim karşılığı Yusuf İzzet Paşa, toplantıda bulunanlara bildirdiği zaman Reşit Bey ayağa kalkarak: "Baylar! Bu karşılık, 'Göğsünüzü kapayın!' demektir. Biliyorsunuz ki, askerlerin göğüslerinin kapalı bulunması sıkıdüzen (zaptürapt) gereğidir." demiş.

Reşit Bey'in: "Başkan bizi askerce sıkıdüzen altına almak istiyor." demek istediği anlaşılıyor.

Söz konusu toplantıyı düzenleyen, elbette Reşit Bey'le kimi arkadaşları idi.

Reşit Bey, Ankara'da bulunan İzzet Paşa kuruluyla da yaptığı buluşma ve konuşmalara dayanarak, "paşalar, İzmir'i, İstanbul'u kurtararak barış yapılabileceğini söylemek üzere geldikleri halde, kendilerinin tutuklandıkları" yolunda bir akım da uyandırmıştı.

22 Aralık 1920 günü, Reşit Bey ile bakanlardan ve milletvekillerinden on beş kadar arkadaşı hükümet konağındaki odama çağırdım. Bu arkadaşlar arasında Celâl Bey, Kâzım Paşa, Eyüp Sabri Bey, Adnan Bey, Vehbi Bey, Hasan Fehmi Bey, İhsan Bey, Kılıç Ali Bey, Yusuf İzzet ve Emîr paşalar vardı. Fevzi Paşa Hazretleri de bulundu. Toplantıya gelenlere, sözü edilen konunun bütün geçmişini, gereken belgeleri de göstererek açık bir biçimde anlattım. Reşit Bey, söylediklerimin hiçbirini yadsımadı (inkâr etmedi). Düşman saldırısına karşı tek kuvvetin, Ethem Bey'in kuvveti olduğunu ve bizim kurduğumuz tümenlerin çil yavrusu gibi dağılacaklarını söyleyerek, ne yapıp yapıp Ethem Bey kuvvetini artırmak ve desteklemek gerektiğini bildirdi. Karşılık olarak dedim ki: "Ethem Bey'in etkisi altında olan kuvvetin sayısı en çok, bin iki yüz, ya da iki bin olabilir. Bu artırılırsa düzensizlikten dağılıp Ethem Bey'in yıkımına yol açar. Ne olursa olsun, ülke alınyazısının kişilere bağlı kuvvetlere değil, ancak Büyük Millet Meclisi'nin yasalarına bağlı düzenli birliklere bırakılması gereklidir. Kuvayi Seyyare, belli bir kadro içinde verilen buyruklara tam uyma ve söz dinleme koşulu ile yararlı olabilir."

Reşit Bey, ileri sürülen gerçekleri uygun buluyormuş gibi davrandı. Bunun üzerine, son bir deneme olmak üzere, Reşit Bey'in kimi arkadaşlarla birlikte kardeşlerinin yanına gidip öğüt vermesi kabul edildi.

Bundan sonra, işin bir çözüme bağlanması için şimdiye değin yaptığım kişisel girişimlere son vereceğimi de (öğüt vermeye gidecek) kurula söyledim. Kurul Kuvayi Seyyareye, hükümetin son ve kesin istekleri olmak üzere şunları bildirecekti:

1- Kuvayi Seyyare, öbür birlikler gibi buyruk ve komutaya tam uyacak ve yasa dışı her türlü taşkınlıklardan çekinecektir.

2- Kuvayi Seyyare, gücünü artırmak için, kendiliğinden hiçbir yerde hiçbir yolla adam toplamayacak ve bu amaçla gönderdiği adamların çalışmalarına hemen son verecektir. Er gereksemesi, başka birlikler gibi, başvurma üzerine cephe komutanlığınca sağlanacaktır.

3- Kuvayi Seyyare, kaçaklarını yakalatmak için doğrudan doğruya adam görevlendirip göndermeyecek; kaçakları, öteki birliklerde olduğu gibi, cephe komutanlığınca izletilecek ve yakalattırılacaktır.

4- Kuvayi Seyyare'nin, kendi adamlarının ailelerine bakmak üzere, kimi yerlerde bulundurduğu bağlantı subaylarının kim oldukları hükümetçe bilinecek ve bu subayların elinde bulunan şifrenin bir örneği de bize verilecektir.

 
Çerkez Ethem'e Bir Öğüt Kurulu Gönderiliyor

Bu koşullar yerine getirilirse Kuvayi Seyyare, şimdiye dek olduğu gibi, belli bir kadro içinde görevini sürdürecektir.

Reşit Bey'le birlikte Celâl, Kılıç Ali, Eyüp Sabri, Vehbi beyler, 23 Aralıkta, öğleyin Ankara'dan yola çıkarak 24 Aralık günü öğleden sonra saat 4.45'te Kütahya'ya vardılar.

Baylar, Ethem ve Tevfik beylerin, Cephe Komutanının bilgisi ve onayı olmaksızın, bölgelerinde bulunan ordu birliklerini cepheye dağıtarak, Kuvayi Seyyarenin ağırlıksız erlerini Gediz'de, Pehlivan Ağa birliğini de Kütahya'da toplamış olduklarını haber aldım. Bunun üzerine 25/26 Aralık 1920'de, Kütahya'daki Celâl Bey ve arkadaşlarına çektiğim açık bir telde: "Böyle bir davranıştaki amaç ve anlamın ne olduğunu kesin olarak bilmek isterim. Bu konudaki düşüncenizin bildirilmesini makine başında bekliyorum." dedim. Bu telin birer örneğini, İsmet, Refet ve Fahrettin paşalara şifre ile bildirip dikkatlerini çektim. (Öğüt vermeye giden) Kurul, ortak imza ile şu kısa karşılığı verdi: "Üzülmeyiniz, yanlış yorumlamayı gerektirir hiçbir davranış yoktur. Tevfik Bey yarın gelecek, hep birlikte görüşeceğiz. Sonucu ayrıntılarıyla bilginize sunarız." Ben bu karşılığı alınca, oradaki arkadaşların, ya gerçek durum bildirilmeyerek aldatılmakta oldukları ya da tutuklanarak istenildiği gibi yazı yazmaya zorlandıkları kanısına vardım. Onun için, gerçek durumu anlamamış ve kısaca telleriyle verdikleri güvenceye (teminata) inanmış görünmek istedim. Bundan dolayı, (aldığım tele) yanıt olarak kendilerine: "Tevfik Bey'le görüşmelerinden sonra yurdun ve ulusun en yüksek çıkarını sağlayacak ilkeler üzerinde görüş birliğine varacaklarına kuşkum olmadığını; bana gelen haberleri dedikodu sayarak, hükümetçe hiçbir tedbir alınmasına gerek olmadığı yolundaki inancımı (hükümet üyelerine) anlatmayı başarabileceğimi; ancak içtenliği bozan durumun bir an önce ortadan kalkmış bulunduğu haberini beklediğimi; beni gönül kırıklığına uğratmamalarını" yazdım.

26/27 Aralık 1920'de yine (kurul üyelerinin) ortak imzaları ile gelen ayrıntılı bir açık telde önemli olarak şunlar vardı:

1- Güvenlik düzeni alındığına kuşku yoktur. Durumları, kendilerini savunmak içindir. Kendilerine karşı yığılan ve konulan kuvvetler ve yeni kurulan karakollar eski yerlerine çekilirlerse, bu önlemlerden de vazgeçeceklerdir.

2- Düşmanca davranışlarla karşılaşmadıkça, yurdun gelecekteki esenliği ve yüce kişiliğinize karşı besledikleri içten bağlılık dolayısıyla, her türlü çatışmadan sakınacaklarına en büyük antlarla söz vermişlerdir.

3- Kuvayi Seyyarenin Konya ve Alaca'da bulunan erleri ile, Teğmen Sadrettin Efendi komutasında gelmekteyken Fahrettin Paşa'nın tutuklattığı seksen kişinin ve Kuvayi Seyyare Birlik Komutanlarından Kürt İsmail Ağa ile, Kalecik'ten, kendi hısımları içinden, savaşa katılmak üzere askerlik çağı dışında bulunan kimselerden topladığı adamların Kuvayi Seyyareye katılmalarına engel olunmaması.

4- Kuvayi Seyyareye para verilmesi için Kütahya Mutasarrıflığına buyruk verilmelidir.

5- Karşılıklı güvenin gerçekten kurulması ve sürdürülmesi için Fahrettin ve Refet Beylerin cepheden uzaklaştırılması.

Bunlardan çıkan anlam nedir baylar? Oraya giden arkadaşlarımızın tümünün bu anlamı kavrayamayacakları düşünülebilir miydi? Öyle ise, biraz önce belirttiğim gibi, Kütahya'ya giden kurul gerçekten tutuklanmıştı. Bu yazılan şeyler, kendilerine zorla yazdırtılıyordu. Bunun böyle olacağını, kurul gitmeden önce biliyordum. Bu yüzdendir ki Reşit Bey, Kâzım Paşa'yı birlikte götürmek için üstelediği halde, görüşmeler sırasında bir rastlantıyla soluma oturan Kâzım Paşa'ya gitmemesi gerektiğini sezinletmiştim. Çünkü Kâzım Paşa'yı geçici olarak değil, temelli tutuklayıp imzasını kullanmaktan çok yararlanabilirlerdi.

O gece kendilerine şu yanıtı verdim: "Telinizi yarın Bakanlar Kuruluna sunacağım," Yine, 26 /27 Aralık gecesi Eskişehir'de Batı Cephesi Komutanı İsmet Beyefendi'ye de, şu şifre teli yazdım:

Kütahya'ya giden kurulun ayrıntılı telyazısını, olduğu gibi, aşağıda sunuyorum. Bunun temel noktalarını özetleyerek, makine başında Refet ve Fahrettin Beylere bildirmenizi rica ederim. Kurula makine başında verdiğim yanıtta: "Telinizi, yarın Bakanlar Kuruluna sunacağım." dedim. Yarın, sözü geçen Kurula, Bakanlar Kurulu kararıyla görevlerine son verildiğini, ivedilikle Ankara'ya dönmelerini bildireceğim. Ondan sonra, bu işin içyüzünü bütün ayrıntılarıyla Meclis'e açıklamak düşüncesindeyim.

Kuvayi Seyyareye karşı, İsmet ve Refet Bey kuvvetlerinin, bulundukları yerlerde toplu ve uyanık olmalarını ve alınmış bulunan genel önlemlere daha çok önem verilmesini ve dikkat edilmesini rica ederim. Ne olursa olsun, eylemli harekete onlar başlamadan, şimdilik başlanmaması düşüncesindeyim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal


Baylar, ertesi gün Batı ve Güney cephesine şu tel çekildi:

Şifre

27.12.1920

Batı Cephesi Komutanlığı Karargâhı Birinci Şube Müdürlüğüne

Güney Cephesi Komutanlığı Karargâhı Birinci Şube Müdürlüğüne

Refet ve İsmet beyefendilere özeldir:

Kütahya'ya giden kurulun gönderdiği ayrıntılı tel, Bakanlar Kurulunda görüşülerek, aşağıdaki kararlar alındı. Bu kararlar, bu akşam açık telle Büyük Millet Meclisi Yüce Başkanlığından doğruca Kütahya'ya bildirilecek ve kurulun görevine son verilecektir. Buna göre gereken önlemlerin alınması ve bu konudaki düşüncelerinizin bildirilmesi rica olunur. (Genelkurmay Başkan Vekili Fevzi)

Harekât Şubesi Müdürü
Salih


27 Aralık 1920

Bakanlar Kurulu Kararı

Yurdun gerçek esenliği ve kurtuluşu için ordularda görüş birliğinin ve buyruklara yüzde yüz uyulmasının gerekliliğini her şeyden üstün sayan Bakanlar Kurulu, Büyük Millet Meclisi üyelerinden Celâl, Reşit, Eyüb Sabri, Vehbi ve Kılıç Ali beylerin Kütâhya'dan gönderdikleri 26/27 Aralık1920 günlü telyazısını ve bu konu ile ilgili olarak geçen olayları inceleyip görüştükten sonra aşağıdaki kararları almıştır:

1- Birinci Kuvayi Seyyare, bütün öteki ordu birlikleri gibi, kayıtsız koşulsuz Büyük Millet Meclisi'nin yasaları ile hükümetin koyduğu kurallara ve verdiği buyruklara uymak ve boyun eğmek zorundadır ve askerlik sıkıdüzeniyle bağlıdır.

2- Birinci Kuvayi Seyyare Komutanlığının askerlik görevleri, konuları ile ilgili bütün öneri ve düşünceleri ancak buyruğu altında bulunduğu komutanlığa ve bu komutanlık aracılığı ile gereken makamlara bildirilecektir.

3- Yukarıdaki kararları Genelkurmay Başkanlığı uygulayacaktır.

Mustafa Kemal

Dinişleri Bakanı (Şeriye Vekili) Milli Savunma Bakanı
Fehmi Fevzi

Dışişleri Bakanı İçişleri Bakanı
Ahmet Muhtar Doktor Adnan

Genelkurmay Başkan Vekili Maliye Bakanı
Fevzi Ferit

Kütahya'da Büyük Millet Meclisi üyelerinden Celâl, Reşit, Eyüp Sabri, Vehbi ve Kılıç Ali beylerin 26/27 Aralık 1920 günlü ayrıntılı tellerine, 27 Aralıkta yanıt verdim. Bunda, Bakanlar Kurulu kararını, olduğu gibi bildirdim ve dedim ki: "Buna göre, sizlerden istediğim özel görev sona ermiş olduğundan geri dönmeniz rica olunur."

28 Aralık 1920'de kuruldan aldığım tel olduğu gibi, şu idi:

Kütahya, 28.12.1920

Ankara'da Büyük Millet Meclisi Yüce Başkanlığına

Bakanlar Kurulu kararını bildiren buyruğunuzu akşam aldık. Gerçekte her birimiz, yurdun ve ulusun esenliği için buyruğunuza canla başla uyarak buraya geldik. Eskişehir'in ve buranın tutumunu ve durumunu gördük; uyuşmazlık konusu olan sorunu hiç yan tutmadan, tam doğrulukla inceledik ve irdeledik. Görüşmelerin gidişini ve evrelerini, olduğu gibi bilginize sunduk ve içten inançlarımıza dayanarak işin çözüm yolunu, anladığımız gibi yazdık. Buna karşılık, bize bildirilen Bakanlar Kurulu kararının anlamını kavrayamadık. Tersine, yurdun esenliği ve mutluluğu ile ilgili dileklerimizin iyi karşılanmadığını gördük. Sorunun artık daha çok sürüncemede bırakılamayacağına inanmanızı rica ederiz.

Kılıç Ali Vehbi Eyüb Sabri Reşit Celâ1

Bu tele şu karşılığı verdim:

Şifre, makine başında

Ankara, 28.12.1920

Kütahya'da Büyük Millet Meclisi Üyelerinden Celâl, Reşit, Eyüb Sabri, Vehbi ve Kılıç Ali Beylere

Y. 28.12.1920 şifreye:
Ülke ve ulusun esenliği yolunda bana karşı beslediğiniz içten duygulara gerçekten teşekkür ederim. Buradan ayrılmanızdan önce söz konusu sorunla ilgili bütün belgeleri göstererek yaptığım açıklamalar sonunda işi resmi olarak hükümete verirken sizlerden, oradaki arkadaşlara uygun olan yolu tutmaları gerektiğini anlatmak ve kavratmak üzere bu yolculuğun yorgunluklarına katlanmanızı rica etmiştim. "Sorunun çözüm yolu" diye telyazınızda belirttiğiniz nokta, zaten burada da söz konusu olmuştu. Hükümetçe alınacak genel önlem ve düzenin, iki yandan birinin isteğine göre olamayacağını bildirmiştim. Bakanlar Kurulu kararı, aslında uyulması gerekli, belli ve olağan işleri resmi ve kesin olarak bir kez daha belirtiyor. Yüce yazılarınız hiçbir zaman kötüye yorulmuş değildir. Ancak, burada da söylediğim gibi, benim bir buçuk aydan beri süregelen kişisel ve özel aracılık ve girişimlerimin ve tam içtenlikle yaptığım çalışmaların, ne yazık ki, değerinin anlaşılmadığını görüyorum ve bunun sonucu olarak işin çözümünü ve izlenmesini sorumlu ve ilgili makamlara bırakmış bulunuyorum.


Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal


Baylar, Kütahya'daki kurulun, Mecliste durumu açıklarlarsa, kendilerine daha yararlı olabileceklerine Ethem ve kardeşlerini inandırarak ellerinden kurtulabildikleri anlaşılmıştır. Doğaldır ki, Reşit Bey orada kalmıştır.

 
Ayaklanan Ethem ve Kardeşlerine Karşı Savaşa Girişilmesini Buyurdum

Baylar, Kütahya'daki kurula, Bakanlar Kurulu kararını ve geri dönmeleri gerektiğini bildirdikten sonra cephe komutanlarına da başkaldıran Ethem ve kardeşlerine karşı savaşa girişmelerini buyurdum.

Baylar, askeri eylemleri, devlet kurup yönetmeyi, şunun bunun suçsuz çocuklarını kurtulmalık (fidyei necat) dilenmek için dağlara kaldırma haydutluğu sanan; şarlatanlıklarıyla, yaygaralarıyla bütün bir Türk yurdunu tedirgin eden ve Türk ulusunun Büyük Meclisini kendileriyle uğraştıran utanmaz, kendini bilmez, saygısız ve herhangi bir düşmanın boğaz tokluğuna çaşıtlığını, uşaklığını yapacak kertede alçak ve aşağılık yaratılışlı olan bu kardeşleri, ellerindeki bütün kuvvetler ve dayandıkları düşmanlarla birlikte tepeleyip yola getirerek, devrim tarihimizde etkili bir örnek göstermek, zorunlu görüldü. Onun için şöyle bir düzenleme yapmıştık:

Bursa'da bulunan Yunan kuvvetlerine karşı bir piyade tümeni bırakılarak, iki piyade tümeniyle bir süvari tugayına Eskişehir'in güneybatısında ve Kütahya doğrultusunda yığınak yaptırılmıştı. Uşak'ta bulunan Yunan kuvvetlerine karşı da, yalnız bir tabur cephede bırakılarak, iki piyade tümeniyle yedi süvari alayına Dumlupınar yakınlarında ve gene Kütahya doğrultusunda yığınak yaptırılmıştı.

Kuvvetlerimiz, yürüyüş buyruğunu alır almaz, hemen Kütahya'da bulunan ayaklanmış Ethem kuvvetleri üzerine yürüdüler. 29 Aralık 1920 günü Kütahya'ya girdiler, Üç gün sonra da Batı ve Güney cephelerinden yürüyüşe geçen bütün kuvvetlerimiz, Kütahya'nın 30-40 kilometre ilerisinde ve Gediz genel doğrultusunda bir kesimde birleştiler. Ayaklanan Ethem, kuvvetlerini hiçbir yerde durdurmayı ve direndirmeyi göze alamadan Gediz üzerine çekilmişti.

Baylar, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bilinçli ordusu, kendisini, Büyük Millet Meclisi'ni ve Hükümetini küçümseyecek kertede beyinsizlik gösteren ve budalaca kendini beğenen bu ayaklanıcılara hakettikleri uslandırma şamarını vurmak için, önüne geçilmez bir öfke ve sertlikle eyleme geçiyordu. Soluk almaksızın kaçan Ethem, "İstanbul'da Yüce Sadrazamlığa" diye şu teli çekiyordu:

Ankara'da tutuklanan saygıdeğer arkadaşlarınızın İstanbul'a geri gönderilmeleri için Ankara Meclis Başkanlığına çektiğim protesto teli aşağıda bilgilerinize sunulmuştur. Şimdi, Millet Meclisinin kararıyla saldırıya uğramış bulunuyorum. Kuvvetim savunmaya, üstelik saldırıya yetecek kertededir. Karşımda ve yanlarımda Yunanlılar bulunduğundan nasıl bir yol tutulacağı konusunda Yunan komutanlığı ile anlaşmaya varılmış ise de, yüce onayınızın da alınmasını her bakımdan gerekli gördüm. Bu nedenle gereken işin yapılmasına, yüce buyruklarınızın bize ulaşabilmesi ve haberleşmenin sağlanabilmesi için de Gediz tel yolunun onarılmasına ve düzeltilmesine buyruklarınızı yüksek onayınıza sunarım.

Umum Kuvayi Seyyare ve Kütahya Bölgesi
Eski Komutanı ve Şimdi Umum Kuvayi Milliye Komutanı
Ethem


Baylar, bu telde, "protesto teli" diye sözü geçen saçma sapanlıklar gerçekten Meclis Başkanlığına çekilmiş ve gizli bir oturumda Meclis'e okunmuştu. Bunda o denli çirkin ve o denli utanmazcasına söz ve deyimler kullanılmıştı ki, bir kez okunduktan sonra, bir daha okunmasına ve dinlenilmesine katlanılamamıştı. Bu denli aşağılık bir saçmayı sizlere de sunmayı gerekli görmüyorum. Bu saçma sapan yazı ile milletvekillerinin onurlarına ve Ulusal Meclisin yasallığına saldırılarak İzzet Paşa kurulunun İstanbul'a dönmekte serbest bırakılması isteniyordu.

Baylar, kuvvetlerimiz Kütahya'ya girerken ben de Meclis'te kimi milletvekillerince sorguya çekilmiş bulunuyordum. Ayaklanan Ethem'in üzerine yürümemize, ona saldırmamıza, onu kovalamamıza karşı çıkılıyordu. Fuat Paşa, Ethem ve kardeşini çekip çevirebildiği için, onun değiştirilmemesi uygun olurmuş. Bütün anlaşmazlığa yol açan, yeni atadığım komutanların toylukları ve duruma uygun tutum ve davranışta bulunamamaları imiş. Orduda sağlam düzen aramanın zamanı mı imiş? Ya, Tanrı korusun, Ethem Bey orduyu dağıtırsa ne yapacakmışım? Bu denli önemli bir işe kim ve nasıl karar vermiş? Böyle bir karar Meclis'e bildirilmeksizin nasıl alınırmış... gibi birçok sorular ve eleştirilerden sonra: "Ne olursa olsun Ethem Bey ve kardeşleri vurulmamalıdır." istekleri ortaya atıldı. 29 Aralık gününün bütün oturumlarını ve 30 Aralık gününün birkaç gizli oturumunu açıklamalar yapmakla geçirdim. Durumun bütün evrelerini belgeleriyle, kanıtlarıyla, gerçekleriyle anlatmaya çalıştım. Bütün bu açıklamalarıma karşın, tartışma bir türlü sona ermiyordu. Her şey bir yana, yalnız Meclis'in yasallığına saldıran telyazısı, teli çekenleri Yurt Hainliği Yasasına çarptırmaya yeter iken, bu ayaklananların aylardan beri süregelen karşı gelici durumları ve ulusal hükümeti yıkmak, kendi akıllarınca başka türlü bir hükümet kurmak, düşüncelerini uygulamaya yeltenmeleri, dikkate alınmak istenmiyordu. Tersine, bunları tepelenmekten, cezalanmaktan kurtarmaya çalışılıyor gibiydi. Bunun, kısaca nedenini açıklayayım baylar. Milletvekillerinden kimileri, durumun kişisel ve duygusal gücenikliklerden doğduğu sanısına kapılmışlardı. Gerçekten bu alanda sonsuz propaganda yapılmış ve kamuoyu bulandırılmak istenmişti. Bir de, güçlü ve aşırı söylentilerden Ethem kuvvetlerinin çok ve yenilmesi güç olduğunu sanarak, ordu ile çarpışacak olurlarsa ordunun çil yavrusu gibi dağılacağını ve o zaman durumun gerçekten korkunç olabileceğini düşünüyorlar ve böyle bir çarpışmaya engel olmayı uygun buluyorlardı.

Baylar, bu düşünceleri uygun görüp ona göre davranma sonucunun, emirerliğinden gelen ve aslında daha yüksek bir düşünce yeteneği bulunmayan Ethem'in, koskoca Türk yurdunda diktatörlüğünü benimsemeye ve onaylamaya varacağını anlamamak olabilir miydi?

Meclisin coşku ve kuşkusunu giderecek inandırıcı sözler söyleyerek gizli oturum görüşmelerini, eylemli sonuçlar beklemek üzere kapattık.
 
Ethem ve Kardeşleri, Kuvvetleri İle Birlikte Düşmanlarının Yanında Kendilerine Yaraşır Yeri Aldılar

Baylar, Ethem kuvvetlerini kovalayan birliklerimiz, 5 Ocak 1921 günü Gediz'i ele geçirerek o bölgede toplandılar. Ethem ve kardeşleri de kuvvetleriyle birlikte düşmandan yana geçip kendilerine yaraşan durumu aldılar. Artık Ethem olayı kalmamıştı. Ordumuzun içinde bulunan düşman kovularak gerçek yerine sürülmüştü. Bundan sonra yalnız bir düşman cephesini ve bununla ilgili olayları göreceğiz. Gerçekten, bir gün sonra, 6 Ocak 1921 günü Yunan ordusunun tümü, bütün cephe üzerinde her noktadan saldırıya geçti.

Baylar, o günkü askeri durumu, anlaşılır bir biçimde açıklamak için şöyle diyeceğim:
 
İnönü Zaferleri
Birinci İnönü Utkusu (Zaferi)

İznik'ten, Gediz üzerinden Uşak'a dek bir çizgi tasarlayınız. Bu çizginin Gediz kuzeyinde kalan parçası iki yüz kilometredir. Gediz'den Uşak'a olan parçası da, yaklaşık olarak otuz kilometredir. Düşman üç tümenle bu kesimin kuzey ucundan Eskişehir üzerine doğru yürüdü. Bizim Gediz'de bulunan önemli kuvvetlerimiz, Eskişehir üzerinden bu düşman tümenlerini karşılamak zorundaydı. Karşıladı, yendi; devrim tarihimize Birinci İnönü Utkusu'nu yazdı.

Güney Cephesi kuvvetleri, eski yerlerine, Dumlupınar'a geri gönderildiler. Kütahya'da yalnız Altmış Birinci Tümen, iki alaya yakın kuvvetiyle İzzettin Bey (Ordu Müfettişi İzzettin Paşa) komutasında bırakılmıştı.


 
Düşmanla İşbirliği Yapan Manisa Milletvekili Reşit Bey'in Milletvekilliğinden Çıkarılması Kararı

Baylar, 8 Ocak 1921 Cumartesi günü Meclisin açık oturumunda durumu anlatıyordum. Artık herkes gerçeği görmüş ve anlamıştı. Ethem ve kardeşlerine yumuşak davranılması düşüncesinde bulunanlar, bu kez onları kötülemede pek coşkun idiler. Ben konuşurken: "Ethem, Tevfik ve Reşit beyler" deyince, bu türlü konuşmama karşı çıkıldı. Yükselen bir ses: "Paşa Hazretleri, artık Bey demeyiniz. Hain deyiniz!" uyarmasında bulundu. Ben "Ethem ve Tevfik hainleri diyeceğim; ama, daha Büyük Millet Meclisi üyesi kimliğini taşıyan Reşit Bey için de bu sözü kullanmak zorundayım. Yüce kurulunuza saygımdan bunu söyleyemem. İlkin Reşit Bey'in üyelikten çıkarılmasına oy vermenizi rica ederim." dedim.

Başkan: "Ulusun ve ülkenin çıkarlarına karşı silah kullanarak düşmanlarla işbirliği yapan Manisa Milletvekili Reşit Bey'in milletvekilliğinden çıkarılmasını kabul buyuranlar el kaldırsın!" dedi. Eller kalktı, kabul olundu.
 
Ethem ve Kardeşleri, Canlarını Refet Paşa'ya Borçludurlar

Yunan ordusunun yaptığı bu saldırıda Ethem ve kardeşleri de kendilerine düşen görevi yapmaktan geri durmadılar. Yeniden Kütahya'ya yönelerek orada bulunan tümenimize saldırmaya başladılar. İzzettin Paşa'nın sağlam karakteri, bilgilice komutası ve buyruğu altındaki Türk subay ve erlerinin üstün yiğitlikleri Ethem ve kardeşleriyle birlikte saldıran hain kuvvetleri yendi ve kaçmak zorunda bıraktı. Eğer, kendileri de başta olmak üzere büsbütün yok edilmekten kurtulabilmişlerse, bunu da hiç sevmedikleri Refet Paşa'ya borçlu bulunduklarını söylemeliyim. Bu noktayı açıklayıvereyim:

Refet Paşa iki süvari tümeniyle Dumlupınar'ın on kilometre kadar doğusunda Küçükköy'de bulunuyordu. Kütahya'daki Altmış Birinci Tümene, batıdan saldıran Ethem kuvvetlerini çarçabuk yenmek ve yok etmek üzere yürüyüş buyruğu verildi. Refet Paşa, süvarileriyle, Ethem kuvvetlerinin yan ve arkasına gidecekti. Bulunduğu yerden kuzeye, Kütahya'ya bakılacak olursa bu görevin, serbest bir yürüyüşle ve pek etkin olarak yapılabileceği belliydi. Oysa, Refet Paşa, gereken yere gitmemiş; bunun ters yönüne, Kütahya'nın batısına değil, doğusuna, Alayunt'a gitmiş. Süvari kuvvetleri, 12 Ocak 1921 günü öğleye doğru Alayunt bölgesine ulaştı.

Refet Paşa, İzzettin Paşa ile görüşmek üzere Kütahya'ya gitti. İzzettin Paşa, süvari tümenlerinin Kütahya güneyinden, Yellice dağı batısından, hepsi atlı olan Ethem kuvvetlerinin gerilerine gönderilmesini önermiş.

Refet Paşa, iki tarafın savaş durumu üzerinde tam bir bilgisi olmadığını ileri sürerek, böyle bir harekete yanaşmamıştır. Refet Paşa, İzzettin Paşa kuvvetlerinin doğuya, Porsuk suyu gerisine çekilmesi gerekirse, süvarileriyle Kütahya ovasından ayaklanıcıların yan ve gerilerine saldırmayı düşünüyormuş. Hayvanlarından inip, piyade tümenimiz karşısında yaya olarak savaşmakla çok zayıf bir duruma düşmüş olan ayaklanıcıların üzerine yürümekten kaçınan komutanın, piyade tümenimiz yenilip geri çekilirken atları üzerinde bulunacak olan, içgüçleri yükselmiş ayaklanıcıların hangi yanına ve nasıl saldırmayı düşündüğü gerçekten her asker için üzerinde durulacak bir sorundur. Böyle şey olamaz! Bu düşman atlıları, geri çekilmek zorunda bıraktığı piyadeden dönüp Refet Paşa süvarileri üzerine atılmayacak mıydı?

Baylar, savaş alanına, top ve tüfek sesine gelen bir kuvvetin, bir tek tüfek (bile olsa), savaşan ve kendinden olan bir kuvvetin yenilmesini bekleyip ondan sonra iş görebileceğini sanması, yalnız asker olanların değil, en kısa görüşlü insanların bile usa yatkın bulacağı bir düşünce değildir. Görev ve özveri, savaşan birliklerin, yenilmeden ve çekilmeden başarısını sağlamaya çalışmakla yapılır.

Arkadaşı savaşırken ve yardım beklerken seyirci kalmış komutanlar, arkadaşının yenilmesine tanık olabilirlerse de, tarihin ezici yergisinden ve suçlamasından hiç mi hiç kurtulamazlar.

İzzettin Paşa,11 Ocak 1921 günü öğlesinden 13 Ocak gece yarısına dek süren sert ve bunalımlı savaşlar sırasında, süvari gruplarının da savaşa katılması zamanının geldiğini Genelkurmay Başkanlığına bildirmişti. Refet Paşa, Güney Cephesinden getirtmekte olduğu Sekizinci Tümen yetişebilirse, 14 Ocakta saldırıya geçmek niyetinde olduğunu birliklerine duyuruyordu. İzzettin Paşa 11, 12, 13 Ocak günlerinde yalnız başına düşmanla savaştıktan sonra, akşam gün batarken, yaptığı bir karşı saldırıyla başkaldırıcıları yendi ve kaçmak zorunda bıraktı. Refet Paşa savaşa seyirci kalmakla büyük bir fırsat kaçırdı. Ayaklanıcıların kaçmasına elverişli bir durum yarattı. 14 üncü günü, buyruğu altındaki bütün süvari kuvvetlerini, Süvari Tümeni komutanlarından Derviş Bey'in (Kolordu Komutanı Derviş Paşa) buyruğu altına vererek onu, Ethem'i kovalamakla görevlendirdi. Derviş Paşa, geceleri de yürüyerek, Afşar'da, özellikle Gediz'de Ethem kuvvetlerinin gerilerine doğru yönelttiği korkunç vuruşlarla Ethem, Tevfik, Reşit kardeşleri sersem etti. Kuvvetlerinin toplanmasına zaman bırakmadı. Derviş Bey, Ethem ve kardeşlerini, 14 Ocaktan 22 Ocağa dek dokuz gün soluk aldırmaksızın boyuna kovalamıştır. Sonunda bütün Ethem kuvvetleri tutsak edilmiş, yalnız Ethem, Tevfik ve Reşit kardeşler yeni görev almak üzere düşman içine kaçabilmişlerdir.

 
İzzet ve Salih Paşalar, Ankara'dan Kıvanır Görünmüyorlar Ne Olursa Olsun, İstanbul'a Gitmek İstiyorlardı

Saygıdeğer baylar, Ankara'da bulunan İstanbullu konuklarımıza bir, bir buçuk ay süren konuklukları sırasında çok şeyler göstermek fırsatları bulduğumuzu sanıyorum. Ayaklanan Ethem ve kardeşlerinin kuvvetleri ortadan kaldırıldı. Yunanlıları, üç günde İnönü'de yendik. Büyük Millet Meclisi'nin kıvanç ve gönül rahatlığı duyacağı yeni bir dönem açıldı. Ama İzzet ve Salih paşalar bunların hiçbirinden kıvanç duymuş görünmüyordu; sıla özlemine tutulmuş gibi, ne olursa olsun İstanbul'a gitmek istiyorlardı. İstanbul'daki arkadaşlarının da çok kaygı duymakta oldukları anlaşılıyordu.

Ankara'ya gelişlerinden on gün sonra, Fransız telsiziyle, Zonguldak'a bir telyazısı gelmişti. Telyazısı şudur:

16 Aralık 1920

Zonguldak Mutasarrıflığı Aracılığıyla İzzet Paşa Hazretlerine

Sizlerden şimdiye dek bir bilgi alınamadığından yüksek kurulunuzun Ankara'ya varış haberinin beklenilmekte olduğu.

Mustafa Arif

İki gün sonra Adapazarı üzerinden de şu telyazısı geldi:

Dahiliye Nazırı İzzet Paşa Hazretlerine

Sizlerden bir bilgi alınamadığından (Ankara'ya) varış haberinizin beklenilmekte olduğu üzerine birkaç gün önce Zonguldak yoluyla çekilen tel karşılığının çabuklaştırılması rica olunur.

Dahiliye Nazırı Vekili
Mustafa Arif


Tevfik Paşa Hükümeti adına Ziya Paşa'nın İnebolu'ya gönderdiği bir özel görevli, 10/11 Ocak 1921'de uzun bir şifre ile birtakım bilgiler veriyordu. İzzet Paşa kurulunun Anadolu'ya katılma haberi İstanbul'ca doğrulanmış. Hükümet, İzzet Paşa'dan bilgi istiyormuş. Ziya Paşa, Safa, Mustafa Arif ve Raşit Beyler de demişler ki: "Ülkenin çıkarı, kurulun Ankara'da kalmasını gerektiriyorsa buna bir şey denilmez. Böyle olunca da, hükümetin düşeceği kesindir. Ancak, biz de bu yurdun çocuklarıyız. Hiç olmazsa durumdan bizlere de bilgi versinler. Bizi aydınlatsınlar, biz de ona göre bir yol tutalım."

Ziya Paşa, Paris'ten, Ahmet Rıza Bey'den aldığı bir mektupta yazılanlardan ve İstanbul'da güvenilir bir kaynaktan elde ettiği bir bilgiyi de açıklatıyordu.

Ahmet Rıza Bey diyormuş ki: "Eğer Ulusal Kuvvetlerin savaş gücü elveriyorsa İzmir sorunu, iyi hazırlanmış bir baskınla olup bittiye getirilerek çözülmelidir." Aldığı bilgi bunu doğruluyormuş. Kral Konstantin'i tutacaklarmış.

Ziya Paşa'nın özel olarak edindiği bilgiler de, son konferanstan önce Yunanlıların, kuvvetleri artırılarak, büyük bir saldırıya geçirileceği yolunda idi. Damat Ferit Paşa çok sıkı çalışmaya başlamış Baltalimanı'nda yeni kurulacak hükümet için, türlü türlü listeler düzenlenmeye başlanmış.

İnebolu'ya gelmiş olan özel görevli aracılığıyla Ziya Paşa'ya ve arkadaşlarına gönderttiğim yanıtta, verdikleri bilgiye teşekkürden sonra: "İzzet ve Salih Paşalar, ortak amacımızın kesin gereği olarak Ankara'da kalmışlardır." dedim. Kendilerinin İstanbul'da iş başında kalmaları uygun ise de düşmeden önce, hepsinin, şimdiden el altında bulunduracakları güvenilir ve hızlı giden bir araçla hemen Anadolu'ya gelmelerinin, yurdun yüksek çıkarları için gerekli olduğunu ve böylelikle yapacakları hizmet ve özveriye ulusça pek çok değer verileceğini yazdım.

Özel görevlinin İstanbul'a döndükten sonra İnebolu'ya gönderdiği ve oradan 19 Ocak 1921'de Ankara'ya çekilen şifrede, Ziya Paşa ve arkadaşlarının görüşüme uygun bir yol tutmaya karar verdikleri bildirilmişti.
 
Sadrazam Tevfik Paşa Benimle İlişki Kuruyor

Baylar, bu günden bir hafta kadar sonra Kocaeli Komutanlığından şöyle bir telyazısı aldım:

Geyve İstasyonu, 26.1.1921

Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkenin yüksek çıkarlarıyla ilgili önemli bir konu üzerinde Sadrazam Paşa'nın sizinle makine başında görüşmek istedikleri İstanbul Telgraf Genel Müdürünün 26.1.1921 günü saat 16.30'da yazdırdığı telle bildirilmektedir. Bu konudaki buyruklarınızı beklediğimi sunarım.

Kocaeli Komutanlığına aynı gün makine başında verdiğim yanıtta dedim ki:

İstanbul, Geyve ile doğrudan doğruya nasıl haberleşebilir? İstanbul'da Tevfik Paşa ile ya da herhangi biriyle haberleşip ilişki kurabilmem, Bakanlar Kurulu'ndan ve belki Meclis'in kararına bağlı bulunduğundan bu konuda şimdiden bir şey diyemem. Tevfik Paşa ile telgraf görevlisinin bile açıktan açığa haberleşmesi, yabancıların İstanbul'a karşı olan durumumuz üzerindeki görüşlerini alt üst edeceğinden, uygun değildir. Ancak Tevfik Paşa bana değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine başvurmak dileğinde ise, bu dileği kabulü doğaldır. Bunun resmi olmayarak ve haberin bize ulaştırıldığı yolla Tevfik Paşa'ya duyurulmasında sakınca yoktur.

İstanbul'dan Adapazarı'na telgraf yolu, oradan da Geyve'ye askerlerce korunup kullanılan telefon yolu vardı. Tevfik Paşa'nın benimle kapalı olarak görüşmek istemesi üzerine İstanbul teli Ankara'ya bağlattırıldı. Tevfik Paşa'dan açık olarak şu teli aldım:

İstanbul, 27.1.l921

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

25 Ocakta Paris'te toplanan kurulun aldığı kararlar gereğince Doğu Sorununun çözümünü görüşmek üzere 21 Şubatta Londra'da İtilâf devletleri (Nutuk metninde: Düvel-i Müttefika.) delegeleriyle Osmanlı ve Yunan hükümetleri delegelerinden kurulacak bir konferans, toplantıya çağrılacaktır. Yürürlükteki antlaşmada, olaylar dolayısıyla zorunlu görülecek değişiklikler yapılacaktır. Padişah Hükümetine gönderilecek çağrı için, Mustafa Kemal Paşa'nın ya da Ankara'ca yetki verilmiş delegelerin Osmanlı delegeler kurulu arasında bulunmaları koşulu ileri sürülmüştür. Bu kararları, İtilâf devletlerinin İstanbul temsilcileri bildirdi. Görevlendireceğiniz delegeler buradan seçeceğimiz kişilerle birleşerek yola çıkacaklardır. Kararınızı ve bu telin karşılığını bekliyorum. Dikkatli davranılması gereken bir zamanda bulunduğumuzdan bu gibi kimi önemli bildirimler için telgraf yolunun açık bulundurulmasını rica ederim. Makine başında hemen yanıt verilebilecekse telgraf başında beklemekteyim efendim. Bir de şifre var efendim.

Tevfik

Şifrenin açılmışı da şu idi:

İstanbul, 27 Ocak 1921
Saat: 8 sonra


Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Londra Konferansında etkin konuşmak için Yunanlıların, bir kolorduyu İzmir'e göndermekte ve Trakya'daki Kuvvetlerini de Anadolu'ya yollamakta olduğu ve on güne dek bir saldırıya başlayacakları inanılır kaynaklardan öğrenilmiştir.

 
Tevfik Paşa'ya Verdiğim Resmi ve Özel Karşılıklar

Baylar, Tevfik Paşa'ya, yanıt olarak çektiğim tel şu idi:

Ankara, 28 .1.1921

İstanbul'da Tevfik Paşa Hazretlerine

Y: 27.1.1921 tele: Ulusal buyruma dayanarak Türkiye'nin alın yazısını eline alan, yasal ve bağımsız tek egemen kuvvet, Ankara'da sürekli çalışmakta olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Türkiye ile ilgili bütün sorunları çözümleyecek ve her türlü dışişlerinde başvurulacak yer, ancak bu Meclis'in Bakanlar Kuruludur. İstanbul'daki herhangi bir kurulun hiçbir yönden yasal ve hukuksal bir niteliği yoktur. Bunun için, böyle bir kurulun kendine hükümet adını vermiş olması, ulusun egemenlik haklarına açıkça aykırıdır ve bu ad altında, yurdun ve ulusun hayatıyla ilgili işlerde dışarıya karşı, kendini başvurulacak yer olarak göstermesi uygun görülemez. Kurulunuza düşen yurt ve vicdan ödevi, hemen durumun gerçeklerine uyarak, ulus ve ülke adına başvurulacak yasal hükümetin Ankara'da olduğunu kabul edip bildirmektir. Ulusumuz ve ülkemiz adına yasal yetkili hükümetin Ankara'da olduğunu İtilâf Devletlerinin anlamış oldukları kuşku götürmez ise de, sözü geçen devletlerin bu görüşlerini açığa vurmakta gecikmeleri, İstanbul'da aracı bir kurul bulunmasının kendileri için yararlı olabileceğini sanmalarından ileri geliyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti; barışı ve esenliği gerçek bir içtenlikle dilediğini açıklamış; yalnız ulusal haklarının tanınmasını istemekten öteye geçmeyen koşullarını birçok kez duyurmuş ve bu haklar tanınırsa, önerilecek görüşmeleri kabule hazır olduğunu bildirmiştir. İtilâf devletleri Londra'da toplayacakları konferansta Doğu Sorununu adalet ve hak çerçevesi içinde çözümlemeye karar vermişlerse, çağrılarını Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine doğrudan doğruya göndermelidirler. Yukarıda sözü edilen koşullara uygun olarak yapılacak çağrının Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetince iyi karşılanacağını yeniden bildiririz. Saat: 00.30 önce.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal


Bunun arkasından da kendim özel olarak şu teli çektim:

Tel Ankara, 28 Ocak 1921

İstanbul'da Tevfik Paşa Hazretlerine

Sizler gibi yaşadığı sürece bu ulusa ve ülkeye aralıksız olarak değerli hizmetlerde bulunmuş sayın bir kişi için, bütün geçmiş hizmetlerinizi tamamlayıp yüceltecek eşsiz, tarihsel bir fırsat çıktığı kanısındayız. Biz tam birlik içinde iş görmek istiyoruz. (İstanbul Hükümetinin) aracılığı ile çağrıldığımız konferansta, ülkeyi ayrı ayrı temsil edecek iki kurulun ne denli sakıncalar doğuracağını iyice anladığınıza inanıyoruz.

Ulusun, salt egemenlik haklarını koruma uğrunda harcadığı emekler, akıttığı hesapsız kanlar, birçok iç ve dış güçlüklere karşı gösterdiği dayanç ve direnç, bugün karşısında bulunduğumuz elverişli yeni durumu yarattı. Bir yandan da dünya olayları dayanç ve direncimizin temel amacı olan tam bağımsızlığımızı sağlayıcı bir yolda gelişmektedir. Bizi tutsak olmaya ve yıkılmaya zorlamak istemiş olan hükümetler karşısında, ulusal haklarımızı savunurken, maddi ve manevi bütün ülke güçlerinin birlikte hareket etmesi çok gereklidir. Bunun için Padişah Hazretlerinin, ülkede ulusal iradenin belirdiği tek yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni tanıdığını resmi olarak bildirmesi artık gerekli olmuştur. Böylece, İstanbul'un, ülkeye arka arkaya birçok zararlar getirdiği uğursuz denemeler sonunda anlaşılan ve ancak yabancılar yararına sürdürülen olağandışı durumuna bir son verilebilir. İtilâf Devletleri temsilcilerinin yaptığı bildirim gösteriyor ki, İstanbul'dan gidecek bir delegeler kurulunun Londra Konferansına katılabilmesi, ancak bu kurulda Ankara Hükümetince tam yetki ile görevlendirilmiş temsilcilerin de bulunması koşuluna bağlıdır. Böylece İtilâf Devletleri, Türkiye adına barış görüşmelerine katılacak delegelerin ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetince gönderilebileceğini yeter bir açıklıkla ortaya koymuş oluyorlar. Eylemli ve hukuk bakımından ülkede yasal tek hükümet olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin koyduğu ve yayımladığı ilkeleri kabul buyurmanızı ve bu ilkelerin düşmanlarımızca da onaylanmasını kolaylaştırmak için bize katılarak durumunuzu düzeltmenizi ve saptamanızı, tarih ve ulus karşısında yüklendiğimiz görev ve yetkiyle öneririz. Böylece, savaşımımızı mutlu bir sonuca eriştirme işi çabuklaştırılmış olur. Birlik olarak çalışmak ve ulusal istekleri olanca gücümüzle savunmak düşüncesiyle yaptığımız bu öneri kabul buyrulmaz ve uygulanmazsa, padişahlık ve halifelik katında oturan Padişah Hazretlerinin durumunun sarsılması tehlikesinden haklı olarak korkulur ve biz, ulusal iradenin vermiş olduğu hukuka dayanan ve eylemli bütün yetkileri elinde bulunduran bir hükümet olarak şimdiden bildirir ve belirtiriz ki, bundan doğacak sorumluluk, önceden kestirilemeyecek olan bütün sonuçlarıyla, doğrudan doğruya Padişah Hazretlerinin olacaktır. Bu durum karşısında sizlerin, vicdan ve tarih görevinizi tam olarak yapmanızı ve sonucunu bize kesin ve açık olarak bildirmenizi bekliyoruz. Özel saygılarımızın kabulünü rica ederiz efendim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal


Saygıdeğer baylar, aslında manevi ve maddi değeri kalmamış, ama varlığı da çok zararlı olan İstanbul Hükümetini ortadan kaldırmak önemliydi. Buna engel olanların başında padişah ve halife bulunuyordu. Bundan dolayı bu makama durumun açıklık kazanması için, yapılacak ilk işin, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ve Hükümetini tanıtmak olması gerekirdi. Gerçekte, elimiz altında ve yakınımızda olmayan bu makama karşı başka bir işlem uygulamaya, şimdilik maddi olanak da yoktu. Bunun için, Tevfik Paşa'ya yine o gün şu üçüncü teli de yazdım:

Ankara, 28 Ocak 1921

İstanbul'da Tevfik Paşa Hazretlerine

Resmi ve özel telyazımızdaki düşünce ve önerilerimizi aşağıda özet olarak yeniler ve gereğinin tez elden yapılmasıyla sonucunun bildirilmesini rica ederiz:

1- Padişah, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni tanıdığını kısa bir buyrukla açıklayacaklardır. Bu buyruk, padişahlık ve halifelik makamının dokunulmazlığını temel ilke olarak kabul etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni, şimdiki durumu, niteliği ve yetkisiyle Padişahın kabul buyurduklarını kapsayacaktır. Başkaca ayrıntıların eklenmesi, şimdilik karışıklığa yol açabilir.

2- Birinci madde hükmü yerine getirildiğinde yalnız ailece durumumuzun iç düzenlenmesi aşağıdaki gibi olabilir:

Padişah Hazretleri eskisi gibi İstanbul'da otururlar. Yetkili ve sorumlu olup her türlü saldırıdan korunmakta olan ve her türlü bağımsızlık koşullarını özünde toplamış bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümet, şimdilik Ankara'da bulunur. Elbette, artık İstanbul'da hükümet adı altında bir kurul kalmaz. Ancak, İstanbul'un özel durumu dolayısıyla Padişahın yanında, Büyük Millet Meclisi'nce görevlendirilecek ve yetki verilecek bir kurul bulundurulur.

3- İstanbul kenti ve dolayları yönetiminin nasıl düzenleneceği daha sonra düşünülür ve uygulanır.

4- Bildirilen koşullar kabul edilip uygulanınca, Büyük Millet Meclisi'nin onayladığı bütçemize padişah ve padişah soyundan kişiler için daha önce konulmuş olan ödenekle birlikte, görevlendirilecek bütün işyarların ve öbür aylıklıların aylıklarını vermek için gerekli paralar hükümetçe sağlanacak ve ödenecektir. Akçalı gücümüz (kudreti maliyemiz) bunu karşılayacak yeterliktedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal


Tevfik Paşa'nın bu uzunca telimize gece verdiği yanıt çok kısa oldu. Tevfik Paşa'nın yanıtı şu idi:

Tel 28/29.1.1921

Telyazılarını aldım. Yarın kurulu toplayarak saat altıda bilgi veririm efendim.
 
Tevfik Paşa ve Arkadaşları Anadolu'yu İstanbul Hükümetine Bağlamaya Çalışıyor

Tevfik Paşa, kurulunu toplamış; şu yanıtı verdi. Bunu da, olduğu gibi bilginize sunacağım:

İstanbul, 29.1.1921

Ankara'da Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

28 Ocak 1921 günlü üç telyazınıza yanıttır: Şimdiki hükümet, İstanbul ile Anadolu'nun birleşmesindeki yararlara öteden beri değer verdiğinden bu amaçla iş başına gelmiş ve şimdiye dek bu uğurda çalışmıştır.

Ulusun egemenlik haklarını korumak için harcadığınız emeklerin ve verdiğiniz kurbanların, karşısında bulunduğumuz elverişli durumu yarattığı, buna büyük ölçüde etki yaptığı kanısındayız. Bundan ötürü bir ulusal yarar sağlayacak önerilerinizi kabule hazırız. Bu bakımdan, bildirdiklerinizle ilgili görüşlerimizi aşağıda açıklıyorum:

Konferansa dolaylı olarak çağrılmanız doğaldır. Çünkü İtilâf Devletleri hükümetlerinin temsilcileri buradadır. Bunun için, İstanbul'da bulunan ve sizinle işbirliği yapmaya çalışan bir hükümet aracılığıyla bildirim yapılması pek doğal görülmelidir. Şimdiye değin Anadolu'yu tanımayı bile gerekli görmeyen Avrupa hükümetlerinin, özellikle Anadolu delegelerinin konferansta bulunmalarını koşuldan saymaları sevindirici bir olaydır. Bu bakımdan, bir yöntem sorunu yaratarak bu mutlu değişimden yararlanmamak, ulusa karşı yüklendiğiniz görevle hiç bağdaşmaz. Doğrusu aranırsa, birleştiğimiz kamuya duyurulduktan sonra, delegelerimiz de ayrı ayrı değil, hep birlik sayılır. Delegeler kabul edilen ilkeler çerçevesi içinde konuşacaklarına göre bu konuda bir sakınca düşünülemez. Demek, devlete ve ulusa karşı yükümlü olduğumuz görev, bu tarihsel anda bize uzatılan elden yararlanmayı kesin olarak buyurmaktadır. Bundan kaçınmanın Yunan isteklerine karşı savunmasız kalmamıza ve ülkemizde daha uzun zaman savaş yıkımlarının sürüp gitmesine yol açacağı düşünülmelidir. Aslında, isteklerimizi konferansta ileri sürmek ve hakkımızı Avrupa'ya duyurmak, söz gelişi, konferans sonuçsuz bile kalmış olsa bir zarar getirmez. Sizin ve arkadaşlarınızın yurtseverliği, bu fırsatın kaçırılmayacağı güvencesini vermektedir. Şimdiye dek eski hükümetlerce alınmış ve her iki yan için kötü sonuç vermiş olan kararlar kaldırılacağı doğal olduğundan aramızda artık ayrılık, gayrılık kalmamıştır. Ancak, İstanbul işgal altında bulunduğundan, buradaki hükümetin kaldırılmasıyla, hükümet işlerinin büsbütün İtilaf Devletleri eline geçmesine ve sonuç olarak, antlaşmadaki, İstanbul'la ilgili maddelerin yürürlüğe konulmasına meydan verilmiş olacağı gibi, savaş halinde bulunduğumuz Yunan askerlerinin şu sırada İstanbul ve dolaylarında bulunuşu da, bu önerileri uygulanamaz bir duruma getirmiştir. Kurulumuzun iş başında kalma düşüncesinin bu görüşlere etki yapmadığı yolunda size güvence vermeyi bile gerekli görmem. Gerçekte bugün en ivedilikle çözümü gereken sorun, zamanı yaklaşmakta olan konferansa delegelerimizi yetiştirmektir. Biz konferansa katılmayacak olursak, Yunanlılar katılacakları için, yoklayın (gıyabi) hüküm giymek ve davamızı yitirmek tehlikesi karşısında kalacağımızdan bu konuda sorumluluk kabul edemeyeceğimizi bildirir ve toplantı gününden önce konferans yerinde bulunmak yararımıza olacağından delegelerinizin ivedilikle buraya gönderilmesini rica ederim.

Sadrazam Tevfik

Saygıdeğer baylar, Tevfik Paşa ve hükümeti, İstanbul ile Anadolu'nun birleşmesi için çalışmış olduğunu söylüyor. Doğrudur. Biz de bunun için çalışmakta idik; şu ayrımla ki, Tevfik Paşa ve arkadaşları Anadolu'yu, eskiden olduğu gibi, İstanbul'a bağlamak ve tutsak etmek istiyorlardı. O İstanbul ki, düşman kuvvetlerinin elinde bulunuyordu. Tevfik Paşa ve arkadaşları, Anadolu'yu İstanbul hükümetine bağlamaya çalışıyor. Öyle bir hükümete ki, dünyada varlığına ses çıkarılmıyorsa düşman isteklerini kolaylaştırmaya yarayacak nitelikte görüldüğü içindi. Tevfik Paşa ve arkadaşlarına göre elverişli durumun doğmasında Anadolu savaşının tümden etkisi vardır. Ama, bu durumu yaratan yalnız Anadolu savaşımı değildir. Belki bu yaşlı diplomat, bu kerameti kendisinin iş başına gelmesinde düşlüyordu.

 
Anayasanın Temel Maddelerini Tevfik Paşa'ya Bildirdim

Tevfik Paşa'ya şöylece yanıt verdim:

Ankara, 30.1.1921

İstanbul'da Tevfik Paşa Hazretlerine

1-27.1.1921 ve 28.1.1921 günlerinde çektiğim üç tel ile sizlere gerekli bulunan ve uygulanması ve desteklenmesi zorunlu olan bütün işleri açıklık ve kesinlikle bildirmiş olduğuma inanıyorum. Buna karşın, 29 Ocak 1921 günlü telinizle durumun daha gereği gibi anlayışla ve doğru olarak gözden geçirilmemekte olduğunu gördüm. Durumun önemi ve zamanın ağırlığı dolayısıyla, sizinle birlikte sayın arkadaşlarınızı ve özellikle Padişah Hazretlerini her bakımdan bir kez daha aydınlatmamız bir görev oluyor. Düşünce ve yargılarınızdan doğru sonuçlar çıkarmanızı kolaylaştırmak amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce konulan ve uygulanan Anayasanın temel maddelerini, olduğu gibi aşağıda bildiriyorum:

Anayasa

Temel Maddeler

1- Egemenlik sınırsız ve koşulsuz olarak ulusundur. Yönetim yöntemi, halkın kendi alınyazısını eylemli olarak kendinin yönetmesi ilkesine dayanır.

2- Yürütme gücü ve yasama yetkisi, ulusun tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi'nde belirir ve toplanır.

3- Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi'nce yönetilir ve hükümeti "Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti" adını taşır.

4- Büyük Millet Meclisi, iller halkınca seçilen üyelerden kurulur.

5- Büyük Millet Meclisi'nin seçimi iki yılda bir yapılır. Seçilen üyelerin üyelik süresi iki yıldır; bunlar yeniden seçilebilirler. Eski meclisin görevi yeni meclis toplanıncaya dek sürer. Yeni bir seçim yapılamayacağı anlaşılırsa toplantı dönemi bir yıl uzatılabilir. Büyük Millet Meclisi üyelerinin her biri, yalnız kendini seçen ilin ayrıca vekili olmayıp bütün ulusun vekilidir.

6- Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu, Kasım başında, çağrısız toplanır.

7- Din buyruklarının (ahkâmı şeriyenin) yerine getirilmesi; bütün yasaların konulması, değiştirilmesi, kaldırılması, antlaşma ve barış yapılması ve savaş kararı verilmesi (vatan müdafaası ilanı) gibi temel haklar Büyük Millet Meclisi'nindir. Yasalar ve tüzükler düzenlenirken, halkın işine en uygun ve zamanın gereklerine en everişli din ve hukuk hükümleriyle töreler ve önceki işlemler temel olarak alınır. Bakanlar Kurulunun görev ve sorumluluğu özel yasayla belirtilir.

8- Büyük Millet Meclisi, çeşitli bakanlıkları (inkısam eylediği devairi) özel yasasına göre seçtiği bakanlar aracılığıyla yönetir. Meclis, yürütme işleri için bakanlara yönerge verir ve gerektiğinde bunları değiştirir.

9- Büyük Millet Meclisi genel kurulunca seçilen başkan bir seçim dönemi süresince Büyük Millet Meclisi Başkanıdır. Bu kimlikle Meclis adına imza atmaya ve Bakanlar Kurulu kararlarını onaylamaya yetkilidir. Bakanlar Kurulu üyeleri, içlerinden birini kendilerine başkan seçerler. Ancak Büyük Millet Meclisi Başkanı, Bakanlar Kurulunun da doğal başkanıdır.

10- Anayasanın (Kanun-ı Esasi'nin), işbu maddelerle çelişmeyen hükümleri eskiden olduğu gibi yürürlüktedir.

Yukarıda belirttiğim temel maddelere aykırı bir yol tutamayacağımızı ve buna yetkili olmadığımızı yüce dikkatlerine önemle sunarım. Meclis Başkanlığıyla başlayan yazışmanızın gerektirdiği işlemin yürütülmesi Bakanlar Kuruluna bırakılmıştır efendim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa Kemal


 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…