Gecikmi mutluluklar (arkas yarn)

Vücudu külçe gibiydi zavallının

Kamyon kapının önüne park eder etmez avukat Turgay Şenol kendi arabasından inip apartman kapısından içeri daldı. Kapıyı açan Suzan’a:
- Nakliyecileri getirdim. Şimdi girip her şeyi toplayacaklar. Hiçbir şeye karışmayacaksınız... Onlar toplayıp, onlar yerleştirecekler. Biz hanımefendiyi hazırlayıp arabaya alalım sadece. Taşınıyoruz bugün...
diyerek etrafına bakındı. Suzan şaşkın bir şekilde başını salladı:
- Peki efendim. Şimdi hazırlarım hanımefendiyi...
Suzan telaşla gerisin geriye oturma odasına gitti. Canı sıkılmıştı. Kerim Beyin kendisini muhbir gibi buraya yerleştirmesinden sonra Cemile Hanımı tanıyıp onun ne denli acılar çektiğini bire bir öğrenmiş, bir türlü olanları içine sindirememişti. Münevver Hanım o günden sonra bir iki kere daha gelmişti oturmaya. Suzan da bu sohbetlerde yanlarında olmuş, Kerim Beyin ne kadar haksızca davrandığını anlamıştı. Ama yine de düşüncelerini avukat Turgay Beye belli etmemesi gerektiğine inanıyor, sanki onların tarafındaymış gibi görünüyordu. Cemile Hanım tekerlekli sandalyesinde oturmuş teyp dinliyordu. Münevver hanım ona eski kasetler getirmişti. Portatif teypten yükselen nağmelere kendini kaptırmış gibiydi Cemile Hanım. İçli bir kadın sesi “Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır” diye dillendiriyordu nağmeleri. Suzan yavaşça yaklaştı:
- Cemile Hanım, bugün taşınıyormuşuz... diye fısıldadı.
Kapalı gözleri açıldı kadının. Hayretle baktı bakıcının yüzüne. Suzan devam etti:
- Avukat Turgay Bey geldi. Kamyon kapıda. Biz hiçbir şeye karışmayacakmışız. Sadece sizi hazırlayacağım.
Cemile Hanım çaresizlik içinde dudaklarını kıpırdattı. Bir şeyler söylemek istedi ama söyledikleri anlaşılmadı. Suzan hemen atıldı:
- Siz hiç merak etmeyin. Ben yeni evimizin adresini veririm Münevver Hanıma. Zaten söz verdi geleceğine dair. Üzülmeyin ne olur...
Minnetle baktı Cemile Hanım bakıcı kadının yüzüne. Gri gözlerinde sevgi vardı Suzan’ın. Elini tuttu yavaşça hasta kadının:
- Rahat olun ne olur, ben yanınızdayım...
Eşyalar profesyonel nakliyeciler tarafından özenle toplandı. İki saat içinde her şey paketlenmiş, taşınmaya hazırdı. Turgay Bey Cemile Hanımın yanına geldi, pişkin bir şekilde sırıttı:
- Evet hanımefendi, gidiyoruz. İnanın bana daha rahat edeceksiniz yeni evinizde. Sizin için harika bir yer tuttum. Allah Beyefendiden razı olsun, sizin rahatınız için ne gerekiyorsa yapılmasını istedi. Böyle insan zor bulunur!
Cemile Hanım acı bir tebessümle karşılık verdi. Vücudu külçe gibiydi. Tekerlekli sandalyesinde hafifçe kımıldanmaya çalıştı. Suzan koşup geldi yanına:
- Bir şey mi istediniz Cemile Hanım?
Kadın dolu dolu gözlerle baktı bakıcı kadının yüzüne. İçini çekti ve boğuk bir sesle mırıldandı:
- Ne isteyebilirim ki... Gidelim Suzan...
 
“Her insanın bir hikayesi var anne”

Münevver Hanım yemeğin altını kısıp dantelini aldı. Pencerenin önündeki sedire bağdaş kurarak oturdu. Hem dantelini işliyor hem de sokağı kolluyordu. Akşam üzerine doğru gitmişti kamyon Cemile Hanımların kapısından. Suzan bir ara gelmişti. Haber vermişti olanları. Avukat yanlarında olduğu için vedalaşamamıştı Cemile Hanım. Kimseyle görüştüğünün bilinmesini istemiyordu. Suzan söz vermişti Münevver Hanıma. Mutlaka adresi ulaştıracaktı kendisine. Münevver Hanım ağlamaklı uğurlamıştı bakıcı kadını:
- İyi bak Cemile Hanıma Suzan! Sana emanet kızım...
- Merak etme Münevver Teyze, ben hep yanında olacağım. Dikkatli olmamız lazım ama sen hiç endişelenme, ben hallederim.
Münevver Hanım “akıllı kız, becerir” diye geçirdi içinden. Üzülmüştü Cemile Hanımdan ayrılacağı için. İçini çekerek boşalan daireye baktı. Yan taraftan görünüyordu daire. Onun hikayesini öğrendiği zaman kulaklarına inanamamıştı. Bir insanın bu kadar acımasız olabileceğine akıl erdiremiyordu. Oysa kendisi hayatı boyunca iyilik yapmak için uğraşmıştı. Öğretmenliği sırasında talebelerine hep iyi insan, dürüst insan, ahlaklı ve güvenilir insanlığın faziletlerini öğretmek için çabalamıştı. Bir anneyi evladına hasret bırakmak kadar kötülük yapılabilir miydi? İçini çekti. Ozan’ı düşündü. Onun yüreğindeki sevda da endişelendiriyordu Münevver Hanımı. Kapılmıştı Ozan. Bunu gözlerinden anlıyordu oğlunun. Çocuğunu iyi tanırdı. Sevdiği kızın iyi birisi olduğundan emindi. Ozan aklı başında, seçici ve dürüst bir çocuktu. Onun beğendiği insan mutlaka iyi bir insandı ama kızın ailesiyle kendileri arasındaki sosyal uçurumun evladını mutsuz etmesinden korkuyordu. Bazen kendi kendine abarttığını düşündüğü oluyordu. Ama bir annenin önsezileri göz ardı edilemezdi. Duvardaki saate baktı yan gözle. Birazdan gelirdi Ozan. Besmeleyle kalktı yerinden. Sofrayı hazırladı. Yaprak sarması yapmıştı. Tencerenin altını yaktı, kısık ateşe getirdi. Ekmeği masaya koydu. O sırada kapı çalındı. Telaşla o tarafa yöneldi. Gelen Ozan’dı:
- Hoş geldin aslanım benim...
- Hoş bulduk anne...
Ozan yanağından öptü annesini. Münevver Hanım garip bir huzursuzluk duydu. Oğluna dikkatle baktı:
- İyi misin oğlum? Canın sıkkın gibi.
Ozan irkildi:
- Yok anne bir şeyim, yorgunum sadece. Gayet iyiyim.
- Zeynep kızım nasıl?
- İyidir anne. Çok selam söyledi, ellerinden öpüyor.
Münevver Hanım gülümsedi:
- Sağ olsun. Haydi yavrum elini yüzünü yıka, yemek hazır, sarma yaptım sana.
Ozan üzerini değiştirdikten sonra sofraya geldi. Keyifle oturdu masaya. Oldum olası çok severdi yaprak sarmasını. Münevver Hanım servisi yaparken anlattı Cemile Hanımın gidişini.
- Çok üzüldüm Ozan, zavallı kadın, neler yaşamış bir bilsen...
Ozan derin bir nefes aldı:
- Neler yaşadığını bilmiyorum ama çevremizdeki her insanın bir hikayesi var anne. Allah yardımcıları olsun...
 
Yeşil gözleri ateş gibi parlıyordu!..

Zeynep salon kapısından içeri girer girmez fiskos koltuğunda oturan halası Asuman Hanımın yanına gitti. Suratı allak bullaktı. Asuman Hanım Fransız malı gözlüğünü çıkartıp onun yüzüne dikkatle baktı:
- Zeynep? İyi misin kızım? Neyin var?
Genç kız gözlerini kıstı. Yeşil gözleri ateş gibi parlıyordu:
- Babam geldi mi hala? Nerede?
Asuman Hanım şaşkınlıkla başını salladı:
- Hayır yavrum, henüz gelmedi... Ne oldu Zeynep?
Zeynep koltuklardan birine attı kendini. Dudakları titriyordu:
- Bugün Ozan’ı zorla yanına getirtmiş hala! Tehdit etmiş onu peşimi bırakması için... Nereden biliyor benim Ozan’la arkadaşlığımı? Sen söyledin değil mi?
Asuman Hanım küçük bir çığlık atarak ağzını eliyle kapattı:
- Asla Zeynep, yemin ederim ki ben tek bir kelime bile söylemedim kızım. Nereden bildiğini bilmiyorum ama ben söylemedim.
Zeynep dikkatle baktı karşısındaki kadına. İnanmıştı onun söylediklerine. Biraz daha yumuşadı tavırları:
- Peki hala, nereden biliyor? Ozan’ı nereden tanıyor? Nasıl böyle bir şey yapar?
Asuman Hanım ağlamaklıydı:
- Ah güzel kızım söylemiştim ben sana asla izin vermez diye...
Zeynep başını kaldırdı kendinden emin bir tavırla:
- Babam asla engel olamayacak buna halacığım...
Asuman Hanım korkuyla inledi:
- Babanı tanımıyormuş gibi konuşuyorsun Zeynep... Onun neler yapabileceğini bilmiyormuş gibi konuşuyorsun...
Zeynep gözlerini kıstı. Öfkesi yüzünden belli oluyordu:
- Beni kaybeder Hala... Beni ebediyen kaybeder.
Bu sırada bahçeden gelen motor sesini duyup ikisi birden dışarı baktılar. Siyah lüks araba yumuşacık bir manevrayla kapının önünde durdu. Zeynep başını salladı:
- İşte geldi...
Kerim Bey yaşından beklenmeyen bir çeviklikle merdivenleri çıktı. Hizmetkar Saniye çoktan kapıyı açmıştı. Çantasını ve ceketini ona uzattıktan sonra salona girdi. Asuman Hanım ayağa kalkmıştı bile:
- Hoş geldin abi..
- Hoş bulduk Asuman... Merhaba Zeynep..
Zeynep cevap vermedi. Sadece öfkeyle süzdü babasını.
Kerim Bey şaşırmış bir şekilde kız kardeşine soru dolu gözlerle baktı. Asuman Hanım omuzlarını kaldırdı.
- Ne o Zeynep, küs müyüz?
Zeynep yerinden kalktı. Kendinden emin bir şekilde babasının karşısına geçip gözlerinin içine dik dik baktı...
 
Asuman Hanım korkuyla baktı!

Kerim Bey dudaklarını büzerek kızının takındığı tavrın nedenini anlamaya çalıştı. Zeynep yutkundu:
- Konuşalım baba!
Adam gözlerini kıstı, boğuk bir sesle:
- Şu anda karnım aç Zeynep, yemekten sonra konuşuruz.
- Hayır baba! Şimdi!
Kerim Bey şaşırmıştı. Yan gözle kız kardeşine baktı. Asuman Hanım dudaklarını ısırmış korkuyla bakıyordu onlara. Adam kaşlarını kaldırdı. Pek fazla ciddiye almayan bir tavırla:
- Nedir derdin?
- Benim arkadaşlarımı orman kanunlarına göre yönlendirebileceğini mi sanıyorsun?
Kerim Bey alaylı bir şekilde gülümsedi:
- Yemeden içmeden gelip anlattı ha? Güzel... Bu da onun hakkında bir referanstır işte. Bu insanla arkadaşlık etmeni istemiyorum Zeynep. Konu kapanmıştır.
- Sana bu yaşıma kadar hiç karşı gelmedim baba. Hep senin doğruların kabul gördü...
Kerim Bey aynı alaycı ve sakin tavrıyla sözünü kesti kızının:
- Fena mı oldu?
- Bu bambaşka bir durum baba!
Kerim Bey sinirlenmeye başlamıştı. Kaşları çatıldı:
- Önce benimle konuşurken saygılı ol bakalım. Sonra da eğer bu çocukla bir kere daha görüştüğünü duyarsam onun hakkında hiç de iyi olmaz...
Zeynep hayretle baktı adamın yüzüne. Şaşkın bir gülümseme belirdi dudaklarında:
- Sen şimdi hiçbir günahı olmayan bir insanın hayatını mahvetmekten bahsediyorsun anladığım kadarıyla? Fakat ne yapabilirsin ki ona?
Kerim Bey kaşlarını kaldırdı:
- Ne yapabileceğimi görmek istersen devam et...
Zeynep başını iki yana salladı:
- Hayır, hayır, hayır, yüz bin kere hayır! Hiçbir şey yapamayacaksın ona. O dünyada gördüğüm en dürüst, en seviyeli ve en efendi insanlardan biri. Ama bu kriterler senin için ne kadar önemli bunu bilemem. Çünkü senin kriterlerinin farklılığı bu ilişkiyi sormadan, öğrenmeden, sabit bir fikirle engellemeye kalkmandan belli. Bana sakın Ozan’ın kusurunu falan söylemeye kalkma. Mesele Ozan meselesi değil... Onun yerinde kim olsa aynı tavrı koyacaktın. Senin derdin benimle... Beni paylaşamamak... Ama bu nasıl bir sevgidir ki bir gün olsun sıcaklığını hissetmedim ben. Bir gün olsun ürkmeden, korkmadan yanına yaklaşamadım!..
***
Zeynep bu sert çıkışının ardından hızlı adımlarla salondan çıktı. Kerim Bey onun arkasından düşünceli bir tavırla baktı. Son söylediklerine cevap vermemişti. Asuman Hanım ne yapacağını bilemez bir halde koltuğuna sinmiş, bekliyordu.
 
“Bir misafiriniz var efendim!..”

Kerim Bey Asuman Hanıma döndü ve: - Benimle baş edebileceğini zannediyor... diye mırıldandı. Buna asla izin vermeyeceğim.
Asuman Hanım inledi hafifçe:
- Abi, o daha çok genç, yaşamak istedikleri var.
Adam sert bir bakışla susturdu kardeşini:
- Benim işime karışma Asuman. Eğer ona arka çıktığını görürsem senin için de iyi olmaz. Konu kapanmıştır. Ben ne yapacağımı biliyorum.
Asuman Hanım sessizleşmişti. Yıllar öncesinden Zeynep’in anne ve babası da aynı anlayışın kurbanı olmuşlardı. Keza kendi hayatı da Kerim Beyin anlayışıyla şekillenmişti. Kimse engel olamamış, garip bir teslimiyetçilikle bütün hayatlarını Kerim Beyin eline bırakıvermişlerdi. Ama şimdi görüyordu ki Zeynep direnecekti. Kerim Bey saatine baktı:
- Yemek yiyelim artık. Sonra çalışacağım.
Asuman Hanım hemen fırladı yerinden. Saniye’ye yemeği hazırlamasını söyledi. Bu kadar rutin, bu kadar kalıplaşmış bir hayatın içinde hiçbir fikir hakkı yoktu. Bir robot gibi geçiriyordu hayatını. Sofraya oturdukları zaman Kerim Bey Saniye’ye döndü. Hizmetkar kadın tam o sırada servis yapıyordu:
- Zeynep’e seslen Saniye. Sofraya gelsin!..
- Baş üstüne efendim. Hizmetkar kadın hızla çıktı salondan. Birkaç dakika sonra korkarak döndü:
- Aç değilmiş beyefendi, uyumak istiyormuş.
Kerim Bey cevap vermedi. Yüzü birden bulutlanmıştı. Sakin olmaya gayret gösterdiği belliydi. Kendisini kurallarının içine hapsetmişti sanki. “Biz yiyelim o zaman” diyerek renk vermemeye çalıştı...
Yemek esnasında hiç konuşmadılar. Kahvelerini içerken masadan kalkmışlar, fiskos koltuklarına geçmişlerdi. Garip bir sessizlik vardı evde. Hava kararmıştı. Karanlık içerisinden bahçedeki büyük ağaçların rüzgarda sallanan dalları büyük gölgeler halinde dökülüyordu odanın içine. Birden bir aydınlık kapladı salonu. Kerim Bey başını uzattı bahçeye doğru. Sarı renkli bir ticari taksi durmuştu kapının önünde. Gözlerini kıstı adam. Gelenin kim olduğunu görmek için dikkatle baktı ama karanlıkta sadece bir silûet görünüyordu. Az sonra kapının çalındığını duydular. Asuman Hanım telaşla kaldırdı başını okuduğu kitaptan, merakla ağabeyine baktı:
- Misafir geldi herhalde... Kim olabilir ki?..
Beklemeye başladılar. Az sonra salon kapısı açıldı ve Saniye göründü:
- Beyefendi bir misafiriniz var...
Kerim Bey ayağa kalkmıştı. Kravatını düzeltti ve cevap verdi:
- Kim Saniye?
Salon kapısında uzun boylu bir adam belirdi ve dudaklarında acı bir tebessümle cevap verdi:
- Benim abi... Beklemiyordun değil mi?..
 
“Hemen kızımı görmek istiyorum!”

Kapıda duran adama dikkatle bakan Asuman Hanım tiz bir çığlık atarak sendeledi. Kerim Bey ise bembeyaz olmuştu bir anda. Selim Türkmen kendinden emin adımlarla salonun ortasına kadar ilerledi:
- Şaşırdınız değil mi? Çok uzun zaman oldu...
Asuman Hanıma döndü:
- Hiç yaşlanmamışsın abla... Biraz kilo almışsın sadece.
- Selim... Canım... Canım benim...
Asuman Hanım kardeşinin kollarına atıldı. Sımsıkı sarıldılar birbirlerine. Birkaç saniye sonra Onu omuzlarından tutup geriye çekti Selim:
- Hâlâ çok güzelsin Asuman Hanım...
Sonra olduğu yerden kıpırdayamayan ağabeyine döndü ve elini uzattı:
- Merhaba demek yok mu abi? Bu kadar mı ürküttüm seni?
Kerim Bey aniden toparlandı. O da elini uzattı, tokalaştılar.
- Hoş geldin Selim... Nasılsın?
Selim Bey elleriyle bedenini işaret etti:
- Gördüğün gibi...
Kerim bey yutkundu. Ciddiyetini bozmamaya gayret ederek sordu:
- Nereden esti aklına bunca sene sonra çıkıp gelmek?
Selim acı bir şekilde gülümsedi. Gözlerini salonda dikkatle dolaştırdı, sonra ağabeyine döndü:
- Hiç değişmemişsin... Yirmi bir sene sonra gördüğün kardeşine sorduğun ilk soru bu ha?
Hafifçe bir kahkaha attı, sonra alaycı bir tavırla devam etti:
- Bazı şeyleri halletmeye geldim. Açık konuşacağım... Yarım kalmış bazı şeyler var diye düşünüyorum. Sahip olduğun servetten hakkıma düşeni isteyeceğim senden. Bir de...
Yutkundu. Sesindeki alaycı ton kaybolmuştu bir anda. Devam etti başını kaldırarak:
- Bir de kızımı görmek istiyorum.
Kerim Bey irkildi. Gözleri kısıldı:
- Bunca sene sonra buna ne gerek var? Onun kafasını allak bullak edersin. Seni bilmiyor. Beni babası olarak biliyor. Biliyorsun kanunen de bir şey yapamazsın çünkü o benim nüfusumda kayıtlı...
- Vicdanın da aynı şeyi söylüyor mu? Oh... Unutmuşum, sende vicdan ne gezer? Olmayan vicdan bir şey söylemez... Onu görmek istiyorum sadece, tanımak istiyorum...
Kerim Bey hiddetle bağırdı:
- Buna engel olurum!..
Bir kahkaha attı Selim. Umursamaz bir tavırla koltuklardan birine oturdu, ayak ayaküstüne attı:
- Nasıl? Gerçekleri öğrenecek olan bir kıza nasıl engel olursun?
Asuman Hanım ağlamaya başlamıştı. Selim devam etti:
- Hayatın hep birilerine engel olmakla geçecek değil mi abi? Ama artık birilerinin sana engel olması lazım.
Kerim Bey öfkesine hakim olmaya çalışıyordu. Gözlerini Selim’den ayırmadan karşısındaki koltuğa oturdu...


ARKASI YARIN................. NETTEN ALINTIDIR
 
“Yasalar önünde o benim kızım!..”

Selim dikkatle takip ediyordu ağabeyinin hareketlerini. Herkesin gözlerinde saklamak istediği kuşkulu bakışlar takılıydı. Kerim Bey derin bir nefes aldı, garip bir ses tonuyla sordu:
- Ne yapmak istiyorsun Selim? Bunca seneden sonra yapmak istediğin şey ne?
Selim arkasına dayandı. Yan gözle telaş içinde kendilerini izleyen Asuman Hanıma baktı, sonra geldiğinden beri dudaklarından eksik etmediği alaycı gülümseme ile cevap verdi:
- İçimde bunca senedir bir acı var. Buna öfkemi de ekle ağabey! Hayatımı değiştirmekle kalmadın, kaç kişinin birden geleceğini kararttın. Herkes sindi, pustu bir köşeye çekildi. Kimse itiraz edemedi. Bunu hazmedemiyorum, böylesine büyük bir despotluğu kabullenemiyorum. Kızım yirmi bir yaşına geldi. Gerçekleri öğrendiği zaman elbet bana hak verecektir. Beni anlayacaktır ve değerlendirmelerini ona göre yapacaktır. Mutlaka sarsılacak, mutlaka gelgitler yaşayacak. Ama sonunda sağlıklı düşünebilecek. Herkes hak ettiğini bulacak abi!.. Yalanlar üzerine kurulu bir hayatı yaşamayacak benim kızım... Ayrıca şu içinde yaşadığın lükste benim de payım var. Hakkıma düşeni ve kızımı alıp gideceğim buradan. Buna engel olamayacaksın... Bunca sene kızımın büyümesini bekleyerek içimdeki öfkeyi besledim. Benim hayatımı, kızımın hayatını Cemile’nin hayatını mahvettin. O kadının ne günahı vardı? Birbirimizi sevmekten başka ne suçumuz vardı?!.
Kerim Beyin gözleri kısılmıştı. Duyduklarından hoşlanmadığı belliydi. Sinirli hareketlerle parmaklarını oynatıyor, dişlerini sıkıyordu:
- Zeynep’in kafasını karıştırmana izin veremem.
- Buna sen karar vermeyeceksin!..
- O benim kızım. Yasalar önünde benim kızım...
Selim bir kahkaha attı:
- Sen yasaları tanıyor musun abi? Senin kendi yasaların var, sen onlardan başka bir şey bilmezsin. Ama buna “dur” diyeceğim artık.
Kerim Bey ayağa fırlayıp işaret parmağıyla kapıyı gösterdi:
- Defol git bu evden! Bu evde senin işin yok!
Asuman Hanım ağlıyordu. Selim ayağa kalktı:
- Zaten senin nefes aldığın bir yerde durmak istemiyorum. Havası kirli buranın. Ama kızım da durmayacak.
Kapıya doğru ilerledi. Tam çıkmak üzereyken geri döndü:
- Bu pislik içinde yaşamayacak artık. Çünkü sen bulunduğun yeri kirletiyorsun!..
Başka bir şey söylemeden çıktı salondan. Kerim Bey başını geriye attı. Yüzü gerilmişti. Kendi kendine mırıldandı:
- Hiçbir şey yapamazsın... Buna izin vermeyeceğim... Zeynep’i benden alamayacaksın!..
Asuman Hanım irkilerek baktı ağabeyine. Onun gözlerinde gördüğü hırs ve hiddet ürkütmüştü kadını. Bir şeyler söylemek istedi ama sesini çıkartmaya korktu. Kerim Bey piposunu yakıp derin bir nefes aldı. Dumanlar mavi bulutlar halinde tavana doğru yükseldi ve dağıldı. Hiçbir şey söylemeden salondan çıkıp çalışma odasına geçti. Asuman Hanım ise hâlâ ağlıyor, bundan sonra olacaklardan korkuyordu.
 
Acı içinde kıvranıyordu!

Ozan bütün geceyi uykusuz geçirmişti. Bir gün önce başına gelenleri annesine anlatmamış, onun huzursuzluğunu anlamaması için gece boyunca rol yapmıştı. Yatağına girdiği zaman ise beynindeki düşünceleri serbest bırakmış, yatağın içinde dönüp durmuştu. Kerim Bey resmen tehdit etmişti kendisini. Bu anlayışa bir mana veremiyor, akıl ve mantığa sığdıramıyordu. Zeynep’in nasıl zor şartlarda yaşadığını şimdi anlayabiliyordu...
“Bizi yönlendiremeyeceksin Kerim Bey... Dağ başında yaşamıyoruz. Ben sevgimin her zaman arkasında duracağım. Senin tehditlerine boyun eğecek değilim. Beni Zeynep’ten ancak Zeynep ayırır. Sen bir şey yapamazsın... O kadar kolay değil bu!” diye mırıldandı. Yine de içine büyük bir tedirginlik ve huzursuzluk çökmüştü. Sabaha karşı biraz gözlerini kapattı. Annesinin odasına girmesiyle uyandı bir saat sonra.
- Ozan, yavrum geç kalacaksın!
- Tamam anne kalkıyorum. Gece biraz zor uyudum.
Münevver Hanım telaşla baktı oğlunun yüzüne:
- Ozan, bir sıkıntın mı var oğlum, seni biraz tuhaf görüyorum...
Genç adam annelik önsezilerinin ne kadar güçlü bir duygu olduğunu düşünerek gülümsedi:
- Yok anam bir şey. Yorgunum sadece. Artık sene sonu yaklaştıkça yorgunluk artıyor.
- Haydi aslanım, kalk, elini yüzünü yıka, güzel bir kahvaltı et. Bu hafta sonu da güzelce bir dinlen. Zeynep kızımla buluşacak mısın bilmiyorum ama, bence güzelce dinlenmelisin. Bak bir ay sonra imtihanlar başlayacak. Sağlam olman lazım.
Ozan annesinin yanağına sevgi dolu bir öpücük kondurarak kalktı. Kahvaltıdan sonra hemen çıktı evden. Dışarıda sabah serinliği vardı. Temiz havayı içine çekerek biraz açılmayı denedi. Gözlerinden uyku akıyordu. Otobüs durağına doğru yürüdü. Durağa yüz metre kala bir gün önceki siyah araba önünü kesti birden. Ozan acı bir gülümseme ile baktı arabadan inen adamlara:
- Yine ne var? Konuşması bitmedi mi sahibinizin?
İri yarı olan adam gözlerini kısarak baktı genç adama:
- Arabaya bin! diye kükredi.
Omuzlarını silkti Ozan:
- Binelim bakalım... Yemeyip içmeyip beni mi bekliyorsunuz siz yahu?
O anda gözünün üzerinde sanki bir şimşek çaktı. Beynine kadar uzayan bir sızı bütün başını kapladı. Beklemediği bir yumruk yemişti gözünün üzerine. Sendeleyip arabanın üzerine kapandı. Kollarının altından tutulup havaya kaldırıldığını hissetti. Arabanın içine boylu boyunca yatırıldı. Ondan sonra yumruklar inmeye başladı yüzüne, gözüne, kafasına, beline. Acı içinde kıvranıyordu. Burnundan ve ağzından sızan ılık ve tuzlu kan tadından midesi bulandı. Yaklaşık on dakika süren dayak faslından sonra bir çuval gibi arabadan atıldığını fark etti. Sokağa boylu boyunca uzanmıştı. Arabanın uzaklaşan gürültüsünü duydu. Kalkmak istedi başaramadı. Karanlık bir kuyuya yuvarlandı... Bayılmıştı...
 
“Oğlunuz bir saldırıya uğradı!”

Saat dokuzu biraz geçe Münevver Hanım kapının çalındığını duydu. Merak ederek o tarafa doğru yöneldi. Kahvaltı sofrasını toplamış, evini düzenlemiş, dantelini alıp televizyonun karşısına geçmiş, her gün kaçırmadan izlediği sabah dizisini izliyordu. Kapıyı açmadan önce seslendi:
- Kim o?
- Polis... Açar mısınız?
İrkildi kadın. Telaşla başının örtüsünü düzeltip kapıyı açtı. İki tane resmi elbiseli memur duruyordu kapıda:
- Ozan Akdemir’in evi burası mı?
Başını salladı Münevver Hanım. Heyecandan dili tutulmuş gibiydi. Memur devam etti:
- Bir gasp olayı var hanımefendi. Oğlunuzu sokakta baygın halde bulmuşlar. Şu anda hastanede. Biraz hırpalanmış. Bir saldırıya uğramış belli ki!..
Münevver Hanım duvara tutundu. Rengi bembeyaz olmuştu. Kulakları uğuldamaya başlamıştı.
- Ozan’ım... diye inledi boğuk bir sesle... Sonra hemen portmantodan mantosunu aldı. Telaş içindeydi.
- Götürün beni yavruma? İyi mi memur bey? Bir şey oldu mu evladıma?
- Merak edecek bir şey yok teyze... Hastanede, yarası beresi var. Müdahale ediliyor.
Polis arabasına kendini zor attı kadın. Koltuğun ucuna oturmuştu. Elleri, dudakları titriyordu. Hastanenin acil girişinde durur durmaz fırladı arabadan. Mantosunun etekleri savrularak girdi içeriye. Koridorda gelişigüzel koşturuyordu. Arkasından güçlükle yetişen polis memuru kolundan tuttu:
- Dur teyze, bu taraftan...
Polisin gösterdiği tarafa yöneldi. Uzun bir koridorun sondan ikinci kapısının önünde durdu memur:
- Burada, içeride...
Gerisini dinlemedi Münevver Hanım. Hızla açtı kapıyı. Ozan bembeyaz bir yatakta yatıyordu. Yüzü gözü tanınmayacak derecede şişmişti. Morluklar ve kızarıklardan ten rengi görünmüyordu. Sık nefes alıyor, acıyla yüzünü buruşturuyordu. Kolunda bir serum vardı ve bir hemşire ile bir doktor üzerine eğilmişler, başındaki yarığı dikiyorlardı. Ayaklarının kesildiğini hissetti Münevver Hanım. Bir çığlık koparttı bilinçsizce:
- Yavrummm... Ozan’ım, kim yaptı bunu sana?
Doktor irkilerek kaldırdı başını:
- Hanımefendi, sakin olun, görüyorsunuz burada tedaviye uğraşıyoruz. Dışarıda bekleyin lütfen, böyle teklifsizce giremezsiniz buraya. Oğlunuzun durumu iyi, korkulacak bir şey yok.
Hemşirelerin de yardımıyla Münevver Hanım dışarı çıkartıldı. Bitkindi kadın. Sağlıklı düşünemiyor, gözyaşlarına boğulmuş, konuşamıyordu. Bir müddet dışarıda bekledikten sonra doktor dışarı çıkıp yanına geldi, kadıncağızın sakinleşmesine yardımcı olmaya çalıştı:
- Endişe etmeyin. Biraz hırpalamışlar oğlunuzu. Başına yedi dikiş attık. Başka da derin yarası yok. Yalnız kırk sekiz saat kontrol edebilmek için hastanede tutacağız. Bir iç kanama tehlikesi olmasın diye. Buraya geldiği zaman baygındı. Şimdi kendinde. Görebilirsiniz.
Münevver Hanım bir panter gibi atıldı oda kapısına. İçeri girdiği anda Ozan da başını çevirmiş kapıya bakıyordu. Annesini görünce acı içinde gülümsedi. Münevver Hanım ayakta zor duruyordu artık.
 
“Ozan gelmedi korkuyorum Aylin”

Zeynep saatine baktı. İkinci ders bitmiş ama Ozan hâlâ gelmemişti. Tedirgindi. Bir gün önce babasının Ozan’ı zorla karşısına getirtip tehdit etmesi ürkütmüştü genç kızı. Babasının kendisine karşı konulduğu zaman ne denli acımasız ve güçlü olduğunu biliyordu. Yanına yaklaşan Aylin’e sordu:
- Ozan gelmedi Aylin, korkuyorum...
Bir gün önce olan hadiseyi bu sabah arkadaşıyla paylaşmıştı. Aylin başını salladı:
- Bence telefon edelim evine. Haluk’ta Ozan’ın ev telefonu vardı.
Zeynep başını salladı:
- Doğru ya, bende de var ev telefonu. Düşünemedim... Siz arayın ne olur... Ben annesinden çekiniyorum. Eğer kadıncağız dün başına gelenleri öğrendiyse bana karşı hiç de iyi niyetlerle bakmıyordur.
Aylin dudak büktü:
- Sanmam, Ozan ketum bir çocuktur, annesine söylemez. Haydi gel...
Sakin bir köşeye çekildiler. Zeynep cep telefonunu çıkartıp numarayı buldu ve “ara” tuşuna bastı. Aylin’e uzattı telefonu. Genç kız beklemeye başladı. Münevver Hanım bu sırada hastane için lazım olacak olan bazı eşyaları almaya gelmişti eve. Ozan iki gün hastanede kalacağı için ona temiz çamaşır, pijama, bardak, vs. gibi malzemeleri toplamaya çalışıyordu. Telefonun sesini duyunca irkilerek koştu. Ozan’ın fenalaştığını düşünerek eli ayağı buz kesmişti. Korkarak açtı telefonu:
- Aloo?
- Alo, iyi günler teyzeciğim, ben Aylin. Ozan’ın sınıf arkadaşıyım. Bugün okula gelmedi de merak ettik...
Münevver Hanım rahatlamıştı. Ağlamaklı bir sesle:
- Ah güzel kızım, sormayın, bu sabah Ozan birileri tarafından saldırıya uğramış, dövmüşler oğlumu. Hastanede şimdi. Başında yedi dikiş var. Bırakmıyorlar. Ben de eşyalarını almaya gelmiştim. Şimdi yeniden gideceğim oraya.
Aylin gözlerini fal taşı gibi açmış, ne diyeceğini şaşırmıştı. Kendisine merak ve endişeyle bakan Zeynep’e çevirdi gözlerini ve Münevver Hanımla konuşmaya devam etti:
- İnanmıyorum teyze, nasıl durumu şimdi? Hangi hastane?
Bu sözleri duyan Zeynep bembeyaz oldu. Hafif bir çığlık atarak sendeledi. Aylin başını sallayarak konuşmaya devam etti:
- Tamam teyze, biz hemen geliyoruz şimdi oraya. Merak etmeyin, iyileşir, Ozan sağlam çocuktur.
Telefonu kapatıp korkuyla baktı Zeynep’in yüzüne:
- Dövmüşler Ozan’ı, hastanedeymiş. Başında yedi dikiş varmış. Kadıncağız ağlayıp duruyor. Yürü gidelim hemen...
Zeynep güçlükle adım atıyordu. Gözlerinden inci gibi yaşlar dökülmeye başlamıştı. Aylin az ileride arkadaşlarıyla konuşan Haluk’a seslendi:
- Haluk, gel... Ozan hastanede, oraya gidiyoruz. Haydi sen de gel...
Üç arkadaş bir taksi çevirdiler. Zeynep başını arabanın camına dayamış hem ağlıyor hem de mırıldanıyordu:
- Bunu yapamazsın baba! Bu kadarını yapamazsın, beni kaybettin artık. Ben yokum senin için...
 
Kısık bir sesle su istedi annesinden

Hastane odası aydınlıktı. Ozan acil servisten yukarı kata çıkartılmış, iki kişilik bir odaya alınmıştı. Yandaki yatak boştu. Delikanlı ağrılar içindeydi. Sol gözü tamamen kapanmış, yüzünün her tarafı inanılmaz derecede şişmişti. Başı sarılıydı. Kolunda serum vardı. Münevver Hanım getirdiği eşyaları oğlunun başucundaki komodine yerleştirdi. Kadıncağız sanki on yaş çökmüştü. Sabah polislere ifade verilmişti. Ozan ifadesinde kendisine saldıran kişileri tanımadığını bildirmişti. Soruşturma devam ediyordu. Ozan kısık bir sesle su istedi annesinden. Münevver Hanım oğluna su içirirken kapı açıldı. Haluk, Aylin ve Zeynep telaşla içeri girdiler. Zeynep Ozan’ın yüzünü görünce bir çığlık attı ve kapıya tutundu. Aylin daha serinkanlıydı. Hemen Münevver Hanıma yaklaştı:
- Teyzeciğim ben Aylin, çok geçmiş olsun.
- Allah razı olsun kızım... Başımıza gelenlere bak!.. Ne istediler benim oğlumdan, ne hale getirdiler benim yavrumu, insafsızlar, hiç mi vicdan yok bunlarda?
Ozan gülümsemeye çalıştı arkadaşlarına. Haluk şakayla bağırdı:
- Oğlum bu ne hal, çarkın dönmüş yahu? İki tane sen de yapıştıramadın mı? Kim bu serseriler?
Ozan güçlükle konuşuyordu:
- Ne bileyim ben abi! Ne olduğumu anlamadım ki!..
Zeynep toparlanmaya çalışarak yaklaştı Ozan’ın yatağına. İki genç sevgiyle baktılar birbirine. Münevver Hanım bu yeşil gözlü zarif genç kızın kim olduğunu hemen anlamıştı. Zeynep kadına döndü:
- Çok geçmiş olsun efendim.. Ben Zeynep!
- Sağ ol güzel kızım, seninle başka şartlarda tanışmak için hazırlanıyordum ama kısmete bak işte...
Zeynep kadının elini öptü. Sonra Ozan’a döndü:
- Nasılsın?
Ozan gülümsedi:
- Gördüğün gibi, iyiyim dersem şimdi güleceksiniz...
Hepsi gülüştüler... Odanın havası değişivermişti. Zeynep:
- Çok ıstırabın var mı?
Başını güçlükle iki yana salladı genç adam:
- Çok değil, yüzüm biraz zonkluyor o kadar.
Haluk hayretle bağırdı:
- Herifler yüzüne çalışmışlar yahu...
Aylin Haluk’un sırtına hafif bir yumruk attı:
- Lafa bak şimdi! Ay bu çocuk beni öldürecek...
Tekrar gülüştüler. Zeynep ağlamaklı bir şekilde bakıyordu Ozan’ın yüzüne. Gözleri sorularla doluydu. Bunu yapanların kim olduğunu ikisi de biliyorlar, gözleriyle konuşmaya çalışıyorlardı. Ozan fısıldadı:
- Sıkma canını... Kısa zamanda kalkarım...
Genç kız öfkeyle ıstırap karışımı bir ses tonuyla aynen Ozan gibi fısıldayarak cevap verdi:
- Bunun bedelini ödeyecek. Hem de hiç ummadığı bir şekilde!.. >
 
Kendini suçlu hissediyordu

Selim Türkmen pencerenin kenarındaki koltukta oturmuş, İstanbul Boğazının nefis manzarasını seyrediyordu. Bütün gece toplam iki saat uyku uyumuştu. Ağabeyi ve ablasıyla yaptığı görüşmeden sonra doğruca oteline gelmiş ve odasına kapanmıştı. Bundan sonra kızıyla diyalog kurmak için neler yapabileceğini düşünüyordu. Zeynep’le konuşmaya kararlıydı. Kerim Türkmen’i ziyaret ettiği zaman kızını görememişti. O sırada da bunu gerçekleştirmek için ısrar etmenin doğru olmayacağını düşünerek hiç girişimde bulunmamıştı. Zeynep’le yalnız konuşmak istiyordu. Ama ona nasıl yaklaşacağını, tepkisinin ne olacağını bilmiyordu. Derin bir nefes aldı. Kızıyla ilgili hiçbir bilgisi yoktu. Hangi okulda okuduğundan bile habersizdi. Bu konuda kendisine yardımcı olabilecek tek kişi ablası Asuman Hanımdı. Onunla bir şekilde irtibat kurmak zorunda olduğunu düşündü. Ayrıca yapması gereken bir işi daha olduğunu düşünüyordu. Cemile Hanımı bulup görebilmek! Yıllardır bu sevgiyi içinde yaşatmış, bir sır, bir hüzün olarak taşımıştı bugüne kadar.
“Ne kadar toy ve korkakmışım o zaman...” diye düşündü. Kerim Beye karşı koyamamıştı. Yine de onun ne acımasızca davranacağını tahmin edebildiği için çekinmişti bazı şeyler için ısrar etmeye. Zaman zaman kendini suçlu hissediyordu. Olayların böylesine bir mecraya sürüklenmesinde Selim’in de suçu vardı. Sahip çıkamamıştı sevdiği kadına ve evladına. Korkmuştu, çekinmişti. Ama şimdi öyle düşünmüyordu.
“Umarım çok geç olmamıştır...” diye geçirdi içinden. Her sabah Kerim Beyin fabrikaya gittiğini biliyordu. Bu nedenle ablasının evde yalnız olabileceği saatleri hesaplayarak, onu aramaya karar vermişti. Giyindi, lobiye inerek kahvaltısını yaptı. Saat dokuz buçuğa geliyordu. Asuman Hanımı aramanın zamanı gelmişti. Odasına çıkıp telefonu kaldırdı. Otelin santraline numarayı verdi, beklemeye başladı. Bir müddet sonra karşı tarafın zili çalmaya başlamıştı. Heyecanlıydı Selim. Telefonu hizmetkar kadın açtı.
- Buyurun Kerim Türkmen’in evi...
- Asuman Hanımla görüşmek istiyorum.
- Kim arıyor efendim?
Durakladı Selim. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra cevap verdi:
- Bir yakınıyım.
Biraz sonra Asuman Hanımın sesi duyuldu:
- Buyurun ben Asuman Türkmen?
Selim nefesini tuttu:
- Abla, ben Selim...
- Selim! Ah canım benim, ne kadar üzüldüm dün akşam bilemezsin... Neden böyle oluyor, şu dünyada birbirimizden başka kimimiz var ki...
Selim yutkundu:
- Ben de istemezdim abla böyle olmasını... Ama beni en iyi anlayacak insan sensin. Yardım et bana ne olur.. Seni görmek istiyorum. Konuşmam lazım. Otele gelebilir misin?
Asuman Hanım ağlamaklı bir şekilde hangi otel olduğunu sordu. Bir saat sonra hazırlanmış evden çıkmıştı...
 
“Gerçekleri bilmesi lazım”

Asuman Hanım otelin önünde taksiden inip hızlı adımlarla lobiye doğru yürüdü. Selim kendisini kapıya yakın bir yerde ayakta bekliyordu. İki kardeş sarıldılar birbirlerine. Asuman Hanım ağlıyordu. Selim onun gözyaşlarını sildi parmaklarıyla:
- Ağlama abla... Umarım hiçbir şey için geç değildir. Gel şurada oturalım...
Otelin kafeteryasına geçtiler. Dip masalardan birine oturdular. Hemen yanı başlarında beliren garsona birer kahve söylediler. Selim ablasının elini tuttu, ona doğru eğildi:
- Bana yardım et abla. Sen de benim gibi acılısın. Senin de hayatın mahvoldu. Sevdiğin insana aynı sebeplerden sen de kavuşamadın. Ben kızıma hasretim. Sevdiğim insana hasretim. Bize yardım et. Benim Zeynep’le görüşmemi sağla.
Asuman Hanım gözyaşlarını sildi mendiliyle. Dudakları titriyordu:
- Yaptığının doğruluğundan emin misin Selim? O kızın kafası allak bullak olacak.
- Eminim abla. Yirmi bir yaşına geldi artık. Eğriyi doğruyu anlayabilecek bir yaşta. Gerçekleri bilmesi lazım. Yarından sonra o da sevecek, belki ona da müdahale edecek abim...
Asuman Hanım hafif bir çığlık attı. Başını iki yana salladı:
- Zaten ediyor Selim.
Selim’in kaşları çatılmıştı.
- Buna izin veremem abla. Kızım bizim yaşadıklarımızı yaşamasın! Onu nerede bulabilirim bana söyle ne olur? Eve gelip göremem. Buna mani olur. Kerim ağabeyimin doğrularına itiraz ettiğin zaman ne yapacağını bilemem. Çıldırır. Kötülük yapar. Yardım et ne olur!
Asuman Hanım dudaklarını ısırdı:
- İstanbul Üniversitesi İngiliz Edebiyatı bölümünde okuyor Selim. Bu kadarını söyleyebilirim sana. Gerisi sana kalmış. Bu yaptığımı ağabeyim duyarsa hayatımı karartır benim. Benim hayattan hiçbir beklentim kalmadı. Tek isteğim Zeynep’in mutlu olması, bizim yaşadıklarımızı yaşamaması...
Selim minnetle baktı ablasına:
- Teşekkür ederim abla. Bunu hiç unutmayacağım...
İki kardeş birbirlerine bakıp gülümsediler. Selim biraz daha eğildi ablasına doğru:
- Ya Cemile? O nasıl? Nerede?
İrkildi Asuman Hanım. Başını iki yana salladı:
- Onun yerini bilmiyorum inan ki... Daha yeni taşıdı evini. Her ay belli bir miktar para gönderiyor. Bir bakıcının himayesinde. Yürüyemiyor zavallı. Tekerlekli sandalyede. Her şeyi Kerim ağabeyimin kontrolünde. Bir avukat var. Turgay Şenol! Her şeyle o ilgileniyor. Selim beni daha fazla konuşturma ne olur. Daha fazla bir şey isteme benden...
Selim acı bir gülümseme ile mırıldandı:
- Ne kadar korkutmuş bizi böyle bu adam. Nasıl çekiniyoruz, nasıl ürküyoruz ondan...
Korkuyla baktı kadın kardeşinin yüzüne:
- Neler olacak Allah’ım, daha neler olacak böyle? >
 
“Kimse bana karşı gelemez”

Asuman Hanım antreden gelen sesleri duyunca okuduğu kitaptan kaldırdı başını. Dışarıda yüksek sesle bağıran Zeynep’ti. Merakla salon kapısına bakmaya başladı. Kapı açılıp genç kız hiddetten gerilmiş bir şekilde içeriye daldığı zaman ürperdiğini hissetti:
- Babam nerede hala?
- Baban mı? Birazdan gelir yavrum, ne oldu?
Zeynep öfkeden kıpkırmızı olmuş yüzüyle halasının karşısına dikildi:
- Ozan’ı dövdürmüş! Şimdi hastanede. Perişan etmişler çocuğu babamın adamları...
Asuman Hanım bir çığlık attı. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı:
- Olamaz, inanmıyorum Zeynep...
- Onun yanından geliyorum hala! Bu son damlaydı... Bardak taştı artık...
Bu sırada dışarıdan gelen bir motor sesiyle ikisi de başını pencereye çevirdi. Kerim Beyin siyah lüks arabası yanaşmıştı kapıya:
- Geldi zalim imparator... Ama beni sindiremeyecek.
Asuman Hanım telaşla fırladı ayağa:
- Zeynep’im ne olur! Üzerine gitme güzel kızım...
Zeynep gözlerini kıstı. Boğuk bir sesle haykırdı:
- Hala! Dünyayı yönetebileceğini sanıyor ama izin vermeyeceğim.
Kerim Türkmen salona girdiği zaman Zeynep ayaktaydı. Adam hafifçe gülümsedi:
- İyi akşamlar hanımlar...
- Baba! Bu yaptığının bir açıklaması olacak sanıyorum...
Kerim Bey kısa süren bir şaşkınlık yaşadı. Sonra yüzünde ifade anlamsızlaştı yeniden:
- Ne yapmışım?
- Ozan hastanede. Adamların çocuğu perişan etmişler. Yine de ona minnettar olmalısın ki polise verdiği ifadede kendisine saldıranları tanımadığını söylemiş. Bana saygısından, bana sevgisinden. Bunu nasıl yaparsın?
Kerim Türkmen lakayt bir tavırla koltuklardan birine oturdu. Kızının yüzüne bir müddet baktıktan sonra monoton bir sesle cevap verdi:
- Kimse benim kurallarıma karşı gelemez. Bana karşı gelemez.
Zeynep alaycı bir kahkaha attı:
- Öyle mi sanıyorsun? Beni kaybettin baba! Ben yokum senin için artık. Şimdi gidiyorum bu evden ve eğer engel olmaya kalkarsan polise gidip Ozan’ı senin dövdürdüğünü anlatırım. Seni kendi ellerimle teslim ederim. Bunu yapmayacaktın!..
Kerim Beyin yüzü birden değişti. Kara bir bulut geçti sanki gözlerinin önünden. Rengi sarardı:
- Bana karşı mı geliyorsun?
- Bunu sen istedin baba...
Bu sözlerden sonra Zeynep hızlı adımlarla salondan çıktı. Kerim Bey derin bir nefes aldı. Hafifçe gülümsedi.
 
“Ben evi terk ettim Ozan!”

Zeynep bir taksiye atladı. Hastanenin adını söyledi şoföre. Birkaç parça eşyasını küçük bir çantaya koymuştu. Odasından taksiye telefon etmiş, bahçe kapısında beklemesini söylemişti. Evden çıkışını kimse duymamıştı. Kerim Bey ve Asuman Hanım genç kızı hâlâ odasında biliyorlardı. Hastanenin bahçesine girip, giriş kapısında durdular. Şoföre parasını ödedikten sonra hızlı adımlarla Ozan’ın yattığı servise çıktı. Münevver Hanım oğlunun yanı başındaki yatağın üzerinde oturmuş meyve soyuyordu. Oda kapısını hızla açtı Zeynep. Ozan uyanıktı. Ana-oğul başlarını kapıya çevirdiler. Zeynep’i görünce ikisinin de yüzünde şaşkınlık belirdi. Zeynep kararlı bir şekilde gelip odanın ortasında durdu:
- Ben geldim... Münevver Anne, ne olur kızmayın bana, artık sizinle kalmak istiyorum. O eve gitmek istemiyorum. Ozan, ben terk ettim evi!
Münevver Hanım hiçbir şey anlamamış, bir oğluna bir de genç kıza bakıyordu. Ozan yavaşça doğruldu yatağında. Yüzünde kararlı bir ifade vardı:
- Tamam Zeynep! Telaşlanma. Yarın sabah taburcu oluyorum ben. Bu gece burada kalırsın annemle. Yarın hep beraber gideriz.
Zeynep ağlamaya başlamıştı. Başını salladı Münevver Hanımın yanı başına oturarak:
- Evet, evet Ozan...
Münevver Hanım ise hâlâ bir şey anlamamıştı:
- Neler oluyor biri bana da anlatsın...
Zeynep başını kaldırdı. Gözyaşlarını sildi:
- Münevver Teyze, Ozan’ı bu hale getiren babamın adamları... Bize kızmayın, tedirgin olmayın ne olur. Biz sevgimizin ardında durmak zorundayız. Buna babam bile engel olamayacak. Bize yardımcı olun...
Ozan annesine döndü:
- Dinle anne, başından anlatayım her şeyi...
Genç adam annesine bütün olan biteni anlattı. Münevver Hanımın dudakları tek bir çizgi haline gelmişti. Gözleri kısılmış, dikkatle dinlemişti oğlunu. Bir yandan da yanı başında oturan Zeynep’in elini tutmuş, ona dokunarak destek vermeye çalışıyordu. Oğlu sözlerini bitirince dudaklarını ısırdı:
- Peki ya bundan sonrası? Bundan sonra rahat bırakır mı sizi? İsterseniz ben gidip konuşayım babanla?
Zeynep başını iki yana salladı:
- Hiç teşebbüs etmeyin Münevver anne.... Asla kabul etmez... Ben onda hiçbir zaman bir baba şefkati görmedim. Hep bir amir gibiydi hayatımda. Sadece emrederdi.
Münevver Hanım doğru düşünmeye çalışıyordu. Başını iki yana salladı:
- İnanamıyorum...
Zeynep acı bir gülümseme ile atıldı:
- İnanın Münevver Anne, Kerim Türkmen dünyayı tek başına yönettiğine inanır...
Münevver Hanım topuklarına kadar titredi. Buz gibi olmuştu. Duyduğu isim beynine bir ok gibi saplanmıştı.
- Kerim Türkmen mi? Babanın adı Kerim Türkmen mi?
 
Zeynep, Cemile Hanımın kızıydı!

Münevver Hanım Nefes alamayacak haldeydi. Onun bembeyaz olan rengi Ozan’ı korkutmuştu:
- Anne, bir şey mi oldu sana? Neyin var?
Başını iki yana salladı kadın:
- Yok yavrum, bir şeyim yok. Hadiseler biraz sinirlerimi bozdu... Oturup akıllıca düşünmek lazım ama şimdi değil. Haydi güzel kızım, elini yüzü yıka sen de. Biraz ferahlarsın. Gelin meyve vereyim size.
Zeynep biraz olsun sakinleşmişti. Biraz oturdular hep birlikte. Münevver Hanım durgundu. Yalnız kalmaya ihtiyaç duyuyordu. Ayağa kalktı:
- Siz oturun çocuklar, ben biraz ayaklarım açılsın diye bahçeye çıkayım, dolaşayım.
İki genç gülümsediler. Kadıncağız hırkasını alıp dışarı çıktı. Kulakları uğulduyordu. Cemile Hanımın hayatını mahveden o acımasız insan!.. Düşünmeye nereden başlayacağını bilemiyordu. Birden irkildi. Zeynep! Zeynep büyük ihtimalle Cemile Hanımın hasretini çektiği kızıydı.
- Of Allah’ım ben ne yapacağım şimdi? Diye inledi. Zeynep’in hiçbir gerçeği bilmediği belliydi.
- Bunu açıklamak bana düşmez. Ben anlatamam bunları o zavallı kızcağıza diye mırıldandı kendi kendine. Zeynep’i istememezlik de edemezdi. O zaman biricik oğluna bunun hiçbir açıklamasını yapamazdı. Hem kanı kaynamıştı Zeynep’e. Oğlunun duygularına saygı göstermenin yanı sıra kendisi de sevmişti genç kızı.
- Nasıl çıkacağım ben bu işin içinden. Bir yanda Cemile Hanım var, yıllardır hasretini çektiği kızı benim yanımda... Öte yanda hiçbir şeyden habersiz bir genç kız... Öfke dolu... Bir yanda oğlum, yüreği kocaman bir sevdayla kaplı... Bana yardım et yüce Rabbim!..
Münevver Hanım bir buçuk saat kadar dolaştı hastahane bahçesinde. Kafasının içi dopdolu, karmakarışık bir yumaktı sanki. Çözülmesi güç, dolanmış bir düğüm halindeydi düşünceleri. Odaya döndüğü zaman iki genç baş başa konuşuyorlardı. Zeynep yatağın kenarına oturmuş, Ozan genç kızın ellerini tutmuş, fısıldaşıyorlardı.
- Zeynep’im, haydi sen bu boş yatağa uzan... Dinlen biraz...
Zeynep ayağa kalktı:
- Siz yatın ne olur, ben yorgun değilim. Oturuyorum daha...
Ozan da destekledi genç kızı:
- Biz konuşuyoruz anne, sen uzan haydi, çok hırpalandın bugün...
Fazla ısrar etmedi kadın. Yavaşça uzandı yatağa. İki genç tekrar konuşmaya daldılar. Münevver Hanım bir müddet uyuyamadı. Neden sonra göz kapaklarına yüklenen uykuya fazla engel olamadı. Daldı. Sabah gözlerini açtığı zaman Zeynep sandalyenin üzerinde, başını hafifçe yana eğerek uyumuş kalmıştı. Ayaklarının ucuna basarak kalktı kadın. Elini yüzünü yıkadı. Birazdan kahvaltı gelirdi. Birkaç saat sonra herkes uyanmıştı. Kahvaltı bitmiş, taburcu olmak için işlemler yapılmıştı. Doktorlar Ozan’ın artık bir tehlikesinin kalmadığını söyleyerek gidebileceğini söylemişlerdi. Hazırlıklar bittikten sonra Zeynep bir taksi çağırdı. Evlerine gelmeleriyle daha rahat etmişlerdi. Ozan’a oturma odasında bir yatak hazırladı Münevver Hanım. Birkaç gün dinlenmesi iyi olurdu. Zeynep de hemen mutfağa girip bir tencere çorba yaptı. Genç kız hiç yaşamadığı duygular içindeydi. Bunca olumsuzluğa rağmen çok huzurlu olduğunu görüyor, hayret etmekten kendini alamıyordu. >
 
Heyecandan bacakları titriyordu Selim’in!

Selim üniversitenin kapısında durmuş nereye gideceğini tam belirleyememiş bir halde içeri giren gençleri dikkatle izliyordu. Sabah erkenden gelmişti. Yaklaşık bir saat süren gözlemden sonra kendi kendine mırıldandı:
- Bu böyle olmaz... Burada saatlerce de beklesem hiç tanımadığım kızımı tanıyabilmem, bulabilmem mümkün değil. Bir şeyler yapmalıyım...
Karalı adımlarla içeriye girdi. İngiliz Edebiyatı Bölümünün Öğrenci İşleri Ofisinin kapısını çaldı. İçeride kabarık saçlı esmer, kısa boylu, zayıf bir kadın vardı. Kibarca yaklaştı:
- Affedersiniz, bir şey öğrenmek istiyorum. Zeynep Türkmen. Sizin bölümünüzün öğrencilerinden... Kendisini nasıl bulabilirim?
Kadın dikkatle baktı Selim’e:
- Kaçıncı sınıfta?
Durakladı Selim. Bilmiyordu kızının kaçıncı sınıfta okuduğunu. Kekeledi:
- Şey... tam bir bilgim yok...
Kadın şüpheli bir tavırla gözlerini kıstı:
- İyi de beyefendi, yüzlerce öğrenci var, ben nasıl yardımcı olurum size?
Selim adeta yalvaran bir ses tonuyla atıldı:
- Ne olur, yapabileceğiniz ne varsa! Ben babasıyım ve kızımı yıllardır görmedim... Bu bir aile meselesi...
Kadın dudak büktü:
- Bir dakika... Ne demiştiniz?
- Zeynep, Zeynep Türkmen...
Bilgisayarın başına geçti kadın. Birkaç dakika sonra tekrar bankoya yaklaştı:
- Üçüncü sınıfta... Ama kendisini nasıl bulabilirsiniz onu bilemem. Dışarıda program asılıdır. Ders saatleri ve yerleri belirtilmiştir. Oradan bakabilirsiniz...
Selim minnetle gülümsedi:
- Çok teşekkür ederim. Bu kadar bilgi sanırım yeterlidir bana.
Ofisten çıkıp program panosuna gidip gözlüklerini taktı. Yaklaşık beş senedir yakını görme problemi vardı, o nedenle gözlük kullanıyordu. O günkü dersin yapılacağı yeri öğrenip nerede olduğunu sorarak tarif edilen amfiye doğru yürüdü. Gençler amfinin kapısında gruplar halinde toplanmışlardı. Heyecandan bacakları titriyordu Selim’in. En yakındaki üç kişilik gruba yaklaştı:
- Çocuklar, rahatsız ettim, ben Zeynep’i arıyorum, Zeynep Türkmen...
Uzun boylu zayıf, yeşil gözlü bir delikanlı cevap verdi:
- Bakın şu yeşil bluzlu kız Zeynep’in yakın arkadaşıdır. O bilir nerede olduğunu...
Teşekkür etti Selim. Orta boylu, uzun saçlı yeşil bluzlu genç kıza yaklaştı:
- Küçük Hanım, ben Zeynep’i arıyordum. Zeynep Türkmen...
Aylin kuşku dolu bakışlarla süzdü adamı. Kafasının içinden yıldırım gibi geçiyordu düşünceler. Son günlerde yaşadıklarını biliyordu Zeynep’in. Bu nedenle tedirgin olmuştu...
 
“Bu konuyu Zeynep’le konuşmak istiyorum!”

Aylin endişeli bir şekilde, gözlerini kısarak sordu: - Ne yapacaksınız Zeynep’i?
Selim yutkundu:
- Onu görmek istiyorum. Ben çok uzaktan geldim kızım. Ben Zeynep’in babasıyım...
Aylin’in gözleri fal taşı gibi açıldı, şaşkınlıkla karışık bir gülümseme belirdi dudaklarında:
- Babası mı? Onun babası Kerim Bey. Kerim Türkmen. Siz Kerim Bey değilsiniz...
Selim terlemişti. Sıkıntıyla etrafına bakındı:
- Bu çok değişik bir konu. Bir aile meselesi. Bunu Zeynep’le konuşmak istiyorum.
Aylin şüphelenmişti. Ama Selim’in tavırları ve görüntüsü de garip bir güven vermişti genç kıza. Yine de tedbiri elden bırakmamakta kararlıydı:
- Zeynep yok. Birkaç gün gelmeyecek. Nerede olduğunu bilmiyorum. Neden evinden aramıyorsunuz?
Selim derin bir nefes aldı:
- Orada yok... Yani görüşemedim orada. Nerede bulabileceğim hakkında...
Aylin sözünü kesti adamın:
- Eğer irtibat kurarsam söylerim. İnanın ben de bilmiyorum nerede olduğunu...
Selim cebinden not defterini çıkardı:
- Size telefonumu vereyim o zaman... Yalvarırım küçük hanım, beni kızıma ulaştırın. Benim adım Selim. Selim Türkmen. Ben Kerim Beyin kardeşiyim. Telefonum burada yazılı. Sizden haber bekleyeceğim.
Aylin’e kağıdı uzatarak uzaklaştı. Aylin hayretler içinde baktı kaldı adamın arkasından. Sonra gözlerini elindeki kağıda çevirdi. Tanınmış bir otelin adı ve telefon numarası yazılıydı kağıtta. Ne yapacağını şaşırmış bir halde düşündü. Sonra cep telefonunu çıkartıp Zeynep’in numarasını tuşladı. Sabah saat henüz dokuz buçuktu. Genç kızın Ozan’ın evinde kaldığını biliyordu. Ozan hastaneden çıktıktan sonra Haluk’la birlikte eve gidip arkadaşlarını ziyaret etmişlerdi. Ozan’ın hastanelik olmasına Kerim Beyin sebep olduğunu da biliyorlardı. Zeynep bu konuda tedirginliklerini anlatmış, babasının bu ilişkiye engel olmak için her şeyi yapmayı göze alabileceğinden endişelendiğini paylaşmıştı arkadaşıyla. Ama Selim’in söyledikleri kafasını karıştırmıştı Aylin’in. Selim genç kızın babası olduğunu söyledikten sonra onun yüzüne daha dikkatli bakmış ve Zeynep’i ne kadar çok andırdığını hayretle görmüştü. Ortada bir karışıklık vardı ve bu olayı Zeynep’in mutlaka bilmesi gerekirdi. Bu Kerim Beyin bir oyunu da olabilirdi. Telefon çalıyordu. Aylin sabırsızlıkla inledi:
- Haydi aç şunu Zeynep, aç şu telefonu...
Çok geçmeden karşı taraftan genç kızın sesi duyuldu:
- Efendim canım?
- Zeynep... ne oldu biliyor musun?
Genç kızın gülüşü duyuldu telefonun öteki ucundan
- Bu ne telaş Aylin? Ne oldu, selam sabah etmeden seni böyle telaşlandıracak ne oldu?
Aylin nefes nefeseydi heyecandan. Nasıl başlayacağını bilemiyordu...


ARKASI YARIN.........................NETTEN ALINTIDIR
 
AKSAMI IPLE CEKTIM HIKAYENIN DEVAMI GELMISTIR DIYE AMA YOK..Neyse sonunu kendine saklamazsin umarim.Heyacanla bekliyorum habein olsun.Simdiden tesekkürler.Yazdiklarin ve yazacaklarin icin
 
Sanki bir bomba düşmüştü odaya!

Zeynep arkadaşının heyecanlı ses tonundan fevkalade bir şeyler olduğunu anlamakta gecikmedi. Ozan’ın evine geleli üç gün olmuştu ve bir gün önce iki genç belediyeye giderek nikah işlemlerini yaptırmaya başlamışlardı. Bütün kağıtlar tamamlanmış, sadece sağlık raporunun imzalanması kalmıştı. O işi de bugün saat on birde halledecekler ardından mümkün olursa hemen evleneceklerdi. Bu kararı iki genç birlikte vermişler, Münevver Hanım ise hiç müdahale etmeden kabul etmişti. Zaten kadının en ufak bir itirazda bulunacak gücü yoktu. Gerçekleri biliyordu ve bunları ne zamana kadar taşıyabileceğini merak ediyordu. Sağlıklı düşünerek bir karar veremiyordu. Bildiklerini Zeynep’e anlatıp anlatmamakta tereddüt ediyor, bir sonuca varamıyordu. Günlerdir uyumamıştı. Zeynep üsteledi arkadaşına:
- Aylin, iyi misin canım? Ne oldu?
- Dur... Dur Zeynep, en iyisi ben oraya geleyim, bu telefonda konuşulacak bir şey değil...
Zeynep iyice şaşırmıştı:
- Tamam canım gel de, yalnız on birde dispansere gidip raporu alacağız. O zamana kadar...
- Hemen geliyorum, bir taksiye atladım mı on beş dakika sonra oradayım...
Telefonu cevap beklemeden kapatmıştı. Zeynep dudaklarını büktü. Kendisini dinleyen Münevver Hanım ve Ozan’a döndü:
- Bir şey olmuş... Buraya geliyor, telefonda söyleyemem dedi. Meraklandım şimdi...
Ozan gülümsedi sevgiyle:
- Gelsin hele öğreniriz canım, endişelenme...
On beş dakika sonra kapının zili uzun uzun çaldı. Zeynep hemen fırladı yerinden. Aylin telaş içinde girdi içeriye. Münevver Hanımın elini öptü, arkadaşlarıyla kucaklaştıktan sonra sandalyelerden birine attı kendini:
- Zeynep bir adam geldi okula... Seni arıyordu. Çok temiz yüzlü, bakımlı, yakışıklı bir adam. Kırk beş elli yaşlarında. Beni bulmuş, sanırım çocuklar söylemiş Zeynep’in arkadaşı diye. Her neyse... Neden arıyorsunuz Zeynep’i dedim... Malum tedbirli davranmak lazım...
Zeynep meraklanmıştı:
- Kimmiş, neden arıyormuş Aylin?
Genç kız arkadaşına dikkatle baktı. Başını hafifçe salladı:
- Sıkı dur şimdi: “Ben babasıyım” dedi...
Münevver Hanım bir çığlık attı. Sanki bir bomba düşmüştü odaya... Zeynep gözlerini kıstı:
- Babam mı? Saçmalama.... Ne babası?
- Adı Selim’miş. Selim Türkmen. Ben Kerim Beyin kardeşiyim dedi. Çok uzaklardan geldim dedi. Bu bir aile meselesi dedi... Sanki doğru söylüyor gibiydi Zeynep... Telefon numarasını ve kaldığı otelin ismini verdi. Kızımla görüşmeme yardımcı olun ne olur diye adeta yalvardı...
Susmuştu genç kız. Anlattıklarının nasıl bir etki oluşturduğunu görmek için odadakilere baktı teker teker. Herkes şaşkınlıktan tek bir noktaya bakıyordu. Zeynep’in dudakları titremeye başlamıştı. Kendi kendine söylenmeye başladı genç kız. Bir yandan da cep telefonunu tuşlamaya çalışıyordu:
- Haydi canım, böyle saçmalık olmaz... Bu da ne demek? >
 
X