Gecikmi mutluluklar (arkas yarn)

“Beni zıvanadan çıkarmasınlar!”

Asuman Hanım her zamanki gibi kahvaltısını yaptıktan sonra fiskos koltuğuna geçerek günlük gazeteleri karıştırmaya başlamıştı. Kerim Bey birkaç dakika sonra takım elbisesini giymiş, tıraşını olmuş bir şekilde salona girdi. Üç gündür ağzını bıçak açmıyordu. Zeynep’in evden gidişi ile bütün dengeleri değişmiş gibiydi.
- Bu kız artık uzattı. Canımı sıkmaya başladı. Nerede olduğunu biliyorum. Bir skandal olmasın diye sustum bugüne kadar ama artık evine dönmesinin zamanı geldi. Ben o serserinin nerede yaşadığını da biliyorum. Gidip kendi elimle koymuş gibi alırım kızı oradan.
Asuman Hanım tedirgin bir şekilde cevap verdi:
- Ağabey, biraz kendi haline bıraksan. O kendini koruyabilecek kadar sağlam bir çocuk. Bunu sen de biliyorsun. Biraz düşünsün. Hem eğer o gencin yanındaysa bırak bazı şeyleri kendisi görsün. Cep telefonu açık. İstediğimiz zaman görüşüp, karşılıklı konuşabiliriz. Kız sadece biraz uzaklaşmak istedi o kadar. Ben konuştum. Bir arkadaşımın yanındayım dedi.
- O arkadaşın kim olduğunu bilmeyecek kadar aptal değilim ben. Yakın takipteyim... Asıl canımı sıkan ise bu Selim. Kızın kafasını karıştıracak. Onu da halletmem lazım. Beni zıvanadan çıkarmasınlar, kim olduklarına bakmam ve asla acımam. Benim kurallarımın dışında kimse yaşayamaz. Gerekirse canları da yanar. Bunu yapabileceğimi beni tanıyan herkes bilir.
Asuman Hanım dudaklarını ısırdı. Cevap vermemeyi tercih etti. Kerim Bey başka bir şey söylemeden salondan çıktı. Az sonra bahçeden arabasının sesi geldi. Arkasına dayandı kadın. Kerim Türkmen’in neler yapabileceğini biliyordu. Başını iki yana salladı çaresizce. Bu sırada telefon çaldı. Hizmetçiyi beklemeden kalktı kadın. Zeynep’in sesini duyunca endişeyle haykırdı:
- Zeynep, kızım, ne olur gel artık eve. Baban iyice sinirlendi artık.
- Hala, bir şey sormak istiyorum. Benim babam olduğunu söyleyen bir adam beni arıyor, bu ne demek?
İnledi Asuman Hanım. Selim dediğini yapmıştı. Ne diyeceğini bilemedi. Zeynep ise adeta haykırıyordu:
- Hala, lütfen neler olduğunu söyler misin bana! Kim bu adam, yoksa babamın bir oyunu mu? Ne yapmak istiyor babam? Beni okuluma kadar taciz ediyor... Rahat bıraksın artık beni. Ben onun kurallarıyla yaşamayacağım. Şimdi de abuk sabuk şeylerle beni kandıracağını mı sanıyor?
Asuman Hanım ani bir kararla susturdu genç kızı:
- Zeynep, konuşmamız lazım kızım. Karşılıklı konuşmamız lazım. Bir yer söyle, orada buluşalım. Bana güven, seninle buluşacağımdan kimseye haber vermeyeceğim. Ama sana anlatmam gereken şeyler var...
Zeynep suskunlaşmıştı. Bir müddet sessiz kaldı sonra adeta fısıldayarak sordu:
- Hala, bütün bunların doğru olduğunu mu söylüyorsun yoksa?
Asuman Hanım ağlamaklı bir sesle cevap verdi:
- Ne olur yavrum, sen benim bir tanemsin biliyorsun, ama daha fazla sorma. Fikrimi değiştirmeden hemen bir yer söyle... Sana her şeyi anlatacağım kızım.
Zeynep korkuyla bağırdı:
- Hemen geliyorum halacığım. Nereye istersen...
- Tamam Divan Kafe’de buluşalım. Bir saat sonra
 
“Selim senin gerçek baban!..”

Asuman Hanım bir kahve söylemişti. Siyah eldivenlerini masanın üzerine koymuş, çok pahalı olduğu ilk bakışta belli olan güneş gözlüklerini saçlarının üzerine takmıştı. Yola çıktığından beri yaptığının doğru olup olmadığını düşünüyordu. Korkuları ağır bastığı zaman yıllar önce yakaladığı saadetin ağabeyi tarafından nasıl alaşağı edildiği aklına geliyor ve içindeki öfkesi korkularının önüne geçiyordu. Belki Zeynep’in iç dünyası da aynı kendi saadeti gibi allak bullak olacaktı ama gerçekleri koskoca bir insandan saklamaya ve onu yalandan yapılmış bir sırça köşkün içine hapsetmeye kimsenin hakkı olmadığını düşünüyordu. Bu arada içinden bir ses ise Kerim Türkmen’in hiddetinin ağır olacağını, belki kendisini bütün bunlara sebep olmakla suçlayıp öfkesini çıkartacağı bir hedef olarak göreceğini söylüyordu. Kararlı bir şekilde kafasını kaldırdı:
“Korkmuyorum senden Kerim Türkmen... Ne yapabilirsin ki... En fazla yok edersin beni. Zaten yıllar önce yok ettin ruhumu, şimdi bedenimi yok setsen ne olur!..”
Yeğeninin kapıdan telaşla girdiğini görünce acı bir şekilde gülümsedi genç kıza. Zeynep koşarak geldi masaya. Halasını öptü iki yanağından, bir sandalye çekti:
- Neler oluyor hala?
- Önce sen anlat Zeynep, neredesin üç gündür?
Zeynep başını geriye attı ve kendinden emin bir şekilde cevap verdi:
- Ben evleniyorum hala! Ozan’la evleniyorum. Sana inandığım ve güvendiğim için, seni çok sevdiğim için sana söylüyorum bunu. Üzülmemen için. Sevgimin arkasında gittiğimi bilmen için. Hatırlar mısın, yıllar önce seninle birlikte bir gece bir film izlemiştik. Hani kavuşamayan iki sevgilinin filmiydi. Çok ağlamıştın sen film boyunca. Sormuştum sana, “hala ne oldu?” diye. Bir tek cümleyle cevap vermiştin bana. “Eğer bir gün gerçekten sevdiğine inanırsan sevginin arkasından git Zeynep” demiştin. Onu yapıyorum hala! Bana kızmayacağını umuyorum. Ozan doğru bir insan. Yanlış bir insana gitmiyorum. Onunla mesut olacağımı biliyorum.
Asuman Hanım ağlamaklıydı. Uzanıp genç kızın elini tuttu:
- Nasıl istiyorsan öyle olsun bir tanem. Yüreğinin götürdüğü yere git güzel kızım.
Zeynep minnetle baktı kadına. Sonra gözleri kısıldı:
- Bu mesele nedir hala? Bu baba meselesi?
Asuman Hanım arkasına dayandı. Gümüş sigara tabakasından ince bir sigara alıp yaktı. Dudaklarını ısırdı önce sonra ağır bir tonda konuşmaya başladı:
- O seni arayan adam Selim Türkmen. Bizim en küçük erkek kardeşimiz Zeynep. Biliyorum, onun varlığını bile bilmiyorsun sen. Belki küçükken gördüğün birkaç çocukluk resmimizde kim olduğunu sorduğun zamanları hatırlarsın. Tesadüfen eline geçirdiğin o resimdeki cin gibi bakışlı, kısa pantolonlu çocuğun kim olduğunu sorduğun zaman Kerim ağabeyimin verdiği tepki çok sert olmuştu
 
“Onu hemen bulmam lâzım”

Asuman Hanım Zeynep’in nasıl büyük bir sarsıntı içinde olduğunu onun yeşil gözlerindeki şaşkın ve kırgın bakışlarından anlayabiliyordu. Öne doğru eğildi:
- Sana her şeyi başından anlatacağım yavrum...
Yutkundu, derin bir nefes alarak ilk önce kendi hikayesinden başladı anlatmaya...
***
Zeynep halasının son cümlesini de dinledikten sonra gözlerinden biriken iki damla yaşı ince, zarif parmaklarıyla silerek acı bir gülümseme ile baktı kadının yüzüne:
- Demek annem sağ, öyle mi hala?
Asuman Hanım kendini rahatlamış hissediyordu. Yıllardır altında ezildiği yükten kurtulmuş, hafiflemişti. Vicdanı, yüreği ferahlamış, içini kemiren suçluluk duygularından arınıvermişti.
- Sağ bir tanem.. Anneciğin yıllardır senin özleminle yanıp tutuştu. Ben hiç görmedim kendisini yirmi yıldır. Ama onun ne acılar çektiğini biliyorum, anlayabiliyorum... Baban desen çekip gitti, dayanamadı. O zaman ne garip bir korkumuz vardı Kerim Ağabeyimden. İkimiz de çekinirdik. Korkardık. Karşı gelemezdik. Belki hatalıyız ama gençliğimize, ürkekliğimize ver. Karşı çıksak hayatımızı zehir edeceğini biliyorduk. Annen o kazayı geçirmeseydi belki direnirdi ama yenilirdi Zeynep’im, inan bana başa çıkılmazdı Kerim Ağabeyimle... Ne anneni, ne de babanı suçla bir tanem. İkisi de gençliklerinden, toyluklarından sahip çıkamadılar sevgilerine, mücadele edemediler.
Zeynep hafifçe hıçkırdı:
- Onları suçlamak aklımın köşesinden geçmez hala! Onların hiçbir günahı yok. Annemi bulmak istiyorum ben... Önce babamla görüşeceğim tabii ki... Nüfus kağıdımda babamın isminin yazılmasını istiyorum. Ne gerekiyorsa bunun için yaptıracağım. DNA testi bile yaptırırım. Ama Kerim Türkmen’e ne de bir iki lafım olacak.. Bana annemin yerini söylemek zorunda...
Asuman Hanım acı bir gülümseme ile baktı genç kızın yüzüne:
- Hiç sanmıyorum Zeynep... Bilmediğini söyleyecektir. Belki gerçekten de bilmiyordur. Hiç gitmemiş, hiç görmemiştir ama öğrenebilir. Bilen birisi var çünkü.
Zeynep irkildi:
- Kim hala?
- Avukat Turgay Şenol... Annenle hep o ilgilendi. her şeyiyle Turgay Bey meşgul oldu.
Zeynep kararlı bir şekilde başını kaldırdı:
- Artık nereden başlayacağımı ve ne yapacağımı biliyorum. Ama her şeyden evvel babamla görüşmem lazım. Onu arayıp bulmam lazım.
- Baban otelde kalıyor canım...
- Biliyorum hala. Aylin’e telefon numarasını vermiş. Ama benim önce Ozan’la sağlık ocağına gidip tahlil sonuçlarını almam lazım. Nikah için gün ve saat alacağız.
Sevgiyle eğilip kadının elini tuttu:
- Geleceksin değil mi hala nikahıma? Babamı da çağıracağım...
 
“Zeynep size her şeyi anlatacak!”

Münevver Hanım karmakarışık düşünceler içindeydi. Ozan da Zeynep’in arkasından çıkmıştı evden. İyileşmişti genç adam. Yüzünde bazı morluklar hâlâ duruyordu ama şişler inmiş, acıları azalmıştı. İçindeki tedirginliklerden dolayı bu evlenmeye mesafeli duruyordu Münevver Hanım. Ama bu mesafeyi çocuklara hissettirmemeye çalışıyor, Zeynep’i istemiyormuş gibi algılanmaktan kaçınıyordu. Bildiği gerçekleri anlatıp anlatmamakta hâlâ şüpheleri vardı. Bildiği hiçbir şey net değildi. Detaylardan haberi yoktu. Yüzeysel bilgilerle yanlış şeyler yapmaktan korkuyordu. Oturma odasını topladı. Mutfaktan sebzeleri alıp bir tepsinin içine doldurdu. Odaya geçip ayıklamaya başladı. Kapının zilini duyduğu zaman daha işe yeni başlamıştı. Kalkıp antreye doğru terliklerini sürüyerek yürüdü. Bacakları ağrıyordu son iki senedir. Uzun süre oturup sonra aniden kalkınca canını yakıyordu dizlerine giren sancılar. Kapıyı açtı. Zeynep gülümsüyordu. Arkasında şık giyimli, ortadan uzun boylu bir hanım vardı:
- Münevver Anne, size halamı getirdim. Halam Asuman Türkmen...
Münevver Hanım ellerini önündeki önlüğe kurulayarak kibarca gülümsedi:
- Hoş geldiniz efendim, kusura bakmayın ev hali. Zeynep kızım haber verseydin keşke...
Zeynep tebessüm etti:
- Yabancı değil Münevver Anne... Halam bana hayatım boyunca annelik yapmıştır. Benim en yakınımdır.
Asuman Hanım gülümseyerek girdi içeriye. İki kadın kucaklaştılar. Az sonra Zeynep kahve yapmaya gitmiş, Münevver Hanım ve Asuman Hanım ise oturma odasında karşılıklı oturmuş konuşuyorlardı.
- Çocuklar birbirini seviyor Asuman Hanım. Ben de eşimle severek evlendim. Biz de çok zorluklar yaşadık. Oğlumun duygularını biliyor, anlayabiliyorum. Ama hadiseler öyle gösteriyor ki biraz zorlanacaklar. Ağabeyiniz karşı çıkacak bu evliliğe...
Asuman Hanım başını salladı:
- Karşı çıkacak tabii ki... O neye karşı çıkmıyor ki zaten. Ben önce Ozan’ın başına gelenler için geçmiş olsun diyor ve özür diliyorum sizden. Ben bu ilişkide Zeynep’in arkasındayım. Artık hiçbir şeyden korkum yok. Biraz karışık olaylar var. Sanıyorum biliyorsunuz...
Münevver Hanım başını eğdi:
- Pek bir şey bilmiyorum ben Asuman Hanım. Detaylardan haberim yok. Zeynep kızımla görüşemedik. Hoş sanıyorum o da her şeyi yeni öğrendi.
Asuman Hanım o sırada odaya giren Zeynep’e bakarak gülümsedi sevgiyle:
- Zeynep size her şeyi anlatacaktır.
O sırada Ozan da geldi. İki genç biraz durduktan sonra nikah işlemleri için müsaade isteyerek çıktılar. Onlar gittikten sonra Münevver Hanım biraz tedirgin bir şekilde misafirinin yanına döndü:
- Asuman Hanım sizinle bir şey konuşmak istiyorum ben....
Kadın merakla baktı:
- Buyurun Münevver Hanım?
- Ben.... Ben Zeynep’in annesini tanıyorum! >
 
“Cemile Hanım benim komşumdu”

Asuman Hanım irkildi. Heyecanla bağırdı: - İnanamıyorum... Nereden tanıyorsunuz?
Münevver Hanım sanki başkalarının duymasını istemiyormuş gibi kısık bir sesle anlattı:
- Cemile Hanım benim komşumdu. Bir tek benimle görüşürdü. O da gizli gizli. Korkardı hep bir şeylerden. Kımıldayamıyordu, yürüyemiyordu. Bir tekerlekli sandalyenin üzerinde geçiyordu hayatı. Sağ tarafı da tutmuyordu zaten. Bir gün bana anlattı hikayesini. Sizin ağabeyinizin yaptıklarını, Zeynep’in babasını. Kızının hasretiyle yanıp tutuşuyordu. Bakıcısı yeni değişti. Yeni gelen kadın iyi bir kadındı. Bizim Cemile Hanımla daha sık görüşmemize yardımcı oluyordu. Ama ani bir kararla gittiler buradan. Bu kararı veren sanıyorum ağabeyinizdi. Cemile Hanımın zaten hayatı hakkında hiçbir tasarrufu yoktu ki...
Asuman Hanım ağlamaklıydı:
- Nereye gittiler Münevver Hanım?
- Bilmiyorum Asuman Hanım. Suzan bana bir fırsatını bulursa gittikleri yerin adresini mutlaka vereceğini söylemişti ama kaç gün oldu ses seda çıkmadı. Sanıyorum karşı tarafta bir yere taşıdılar kadıncağızı. Gözü yaşlı gitti benim arkadaşım. Zeynep, Kerim Türkmen adını verince dünya başıma yıkıldı zannettim. Söyleyip söylememekte tereddüt ettim. Ama susmayı tercih ettim. Neler olabileceği konusunda hiçbir fikrim yoktu.
Asuman Hanım takdirle baktı karşısındaki kadına:
- İyi etmişsiniz Münevver Hanım. Gerçekleri benden duyması daha iyi oldu. En azından ben vicdanımın rahatlamasını sağladım. Bunca senedir gizlediğimiz bu acı gerçeğin hesabını ben itiraf ederek verdim ona.
Başını salladı yaşlı kadın:
- Haklısınız...
- Ağabeyimin avukatı Cemile Hanımın yerini biliyor. Bir şekilde konuşturacağız onu da... Bulacağız Cemile Hanımı. Hiç merak etmeyin...
Münevver Hanım hafifçe gülümseyip mırıldandı:
- İnşallah! Zavallı kadın, çok ama çok acı çekmiş...
Bir süre sessiz kaldılar. Sessizliği bozan yine Münevver Hanım oldu:
- Bir korkum daha var.. Ağabeyiniz... Çocuklara bir zarar vermez umarım...
Asuman Hanım başını kaldırdı:
- Hayır, veremez bunca şeyden sonra. Beni, Selim’i karşısında bulur. Bu kadarına cesaret edemez artık.
Cevap vermedi Münevver Hanım. Yine de oğlunun başına gelenlerden sonra tedirgindi ve bu huzursuzluğunu gizlemekte zorlanıyordu.
Bir müddet daha oturdu Asuman Hanım. Karşısındaki bu kendi halinde, aklı başında, terbiye ve görgü sahibi olduğu her halinden belli olan yaşlı kadını sevmişti. Isınmışlardı birbirlerine. Müsaade istedi:
- Ben kalkayım Münevver Hanım. Yine ve daha uzun görüşeceğiz. Allah kısmet ederse daha yakın olacağız bundan sonra.
Münevver Hanım başını salladı:
- Her şey çocuklarımız için Asuman Hanım. Ben de sizi tanıdığıma çok sevindim.
 
“Ben de babamı görmek istiyorum”

Ozan ve Zeynep tahlil sonuçlarını alıp belediyeye götürdüler. İki gün sonrası için gün alarak evrakları tamamladılar. İki genç işlerini hallettikten sonra biraz dinlenebilmek amacıyla yakınlardaki bir kafeteryaya girdiler. Zeynep halasının anlattıklarını Ozan’a tekrar etti. Genç adam şaşkınlıkla dinledi hikayeyi:
- Canım benim, ne büyük bir sarsıntı senin için... Nasıl hissediyorsun kendini?
- Bilmiyorum Ozan. O kadar boşluktayım ki... Hiç ummadığın bir anda birdenbire hayatının yönü değişiyor. Düşünsene. Bir annem ve bir babam var. Yıllardır baba bildiğim insanın benim aileme yaptıkları var... Ne düşüneceğimi bilemeyecek bir durumdayım... Ama babamı görmek istiyorum. Onunla karşılaşmak, onu tanımak istiyorum.
Ozan gülümsedi:
- Telefon numaraları yanındaysa ara o zaman, gidip görelim şimdi...
Zeynep irkildi:
- Şimdi mi?
- Evet, neden bekliyoruz ki... Hem ben de yanındayken daha da güçlü olursun. Ama yalnız görüşmek istiyorsan ona da saygı duyar seni beklerim. Gidelim mi?
Zeynep yardım istermiş gibi baktı genç adamın yüzüne. Sonra fısıldadı:
- Evet, gidelim Ozan...
Telefonunu çıkartıp Aylin’den alıp kaydettiği numarayı tuşladı:
- Ben 208 numaralı odadan Selim Türkmen’le görüşmek istiyorum...
Dudaklarını ısırıyordu. Alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Neden sonra gözlerindeki ifade değişti. Kendinin bile tanıyamadığı bir sesle fısıldadı:
- Alo? Selim Bey mi?
Derin bir nefes alıp Ozan’ın yüzüne baktı:
- Şey... Ben Zeynep... Beni aramışsınız....
Karşıdan neler söylendiğini duymuyordu Ozan. Sadece sevdiği kıza güç vermek amacıyla tebessümle onun gözlerinin içine bakıyordu. Zeynep yutkundu:
- Ben de sizinle görüşmek istiyorum. Şimdi müsaitseniz...
Başını salladı genç kız aldığı cevaba karşılık:
- Tamam, şimdi geliyorum o zaman... Görüşmek üzere...
Telefonu kapatıp Ozan’ın gülümseyen yüzüne baktı:
- Ne kadar sıcacık bir sesi var Ozan.... Öleceğim zannettim bir an... Bekliyor bizi.
- Haydi o zaman, ne duruyoruz, hemen gidelim...
İki genç hesabı ödeyip fırladılar. Bulundukları yer otele bayağı uzaktı. Zeynep atıldı:
- Bende para var Ozan. Bir taksiye binelim. Yolun uzamasına dayanamayacağım.
Hemen bir taksi çevirdi genç adam. Otelin adını verdiler. Yol boyunca hemen hemen hiç konuşmadılar. Taksi otelin kapısına yanaştığı zaman Zeynep yüreğinin yerinden fırlayacak gibi attığını hissediyordu. >
 
“Zeynep’i elimden alamayacaksınız”

Kerim Bey sigara üzerine sigara içiyordu ofisinde. Yerinde duramıyor, sürekli pencereye gidip dışarıyı gözlüyor ve saatine bakıyordu. Birisini beklediği belliydi. Nihayet beklediği misafir gelmiş olacak ki sekreteri başını uzatarak konuğu olduğunu haber verdi. Kerim Bey telaşla bağırdı:
- Hemen al içeri ve telefon bağlama...
Halil kupkuru suratıyla adeta panayırlarda oynatılan kuklalar gibi elini kolunu sallayarak girdi içeriye. Dudaklarında her zaman olduğu gibi alaycı bir tebessüm vardı:
- Merhaba Kerim Bey...
- Nerede kaldın Halil? Saatlerdir seni bekliyorum.
Halil hiç cevap vermeden maroken koltuklardan birine gömüldü. Teklifsizce sehpanın üzerindeki mermer sigaralıktan bir tane alarak yaktı ve etrafına bakındı:
- Hayırdır?
- Halletmen gereken işler var Halil. Gerekirse kökünden halledeceksin. (......) Oteli’nde kalan birisi var Adı Selim. Selim Türkmen. Bu adamdan kurtulmam lazım. Nasıl yaparsan yap, onu buradan uzaklaştır. Nereye uzaklaştırırsan...
Halil omuzlarını kaldırdı:
- Benim yapacağım işler bellidir Kerim Bey. Cinayet yok bunların arasında. Bundan sıyrılamam. Ömrümün geri kalanını da böyle bir suçtan içeri girerek hapiste geçirmek istemem. Ama bir başka yolu da var bu adamdan kurtulmanın. Mesela hapse girebilir.... Cebinde esrar taşımak suçundan yakalanabilir.
Kerim Bey memnun bir ifade ile gülümsedi:
- İşini biliyorsun sen, ücretin neyse, iki katını ödeyeceğim sana. Bir an önce hallet bu meseleyi. İkincisi ise, kızım hâlâ o serseriyle birlikte.... Ben kendi adamlarımla halletmeye çalıştım ama umduğumdan cesur çıktı bu adam. Ondan da kurtulmam lazım. Kızımın o adamdan nefret etmesi lazım.
- Ona da aynı şekilde bir tezgah planlayabilirim.
Kerim Bey dudak büktü:
- Bu dikkat çeker... Başka bir şey olmalı... Mesela bir başka kadın....
Halil başıyla onayladı dudaklarını gererek:
- Sizin de çözüm bulmakta benden aşağı kalır yanınız yok Kerim Bey.... Merak etmeyin. Ama kadına da biraz bir şeyler ödememiz gerekebilir...
Kerim elini kaldırdı:
- Parayı düşünme. Bir an önce kurtulmam lazım bu iki insandan....
Halil ayağa kalkmıştı. Bu haliyle canlı bir cenazeyi andırıyordu. Pis bir şekilde sırıttı:
- Tamamlanmış bilin... Fazla uzun sürmeyecek....
Uzun bacaklarıyla iki adımda kapıya geldi. Kapı kapandıktan sonra biraz olsun rahatlamış bir şekilde oturdu koltuğuna Kerim Bey:
“Bana karşı çıkmak neymiş göreceksiniz ikiniz de! İkinizden de kurtulacağım. Zeynep’i elimden alamayacaksınız. Sizin istedikleriniz değil, benim istediklerim olacak!” >
 
Selim bağrına bastı kızını...

Selim elindeki kahve bardağını masaya bırakıp endişeli ve heyecanlı bakışlarla kapıya bir kez daha göz attı. Zeynep’in telefonundan beri kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Telefon gelir gelmez fırlamış, tıraş olup giyinmiş ve lobiye inerek beklemeye başlamıştı. Masaya oturduğundan beri gözleri sürekli döner kapıdaydı. İçeri giren herkese “acaba kızım bu mu?” diye bakıyor, zaman ilerledikçe nefesi tıkanıyor, boncuk boncuk terler döküyordu. Nihayet döner kapının önünde duran taksiden inen genç bir kız ve genç bir delikanlıyı görünce dudaklarını ısırarak mırıldandı kendi kendine:
“İşte Zeynep mutlaka bu! Bunu biliyorum, hissediyorum. Zeynep’im bu güzel kız!”
Gerçekten de Zeynep içeri girip resepsiyona doğru yürüdü. Oradaki görevliye:
- Selim Türkmen’le görüşecektim... diye sordu. Uzun boylu ince yapılı resepsiyon görevlisi gülümsedi:
- Selim Bey lobide oturuyor hanımefendi. Bakın, cam kenarındaki masada. Kahverengi gömlekli beyefendi.
Zeynep görevlinin işaret ettiği yere döndü. O anda göz göze geldiler babasıyla. Selim ayağa kalkmıştı. Birkaç adım attı genç kıza doğru. Zeynep ne yapacağını şaşırmıştı. Hiç tasarlamamıştı hareketlerini. Sadece inanılmaz bir heyecan yaşamıştı taksinin içinde. Zeynep de ilerledi Selim’e doğru. Karşı karşıya gelmişlerdi. Selim boğuk bir sesle fısıldadı:
- Kızım, Zeynep’im...
Genç kızın dizleri titriyordu. Gülümsedi heyecan içinde:
- Baba!
Birden bire zincirlerini koparmış bir tutsak gibi atıldılar birbirlerine. Selim bağrına bastı kızını. Kokladı. Zeynep başını bu uzun boylu yakışıklı adamın göğsüne yaslamış ağlıyordu. Omuzlarından tutup uzaklaştırdı kızını Selim. Onun gözlerinin içine baktı. Yüzünde inanılmaz bir mutluluk ifadesi vardı.
- Canım kızım... Özlemim benim, hasretim benim...
- Baba... Yıllardır istediğim işte bu sıcaklıktı. Siz benim babamsınız. Bunu iliklerime kadar hissediyorum...
Ozan üç adım geride duygulu bakışlarla izliyordu onları. Zeynep genç adamı hatırlayarak döndü, elini uzattı delikanlıya:
- Ozan gel... Babamla sen de tanış...
Selim’e döndü:
- Baba, nişanlım. İki gün sonra nikahımız var. Ozan!
Selim sevgi dolu bir tebessümle elini uzattı:
- Memnun oldum delikanlı, gelin çocuklar, şurada oturalım. Konuşacak, birbirimize anlatacak o kadar çok şeyimiz var ki, nereden başlayacağız bilemiyorum.
Üçü birden masaya doğru yürüdüler. Selim kolunu kızının omzuna atmıştı. Zeynep de sevgiyle yaslanıyordu babasının göğsüne. Hemen yanı başlarında beliren garsona kahve söyledi Selim. Yüzünde aydınlık bir mutluluk vardı. Gözlerini kızından ayıramıyordu:
- Anneni andırıyorsun Zeynep... Bu kadar güzel bir kız olacağını düşünmemiştim.
Zeynep utangaç bir tavırla sokuldu babasına. El ele oturuyorlardı. Uzun uzun konuştular. Selim bir kez daha anlattı başından geçenleri. Üçü de hem heyecanlı hem de mutluydular
 
Birbirlerine hemen ısınıvermişlerdi...

Selim fincanındaki son yudumu da içtikten sonra kızına döndü: - Avukat Turgay Şenol’u bulmamız lazım. Annenin yerini bilen o adam. Ben tanımıyorum kendisini. Ama sanıyorum bulabiliriz.
Zeynep başını salladı:
- Ben de kendisini tanımıyorum ama adını duymuştum baba.
Selim Ozan’a döndü:
- Delikanlı, eğer izin verirsen nikahınıza kadar kızım benimle kalsın. Burada, bu otelde birlikte kalalım onunla. Biraz hasret giderelim, hesaplaşalım, yılların özlemi iki güne ne kadar sığarsa zorlayalım kendimizi, sığdırmaya çalışalım. Zeynep’in annesini arayalım.
Ozan saygıyla gülümsedi:
-Tabii efendim... Nasıl isterseniz. Eğer sizin için de uygunsa hep birlikte bize gidelim. Siz de benim annemle tanışın. Zeynep’in küçük bir çantası var, onu da alırsınız.
Selim keyifle arkasına yaslandı:
- Tamam çocuklar. Ama önce biraz bir şeyler yiyelim. Bu otelin restoranı oldukça iyi. Misafirimsiniz benim.
Bu sırada dışarıdan gelen siren sesleri Selim’in konuşmasını kesmesine neden oldu. Üçü birden başını çevirip pencereden dışarıya baktılar. Bir ambulans çığlıklar atarak geçiyordu kapının önünden. Selim usulca mırıldandı kendi kendine:
- Allah yardımcısı olsun kimse...
Ozan gözlerini kısmış ambulansın gittiği yöne doğru bakıyordu:
- Bir kaza var sanırım. Bir kalabalık görünüyor.
Zeynep başını iki yana salladı:
- Deli gibi araba kullanıyor insanlar. O kadar dikkatsiz, o kadar bilinçsiz ki...
Selim hafifçe gülümsedi:
- Her koyun kendi bacağından asılıyor sonuçta... Haydi bakalım çocuklar, gelin restorana geçelim.
Üçü birlikte ayağa kalktılar. Zeynep yeniden babasına sokuldu. Öylesine çabuk ısınmışlardı ki birbirlerine, daha önce söyleseler, bu denli bir yakınlaşmanın, böylesine kısa bir sürede oluşacağına ikisi de asla inanmazdı. Bu sırada otel çalışanları az ileride olan kazaya dalmışlardı. Herkes kapının önüne çıkmış, bir şeyler görmeye çalışıyordu. Gerçekten de otele iki yüz metre kadar ötede, tam dönemeçte bir araba yolun kenarındaki bariyerlerin üzerine çıkmıştı. Tekerlekleri hâlâ boşlukta dönüyordu. Aşırı süratten direksiyon hakimiyetini yitirdiği belliydi. Arabanın ön tarafı çarpmanın etkisiyle hurdaya dönmüştü. Arabanın ön camından fırlayan şoför yirmi metre kadar savrulmuş, yan taraftaki çimlerin üzerinde boylu boyunca yatıyordu. Olay yerine gelen polisler arabadaki yangını söndürdükten sonra kazazedenin yanına gittiler. Adam ölmüştü. Ambulanstan inen sağlık görevlileri cesedi kaldırmadan önce şişman bir polis memuru ceketinin ceplerini yokladı. Bir cüzdan bulup merakla açtı. İçinden düşen ehliyet ve nüfus cüzdanı adamın kimliğini belli ediyordu. Polis yanındaki arkadaşına döndü:
- Halil... Halil Ünal... Adamın kimliği belli...
 
“Kerim Türkmen’in kardeşiyim ben!”

Selim ve Zeynep taksinin parasını ödedikten sonra önünde indikleri büyük binaya baktılar. Yaklaşık on katlı binanın giriş kapısı yandaydı. Avukat Turgay Şenol’un ofisinin yerini rehberden bulmuşlardı. Telefon ederek teyit etmişler, baba kız vakit kaybetmeden koşup gelmişlerdi. Restorandaki yemekten sonra Selim ve iki genç, Ozan’ın annesini ziyarete gitmişlerdi. Münevver Hanım art arda gelişen olayların hızından dolayı şaşkın bir şekilde ama sevinç dolu duygularla karşılamıştı misafirlerini. Selim Bey bir kez daha anlatmıştı orada başından geçenleri. Münevver Hanım ise Asuman Hanıma itiraf ettiği gerçeği onlara da söylemiş, bu işe en çok şaşıran ise Ozan olmuştu. Sevdiği kızın annesiyle senelerdir yan yana oturmuş olmak tuhaf duygular, coşkulu heyecanlar yaşamasına neden olmuştu. Zeynep ise aşırı derecede coşkuyla haykırmış, Münevver Hanıma birbiri ardına sorular sormuştu. Annesini tarif ettirmiş, onun nasıl bir insan olduğunu sabırsızlıkla öğrenmeye çalışmıştı. Selim ise olanları hayretle dinlemiş, zaman zaman gözyaşlarını tutamamıştı. Ozan ve Zeynep hemen araştırmaya girişmişler, rehberden Turgay Şenol’un ofisinin adresini bulmuşlardı. Sonra da baba kız vakit kaybetmeme arzusuyla hemen kalkmışlar ve bir taksiye binerek buldukları adrese gelmişlerdi. Selim kızının elinden tutarak kapıya doğru yürüdü. Kapıdaki tabelalardan birisinde Avukat Turgay Şenol’un adını görünce heyecanla nefeslerini tutmuştu ikisi de.
- Tamam kızım, dördüncü kat... Haydi hayırlısı...
Asansöre bindiler. Dördüncü kata geldikleri zaman Zeynep’in yüreği fırlayacakmış gibi atıyordu. Sağ taraftaki üçüncü kapının üzerindeki tabelayı okuyunca heyecanı iki katına çıktı. Babasının kolunu sıktı:
- İşte baba! Orası...
Kapıyı hafifçe çalıp başını içeri uzattı Selim:
- Avukat beyle görüşecektik...
Sekreter kız havalı bir şekilde saçlarını geriye atarak sordu:
- Kim aramıştı?
Durakladı Selim. Adını verip vermemekte tereddüt ediyordu. Sonunda kararını vermiş olacak ki kendinden emin bir şekilde söyledi:
- Selim... Selim Türkmen...
Sekreter kız gözlerini kısarak baktı, sonra yerinden kalkarak sol taraftaki kapıya yöneldi. Birkaç saniye sonra geri döndü:
- Turgay Bey sizi bekliyor...
Selim ve Zeynep odadan içeri girdiler. Turgay Bey masasında oturuyordu. Meraklı bir gözle Selim’i süzdü:
- Sizi tanıyor gibiyim...
- Ben Kerim Türkmen’in kardeşiyim.
Turgay Bey hayretten büyüyen gözlerle baktı adama. Zeynep’e döndü, şaşkın bir şekilde gülümsedi.
- Ben Kerim Beyin bir kardeşi olduğunu bilmiyordum. Bir tek Asuman Hanımı tanıyorum.
Selim nüfus cüzdanını uzattı:
- Burada yaşamıyordum. Yeni Zelanda’dayım... Sizden Cemile Hanımın adresini almaya geldik. Bu bayan da Cemile Hanımın kızıdır.
 
“Cemile Hanımın yerini söyleyemem!”

Turgay Bey arkasına yaslandı. Tereddüt içindeydi. Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor, bu arada Kerim Türkmen’e bir yanlış yapmaktan korkuyordu. Onun insanı ne hale getirebileceğinin bilincinde olarak başına dert almak istemiyordu. Dudaklarını büzdü:
- Bu konuda size bilgi veremem. Kerim Beyden olur almadıkça benden bunu istemeyin.
Zeynep gözlerini kıstı:
- Kerim Bey kim oluyor. Aradığım insanın nesi oluyor Kerim Bey, vasisi değil, bir şeyi değil. Bu insansa benim annem. Siz bir hukukçusunuz. Bunun başınıza neler açabileceğini bilmiyor musunuz?
Turgay Bey şaşkın bir şekilde terleyen alnını sildi mendiliyle. Ne cevap vereceğini bilemedi. Kekeledi:
- Hanımefendi... Ben de emir kuluyum. Cemile Hanımın yerini söylememekle yükümlüyüm.
Selim adeta kükredi:
- Sizin aranızdaki ikili anlaşmalarınız bizi bağlamaz. Bunun kanuni bir yanı var mı beyefendi? Bu kız annesini arıyor ve siz onu bildiğiniz halde söylemekten kaçınıyorsunuz. Sizi şimdi buradan çıkar çıkmaz dava edeceğim. Hem de dudaklarınızı uçuklatacak miktarda bir manevi tazminat davası açacağım. Cemile Hanımı bundan önce kaldığı yerden nasıl kendi isteği dışında apar topar götürdüğünüze ait belgeler ve şahitlerim hazır. Bunun bir suç olduğunu benden iyi bilirsiniz umarım.
Turgay Şenol şaşkın bir şekilde etrafına bakındı. Kerim Beye ulaşabilseydi belki daha kolay halledebilecekti bu meseleyi. Selim biraz daha sakin bir şekilde önde doğru eğildi:
- Bakın beyefendi, size her şeyi anlatayım başından itibaren. Cemile Hanım benim eşim olacaktı. Birbirimizi çok ama çok sevmiştik. Bundan yirmi bir sene önce. Ama Kerim Türkmen, yani ağabeyim bu ilişkiye mani oldu. Kızım dünyaya geldiği zaman bize oyun oynayarak kızımı annesinin elinden aldı. Onun peşinden koşarken geçirdiği bir kaza sonucu Cemile Hanım bugünkü kötürüm durumuna düştü. Bir daha kızını göstermedi ona. Benim elimi kolumu bağladı. Benimle adeta pazarlık yaptı. Ya çekip gidecektim buralardan, ki o zaman kızımın istikbalini kurtarmış olacaktım, ya da bize dünyayı zindan edecekti. Bir tek şartla kabul ettim gitmeyi. Cemile Hanıma bakması şartıyla... Bu konuda bir anlaşma yaptık. Bunun karşılığında ben babamın servetinin bir kısmından feragat ettim. Kızımı da nüfusuna kaydettirdi ağabeyim. Ama şimdi Zeynep her şeyi biliyor ve annesini görmek istiyor. Buna engel olmayın. Kızım iki gün sonra evleniyor. Annesinin de yanında olmasını istiyor. O zavallı kadından bunu esirgemeyin... Bize anlayış gösterin.
Turgay Şenol karşısındaki insanların nasıl gelgitler yaşadığını görebiliyordu. Anlatılan hikaye inanılmaz gibiydi ve kendi bildikleriyle de örtüşüyordu. Bir süre sessiz kaldı. Sonra yan gözle Zeynep’e baktı. Onun gözlerinin içindeki yalvaran bakışlar karşısında yapacak başka bir şeyi olmadığını düşündü. Bir kağıt aldı masadan, aceleyle bir şeyler yazıp uzattı Selim’e:
- Alın adres bu. Ama sizden ricam beni görmediniz, bilmiyorsunuz, tanımıyorsunuz. Buraya hiç gelmediniz.
Selim ve Zeynep minnetle baktılar adama. İkisinin de gözlerindeki ışıltılar sevinç ve heyecan saçıyordu.
 
Âdeta inledi Kerim Bey!

Asuman Hanım, Kerim Türkmen’in salondan içeri girdiğini fark edince nefesini tuttu. Kerim Bey ağır adımlarla geldi onun oturduğu koltuğun başına:
- Yakın zamanda her şeyden kurtuluyoruz. Zeynep de dönecek eve.
Kadın gözlerini kısarak baktı ağabeyine:
- Hiç sanmıyorum. Zeynep evleniyor. Bugün onunla birlikteydim.
Kerim Beyin yeşil gözlerinde ışıklar çaktı. Yüzü gerildi, kaşları çatıldı:
- Demek onunla birlikteydin ha? Bunu kime sordun da yaptın?
Asuman Hanım yılların verdiği birikimle başını kaldırdı ve o güne kadar hiç kimsenin kendisinden duymadığı bir sertlikle haykırdı:
- Kendi vicdanıma sordum da yaptım. Ona babasının yerini söyledim. Annesinin yaşadığını anlattım, her şeyi biliyor artık!
Kerim Bey şaşkın bir şekilde bakıp kalmıştı. Asuman Hanım devam etti:
- Her şeyi biliyor ve hem annesini hem de babasını bir araya getirmek için her şeyi yapmak istiyor. Artık insanların hayatlarına engel olamayacaksın Kerim Türkmen. Rahat bırak artık onları. İnsanları yönlendirmekten, kendi doğrularını kabul ettirmeye çalışmaktan vazgeç... Çekil kenara...
Kerim Bey adeta inledi:
- Bunu... Bunu nasıl yaparsın? Ben... Ben Zeynep için her şeyi yaptım. Hayatımda ilk defa bir insana değer verdim. Sevdim onu. Kızım gibi sevdim. Onu benden nasıl ayırırsın?
Asuman Hanım acı bir tebessümle karşılık verdi:
- Sen sevenleri nasıl ayırdıysan öyle ayırdım... Hatırlar mısın yıllar öncesinde benim de hayatıma müdahale etmiş beni de sevdiğim insandan ayırmıştın...Yıllardır onu yüreğimden silip atamadım ben. Aynı şeyi Selim’e yaptın, şimdi de sevdiğini söylediğin Zeynep’e yapmaya kalkıyorsun. Ama buna izin vermeyeceğim. Karşında beni bulacaksın abi! İcap ederse hayatımı koyacağım ortaya...
Kerim Bey o sırada çalan telefonunu titreyen elleriyle açtı. Arayan emniyetti. Bugün bir kazada ölen Halil Ünal’ın üzerindeki evraklar arasında Kerim Türkmen imzalı bir çek bulunmuştu ve soruşturma için emniyete davet ediliyordu. Halil’in ölüm haberini alan Kerim Beyin kolları yana düştü. Yıkılmıştı. Şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Asuman Hanım tavizsiz bakışlarla süzüyordu ağabeyini. Kerim Bey yavaşça döndü olduğu yerde. Ağır adımlarla salondan çıktı. Asuman Hanım biraz sonra onun çalışma odasının kapısının kapandığını duydu. Arkasına yaslandı. İçinde tuhaf bir huzur vardı. Yıllardır yüreğinde kendisini rahatsız eden şeylerden arınmış gibiydi. Gözlerini kısarak bahçede rüzgarın etkisiyle ileri geri sallanan ağaçlara takıldı gözleri. Bir müddet sonra gözkapaklarında yoğunlaşan uykunun etkisiyle hafifçe daldı. Onu sıçratarak yerinden fırlamasına sebep olan şey içeriden gelen bir patlamaydı. Korkuyla bakındı etrafına. Hizmetkar Saniye de kapıda belirmişti.
- Ne oldu Saniye?
- Bilmiyorum, beyefendinin odasından geldi ses...
Odaya girdikleri zaman Kerim Türkmen elinde tabancası, kasığından vurulmuş ve kanlar içinde yerde yatıyordu... Eline aldığı silah, birilerini öldürmeye gitmek için hazırlanırken elinde mi patlamıştı, yoksa intihar mı etmişti kimse bilemedi...
 
Üzüntü ve ıstırap içinde bir ömür...

Münevver Hanım oğlundan olanları duyunca üzüntüyle başını salladı: - Şaşırmadım desem yalan söylemiş olmam Ozan... Allah taksiratını affetsin!.. Şimdi ne yapıyorlar Zeynepler?
Ozan bir yudum çay daha aldı. Kahvaltı sofrasındaydı ana oğul. Ozan karnını doyurduktan sonra cenaze için malikaneye gidecekti. Dün geceden beri Zeynep ve babası malikanedeydiler. Asuman Hanım Kerim beyin naaşını bulur bulmaz Selim’i aramış, gözyaşları içinde olanları haber vermişti. Selim ve Zeynep hemen malikaneye koşmuşlar, ama artık yapılacak hiçbir şey kalmadığını bir kez de kendi gözleriyle görmüşlerdi. Zeynep ağlayarak Ozan’a haber vermişti. Genç adam geç vakit olmasına rağmen hemen müstakbel eşinin yanına koşmuş, gecenin ilerleyen saatlerine kadar onunla kalmıştı. Şimdi sabah kahvaltısını yapar yapmaz yeniden onun yanına dönecekti. Münevver hanım bir dilim yağlı ve reçelli ekmek hazırlayıp uzattı oğluna:
- Al güzel yavrum, ben sana yağ ve reçel sürdüm.
Ozan sevgiyle gülümseyerek aldı ekmeği. Münevver Hanım biraz düşünceli, mırıldandı:
- Suzan aramadı hiç. Cemile Hanımın da olanları bilmek en büyük hakkı.
Ozan ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra cevap verdi:
- Avukattan Cemile Annenin adresini almışlar Zeynepler. Bu hadise olmasaydı bugün gideceklerdi.
Münevver Hanım dudaklarını ısırdı:
- Keşke elimde adres olsaydı da önceden gidip anlatsaydım kadıncağıza. Ne de olsa bizim gibi sağlam değil, bir şok yaşamak ona ne kadar iyi gelir bilmiyorum. Zavallı kadın, bunca olayı kaldırabilecek gücü vardır umarım...
Ozan hafifçe gülümsedi:
- Cemile Anne kimsenin kaldıramayacağı kadar ağır bir hayat yaşamış. Hep üzüntü ve ıstırap içinde. Onları taşıyabildiyse sevinci haydi haydi taşır anam...
Münevver Hanım başını iki yana salladı:
- Kolay değil, kolay değil... Bazen insan beklemediği anda gelen mutlulukları kaldırabilmekte de zorlanır yavrum. Az buz şey değil... Sen evlat hasretinin ne olduğunu bilmiyorsun daha...
Ozan kahvaltısını bitirmişti. Yerinden kalkıp annesinin yanağına sevgi dolu bir öpücük kondurdu:
- Anam, bana müsaade... Akşam görüşürüz.
Ozan gittikten sonra bir bardak çay daha içti Münevver Hanım. Ara sıra yan gözle televizyona bakıyordu. Sabah haberlerinde vermişti tüm kanallar Kerim Beyin ölümünü. Tam yerinden kalkacaktı ki telefon çaldı. Ayaklarını sürüyerek gitti, ahizeyi kaldırdı. Karşısındaki insanın kim olduğunu anlayınca ne kadar temiz kalpli olduğunu düşünmekten kendini alamadı:
- Suzan... Daha yarım saat evvel konuştum seni..
- Ah Münevver Hanım teyze, ben televizyondan duydum, Cemile Hanım henüz bilmiyor...
Münevver Hanım atıldı:
- Kerim Beyin ölümünü bir yana koy Suzan, neler olmadı ki!.. Cemile Hanımın kızı, kızının babası burada....
Suzan’ın hayreti ahizenin öteki ucundan belli oluyordu. Tiz bir çığlık atmıştı bakıcı kadın...
 
“Cemile’yi ben de görmek istiyorum”

Zeynep, koltuğunda sessizce ağlayan Asuman Hanımın yanına yaklaşıp elini uzattı:
- Halacığım, haydi vakit geldi...
Cenaze töreni için önce camiye sonra da mezarlığa gidilecekti. Selim elinde telefon, gerekli organizasyonu yapıyordu. Ozan da yanlarındaydı. Hep birlikte Kerim Beyin lüks arabasına bindiler. Hazin bir tören oldu. Çok miktarda basın mensubu vardı etrafta. Tanınmış bir iş adamı olduğu için medyanın ilgisini çekmişti bu ölüm. Aile mezarlığına, anne ve babasının yanına defnedildi Kerim Bey. Kalabalık dağıldıktan sonra sadece aile fertleri kalmıştı mezarın başında. Zeynep, yavaşça mırıldandı:
“Her şeye rağmen Allah’tan rahmet diliyorum sana Kerim Amca...”
Asuman Hanım hıçkırarak yaklaştı:
- Yaptığın onca şeye, hayatımı karartmana rağmen benim ağabeyimsin. Allah rahmet eylesin...
En sona Selim kalmıştı. Yaklaştı, mezarın önünde çömeldi. Elini uzatıp toprağın üzerindeki birkaç çöpü alıp attı. Dudakları tek bir çizgi halini almıştı. Acı dolu bakışlarla süzdü toprak yığınını. Hiçbir şey söylemedi. Sadece kalkarken fısıldadı kimsenin duymayacağı bir şekilde:
- Allah günahlarını affetsin...
Hep birlikte çıktılar mezarlıktan. Selim kızına baktı:
- Haydi Zeynep, artık vakit geldi...
Zeynep dudaklarını ısırdı:
- Öleceğim heyecandan. Ne olur bana destek ol Ozan...
Genç adam sevgiyle gülümsedi. Asuman Hanım gözyaşlarını silerek atıldı:
- Ben de gelmek istiyorum. Ben de görmek istiyorum Cemile’yi...
Selim Bey başını salladı:
- Haydi o zaman, hemen gidelim. Daha fazla bekleyemeyeceğim.
Şoföre adresi verdiler. Dördünün de ağzını bıçak açmıyordu. Heyecan kilitlemiş gibiydi dudaklarını. Nefes almaya bile çekiniyorlardı. Kerim Beyin ölümüyle yasalar karşısında her şey Zeynep’e kalmıştı. Tabii sahip olduğu büyük servetten kardeşi olarak Asuman Hanım da ve feragat etmediği mallardan Selim de paylarını almışlardı ama esas mallar Zeynep’indi. Amcasının ölüm haberini alana kadar hayatının bundan sonrası için neler yapması gerektiğini bilmeyen Zeynep bir anda inanılmaz bir servetin sahibi olmuştu... Ozan önde oturuyordu. Selim Bey, Asuman Hanım ve Zeynep de arabanın arkasındaydılar. Zeynep babasına doğru eğildi:
- Annemi yanıma almak istiyorum baba... Malikanede otururuz. Bundan sonra onun bakımından ben sorumlu olmak istiyorum. Bir daha onu bırakmak istemiyorum... Senin de gitmeni istemiyorum baba... Bunca senedir yaşanan hasret yeter artık. Ben sevdiğim insanlarla birlikte olmak istiyorum.
Selim yutkundu. Gözlerini açıp kapadı:
- Ben de gitmek istemiyorum kızım. Sizlerle kalmak istiyorum...
 
“Hayat sürprizlerle dolu kardeşim!..”

Münevver Hanım Suzan’ın telefonundan sonra hemen giyinmiş, elinde adresle adeta uçarak Cemile Hanımın yeni evine gitmişti. Cemile Hanım her zamanki gibi tekerlekli sandalyesinde, gözleri küçülmüş, yüzünde yaşadığı ıstırapların en belirgin tanıkları olan derin çizgiler ve umutsuz, donuk bakışları ile pencere kenarında oturmuş, denizi seyrediyordu. Gerçekten de bu ev Kocamustafapaşa’dakinden çok daha ferah ve güzeldi. Salonundan Adalar görünüyordu. Hasta kadın çok sevdiği komşusunu görünce heyecanını gizleyemedi. Dudakları titredi ve iki damla yaş süzüldü yanaklarına. Koştu Münevver Hanım, boynuna sarıldı komşusunun. Suzan telefonu kapattıktan sonra Kerim Beyin vefatını söylemişti Cemile Hanıma. Acı bir gülümseme belirmişti kadının dudaklarında. Uzun süre hiçbir şey söylemeden tek bir noktaya bakmıştı. Bir tek kelime bile yorum yapmamıştı bu haber karşısında. Şimdi Münevver Hanımı görünce ilk defa konuşuyordu bu konu hakkında:
- Ölmüş Münevver Hanım... Şimdi yaşananların ne anlamsız olduğunu daha iyi anlayabiliyorum. Neden? Bunca zulüm, bunca hasret nedendi? Şu ölümlü dünyada neden bir insan bir başka insana bu zulmü yapar ki? Sonuçta hepimizin gidip yaşadıklarımızın, yaptıklarımızın hesabını vereceği bir yer var. Kimimiz önce, kimimiz sonra... İşte, bitti...
- Üzülme kardeşim... Allah günahlarını affetsin onun da...
Cemile Hanım boğuk sesiyle mırıldandı:
- Olan bana oldu... Kızıma oldu, Selim’e oldu...
Münevver Hanım dudaklarını ısırdı. Bu haberi vermesinin ne kadar doğru olacağını sorgulamaya başlamıştı. Gülümsedi:
- Allah büyük... Bakarsın her şey biter Cemile...
Hasta kadın umutsuzca başını iki yana salladı:
- Ne olabilir ki Münevver Hanım?
- Hiç belli olmaz kardeşim... Hayat sürprizlerle dolu...
Bu sırada çaldı sokak kapısı. Münevver Hanım yerinden fırlayacakmış gibi atan yüreğinin üzerine koydu elini. Güç vermek istermiş gibi gülümsedi Cemile Hanıma.
- Misafirlerin var Cemile... Hayat sürprizlerle dolu demiştim...
Tam bu sırada salon kapısı açıldı ve Zeynep kapıda bütün güzelliğiyle belirdi. Cemile Hanım soru dolu gözlerle bakıyordu genç kıza. Zeynep yaklaştı. Yeşil gözleri dolu doluydu. Tekerlekli sandalyenin önüne gelip diz çöktü. Cemile Hanımın elini tuttu, fısıldadı:
- Anne... Ben... Ben Zeynep’im... Her şeyi biliyorum.
Cemile Hanımın gözleri büyüdü. Dudakları titriyordu. Şaşkın gözlerle bir Zeynep’e bir de Münevver Hanıma baktı. Yüz hatları gerilmişti.
- Zeynep... Kızım... Kızım benim...
- Anneciğim... Ah anneciğim bilseydim... bilseydim seni bırakır mıydım hiç?..
Cemile Hanım ağlamaya başlamıştı. İnci tanesi gibi süzülüyordu gözyaşları yanaklarından. Yerinden kalkmak, kızının boynuna sarılıp onun hiç bilmediği kokusunu içine sindirmek istiyordu
 
“Bir misafirin daha var anne!”

Zeynep hasret ve heyecanla sarıldı kötürüm kadının boynuna. Başını onun göğsüne yaslayıp ağlamaya başladı. Herkes nefesini tutmuştu o anda. Cemile Hanım hayatında hiç yaşamadığı bir mutluluğu yaşıyordu. Birden gözleri kapıda bekleyen diğer misafirlere ilişti. Asuman Hanımı gördü önce. Kadın birkaç adım yaklaştı:
- Ben Zeynep’in halasıyım Cemile.
Zeynep de ayağa kalkmıştı. Gülümsedi halasının omzuna elini atarak:
- Bana senin yokluğunda annelik yapan insan anne. Halam... Bana bütün gerçeği o anlattı. Kerim Amcamın yaptıklarından o da nasibini almış biri. Arkasını döndü ve Ozan’ın elinden tutup öne doğru çıkardı:
- Bu da Ozan. Benim nişanlım anne. Münevver annenin oğlu. Biz sınıf arkadaşıyız üniversiteden. Ne kadar yakınımdaymışsın anneciğim...
Cemile Hanım şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşıyordu. Münevver Hanıma döndü:
- Münevver... Allah’ın büyüklüğünü anlayabiliyor musun?
Münevver Hanım başını salladı “evet” anlamında. Gülümsüyordu. Ozan da saygıyla öptü hasta kadının elini. Bir anda etrafı doluvermişti Cemile Hanımın. Zeynep yutkundu ve hafifçe öksürdü:
- Anne, bir misafirin daha var...
Cemile Hanım kızına döndü. Gözleri büyümüştü. Onun sözlerinin gerisini getirmesini bekledi heyecanla.
- Bu senin için çok önemli bir konuk...
Arkasını dönüp salon kapısında bekleyen Selim’e elini uzattı:
- Gel baba...
Cemile Hanım yutkundu. Yüzü allak bullak oldu bir anda. Boğuk bir sesle fısıldadı:
- Selim!
- Cemile...
Koşar adımlarla geldi Selim tekerlekli sandalyenin yanına. Ellerini tuttu hasta kadının:
- Seni çok ama çok özledim Cemile... Güçsüzlüğüm için beni affet... Olanlarda benim de payım büyük. Giden değerleri geri getiremem; ama bundan sonrası... Bundan sonrası için canımı koyarım ortaya.
Suzan ve Münevver Hanım geriye çekilmişler, ağlayarak izliyorlardı bu manzarayı. Cemile Hanımın dudakları titredi:
- Kader bu Selim kader... Dur da bakayım sana...
Adam bir adım geri çekildi. Gülümsedi Cemile Hanım:
- Hiç değişmemişsin Selim. Biraz yıpranmışsın o kadar...
- Sen de Cemile... Sen de hâlâ çok güzelsin...
Zeynep sevgiyle sarıldı ikisine de:
- Benden daha mutlu bir insan olamaz artık...
Yavaşça başını öne eğdi:
- Ne acıdır ki bu mutluluğu yaşamak için bir hayatın bitmesi gerekiyormuş.
O anda herkesin kolay elde edemeyeceği bir mutluluk ve sevinç yaşıyorlardı. >
 
“Şimdi yeni bir hayat kuruluyor”

Malikanenin bütün ışıkları yanıyordu. Zeynep odasında yanında Asuman Hanım ve arkadaşı Aylin, büyük boy aynasının önünde, sade, zarif gelinliğinin içinde dönüp duruyordu:
- Aylin, şurada potluk yok değil mi?
Aylin gözlerini açtı:
- Ay, şimdi düşüp bayılacağım... Hiçbir yerinde hiçbir şey yok yahu... Deli ettin beni...
Gülüştüler. Salonda ise Selim ve Cemile Hanım yan yanaydılar. Selim tekerlekli sandalyenin yanı başında, siyah takım elbisesinin içinde bütün yakışıklılığıyla gülümsüyordu. Cemile Hanım ise kızı için süslenmişti hayatında ilk defa. Saçlarını taratmış, lacivert bir bluz giymişti. Ayakları tertemiz, siyahlı yeşilli ince bir battaniye ile örtülüydü. Bir gün içinde yeniden doğmuş gibi hissediyordu kendisini. Münevver Hanım ise bir köşede Suzan’la konuşuyordu. Ozan yanında arkadaşı Haluk, durmadan saatine bakıyor heyecandan terliyordu. Başka davetli yoktu. Son anda nikahı malikanede yaptırmak için müracaat etmişlerdi. Hizmetkar Saniye ise koşturup duruyordu sabahtan beri. Cemile Hanım etrafına bakındı. Selim eğildi:
- Bir şey mi istedin Cemile?
- Hayır Selim... Sadece baktım. Bu evden iki gün önce bir cenaze çıktı. Şimdi bir hayat kuruluyor...
Selim onun elini tuttu:
- Bunları düşünme şimdi canım. Olması gereken olduğu gibi yaşanıyor. Kimse bizi suçlayamaz. Kalan ömrümüzü gönlümüzce geçirmeliyiz. Artık bitti Cemile, kötü günler, ıstırap dolu günler artık bitti. Bundan sonra sen, ben, kızımız ve damadımız bir aileyiz. Bir de torunumuz olursa sen seyreyle o zaman güzelliği...
Nikah memuru gelmişti. Masa hazırdı. Gelin hanımın salona gelmek üzere olduğunu Asuman Hanım haber verdi. Selim hemen kapıya gidip kızını karşıladı ve masaya getirdi. Ozan heyecan ve hayranlıkla izliyordu Zeynep’in gelişini. On beş dakika sonra yasalar önünde karı koca olmuşlardı. Ayakta olan herkes genç çifti tebrik etti. Zeynep Ozan’ın elinden tutarak annesinin yanına geldi:
- Anne, hayatımın en güzel günü, en mutlu günü bugün.
Cemile Hanım sevgiyle baktı kızına:
- Biliyorum canım, biliyorum, Allah seni çok ama çok mesut etsin. Bizim yaşayamadığımız bütün güzellikleri sana yaşatsın bir tanem.
- Hep birlikte yaşayacağız annem...
Münevver Hanım da gelmişti yanlarına. Zeynep ona da sarıldı sevgiyle:
- Bir anda iki annem birden oldu... Bir de halam... etti üç.. Benden şanslısı var mı?
Selim sevgiyle yaklaştı yanlarına. Bir elini kızının omzuna attı, bir eliyle de Cemile Hanımın elini tuttu:
- Kaderimiz böyleymiş... Allah bize geç gelen bir mutluluk verdi. Hep birlikte doya doya yaşayalım bunu...
Salonda bulunan herkes dolu dolu gözlerle; ama inanılmaz bir sevinçle izliyordu bu manzarayı...
-SON-
 
Cok cok sagol asi,ellerin dert gormesin,eeeee yeni hikayelerimiz ne zaman gelecek bakalim?sakin fazla bekletme olurmu???yerimseniben yerimseniben yerimseniben
 
asiyah çok teşekkür ederim hikaye için emeğine ellerine sağlık canım
 
X