Gdo 'yu tanıyın ve sizlerde hayır deyin!....

CASMXIXN

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
8 Aralık 2007
1.736
1
116
44
İstanbul
Daha önce haber bülteninde duyduğum ve biraz bilgi sahibi olup kendi payıma ürperdiğim bir konuyu az önce okan bayülgenin programında daha detaylı öğrenme ve dikkatimi daha derin bu konuya yöneltme gereğini hissettim. .KADINLAR ! Gelecek nesillerin anaları KADINLAR KULÜBÜ olarak bizlerde sesimizi duyuralım belkide aramızda bu önemli konuyu daha önce duymamış bazı arkadaşlarımız olabilir .Sizlerde bu konuda bilinçlenin.Her konuda dakikalarımızı ayırıp eğlendiğimiz bu sitede toplumsal anlamda çok öenmli olduğunu düşündüğüm altta konu hakkında detaylı bilgilerin bulunduğu kısma duyarsız kalmamanız dileğiyle.


Sizlerden ricam duyarlılığınızı anlatan tek bir kelime yazın <HAYIR>


UNUTMAYIN !GELECEK NESİLLERİN TOHUMLARINI İÇİMİZDE BARINDIRMA GÜCÜNÜN SAHİBİ OLAN BİZ KADINLARA GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ÜRÜNLERİ SUNAN YADA SUNACAK OLAN VE TOPRAKLARIMIZDA BUNLARIN YETİŞTİRİLMESİ İZNİNİ ALMAYA ÇALIŞAN MECLİS KOMİSYONUNA VE DEVLET BÜYÜKLERİNE YAVRULARIMIZA BU TARZ ÜRÜNLERİ ENJEKTE ETMEK İSTEMEDİĞİMİZİ HAYKIRMAK YİNE BİZLERİN ELİNDE KENDİ PAYIMA DİYORUM BU KONUYU ÇOK FAZLA CİDDİYE ALDIM UMARIM SİZLERİNDE DESTEĞİNİ ALIP BURADA GÜZEL BİR ÇOĞUNLUK SAĞLAYABİLİRİZ .SESİMİZİ DUYURAMASAK BİLE BU KONUDA BİLGİLERİN KULAKTAN KULAĞA HER KADINA, HER ERKEĞE BİLGİ VERİCİ NİTELİKTE OLMASINI SAĞLAYABİLİRİZ .

DEVLET BÜYÜKLERİMİZİN DİKKATİNE LÜTFEN GDO 'YA HAYIR DİYİN!
turkbayragi
 
Son düzenleme:
ıSTEMıYORSANIZ HAYIR DıYıN!



Konu üzerinde araştırmalarını sürdüren Bilim Kurulları, GDO&#8217;lu ürünlerin insanların bağışıklık sisteminde, santral sinir yapısında tahribatlar yapabileceği, mikroplu hastalıklara karşı kullanılcak antibiyotiklerin etkinliğini azaltabileceği, kanser ve allerjik reaksiyonlara neden olabileceği üzerinde ısrarla durmaktadırlar. Bir ilacın bile insanlar üzerinde yaygın kullanılabilmasi için 20-25 yıllık çalışmalar gerektirdiği halde, henüz 1996 &#8216;larda ortaya çıkan ve beraberlerinde pek çok rizki taşıyan GDO&#8217;lu ürünleri insanlara ,bilgilerinin dışında kullandırmak için gösterilen bu aceleci tavır bütün tüketicileri, sağlık ve denetim birimlerini düşündürmelidir.

GDO&#8217;lu bitkiler, doğada yetişen diğer bitkilerden farklı olarak, genomlarında kendi türlerine ait olmayan genleri taşıdıklarından, bu bitkilerin yetiştirildiği ülkelerde, başta sağlık olmak üzere, çevre ve sosyo-ekonomik yapı üzerinde önemli riskler söz konusu olmaktadır.

Sağlık Riskleri

Potansiyel Alerjenlik: GDO&#8217;lu bitkilerden ve hayvanlardan elde edilen ürünlerin meydana getirebileceği risklerin başında alerji gelmektedir. Genetik yapı değişiminde, verici kaynağın alerjen özelliklerinin transfer edilen bitkiye ya da hayvana geçmesi engellenemeyebilir. Nitekim, 1996 yılında, Brezilya kestanesinden ve fındığından soya fasulyesine aktarılan geni içeren ürünler, alerji yapması nedeniyle, marketlerden toplatılmıştır.

Potansiyel Toksisite: Genetik olarak değiştirilmiş organizmalar, aktarılan yeni gen ürünlerini ve onlardan kaynaklanan sekonder metabolitleri içerdiğinden, potansiyel bir toksisiteye sahiptir. GDO&#8217;lu bitkilerde bulunan özellikle zararlı ot ve böcek öldürücü genler ile terminatör teknolojisi gereği aktarılmış olan genler de toksin üreterek çalıştıklarından, dokularda birikme durumunda, önemli riskler oluşturmaktadır. Bu genlerin kullanılması pestisit kullanımını ortadan kaldırmıştır. Ancak, bu toksik madde kalıntılarının ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir.

Bu toksinlerin uzun dönemde insan sağlığına olan etkilerine ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadır. GDO&#8217;lu ve normal patateslerle beslenen iki grup farede yapılan çalışmada; normal patateslerle beslenenlerde hiç bir sorun olmamasına karşın, GDO&#8217;lu ürünlerle beslenenlerin sindirim sistemlerinde önemli zararlar belirlenmiştir.

Potansiyel Kanserojenlik: GDO&#8217;lu bitkilerin doğrudan ve dolaylı olarak kanserojen etkisinin olabileceği birçok araştırıcı tarafından belirtilmektedir. Özellikle, herbisitlere dayanıklı GDO&#8217;lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitlerinde kullanılan bazı kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları bilinmektedir. Öte yandan, sindirim sisteminde tam olarak sindirilmeden dolaşım sistemine geçerek kan hücreleri aracılığı ile normal genoma katılabilen yabancı DNA parçalarının da hastalıklarda etkili olma ihtimali söz konusudur.

Antibiyotiğe dayanıklı mikroorganizma oluşumu: Günümüzde kullanılan biyoteknolojik tekniklerle bitkilere aktarılan genlerin büyük bir çoğunluğu bakteri ve virüs kökenlidir. Gen aktarımı esnasında GDO&#8217;lu bitkilerin seçilebilmesi amacıyla antibiyotik dayanım izleme genleri kullanılmaktadır. Ancak, bu antibiyotik dayanım izleme genleri insan ve hayvan bünyesindeki bakterilere yatay olarak geçişiyle onların da genlerinin antibiyotiklere dayanıklı hale dönüştürülmesi gibi sağlık açısından büyük riskler söz konusudur.

Besin değerinde bozulma: GDO&#8217;lu bitkilerde, yeni özellikler kazandırılırken, bitkinin orijinal yapısında bulunan bazı kalite öğelerinde önemli azalmalar olduğu tespit edilmiştir. Örneğin, kalp hastalıklarına ve kansere karşı önemli bir koruyucu madde olan &#8220;phytoestrogen&#8221; bileşiklerinin, klasiklere oranla, GDO&#8217;lu bitkilerde daha az olduğu bilinmektedir.

Çevresel Riskler

GDO&#8217;lu bitkiler üzerinde en çok tartışılan konuların başında çevreye verebileceği zararlar gelmektedir. Bilim adamlarının çoğu, GDO&#8217;lu bitkilerin ekolojik zararlarının olabileceği görüşünde birleşmektedir.

Toprak ve su kirliliği: GDO&#8217;lu bitkilerin kalıntılarındaki toksik maddelerin toprağa ve suya geçtiğine ilişkin çok sayıda araştırma sonucu bulunmaktadır. Bu nedenle, toksinlerin diğer organizmaların besin zincirine katılmaları da söz konusudur. Bazı genlerin ürettiği endotoksinlerin toprakta 33 hafta kaldığı belirlenmiştir. Öte yandan, GDO&#8217;lu bitkilerin ikinci kuşak üretimini engellemek amacıyla, uygulanan terminatör teknolojisi gereği, tohumlar üreticiye verilmeden önce yüksek dozda antibiyotik ile bulaştırılmaktadır. Bu tohumların ekilmesiyle toprağa önemli miktarda antibiyotik geçişi söz konusudur. Buğday ve pamuk gibi çok geniş alanlarda ekimi yapılan ürünlerde bu uygulamanın etkisinin ne kadar büyük olacağı açıktır. Klasik herbisitler ürüne de zarar verdiğinden, üreticiler tarafından son derece dikkatli ve düşük dozda kullanılır. GDO&#8217;lu çeşitler ot öldürücülere dayanıklı olduklarından, ürüne zarar vermeyeceği düşüncesiyle, daha fazla ilaç kullanımı söz konusu olmuştur. Denemeler sonucunda, GDO&#8217;lu soyalarda herbisit kullanımının bir kaç kat arttığı belirlenmiştir.

Faunada değişim: GDO&#8217;lu bitkilerin faunada yararlı akraba türlerin yok olmasına ve yeni zararlı populasyonlarının oluşmasına neden olabileceği tartışılmaktadır. Özellikle, GDO&#8217;lu mısırlardaki Bt genlerinin sadece koçan kurtlarına etkili olduğunun söylenmesine karşın, mısır bitkilerinin arasında yetişen ve üzerinde bol miktarda mısır çiçektozu bulunan &#8220;Asclepias&#8221; adı verilen bitkilerle beslenen kral kelebeklerinin de öldüğü görülmüştür. Ayrıca, yararlı böceklerden olan &#8220;Ladybugs&#8221; (hanım böceği) ve &#8220;Lacewing&#8221; gibi böceklerin öldüğü, bu böceklerle beslenen arı ve kuşların da zarar gördüğü saptanmıştır. Bilindiği gibi, dayanıklı çeşitlerin oluşturduğu baskı sonucunda zararlılar zamanla tepkilerini değiştirebilmektedir. Bu durumda hem GDO&#8217;lu bitkiler etkisiz hale gelmekte, hem de biyolojik savaşta Bt bakterilerinden yararlanma imk&#226;nı ortadan kalkmaktadır.

Mikrorganizmalarda değişim: Antibiyotiklere dayanım izleme genlerinin toprak bakterilerine geçmesi ya da terminatör teknolojisi gereği toprağa verilen yüksek dozdaki antibiyotiklerin baskısı nedeniyle dayanıklı yeni bakteri tiplerinin oluşma ihtimali her zaman vardır. Virüslere dayanıklı olarak geliştirilen GDO&#8217;lu bitkilerin, başka virüs tiplerinin ortaya çıkmasına neden olabileceği Michigan Üniversitesi&#8217;nde deneysel olarak kanıtlanmıştır. Virüs genleri, diğer virüs ve retrovirüslerin genleri ile karışabilmekte, bunun sonucunda da patojeniteleri artmış yeni virüsler oluşabilmektedir. Bu gen karışımının 8 hafta gibi kısa bir sürede gerçekleşebileceği deneysel olarak kanıtlanmıştır. Öte yandan, &#8220;Cauflower Mosaic&#8221; virüsü GDO&#8217;lu mısır, pamuk ve kolzalarda yaygın olarak kullanılmaktadır. &#8220;Pararetrovirüsler&#8221; grubundan olan bu virüsün, hepatit-B ve HIV virüsleri ile büyük benzerlik göstermesi, konunun önemini daha da artırmaktadır.

Florada değişim: Bitkilere kazandırılan yeni özellikler bu bitkilerin yaşadıkları çevredeki floranın bozulmasına, doğal türlerde genetik çeşitlilik kaybına, ekosistemdeki tür dağılımının ve dengesinin bozularak genetik kaynakları oluşturan yabani türlerin yok olmasına neden olabilecektir. Çiçektozları, genetik kirlilikte en önemli etkendir. Mısır çiçektozlarının rüzgarın etkisi ile canlı olarak 1 km uzağa gidebildiği, yoncada arıların çiçektozlarını canlı olarak 2-3 mil uzağa taşıdıkları deneysel olarak belirlenmiştir. Genetik olarak değiştirilmiş bitki çiçektozlarının rüzg&#226;r, kuş, arı, böce, mantar ve bakterilerce taşınması sonucunda kilometrelerce uzaktaki bitki türleri de etkilenecek ve genetik bir kirlilik ortaya çıkabilecektir. GDO&#8217;lu ürünlerden gen geçişleri yabani türlerin özelliklerini bozacak ve bitkisel gen kaynaklarının geri dönülmesi zor bir zararla karşı karşıya kalmasına neden olabilecektir. Ayrıca, GDO&#8217;lu bitkilerdeki herbisitlere dayanıklılık genlerinin yabani akrabaları olan otlara geçmesiyle, tarımsal mücadele güçlüklerle karşılaşabilecektir. GDO&#8217;lu mısırlardan yabani mısır türlerine gen bulaştığına ilişkin resmi raporlar yayınlanmaya başlanmıştır.Yabani floradaki genetik yapı değişiklikleri, onların gen kaynağı olarak değerini tamamen yok edebilir. Arkansas Üniversitesi&#8217;nde yapılan bir çalışmada, GDO&#8217;lu çeltikten, çeltiğin yabani gen kaynağı olan kırmızı çeltiğe gen geçişinin olduğu belirlenmiştir. GDO&#8217;lu bitkiler için geliştirilen herbisitler, bu bitkilerin dışındaki tüm bitkileri kesin olarak öldürmektedir. Geniş alanlara uygulanan bu tip herbisitlerden yabani floranın olumsuz etkilenmemesi mümkün değildir. Öte yandan, terminatör genlerin akraba türlere çiçektozları ile geçerek onların ikinci yıl tümüyle yok olmalarına neden olması yüksek bir ihtimaldir. GDO&#8217;lu bitkilerden kaynaklanabilecek genetik kirlilik, birçok yabani türün anavatanı olan Türkiye için ayrı bir önem taşımaktadır.

Variyabilite ve beklenmeyen sonuçlar: Ekosistemler son derece karmaşık bir yapıya sahiptir. Özellikle, GDO&#8217;lu bitkiler gibi, yeni organizmaların sistem içine girmesiyle bazı bilinmeyen risklerin ortaya çıkması beklenebilir. Bu zamana ve yere bağlı olarak türler arası gen akışının sonucunda ortaya çıkabilecek gen etkileşimlerinden kaynaklanmakta olup, populasyonda değişik bir karakterin ortaya çıkma ihtimali her zaman söz konusudur.

Sosyo &#8211; Ekonomik Riskler

Pahalılık: GDO&#8217;lu ürünlerin tohumları, GDO&#8217;lu olmayanlara göre, &#37;25 ile %100 arasında daha pahalı olup her yıl yenilenme zorunluluğu söz konusudur. Fiyatının yüksek olması nedeniyle tohumluk alımını uzun süre devam ettiremeyecek olan küçük çiftçiler bu durumdan zarar göreceklerdir.

Tek tip çeşit ve ilaç kullanımı: Bitkisel üretimin GDO&#8217;lu çeşitlere dayandırılması, geleneksel tarımda yerel çeşitlerin kullanımında önemli azalmalara neden olabileceği gibi, tarımda tohumluk ve ilaç bakımından dışa bağımlılık sorununu da doğuracaktır.

Tohumluğun her yıl yenilenmesi: GDO&#8217;lu çeşitlerin sahip olduğu &#8220;terminatör gen&#8221; sistemi nedeniyle, tohumluk üretiminin çiftçiler tarafından yapılması olanaksızdır. Bu nedenle, tohumluğun üretici firmadan her yıl alınması zorunludur.

Çeşit karışımı: Aynı bölgede klasik ve GDO&#8217;lu çeşitlerin bir arada ekilmeleri halinde, çiçektozları nedeniyle, birbirlerine karışmaları kaçınılmazdır. Bu durumda, üreticilerin istedikleri tip ürünü özelliklerini bozmadan yetiştirmeleri imk&#226;nsız hale gelebilecektir. Bunlardan elde edilen ürünlerin de karışık olma olasılığı çok yüksek olacak ve tüketici açısından da önemli bir risk oluşturabilecektir.

GDO&#8217;lu çeşit yetiştiren ülke konumuna gelinmesi: Birçok Avrupa ülkesi, GDO&#8217;lu ürün yetiştirmeyen ülkelerden bile, dışalım yaptıkları ürünler için &#8220;Genetik Olarak Değiştirilmiş Organizma&#8221; değildir belgesi istemektedir. Bu çeşitlerin yetiştirilmesi halinde, klasik ürünlerin pazarlanması da önemli ölçüde zorlaşacaktır.

Din ve Etik Bakımından Konunun Sorgulanması:

Müslümanlar ve Museviler domuz eti ve türevlerini tüketmedikleri için domuz geni karıştırılmış ürünlerden de yemek istemeyeceklerdir. Ayrıca Müslümanlar bazı böcek ve hayvan genlerinin kullanıldığı ürünlere karşı da rezerv koyacaklardır. Aynı şekilde vejeteryanlar ise hayvansal gen içeren tüm bitkisel ürünleri tüketmek istemeyecektir. Bu durumda GDO&#8217;lu ürünlerin etiketlerinde gerekli bilgilerin doğru ve açık bir şekilde verilmesi bir insanlık görevi olarak ortaya çıkmaktadır.

Bir diğer risk ise:

Bugün GDO&#8217;lu tohumlarla ekimin yaygın yapılması, yasası ve yönetmeliği çıkmış olan &#8220;Organik Tarımı&#8221; da tehdit etmektedir. TÜRKıYE&#8217;de şu anda organik tarımı destekleme kanun ve yönetmeliği varken halen biyogüvenlik kanunu yoktur. Bu sebeple GDO tespiti yapılamıyor! Bu durumda, tohumun, toprağın, suyun temiz tutulabilmesi,GDO&#8217;lu yaygın ekimden dolayı rizk altındadır. Bu şartlarda, gerçek manada organik tarımdan söz etmek ağırlığını kaybetmektedir. Bir test yapılsa o ürünlerin en az yarısı imha edilecek veya organik diye satılamayacak duruma gelebilir&#8230;Izleme yok, denetleme yok, ustelik bunu yapabilecek beceri ve donanımda insan ve laboratuar da yok.

Yukarıda saydığımız riskleri dikkate alarak, Ülkemizde de, GDO&#8217;lu tohum, gıda ve katkı maddelerinin etiketlerinde mutlaka GDO&#8217;lu olduğu bilgisi mecbur tutulmalıdır. Hiç bir şekilde tüketicinin bilgisinin dışında ,formulasyonuna onay vermiyeceği bir ürünü satmaya kimsenin hakkı yoktur. Böyle bir eylem tüketicilerin evrensel sağlık ve inanç haklarını hiçe saymak olduğu gibi, bir insanlık suçudur.
Öyleyse yapılması gereken nedir? Burada esas olan, etkin, yaygın ve bilimsel bir izleme ve denetim mekanizmasının geliştirilmesi için çaba gösterme gerekliliğidir. Böyle bir yaklaşım biyogüvenlik ile ilgili yasa ve uygulamaların geliştirilmesini öncelikli kılmaktadır. Denetim ve izleme, genetik olarak müdahale edilmiş türlerin insan sağlığına ve çevreye oluşturduğu risk tehdinin doğru tespit edilmesi ve fayda/zarar belirlemeleri için zorunludur. Ayrıca genetik özkaynaklarının korunması, çeşitliliği ve sürdürülebilir kullanımının gözetilmesi sürdürülebilir tarım için de esastır. Dolayısıyla gıda ürünleri ve gıda hammaddesi olarak kullanılan malzemelerde, genetik olarak değişikliğe uğramış organizmaların (GDO), ve bunları içeren ya da bunlardan elde edilmiş ürünlerin kullanımına izin vermek için ilk şart gerekli bilimsel ve teknik altyapıyı kurmaktır.

Etkin bir biyogüvenlik altyapısı ve çerçeve kanunu bu anlamda bizim de ilk önceliğimiz olmalıdır.Devletin etkin ve yaygın denetim ve izleme görevi birincildir. Diğer yandan biz istemiyoruz ya da yasakladık diye GDO&#8217;lardan uzak, mutlu ve rahat bir hayat süreceğimizi zannetmek te yapılacak en büyük yanlış olacaktır. Bugün dünyanın vardığı noktada maalesef GDOlar neredeyse heryerde var ve onları görebilen, izleyebilen ve gerektiğinde durdurabilen bilimsel yeterliliğimiz olmadan onları kontrol etmek diye bir imk&#226;nımız olamaz. Bu durumda bilinmeyen bir hedefi boykot etmenin pratik bir değeri de olamaz. Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok misali.GDO tespiti konusunda bilimsel araştırmalar halen tüm dünyada sürmekte ve mevcut testler her gün geliştirilmektedir. Bu noktada halen ülkemizde bu testlerin yapılamaması büyük bir risk teşkil etmektedir. Gerek tedarik zinciri, gerekse üretim süreçleri içinde düzenli ve yetkin bir (iç) denetim, atılması gereken ilk adım olarak görülmektedir. Ancak, en ideal koşullarda görevini yapıyor da olsa devletin denetleyici rolü ancak bilgili ve ahlaklı üreticiler, seçme hakkı olan ve hakkını arayan tüketiciler, ve daha da önemlisi konuya hakim, yetkin araştırmacıların varlığında amacına ulaşır.



Derleyen: H.K.BÜYÜKÖZER.DR.Müh.

Kaynakça:

1- Tarım Teknolojilerinde Yeni Yaklaşımlar ve Uygulamalar: Bitki Biyoteknolojisi ( Prof. Dr. Murat ÖZGEN, Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara. Prof. Dr. Filiz ERTUNÇ, Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, Ankara.

Doç. Dr. Gülcan Kınacı, Osmangazi Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Eskişehir.
Dr. Mustafa YILDIZ, Melahat BıRSıN, Hakan ULUKAN . Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara

Dr. Haluk EMıROĞLU5, Bilkent Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Ankara

Arş. Gör. Nur KOYUNCU A.Ü. Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara

Doç. Dr. Cengiz SANCAK, A.Ü. Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Ankara)

2- Makale(Dr.Birep Aygün.Gıda Güvenliği Yahoo Grup)

3- Genetik Modifiyeli Ürünler Slayt çalışması.Süleyman Deveci.Y.T.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü. Kimya Müh. Bölümü ALINTIDIR!

turkbayragi
 
arkadasim bu basligi actigin icin cok tesekkürler, bende bugün bir tv eglence programinda duydum(Okan Bayülgen) ve internten arastirdim, insanoglu kazanc ve güc adina nasil insana ve dogaya bukadar kötü olan bir genetik calismalra imza atabiliyor...

bende üyesi oldugum bir baska sitede az evvel bu konuyla ilgili duyru basligi actim...
herkesin bilinclenmesi gerekiyor....
 
Sırf bunu açmak için buraya girdim bu konuyu kampanya olarak açacaktım.Nasıl Hindi Cumhuriyeti değiliz zamanında bir sürü mailler göndermiştik şimdide aynı şeyi yapalım istedim.Çünkü bu geçecek kanuna engel olmamız lazım birilerinin cebi para görecek diye imf ye bağımlı yaşamak zorunda bırakılmamalıyız.
Mail örnekleri hazırlayalım ve bakanlıklara gönderelim.

turkbayragi
 
tam destek casikom... :lepi:
parça parça önceden duyduğum şeyler bunlar...
konuyu biraz daha araştırayım ben...
 
Açtığınız konu için teşekkürler ...

Hepimiz aynı düşünmüşüz..Konu açmak için gelmiştim bu bölümde açılmış olduğunu görünce sevindim....

Desteklememek mümkün mü?Haydi kızlar elele
 
arkadaslar ben bilemiyorum imza kampanyasi gibi birseyler yapilsinmi yada baska ne yapilmasi gerekiyor sesimizi duyurmak icin burda fikir verinki bende diger sitede biseyler yazabileyim... bos durmak istemiyorum.... MILLETI bu konu hakkinda bilgilendirmek yetmez biseylerin yapilmasi gerektigini hepimiz biliyoruz...

bana biraz bilgi verinki neyi nesekilde yapilmasi acisindan ona göre davranayim....
 
"Türk ulusu tokluğun değerini bilmezsin. Acıksan tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin."


bundan 1500 yıl önce söylenen bir laf, ama ne kadar doğru...
malesef yarını düşünen yok, önlem alan yok, önümüzdeki nesilleri alenen tehdit eden bir durum var
ve ne yazık ki hiçbir şekilde kontrol edilmiyor...

bilinçlenmemiz lazım, ne yapabiliriz diye bir araştırma yaptım arkadaşlar. bulduklarımı paylaşayım...


&#8226; Bilgi edinme hakkınızı kullanın. Günlük olarak en çok tükettiğiniz gıdaların, şüphe duyduğunuz tohum ve yemlerin listesini çıkararak Tarım ve Köyişleri Bakanlığı&#8217;na Tarım ıl ve ılçe Müdürlükleri kanalıyla bu gıdaların GDO&#8217;lu olup olmadığını sorabilirsiniz. Bilgi Edinme Yasası&#8217;na göre, yetkililer sizi 15 gün içinde konuyla ilgili bilgilendirmek zorundalar. (Tarım Bakanlığı ınternet sitesindeki başvuru formunu doldurarak bilgi edinme hakkınızı kullanabilirsiniz.)

&#8226; Alışverişlerinizde mağazanın dilek/şikayet kutusuna ürünlerin GDO&#8217;lu olup olmadığını bilmek istediğiniz yolunda isteklerde bulunun. Ürünlerin üzerine GDO konusunda uyarılar konulmasını talep edin. Üretici ve satıcıların tüketicilerin talep ve ihtiyaçlarının göz önünde bulundurması gerektiğini ve kamuoyunun yarattığı baskı gücünün ne denli etkili olabileceğini unutmayın. Sürekli ürünlerini satın aldığınız gıda firmalarının ücretsiz tüketici servislerine aldığınız ürünün GDO&#8217;lu olup olmadığını sorun.

&#8226; Şüphe duyduğunuz ürünleri siz de bizzat Ankara ıl Kontrol Laboratuvarı ya da Bursa Gıda Merkez Araştırma Enstitüsü&#8217;ne analiz ettirebilirsiniz. Ancak analizler ücret karşılığı yapılıyor. (Ankara ıl Kontrol Laboratuvarı Müdürlüğü Tel: 0 312 315 00 89 Bursa Gıda Kontrol ve Merkez Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü Tel: 0 224 246 47 21-22-23)

&#8226; Çevrenizdeki herkese GDO&#8217;lar ve risklerinden söz edin, GDO&#8217;lar konusunda bilgilenmelerini tavsiye edin.
 
Son düzenleme:
elimizden geleni yaparım .ben baktım şimdi netten ama herhangi bir link göremedim.tel no. var.hayır kapmanyası için imza atmak için arama yaptım amabulamadım.bulan varsa buraya koysa iyi olur aslında..
 
HANGı ÜRÜNLER GDO LU OLABıLıR?


Pek çok GDO lu ürün var;
Mısır, patates, domates, pirinç, soya, buğday, kabak, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı balık türleri, kolza, kasava, papaya.

Bunların dışında çalışmaların devam ettiği ürünler var;
Muz, ahududu, çilek, kiraz,ananas, biber, kavun, karpuz, kanola.

Üretimi sırasında GDO kullanılmış pek çok ürün var,

Mısır ve soya genleri ile oynanan ürünlerde ilk sırayı aldıklarında bu bitkilerden üretilen yan ürünlerin de GDO lu olma riski var.

*Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta,glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar günlük tüketim maddeleri arasında yer alıyor. Örneğin,;
Bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler,pudingler, bitkisel yağlar,bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler,hazır çorbalar,mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar ile pamuk GDO lu olma riski taşıyor.

* Sadece mısırdan üretilen ve çeşitli gıdalarda bileşen veya katkı maddesi olarak kullanılan yan ürün sayısı 700'ü, soyadan üretilen türevlerinin sayısı ise 900'ü buluyor. Yani bu yan ürünleri içeriğinde kullanan her bir işlenmiş ürünün GDO'lu olma riski bulunuyor.

Türkiye'de Denetim Yok!

GDO lu tohum yasaklanmış olsa da bu tip ürünlerin ithalatının kontrolü yok ve girişler sadece beyana dayalı...

Gen aktarılmış ürün yetştiriciliği yasak, Bakanlık kontrollü olarak bazı sahalarda GDO lu bitki yetiştiriciliği yapıyor.

GDO içeren ürünlerin Türkiye'ye ithali serbest.

Türkiye'de GDO içeren ürünleri satılma riski çok yüksek. Çünkü bu konuda yasal düzenleme yok. Riski en yüksek olan ürünler içeriğinde mısır ve soyadan elde edilen yan ürünleri içerenler. Çünkü Türkiye mısır ve soya ithalatının büyük bölümünü, en büyük GDO lu mısır ve soya üreticileri olan ABD ve Arjantin'den alıyor.

GIDA SEÇıMıNDE NELERE DıKKAT ETMELı?

Ürünleri dış görünüşünden anlamaya imkan yok.Bu nedenle riski azaltmak gerek.
Yukarıdaki "Hangi ürün GDO lu olabilir ?" bölümünü iyi okuyun. Böylecerisk gruplarını tespit edersiniz.
Organik ürünler yemeye dikkat edin.Bu ürünlerin üretiminde ekolojik sertifikalı tohumluk kullanılır. Her organik veya ekolojik denen üğrüne itibar etmeyin.Mutlaka sertifikasını görmek isteyin. Alışveriş yaptığınız marketlerde organik ürün talep edin.
Gıdaları mevsiminde tüketin. Mevsimi dışında yetiştirilen sebze ve meyveler için doğal olmayan zorlama yöntemler kullanılmaktadır. Doğal yöntemlerin kullanılmadığı seralarda çok fazla tarım ilacı kullanıldığını da unutmayın.
Gıdalarınızı yerel olanlardan seçin.ABD veya Arjantin gibi dünyada en çok GDO üreten ülkelerden gelen ürünlerin GDO lu olma riski yüksek. Ülkemizde üretilen ve kaynağını bildiğimiz ürünler tüketerek yerel çeşitlerin korunmasına da katkıdabulunun. Ayrıca dünyanın farklı bölgelerinden gelen ürünlerin ulaştırılması için harcanan yakıtın yarattığı kirliliği unutmayın.
 
arkadaşlar duyarlılığınız için teşekkür ederim .sevgili kazene bu konuda bir mesaj yolladım eğer ilgilenirse ve bu konuda o da desteğini eksik etmezse sesimizi duyuramasak bile kadınlarımızı bu konuda daha bilinçli olmasını sağlayabiliriz .onun bu tip konularda siteyi en etkin nasıl kullanabiliriz .sitenin kurallarınıda siteyi zararada uğratmadan neler yapabiliriz bizi bilinçlendirmesini rica ediyorum.ismi bile bir tuhaf genetiği ile oynanmış tarım ürünleri .kaba bir tabirle nasılsa ki; eşek ve atın çiftleşmesinde meydana gelen katırın bir sonraki nesle devamı imkansızsa bu tip genetiği karıştırılmış ürünlerin insanlar üzerinde henüz bir deneyinin olmaması fakat yapılan fareler üzerindeki testlerin 3. doğumdan sonra doğurganlığı bitirdiği saptanmış ki bu kimileri için aile planlaması nolucak gibi görülsede uzun vadede insanoğulunun soyunu kırmaya yönelik bir davranışa sebep olacaktır.üstelik bu tip çalışmaların gerekli deneylerin yapılmaması durumunda nasıl ülkemizce kabul göreceği benide herkes gibi şüpheye düşürüyor...düşünün ki bir takım marka vermiyorum bebek mamalarının bile içinde gdo'lu mısır ürünlerinin konduğunu gece yarısı programında duyduğumda bebeğine mama veren anneler açısından inanmaz üzüldüm bu tip şeylerin tohumlarını saf bedenlerin bünyelerine sokarak sözde sağlık adı altında genlerimizle oynama cesaretini kendilerinde duyan insanları kınıyorum..tüm anne adaylarının ve annelerinde bu konuda bizlere destek olacağını ve en azından bilinçleniceğini umuyorum .sevgiyle kalın.
 
hay Allahım yaa sonumuz ne olacak böyle
bende karpuzları duydum şimdilerde
keşke duyarlı olabilsek
casmin çok teşekkürler bidenem
 
duyarlılığın için teşekkürler canım...
bende biraz daha araştırma yapayım bununla ilgili...
 
Casmincim teşekkürler bizi bilgilendirdiğin içinn....
Zaten artık aldığımız ve yediğimiz her üründen şüphe duyar olmuştuk...
Meyve ve sebzelerin hallerinden belli genetikleriyle oynadıklarının.
Gerçekten devletçe milletçe bişeyler yapmamız gerekiyor..
Yoksa çocuk ve çoluklarımız için nasıl bir hayat bekliyor orası zaten muamma((
Çok teşekkürler....
 

gayet güzel paylaşım emeğine sağlık
 
Neden Biyogüvenlik Yasası çıkmamalı?


Son yılların en gözde tartışmalarından biri genetik olarak değişikliğe uğratılmış organizmalar üzerinedir. Kısa adıyla GMO ya da GDO (Genetically Modified Organisms-Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar), genetik müdahale yöntemleriyle genetik yapısına bitki, bakteri, virüs vb. herhangi bir başka canlıdan alınan gen veya genlerin aktarılmasıyla elde edilen yeni organizmalardır.


Ekimi en yaygın genetiği değiştirilmiş bitkiler soya, mısır, pamuk ve kanoladır. Tübitak verilerine göre, dünyada üretilen 72 milyon hektar soyanın %57.5`ini, 140 milyon hektar mısırın %11`ini, 34 milyon hektar pamuğun %21`ini ve 25 milyon hektar kanolanın da %14`ünü transgenik çeşitler oluşturmaktadır (Kefi, 2005). Bununla birlikte, buğday, ayçiçeği, pirinç, domates, patates, papaya ve yer fıstığı gibi ürünlerin de transgenik olarak üretildiği, muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun ve karpuzun da denemelerinin yapıldığı bilinmektedir (Ölçü, 2005).


GDO`lu bitki ekim alanlarını büyükten küçüğe sıralanacak olursa bu ülkeler; ABD, Arjantin, Kanada, Brezilya, Çin, Avustralya, Hindistan, Romanya, Uruguay, İspanya, Meksika, Filipinler, Kolombiya, Bulgaristan, Honduras, Almanya ve Endonezya`dır. 2004 yılında ise Almanya ve Bulgaristan`ın listeden silinip Paraguay`ın eklenmesiyle ülke sayısı 17`ye inmiştir. Genetiği değiştirilmiş gıdaların ticaretinin yaygınlaştığı 1996 yılında, bu bitkileri eken ülke sayısı 6 iken, bu sayı 2003 yılında 3 kat artışla 18`e çıkmıştır (Ölçü, 2005).


İsviçre, Tayland, Suudi Arabistan, Bolivya, Cezayir, Gana, Zambiya ve Gürcistan ise genetiği değiştirilmiş ürün yetiştiriciliğini yasaklayan ülkeler arasındadır.(Bloomberg, Warren Giles, 2006). İspanya, Avrupa ülkeleri içinde genetiği değiştirilmiş gıda ya da gıda bileşeni üretmeyen tek ülkedir (Gillis&Blustein, 2006).


Türkiye`de GDO`ların ekimi, dikimi, üretimi ve ithalatı kanunen tamamıyla yasaktır. Ancak, 2003 yılında Türkiye`nin yurt dışından satın aldığı tarım ürünlerine ve bu ürünleri aldığı ülkelere bakacak olursak, satın alınan 800 bin ton soyanın %90`ının ve 1.8 milyon ton mısırın da %80`inin ABD ve Arjantin kaynaklı olduğunu görürüz. ABD ve Arjantin`den elde edilen ürünlerin özellikle de mısır ve soyanın GDO olmama ihtimali oldukça düşüktür. Fakat, Türkiye`de ne gümrüklerde ne de diğer bölgelerde GDO analizi yapabilecek alt yapıya sahip akredite bir laboratuar olmadığından, ithal edilen ürünler kontrolsüz olarak sınırlarımızdan girmektedir. (Ölçü, 2005, )


`Bebek mamalarında GDO bulunuyor`


Dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli husus da, özellikle mısır ve soya gibi ürünlerin şekerlemeler, asitli içecekler, çocuk mamaları, sebze püreleri vb. birçok hazır gıda maddesinin içinde bulunduğudur. Mısırın 700, soyanın ise 900 çeşit gıda maddesi içinde kullanıldığı (Ölçü, 2005) düşünülürse transgenik gıdaların dolaylı tüketim miktarının önemi açıkça görülecektir.


GDO, oldukça tartışmalı bir teknolojidir ve somut etkilerinin görülebilmesi için uzun bir zamana ihtiyaç vardır. GDO sorunu aynı zamanda bir biyogüvenlik, biyoçeşitlilik, sağlıklı insan-hayvan-çevre ayrıca tekelleşme ve demokrasi sorunudur.


Biyogüvenlik sorunu


Biyogüvenlik sorunudur, çünkü, aktarılan gen kaynağından, genin aktarıldığı organizmaya istenen özelliklerin yanında istenmeyen özelliklerin de taşınması mümkündür. Kaldı ki transfer edilen genin sadece aktarıldığı organizmadaki bazı etkileri şimdiden görülebilir. Oysa transgenik ürünleri tüketen insan ve hayvan bünyesindeki etkiler oldukça komplekstir ve zaman içinde birikerek ve değişerek ortaya çıkacaktır. Ayrıca GDO`lar biyolojik olarak yayılabilir özelliktedir. Yani bitkilere tozlaşma döneminde böcek, rüzgar vb. etkenlerle taşınan polenler, GDO kaynaklı ise, yapısına girdiği normal özellikteki bitkinin de genetiğini değiştirmektedir. Bu kontrolsüz bir aktarım olduğu için de sonuçlarının ne olacağı kestirilemez. Bu etkileşimin şeker pancarı ve kanola bitkisinde çok daha kolay olduğu bilinmektedir. (Ölçü, 2005)


Biyoçeşitlilik sorunu


Biyoçeşitlilik sorunudur, çünkü, bitkilere aktarılan gen ya da genler için herhangi bir kaynak kısıtlaması yoktur. Evrimsel olarak farklı noktalardaki canlılardan birinden diğerine aktarılan gen ya da genlerin, aktarıldığı organizmada çalışabilmesi için o organizmanın yapısal değişikliğe uğraması gerekmektedir. Bu değişikliğin zaman içinde mevcut türlerde meydana getirebileceği etki ya da etkiler bilinmemektedir. Ayrıca GDO ürünlerin tarımının yaygınlaşmasına bağlı olarak, tozlaşma vb. doğal ve kontrolsüz etkilerle, bir bitkiden diğerine aktarılan genlerin, bulunduğu bitkinin özeliklerini değiştirmesiyle birlikte mevcut türlerin de azalması ve hatta tek tipleşmesi de olasıdır.


İnsan sağlığı sorunu


İnsan sağlığı sorunudur, çünkü alerjik, patolojik, toksikolojik ve kanserojenik etkileri henüz bilinmemektedir. GDO`lardaki genetik değişiklik, bitkinin kurak şartlara daha iyi uyum göstermesini sağlamak, bitkiyi böcek benzeri zararlılardan korumak, çeşitli nedenlerden ötürü oluşan bitki hastalıklarına ve antibiyotiğe karşı bitkiye dayanıklılık kazandırmak, o bitkiden üretilecek gıdanın raf ömrünü uzatmak vb. amaçlarla yapılmaktadır. Tüm bu farklı amaçtaki etkilere sahip genlerin insan organizmasında meydana getirebileceği yararlı ya da zararlı etkiler ve bunların komplikasyonları henüz tanımlanmamıştır. Örneğin antibiyotiğe dirençli gene sahip gıda ile beslenmiş bir hastanın antibiyotik tedavisine cevap verip vermeyeceği ya da ne ölçüde cevap vereceği bilinmemektedir.


Bazı çevreler GDO`lu gıda tüketiminin pek çok hastalığın önemli etkenlerinden biri olduğunu ileri sürmektedir. Bunların başlıcaları, koroner kalp hastalıkları ve alzaymer olarak gösterilmektedir. Bu hastalık listesini diyabetten kronik kalp hastalığına, romatizmadan arterioskleroza kadar uzatmak mümkün. (Topal, 2005) İlginçtir ki Avrupa Birliği 1998`de hormonla muamele edilmiş sığır etleri ve ürünlerini kanser riski taşıdığı endişesiyle satın almayı reddettiğinde ABD ve Kanada tarafından 126 milyon dolar ödemeye mahkûm edilmiştir. Gerekçe ise AB`nin bu ürünleri tüketenlerin kanser olduğunu bilimsel olarak kanıtlayamamış olmasıdır (Bloomberg, Warren Giles, 2006). Aynı ülkeler şimdi de aslında bilimsel olarak imkânsız olan bu gerekçeyi GDO`ları reddetmenin tek şartı olarak sunuyor. Çünkü biliyorlar ki kanser gibi hastalıklar yalnızca bir faktörden dolayı oluşmaz ve her zaman saklanacakları başka bir faktör bulmak mümkündür. Bununla birlikte bu hususta taraflı `bilim insanları`nın etkisi de tartışılabilir.


Hayvan sağlığı sorunu


Hayvan sağlığı sorunudur, çünkü GDO`ların zehrinden ölen böcekleri yiyen diğer hayvanlar da genetiği değiştirilmiş bu organizmalardan etkilenebilirler. Ayrıca polenlerin taşınmasına yardım eden canlılar bu olay sırasında bahsi geçen organizmaların `zararlı` etkilerinden nasiplerini alırlar. Bununla birlikte GDO bitkiler hayvan yemi olarak kullanılmak üzere de yetiştirildiğinden hayvanlar da doğrudan tüm risklere açıktır.


Unutulmamalıdır ki tabiat barındırdığı tüm canlı çeşitleriyle bir bütün olduğundan bir türün risk altında olması diğer türlerin de risk altında olması anlamına gelir.


Çevre sağlığı sorunu


Çevre sağlığı sorunudur, çünkü kimyasallara olan bağımlılık artmaktadır. ABD, Arjantin ve Kanada gibi biyoteknoloji devleri her ne kadar `GDOlar için daha az kimyasal kullanmak yeterli olacaktır` söylemiyle yola çıktılarsa da, ürettikleri GDO tohumlarını patentledikleri gibi bu organizmaların yetiştirilmesi sırasında kullanılacak kimyasalları üreten şirketleri de satın alarak çiftçiye `bu ilaçları kullanırsanız ürününüz asla zarar görmeyecektir` garantisini vermişlerdir. Yapılan araştırmalar, bu politikanın, GDO yetiştiren çiftçilerin ürüne zarar vermediği gerekçesiyle normal olarak kullandıklarından çok daha fazla miktarda kimyasal kullanmalarına neden olduğunu göstermiştir. Bundan başka, bitkinin hasadıyla birlikte toprağa karışan gen ve gen artıkları topraktaki mikroorganizma yapısını ve toprağın kimyasını bozmaktadır. Ayrıca GDOların savunma amaçlı ürettikleri toksinlere böcek ve diğer zararlıların ya da bulaşabileceği başka bir canlının direnç geliştirme ihtimali de unutulmamalıdır. Örneğin birkaç ay önce İngiltere`de yağlık tohum kolzada kullanılan bir gen dizisinin aynı tarlada yetişen yabani hardala bulaştığı tespit edildi. Bulaşan gen dizisi o kolzada ot ilacına dayanıklılık sağlayan bir gen dizisi. Yabani ot ilacı, yabani ota da bulaşırsa bu tehlike demektir. Çünkü bu durum o yabani otun artık daha güçlü ilaçlarla yok edilebileceği anlamına gelir( Bayram, 2006 ). Daha güçlü ilaç ya da daha fazla kimyasal ise daha fazla çevre kirliliği demektir.


Tekelleşme ve sosyo-ekonomik bir sorun


Tekelleşme ve sosyo-ekonomik bir sorundur, çünkü üretilen bitki tohumları patentlenmektedir. Monsanto, DuPont ve Syngenta Dow gibi biyoteknoloji devleri GDO ürün piyasasını ellerinde tutmaktadırlar. Pastanın en büyük dilimi ise (yaklaşık %90) Monsanto`ya aittir. Bu şirketler yalnızca tohumları patentlemekle kalmayıp, zirai mücadele ilacı üreten firmaları da satın almakta ve bu alanı da tekelleştirmektedirler. Ayrıca oluşturdukları lobilerle hükümetler ve birebir çiftçilerle de anlaşmalar yaparak yalnızca daha fazla kar amacı güden taleplerinin karşılanmasını sağlamakta ve kendilerine bağımlı hale getirmektedirler.


En çarpıcı örneklerden birisi `Basmati` tohumudur. Ezelden beri Hindistan`a ait olan `Basmati` adındaki çeltik tohumunun patentini Texas`lı bir şirket almış ve adını `Texati` koymuştur. Hindistan`a ait olan bu çeltik artık Texas`lı bir şirketindir ve bu tohumu ekmek isteyenler artık bu yabancı şirketten satın almak zorundadırlar.


Bu konuya ilişkin son gelişme, geçtiğimiz günlerde (7 şubat 2006) yapılan toplantıda Dünya Ticaret Örgütü`nün, Avrupa Birliği ve 6 üye ülkesinin genetiği değiştirilmiş gıda ve ürünlerini kabul etmeyerek uluslar arası ticaret yasalarını ihlal ettiğini açıklamasıdır. Bahsi geçen bu 6 ülke belli başlı bazı biyoteknolojik ürünler konusunda ulusal yasak getiren Avusturya, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya ve Lüksemburg`tur ( GİLLİS & BLUSTEİN , 2006).


Genetiği değiştirilmiş ürünler ilk olarak 1990`ların ortalarında ABD`de pazara girmiştir. Bugüne kadar geliştirilmiş olan transgenik ürünlerin büyük çoğunluğu ticari anlamda başarısızlığa uğramış olmakla birlikte Monsanto, Sygenta ve diğer tarımsal üretim yapan büyük şirketlerin geliştirdiği ürünler dikkate değer bir ticari başarı elde etmiştir. Amerika`nın aksine, Avrupa`da transgenik ürün fabrikasyonunda gelişmeler 1998`de başlamıştır. Ancak bundan önce ABD, Avrupa`ya her yıl tonlarca transgenik ürün satmıştır. Avrupa Birliği 1998`den 2004`e kadar olan altı yıllık süreçte yeni transgenik ürün alımı için gereken resmi izinleri durdurmuştur. Bahsi geçen altı ülke de Avrupa genelinde geniş yayılma alanına sahip bu tür ürünlere ulusal yasak getirmiştir. İşte Amerika ve müttefiklerinin DTÖ yasalarınca yeni ürünler için dayatması son toplantıda gerçekleşmiş ve ABD, ulusal yasakların ancak sağlam bilimsel dayanaklarla konabileceği şartını dile getirmiştir. Sonuç olarak da toplantı ABD, Arjantin ve Kanada`nın AB`yi şikayetinin haklı bulunması ve durumun bu üç büyük biyoteknoloji ülkesi lehine değiştirilmesi kararıyla sona ermiştir (GİLLİS &BLUSTEİN, 2006)


ABD `ticari yasa ihlali` konusunu ilk defa 2003`te, AB, üye ülkelerinde üretilecek ya da satılacak GDO`lu ürün çeşidi sayısını 18`de durdurduğu ve yeni çeşitler üzerinde GDO denemelerine karşı de facto bir moratoryumu başlattığı zaman dile getirmişti. Şimdi ise Avrupa, DTÖ`nün `yeni ürünler için lisans alınmasını engellemek üzere moratoryum ilan ederek uluslar arası ticaret kurallarını bozduğu` kararıyla, pazarına GDO ürünleri sokmak hususunda yeniden baskı altında ( Miller& Kilman, 2006). AB 2004`te özellikle ABD`de yaygın olarak yetişen tatlı mısırın pazarına girmesini kabul etmesiyle moratoryumu sona erdirmişti. (Cage, 2006)


Ayrıca ABD, Avrupa`da genetiği değiştirilmiş ürünler ile ilgili yapılan çalışmaları çok yavaş olarak nitelemekte ve Avrupalı tüketicilerin bu tür ürünlerin ayırt edilmesi ve GDO olarak etiketlenmesi isteğinin de (biyoteknoloji şirketlerinin baskılarının da etkisiyle) `gereksiz` olduğunu bildirmektedir. (GİLLİS & BLUSTEİN 2006) Dikkate değer bir diğer konu da Amerikan ticaret heyetinin yeni onay istemlerinin GDO ÜRÜN ÜRETMEK DEĞİL, BU ÜRÜNLERİ İTHAL ETMEK doğrultusunda olmasıdır. (POLLACK, 2006)


Avrupa`nın karar karşısında vereceği tepki oldukça önemlidir. Zira alınan karar, en son yasal yayımlanma sürecine kadar değiştirilmez ise AB üye ülkelerinde, Asya ve Afrika`nın DTÖ`ye üye bir çok ülkesinde hatta Amerika`nın bazı ülkelerinde bile genetiği değiştirilmiş ürünlerin kabul edilmesine yönelik bir silah olarak kullanılabilir. Sonuç ABD`de, 2003 yılında Bush yönetimini bu konuda baskılamış olan ve hala aynı amacı güden bazı pro-biyoteknoloji grupları tarafından sevinçle karşılandı. Çiftlik sahipleri ve biyoteknoloji avukatları bu kararın, transgenik ürünler konusunda Avrupa`nın direncini kıracağını ve daha da önemlisi dünya çapında oluşan anti-biyo teknoloji yaklaşımını yumuşatacağını umuyorlar. (GİLLİS & BLUSTEİN 2006) Ulusal mısır üreticileri başkanı Leon Corzine, DTÖ kararı için `bu dünyaya Avrupa`nın yanlış olduğunu anlatan net bir mesajdır` dedi ve ekledi : `moratoryumun bir sonucu olarak Avrupa`ya yapılan ihracatlarda her yıl 300 milyon dolar kaybediliyor.` (POLLACK, 2006) Karara, yasalaşmadan itiraz edilebilir. Aksi taktirde sadece partilerin temyize gitme hakkı vardır. Avrupa kararı görmezden gelebilir ve ABD`ye yaptığı bazı ihracatlarda misilleme gümrük tarifeleri uygulayabilir. 1990`ların sonunda ABD`nin Ticaret Örgütündeki davayı kazanmasına rağmen, Avrupa hala hormonla muamele edilmiş sığır eti ve ürünlerini pazarına sokmamaktadır (POLLACK, 2006).


Washington`un, Avrupa pazarını GDO`ya açma çabası hala sürüyor. Çünkü biyoteknoloji şirketleri bir gün Batı Avrupa`nın kendileri için büyük bir pazar olabileceğini düşünüyorlar. Son on yılda Amerikan çiftçisinin arazilerini doyuran Monsanto, DuPont ve DowChemical gibi şirketlerin tohumlarını pazarlamak için yeni bölgelere ihtiyacı var ve Avrupa onlar için henüz el atılmamış en büyük pazar niteliğinde. Çünkü Avrupa Birliği üretimi altındaki 98 milyon hektar ekilebilir arazinin yetiştirdiği GDO ürün toplamı, tüm dünyada üretilen GDO ürünlerin %1`inden az.(Bloomberg& GİLES, 2006). Geçen yıl dünya genelinde çiftçiler, çalıştıkları araziye genetiği değiştirilmiş tohum ekimi karşılığında 2.2 milyar dolar prim aldılar ( MİLLER & KİLMAN, 2006). Ayrıca GDO`lu tohumlar hem Avrupa`ya hem de diğer ülkelere kaçak olarak sokulmaya devam ediyor. Monsanto şu anda Türkiye`de ücretsiz olarak tohum dağıtıyor ve bunu özellikle ova bölgelerde yapıyor ki yayılımı ve çapraz kaçışları daha fazla olsun. İnternette yayımlanan bir habere göre Antalya Havalimanında tesadüfen yapılan bavul aramalarından birinde her birinde yaklaşık 1000 adet domates tohumu olan 700 paket ele geçirilmiştir (Gürakan, 2005).


Avrupalı tüketiciler genetiği değiştirilmiş ürünler konusunda oldukça hassaslar. Avrupalı market zincirlerinin çoğu, genetiği değiştirilmiş bileşenler içeren gıda maddelerini stoklamayı reddediyor. Avrupalı tüketiciler, üreticilerden bu tür bileşenlere sahip gıda ürünlerinin mutlak suretle özel olarak etiketlenmesini talep ediyorlar. 1990`larda, dioxin`li tavuklar, öldürücü beyin hastalığına sebep olan sığır etleri gibi gıda güvenliği skandallarıyla çok canı yanan Avrupalıların, Avrupalı bilim insanlarına güveni oldukça azalmış, Amerikalılara ise hemen hemen hiç kalmamıştır ( GİLLİS & BLUSTEİN, 2006). Açlıktan insanları ölen Afrikalı ülkelerin (Zambia) yöneticileri bile ABD`nin genetiği değiştirilmiş ürünlerden oluşan gıda yardımlarına itiraz etmişler, `normal gıda` talebinde ısrar etmişlerdir. Ancak ABD`li yetkililerden aldıkları yanıt açık ve sert olmuştur: `dilencilerin seçme hakkı olamaz!` ( ÖLÇÜ, 2005). Afrikalılar ise bunun üzerine 8 Şubat Çarşamba günü GDO gıdalara karşı durmaya yemin etmiştir. (Lusaka, SCHACİNDA, 2006) Washington`daki Ralph Nader tarafından kurulan tüketici grupları bilgi ağının bir parçası olan Global Ticareti İzleme Bürosu (global trade watch) yöneticisi Lori Wallach Dünya Ticaret Örgütü kararı sonucu ortaya çıkan bu durumu `geriletici ve yozlaştırıcı` olarak tanımlamış ve DTÖ`yü `dünyanın geri kalanına da, tüketici isteklerini ve bu tüketicilerin seçtiği yasal temsilcilerin sözlerini hiçe sayarak Frankeştayn gıdaları tüketmeye zorlamak`la suçlamıştır ( GİLLİS &BLUSTEİN, 2006).


DTÖ`nün bu kararı Birleşmiş Milletlerin gıda güvenliği konulu Cartagena Protokolünde tartışıldı ve bilimsel kesinliği olmayan GDO ürünlere karşı tedbirli olma kararı çıktı. BM`ye üye 131 ülkenin bir çoğu aynı zamanda DTÖ üyesi de olduğundan ortada ulusal ve bölgesel bir karmaşa var (IATP,2006).


Demokrasi sorunu


Demokrasi sorunudur, çünkü DTÖ`nün bu kararı hükümetleri ve bunların temsil ettikleri milletleri kendileri için neyin güvenli olduğu kararını vermekten yoksun bırakmaktadır. Ayrıca tüketiciler mevcut etiketleme politikaları yüzünden ne tükettiklerini bilme hakkından mahrum bırakılmakta ve riskleri tam olarak belirlenmemiş bu organizmaların bünyelerinde yaratması olası tüm rahatsızlıklara bilinçdışı bir şekilde maruz kalmaktadırlar.


Sonuç olarak, GDO yeni ve kapsamlı etkileri olan bir teknolojidir ve risklerinin bilimsel olarak belirlenebilmesi için zamana ihtiyaç vardır. Burada sorulması gereken temel soru dünyanın bu ürünlere ihtiyacı olup olmadığıdır. GDO ilk olarak kaliteli ve ucuz gıda üretimi, dünyadaki açlığın önlenmesi, çevre kirliliğinin azaltılması ve gıdaları genetik olarak vitaminlerle takviye ederek beslenme yetersizliklerine çözüm bulmak vb gibi güzel söylemlerle ortaya çıkmıştır. Şu anki duruma bakılırsa GDO için vaat edilen hiçbir sav gerçekleşmemiştir. GDO ürünler kesinlikle daha kaliteli ya da daha ucuz değildir. Bu tür ürünler, piyasaya yerleşene kadar bir pazarlama tekniği olarak diğerlerinden daha ucuza satılabilir, ancak tüketimin artması, üretimin artmasına ve aynı zamanda patent hakkı dolayısıyla dayatılan bağımlılığın da artmasına neden olacağından bu ürünlerin sonrasında da aynı ucuzlukta olacağını ummak oldukça iyimser bir tutumdur. Çevre kirliliğini azaltmak bir yana çevre kirlenmesine katkıda bulunmuştur. En büyük GDO üreticileri olan ABD, Arjantin ve Kanada`nın açlarının sayısında bir azalma olmadığı istatistiklerde gayet açıktır. A vitamini yetersiz beslenmeye (ve buna bağlı körlük oluşumuna) çözüm olarak üretilen genetiği değiştirilmiş çeltiğin bir aldatmaca olduğu beslenme uzmanları tarafından açıkça deklare edilmiştir. Şöyle ki, vücuda alındığında A vitaminine dönüşen yani A vitaminin pro- vitamini olan beta-karoten adlı maddeyi bünyesinde üretecek gene sahip çeltik üretilmiş ve buna `altın çeltik` denmiştir. Ancak göz ardı edilen önemli bir gerçek vardır, beta-karotenin A vitamine dönüşebilmesi için vücutta belli oranlarda yağ, protein ve çinko bulunması gerekmektedir. Zaten yetersiz olarak beslenen bir insanın vücudunda bu bileşenlerin gerekli oranlarda bulunma ihtimali oldukça düşüktür.( ÖLÇÜ,2005) Oysa günlük olarak alınması gereken A vitamini miktarı belli başlı sebzelerden, yumurtadan veya belli miktarda sütten kolaylıkla karşılanabilir.
 
GDO bilimsel açıdan da oldukça önemli bir teknolojidir ve teknolojinin karşısında olmak elbette ki düşünülemez. Ancak burada teknolojinin hangi amaçlar ya da gereklilikler doğrultusunda kullanılacağı, kullanımının hayati riskler taşıyıp taşımaması ya da hangi durumlarda taşıdığı, insani ve etik değerler açısından ne kadar doğru olup olmadığı da tartışılmalıdır. Unutulmamalıdır ki milyonlarca insanın doğrudan ya da dolaylı olarak ölümüne sebep olan atom bombası da önemli bir teknolojidir. GDO teknolojisi savunulan tüm olumlu kriterlere sahip olabilir, ancak bunun görülebilmesi için uzun bir zamana ve tarafsız araştırma sonuçlarına ihtiyaç vardır.


Türkiye`nin 11 bin, Avrupa kıtasında ise 14 bin bitki türü bulunmaktadır (ÖLÇÜ, 200 ) Dünyada mevcut doğal zenginlikler bir kısmı yok edilmesine rağmen oldukça doyurucudur.


FAO tarafından da ifade edildiği üzere açlığın nedeni, ne yetersiz tarım arazileri ne de yetersiz üretimdir, asıl sorun, üretilen ürünlerin adil pay edilememesinden kaynaklanmaktadır. Buna etki eden en önemli faktörler ise politik ve finansal nedenlerdir.


Kaynak: Neşe Yılmaz, T.Ü.Gıda Mühendisliği,


KAYNAKÇA


1-Dr. Servet KEFİ, Tarım ve Mühendislik TMMOB Ziraat Mühendisleri Yayın Organı Sayı : 72, Sayfa 24, 2005


2- ÖLÇÜ, TMMOB Yayın Organı, Nisan 2005, Sayfa 112,113,114,117,119


3- Bloomberg, Warren GİLES, 08,02,06


4- Washington Post, Justin GİLLİS & Paul BLUSTEİN, 08,02,06


5- Tarım ve Mühendislik TMMOB Ziraat Mühendisleri Yayın Organı Sayı : 72, 2005, Prof. Dr. Şeminur Topal, Sayfa 11


6- Mebruke BAYRAM, GDO`ya Hayır Platformu, 26,03,06 BİRGÜN


7- Associated Press, Sam CAGE, 08,02,06


8- New York Times, Andrew POLLACK, 08,02,06


9- Wall Street Journel, Scott MİLLER & Scott KİLMAN, 08,02,06


alıntıdırturkbayragi
 
:1shok:ÇOCUK MAMALARINDA KULLANILMASI YASAK


GDO`LU ürünlere karşı 4 - 5 yıl kampanya yürüttük. Bu ürünler kesinlikle yasaklanmalı. ınsan sağlığı ile ilgili ciddi riskler içeriyor. Bu üretimden kazançlı çıkan tek taraf GDO`lu tohum patentini elinde tutan şirketler. Madem tehlikeli değil neden Tarım Bakanlığı GDO`lu ürünlerin bebek mamalarında ve çocuk gıda ürünlerinde kullanılmasını yasaklıyor?


FAREDEKı SONUÇLAR ÜRPERTıCı


HER ne kadar GDO`ların insanlar üzerindeki etkileri henüz bilinmese de hayvanlar üzerindeki etkileri belirlendi. ıskoçya Rowett Enstitüsü Dr. Arpad Pusztai`nin genetiği değiştirilmiş patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışık sistemlerinde çökme görüldü. Rusya Bilimler Akademisi`nden Dr. ırina Ermakova`nın fareler üzerinde yaptığı denemede, genetiği değiştirilmiş soya ile beslenen farelerin yavrularının yüzde 55.6`sı, doğumdan 3 hafta sonra öldü.
alıntıdır
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…