Şiir: Dilaver CEBECİ
SİTARE
“Çeşmek Be-zen Sitare
Ezmen Mekon Kenâre”
...
Nerden çıktın karşıma böyle Sitâre..
Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde,
kirpiklerin yüreğime batıyor.
Telaşlı bir kalabalığın ortasında
ayaküstü konuşuyoruz.
Nedim’in Nigehban Nergisleri gibi
üstümüzde bütün nazarlar.
Çok utanıyorum Sitâre…
...
-Dün oturup hesap ettim.
Sen doğduğun zaman
ben askeri bir mektepte talebeymişim.
Sen bilmezsin Sitâre!
Burada gündüzler
çekip durduğumuz mercan bir tespih.
Geceler, içinde uyuduğumuz
birer siyah buluttu.
Her akşam dokuzda yat borusu çalardı;
yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı.
Bir derin uykuya atardım kendimi
siyah benli bir kız düşlerime kaçardı.
Bende onu alır anamın
düşlerine kaçardım.
Bu azgın kalabalıkta
seni tam duyamıyorum!
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor?
Yoksa dudakların mı? Anlayamıyorum!
...
-Seninle konuşurken Sitâre
aklıma yıldızlar dökülüyor.
Bir çaresiz Zühre oluyorsun
Babil caddelerinde.
Ateş gözlü kâhinler koşuyorlar arkandan.
Binlerce meşalenin ışığı
kımıldıyor saçlarında.
Gökyüzü salkım salkım..
Zigguratlar tıklım tıklım..
Dönüp dolaşıp dudaklarına
takılıyor aklım.
Ahh benim bu akıldan sıyrılmış aklım!
Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan
Kimi gün inatçı yosunlar gibi
kepez diplerine yapışan aklım!
...
Gözlerine baktığım zaman Sitâre
bütün çöllere ay doğuyor..
Yoldaş ediyorum kendime
İmrül Kays'ı, Antere'yi, A'şa'yı..
En kuytu vâhaları dolaşıyorum..
Hangi vahaya gitsem
çadırlar sökülmüş Sitâre!
Çadırla su arasında bir cılga var,
o cılgada narin ayak izlerin var,
durgun suya düşüp kalmış gözlerin var!
Bu azgın kalabalıkta
seni tam duyamıyorum..
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor?
Yoksa dudakların mı? Anlayamıyorum!
...
Bazen sapsarı bir benizle geliyorsun,
Yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun.
Biliyorum içinde bir sızı var!
Bıçak ağzı gibi bir sızı var!
Bu sızıdır işte seni verimsiz kılan,
Züheyr'in Suad'ı gibi keremsiz kılan…
Kuzeyden güneye,
güneyden kuzeye…
Heyy! Gidip geliyorum bu çöllerde.
Kureyş'in heybetli ve inatçı develeri,
hiç aldırmadan benim esmer sevdama
geviş getiriyorlar ufka bakarak..
ben kaçıp Yesrib'e sığınıyorum.
Yesrib bahane, bir kitaba sığınıyorum!
Dağda, ovada, badiyede
okuduğum hep elif,
Elif diyorum Sitâre!
Sineme elif çekiyorum;
“Ah minel aşk-ı ve haletihi..”
Çok eski bir gerçektir bu biliyorum.
Bu azgın kalabalıkta
seni tam duyamıyorum…
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor?
Yoksa dudakların mı?
Anlayamıyorum…
...
Sinsi bir yağmur altında beraber
yürüyoruz ve ikimizde ıslanıyoruz..
Ben ne yağmurlar gördüm Sitâre!
Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım..
Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın?
Ben göğü hep bir kurşun gibi ağır
o şehirde; sırılsıklam gezerdim..
Bölük bölük insanlar
boşanırdı tapınaklardan,
tapınaklar insanları safra gibi atardı..
Sonra hepsi bir yere
toplanıp bana bakarlardı..
Bir gün bu şehrin kirli yağmurları
alıp götürdü beni..
Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim.
Kara bulutlar kükrerken
bir Kaşkar sabahında
oturup Aprunçur Tigin
ile seni konuştuk..
Bakışlarımı sunuyorum,
tereddütsüz alıyorsun.
Gizli bir tebessümle çağırıyorum,
geliyorsun.
...
Kaşı karam, gözü karam, saçı karam…
Umay gibi yumuşak huylum.
Nerden çıktın karşıma böyle?
Sesin ılık bir bahar güneşi gibi
ığıl ığıl akıyor içime.
Asya'nın bozkırlarında
ordular düşüyor peşime!
Yığılıp kalmışım
bu Anadolu toprağına Sitâre…
Adam akıllı yorulmuşum.
Ellerin böyle olmamalıydı;
ellerine acıyorum!
Ve kim bilir kaç zamandan beridir
kalbimi öğütlüyorum.
Durup durup ıssız yerlerde
“güçlü ol ey kalbim, güçlü ol
daha çok işimiz var” diyorum.
Bu azgın kalabalıkta
seni tam duyamıyorum…
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor?
Yoksa dudakların mı?
Anlayamıyorum…
..