- 10 Ağustos 2009
- 26.130
- 18.283
- 823
Ne Kadar Temizlik?
İbrahim CESUR
Howard Hudges, bir çok garip alışkanlığı olan ve 1976 yılında ölen, Amerikalı zengin bir münzeviydi. Bu kişi, tüm ısrarlara rağmen tanıdıkları ile, hastalık taşırlar düşüncesiyle aylarca, hattâ yıllarca diyalog kurmuyordu. Bu mikrop fobisi en sonunda onu, Beverly Hills'te bir otel odasında inzivaya çekilmeye kadar götürdü. Milyonlar harcayarak yaşadığı bu odada zamanının büyük bir bölümünü, eşyalarını kâğıt mendillere sararak geçiriyordu.
Benzerî bir temizlik hastalığı, ulemadan Şeyh Ebu Said Efendi'de görülmekteydi. Şeyh Efendi, kimseye elini sürmez, sürdürmezdi. Evinde banyosu daima yanar ve evinin her yanı günde dokuz defa yıkanır, temizlenirdi. Ebu Said Efendi'nin bu durumunu Sadrazam Semiz Ali Paşa, Kanuni'ye aktardığında padişah onu huzurunda görmek istedi. "O gelmez padişahım. Saraya gelince teşrifat icabı koltuklanacak, huzurunuzda saçak öpecek; o bunları yapmaz." diye cevap verdi. Padişah, Şeyh Ebu Said Efendi'yi görmek için bütün teşrifatı kaldırdı. Neticede Kanuni kendisine:
"Allah sizden razı olsun, gençleri ilminizin feyzi ile nurlandırıyorsunuz" dedikten sonra, Semiz Ali Paşa'ya dönüp:
Şeyh Efendi'nin yevmiyesi kaç akçedir?" diye sordu. Vezir "yüz akçe" diye cevap verince, padişah sözlerine şöyle devam etti:
"Yüz akçe yetmez. Yüz akçe de benden sabun parası ilâve ediniz, biraz yüreğindeki vehim ve vesvese çirkefini temizlesin."
Bu şahane hareketten sonra Ebu Said Efendi temizlik mevzuundaki bu aşırı hassasiyetini terketti.
Bu gibi davranışlar bir çok insanın standardı için mantık dışıdır. Fakat hepimizin içinde az da olsa küçük bir Howard Hudges veya Şeyh Ebu Said Efendi yok mu? Bir çok paradoksal fikri savunan bilim adamlarına göre temizlik takıntısı veya endişesi, maddî olarak oldukça külfetli olmaktadır. Tahminlere göre büyüme sırasında kendini kir ve mikroplardan itina ile koruyanların ileride hızlı bir şekilde astıma ve diğer alerjik hastalıklara yakalanabilecekleri belirtiliyor.
Yeni doğan bebeklerin hepsi müdafaa sisteminin gelişimi sırasında bir çok mikrobun bombardımanına maruz kalır. Böylece müdafaa sistemi, bir çok durumu tanır hâle gelir, devamlı ve şiddetli rahatsızlıklara karşı koyabilmek için vücudun yardım mekanizması, bakımını yapmak için sofistike kimyevî yollar ve özelleşmiş savunma hücreleri oluştururlar.
Bir bebeğin beyin hücreleri, hastalıkların zararlı etkilerine maruz kalmaksızın büyümesinde ve sosyal ilişki eksikliğinde doğru bağlantı kuramaz ve bebeğin zihnî yeteneği ve konuşma kabiliyeti zayıf kalır. Ergin olduğunda da doğru zihnî uyarılarında ve duygusallıklarında azalma görülür. Hijyen hipotezini en hararetli savunanlardan biri London College Üniversitesi'nde immünolog olan Graham Hook'a göre, "eğer müdafaa sistemimiz böyle kısır, verimsiz bir çevrede çalışırsa, sahip olduğu potansiyelin altında çalışacaktır".
Şüphesiz ki ilâçlar ve aşılar bizi çocuk felci ve tetanoz gibi hastalıklardan korur ve savunma sistemini harekete geçirir. Ama aşıların çoğu hastalığı tedavi etmesine karşın alerjilere karşı yanlış tür uyarı sağlar. Aslında bir çok aşı savunma sisteminin sadece bir bölümünü aşırı bir şekilde uyarmasından dolayı oldukça kötü sonuçlar doğurabilir.
Her ne kadar geleneğe pek uymasa da, bu fikre göre, aşırı temizlik bizim için iyi değil. Bugün Batı dünyasında müdafaa sistemiyle ilgili hastalıkların nasıl gizemli bir şekilde yayıldığı çok kapsamlı olarak araştırılıyor. Özellikle astım hastalığı büyük bir hızla yayılıyor. 30 yıl öncesi rakamlarına göre Britanya ve Avustralya gibi ülkelerde astım hastalığı semptomlarından (belirtilerinden) etkilenenler nüfusun % 20-30'unu teşkil ediyordu. Birleşik Devletler'de, akciğer dokusunu kuvvetlendirici ve hava yollarını açıcı bir çok ilâca rağmen her yıl 5 bin kişi hayatını kaybetmektedir. Astım sadece savunma sistemini ilgilendiren bir hastalık olmamasına rağmen bulgular, saman nezlesinin ve egzamaların da hastalık riskini artırabileceği yönünde. Hepsinin en kötüsü de insülüne bağlı diyabet hastası olan küçük yaştaki çocuklarda da görülmesi.
Astım hastalığının ortaya çıkış sebeplerinden biri de, hava kirliliği olarak düşünülüyordu, fakat şu sıra çok da şüphe çekmiyor. Astım atakları akciğerde bulunan partiküllerin saptırılmış bir savunma reaksiyonu başlatması ile tetiklenir. Fakat bunun anlamı, daha fazla partikül daha fazla veya daha ağır astım atağı demek değildir. Meselâ Polonya'nın aşırı kirli şehirlerine göre daha temiz bir havaya sahip Güney İsveç'te astım ve diğer alerjiler oldukça yaygındır. Londra'da Hijyen ve Tropikal İlâçlar Okulu'nda bir epidemiyolog olan David Strachan'a göre kendisinden büyük birçok erkek ve kız kardeşi olan, yani büyük ailelerden gelen çocuklarda, saman nezlesi, çocukluk egzaması ve astım gelişimi çok az olmaktadır. Strachan'ın iddiasına göre büyük ve pasaklı kardeşler bir çok enfeksiyonu eve taşırlar ve her nasılsa bunlar da en küçük kardeşi alerjilere karşı korumaktadır.
Son iki yılda Batı Afrika ülkelerinden Guinea-Bissau'da, gençler ve erişkinler üzerinde yapılan çalışmada, 1979'da ülkeyi kasıp kavuran kızamık salgını sırasında kızamığa yakalananların günümüzde alerjilere yakalanma riski, hastalıktan kaçanlara göre % 50 azalmıştır. Japonya'da okul çağındaki bütün çocuklara BCG aşısı yapılıyor. BCG aşısı ineklerde tüberküloza (verem) sebep olan bakterinin zayıflatılmış versiyonunu içeriyor. İnsanda ise, bağışıklığın sağlanması için % 60 oranında verilmelidir. Bağışıklık kazanmış çocuklar alerjilere ve astıma üç kez daha az yakalanıyorlar. Diğer yapılan bir çalışmaya göre ise alerjiler olsa bile daha az ve hafif atlatılıyordu. Charlotswille Virginia Üniversitesi'nde astım uzmanı olan Thomas Platts Mills ise, Amerika'nın iç kesimlerinde bulunan şehirlerde yaşayan çocukların bir çok enfeksiyonla hayatlarının erken döneminde karşılaştığını ve yüksek, sıradışı bir astım riskinin olmadığını belirtiyor. D. Strachan'a göre insanlar üzerinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki hayatın belli döneminde geçirilen enfeksiyonlar, aslında ileride karşılaşılabilinecek alerjik hassasiyeti engelliyor.
Geçtiğimiz birkaç yılda immünologlar Th (T lenfosit) denen savunma hücrelerini keşfettiler. Müdafaa sistemi düzgün bir biçimde çalıştığı zaman, Th1 (T yardımcı hücre1) hücreleri sitokin denen haberci kuryeleri göndererek enfekte olmuş hücreleri, bakteri veya virüsleri yokederler. Th2 (T yardımcı hücre2) hücreleri sitokinleri tamamen farklı operasyonlar için kullanır.
Savunma sistemi güç dengesindeki duruma bağlı olarak iki farklı hücresel ajandan birini seçer (Thl veya Th2). Bu iki farklı hücresel ajandan hangisinin daha baskın duruma geçeceği ise; çocukluğumuzda, hattâ bebekliğimizin ilk birkaç ayında ne kadar bakteri ve virüsle karşılaşacağımıza bağlıdır. Bebekler son derece merhametli bir çevrede dünyaya gözlerini açar. Th hücrelerinin çoğu tecrübesizdir, şimdi immünologlar bebeklerin ilk aylarında karşı karşıya kaldıkları enfekte edici elemanlara karşı Th hücrelerinin Thl'e doğru mu yoksa Th2'ye doğru mu olgunlaştığı konusunda araştırma yapıyorlar. Sonuçlara göre tecrübesiz Th hücreleri, vücut, virüs ve bakteri atağı altında iken müdafaa sistemi IL12 (interleukin12 savunma sistemi ve kemik iliği hücreleri üzerine etkili protein yapısında bir tür aracı molekül) ve birtakım kimyasallar etkisiyle Thl hücrelerine çevrilir. Bebeklerde de bakteri ve virüs atağı oldukça fazla olduğundan dengenin Thl yönüne kaymasını sağlar.
Günümüzde hijyen hipotezini savunanlar aşırı temiz (ultraclean) bir yaşamın savunma sistemine zarar verebileceği konusunda mümkün mekanizmayı ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Bir sonraki hedefleri ise nasıl bir hijyenin bizim için zararlı olduğunu tam olarak ortaya çıkarmak.
Çocukluk enfeksiyonları sadece hikâyenin bir kısmı; sorumluluğun diğer yarısı da insan vücudunda yaşayan ve değişken olan mikroplar. London College Üniversitesi'nde bakteriyolog olan John Stanford Hook; kirliliğin çok özel bakteri içeriğinin olduğunu ve bunların da aramızdaki pasaklıları; astım, saman nezlesi ve diğer alerjilere karşı koruduğunu söylemişti.
Mycobakteriler toprakta, göletlerde ve akarsularda bulunur ama vücudumuzda bulunmaz. Böylece değişken çevremizde onlarla sürekli münasebet hâlindeyiz. Gelişmekte olan ülkelerin su kaynaklarında litre başına bir milyardan fazla mycobakteri olabilmektedir. Batı'da bu oran suların klorlanması ile önemsiz seviyelere düşmektedir. Mycobakteriler savunma sisteminin fonksiyonlarını dramatik bir şekilde değişikliğe uğratabilirler.
Batı'da insanlar çok az vakitlerini dış ortamda harcıyor ve çok az kirle haşırneşir oluyorlar ve bu da onların mycobakterilerle karşılaşma ihtimalini oldukça azaltıyor. Mycobakterilerle daha az karşılaşılması, belki de bu yüksek astım nispetlerini açıklayabilir. Çünkü iç kesimde yaşayan insanların evlerinde bahçesi olanlar oldukça azdır. Günümüzde insanlar yaşadıkları ortamı tamamen dış çevreden soyutlamaya ve aşırı hijyen metotları uygulamaya başlamışlardır. Fakat müdafaa sistemimiz bu soyutlanan dış çevreye ihtiyaç duymaktadır. "Günlük hayatımızda yeterince bakteri ve virüsle karşılaşmazsak, onları aşılarla vücudumuza almak zorunda kalabiliriz." Hijyen kısmen hayatımızı korusa da bizi bazı şeylerden mahrum bırakır ve bize hastahane masrafı çıkarabilir. Çünkü bugün bilinmektedir ki aşırı hijyen bazı otoimmün hastalıklara ve alerjilere yol açabilmektedir. Ve kısmen çamurlu suların ekonomik değeri pek yoktur ama müdafaa sistemine egzersiz yapma imkânı verir.
Yapılan iki yeni çalışmaya göre savunma sisteminin yeniden eğitilerek astımı ve belki de diğer alerjileri engelleyebilecek aşılar geliştirilebilir. Oxford Üniversitesi'nden Julian Hopkins adlı araştırmacı, astımlı ve saman nezlesi olan 40 kişi üzerinde, "Mycobacterium vaccae" aşısını test etmekte, böylece bu hastalıklara bir çare bulunacağını ummaktadır. Eğer hijyen hipotezini savunanlar haklı ise, bir çok yeni aşı geliştirmek ve var olan aşıları da yeniden gözden geçirmek gerekmektedir. Hijyen takıntısı olan Batı toplumları mikroplara karşı kin ve endişe dolu fikirlerini yeniden düşünmek zorunda kalacaklardır.
Kaynak
-New Scientist, "Let them eat dirt", 18 Temmuz 1998.
İbrahim CESUR
Howard Hudges, bir çok garip alışkanlığı olan ve 1976 yılında ölen, Amerikalı zengin bir münzeviydi. Bu kişi, tüm ısrarlara rağmen tanıdıkları ile, hastalık taşırlar düşüncesiyle aylarca, hattâ yıllarca diyalog kurmuyordu. Bu mikrop fobisi en sonunda onu, Beverly Hills'te bir otel odasında inzivaya çekilmeye kadar götürdü. Milyonlar harcayarak yaşadığı bu odada zamanının büyük bir bölümünü, eşyalarını kâğıt mendillere sararak geçiriyordu.
Benzerî bir temizlik hastalığı, ulemadan Şeyh Ebu Said Efendi'de görülmekteydi. Şeyh Efendi, kimseye elini sürmez, sürdürmezdi. Evinde banyosu daima yanar ve evinin her yanı günde dokuz defa yıkanır, temizlenirdi. Ebu Said Efendi'nin bu durumunu Sadrazam Semiz Ali Paşa, Kanuni'ye aktardığında padişah onu huzurunda görmek istedi. "O gelmez padişahım. Saraya gelince teşrifat icabı koltuklanacak, huzurunuzda saçak öpecek; o bunları yapmaz." diye cevap verdi. Padişah, Şeyh Ebu Said Efendi'yi görmek için bütün teşrifatı kaldırdı. Neticede Kanuni kendisine:
"Allah sizden razı olsun, gençleri ilminizin feyzi ile nurlandırıyorsunuz" dedikten sonra, Semiz Ali Paşa'ya dönüp:
Şeyh Efendi'nin yevmiyesi kaç akçedir?" diye sordu. Vezir "yüz akçe" diye cevap verince, padişah sözlerine şöyle devam etti:
"Yüz akçe yetmez. Yüz akçe de benden sabun parası ilâve ediniz, biraz yüreğindeki vehim ve vesvese çirkefini temizlesin."
Bu şahane hareketten sonra Ebu Said Efendi temizlik mevzuundaki bu aşırı hassasiyetini terketti.
Bu gibi davranışlar bir çok insanın standardı için mantık dışıdır. Fakat hepimizin içinde az da olsa küçük bir Howard Hudges veya Şeyh Ebu Said Efendi yok mu? Bir çok paradoksal fikri savunan bilim adamlarına göre temizlik takıntısı veya endişesi, maddî olarak oldukça külfetli olmaktadır. Tahminlere göre büyüme sırasında kendini kir ve mikroplardan itina ile koruyanların ileride hızlı bir şekilde astıma ve diğer alerjik hastalıklara yakalanabilecekleri belirtiliyor.
Yeni doğan bebeklerin hepsi müdafaa sisteminin gelişimi sırasında bir çok mikrobun bombardımanına maruz kalır. Böylece müdafaa sistemi, bir çok durumu tanır hâle gelir, devamlı ve şiddetli rahatsızlıklara karşı koyabilmek için vücudun yardım mekanizması, bakımını yapmak için sofistike kimyevî yollar ve özelleşmiş savunma hücreleri oluştururlar.
Bir bebeğin beyin hücreleri, hastalıkların zararlı etkilerine maruz kalmaksızın büyümesinde ve sosyal ilişki eksikliğinde doğru bağlantı kuramaz ve bebeğin zihnî yeteneği ve konuşma kabiliyeti zayıf kalır. Ergin olduğunda da doğru zihnî uyarılarında ve duygusallıklarında azalma görülür. Hijyen hipotezini en hararetli savunanlardan biri London College Üniversitesi'nde immünolog olan Graham Hook'a göre, "eğer müdafaa sistemimiz böyle kısır, verimsiz bir çevrede çalışırsa, sahip olduğu potansiyelin altında çalışacaktır".
Şüphesiz ki ilâçlar ve aşılar bizi çocuk felci ve tetanoz gibi hastalıklardan korur ve savunma sistemini harekete geçirir. Ama aşıların çoğu hastalığı tedavi etmesine karşın alerjilere karşı yanlış tür uyarı sağlar. Aslında bir çok aşı savunma sisteminin sadece bir bölümünü aşırı bir şekilde uyarmasından dolayı oldukça kötü sonuçlar doğurabilir.
Her ne kadar geleneğe pek uymasa da, bu fikre göre, aşırı temizlik bizim için iyi değil. Bugün Batı dünyasında müdafaa sistemiyle ilgili hastalıkların nasıl gizemli bir şekilde yayıldığı çok kapsamlı olarak araştırılıyor. Özellikle astım hastalığı büyük bir hızla yayılıyor. 30 yıl öncesi rakamlarına göre Britanya ve Avustralya gibi ülkelerde astım hastalığı semptomlarından (belirtilerinden) etkilenenler nüfusun % 20-30'unu teşkil ediyordu. Birleşik Devletler'de, akciğer dokusunu kuvvetlendirici ve hava yollarını açıcı bir çok ilâca rağmen her yıl 5 bin kişi hayatını kaybetmektedir. Astım sadece savunma sistemini ilgilendiren bir hastalık olmamasına rağmen bulgular, saman nezlesinin ve egzamaların da hastalık riskini artırabileceği yönünde. Hepsinin en kötüsü de insülüne bağlı diyabet hastası olan küçük yaştaki çocuklarda da görülmesi.
Astım hastalığının ortaya çıkış sebeplerinden biri de, hava kirliliği olarak düşünülüyordu, fakat şu sıra çok da şüphe çekmiyor. Astım atakları akciğerde bulunan partiküllerin saptırılmış bir savunma reaksiyonu başlatması ile tetiklenir. Fakat bunun anlamı, daha fazla partikül daha fazla veya daha ağır astım atağı demek değildir. Meselâ Polonya'nın aşırı kirli şehirlerine göre daha temiz bir havaya sahip Güney İsveç'te astım ve diğer alerjiler oldukça yaygındır. Londra'da Hijyen ve Tropikal İlâçlar Okulu'nda bir epidemiyolog olan David Strachan'a göre kendisinden büyük birçok erkek ve kız kardeşi olan, yani büyük ailelerden gelen çocuklarda, saman nezlesi, çocukluk egzaması ve astım gelişimi çok az olmaktadır. Strachan'ın iddiasına göre büyük ve pasaklı kardeşler bir çok enfeksiyonu eve taşırlar ve her nasılsa bunlar da en küçük kardeşi alerjilere karşı korumaktadır.
Son iki yılda Batı Afrika ülkelerinden Guinea-Bissau'da, gençler ve erişkinler üzerinde yapılan çalışmada, 1979'da ülkeyi kasıp kavuran kızamık salgını sırasında kızamığa yakalananların günümüzde alerjilere yakalanma riski, hastalıktan kaçanlara göre % 50 azalmıştır. Japonya'da okul çağındaki bütün çocuklara BCG aşısı yapılıyor. BCG aşısı ineklerde tüberküloza (verem) sebep olan bakterinin zayıflatılmış versiyonunu içeriyor. İnsanda ise, bağışıklığın sağlanması için % 60 oranında verilmelidir. Bağışıklık kazanmış çocuklar alerjilere ve astıma üç kez daha az yakalanıyorlar. Diğer yapılan bir çalışmaya göre ise alerjiler olsa bile daha az ve hafif atlatılıyordu. Charlotswille Virginia Üniversitesi'nde astım uzmanı olan Thomas Platts Mills ise, Amerika'nın iç kesimlerinde bulunan şehirlerde yaşayan çocukların bir çok enfeksiyonla hayatlarının erken döneminde karşılaştığını ve yüksek, sıradışı bir astım riskinin olmadığını belirtiyor. D. Strachan'a göre insanlar üzerinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki hayatın belli döneminde geçirilen enfeksiyonlar, aslında ileride karşılaşılabilinecek alerjik hassasiyeti engelliyor.
Geçtiğimiz birkaç yılda immünologlar Th (T lenfosit) denen savunma hücrelerini keşfettiler. Müdafaa sistemi düzgün bir biçimde çalıştığı zaman, Th1 (T yardımcı hücre1) hücreleri sitokin denen haberci kuryeleri göndererek enfekte olmuş hücreleri, bakteri veya virüsleri yokederler. Th2 (T yardımcı hücre2) hücreleri sitokinleri tamamen farklı operasyonlar için kullanır.
Savunma sistemi güç dengesindeki duruma bağlı olarak iki farklı hücresel ajandan birini seçer (Thl veya Th2). Bu iki farklı hücresel ajandan hangisinin daha baskın duruma geçeceği ise; çocukluğumuzda, hattâ bebekliğimizin ilk birkaç ayında ne kadar bakteri ve virüsle karşılaşacağımıza bağlıdır. Bebekler son derece merhametli bir çevrede dünyaya gözlerini açar. Th hücrelerinin çoğu tecrübesizdir, şimdi immünologlar bebeklerin ilk aylarında karşı karşıya kaldıkları enfekte edici elemanlara karşı Th hücrelerinin Thl'e doğru mu yoksa Th2'ye doğru mu olgunlaştığı konusunda araştırma yapıyorlar. Sonuçlara göre tecrübesiz Th hücreleri, vücut, virüs ve bakteri atağı altında iken müdafaa sistemi IL12 (interleukin12 savunma sistemi ve kemik iliği hücreleri üzerine etkili protein yapısında bir tür aracı molekül) ve birtakım kimyasallar etkisiyle Thl hücrelerine çevrilir. Bebeklerde de bakteri ve virüs atağı oldukça fazla olduğundan dengenin Thl yönüne kaymasını sağlar.
Günümüzde hijyen hipotezini savunanlar aşırı temiz (ultraclean) bir yaşamın savunma sistemine zarar verebileceği konusunda mümkün mekanizmayı ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Bir sonraki hedefleri ise nasıl bir hijyenin bizim için zararlı olduğunu tam olarak ortaya çıkarmak.
Çocukluk enfeksiyonları sadece hikâyenin bir kısmı; sorumluluğun diğer yarısı da insan vücudunda yaşayan ve değişken olan mikroplar. London College Üniversitesi'nde bakteriyolog olan John Stanford Hook; kirliliğin çok özel bakteri içeriğinin olduğunu ve bunların da aramızdaki pasaklıları; astım, saman nezlesi ve diğer alerjilere karşı koruduğunu söylemişti.
Mycobakteriler toprakta, göletlerde ve akarsularda bulunur ama vücudumuzda bulunmaz. Böylece değişken çevremizde onlarla sürekli münasebet hâlindeyiz. Gelişmekte olan ülkelerin su kaynaklarında litre başına bir milyardan fazla mycobakteri olabilmektedir. Batı'da bu oran suların klorlanması ile önemsiz seviyelere düşmektedir. Mycobakteriler savunma sisteminin fonksiyonlarını dramatik bir şekilde değişikliğe uğratabilirler.
Batı'da insanlar çok az vakitlerini dış ortamda harcıyor ve çok az kirle haşırneşir oluyorlar ve bu da onların mycobakterilerle karşılaşma ihtimalini oldukça azaltıyor. Mycobakterilerle daha az karşılaşılması, belki de bu yüksek astım nispetlerini açıklayabilir. Çünkü iç kesimde yaşayan insanların evlerinde bahçesi olanlar oldukça azdır. Günümüzde insanlar yaşadıkları ortamı tamamen dış çevreden soyutlamaya ve aşırı hijyen metotları uygulamaya başlamışlardır. Fakat müdafaa sistemimiz bu soyutlanan dış çevreye ihtiyaç duymaktadır. "Günlük hayatımızda yeterince bakteri ve virüsle karşılaşmazsak, onları aşılarla vücudumuza almak zorunda kalabiliriz." Hijyen kısmen hayatımızı korusa da bizi bazı şeylerden mahrum bırakır ve bize hastahane masrafı çıkarabilir. Çünkü bugün bilinmektedir ki aşırı hijyen bazı otoimmün hastalıklara ve alerjilere yol açabilmektedir. Ve kısmen çamurlu suların ekonomik değeri pek yoktur ama müdafaa sistemine egzersiz yapma imkânı verir.
Yapılan iki yeni çalışmaya göre savunma sisteminin yeniden eğitilerek astımı ve belki de diğer alerjileri engelleyebilecek aşılar geliştirilebilir. Oxford Üniversitesi'nden Julian Hopkins adlı araştırmacı, astımlı ve saman nezlesi olan 40 kişi üzerinde, "Mycobacterium vaccae" aşısını test etmekte, böylece bu hastalıklara bir çare bulunacağını ummaktadır. Eğer hijyen hipotezini savunanlar haklı ise, bir çok yeni aşı geliştirmek ve var olan aşıları da yeniden gözden geçirmek gerekmektedir. Hijyen takıntısı olan Batı toplumları mikroplara karşı kin ve endişe dolu fikirlerini yeniden düşünmek zorunda kalacaklardır.
Kaynak
-New Scientist, "Let them eat dirt", 18 Temmuz 1998.