- 1 Mart 2008
- 1.886
- 15
Dikkatle dinlemişti küçük kız...
Gülcan bugüne kadar kızının babası hakkında sorduğu sorulara hep doğruyu anlatarak cevap vermişti. İlk defa bu konu hakkında konuştukları zaman Ebru on bir yaşındaydı. Yine her zamanki gibi okuldan gelmiş, ama sıkıntılı ve huzursuz hali Gülcan’ın gözünden kaçmamıştı. Kızını biraz sıkıştırınca onun bütün derdinin babasının yokluğu olduğunu anlamıştı. Okulda her ne olduysa olmuş, küçük kız neden kendisinin de bir babasının olmayışını sorgulamaya başlamış, onun yokluğunun nedenlerini öğrenmek için adeta hesap sorarcasına annesinden bilgi almaya çalışmıştı. Gülcan o zaman kızını önüne oturtup olanı biteni en başından anlatmıştı Ebru’ya. Dikkatle dinlemişti küçük kız. Gülcan sözlerini bitirdiği zaman onun boynuna sarılmış ve ağlayarak:
- Anneciğim, seni çok seviyorum ben... Dedemi de çok seviyorum, biz hiç ayrılmayalım olur mu? Diye yalvarmıştı. O günden sonra da bir kez bile olsun “baba” sözcüğü dökülmemişti dudaklarından. Fakat Gülcan onun hayatındaki bu eksikliği çok yoğun bir şekilde yaşadığını fark edebiliyor, bu konuda çaresiz kalmanın sıkıntısını ve ıstırabını sürekli yaşıyordu. Zaman zaman aklına Erol’un takıldığı anlar da oluyordu. Uzun seneler geçmişti. Kendisine karşı yapılan hareketi bilinçlendikçe hazmedememeye başlamıştı. Bir intikam duygusuna alet edilmişti kocası tarafından. Kullanılmıştı. Bu onur kırıcı bir şeydi ve şu anda hayatı ne kadar düzenli ve refah içinde olursa olsun, bunun hesabını soramamak içinde bir sızı olarak kalmıştı. Hiçbir şey hissetmiyordu Erol’a karşı. Onun var olup olmaması bile önemli değildi artık. O sadece kendisine yapılan hareketi kabullenemiyordu...
Odasında yeni kurulacak fabrikanın fizibilite raporlarını inceliyordu Erol’un kapıya geldiği anda. Sekreteri telaşla odaya girince başını kaldırıp soru dolu gözlerle baktı Ayten Hanımın yüzüne. Ayten Hanımla patron işçi ilişkisinden çok bir abla kardeş ilişkisi içindeydiler. Zaman zaman oturup dertleşirlerdi. Ayten Hanım da işletmenin emektarlarından olduğu için Gülcan’ın Mehmet Ali Beyin hayatına nasıl girdiğini iyi biliyordu. Hikayesini de dinlemişti genç kadından. Gülcan başını salladı hafifçe, gülümsedi:
- Hayrola Ayten Hanım?
Emektar sekreterin yüzü bembeyazdı. Dudakları titriyordu:
- Şey, bir ziyaretçiniz varmış aşağı kapıda...
Gülcan öne doğru eğildi:
- Kim?
Ayten Hanım derin bir nefes aldı:
- Erol Bey... Erol Akbilek... Eşiniz...
Gülcan bütün kanının donduğunu hissetti bir anda. Hayretle açılmıştı gözleri:
- Erol mu? Ne işi varmış burada?
Ayten Hanım omuzlarını kaldırdı:
- Bekçi telefon etti, içeri girip sizinle görüşmek istiyormuş, bekliyor...
Gülcan boş gözlerle bakıyordu karşısındaki kadına. Neden sonra toparlandı:
- Peki Ayten Hanım, gelsin... Görüşelim bakalım...
Sekreter dışarı çıkınca eliyle kalbini tuttu. Fırlayacakmış gibi atıyordu. Hazırlıksız yakalanmıştı.
Gülcan bugüne kadar kızının babası hakkında sorduğu sorulara hep doğruyu anlatarak cevap vermişti. İlk defa bu konu hakkında konuştukları zaman Ebru on bir yaşındaydı. Yine her zamanki gibi okuldan gelmiş, ama sıkıntılı ve huzursuz hali Gülcan’ın gözünden kaçmamıştı. Kızını biraz sıkıştırınca onun bütün derdinin babasının yokluğu olduğunu anlamıştı. Okulda her ne olduysa olmuş, küçük kız neden kendisinin de bir babasının olmayışını sorgulamaya başlamış, onun yokluğunun nedenlerini öğrenmek için adeta hesap sorarcasına annesinden bilgi almaya çalışmıştı. Gülcan o zaman kızını önüne oturtup olanı biteni en başından anlatmıştı Ebru’ya. Dikkatle dinlemişti küçük kız. Gülcan sözlerini bitirdiği zaman onun boynuna sarılmış ve ağlayarak:
- Anneciğim, seni çok seviyorum ben... Dedemi de çok seviyorum, biz hiç ayrılmayalım olur mu? Diye yalvarmıştı. O günden sonra da bir kez bile olsun “baba” sözcüğü dökülmemişti dudaklarından. Fakat Gülcan onun hayatındaki bu eksikliği çok yoğun bir şekilde yaşadığını fark edebiliyor, bu konuda çaresiz kalmanın sıkıntısını ve ıstırabını sürekli yaşıyordu. Zaman zaman aklına Erol’un takıldığı anlar da oluyordu. Uzun seneler geçmişti. Kendisine karşı yapılan hareketi bilinçlendikçe hazmedememeye başlamıştı. Bir intikam duygusuna alet edilmişti kocası tarafından. Kullanılmıştı. Bu onur kırıcı bir şeydi ve şu anda hayatı ne kadar düzenli ve refah içinde olursa olsun, bunun hesabını soramamak içinde bir sızı olarak kalmıştı. Hiçbir şey hissetmiyordu Erol’a karşı. Onun var olup olmaması bile önemli değildi artık. O sadece kendisine yapılan hareketi kabullenemiyordu...
Odasında yeni kurulacak fabrikanın fizibilite raporlarını inceliyordu Erol’un kapıya geldiği anda. Sekreteri telaşla odaya girince başını kaldırıp soru dolu gözlerle baktı Ayten Hanımın yüzüne. Ayten Hanımla patron işçi ilişkisinden çok bir abla kardeş ilişkisi içindeydiler. Zaman zaman oturup dertleşirlerdi. Ayten Hanım da işletmenin emektarlarından olduğu için Gülcan’ın Mehmet Ali Beyin hayatına nasıl girdiğini iyi biliyordu. Hikayesini de dinlemişti genç kadından. Gülcan başını salladı hafifçe, gülümsedi:
- Hayrola Ayten Hanım?
Emektar sekreterin yüzü bembeyazdı. Dudakları titriyordu:
- Şey, bir ziyaretçiniz varmış aşağı kapıda...
Gülcan öne doğru eğildi:
- Kim?
Ayten Hanım derin bir nefes aldı:
- Erol Bey... Erol Akbilek... Eşiniz...
Gülcan bütün kanının donduğunu hissetti bir anda. Hayretle açılmıştı gözleri:
- Erol mu? Ne işi varmış burada?
Ayten Hanım omuzlarını kaldırdı:
- Bekçi telefon etti, içeri girip sizinle görüşmek istiyormuş, bekliyor...
Gülcan boş gözlerle bakıyordu karşısındaki kadına. Neden sonra toparlandı:
- Peki Ayten Hanım, gelsin... Görüşelim bakalım...
Sekreter dışarı çıkınca eliyle kalbini tuttu. Fırlayacakmış gibi atıyordu. Hazırlıksız yakalanmıştı.