KIRILMIŞ KALPLER(arkası yarın)

Dikkatle dinlemişti küçük kız...

Gülcan bugüne kadar kızının babası hakkında sorduğu sorulara hep doğruyu anlatarak cevap vermişti. İlk defa bu konu hakkında konuştukları zaman Ebru on bir yaşındaydı. Yine her zamanki gibi okuldan gelmiş, ama sıkıntılı ve huzursuz hali Gülcan’ın gözünden kaçmamıştı. Kızını biraz sıkıştırınca onun bütün derdinin babasının yokluğu olduğunu anlamıştı. Okulda her ne olduysa olmuş, küçük kız neden kendisinin de bir babasının olmayışını sorgulamaya başlamış, onun yokluğunun nedenlerini öğrenmek için adeta hesap sorarcasına annesinden bilgi almaya çalışmıştı. Gülcan o zaman kızını önüne oturtup olanı biteni en başından anlatmıştı Ebru’ya. Dikkatle dinlemişti küçük kız. Gülcan sözlerini bitirdiği zaman onun boynuna sarılmış ve ağlayarak:
- Anneciğim, seni çok seviyorum ben... Dedemi de çok seviyorum, biz hiç ayrılmayalım olur mu? Diye yalvarmıştı. O günden sonra da bir kez bile olsun “baba” sözcüğü dökülmemişti dudaklarından. Fakat Gülcan onun hayatındaki bu eksikliği çok yoğun bir şekilde yaşadığını fark edebiliyor, bu konuda çaresiz kalmanın sıkıntısını ve ıstırabını sürekli yaşıyordu. Zaman zaman aklına Erol’un takıldığı anlar da oluyordu. Uzun seneler geçmişti. Kendisine karşı yapılan hareketi bilinçlendikçe hazmedememeye başlamıştı. Bir intikam duygusuna alet edilmişti kocası tarafından. Kullanılmıştı. Bu onur kırıcı bir şeydi ve şu anda hayatı ne kadar düzenli ve refah içinde olursa olsun, bunun hesabını soramamak içinde bir sızı olarak kalmıştı. Hiçbir şey hissetmiyordu Erol’a karşı. Onun var olup olmaması bile önemli değildi artık. O sadece kendisine yapılan hareketi kabullenemiyordu...
Odasında yeni kurulacak fabrikanın fizibilite raporlarını inceliyordu Erol’un kapıya geldiği anda. Sekreteri telaşla odaya girince başını kaldırıp soru dolu gözlerle baktı Ayten Hanımın yüzüne. Ayten Hanımla patron işçi ilişkisinden çok bir abla kardeş ilişkisi içindeydiler. Zaman zaman oturup dertleşirlerdi. Ayten Hanım da işletmenin emektarlarından olduğu için Gülcan’ın Mehmet Ali Beyin hayatına nasıl girdiğini iyi biliyordu. Hikayesini de dinlemişti genç kadından. Gülcan başını salladı hafifçe, gülümsedi:
- Hayrola Ayten Hanım?
Emektar sekreterin yüzü bembeyazdı. Dudakları titriyordu:
- Şey, bir ziyaretçiniz varmış aşağı kapıda...
Gülcan öne doğru eğildi:
- Kim?
Ayten Hanım derin bir nefes aldı:
- Erol Bey... Erol Akbilek... Eşiniz...
Gülcan bütün kanının donduğunu hissetti bir anda. Hayretle açılmıştı gözleri:
- Erol mu? Ne işi varmış burada?
Ayten Hanım omuzlarını kaldırdı:
- Bekçi telefon etti, içeri girip sizinle görüşmek istiyormuş, bekliyor...
Gülcan boş gözlerle bakıyordu karşısındaki kadına. Neden sonra toparlandı:
- Peki Ayten Hanım, gelsin... Görüşelim bakalım...
Sekreter dışarı çıkınca eliyle kalbini tuttu. Fırlayacakmış gibi atıyordu. Hazırlıksız yakalanmıştı.
 
Beklenmedik bir sürpriz oldu!

Gülcan koltuğuna iyice yaslandı. Sakin görünmek istiyordu. Dudaklarını ısırarak beklemeye başladı. Çok geçmeden Ayten Hanımın başı göründü açılan kapıdan:
- Ziyaretçiniz geldi efendim.
Kapıyı açtı, kenara çekilerek Erol’a yol verdi. Erol çekingen bir tavırla iki adım attı odanın ortasına doğru. Kuşkuyla ve tedirgin bir şekilde bakıyordu Gülcan’ın yüzüne. Genç kadın ayağa kalktı ve yüzünde o her zamanki tebessümü ile elini uzattı:
- Hoş geldin Erol! Bu beklenmedik bir sürpriz oldu benim için...
Elinin titrememesi için dua ederek tokalaştı. Erol yüzünde derinleşen bazı çizgileri ve hafifçe kırlaşan saçlarının dışında fazla değişmemişti. Biraz kilo almıştı sadece. Gülerek baktı Gülcan:
- Şişmanlamışsın...
Erol konuşamıyordu. Fısıldar gibi boğuk bir sesle:
- Merhaba Gülcan... diyebildi sadece. Gülcan kendinden emin tavırlarla kapıya döndü:
- Bize kahve getirir misiniz Ayten Hanım? Diyerek koltuğuna yürüdü. Kendine güveni yeniden gelmiş, o ilk andaki sarsıntıyı atlatmıştı. Şimdi bütün ipleri elinde tuttuğunu biliyor ve hissediyordu. Erol koltuklardan birine oturdu. Cebinden sigara paketini çıkartıp gösterdi Gülcan’a:
- İçebilir miyim?
- Tabii ki...
Sigarasını yaktı. Onun ellerinin titrediğini fark etti Gülcan. Erol yutkundu:
- Seni televizyonda gördüm. Çok şaşırdım. Bir yemekti sanıyorum.
Gülcan tebessüm etti:
- Evet, İş Adamları Derneğinin yemeği. Orada televizyoncular röportaj yapmışlardı.
Başını salladı Erol:
- Evet... Çok şaşırdım. Uzun senelerden sonra....
Bu sırada kahveler gelmişti. Ayten Hanım yan gözle Gülcan’a baktı. Onun kendisine yaptığı küçük bir işaretle rahatlayarak odadan çıktı. Bir yudum aldı kahvesinden Gülcan:
- Evet uzun seneler, ne kadar oldu Erol, on beş yıl değil mi?
Adam başını salladı. Dudaklarındaki tebessümü hiç eksik etmeden konuşuyordu Gülcan. Arkasına yaslandı. Dikkatle bakıyordu Erol’un yüzüne:
- Uzun zaman... Çok şey değişti hayatımda Erol... Gördüğün gibi hiç tahmin edemeyeceğin bir yerde ve konumdayım... Bu kadarını o zaman bana “hayal et!” deseler bile edemezdim.
Erol başını kaldırdı. Karısının yüzüne çok fazla bakamıyordu konuşurken:
- Ben de çok şaşırdım ve merak ettim...
Gülcan öne doğru eğildi ve ellerini birbirine kenetleyerek masanın üzerine koydu:
- Merak edilmeyecek gibi değil... Uzun ve oldukça enteresan bir hikaye.. Ama bunu konuşmayalım şimdi.
Erol onun bu kadar kendinden emin olması karşısında çekingen ve suçlu bir çocuk gibi önüne bakıyordu. Yan gözle baktı kadına. Çok değişmiş, daha da güzelleşmişti. Olgunluk ve annelik çok yakışmıştı Gülcan’a. >

ARKASI YARIN.....................NETTEN ALINTIDIR
 
Erol, sıkıntıyla etrafına bakındı

Gülcan konuşurken dikkatle izliyordu Erol’u. Onun kendisinden kaçırdığı gözlerini, konuşurkenki tutukluğunu fark etmiş, yanında nasıl tedirgin bir şekilde oturduğunu anlamıştı. Erol kahvesini bitirip fincanı sehpanın üzerine bıraktı. Geldiğinden beri durmadan sigara içiyordu. Odanın içi duman dolmuştu. Gülcan arkasına yaslandı:
- Evet, seni dinliyorum Erol!
Genç adam şaşkınlıkla kaldırdı başını. Dudakları titriyordu.
- Yok bir şey... Sadece...
Gülcan gözlerini kıstı:
- Evet, sadece?
- O... Adı ne?
Gülcan titrediğini hissetti ama belli etmedi heyecanını. Sakin olmaya gayret ederek sordu:
- Kimden bahsediyorsun Erol?
Erol sıkıntıyla etrafına bakındı. Bu kadar zorlanacağını tahmin etmemişti. Yutkundu. Bakışlarıyla masanın üzerindeki küçük çerçevedeki resmi işaret etti:
- O!
Gülcan acı bir gülümsemeyle baktı onun yüzüne:
- Ebru!..
Erol dudaklarını ısırdı:
- O benim kızım...
Gülcan kaşlarını kaldırdı:
- Adını şimdi öğrendiğin, sesinin tonunu bile bilmediğin kızın Erol...
Öne doğru eğildi ve gözlerinin içine baktı adamın:
- Neden Erol? Neden şimdi?
Erol yüzünü buruşturdu:
- Gülcan! Seni yeni buldum... Bir tesadüf eseri...
Gülcan alaycı bir kahkaha attı:
- Aradın mı Erol, elini vicdanına koy ve konuş, aradın mı hiç?
Sinirlenmişti. Sesinin tonu değişmişti. Birden kendine hakim olması gerektiğini düşünerek toparlandı:
- Olan biten hakkında kimseyi sorgulayacak değilim. Sorgulayacak olsam bunu çok önceden yapardım. Ebru senin kızın, bunu ne sen ne de ben inkar edebiliriz. Senin hakkında her şeyi anlattım ona. Başımdan geçen her şeyi biliyor... Şimdi onun karşısına çıkmak istediğini biliyorum. Ama senin hakkında her şeyi bilen bir genç kızın sana karşı nasıl bir tavır alacağını bilmiyorum. Onu yönlendiremem. Bütün bunları taşıyabileceksen tabii ki kızını göreceksin. Tabii seni görmek isterse...
Erol aciz bir şekilde başını kaldırıp Gülcan’ın gözlerine baktı, cılız bir sesle fısıldadı:
- İstemeyecek değil mi? Beni istemeyecek...
Gülcan onun acizliği karşısında ne yapacağını şaşırdı. Hayatı boyunca kin duygusunun ne olduğunu bilmediği için acımıştı ona. Erol ağlamaklı bir sesle devam etti:
- Ben... Ben yıllardır bu azapla yaşadım. Vicdanım hiçbir zaman beni rahat bırakmadı. Hiçbir şey olamadım. Buna sebep olan aileme varlığımla ıstırap çektirmek için kendimi harcadım. İntikam almak için hayatımı mahvettim... >
 
“Sana bile kin duymadım Erol”

Gülcan irkilmişti. Umutsuz bir tavırla başını iki yana salladı: - Sadece ailenin ve kendi hayatını değil Erol, hiçbir günahı olmayan, gençliğinin, eğitimsizliğinin, acemiliğinin getirdiği eksilerden başka hiçbir suçu olmayan insanların da hayatını allak bullak ettin. Yani benim hayatımı! Ardından bir çocuğun, pırıl pırıl bir genç kızın hayatına eksiklikler soktun. Babasızlığın ne olduğunu öğrettin ona. Onun da bir günahı yoktu Erol. Bütün bunların sebebi neydi? İntikam duygusu... Ne geçti eline, sorarım sana, ne kazandın?
Arkasına yaslandı Gülcan. Erol boncuk boncuk terlemişti.
- Allah’tan şansım yaver gitti. Karşıma dünya tatlısı iyi kalpli bir insan çıktı. Bana bunca sene, hasretini çektiğim aile şefkatini, sevgiyi verdi. Babam oldu. Annem oldu. Elimden tuttu. Ben de sarıldım hayata Erol. Her şeyi bir kenara atıp hayata asıldım. Olanları kabullendim. Geçmişim bana aitti. Yaşanmışlarımı inkar etmedim, kimseden de onlar için hesap sormaya kalkmadım. Sana bile kin duymadım Erol! Onurumu, kişiliğimi bir paçavra gibi ayaklarının altında ezdiğini düşünerek sana hiddetlenmedim. Çok da iyi etmişim. Şu halini gördükçe, eğer bunca sene bu duyguyla yaşamış olsaydım, senelerin nasıl boşa gittiğini şimdi, seni görünce anlayacaktım. Değmez demiştim. Gerçekten değmezmiş... Karşımda o kadar acınacak bir haldesin ki... Ama bütün bunlar seninle benim aramda geçen şeyler, bunlar tabii ki Ebru’dan ayrı şeyler. Ben Ebru’ya gerçeği anlattım ama yorum yapmadım. Senin hakkındaki düşüncelerimi söylemedim. O kendi değerlendirsin, kendi karar versin. Benim canımdan çok sevdiğim evladımı babasından mahrum etmek gibi bir hakkım yok. Hatta seni görmesi, seninle bir diyalog kurması için teşvik bile ederim. Ama karar onundur. Senin de onun vereceği kararlara saygı duymanı istiyorum. Bizim mükemmel bir hayatımız var. Lütfen bu hayatı da allak bullak etme.
Erol’un canı bıçaklanmış gibi acıyordu. Yanaklarından süzülen yaşlar gömleğinin yakasını ıslatmıştı.
- Gülcan! Yeterince acı çekiyorum zaten...
Genç kadın acıyarak baktı onun yüzüne:
- Biliyorum acı çektiğini... Ama ne fayda ki gerçekleri değiştirmek elimde değil benim.
Erol ayağa kalktı:
- Ona kendimi anlatmak fırsatını bana vereceksin değil mi?
Gülcan dikkatle baktı onun yüzüne:
- Bunda kararlı mısın?
Başını salladı Erol “evet” anlamında. Gülcan başını eğdi:
- Peki Erol. Senden bahsedeceğim ona. Ama dediğim gibi kararını bilemem.
Erol minnetle başını salladı. Gözleri hâlâ yaşlıydı.
 
“Ebru’yu görmek istiyor baba!..”

Gülcan eve giderken düşünceliydi. Hiç beklemediği anda gerçekleşen bu karşılaşma sinir sistemini hırpalamıştı. Duygularını yoklamak istediği zaman Erol’a karşı acıma duygusundan başka hiçbir şey hissetmediğini fark etti. Kapıdan içeri girer girmez Rasim’e Ebru’yu sordu.
- Yukarıda, odasında ders çalışıyor küçük hanım...
- Ya babam? Babam nerede?
- O da salonda televizyon seyrediyor efendim. Yemeği hazırlayayım mı?
Gülcan çantasını bıraktı ve ceketini astı:
- Biraz sonra Rasim ağabey.. Babamla konuşacağım şeyler var...
Salona girdiği zaman Mehmet Ali Bey gülümseyerek karşıladı kendini:
- Hoş geldin kızım, bu kadar erken beklemiyordum seni...
Hemen onun karşısındaki koltuğa geçip oturdu Gülcan. Dudakları titriyordu:
- Baba, konuşmamız lazım, bana yardımcı olun lütfen...
Mehmet Ali Bey fevkalade bir şeyler olduğunu anlamıştı. Televizyonu kapattı hemen ve dikkatle Gülcan’a baktı. Genç kadın çaresiz gözüküyordu:
- Rengin bembeyaz kızım, ne oldu? Kötü bir şey mi var?
Gülcan yutkundu. Derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı:
- Bugün kim geldi biliyor musun baba? Erol... Beni televizyonda görmüş, yerimi, kimliğimi öğrenmiş, çıkıp geldi. Dünyam allak bullak oldu sanki. O karşımda görmeyi beklediğim ve de istediğim en son kişiydi. Küçük bir hesaplaşma yaşandı aramızda. Öyle zavallı, öyle acizdi ki... Ağladı. Ebru’yu görmek istiyor. Onunla tanışmak, konuşmak istiyor..
Mehmet Ali Bey dikkatle dinlemişti Gülcan’ı. O duygularının da etkisiyle durmadan konuşurken inceledi ruh halini. Sarsılmıştı genç kadın. Bu belliydi. Gülcan Erol’la aralarında geçen bütün konuşmaları en ince ayrıntısına kadar nakletti yaşlı adama. Sonunda sözlerini bitirdi:
- Evet baba, bana yardım et şimdi, ben ne yapacağım?
Yaşlı adam gülümsedi:
- Hiçbir şey kızım... Ebru’ya anlatacaksın ve onlar birbirlerini tanıyacak. Tabii eğer Ebru isterse. Ondan sonra ne olacağına dair kararı benim küçük torunum karar verecek. Sen de kendi hakkındaki kararını kendin vereceksin. Hiçbir zaman bir insanı evladını görme tasarrufundan dolayı suçlayamaz ve bunu engelleyemezsin. Bir insanın babası her şey olabilir ama babasıdır. Onları seçme hakkımız yok.
Gülcan başını salladı. Kendi babası Halit öldüğü zaman nasıl ağladığını, içinde duyduğu derin sızıyı hatırladı. Mehmet Ali Bey doğru söylüyordu. Başını salladı:
- Ben de öyle düşündüm baba, ama yine de size danışmak istedim... Bu akşam Ebru’yla konuşacağım.
Yaşlı adam merakla sordu:
- Erol’u bir daha nerede bulacaksın?
- O beni arayacak tekrar baba. Telefonumu verdim.
Mehmet Ali Bey başını salladı.Gülcan’ı izliyor, onun nasıl bir karmaşık ruh halinde olduğunu görebiliyordu.
 
“Seninle bazı şeyler konuşmak istiyorum”

Ebru yemek sırasında her zamanki gibi hiç durmadan konuşuyordu. Okulda olanlardan bahsediyor, gitmek istediği bir filmi ballandırarak anlatıyordu. Kahkahaları çınlıyordu salonda. O kadar kendi halindeydi ki anne ve dedesinin yüzündeki ifadenin ne kadar tedirgin olduklarını anlamıyordu. Yemekten sonra bir müddet oturdu salonda. Sonra ayağa kalktı:
- Ben gidiyorum odama, biraz bilgisayarda vakit geçireceğim. Derslerimi bitirdim nasıl olsa. İnternete gireceğim. Bazı arkadaşlara mail yazacağım.
Gülcan da ayağa kalkmıştı. Kızının yanına gelip onun saçlarını okşadı:
- Ben de seninle bazı şeyler konuşmak istiyordum. İstersen şu internet işini ertele, birlikte konuşalım.
Genç kız merakla baktı annesine:
- Ne oldu anne? Ne var ki?
- Konuşalım tatlım, haydi dedeni öp, iyi geceler dile, çıkalım odana.
Ebru Mehmet Ali Beyi yanaklarından öpüp iyi geceler diledikten sonra annesiyle birlikte odasına çıktılar. Genç kız merak içindeydi. Gülcan’ın ciddi olduğunu fark edecek kadar iyi tanıyordu annesini. İçeri girdiler. Gülcan sakin bir şekilde kapattı kapıyı. Genç kızın son derece sevimli, kavuniçi ve yeşil renklerin hakim olduğu odasında yine kavuniçi desenli koltuklarından pencereye yakın olanına oturdu. Eliyle yanındaki koltuğu işaret etti:
- Gel bakalım buraya...
Ebru şaşkınlıkla oturdu koltuğa. Gözleri açılmıştı. Gülcan onun ne kadar babasına benzediğini irkilerek fark etti. Dudaklarını ısırdı ve derin bir nefes alarak başını kaldırdı:
- Seninle yıllar önce bir konuşma yapmıştık hatırlıyor musun?
- Ne hakkında anne?
Gülcan durakladı. Başını salladı ve kızının gözlerinin içine baktı:
- Baban hakkında canım.
Ebru’nun yüz ifadesi o anda değişti. Kaşları çatıldı ve başını yan tarafa çevirdi:
- Eee, ne olmuş, ben onun hakkında konuşmak istemiyorum.
- Farkındayım tatlım. Ama bazı şeylere engel olunmaz hayatta. Bugün baban geldi Ebru...
Genç kız ani bir hareketle fırladı ayağa. Son derece asabi bir şekilde bağırdı:
- Niçin gelmiş, hangi yüzle gelmiş? Sana o kadar yaptıklarından sonra?
Gülcan sakin olmaya gayret ediyordu. Gülümsemeye çalıştı:
- Babanla benim aramda olanlar onun senin baban olduğu gerçeğini değiştirmez Ebru. Sana kendi hayatımı anlattığım zaman orada kendi babamı da anlatmıştım. Nasıl bir baba olduğundan bahsetmiştim. Buna rağmen benim için babamdı... O öldüğü zaman içim sızladı, ağladım, günlerce onu düşündüm. Ayrıca senin babanın nasıl bir baba olduğunu bilmiyoruz...Ön yargılı olma...
Ebru kaşlarını çattı:
- Nasıl bir baba mı? Nasıl bir baba olduğu belli anne. Bunca sene bir kere arayıp sormayan, hiçbir gayret göstermeyen bir baba işte... Ne istiyor benden?
 
Annesinin yüzüne bakmıyordu!..

Gülcan kızının içinde kopan fırtınaları anlayacak kadar yakındı evladına. Onun saçlarını okşadı:
- Biliyorum canım. Kızgınsın. Ama neden bunları babanla konuşmuyor, bütün bu soruların cevabını ondan öğrenmek istemiyorsun? Eminim ki onun da hayatında pişmanlıkları, sana söyleyecek bir şeyleri vardır. Konuşmamak hiçbir yere götürmez bizi. Bak, ben bile oturup konuştum onunla. İnsanlar hatalarını anlayıp geç kalmışlıklarına yanıp yakılmadan bir şeylere bir yerden tutunup ilerisini aydınlatmak için çaba sarf edebilirler. Yaşananlar günahıyla sevabıyla bizimdir kızımdır. Baban bir katil de olsa, bir serkeş de olsa, dünyanın en kötü adamı da olsa babandır. Bir kere olsun görüş, onunla konuş. Ondan sonrasında söz veriyorum sana ne karar verirsen saygı duyacağım. O da saygı duyacaktır, bundan eminim.
Ebru annesine baktı. Ağlamaklı bir sesle sordu:
- Bu senin için çok mu önemli anne?
- Evet tatlım, ben babamla konuşamadığım için çok pişmanlıklar yaşadım. O beni hiç dinlemedi. Benim kızgınlıklarımdan, acılarımdan, sevinçlerimden haberi olmadı. Ama bak senin önünde bir fırsat var, içindeki her şeyi konuşabilme fırsatın var. Neden bunu değerlendirmiyorsun? Ne kaybedeceksin?
Ebru cevap vermedi, düşünceli görünüyordu. Gülcan ayağa kalktı:
- Şimdi yatalım, bu arada sen düşün tatlım.
Eğilip kızını şefkatle öptü. Ebru’nun kaşları çatık, dudakları kilitliydi sanki.
***
Ertesi gün Gülcan erken kalkıp hazırlanmıştı. Ayaküstü bir şeyler atıştırdıktan sonra hızla giyindi. Tam kapıdan çıkmak üzereyken Ebru’nun sesini duydu:
- Anne, gidiyor musun?
Hızla çevirdi başını genç kadın. Gülümseyerek baktı kızına:
- Gidiyorum canım, bugün önemli bir toplantım var. Biraz hazırlık yapmak zorundayım...
Ebru annesinin yanına geldi. Çiçekli pijamalarıyla çok sevimli görünüyordu. Sevgiyle öptü alnından. Ebru onun yüzüne baktı dikkatle:
- Dün gece söylediklerini bütün gece düşündüm anne...
Gülcan heyecanlanmıştı. Heyecanını belli etmemeye çalışarak gülümsedi:
- Eeee? Sonuç?
- Eğer sen istiyorsan görüşeceğim onunla...
Gülcan yutkundu:
- Ben istediğim için mi görüşeceksin?
Genç kız başını çevirdi başka tarafa. Annesinin yüzüne bakmıyordu. Belli ki asıl duygularının ne olduğunu anlamasını istemiyordu:
- Evet, sen istiyorsun diye görüşeceğim.
Gülcan onun babasıyla görüşmek için can attığını hemen anlamıştı. Ama kendisinden bu isteğini saklama arzusunu görmezden gelemezdi. Saygı duyuyordu bu arzuya. Başını salladı:
- Peki tatlım, bugün iletirim kendisine. En kısa zamanda bir araya gelirsiniz...
 
İçine bir sıkıntı yerleşmişti!..

Erol heyecanlıydı. Tertemiz bir gömlek giydi, belki de yıllardan beri bu kadar özen gösteriyordu kendisine. Kravatını taktı. Aynadaki aksine dikkatle baktı. Gözlerinin altı şişti. Yüzündeki çizgiler derinleşmişti. Güzelce tıraş olmuş, dikkatle kırlaşmış saçlarını taramıştı. Kahverengi takım elbisesinin içinde oldukça yakışıklı görünüyordu. Bir gün önce Gülcan’ı biraz çekinerek de olsa, telefonla aramış ve ondan kızının kendisiyle görüşeceğini öğrenmişti. O andan beri kalbinin hızlı atışlarına engel olamıyordu. Defalarca teşekkür etmişti Gülcan’a. Yerinde duramıyor, saniyelik aralarla saatine bakıyordu. Hazır olduğuna kanat getirince aşağıya, salona indi. Aysel Hanım gazete okuyordu. Oğlunu uzun zamandır ilk defa böyle özenle giyinmiş görünce şaşırmaktan kendini alamadı.
- Erol? Bu ne şıklık böyle?
- İşim var anne...
Aysel Hanım yaşlanmıştı. Ama yine o mağrur duruşuyla süzüyordu etrafını. Evlendiği günden beri bir gün olsun makyajını yapıp, saçlarını taramadan ve giyinmeden ev halkının karşısına çıkmamıştı ve bu adeti hâlâ devam ediyordu. Çok şık siyah, önü işlemeli bir bluz ve siyah bir etek giymişti. Yanı başındaki sehpada duran çayından bir yudum aldı:
- Ne işiymiş bu?
Erol olanlardan ailesine hiç bahsetmemişti. Onların bu duruma tepki göstereceğini biliyor, bir de ailesinin bu tepkileriyle uğraşmak istemiyordu. Masanın üzerinde hazır olan kahvaltı sofrasına yaklaşıp bir şeyler atıştırdı. Aysel Hanım bir fevkaladelik olduğunu sezmişti. Üsteledi:
- Sana soruyorum Erol!
- Yok anne bir şey, bir arkadaşla buluşacağım.
Kadın tatmin olmamış bir bakışla süzdü oğlunu. Onun son günlerdeki halinden tedirgin oluyordu.
- Bana anlatmayacak mısın oğlum?
Erol, başını kaldırıp annesine baktı. Dudaklarından alaycı bir gülümseme vardı:
- Hayır anne, anlatmayacağım... Biraz zaman geçtikten sonra her şeyi öğrenirsin...
Aysel Hanım gözlerini açtı:
- Erol? Ne söylemek istiyorsun?
Erol son lokmasını da yuttuktan sonra kapıya doğru yöneldi:
- Tamam anne! Daha fazla üsteleme... Haydi, hoşçakal...
Hızla salondan çıktı. Aysel Hanım korku ve kuşkuyla baktı onun arkasından. İçine bir sıkıntı yerleşmişti. Onun bütün korkusu Erol’un kendisinden uzaklaşmasıydı. Onu paylaşamama duygusu genç adamın hayatını mahvetmiş, onun geleceğini allak bullak etmişti...
Erol hızlı adımlarla indi merdivenlerden. Arabasına binip motoru çalıştırdı. Bir pastanede buluşacaktı Ebru’yla. Bir gün önce Gülcan’la yeri ve saati kararlaştırmışlardı. Bütün gece boyunca kızına neler söyleyeceğini test etmiş, kafasında onlarca değişik konuşma planlamıştı. Trafiğe çıktığı zaman beyninde yine bu konuşmalar dönüp duruyordu. Nereden başlayacağına karar veremiyor, heyecandan dizleri titriyordu. Usulca mırıldandı:
“Allah’ım bana güç ver...”
 
Genç kız aynanın karşısındaydı!..

Gülcan saçlarını taradıktan sonra kızının odasının önüne geldi. Dudaklarını hafifçe ısırarak kapıya vurdu iki kere, seslendi:
- Ebru, hazır mısın tatlım?
İçeriden genç kızın sesi duyuldu:
- Gel anne, hazırlanıyorum.
Usulca çevirdi kapının tokmağını. Başını içeriye uzattı. Genç kız aynanın karşısındaydı. Bütün tazeliği ve güzelliğiyle duruyordu. Pembe, yuvarlak yakalı bir bluz giymiş, ayağına da bir blue-jean geçirmişti. Gülümsedi Gülcan:
- Ne kadar güzel olmuşsun!
- Özel bir şey değil anne. Her zamanki kıyafetim. Özel bir şey yapmak ihtiyacını hissetmedim.
Gülcan kızının yatağının kenarına oturdu:
- Böyle düşünme Ebru, ben o kadar sevinçliyim ki... Bir çocuğun babası önemli bir kişidir hayatında. Bence bundan öncesini unut, arkana bakma... Bak sana her şeyi bütün gerçekliliğiyle anlatmıştım ben. Babanın bütün bu hatalarının tek sebebi içindeki intikam duygusu. Olanla ölene çare yok kızım. Bunu inkar edemezsin, o senin baban.
Durdu, derin bir nefes aldıktan sonra devam etti:
- Hatalarını telafi etmek istiyor, bir yerlerden başlamak istiyor.. Ona fırsat vermek lazım...
Ebru lakayt görünmeye çalışıyor ama aslında dikkatle dinliyordu annesini. Birden dönüp onun yüzüne baktı:
- Ya sen anne, gelse ve her şeye yeniden başlayalım Gülcan dese, şu bana söylediklerini kendi açından hayata geçirebilir misin?
Gülcan durakladı. Rengi bir anda kıpkırmızı olmuştu. Kekeledi:
- Biz... Biz farklıyız kızım...
Güldü Ebru, annesinin şaşkın hali üzmüştü genç kızı, yanına gelip ellerini tuttu:
- Haklısın anne... Kusura bakma... Ama şunu da inkâr edemem, sadece seni mutlu etmek için görüşüyorum onunla. Belki biraz da merak. Kim, neye benziyor gibi... Sanma ki diğer çocukların babalarıyla olan ilişkisi gibi bir ilişki kuracağım onunla. Asla... Sadece tanımak... O kadar. Çok da heyecanlı değilim, çünkü benim için özel değil, fazla bir anlamı yok!
Gülcan gözlerini kısarak baktı kızına:
- Ön yargılı değil misin sence?
Omuzlarını kaldırdı Ebru:
- Değilim veya öyleyim, neyi değiştirir?
Gülcan cevap vermedi. O götürecekti kızını. Erol’la tanıştırıp yanlarından ayrılacaktı. Onların baş başa görüşmelerinin daha doğru olacağına karar vermişti. Ana kız hazırlıklarını bitirip salona indiler. Mehmet Ali Bey gazetelerine gömülmüştü. Günlerden cumartesiydi. Yaşlı adam gözlüklerinin üstünden baktı onlara:
- Vay vaaay! Birbirinden güzel iki hanım ha...
Gülüştüler. Ebru sarıldı dedesine, her zaman yaptığı gibi öpücüklere boğdu yaşlı adamı.a
 
Acı bir fren sesi duyuldu!

Erol kırmızı ışıkta durdu. Yanındaki arabalara baktı. Trafik kalabalıktı. Pırıl pırıl bir İstanbul günüydü. Güneş insanı bunaltmadan gökyüzünde parlıyor, boğazdan gelen hafif bir esinti ferahlatıyordu. Eğilip arabanın radyosunu açtı. Kendini sakinleştirmeye çalışıyordu Erol. Trafik lambasının yeşile döndüğünü görünce gaza bastı. Dikkatle önündeki arabayı takip ediyordu. Bağdat Caddesine çıktığı zaman biraz daha ferahlamıştı trafik. Suadiye’de bir pastanenin adını vermişti Gülcan. Yeniden saatine baktı. Daha bir saat vardı randevusuna. İçinden “beklerim” diye geçirdi. Bu arada yanından anormal bir hızla spor bir araba geçti. Ani bir refleksle yana kırdı Erol. Soğuk terler dökmüştü bir anda. Tekrar toparladı direksiyonu. Gaza bastı. Önünde hızla ilerleyen spor arabaya takılmıştı dikkati. Arkasından aynı süratle gelen diğer arabayı görmedi. Direksiyonu biraz daha sola kırınca diğer arabadan acı bir fren sesi duyuldu ve o anda büyük bir gürültü koptu. Erol bir anda ne olduğunu bile anlamadan kırılan ön camdan fırlayarak havada iki takla atıp yere düştü hızla. Kaldırımlardaki insanlardan çığlıklar yükseldi. Erol’un arabası akordeon gibi olmuştu çarpmanın tesiriyle. Ön tarafından sular akıyor, motordan dumanlar yükseliyordu. Koşuşmalar ve çığlıklar birbirine karıştı:
- Araba infilak edebilir, çok yaklaşmayın...
- Adamcağız öldü galiba!..
- Ay çok kötü, ay çok fena!
- Ambulans... Birisi ambulans çağırsın...
- Telefon edin ne olur! Hemen polisi arayın, ambulans çağırın...
Erol karanlık bir kuyunun dibinden duyuyordu sanki bu sesleri... Sesler gittikçe uzaklaşıyordu. Hiçbir acı duymuyordu. Aklı Ebru’daydı. Sürekli “geç kalacağım, geç kalacağım” diye mırıldanıyordu. Kımıldamak istiyor ama sanki bedeni kendisine ait değilmiş gibi hiçbir şey hissetmiyordu. Düşünceleri bulanmaya başlamıştı. Ebru’nun hayali gözünün önündeydi. Bir kere görmüştü kızını uzaktan. Beynine yerleşen bu görüntüyle düşünüyordu onu. Hayal gittikçe uzaklaşıyordu kendisinden. Elini uzatıp onu yakalamak istedi. Kımıldamaya çalıştı, başaramadı. Yardım için koşan vatandaşlardan biri bağırdı:
- Bir şeyler söylemeye çalışıyor, Allah aşkına ambulans gelsin....
Adam eğildi Erol’a doğru, elini tuttu:
- Dayan hemşehrim...
Güçlükle ve hırıltıyla konuşmaya çalıştı Erol:
- Kızım... kızıma haber verin...
- Bir şeyler söylüyor ama anlamıyorum... Adam ölüyor...
Bu sırada duyulan siren sesi etraftaki insanların heyecanlanmasına neden oldu:
- Geldi, ambulans geldi...
 
Her şey için artık çok geçti!

Ambulanstan inen sağlık görevlileri koşarak geldiler Erol’un yanına. Hemen müdahale etmeye başladılar. On dakika kadar süren bir uğraştan sonra görevlilerden biri ayağa kalktı ve merakla bekleyen kalabalığa çevirdi başını. Gözlerini kısarak baktı:
- Tanıyan varsa yakınlarına haber versin... Yapacak bir şey yok, öldü!..
***
Gülcan saatine baktı. On bire geliyordu neredeyse. Yarım saat önce gelmiş olması gerekiyordu Erol’un. Endişe ile kızına döndü. Ebru umursamaz bir şekilde etrafını seyrediyordu.
- Herhalde bulamadı pastaneyi...
Ebru alaycı bir şekilde güldü:
- Belki de vazgeçmiştir... Kim bilir!
Gülcan cevap vermedi. Öfkelenmişti. Genç bir kızın duygularıyla bu kadar sorumsuzca oynamanın büyük hata olduğunu düşünüyor, büyük bir hiddetle Erol’a kızıyordu. Yine de bu düşüncesini belli etmemek için yüzündeki gülümsemeden vazgeçmiyordu. Sonunda Ebru dayanamadı:
- Daha ne kadar bekleyeceğiz anne!
- On bir buçuğa kadar bekleyelim Ebru...
Genç kız sıkıntıyla dayandı sandalyesine. Gülcan eğildi:
- Bir şey daha içer misin tatlım?
Başını iki yana salladı Ebru:
- Yok anne. Bir şey istemiyorum. Bir an önce eve gitmek istiyorum. Dersim var benim.
Gülcan yutkundu:
- Tamam kızım. Ben bir telefon edeyim bakayım, belki de bir manisi çıkmıştır.
Cebinden cep telefonunu çıkarttı. Ne söyleyeceğini bilemiyordu. Erol’un numarasını tuşladı beklemeye başladı. Çalıyordu telefon. Beş altı kere çaldıktan sonra açıldı:
- Alo, Erol?
- Kimsiniz hanımefendi?
- Erol Beyi aramıştım, yanlış mı çevirdim acaba? Erol Akbilek...
Karşısındaki adam biraz durakladıktan sonra konuştu:
- Bir dakika, ben komiserime vereyim...
Gülcan şaşırmıştı. Konuşmaya başlayan tok sesli adamın söylediklerini duyunca kanının çekildiğini hissetti. Yüzü bembeyaz olmuştu. Ne yapacağını bilemedi. Kazayı anlatmıştı komiser. Erol’un vefat ettiğini söylemişti. Gülcan dudakları titreyerek mırıldandı:
- Teşekkür ederim efendim... Hayır, ben bir arkadaşıydım. Evinin telefonunu bilmiyorum efendim. Ama babasının adı Ferit. Ferit Akbilek. Sanırım rehberden veya santralden bulabilirsiniz.
Telefonu kapatıp Ebru’nun yüzüne baktı. Genç kız merakla izliyordu annesini:
- Ne oldu anne?
Gülcan toparlandı:
- Yok bir şey yavrum... Gidelim. Baban gelemeyecek...
Ebru gözlerini kıstı, boğuk bir sesle sordu:
- Bir şey oldu değil mi!
Gülcan dudaklarını ısırdı ve usulca mırıldandı:
- Baban bir kaza geçirmiş kızım. Buraya gelirken. Maalesef ölmüş!
 
“Sakın ona kin besleme kızım”

Ebru ve Gülcan parke taş kaplı mezarlık yolunda ağır adımlarla ilerlediler. Yaklaşık beş altı dakika süren bir yürüyüşten sonra elindeki kâğıda baktı Gülcan. Kapıdan kendisine verilen ada numarasını kontrol etti. Mırıldandı:
- Buralarda bir yerde olmalı...
Ebru siyah gözlüklerinin altından etrafına bakındı, sonra birden parmağıyla sağ tarafı işaret etti:
- Bak, şuradaki yeni bir mezar.
Sonra annesini bile beklemeden o tarafa doğru yürüdü hızlı adımlarla. Gerçekten de Erol’un yattığı yer burasıydı. Genç kız mezarın ayak ucunda durdu. Dudaklarını ısırdı. İçinde pişmanlıklar, keşkeler uçuşuyordu. Onu tanımayı, bir kerecik olsun nasıl bir insan olduğunu görmeyi çok istemişti. Hiç bilmeyecekti. Onu sadece kendi çizgileriyle çizdiği şekilde hayal edecek, o şekilde düşünecekti. Annesi onun varlığını haber verdiği zaman belli etmemiş ama içinde fırtınalar kopmuştu. Çok heyecanlanmış, ama bu heyecanının öfkesinin yerini almasına asla izin vermemişti. Hayatında ilk defa bir mezar ziyareti yapıyordu. Yutkundu. Arkasında duran annesine döndü:
- Burası ne kadar soğuk bir yer...
Gülcan başını sallamakla yetindi. Dikkatle kızını takip ediyordu gözleri. Buraya gelmeyi Ebru istemişti. Erol’un ölümü sarsmıştı Gülcan’ı. Geceler boyunca uyumamış, yaşadıklarını, bir zamanlar çok sevdiği, inanıp bütün hayatını bir kalemde arkasında bırakarak peşinden gittiği ve ummadığı bir hayal kırıklığıyla kendisini yıkan adamı düşünmüştü. Ebru bu üzücü hadiseyi öğrendikleri günün akşamı odasına gelmiş, annesinin koynuna girerek başını göğsüne yaslamıştı. Usulca sormuştu:
- Onu affettin mi anne?
Gülcan derin bir nefes almıştı:
- Asıl Allah affetsin tatlım. O şimdi yaşadıklarının hesabını vereceği yerde... Bana gelince, tek bir şey söyleyebilirim. Allah rahmet eylesin...
Ebru annesinin üzgün olduğunu anlamıştı. Ana kız o gece koyun koyuna yatmışlardı. Uzun uzun konuşmuşlar, geçmişin hesabını çıkarmışlardı. Sonunda Gülcan kızının saçlarını okşayarak fısıldamıştı:
- Sakın ona kin besleme!.. Sanıyorum ki o, yaptığı hataların analizini yaptı ve bunlardan dönmek, kendini affettirmek için bir adım atmak istedi. O kadar heyecanlıydı ki senden bahsederken... Sesi titriyor ve gözleri parlıyordu. O senin babandı kızım.
Ebru içini çekmiş ve mırıldanmıştı:
- Keşke bir kere olsun görebilseydim...
Ebru mezara iyice yaklaştı. Hafifçe elini gezdirdi toprağın üzerinde. Uzun süre elinin altındaki toprak yığınına baktı. Gözleri nemliydi. Artık öfkeleneceği, merak edeceği, tanımak isteyeceği bir babası yoktu. Ona hep hasret olmuştu. Bundan sonrasında da bu hasret ölünceye kadar devam edecekti. Usulca mırıldandı;
- Seni her şeye rağmen seviyorum baba... Sana hep dua edeceğim, dedi ve onun ruhu için Fatiha okumaya başladı... > -SON-
 
X