- 8 Haziran 2012
- 5.378
- 1.437
- Konu Sahibi AngryPenguin
- #1
Soma’da aynı sokakta, yan yana iki bina… İki maden işçisi baba. İki arkadaş. Biri, Allah rahmet eylesin, madende hayatını kaybetti, diğeri mucize eseri kurtuldu. Biri mezara girdi, diğeri evine dönebildi… Evine dönebilen de ne sevinebildi ne yaşadığına şükredebildi… Yılmaz Kızıltepe, eşi ve iki çocuğuyla minicik bir evde yaşıyor. 5 saat mahsur kaldıktan sonra kurtuldu. Kucağında yakın arkadaşları öldü. O da nasıl hayatta kaldığını bilemiyor aslında… O dehşet anlarını anlatıyor…
Siz o mucizelerden birisiniz. Patlamadan 5-6 saat sonra kurtarılan ekiptensiniz. Allah korumuş. Yaşadıklarınızı dinlemeye başlamadan, sizi tanıyalım…
-Adım Yılmaz Kızıltepe. 39 yaşındayım. Amasyalıyım. 4 yıldır bu madende işçi olarak çalışıyorum. Emniyet ekibindenim. Evliyim. Bir kızım, bir oğlum var. Başka ne anlatayım? Hayat şartları malum, meraklı değilim madende yerin altına girmeye. Başka bir iş bulamadığım için mecburen burada çalışıyorum. Şimdi var ya, bu olayın gürültüsü bitecek, biz yine gideceğiz madende çalışmaya başlayacağız. Değişen bir şey yok, iki çocuğum var, onlara bakmak zorundayım. Burası olmaz, başkası olur, ama maden bizim kaderimiz. Şimdi kıyamet kopuyor ama üç gün sonra ortalık sütliman olacak; aynı tas, aynı hamam devam edecek…
Herkes ihmalden söz ediyor, siz ne diyeceksiniz?
-İhmal olmaz mı? Var tabii. ‘İş kazası’ dediğin şey de ‘ihmal’ netice de. Ama şu an, trafonun neden patladığının cevabı yok. Kim, ne söylese boş. Tam olarak bilinemiyor, duman yüzünden yaklaşılamıyor…
Buraya kadarmış be Yılmaz dedim!
Çok feci şeyler yaşadım, yaşadık aşağıda. Şimdi gözümü kapatınca, o tanık olduğum görüntülere inanamıyorum. Nasıl hayattayım bilmiyorum. Verilmiş sadakamız varmış. Biraz da mahcubum, sevinemiyorum da tam, arkadaşlarım öldü, ben hayattayım çünkü. Gönül rahatlığıyla, “Şükürler olsun” bile diyemiyorum. Yeryüzüne çıkabileceğime de inanmıyordum, aşağıda 5 saatin sonunda, duman da basınca ortalığı, “Buraya kadarmış be Yılmaz!” dedim ama şansım varmış, kurtuldum…
Duman üzerimize gelmeye başlayınca, “Her şey buraya kadarmış!” dedim
En başından anlatır mısınız?
-Normal bir gündü. Kahvaltımı ettim, hanımla, çocuklarla vedalaşıp, ocağa gittim. 8 gibi aşağı indik. Her zamanki gibi işimi yapmaya başladım. Ben ‘ayak’a bakıyordum, hat hazırladık, işimiz kül vermekti; ‘ayak’ta metan vardı. İşimizi hallettik. O ana kadar bir anormallik yoktu, her şey, her zamanki gibiydi. Sonra yavaş yavaş, yer üstüne çıkmaya hazırlandık. Saat tam üçe on vardı, o sırada saate baktım çünkü. Üçü on geçe de patlama oldu…
Patlamayı duyunca ne hissettiniz…
-Anlamadım ki ne olduğunu… Başımızda Mehmet Efe adında bir mühendisimiz vardı, emniyet baş mühendisi, o, “Yangın var!” dedi, “Kimse çıkmasın buradan!” “Peki” dedik. Beklemeye başladık. Beklediğimiz yerin adı A panosu diye geçiyor…
Kaç kişisiniz?
-142.
O anda ne hissediyordunuz?
-Bir şey hissetmiyorsun. Ne olduğunu bilmiyorsun çünkü, ne olacağını da bilmiyorsun. Öylece birbirine bakıp duruyorsun, kurbanlık koyun gibi. Bir saat geçti, iki saat geçti, üç saat geçti, dört saat geçti…
Aman Allah’ım çok fena…
-Evet. Zaman geçtikçe endişeleniyorsun, korkun artıyor. Ama bir şekilde paniğe kapılmaman gerekiyor. Bekleyeceksin, başka çaren yok, birileri sana ulaşacak…
Patlama olduğu andan itibaren başka madencilerle iletişiminiz var mı?
-Hayır. Trafo patlayıp enerji gittiği için, yer altı telefonlarımız çalışmıyor. İletişim yok. Birbirimizle haberleşmemiz mümkün değil.
Neden? Saçma değil mi bu yüzyılda…
-Öyle ama yapabileceğimiz bir şey yok, elimizdeki telefonlar çalışmıyor. Madenin içinde bir yerde, dünyadan bihaber, mahsur kalıyorsun, elin kolun bağlı. Biri gelirse seni kurtaracak, gelmezse vay haline! Ama en azından biz dumansız bir yerdeydik, oksijen soluyabildiğimiz için şanslıydık. Fakat duman eninde sonunda gelecek, bunu biliyorsun, korkuyla bekliyorsun…
N’apıyordu insanlar?
-Herkes farklı. Bu kadar baskı altındayken, herkesin gerçek kişiliği ortaya çıkıyor. Kimi daha soğukkanlı ben öyleydim mesela, kimi çok panik. İnsanlar dua ediyordu, “Allah’ım bizi çoluğumuza, çocuğumuza bağışla” diyordu. Çok çok kötü bir hal. Çaresiz bir durum. 5 saat sonra korktuğumuz başımıza geldi…
Ne oldu?
-Duman, yavaş yavaş üzerimize üzerimize gelmeye başladı. Bu tabii ölüm demek. Karbonmonoksitten öleceğiz…
O sırada insanın aklından neler geçiyor?
-Çocuklarım. “Çok ufaklar be!” dedim, “Analarına kalacaklar, o kadıncağız napsın, nasıl baksın!” Bizim durumumuzda bir işçiysen, ölmeye de hakkın yok!
Peki sakin misiniz bunları düşünürken…
-Evet. Ama etrafta iyice panikleyen arkadaşlarım oldu. Zaten bir kısmı kucağımda öldü. Hepimizde gaz maskesi vardı, herkesi uyardık, “Aman açmayın daha!” dedik…
Niye?
-Çünkü elimizdeki maskenin bir süresi var. Sadece 45 dakika seni koruyabiliyor. Sonra içindeki oksijen bitiyor. E, o zamana kadar gelmezse kurtarıcı ekip, ayvayı yedin. O yüzden duman iyice bastırınca takmak gerekiyor. Fakat bazı arkadaşlar, dedim ya paniğe kapıldı, açtılar maskeleri, açıldıktan sonra mecbur kullanıyorsun, 45 dakika sonra da, gerçekten ihtiyacın olduğunda havasız kalıyorsun…
Çok feciymiş!
-Evet, bilinçsiz olanlar, tecrübesiz olanlar ya da paniğe kapılanlar gaz maskelerini açtılar. Oysa, daha nispeten temiz bir ortamdı, çünkü birazdan cehennemle karşılaşacaktık. Gerçekten de gaz iyice bastırınca, erken açtıkları için bir sürü insanın gaz maskesinde gaz kalmadı. Korunamadılar gazdan…
Karbonmonoktsit nasıl etkiliyor insanı?
-Çok alkol alınca, ayakta duramazsın ya, öyle oluyorsun. Yukarı çıktığımda, maskeme rağmen, ben de o haldeydim. Ve nefesin kesiliyor; kimi öksürüyor, kimi kusuyor… Tüm bunlar yaşanırken, birbirimize destek olmaya, umut vermeye çalışıyoruz. “Heyecan yapmayın! Çıkacağız, yardım gelecek, kurtulacağız, ailelerimize kavuşacağız…”
O an, ses mes duyuyor musunuz? Siren sesi, patlama sesi, yardım sesi…
-Yok hayır. Biz, ilk patlama olunca, ayağın gerisine gittik, göçük tarafına. Çünkü çatlaklardan duman sızıyordu, etkilenmeyelim diye. O yüzden ses filan duyamadık.
Peki ya 5 saat sonra o duman, üzerinize gelmeye, saldırmaya başlayınca ne oldu…
-Geri çekildik ama… İşte o zaman ben de “Bu iş buraya kadarmış!” dedim. Herkes Allah’a yalvarmaya başladı. Kimse ne yapacağını, nereye gideceğini bilemiyordu. Nereye gideceksin zaten, dumandan önünü göremiyorsun ki. Nefeslik de duruyoruz. O duman, bastırdıkça bastırdı. O zaman mide bulantıları, kusmalar şiddetlendi. Ve gaz daha da bastırdıkça, ölümler başladı. 5 kişi yanımda öldü…
Ne yapıyorsunuz o sırada?
-Birinin yanıbaşınızda hayatla bağının kopması feci bir şey. Aklı gidiyor insanın. Ve hiçbir şey yapamıyorsun! Çaresizlik kahrediyor insanı. Tabii bir de hayatta kalabilme telaşı var. Sadece onları biraz daha temiz bir havanın olduğu yere götürmeye çalışıyorsun ki, adamcağız biraz nefes alsın. Ama öldüler. Ben babamın cenazesi dışında ölü görmemiştim, madende o kadar çok gördüm ki, sağım, solum, önüm, arkam…
Bana dediler ki, hayatta kalabilmek için ölenlerin maskelerini alıp takıyorlarmış… Gerçek mi? Var mı böyle bir şey…
-Bir şey söyleyemem. Ben böyle bir şeye tanık olmadım. Bildiğim şu: Her gün beraber aşağıya madene indiğim, oturup muhabbet ettiğim, birlikte yemek yediğim arkadaşlarım öldü. Ben nasıl hayattayım bilmiyorum Öldürmeyen Allah, demek ki öldürmüyor.
Başınızdaki mühendis?
-O da elinden geleni yapıyordu. “Panik yapmayın. Duman geldikçe ayağın içine geri çekileceğiz” diyordu. Biz orada, yerin altında, resmen dumanla savaştık…
Sonra nasıl oldu da kurtuldunuz? Nihayet arama ekipleri mi geldi?
-Evet. Zaten 5 dakika sonra gelselerdi bitmiştik. Göz gözü görmüyordu. Kurtarma ekibi, sırtlarında oksijen tüpleriyle geldiler. Önce durumu ağır olanları çıkarttılar. Burnundan, ağzından, kulağından kan gelenler vardı. Tanık olduğuklarım anlatabileceğim şeyler değil. Ölümün dibine kadar yaklaştım. Tam o anda geldiler, aldılar…
Yüzünüzdeki o maskeyle yürüyebiliyorsunuz değil mi?
-Yok hayır. Maskeyi takınca, burnun kapanıyor, sıkacağı var kapatıyorsun, sürekli ağızdan nefes almak zorundasın, o zaman da kalp atışların çok hızlanıyor. Oturup bekliyorsun. Onunla yürüyemiyorsun.
Çalışanların yeterli teçhizatı, maske falan var mıydı? Yeterli eğitim verilmiş miydi?
-Verdiler ama tabii ki yeterli değil. Mesela gaz maskelerini kullanmakta acele etmememiz gerekiyordu, ama bilmeyenler kullandılar. Bedeli de ağır oldu. Ama Türkiye’de hangi konuda yeterli eğitim veriliyor ki?
Hayatınızda hiç bu kadar korkmuş muydunuz?
-Hayır, ölümle bu kadar burun buruna hiç gelmedim. Hiç bu kadar da korkmadım. Ama söylüyorum işte, çok kısa bir süre daha gelmeselerdi ben de gitmiştim.
Arama ekibi geldiğinde, “Önce ben, önce ben” paniği oluyor mu?
-Yok, zaten kimsenin telaş yapabilecek hali bile yoktu. Yarı baygın gibiydik. Kolumu kimin tuttuğunu tanıyabilecek halde bile değildim. Bayağı duman yemiştim. Maskedeki gaz da bitmek üzereydi, artık iyice sersemlemiştim. Sonra işte bir mucize oldu, geldiler, çıkardılar bizi. Oksijen tüpüyle hava verdiler. Bir buçuk saatte de yukarı çıktık…
Dışarı çıkıp gün ışığını gördüğünüzde ne oldu?
-Tek istediğim çocuklarımı, karımı görmekti. “Seni hastaneye götüreceğiz” dediler. Ambulanstakilere, “Yok istemiyorum, evime gideceğim” dedim. Direkt eve geldim. Evin içine girerken, “Bu bir rüya olmalı” diyordum, evime giriyorum, eşime, çocuklarıma kavuşacağım. Ama aynı anda, yan binadaki arkadaşımın eşi ağlıyordu, o eşini kaybetmişti. Hayatta olduğuma sevinemiyorum bile…
Yevmiye karşılığı mitinge götürmeyi biliyorlardı
Şirketin sizce kusuru var mı?
-Bu kadar insan öldü, tabii ki ihmal var, tabii ki kusurlular. Ama kapı gibi Ak Parti var arkalarında. Başbakan savunuyor onları. Yaptığı konuşma aklama gibiydi, kefil oluyor, “Bu, normal bir kazadır. Şirketin suçu yoktur” demeye getiriyor. Oysa daha kimse, neyin ne olduğu bilmiyor, neden peşinen karar veriyor, neden onları savunuyorlar? “Madencilerin fıtratında var” dedi, kaderimiz ölmek mi yani? Bir de başsağlığına gelmiş. Böyle başsağlığı mı dilenir? Bizi, yevmiye karşılığı, mitinge götürmeyi biliyorlardı. Gitmeyince de yevmiyemizi kesiyorlardı. Bu kadar iç içe bir ilişkileri var…
Doğru mu bunlar?
-Elbette. Ben orada çalışıyorum. “Yarın mitinge gideceksiniz” deniyordu. Hem ucuz işçi hem taşıma adamız biz. Yalan söyleyecek halim yok.
Peki 15 yaşında çocuk hikayesi…
-Yok ablacım, doğruya doğru! Ben öyle bir şeye inanmıyorum. Şirket öyle bir riske girmez, 18 yaşını doldurmayanı işe almıyor. Ama 18’inde, 19’unda, askerliğini yapmamışlar bile vardı…
Selda Kızıltepe: Allah’ım onu bize bağışla diye dua ettim
Siz Selda Hanım, eşinizle ilgili haberleri ne zaman aldınız?
-Alamadım ki. Gece 12’ye kadar perişan olduk. Patlama olduğunu çalıştığım iş yerinde öğrendim. Deli gibi her şeyi bırakıp hastanenin önüne koştum. 12’ye kadar orada bekledim…
Neler geçiyordu o sırada aklınızdan?
-Her şey. “Allah’ım bize bağışla onu n’olur” diye dua ediyorum. Ama o sırada ambulanslar geliyor, isimler okunuyor, ıııh Yılmaz yok. Orda, çaresiz beklerken öyle bir haldesin ki, ölmüş olabileceğini kondurmak istemiyorsun ama saatler ilerledikçe da, umudun azalıyor. Korkunç bir acıydı. Yemin ederim o bekleyiş sabaha kadar sürseydi, kalp krizinden ölürdüm.
Sonra nasıl öğrendiniz?
-Bir arkadaşım ocağa gitmişti. “Ola ki yüzünü görürsünüz, beni arayın!” demiştim. Aradılar. “Kocan sağ. Eve git, getiriyoruz” dediler. Dünyalar benim oldu. Ben de çocuklarla eve döndüm. Arabadan indiğinde Yılmaz boşluğa bakıyordu. Çok kötü bir durumdaydı. Çocuklarla sarıldık ama hala boş boş bakıyordu…
BEKLENENDEN DAHA FAZLA ÖLÜ ÇIKACAK
Aşağıda sizce toplam kaç kişi var?
-Ne söylesem yalan. Bazen 600 kişi giriyorduk, bazen 800. Beklenenden daha fazla çıkabilir.
En çok kime öfkelisiniz?
-Kime öfkeleneceksin? Olan olmuş. Düzelecek mi sanıyorsunuz. Ben sanmıyorum, böyle devam eder bu devran, olan da bize olur. Herkes ekmek parası peşinde, herkesin bakacak ailesi var. Az önce abimle konuştum, “Bir daha madene gitme!” diyor. İyi de n’apacağım? Mecbur gideceğim. “Yapacak başka bir iş varsa söyle” dedim, “İş var da gitmiyor muyum?” Burası olmaza başka maden bekler beni. O ölenler de benim durumumdaydı…
BU UTANÇ ONLARA YETER!
Şirket yetkililerine diyecek bir şey yok. Bu utanç onlara yeter! Onlar kendilerini biliyor. Seçimler olduğu zaman, parti peşinde koşturmasını, işçiyi mitinglere gitmesi için zorlamayı da biliyorlar. Belediye seçimlerinde Hüseyin Tanrıverdi geldi, “Yok oyunuzu bana vereceksiniz, yok şöyle yapacaksınız, böyle yapacaksınız” dedi. Soma’dan çıktı ama Manisa genelinde çıkamadı. Hepsi, yalanla siyaset yapıyorlar. İşleri güçleri insan kandırmak. Başbakan da, “Madencinin kaderi” dedi. Valla ne diyeyim… Allah’larından bulsunlar!
http://www.hurriyet.com.tr/pazar/26437658.asp
Siz o mucizelerden birisiniz. Patlamadan 5-6 saat sonra kurtarılan ekiptensiniz. Allah korumuş. Yaşadıklarınızı dinlemeye başlamadan, sizi tanıyalım…
-Adım Yılmaz Kızıltepe. 39 yaşındayım. Amasyalıyım. 4 yıldır bu madende işçi olarak çalışıyorum. Emniyet ekibindenim. Evliyim. Bir kızım, bir oğlum var. Başka ne anlatayım? Hayat şartları malum, meraklı değilim madende yerin altına girmeye. Başka bir iş bulamadığım için mecburen burada çalışıyorum. Şimdi var ya, bu olayın gürültüsü bitecek, biz yine gideceğiz madende çalışmaya başlayacağız. Değişen bir şey yok, iki çocuğum var, onlara bakmak zorundayım. Burası olmaz, başkası olur, ama maden bizim kaderimiz. Şimdi kıyamet kopuyor ama üç gün sonra ortalık sütliman olacak; aynı tas, aynı hamam devam edecek…
Herkes ihmalden söz ediyor, siz ne diyeceksiniz?
-İhmal olmaz mı? Var tabii. ‘İş kazası’ dediğin şey de ‘ihmal’ netice de. Ama şu an, trafonun neden patladığının cevabı yok. Kim, ne söylese boş. Tam olarak bilinemiyor, duman yüzünden yaklaşılamıyor…
Buraya kadarmış be Yılmaz dedim!
Çok feci şeyler yaşadım, yaşadık aşağıda. Şimdi gözümü kapatınca, o tanık olduğum görüntülere inanamıyorum. Nasıl hayattayım bilmiyorum. Verilmiş sadakamız varmış. Biraz da mahcubum, sevinemiyorum da tam, arkadaşlarım öldü, ben hayattayım çünkü. Gönül rahatlığıyla, “Şükürler olsun” bile diyemiyorum. Yeryüzüne çıkabileceğime de inanmıyordum, aşağıda 5 saatin sonunda, duman da basınca ortalığı, “Buraya kadarmış be Yılmaz!” dedim ama şansım varmış, kurtuldum…
Duman üzerimize gelmeye başlayınca, “Her şey buraya kadarmış!” dedim
En başından anlatır mısınız?
-Normal bir gündü. Kahvaltımı ettim, hanımla, çocuklarla vedalaşıp, ocağa gittim. 8 gibi aşağı indik. Her zamanki gibi işimi yapmaya başladım. Ben ‘ayak’a bakıyordum, hat hazırladık, işimiz kül vermekti; ‘ayak’ta metan vardı. İşimizi hallettik. O ana kadar bir anormallik yoktu, her şey, her zamanki gibiydi. Sonra yavaş yavaş, yer üstüne çıkmaya hazırlandık. Saat tam üçe on vardı, o sırada saate baktım çünkü. Üçü on geçe de patlama oldu…
Patlamayı duyunca ne hissettiniz…
-Anlamadım ki ne olduğunu… Başımızda Mehmet Efe adında bir mühendisimiz vardı, emniyet baş mühendisi, o, “Yangın var!” dedi, “Kimse çıkmasın buradan!” “Peki” dedik. Beklemeye başladık. Beklediğimiz yerin adı A panosu diye geçiyor…
Kaç kişisiniz?
-142.
O anda ne hissediyordunuz?
-Bir şey hissetmiyorsun. Ne olduğunu bilmiyorsun çünkü, ne olacağını da bilmiyorsun. Öylece birbirine bakıp duruyorsun, kurbanlık koyun gibi. Bir saat geçti, iki saat geçti, üç saat geçti, dört saat geçti…
Aman Allah’ım çok fena…
-Evet. Zaman geçtikçe endişeleniyorsun, korkun artıyor. Ama bir şekilde paniğe kapılmaman gerekiyor. Bekleyeceksin, başka çaren yok, birileri sana ulaşacak…
Patlama olduğu andan itibaren başka madencilerle iletişiminiz var mı?
-Hayır. Trafo patlayıp enerji gittiği için, yer altı telefonlarımız çalışmıyor. İletişim yok. Birbirimizle haberleşmemiz mümkün değil.
Neden? Saçma değil mi bu yüzyılda…
-Öyle ama yapabileceğimiz bir şey yok, elimizdeki telefonlar çalışmıyor. Madenin içinde bir yerde, dünyadan bihaber, mahsur kalıyorsun, elin kolun bağlı. Biri gelirse seni kurtaracak, gelmezse vay haline! Ama en azından biz dumansız bir yerdeydik, oksijen soluyabildiğimiz için şanslıydık. Fakat duman eninde sonunda gelecek, bunu biliyorsun, korkuyla bekliyorsun…
N’apıyordu insanlar?
-Herkes farklı. Bu kadar baskı altındayken, herkesin gerçek kişiliği ortaya çıkıyor. Kimi daha soğukkanlı ben öyleydim mesela, kimi çok panik. İnsanlar dua ediyordu, “Allah’ım bizi çoluğumuza, çocuğumuza bağışla” diyordu. Çok çok kötü bir hal. Çaresiz bir durum. 5 saat sonra korktuğumuz başımıza geldi…
Ne oldu?
-Duman, yavaş yavaş üzerimize üzerimize gelmeye başladı. Bu tabii ölüm demek. Karbonmonoksitten öleceğiz…
O sırada insanın aklından neler geçiyor?
-Çocuklarım. “Çok ufaklar be!” dedim, “Analarına kalacaklar, o kadıncağız napsın, nasıl baksın!” Bizim durumumuzda bir işçiysen, ölmeye de hakkın yok!
Peki sakin misiniz bunları düşünürken…
-Evet. Ama etrafta iyice panikleyen arkadaşlarım oldu. Zaten bir kısmı kucağımda öldü. Hepimizde gaz maskesi vardı, herkesi uyardık, “Aman açmayın daha!” dedik…
Niye?
-Çünkü elimizdeki maskenin bir süresi var. Sadece 45 dakika seni koruyabiliyor. Sonra içindeki oksijen bitiyor. E, o zamana kadar gelmezse kurtarıcı ekip, ayvayı yedin. O yüzden duman iyice bastırınca takmak gerekiyor. Fakat bazı arkadaşlar, dedim ya paniğe kapıldı, açtılar maskeleri, açıldıktan sonra mecbur kullanıyorsun, 45 dakika sonra da, gerçekten ihtiyacın olduğunda havasız kalıyorsun…
Çok feciymiş!
-Evet, bilinçsiz olanlar, tecrübesiz olanlar ya da paniğe kapılanlar gaz maskelerini açtılar. Oysa, daha nispeten temiz bir ortamdı, çünkü birazdan cehennemle karşılaşacaktık. Gerçekten de gaz iyice bastırınca, erken açtıkları için bir sürü insanın gaz maskesinde gaz kalmadı. Korunamadılar gazdan…
Karbonmonoktsit nasıl etkiliyor insanı?
-Çok alkol alınca, ayakta duramazsın ya, öyle oluyorsun. Yukarı çıktığımda, maskeme rağmen, ben de o haldeydim. Ve nefesin kesiliyor; kimi öksürüyor, kimi kusuyor… Tüm bunlar yaşanırken, birbirimize destek olmaya, umut vermeye çalışıyoruz. “Heyecan yapmayın! Çıkacağız, yardım gelecek, kurtulacağız, ailelerimize kavuşacağız…”
O an, ses mes duyuyor musunuz? Siren sesi, patlama sesi, yardım sesi…
-Yok hayır. Biz, ilk patlama olunca, ayağın gerisine gittik, göçük tarafına. Çünkü çatlaklardan duman sızıyordu, etkilenmeyelim diye. O yüzden ses filan duyamadık.
Peki ya 5 saat sonra o duman, üzerinize gelmeye, saldırmaya başlayınca ne oldu…
-Geri çekildik ama… İşte o zaman ben de “Bu iş buraya kadarmış!” dedim. Herkes Allah’a yalvarmaya başladı. Kimse ne yapacağını, nereye gideceğini bilemiyordu. Nereye gideceksin zaten, dumandan önünü göremiyorsun ki. Nefeslik de duruyoruz. O duman, bastırdıkça bastırdı. O zaman mide bulantıları, kusmalar şiddetlendi. Ve gaz daha da bastırdıkça, ölümler başladı. 5 kişi yanımda öldü…
Ne yapıyorsunuz o sırada?
-Birinin yanıbaşınızda hayatla bağının kopması feci bir şey. Aklı gidiyor insanın. Ve hiçbir şey yapamıyorsun! Çaresizlik kahrediyor insanı. Tabii bir de hayatta kalabilme telaşı var. Sadece onları biraz daha temiz bir havanın olduğu yere götürmeye çalışıyorsun ki, adamcağız biraz nefes alsın. Ama öldüler. Ben babamın cenazesi dışında ölü görmemiştim, madende o kadar çok gördüm ki, sağım, solum, önüm, arkam…
Bana dediler ki, hayatta kalabilmek için ölenlerin maskelerini alıp takıyorlarmış… Gerçek mi? Var mı böyle bir şey…
-Bir şey söyleyemem. Ben böyle bir şeye tanık olmadım. Bildiğim şu: Her gün beraber aşağıya madene indiğim, oturup muhabbet ettiğim, birlikte yemek yediğim arkadaşlarım öldü. Ben nasıl hayattayım bilmiyorum Öldürmeyen Allah, demek ki öldürmüyor.
Başınızdaki mühendis?
-O da elinden geleni yapıyordu. “Panik yapmayın. Duman geldikçe ayağın içine geri çekileceğiz” diyordu. Biz orada, yerin altında, resmen dumanla savaştık…
Sonra nasıl oldu da kurtuldunuz? Nihayet arama ekipleri mi geldi?
-Evet. Zaten 5 dakika sonra gelselerdi bitmiştik. Göz gözü görmüyordu. Kurtarma ekibi, sırtlarında oksijen tüpleriyle geldiler. Önce durumu ağır olanları çıkarttılar. Burnundan, ağzından, kulağından kan gelenler vardı. Tanık olduğuklarım anlatabileceğim şeyler değil. Ölümün dibine kadar yaklaştım. Tam o anda geldiler, aldılar…
Yüzünüzdeki o maskeyle yürüyebiliyorsunuz değil mi?
-Yok hayır. Maskeyi takınca, burnun kapanıyor, sıkacağı var kapatıyorsun, sürekli ağızdan nefes almak zorundasın, o zaman da kalp atışların çok hızlanıyor. Oturup bekliyorsun. Onunla yürüyemiyorsun.
Çalışanların yeterli teçhizatı, maske falan var mıydı? Yeterli eğitim verilmiş miydi?
-Verdiler ama tabii ki yeterli değil. Mesela gaz maskelerini kullanmakta acele etmememiz gerekiyordu, ama bilmeyenler kullandılar. Bedeli de ağır oldu. Ama Türkiye’de hangi konuda yeterli eğitim veriliyor ki?
Hayatınızda hiç bu kadar korkmuş muydunuz?
-Hayır, ölümle bu kadar burun buruna hiç gelmedim. Hiç bu kadar da korkmadım. Ama söylüyorum işte, çok kısa bir süre daha gelmeselerdi ben de gitmiştim.
Arama ekibi geldiğinde, “Önce ben, önce ben” paniği oluyor mu?
-Yok, zaten kimsenin telaş yapabilecek hali bile yoktu. Yarı baygın gibiydik. Kolumu kimin tuttuğunu tanıyabilecek halde bile değildim. Bayağı duman yemiştim. Maskedeki gaz da bitmek üzereydi, artık iyice sersemlemiştim. Sonra işte bir mucize oldu, geldiler, çıkardılar bizi. Oksijen tüpüyle hava verdiler. Bir buçuk saatte de yukarı çıktık…
Dışarı çıkıp gün ışığını gördüğünüzde ne oldu?
-Tek istediğim çocuklarımı, karımı görmekti. “Seni hastaneye götüreceğiz” dediler. Ambulanstakilere, “Yok istemiyorum, evime gideceğim” dedim. Direkt eve geldim. Evin içine girerken, “Bu bir rüya olmalı” diyordum, evime giriyorum, eşime, çocuklarıma kavuşacağım. Ama aynı anda, yan binadaki arkadaşımın eşi ağlıyordu, o eşini kaybetmişti. Hayatta olduğuma sevinemiyorum bile…
Yevmiye karşılığı mitinge götürmeyi biliyorlardı
Şirketin sizce kusuru var mı?
-Bu kadar insan öldü, tabii ki ihmal var, tabii ki kusurlular. Ama kapı gibi Ak Parti var arkalarında. Başbakan savunuyor onları. Yaptığı konuşma aklama gibiydi, kefil oluyor, “Bu, normal bir kazadır. Şirketin suçu yoktur” demeye getiriyor. Oysa daha kimse, neyin ne olduğu bilmiyor, neden peşinen karar veriyor, neden onları savunuyorlar? “Madencilerin fıtratında var” dedi, kaderimiz ölmek mi yani? Bir de başsağlığına gelmiş. Böyle başsağlığı mı dilenir? Bizi, yevmiye karşılığı, mitinge götürmeyi biliyorlardı. Gitmeyince de yevmiyemizi kesiyorlardı. Bu kadar iç içe bir ilişkileri var…
Doğru mu bunlar?
-Elbette. Ben orada çalışıyorum. “Yarın mitinge gideceksiniz” deniyordu. Hem ucuz işçi hem taşıma adamız biz. Yalan söyleyecek halim yok.
Peki 15 yaşında çocuk hikayesi…
-Yok ablacım, doğruya doğru! Ben öyle bir şeye inanmıyorum. Şirket öyle bir riske girmez, 18 yaşını doldurmayanı işe almıyor. Ama 18’inde, 19’unda, askerliğini yapmamışlar bile vardı…
Selda Kızıltepe: Allah’ım onu bize bağışla diye dua ettim
Siz Selda Hanım, eşinizle ilgili haberleri ne zaman aldınız?
-Alamadım ki. Gece 12’ye kadar perişan olduk. Patlama olduğunu çalıştığım iş yerinde öğrendim. Deli gibi her şeyi bırakıp hastanenin önüne koştum. 12’ye kadar orada bekledim…
Neler geçiyordu o sırada aklınızdan?
-Her şey. “Allah’ım bize bağışla onu n’olur” diye dua ediyorum. Ama o sırada ambulanslar geliyor, isimler okunuyor, ıııh Yılmaz yok. Orda, çaresiz beklerken öyle bir haldesin ki, ölmüş olabileceğini kondurmak istemiyorsun ama saatler ilerledikçe da, umudun azalıyor. Korkunç bir acıydı. Yemin ederim o bekleyiş sabaha kadar sürseydi, kalp krizinden ölürdüm.
Sonra nasıl öğrendiniz?
-Bir arkadaşım ocağa gitmişti. “Ola ki yüzünü görürsünüz, beni arayın!” demiştim. Aradılar. “Kocan sağ. Eve git, getiriyoruz” dediler. Dünyalar benim oldu. Ben de çocuklarla eve döndüm. Arabadan indiğinde Yılmaz boşluğa bakıyordu. Çok kötü bir durumdaydı. Çocuklarla sarıldık ama hala boş boş bakıyordu…
BEKLENENDEN DAHA FAZLA ÖLÜ ÇIKACAK
Aşağıda sizce toplam kaç kişi var?
-Ne söylesem yalan. Bazen 600 kişi giriyorduk, bazen 800. Beklenenden daha fazla çıkabilir.
En çok kime öfkelisiniz?
-Kime öfkeleneceksin? Olan olmuş. Düzelecek mi sanıyorsunuz. Ben sanmıyorum, böyle devam eder bu devran, olan da bize olur. Herkes ekmek parası peşinde, herkesin bakacak ailesi var. Az önce abimle konuştum, “Bir daha madene gitme!” diyor. İyi de n’apacağım? Mecbur gideceğim. “Yapacak başka bir iş varsa söyle” dedim, “İş var da gitmiyor muyum?” Burası olmaza başka maden bekler beni. O ölenler de benim durumumdaydı…
BU UTANÇ ONLARA YETER!
Şirket yetkililerine diyecek bir şey yok. Bu utanç onlara yeter! Onlar kendilerini biliyor. Seçimler olduğu zaman, parti peşinde koşturmasını, işçiyi mitinglere gitmesi için zorlamayı da biliyorlar. Belediye seçimlerinde Hüseyin Tanrıverdi geldi, “Yok oyunuzu bana vereceksiniz, yok şöyle yapacaksınız, böyle yapacaksınız” dedi. Soma’dan çıktı ama Manisa genelinde çıkamadı. Hepsi, yalanla siyaset yapıyorlar. İşleri güçleri insan kandırmak. Başbakan da, “Madencinin kaderi” dedi. Valla ne diyeyim… Allah’larından bulsunlar!
http://www.hurriyet.com.tr/pazar/26437658.asp
Son düzenleme: