Gecikmi mutluluklar (arkas yarn)

“Sen de tanısan seversin onu!..”

Münevver Hanım hiç beklemediği bu açıklama karşısında ne diyeceğini şaşırmıştı. Heyecanlanmış ama biraz da tedirgin olmuştu. Böyle duygusal bir ilişkinin oğlunun tahsilini etkilemesinden korkmuştu bir anda. Ozan onun düşüncelerini anlamış gibi doğrulup annesinin ellerini tuttu:
- Meraklanma Münevver Sultan, yanlış bir şey yapmam ben. Hem sen de tanısan Zeynep’i çok seversin. Bizim sınıfta. Çok güzel, çok zarif bir kız. Ne zamandır içimde ona doğru bir kayma vardı. Meğer o da bana karşı aynı şeyleri hissediyormuş. Bu gezide birbirimize açıldık. Öyle mutluyum ki anne... Şimdi daha bir hırsla sarılacağım derslerime. Bir an önce, hiç sene, dönem kaybetmeden okulumu bitirmem lazım. Bir gün seni tanıştıracağım Zeynep’le. Göreceksin, tam senin sevdiğin gibi bir tip. Uzun uzun konuştuk. Hayatımda bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Harika bir duygu.
Ayağa kalktı ve sevinçle bağırdı:
- Aşık olmak çok güzelmiş!
Münevver Hanım sevgiyle seyrediyordu oğlunu. Onun anlattıkları, söyledikleri bir annenin duymak isteyeceği şeylerdi ama yine de içine bir huzursuzluk yerleşmişti bir anda. Kendisi de şaşırdı hissettiklerine.
- Kimin kızı oğlum? Ailesi nasıl bir aile?
Ozan durakladı, gözlerini kısarak baktı annesine:
- İşte orası biraz karışık anne... Seni ne kadar mutlu eder, ne kadar rahatlatır bilmiyorum ama... Ünlü zenginlerden birinin kızı. Bir plastik fabrikasının sahibi. Çok zenginler anne. Zeynep’in annesi yok. Ölmüş. Halası ve babasıyla birlikte oturuyor.
Münevver Hanım endişeyle kıstı gözlerini:
- Oğlum, ne diyeyim bilmem ki?
Ozan kaşlarını çattı:
- Hiçbir şey deme anne! Her şey para demek değil. Sevgi önemli. Zeynep biliyor benim hayat standartlarımı. Bir memur ailesinin çocuğu olduğumu biliyor. Bunlar engel değil.
Yaşlı kadın bir şey söylemedi. Yerinden kalktı yavaşça. Bacakları ağrıyordu.
- Haydi bir banyo yap. Isıttım banyoyu sana. Güzelce yıkan, yorgunluğun gider. Sonra da ılık bir bardak süt içer, yatarsın. Dinlen oğlum.
Ozan ne yorgunluğunu hissedecek durumdaydı ne de annesinin sesinin tonundaki tedirginliği. Mutluluktan uçuyordu o. Banyoya girip çıktıktan hemen sonra odasına çekildi. Münevver Hanım yalnız kalmıştı oturma odasında. İçindeki sebebini bilmediği kuşkulardan kendini arıtmak istiyordu. Tuhaf bir tedirginlik kemiriyordu yüreğini. Oysa evladının sevgiyi tatmasını, o duyguyu yaşamasını olumsuz karşılayacak bir anne değildi. Korkuyla mırıldandı kendi kendine:
- Allah’ım, hakkımızda hayırlısını ver... Oğlumu kötülüklerden koru ya Rabbi...
Uykusu kaçmıştı. Pencerenin kenarına oturdu. Cemile Hanımın anlattıkları geldi aklına. O da zengin bir ailenin oğlunu sevmişti. Bütün suçu buydu.
- Etkilendim herhalde ben anlatılanlardan. Daha ortada bir şey yok. Gelir geçer belki bu duygular... diyerek rahatlamaya çalıştı. Sabah ezanı okunurken hâlâ pencerenin önünde oturuyordu...


ARKASI YARIN..........................NETTEN ALINTIDIR
 
Genç kızın huzurunu kaçırmak istemiyordu

Zeynep salona girince Asuman Hanım ayağa kalktı: - Hoş geldin güzelim benim, nasıl geçti bakalım gezi?
Genç kız sarıldı halasına:
- Harikaydı halacığım, çok eğlendik, öyle güzel vakit geçirdik ki...
Halasının kollarından sıyrılıp babasına doğru ilerledi:
- Merhaba babacığım. İzin verdiğiniz için teşekkür ederim size. Sayenizde çok hoş iki gün geçirdim.
Kerim Beyin kaşları çatıktı. Hafifçe başını salladı. Sonra kitabını indirerek gözlüklerinin üzerinden baktı genç kıza. Sorgular gibiydi bakışları:
- Kimler vardı bu gezide?
Zeynep şaşırmıştı:
- Bizim sınıf baba. Bizim sınıftan arkadaşlar. Bir de asistanımız kendi eşiyle birlikte geldi. Başka kimse yoktu. Bir şey mi oldu?
Kerim Bey toparlandı:
- Hayır kızım, sadece sordum. Eğlendiğine sevindim. Şimdi ben yatacağım, herkese iyi geceler.
Asuman Hanım ve Zeynep saygıyla kenara çekilip Kerim beyin geçmesine izin verdiler. O salon kapısını kapatır kapatmaz Zeynep telaş ve heyecanla atıldı:
- Hala sana anlatacağım çok önemli şeyler var... İnanamayacaksın...
Asuman Hanım çok sevdiği yeğeninin elinden tutup koltuklara götürdü:
- Anlat bebeğim, dinliyorum seni...
Zeynep başını ve omuzlarını kaldırdı. Hafifçe boğazını temizledi ve halasının gözlerinin içine baktı:
- Hayatımda biri var artık hala.
Asuman Hanım iliklerine kadar titrediğini hissetti. Kerim Beyin birkaç saat önceki sözlerini hatırlayarak ürpermişti. Gözlerini kıstı, iyice yaklaştı yeğenine:
- Kim bu Zeynep?
- Ozan! Ozan isminde bir çocuk. Bizim sınıftan. O kadar efendi, o kadar terbiyeli bir çocuk ki hala... Çok da yakışıklı. Annesi öğretmen. Babası yok. Ana oğul oturuyorlar. Bir memur ailesi yani ama ne önemi var ki...
O kadar hızlı konuşmuştu ki nefessiz kaldığını hissetti, duraklayıp derin bir soluk aldı:
- Halacığım çok mutluyum. Ne zamandır aklımı kurcalıyordu bu çocuk. Onun yanında kendimi bir tuhaf hissediyordum. Gözlerim sürekli onu takip ediyor, beynim ne yaptığını inceliyordu. Bunun adının ne olduğunu hiç düşünmemiştim. Bana açıldı bu gezide. O zaman anladım ki ben de hiç boş değilim ona karşı. Hatta çok seviyorum bile diyebilirim. Ne muhteşem bir duygu bu halacığım... Ayaklarım yere basmıyor sanki... Göklerde uçuyor gibiyim. Hayatımda bu kadar huzurlu, bu kadar keyifli hiçbir dakikam olmamıştı. Ozan’la birlikte olmak kadar muhteşem bir şey yok.
Asuman Hanım birkaç saat önce Kerim Beyin söylediklerini nakletmedi Zeynep’e. Onun huzurunu kaçırmak istemiyordu. Ama içinde beliren tedirginlik ve önsezileri Zeynep’in bu ilişkiden kaynaklanan mutluluğunun çok uzun sürmeyeceğini söylüyordu. Endişeyle dudaklarını ısırdı.
 
“Başından anlat bana her şeyi!”

Halil Ünal sıska denecek kadar zayıf bir adamdı. Küçük gözleri insanı ürkütecek kadar çiğ mavi renkteydi. Garip bir adamdı. On iki yaşındayken sokaklara düşmüştü. Otuz iki yaşındaydı ve hiç evlenmemişti. Hayatını gizli ve karanlık işler yaparak sürdürüyordu. Hiç arkadaşı yoktu. O sadece kendisine ihtiyaç duyulduğu zaman ortaya çıkar, büyük bir titizlikle kendisine verilen işi yapar ve parasını alıp yeniden kayıplara karışırdı. Kerim Beyin el altından çevirdiği bütün işlerin kotarılıp bitirilmesinde Halil de vardı...
Arabasını çalıştırıp gaza yüklendi. Ozan evinin kapısından girdikten bir iki dakika sonra beyaz arabasını evin karşı kaldırımına çekmiş, dikkatle çevresini incelemişti. Saatine baktı. Gece on bire geliyordu. Burada durmasının bir anlamı olmadığını düşünerek hareket etti. Artık işe nereden başlayacağını biliyordu. Ertesi sabah Ozan okula gitmek için kapıdan çıktığı zaman on beş yirmi metre ileride park etmiş olan beyaz arabanın dün Uludağ’dan beri peşinde olan araba olduğunu fark etseydi herhalde şu anda olduğu kadar rahat olamazdı. Üniversiteye kadar ardından gitti genç adamın. O okula girdikten sonra kendine ait yöntemlerle Ozan hakkında bilgi toplamaya başladı. Bunu o kadar profesyonelce yapıyordu ki, ulaşılması imkansız gibi görünen bütün bilgilere iki saat içinde ulaşmıştı bile. Üniversiteden ayrılıp yeniden Kocamustafapaşa’ya dönmüş genç adamın ev çevresinden de bilgiler almıştı. Bir sokak büfesinin önünde durup iri bir sandviç yaptırdı. Direksiyonda karnını doyurduktan sonra Kerim Beyin fabrikasına doğru yola çıktı. Görevini başarıyla tamamlamış olmanın verdiği rahatlıkla kapıdan içeri girdi. Güvenlikteki bekçiye Kerim Beyi görmek istediğini söyledi. Biraz sonra fabrikanın idare binasında iri adımlarıyla ilerliyordu. Kerim Bey sekreterinden Halil’in geldiğini duyunca ayağa kalktı ve onu kapıda karşıladı. Tokalaştılar.
- Seni dinliyorum Halil? Başından anlat bana her şeyi...
Halil çizgi haline gelen gözleriyle ofisi süzdü. Sonra garip bir şekilde dudaklarını öne doğru uzattı:
- Kızınız Uludağ’a hareket ettiği andan itibaren bu genç adamın yanındaydı. Oraya vardıktan sonra ilk akşam çok geç vakte kadar ikisi baş başa lobideki kafeteryada oturdular. Ertesi gün de daha samimi bir hava içindeydiler. Bütün gezi boyunca yan yanaydılar. Belli ki duygusal bir bağ var aralarında.
Kerim Bey yüzünü buruşturdu. Şakaklarındaki damarlar atmaya başlamıştı:
- Kimin nesi bu adam?
- Kocamustafapaşa’da oturuyor. Emekli bir öğretmenin oğlu. Bir anası var. Babası ölmüş. Adı Ozan Akdoğan. Orta halliden daha alt seviyede bir hayatları var. Ama çevresinde iyi tanınan bir çocuk. Kızınızla aynı sınıfta okuyor. Okul hayatı başarılı. Annesi de zararsız bir kadın. Annesinin adı Münevver. Ozan Akdoğan tek çocuk. Ev kendilerinin. Ulaşabildiğim bilgiler bunlar.
Kerim Bey dişlerini sıktı:
- Kocamustafapaşa dedin değil mi? Tam adresleri ne?
Halil evi tarif etti. Kerim Beyin rengi sapsarı olmuştu ama duygularını saklamaya çalışıyordu...
 
“Zeynep’e engel olmalıyım!..”

Kerim Türkmen ceviz masasının çekmecesinden sarı kalın bir zarf çıkartarak uzattı Halil’e. Sıska adamın renksiz yüzünde bir gülümseme belirdi. Dudaklarını diliyle ıslatarak uzanıp aldı zarfı. Küstahça tavırları vardı. Zarfın içinde parlayan bir demet banknotu elleriyle adeta okşadı. Sonra karşısındaki adama döndü:
- Devam edecek miyiz?
- Evet, edeceksin. Gözün kızımın ve bu adamın üstünde olacak. Eğer bir gün kızım onların evine giderse mutlaka bana haber vereceksin anında. Şimdi gidebilirsin.
Halil başını hafifçe eğerek külhani bir selam vererek çıktı odadan. O çıkar çıkmaz Kerim Beyin yüzü değişti. Öfkesi gözlerinde yanıp sönen şimşeklerden anlaşılabiliyordu. Kendi kendine konuştu:
“Kocamustafapaşa ha? Tarif ettiği yer aynı yer. Bu çok tehlikeli. Hem de çok tehlikeli!..”
Hemen telefona sarıldı. Avukatı Turgay Şenol’u arıyordu. Birkaç dakika sonra karşısındaydı avukat:
- Emredin Kerim Bey. Eğer bakıcıyı soracaksanız bugün öğleyin halloluyor o mesele...
Kerim Bey onun daha fazla konuşmasına müsaade etmeden atıldı:
- Hayır, hemen ofisime gel Turgay Bey... Yüz yüze konuşmamız lazım.
Başka bir şey söylemeden telefonu kapattı. Arkasına yaslanarak düşünmeye başladı. Bunca sene bir pürüz çıkmadan işlerini halletmiş, başka insanların hayatını onların olurunu bile almadan kendi isteğince yönlendirebilmişti. Ama belki milyonda bir olan ihtimaller şimdi karşısındaydı.
“Buna engel olmalıyım! Zeynep’e engel olmalıyım!..”
Yarım saat sonra avukatı karşısındaydı. Heyecanlı ve merak içindeydi adam.
- Emredin Kerim Bey?
- Turgay, Kocamustafapaşa’daki ev derhal boşaltılacak. Başka bir yerden, daha uzak bir semtten bir ev tutulsun. Cemile Hanımı oraya taşıyın. Bakıcı işi de hemen halledilsin ama bakıcıya karar verdiğin anda ben bizzat konuşmak istiyorum onunla.
- Bugün öğlenden hemen sonra bir aday gelecek efendim. Ben bir kere görüştüm ve beğendim. Emrederseniz bugün getiririm kendisini.
Kerim Bey başını salladı:
- Tamam hemen getir.
Sonra çatık kaşlarla baktı avukatın yüzüne:
- Bu ev meselesini de derhal hallet. Şu anda oturduğu semtin tamamen uzağında bir ev bul. Evden taşınılana kadar da nereye gidileceğini kimseye söyleme. Ne bakıcı ne Cemile Hanım bilmeyecek.
Turgay bey alnında biriken terleri beyaz mendiliyle sildi:
- Emredersiniz efendim. Hemen bugün hallederim.
- Eğer paraya ihtiyaç olursa muhasebeye emir vereceğim, istediğiniz miktarı alabilirsiniz. Sınırı yok!
Turgay Şenol buna daha çok memnun olmuştu ki sırıttı:
- Hallederim efendim.
- Şimdi gidebilirsiniz. Öğleden sonra bakıcıyı bekliyorum.
Avukat geri geri giderek çıktı. Kerim Bey biraz rahatlamış görünüyordu. İyi bir karar verdiğine inanıyordu...
 
Gözlerinin altı hafifçe şişmişti

Zeynep kahvaltıya indiği zaman dinlenmiş görünüyordu. Yaşadığı sevginin coşkusu gözlerine vurmuş, yeşil gözleri sevinç ve mutlulukla ışıldamaya başlamıştı. Asuman Hanım bordo renkli ipekli sabahlığının önünü örttü Zeynep’i görünce, kuşağını bağladı ve sofraya geldi:
- Ben seni bekledim. Hala-yeğen kahvaltı ederiz diye düşündüm.
- İyi etmişsin halacığım. Seninle her şeyi paylaşmayı seviyorum biliyorsun.
Asuman Hanım gülümsedi. Yüzünde bir tedirginlik vardı. Gözlerinin altı hafifçe şişmişti. Bunun nedeni ise bütün gece uyku uyuyamayıp sabaha kadar yatağının içinde dönmesiydi.
- Zeynep, vaktin varsa konuşalım istedim aynı zamanda...
Genç kız merakla baktı halasının yüzüne:
- Hayırdır halacığım, bir şey mi oldu?
- Şu arkadaş meselesi... Baban duyarsa tepkisini biliyorsun değil mi? Ona karşı çıkamazsın.
Zeynep sofraya oturmuştu. Kaşları çatıldı. Yavaş yavaş karıştırdığı çayından bir yudum aldı, sonra kararlı bir şekilde halasına döndü:
- Babamın artık benim hayatımın bazı kesimlerine müdahale etmede bir sınır olması gerektiğini sanıyorum halacığım. Bana kimi sevmem, kimi sevmemem gerektiğini de o söyleyecek değil sanırım.
Asuman Hanım dudaklarını ısırdı:
- Babanın bunu kabul edeceğini sanmıyorum. Senin üzülmeni istemiyorum bebeğim. Bütün endişem senin üzülmen. Ama görünen köy de kılavuz istemiyor. Baban bunu asla kabul etmez.
Zeynep bir lokma ekmek attı ağzına. Yüzündeki ifade ciddiydi. Lokmasını yuttuktan sonra halasına baktı:
- O zaman bir karar verir. Ya beni tercih eder ya da kendi doğrularını... Bu kadar basit.
Asuman Hanım irkilerek baktı genç kıza:
- Zeynep neler söylüyorsun sen?
Genç kız öne doğru eğildi:
- Bak hala... Babamın senin hayatında ne kadar etkili olduğunu görüyor ve biliyorum. Kim bilir neler yaşadın. Kabullenmişsin. Bana çok samimi söyle, böyle mi olmasını isterdin hayatının?
Asuman Hanım ne diyeceğini şaşırmıştı. Yıllar öncesine gitti bir anda. O deliler gibi sevdiği genci hatırladı. Ne kadar gözyaşı dökmüştü onun ardından. Ondan sonra da kimse girmemişti hayatına. Onunla bir ömür geçirmeyi planlamışlar ama her zamanki gibi Kerim Bey engeline takılmışlardı. Kerim Bey bu ilişkiye asla müsaade etmemiş, genci kurumuna şikayet ederek bulundukları şehirden çok uzaklara gönderilmesine sebep olmuştu. Asuman Hanım buna engel olamamış, kararlı duramamış, sevgisine sahip çıkamamıştı. Boyun eğmişti çaresiz. Bu hayatında hiç kimsenin bilmediği bir olaydı. Zeynep onun gözlerinin içine sorgular gibi bakıyordu:
- Cevap bekliyorum hala!
Asuman Hanım üzgün bir şekilde yere baktı. Verecek cevap bulamadığı belliydi. Neden sonra fısıldadı:
- Ben hiçbir şeyi istediğim gibi yaşamadım ki!..
 
Yıllardır hiçbir haber yoktu!

Zeynep halasına acıyarak baktı. Onun sağlam duruşunun altında ne büyük acılar olduğunu anlayabilecek kadar zeki bir kızdı. Asuman Hanımın hayatının ayrıntılarını bilmemesine rağmen tüm hayatı boyunca babası tarafından ezildiğini fark edeli uzun yıllar olmuştu. Ona olan sevgisinden dolayı babasına kızıyor, insanların hayatına bu şekilde müdahale etmesini asla onaylamıyordu.. Yerinden kalkıp halasının boynuna sarıldı:
- Seni üzmek istemedim kraliçem... Yalnız şunu bil ki babam üzülecek... Çünkü Ozan iyi bir genç. Hem, henüz ortada bir şey yok... Geleceğe yönelik bir şeyler konuşmak için erken daha biliyorum. Ama olmaz değil.
Asuman Hanım dolu dolu olmuş gözlerini kaçırıyordu Zeynep’ten. Fısıldadı:
- Sevgine sahip çık o zaman prensesim... Tek arzum senin mutlu olman... Kaderin bizlere benzemesin..
Zeynep durakladı:
- Bizlere mi? Bizler dediğin kim hala?
Asuman Hanım irkildi. Ağzından farkında olmadan bir tek kelime sevdiği insanların hayatlarını alt üst edebilirdi:
- Lafın gelişi öyle konuştum canım.
Zeynep üzerinde durmadı bu hatanın. Kitaplarını alıp halasını öptü ve okula gitmek üzere evden çıktı. Asuman Hanım bir bardak çay alıp pencere kenarındaki fiskos koltuğuna gitti. Günlük gazeteler sehpanın üzerinde duruyordu. Canı hiçbir şeye bakmak istemiyordu. Beynini kemiren düşüncelerin içinde boğuşuyordu... Selim ağabeyi geldi aklına. Yıllar önce deliler gibi sevdiği insandan ayrılmak zorunda kalmış, buna engel olamamış, yitirdiği sevgisinin ardından alıp başını gitmişti. Yıllardır ne bir haber, ne bir iz vardı kendisinden. Kaç kişinin hayatı allak bullak olmuştu. Bütün sebep Kerim ağabeyinin doğrularına ters düşen bir sevgi olmasıydı. Şimdi aynı şeyler canından çok sevdiği yeğeninin başına gelecekti. Biliyordu ki Kerim Türkmen böyle bir beraberliğe asla izin vermez... Bunu engellemek için bütün gücünü kullanırdı. O güce karşı koyabilmek yürek ister, cesaret isterdi. O kadar güçlüydü ki...
“Zeynep’i korumalıyım... Onun yanında olmalıyım!..”
Birden düşünceleri Cemile’ye kaydı:
“Zavallı Cemile... Bütün suçun Selim ağabeyimi sevmendi... Neden? Şimdi tekerlekli sandalyeye mahkum bir şekilde, canından kanından uzakta, öylesine yaşıyorsun. Ne günahın vardı ki senin?..”
Bunca sene içinde bir kere bile görmemişti Cemile Hanımı. Yasaklanmıştı görüşmesi. Onun hayatının dört duvar içinde prangalı bir mahkum gibi geçtiğini biliyordu. Buna karşı çıkma cesaretini asla gösterememişti. Bir kere bile ağabeyinin karşısına dikilip “ama” diyememişti. İçini çekti. Selim ağabeyini düşündü. Kim bilir neredeydi? Yıllar önce yıkılmış bir şekilde uzaklaşmıştı hayatlarından. Yaşayıp yaşamadığından bile haberleri yoktu. Kerim Bey, Selim’in evden gittiği günden sonra haftalarca odasından dışarı çıkmamıştı. Ama bunca sene zarfında da bir kere bile onun bahsini geçirmemişti. İçini çekti:
“Aynı şeyi şimdi onun kızına yaşatacaksın Kerim Türkmen!..” >
 
“Her şeyden haberim olacak!”

Kerim Bey, sekreter kızın odasının kapısını hafifçe vurup başını içeri uzatmasıyla toparlandı. Odasında bir şeyler atıştırmıştı öğlen. Daha sonra ayaklarını uzatıp koltuğunda hafifçe kestirmişti. Sekreter kız gülümsedi:
- Avukat Turgay Bey geldiler efendim. Yanındaki bayan sizinle görüşecekmiş.
Başını salladı asık bir suratla:
- Gelsinler...
Turgay Bey her zamanki telaşlı haliyle odaya daldı:
- Bakıcıyı getirdim beyefendi... İşte...
Yanında otuz yaşlarında balık etinde orta boylu bir bayan duruyordu. Yusyuvarlak bir yüzü, gri renkli iri gözleri vardı. Siyah saçlarını geriye doğru taramış, böylece de geniş alnı iyice ortaya çıkmıştı. Turgay Bey devam etti:
- Adı Suzan... Elinde güzel referansları var. Sağlık mektebi mezunu. Hasta bakımında profesyonel...
Kerim Bey avukatın uzattığı referans kağıtlarına gelişigüzel göz gezdirdikten sonra eliyle koltuğu işaret ederek mırıldanır gibi:
- Buyurun oturun hanımefendi... dedi. Sonra avukata döndü:
- Sen gidebilirsin Turgay Bey, ben yalnız konuşacağım...
Turgay Bey şaşkınlıkla bir ona bir de kadına baktı. Yapılacak bir şey olmadığını bildiği için boyun eğdi:
- Baş üstüne efendim, dışarıda bekleyeyim mi?
- Gerek yok, bürona dönebilirsin. Ben Suzan Hanımı arabayla gideceği yere gönderirim.
Avukat odadan çıktıktan sonra ellerini masanın üzerinde birbirine kenetleyerek kadına baktı:
- Turgay Bey yapacağınız işi anlatmıştır size.
Kadının mekanik bir ses tonu vardı:
- Anlattı efendim.
Kerim Bey arkasına yaslandı. Sağ elinin parmakları masanın üzerinde tempo tutuyordu:
- Benim istediğim başka bir şey...
Derin bir nefes aldı ve devam etti:
- Bakıcılığınız sizin işiniz. O konuda ne yapacağınızı ben bilemem. Ben sizden ilk olarak hiçbir şeyi sorgulamamanızı istiyorum. Soru sormak yok. Bu bir. İkincisi görev yapacağınız yere gelen giden her kimse, kapıcı, bakkal, satıcı dahil bilmek istiyorum. Anında benim haberim olacak. Bakacağınız insan size bir şeyler anlatmaya kalkarsa yorum yapmadan dinleyip, anlattığı her şeyi kelimesi kelimesine bana nakledeceksiniz. Bu anlaşmamızdan sizden ve benden başka kimsenin haberi olmayacak. O evde benden habersiz sineğin dahi uçmayacağını bilmenizi istiyorum. Eğer bana iletilemeyen bir tek şey yakalarsam işinize derhal son verilir. Size avukatımın söylediği ücretin daha fazlasını vereceğim. Her türlü ihtiyacınız karşılanacak. Ayrıca eve gelecek yabancı bir insanla bakacağınız kişinin yalnız konuşmasına asla izin vermeyeceksiniz. Sizden habersiz hiçbir kelime edilmeyecek. Siz de bana ileteceksiniz. Anlaştık mı?
Suzan şaşırmış ama karşısındaki adamın sert ifadesinden ve belirgin otoritesinden çekinmiş, hatta ürkmüştü:
- Peki efendim. Nasıl emrederseniz!..
 
Cemile Hanım birden irkildi!..

Avukat Turgay Bey, ter içindeki alnını beyaz mendiliyle silerek arabasının kapısını kilitledi. Suzan Hanım ise etrafına bakınıyordu. Cemile Hanımın oturduğu evin dar sokağına park etmişlerdi arabayı.
- Buradan Suzan Hanım... Şu karşıki apartman.
Birlikte yürüdüler. Az sonra misafirlere kapıyı açan Asiye tedirgin gözlerle süzdü Suzan’ı. Fısıldar gibi konuştu. Sesinin tonundan olanı biteni anladığı farkına varılıyordu:
- Hoş geldiniz. Cemile Hanım içeride avukat Bey...
Turgay Bey hiç yüz vermeden oturma odasına geçti. Cemile Hanım her zamanki gibi pencerenin kenarında, tekerlekli sandalyesinde oturuyordu. Gelen misafirlere donuk bir bakış fırlattı.
- Nasılsınız Hanımefendi? Size yeni haberlerim var...
Bir sandalye çekip kadının karşısına oturdu. Suzan ise ayakta bekliyordu. Avukat Turgay Bey neden sonra onu tanıştırmadığını hatırlayarak ayağa fırladı:
- Ah, önce size yeni bakıcınızı tanıştırayım. Adı Suzan. Bundan sonra sizden o sorumlu olacak. Asiye Hanımın görevine son verildi.
Asiye kapının ağzında durduğu için bu kararı duymuştu. Suratını buruşturdu. Tiz bir sesle bağırdı:
- Biliyordum zaten... Ben de bıkmıştım. Kolay mı sanıyorsunuz üç kuruş parayla sakat bir kadına bakmak... Ama tazminatımı isterim. Bir kuruşumu bırakmam elinizde...
Turgay Bey sakin bir şekilde döndü:
- Gereken ödemeniz derhal yapılacak Asiye Hanım. Şimdi eşyalarınızı toplayın lütfen.
Cemile Hanım sessizce dinliyordu olanları. Hayatının hiçbir saniyesinde kendi inisiyatifini kullanma hakkı yoktu. Bir insanın yaşaması için gereken özgüveni elinden alınmış, bir robot haline sokulmuştu. Gücü yetmiyordu karşı çıkmaya. Eli kolu, bacağı tutmadığı için, kendine fizîken yetemediği için yapacak başka şey bulamıyordu. Asiye kızgın bir şekilde söylenmeye devam ederek odadan çıktı. Suzan ise merakla etrafını süzüyordu. Turgay Bey devam etti:
- Suzan Hanım hasta bakımı konusunda ehliyetli bir insan. Eminim daha rahat edeceksiniz. Asiye Hanımdan sıkıntınız olduğunu fark ediyordum. Diğer bir konuya gelince, beyefendi sizin için daha uygun, daha havadar ve daha rahat edeceğinizi umduğu yeni bir ev temin etti. Önümüzdeki hafta taşıyacağız sizi oraya. Artık bu dar ve karanlık evden kurtulacaksınız.
Cemile Hanım irkildi. Dudaklarını kıpırdattı yavaşça. Boğuk bir sesle fısıldadı:
- Ben evimden ayrılmak istemiyorum.
- Benim yapabilecek bir şeyim yok hanımefendi. Beyefendinin emri bu! Eviniz hazırlandı. İnanın daha huzurlu ve rahat olacaksınız. İstanbul’un en mutena semtlerinden birinde yeni eviniz. Bostancı’da. Deniz görüyor. Daha aydınlık. Pazartesi günü ise doktor kontrolünüz yapılacak. Ben arabayla gelip sizi götüreceğim. Şimdilik bu kadar. Suzan Hanım hemen işe başlıyor. Sizin bir emriniz var mı?
Cemile Hanım çaresiz gözlerle yeni bakıcıyı süzdü. Onun birbirine bitişik kaşları, sert ifadesi tedirgin etmişti hasta kadını. Yavaşça kafasını iki yana salladı:
- Ne isteyebilirim ki?.. Hayatım hakkında her şey yazılıp çizilmiş...
 
Suzan, bilmiş bir tavırla çıktı odadan

Turgay Bey gittikten sonra Suzan hemen Cemile Hanımın ilaçlarını kontrol etti. Kadının tansiyonuna baktı ve madeni bir sesle sordu:
- Ne zaman yemek istersiniz hanımefendi?
Cemile içini çekti. Başını iki yana salladı:
- Aç değilim... diye fısıldadı.
- Ama yemek zorundasınız... İlaçlarınızı içmek için karnınızın tok olması gerekiyor. Bu konuda itiraz etmeyin. Ben ne zaman yiyeceğinizi sordum. Yemek yemek isteyip istemediğinizi değil!
Cemile Hanım şaşırmıştı. Hafifçe inledi. Suzan bilmiş bir tavırla odadan çıktı. Bundan sonra görev yapacağı yeri tanımak niyetindeydi. Cemile Hanım odada yalnız kalınca gözlerinden süzülen damlaları sağlam eliyle sildi. İçi acıyordu. Yeni bir cenderenin içine girdiğini fark edebiliyordu. Burada hiç olmazsa arada bir ziyaretine gelen Münevver Hanım vardı. O kadının dostluğuna güveniyor, hoşlanıyordu. Senelerdir ilk defa sırrını paylaştığı insandı. Ondan ayrılıyor olmak üzmüştü hasta kadını. Oysa bir şey fark etmiyordu onun için ev değiştirmek. Bir hapishaneden başka bir hapishaneye naklolmak gibi bir şeydi. Ölene kadar hayatının bu minval üzerinde gideceğini biliyordu. Kafasının içinde çözüme kavuşmamış bir sürü şey, yüreğinde senelerdir kendisinin bir parçası gibi yaşayan özlemleri vardı. Kendisini bir insan gibi değil, bir eşya gibi hissediyordu. Hiç kimse onun ne düşündüğünü, nasıl duygular içinde yoğrulduğunu bilmiyordu. Kızının özlemi yakıyordu yüreğini. Yirmi bir sene geçmişti üzerinden. Bir kez bile görmediği evladının şimdi nasıl birisi olduğu, neler yaptığı, ne sevdiği, ne sevmediği hakkında en ufak bir bilgisi dahi yoktu. Onu bir kez görebilmek için sağlam olan bütün organlarını gözünü kırpmadan feda edebilirdi. Hayatında yarım kalmış bir sürü şey vardı. Suzan’ın odaya girişiyle düşüncelerinden sıyrıldı.
- Size çorba yapıyorum. Bir de salata. Başka bir emriniz var mı?
Başını iki yana salladı “hayır” anlamında. Derin bir nefes aldı:
- Bir şey rica edeceğim.
- Buyurun?
- Yan apartmanın katında bir komşum var. Münevver Hanım. Sesleniverseniz de gelse...
Suzan başını kaldırdı. Bir an düşündü. Kerim Beyin direktifleri gelmişti aklına:
- Bu konuda size yardımcı olamam. Beyefendi kimsenin bu eve gelip gitmesini istemiyor. Bu konuda kesin talimatları var. Kusura bakmayın.
Cemile Hanım hayretle baktı kadına. Sesini çıkartmadı. İçindeki nefretin büyüyüp taştığını hissetti. Bu haksızlık karşısında çaresiz kalmak kadar acı bir şey yoktu. Sandalyesine dayandı. Dudakları titriyordu. Suzan onun halini görünce yüzünü buruşturdu. Acımıştı kadına. Fısıldadı:
- Bir seferlik çağıracağım. Ama ne olur beni de anlayın. İşimi kaybetmek istemiyorum.
Başka bir şey söylemeden evden çıktı. Cemile Hanım içinin titrediğini hissediyordu. On dakika sonra kapının açıldığını duydu. Münevver Hanım telaşla girdi içeriye:
- Ne oldu kardeşim, beni istemişsin?
Cemile Hanım acınacak bir halde baktı komşusuna. Bakışlarıyla yalvarıyordu sanki...
 
Gücenmiş gibi surat astı genç kız!..

Zeynep üniversitenin kapısında bekleyen Ozan’ı görünce adımlarını sıklaştırdı. Genç adamın yanına geldiği zaman gülümsüyordu:
- Geç kaldım değil mi? Trafik o kadar yoğundu ki... Nasılsın canım?
Ozan sevgiyle baktı genç kıza:
- İyiyim canım, sadece seni özledim. Anneme bahsettim senden. Bir gün tanıştırmak isterim...
Zeynep kızardı. Telaşla bağırdı:
- Annenle mi? Ben utanırım Ozan!
Delikanlı genç kıza doğru eğildi:
- Ne var utanacak? Senin benim gibi bir insan annem de. Görsen çok olgun, çok aklı başında bir insandır anam... Çok anlayışlıdır. Çok sevecendir.
Zeynep dudaklarını ısırdı:
- Ne dedi duyunca?
Ozan başını kaldırıp gözlerini kısarak ileriye baktı:
- Biraz telaşlandı. Sebebi sen değilsin, sadece ailelerimiz arasındaki sosyal farklılık endişelendirdi onu. Bunda da haklı olduğunu düşünüyorum. Sen benimkinden farklı bir hayatın içinde büyüdün Zeynep. Ben sana alıştıklarını verebilecek miyim bilemiyorum.
Zeynep gücenmiş gibi suratını astı:
- Sen hayatta her şeyin sadece para olduğunu mu düşünüyorsun Ozan? Eğer böyle düşünüyorsan benim tanıdığım Ozan değilsin demektir. Bence önemli olan şey huzur... Bu da karşılıklı sevgiyle oluşur. Anlayışla oluşur. Benim malda mülkte gözüm yok! Yeter ki sevdiğim insanla huzurlu bir hayatım olsun.
Ozan içi titreyerek baktı genç kıza:
- Bunları sana verebilirim işte...
Zeynep kıkırdadı:
- Biliyorum...
Birlikte içeri girdiler. Eğer dönüp arkalarına dikkatle baksalardı uzun boylu, sıska bir adamın dikkatle kendilerini takip
ettiğini fark edebilirlerdi. Uludağ’daki gezinin üzerinden bir hafta geçmişti. Bu bir hafta zarfında sanki uzun yıllar birliktelermiş gibi daha bir bağlanmıştı gençler birbirlerine. Ozan her zaman ilişkisinin ileriye dönük olduğunu söylüyor, Zeynep’le gelecek hayatını paylaşmak istediğini belirtiyordu. Onlar şimdiden, evlilik planları yapıyorlardı... Ama genç kız ne halasıyla yaptığı konuşmayı, ne de babasının tutumunu nakletmemişti genç adama. Onu tedirgin etmek istemiyor, saadetinin üzerine gölge düşmesini istemiyordu. Bu ilişkiyi mümkün olduğu kadar saklamayı planlıyordu. Biliyordu ki babası eğer duyacak olursa, engel olmak için elinden gelen her şeyi yapardı. Bu konuda nasıl acımasız bir insan olduğunu biliyordu Zeynep. Bazen babasının duygularının olmadığını düşünürdü. Sanki bir insanı insan yapan hislerin babasından kopartılıp alınmış olduğunu geçirirdi içinden. Öyle katı, öyle kesin, öyle sabit kuralları vardı ki, başka bir alternatif asla olamazdı onun için. Empati duygusundan yoksun, kendi kanunlarını oluşturmuş bir insandı Zeynep için Kerim Türkmen. Ama genç kız yine de seviyordu babasını...

ARKASI YARIN ...................NETTEN ALINTIDIR
 
Canimcigim ellerine kollarina saglik,allah razi olsun,burada okumak icin kitap bulamiyordum ilac gibi geldin canim,cok tesekkurlerr....
 
canım önemli değil ne demek aşağıdaki link tede bir hikaye var umarım onuda beğenirsin
 
Son düzenleme:
Asi(musadenle asi demek istiyorum)hikayelerin cok guzel,nereden buluyorsun bilmem ama ben senin basina belayim bundan sonra bunu bil,gecikmis mutluluklari cok merakla bekliyorum canim,emegine cok tesekkurler.
 
“Bir kez kızımı görebilseydim”

Münevver Hanım dikkatle dinliyordu hasta kadını. Onun konuşmasındaki güçlüklerden söyledikleri zor anlaşılıyordu. Ağlıyordu Cemile Hanım. Hem ağlıyor hem de artık buradan gideceğini anlatıyordu. Sonunda dayanamadı Münevver Hanım:
- Cemile, kardeşim, kim bu adam? Bana kim olduğunu söylemedin, ama dünyada bu kadar acımasız bir insan olabileceğine inanmak istemiyorum. Kim bu adam? Adı ne?
Cemile Hanım titredi. Yıllardır o ismi telaffuz etmediğini düşündü. Fısıldadı:
- Kerim Türkmen... Ünlü bir iş adamıdır. Duymuşsundur adını belki gazetelerden...
Münevver Hanım dudak büktü:
- Hiç yabancı değil isim ama bilirsin ben pek ilgilenmem başkalarının hayatlarıyla, yaptıklarıyla.. O nedenle bilmiyorum. Ama bu kadar zalim olunur mu? Bir insanın hayatı nasıl alınır elinden?
Cemile Hanım çaresizce baktı komşusuna:
- Bir kez kızımı görebilseydim... Onun neye benzediğini bilseydim....
- Ah kardeşim, keşke elimden bir şey gelse...
Bu sırada odaya giren Suzan’ı fark edince ikisi de sustular. Suzan tedirgindi. Yan gözle Münevver Hanıma baktı. Kadın hemen toparlandı:
- Neyse, ben kalkayım kardeşim, kendine dikkat et, sakın hastalanma... Her şey olacağına varır. Merak etme ben seni gittiğin yerde de bulur, gelirim.
Kapıya doğru ilerledi, Suzan’a
döndü:
- Teşekkür ederim Suzan Hanım. Cemile Hanım size emanet. Benim çok eski komşumdur kendisi. Çok severim. Zavallı kadın... Talihsiz işte...
Suzan hiç cevap vermedi. Daha ilk günden verilen emirlere karşı geldiği için tedirgindi. Sokak kapısına geldikleri zaman durdurdu Münevver Hanımı:
- Beyefendinin kesin emirleri var. Cemile Hanımın kimseyle görüşmesini istemiyor. Ama ben acıdım haline. Ne olur siz de bana anlayış gösterin. Bu ziyaret aramızda kalsın. Duyulmasın.
Münevver Hanım başını salladı:
- Ben tanımam beyefendiyi. Bilmem. Kimseye de bir şey söylemem. Ama günahtır zavallı kadına. İki laf edip ferahlıyor. Kendini yakın hissettiği tek kişi benim. Siz de ona anlayış gösterin.
Suzan’la aralarında sıcak bir duygu alışverişi olmuştu Münevver Hanımın. Elini kadının omzuna koydu:
- Sevaptır Suzan Hanım.
Kadının sert ifadesi kaybolmuştu. Gülümsedi:
- Biliyorum... Ben de ilk defa böyle bir şeyle karşılaştım inanın.
Münevver hanım veda ederek çıktı. Suzan kapıyı kapattıktan sonra odaya döndü:
- Şimdi yemek yersiniz herhalde...
Cemile Hanım minnetle baktı ona:
- Yerim Suzan Hanım....
Birbirlerine gülümsediler. Biraz sonra karşılıklı çorbalarını içiyorlardı...
 
Dalgın gözlerle süzdü etrafını!..

Havaalanında, gelen yolcu peronundaki insanlar yolcularını karşılamak için dikkatle çıkış kapısına bakıyorlardı. Yolcular teker teker kapıdan çıkıyorlar ve gözleriyle karşılarındaki kalabalığı tarayıp eğer yakınlarını görürlerse yüzlerinde beliren gülümseme ile o tarafa doğru yöneliyorlardı. Kapının ağzında beliren uzun boylu, koyu kumral tenli, yeşil gözlü adam hiç kimseyle ilgilenmeden doğruca çıkışa yürüdü. Çenesinde hafif bir çukurluk bulunuyordu. Sivri burnu köşeli bir yüzü vardı... Elindeki valizi, sırtındaki çantasıyla zor yürüyordu. Bir taksi çevirdi:
- Taksim... (.....) Oteli lütfen...
Şoför oldukça ballı bir iş almanın sevinciyle valizi bagaja yerleştirerek arabaya bindi, motoru çalıştırdı:
- Uzaktan geldiniz galiba...
Adam etrafına bakınıyordu. Hüzünlü gözlerle inceliyordu çevresini. Şoförün sorusunu duyamamış olduğu için kibarca sordu:
- Anlayamadım, özür dilerim, bir şey mi dediniz?
- Yolculuk uzundu sanırım, uzaktan mı geldiniz?
Adam hafifçe gülümsedi:
- Evet, çok uzaktan. Yeni Zelanda’dan geliyorum.
Şoför bir ıslık çaldı:
- Vay... Dünyanın öte tarafı... İstanbullu musunuz?
- Evet, aslen buralıyım. Ama uzun zamandır dışarıdaydım.
Şoför dikkatle durdu kırmızı ışıkta. Dikiz aynasından süzdü adamı:
- Uzun zamandır gelmediyseniz şaşıracaksınız.... Son birkaç senedir çok değişti İstanbul! Çok büyüdü. Bir hafta bile uzak kalsa insan dönünce hayretler içinde kalıyor. Öyle çabuk gelişiyor ki...
Adam dalgın gözlerle süzdü etrafını:
- Gerçekten çok değişmiş. Teknoloji ilerliyor, medeniyetler gelişiyor. Herkes artan ihtiyaçlara cevap vermek zorunda... Böyle hızlı bir gelişme kaçınılmaz...
- Doğru dedin ağabey... Çok kalabalıklaştı bu şehir. Ayrı bir memleket oldu sanki. Bir uçtan bir uca gitmek saatler alıyor, sanki şehirlerarası yol gider gibi. Kalacak mısın burada ağabey?
Bu meraklı şoförü sevecenlikle dinliyordu adam. Kırk beş yaşlarındaydı. Yüzünde yaşından fazla görünmesine sebep olan derin çizgiler oluşmuştu. Yeşil gözlerinde gizli bir hüzün var gibiydi.
- Kalacağım. Burada yapmam gereken işlerim var.
- Hayırlısı olsun ağabey... Sahil yolundan gidelim, etrafı gör, nasıl değişmiş bir bak bakalım...
Adam sesini çıkartmadı. Arkasına yaslanıp pencereden dışarıyı izlemeye başladı. Yıllar sonra vatanına dönmüştü Selim. Yirmi bir yıl önce çekip gittiği vatanına. Uzaklarda ayaklarının üzerinde durmayı becermiş, kendine yeni bir hayat kurmuştu. Hali vakti iyiydi. Bayan giyeceği üzerine çalışıyordu. İki tane satış mağazası açmıştı. Hiç evlenmemişti. Bunca senesini yüreğine gömmek zorunda kaldığı gizli sevgisiyle yaşamıştı. Sonunda dayanamamış, görülmemiş bir hesabı sonlandırmaya karar vermişti.
 
“Dualarını eksik etme benim güzel anam”

Ozan sabah kahvaltısını yaptıktan sonra aceleyle çıkmıştı evden. Gece, geç vakte kadar ders çalıştığı için sabah zor uyanmış, adeta koşturarak hazırlanmış, kahvaltı sofrasına bile tam oturmadan, ayakta bir şeyler atıştırmıştı. Münevver Hanım şikayetçiydi bu durumdan:
- Evladım, böyle ayakta yemek mi yenir, otur şurada doğru dürüst doyur karnını!
- Geç kaldım anne... Saat dokuzda okulda olmam gerekli. Bu dersi kaçıramam.
Münevver Hanım içini çekmişti. Ozan gülümsedi lokmasını çiğnerken:
- Zeynep’le konuştum anne, onu bir gün getireceğim sana, tanıştıracağım.
Başını sallamıştı yaşlı kadın:
- Beklerim oğlum, tabii ki getir, yalnız önceden haber ver ki bir şeyler hazırlayayım...
Ozan çayını adeta su içer gibi bir dikişte bitirdikten sonra annesini öpmüş:
- Haydi benim güzel anam, dualarını eksik etme diyerek fırlamıştı. Koşar adımlarla ilerliyordu durağa. İki veya üç dakika sonra otobüsü gelecekti. Tam bu sırada önüne çıkan siyah bir araba duraklamasına neden oldu. Öyle biçimsiz bir şekilde durmuştu ki. Şaşırmıştı Ozan. Yana kaydı bir adım. Arabanın sağından dolaşmak istedi ama ön kapıları açılan arabadan iri yarı iki adam inerek Ozan’ın karşısına dikildi. Delikanlı soru dolu gözlerle bakıyordu karşısındaki insanlara:
- Bir şey mi istediniz?
- Ozan Akdemir?
- Evet, benim?
Adam kolunu tuttu delikanlının. Arabaya doğru itekledi:
- Bizimle geliyorsun... Seninle görüşmek isteyen birisi var.
Genç adam şaşkınlıkla kurtulmaya çalıştı:
- Hey ne yapıyorsunuz? Bir dakika yahu! Nereye gidiyoruz? Benim okula yetişmem gerekli...
Adamlardan daha toplu olanı kapıyı açmıştı:
- Okulu bırak şimdi, bizimle geleceksin. Atla arabaya...
Ozan korktuğunu belli etmemeye çalışıyordu. Beyni süratle işlemeye başlamıştı. Etrafına bakındı. Adamların dediğini yapmaktan başka alternatifi yok gibi gözüküyordu. Çaresiz bindi arabaya. İki adamın da tekin insanlar olmadığını anlamıştı. Ama onu asıl şaşırtan ve meraklandıran şey bu insanların kendisinden ne istedikleriydi. Arabanın ön tarafına oturttular Ozan’ı. Şişman olan adam arkaya geçti. Ensesinde hissediyordu adamın soluğunu. Diğeri hemen motoru çalıştırdı. Hızlı bir manevrayla döndürdü otomobili. Sonra gaza yüklendi. Ozan dudaklarını ısırıyordu. Bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyor ama kurtulabilmesi için hiçbir pozisyon göremiyordu. İnsanca davranmaya karar verdi:
- Beni nereye götürdüğünüzü söyleyin bari...
Arkadaki adam sert bir cisimle omzunu itekledi:
- Çok konuşup soru sorma, gidince görürsün...
Araba TEM otoyolundan Küçükçekmece istikametine doğru ilerliyordu. Sonunda sağa kıvrıldı. Ozan hayatından görmemişti buraları. Büyük bir tesisin önünde durdu araba. Tabelada “Türkmen Plastik” yazıyordu...
 
“Zeynep’in etrafından çekilmek zorundasın!”

Tabelayı görünce Ozan’ın dudaklarında acı bir gülümseme belirdi. Yanındaki iki adamla birlikte arabadan inerek merdivenlere doğru yürüdüler. Bina üç katlı geniş bir binaydı. Girişin iki yanında uzayan koridorların her iki tarafında karşılıklı odalar vardı. Adamlar ise doğrudan karşıya, merdivenlere yöneldiler. İki kat çıktıktan sonra sağ tarafa döndüler. Bu kat diğer katlara benzemiyordu. Sanki daha özenle hazırlanmış, daha değişik dekore edilmişti. Koridorun iki tarafında büyük saksı çiçekleri vardı. Odaların kapıları maundu. Adamlardan iri yarı olanı kravatını düzelterek sağ taraftaki kapının önünde durakladı. Saçlarını iki eliyle bastırdı ve omuzlarını silkeleyerek oda kapısını çaldı. Başını içeriye uzatarak Ozan’ın tam duyamadığı bir şeyler mırıldandı. Sonra geri çekilip beklemeye başladı. Neden sonra yirmi beş yaşlarından sarı saçlı, oldukça şık giyimli genç bir bayan kapıyı açıp gülümsedi:
- Beyefendi bekliyor, girebilir...
Adamlar sırtından hafifçe ittirdiler genç adamı:
- Haydi bakalım, gir içeri!
Ozan etrafa dikkatle baktı. Geniş, aydınlık bir odaydı girdiği yer. Duvarda klasik Fransız ressamlarından birkaç örnek vardı. Burası sekreter hanıma aitti. Aynı odadan geçmeli bir başka oda daha vardı. Kapısı kapalıydı. Sekreter kız o tarafa doğru yürüdü:
- Buyurun buradan....
Kapıyı yavaşça açıp geri çekildi. Ozan tedirgin iki adım attı. Uzun bir masada oturan yakışıklı adamı görünce onun bakışlarının Zeynep’e ne kadar benzediğini düşündü. Kerim Bey odasına giren delikanlıyı gözlüklerinin üzerinden uzun bir süre süzdü. Ozan ise gözlerini hiç ayırmadan adama bakıyordu. Uzun süreli bir sessizlikten sonra Kerim Beyin tok sesi duyuldu:
- Seni buraya neden çağırttığımı biliyor musun?
Ozan hafifçe gülümsedi:
- Beni çağırtmadınız beyefendi, zorla getirdiniz... Eğer çağırsaydınız ben kendiliğimden gelirdim zaten. Ama bu geliş farklı, önce bunu ayırt edelim.
Bu direniş son derece küstahçaydı Kerim Türkmen’e göre. Sinirlenmişti. Birinci eksiyi kafasındaki haneye yazdı hemen.
- Sonuçta benimle karşı karşıyasın. Neden burada olduğunu biliyor musun?
Ozan omuzlarını kaldırdı:
- Hayır, bilmiyorum.
Kerim Bey arkasına yaslandı:
- Zeynep’in etrafından çekilmek zorundasın. Buraya getiriliş şekli de eğer istediğimi yapmazsan sana daha farklı davranabileceğimi anlaman içindi. Kızımdan uzaklaş!..
Ozan gözlerini kısarak baktı adama. Bu cesaretini sahip olduğu servetten aldığı mutlaktı.
- Kızınızdan uzaklaşma sebebim nedir beyefendi? Bizim sağlam bir arkadaşlığımız var. Sizi rahatsız eden nedir?
Kerim Bey sinirlenmişti. Dişlerini sıkarak ayağa fırladı. Yeşil gözleri öfkeden küçülmüştü!..
 
“Sana hayatı zindan ederim!”

Kerim Türkmen hiddetten kısılmış sesiyle bağırdı sağ yumruğunu masaya vurarak:
- Sana sebep söylemek zorunda değilim. Kızımdan uzak duracaksın yoksa sana hayatını zindan ederim. Zeynep’in çevresinde olduğunu duyduğum anda işin bitmiş demektir. Bunu yaparım delikanlı! Benimle aşık atamazsın sen. Ben böyle istiyorum...
Ozan da sinirlenmişti. Saygısızlık etmek istemiyordu ama bu fütursuz adama birkaç kelime söylemeden de rahat edemeyecekti. Kendinden emin bir şekilde başını geriye attı:
- Bunun kararını Zeynep verir beyefendi... Eğer benimle görüşmek istemeyen Zeynep olursa saygı duyar ve görüşmem!
Yutkundu, sakin bir şekilde ekledi:
- Söyleyecekleriniz bittiyse gitmek istiyorum. Zaten sizin bu hareketiniz yüzünden dersimden kaldım. Buna da ne kadar hakkınız olduğunu bir düşünün isterseniz... İyi günler...
Sert bir şekilde dönerek oda kapısına doğru yürüdü. Kerim Bey hiddetinden verecek cevap bulamamıştı. Ozan kapıdan çıkar çıkmaz telefona atıldı. Elleri titriyordu öfkeden:
- Halil, ben Kerim Türkmen... Sana söyleyeceklerimi çok iyi dinle şimdi...
***
Ozan dışarıya çıkar çıkmaz derin bir nefes aldı. Güneş bulutların arasından da olsa sıcaklığını hissettiriyordu. Kafasının içi karmakarışık olmuştu. Saatine baktı. Sadece ilk ders değil, ondan sonraki iki dersi de kaçırmıştı. Sıkıntıyla yüzünü buruşturarak otobüs durağına doğru ilerledi. Bulunduğu yerden okula gitmesi neredeyse bir saatten fazla sürerdi. Yapacak başka bir şey olmadığına göre beklemeye başladı. Yaşadıklarını Zeynep’le paylaşıp paylaşmamak konusunda kısa süren bir tereddüt yaşadı. Ama daha sonra kararını vermişti. Zeynep’e anlatacaktı olanları.
“Bilmesi gerekli!..” diye mırıldandı.
Bu nasıl bir babaydı böyle?!. Kendi annesini düşündü. Eğer ona ters gelen bir davranışta bulunsaydı Münevver Hanımın tarzı çok daha başka olurdu. Kerim Bey denen adam onun kim olduğunu, nasıl bir genç olduğunu bile bilmeden peşin bir hükümle cezasını kesivermişti beyninde. Bunun sebebinin genç adamın hali, tavrı, kişiliğiyle bir ilgisi yoktu. Onun kabullenemediği Zeynep’in hayatında bir insanın özel bir yeri olmasıydı. Bu kim olursa olsun Kerim Bey için fark etmeyecekti...
Ozan gelen otobüse bindiği zaman huzurunun iyice kaçtığı belliydi. Arka tarafa oturdu. Zeynep’i düşündü. Genç kızın kendisine ne kadar belli etmemeye çalışsa da babasından kaynaklanan huzursuzlukları olduğunu uzun zamandır farkındaydı. Hiç açık açık konuşmamışlardı ama onun bazı sözlerinden bu tedirginliği fark etmesi zor olmamıştı. Üniversitenin önünde indi otobüsten. İçeri girip amfinin kapısına geldiği zaman karşıdan Zeynep’in koşarak yaklaştığını gördü:
- Ozan? Neredesin? Nasıl merak ettim seni?
Gülümsedi genç adam.
- Konuşmamız lazım Zeynep, sana anlatacaklarım var!
 
Çaresizlik içinde etrafına bakındı...

Zeynep korkuyla baktı genç adamın yüzüne: - Ne oldu Ozan? Rengin çok kötü? Yoksa annene mi bir şey oldu?
Ozan başını iki yana salladı. Yakışıklı yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı:
- Hayır hayatım... Bugün zorunlu bir ziyaret yapmak mecburiyetinde kaldım. Sabahleyin önümü kesen iki tane haydut kılıklı adam beni zorla Küçükçekmece’ye götürdüler.
Zeynep şaşırmıştı. Yeşil gözlerini iri iri açarak baktı Ozan’a:
- Nasıl yani? Zorla mı? Yani!..
- Evet canım zorla... Koluma girip aynı filmlerdeki gibi beni arabaya bindirip götürdüler.
Zeynep duvar tarafına doğru çekildi. Sırtını duvara yasladı:
- Şunu başından anlat Ozan! Hiçbir şey anlamadım...
- Hayatım, anlatıyorum... Beni zorla arabaya bindirdiler önümü kesip. Bilmediğim bir yere götürdüler. Orada gittiğimiz yerin patronunun odasına soktular. Bu kimdi biliyor musun?
Zeynep yutkundu... Gözleri kısıldı. Akıllı bir kızdı zaten:
- Yoksa?...
Ozan gülümseyerek başını salladı:
- Evet baban!.. Senden uzak durmamı, yoksa bana dünyayı zindan edeceğini söyledi, tehdit etti.
Genç kız dudaklarını ısırarak başını önüne eğdi. Babasına duyduğu öfke yanaklarını pençe pençe kızartmıştı.
- Bunu nasıl yapar anlamıyorum! Benimle bir tek kelime bile konuşmadan, senin kim olduğunu bilmeden, aramızdaki ilişkinin sınırlarından haberi bile olmadan bu nasıl bir düşünce tarzıdır böyle? Ne yapmak istiyor bu adam? Of Allah’ım, nereden biliyor seninle arkadaşlığımı, nasıl haberi oluyor?
Ozan onu sakinleştirmeye çalışıyordu:
- Bir dakika, hemen feveran etme! Onun kendi doğruları var. Bunların dışından hiçbir şey kabul etmeyecek kadar sabit fikirlerle bakıyor hayata. Bunu aşarız Zeynep. Zaten ben de buna yalnızca ikimizin karar verebileceğini söyledim. Ancak sen istersen senden uzaklaşabileceğimi söyledim. Umarım anlamıştır.
Zeynep başını iki yana salladı:
- Onu tanımıyorsun Ozan...
Genç adam irkildi:
- Ne demek bu?
Genç kız yutkundu:
- Sana zarar verebilir Ozan... O zaman beni de kaybeder ama bu onun için çok önemli değil.
Delikanlı hayretle gülümsedi:
- Dağ başında mıyız Zeynep? Ne yapabilir ki?
Zeynep çaresizlik içinde etrafına bakındı:
- Bilmiyorum canım! İnan ki şu anda hiçbir şey düşünemiyorum. Nasıl yapar böyle bir şeyi anlayamıyorum.
İki genç birbirlerine baktılar. İkisini de gözlerinden karşılaştıkları durumdan ürkmüş oldukları belliydi...
 
X