Elif afak-Ak (Anladklarmz Tartalm)

Okuduğumda huzur bulduğum kitapların başında geliyor Aşk.
Bir aşk bu kadar mı güzel anlatılır dediğim bir kitap.
Herkesin okuyup kendine pay çıkartması ve bazı şeyleri görmesi lazım bence.
Kesinlikle herkes okumalı bu kitabı.
 
kitabın ortalarına gelmeden bıraktım kitabı anlatımı ağır geldi banaa..:hulya:

Elif şafağın diğer kitaplarına nazaran 'Aşk' oldukça sade bir dille anlatılmıştır. Bence son derece akıcı bir dil kullanmış. Kitapların ağır gelmesi durumu okuma alışkanlığının düzeyiyle alakalı sanırım. Basit anlatımlı kitaplar okuyunca ya da makaleler, öyküler vs. yadırgayabiliyor insan ve okumaktan vazgeçiyor bu tür kitapları. Okumayı kesmek kolay üstüne gidebilip anlamaya çalışmak lazım biraz da.yerimseniben
 
ne oldu bacım yasakkelime
beğenmedim bana uygun değil şakkıdı benim adamım canan tan :jeyyar:

ewet katılıorum sana süper bi kadın o kadın bana kitap okumayı sevdirdi

bnde elif şafaktan sıkıldım ya çok ağır bi kitap ortalarına gelmeden bıraktım okuduklarımdanda hiçbşe anlamadım doğrusu
 
çok güzel bir kitaptı yaa,zaten şems ve mevlana arasındaki ilişkiyi hep merak etmiştim,bu kitap sayesinde detaylı bi şekilde öğrenmiş oldum,hiç bitsin istemedim kitap...
 
kitapta anlatılan aşk hikayesi beni pek etkilemedi, gerçekçi bulmadım.
şems-i tebrizinin kırk kuralı ve diyaloglarıın geçtiği tüm paragraflar bende adeta doping etkisi yaptı.daha inançlı ve sabırlı olmak gerektiğini hatırlattı.
 
Hayatım boyunca her zaman dönüp dolaşıp okuyacağım bir kitap olacak aşk. 2 kez okudum. Kendimi çaresiz hissettiğim zamanlarda çok işe yarıyor gerçekten. Her zaman da öyle kalacak. İyi ki böyle bir kitap var. Elif Şafak'ı çok seviyorum.:asigim:
 

aynen. Canan Tan'a sardım boshayallersmile Elif Şafak'ın Aşk' ı yarısına gelmeden bıraktım, hiçbir şey anlamadım :sm_confused:
 
bu kadar güzel yorumlar arasında kötü bişey söylemek istemem ama Mevlana'yı çok severim ama kitabı okurken Mevlana'dan soğudum resmen
 
bir yerlerde sana ait bir şey vardır görmez duymaz hissedersin yalnızca gönül gözüyle görebilirsin ancak. ve beklenen gün gelmemişse varamazsın ona hasretiyle yanar tutuşursun ta ki zaman gelene dek. yanar yanarsın... 'Aşk' yanmanın diğer adıdır.aslında tek 'Yar' 'YARADANDIR' Gerçek AŞK İSE ONA YANMANDIR. işte Kalbe verirse bir ateş zahirde(dünyada) birini sevdirir tıpkı mecnuna leylayı sevdirdiği gibi.başka bir boyutta ise ŞEMSE MEVLANAYI sevdirdiği gibi..yandı ki buldu onu..
 
bu kadar güzel yorumlar arasında kötü bişey söylemek istemem ama Mevlana'yı çok severim ama kitabı okurken Mevlana'dan soğudum resmen

işin özü burda aslında arkadaşlar öncelikle Mevlana halkın gözünde en yüksek mertebededir yani eksiksiz bir insandır o halkın gözünde. yalnız övülmeler ve övünmeler nefsi eylendirir ve kamçılar.işte bu noktada onun yokluğa düşmesi ve yerilmesi lazımdır.görevli ise Şemsdir onu halkın gözünde aşağılara çeker ki nefsini ayaklar altına aldırır.sonunda artık Mevlana yı herşeyiyle tastamam eder ve makamına ulaştırır.
 
Ben şahsen çok beğendim kitabı Mevlana'yıda güzel anlatmış, nefsin ayaklar altına nasıl alınabileceğini göstermiş.
Tebrizli Şems'te karşılaştığı bir çok kişiye insanlık dersi veriyor, okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum...
 
"Ya ortasındasındır AŞK’ın merkezinde; ya da dışındasındır, hasretinde..
Aşk, bu dünyayı aşan bir duygudur / Elif Şafak

Roman boyunca Mevlana'nın söylediği, "Aşk şeriatı, bütün dinlerden ayrıdır. Şeriatı da Allah'tır, mezhebi de..." sözü üzerinde düşünen ve okuru da düşünmeye yönelten Şafak hem romanını, hem de aşkın kendisini nasıl dönüştürdüğünü anlattı.

İnternette herkes Aşk romanınızın çıktığını birbirine haber veriyor. Beklenen şarkı gibi, beklenen bir roman mıydı?

İlla bir aşk romanı değil ama muhakkak bir roman beklentileri vardı. Çok e-mail alıyordum. Yolda görünce çevirip soruyorlardı. Çünkü Siyah Süt, tam bir roman değildi. Otobiyografik eserdi. Bence Türkiye'de çok iyi bir roman okuru var. Bunların büyük bir bölümü de kadın. Aralarında aşk üzerine yazmamı isteyenler oluyordu. Ama aşkı sadece kadın-erkek ilişkisi olarak düşünmeyin. İlahi aşkın da içinde olduğu bir roman beklentisi vardı.

Aşk'ı yazmak nasıl bir duyguydu?

Bu benim dokuzuncu romanım. Her biri özeldi ama bu romanımın yeri ayrı galiba. Yazarken o sürece kapılıp gidiyorum. Hesap yapmıyorum. 'Şimdi bu roman nereye gidecek. Okurlar ne düşünecek, eleştirmenler ne diyecek?' Bu tür kaygıların hepsini bir çekmeceye koyup kapatıyorum. Sadece hikayenin içine giriyorum. Yazdığım karakterlerle; Ella, Aziz, Şems ve Mevlana'yla yaşadım. Gönülden sevdiğim karakterleri anlattım.

Bu kitap aşkla yazıldı. İnşallah bu duygu okura da geçer. Çünkü aşkla okunması gereken bir roman.

Kitapta 'aşk'tan çok 'aşk şeriatı' üzerine yazdıklarınız etkileyici. "Kimsenin aşkın inceliklerine vakit bulamadığı bir dünyada aşk şeriatı daha büyük önem kazanmakta" diyorsunuz. Aşk şeriatı nedir?

Aşk şeriatı bana ait bir kavram değil. Mevlana'nın kullandığı bir kavram. Mesnevi'de Musa ile çobanın hikayesinden sonra diyor ki: 'Aşk şeriatı, bütün dinlerden ayrıdır. Aşıkların şeriatı da Allah'tır, mezhebi de..." Bu ifade benim kafamı kurcaladı. Çünkü biz içinde yaşadığımız toplumda özellikle Türkiye'de aşkı cinsellikle, kuralsızlıkla, daha dünyevi algılıyoruz. Şeriatı ise hep kurallarla, yasaklarla, parmak kesmeyle, korkuyla anıyoruz. Bu iki kavram nasıl yan yana gelmiş? 800 sene önce bir alim böyle bir laf ediyor. Halbuki biz bugün insanları etiketliyor, öteliyor, Ötekileştiriyoruz. Bunu kimi zaman din adına, kimi zaman ideoloji adına yapıyoruz. Özü unutuyoruz. Biçime takılıyoruz. Bunları düşünmek benim için bir düşünce egzersiziydi.

Bu egzersiz sizi nasıl bir sonuca ulaştırdı?

Mevlana'nın anladığı anlamda "Aşk şeriatı"nda birlik var. Ayrımcılık yok. Ama birliğin olması için de insanın 'benlik zannı'nı aşabilmesi lazım. Kendini ayrı bir 'ben' zannetmeyi aşmak şart. Bu bir sanatçı için zor bir sınav. Biz sanatta egolar inşa ederiz. Tasavvufta da o egoları silmeyi öğreniyoruz. Dolayısıyla iki ayrı ses var. Benim içimde de iki ayrı ses var. Bunları düşünmeyi, okura da düşündürtmeyi seviyorum.

Romanda Şems'in 40 kuralı var. Hepsi birer ders gibi. Bu kurallar nasıl oluştu?

Bunlar tamamen benim hayal gücümün ürünü. Yani Şems'in kendi yazdığı kurallar değil. Sonuçta bu bir kurgu. Tabi ki ben tasavvuf okumalarımdan çok beslendim. Sadece Anadolu Sufizmini değil, Pakistan, Hindistan, Amerika ve Avrupa'da yaşayan Sufizmi de ilgiyle takip ediyorum. William Chittick'in Şems'in biyografisini de dikkatle okudum. Tabi ki tasavvufun bir manifestosu yok. Ama evrensel, ortak bir özü var.

40. kuralda; "Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur..." diyorsunuz. Romanda Ella ile Aziz'in aşkı ile Mevlana ve Şems'in birlikteliği aslında iki aşk arasındaki ayrıma işaret etmiyor mu?

Aynı şeyler değiller ama birbirlerinden kopuk da değiller. Ella gibi nice kadın var. Çocuklarını büyütmüş, yirmi senelik bir evlilikten sonra mutsuz, ruhen kendini sıkışmış hissediyor, arayış içinde. Amerika'da Mevlana'yı seven ve merak eden o kadar çok insan gördüm ki! Bunların sayıları giderek artıyor. Bütün dünyada ne kadar büyük bir Mevlana ilgisi olduğunun farkında değiliz bence. Mevlana geceleri düzenliyorlar. Şiir dinletisi programları yapılıyor. Mesnevi'den pasajlar okuyup tartışıyorlar. Dünyanın her yerinden insanı kendine çeken manyetik ve mistik bir çağrısı var Mevlana'nın.

Geç de olsa bu ilginin farkında vardık aslında. Semayı izlemeye gelenlerin çoğunun yabancılar olduğunu görüyoruz.

Tabi doğru. Sırf rüyasında Mevlana'yı görüp Konya'ya gelen insanlar var. Sihir gibi. Amerika'da en çok okunan şair Rumi. İslam dünyasının Shakespeare'i diye biliniyor. Romanda bunlara bakmak istedim. Boston'da yaşayan Yahudi Amerikalı bir ev kadını olan Ella için Mevlana ne ifade ediyor? Bir yandan da şu var: Ella hem dünyevi hem ruhani bir aşk yaşamak istiyor. Çünkü Aziz'i tanımadan seviyor, onun bedenine değil kelimelerine aşık oluyor. Bu benim için önemli bir bilmeceydi. Bir insanı tanımadan, kelimelerine aşık olup sevebilir misiniz? Özünü görebilir misiniz? Şems'in de Mevlana'ya ilk söylediği şeydir: 'Gör beni.' Kitap boyunca dünyevi aşkla ilahi aşk arasında geçişler var. Ayrımcılık yok. Çünkü aşk bu hayatın motoru. Var olma sebebimiz. Arayışımızın nedeni...

Aşk sizce bu dünyaya ait bir duygu mudur?

Aşk hem bu dünyaya ait, hem de bu dünyayı aşan bir duygudur. Sizi alıp sınırlarınızın ötesine geçirir. Kendinizi aşmaya yöneltir. Bence aşkın özünde dönüşüm vardır. 'Ben aşık oldum ama hâlâ aynı insanım' diyorsak, orada bir sorun var demektir. Aşk tam da benliği eritmektir. 'Ben' olmaktan çıkmaktır. Materyalist dünyanın çok ötesine geçiren bir gücü var aşkın.

Sizi nasıl dönüştürdü?

Beni bambaşka bir insan yaptı. Romanda diyorum ki her insan tamamlanmamış bir sanat eseridir. Beşeriyet denilen eser kusursuzluğu hedefler. İşte bu yolda bizi pişirecek olan şey aşktır bence. Beni de aldı, silkeledi, yeniden yoğurdu. Eskisine göre çok daha uyumlu, daha huzurlu bir insan yaptı.

Sabah ezanını aşka benzettiğiniz bir tanım var: 'Gizemli, sıra dışı, neredeyse tılsımlı. Ama aynı zamanda doğaüstü, akıldışı, hatta ürpertici. Tıpkı aşk gibi.' diyorsunuz. Seher vakti size ne hissettiriyor?

Sabah ezanının çok özel olduğunu düşünüyorum. Size de olmaz mı, duyduğunuz an içinize bir ürperti gelir. Ruhani bir şey... Bütün ezanlarda var diyeceksiniz belki ama sabah vaktinin ayrı bir tılsımı var... İnsanı tatlı uykusundan uyandıran bir güç var orada. Bir de açıkçası biz sabah ezanını layıkıyla duymuyoruz. Kulağımızla işitiyoruz ama yüreğinden duymak başka bir şey.

Dinlemek için gittiğiniz özel bir mekan var mı?

Bu öyle bir şey ki sizi her an yakalayabilir. Evinizde derin uykunuzdan uyandırabilir. Bir şehirde otelde kalıyorsunuzdur. Camı açarsınız, birdenbire o ses içeri dolar. Bunun özel bir mekanı yok.

Romanı okurken, 'İlahi aşk yaşamak isteyen ama nazlanan bir kadın'la karşı karşıya olduğumuz hissine kapılıyoruz. Siz ne dersiniz?

Böyle düşünmemiştim ama düşüneceğim söylediğinizi. Bir yanda tabi ki O'ndan vazgeçemiyorsunuz, bir yanıyla bazen O'na nazlanıyoruz galiba. Hepimizin gelgitleri var. İnsan böyle bir mahluk zaten. Ama roman bittikten sonra yazara değil okura aittir.

Allah'a nasıl bir yakınlık duyuyorsunuz?
Türkiye'de inancı konuşmak kolay değil. Çünkü önyargılı bir toplumuz. Çok bağnaz olabiliyoruz. Bağnazlığı dar bakış açısı olarak kullanıyorum. Bağnazlık belli bir kesime has bir şey değil.

Solcusu da, sağcısı da, feministi de bağnaz olabiliyor. Bağnazlık kendi bakış açını, tek doğru bakış açısı zannetmek. Bu kadar önyargının ve yaftalamanın olduğu yerde samimiyetle inancı konuşmak kolay değil. Ama şunu söyleyebilirim. Benim için O'nunla ilişki kurmak önemli bir mesele. Bunun bir arayış olduğunu düşünüyorum. Kimse 'ben inanıyorum' deyip son noktayı koyamaz. Hayat sürekli bir imtihanlar silsilesi. Kendimizi bazen çok şey biliyor zannediyoruz, sonra bir düşüyoruz hiçbir şey bilmediğimizi anlıyoruz.

Hiç kimse için imanın ispatı yok

Evet o ispatlanabilecek ya da 'buldum' deyip sırtını yaslayabileceğin bir şey değil. Benim için uzun bir yolculuk olduğunu söyleyebilirim. Bu yolculuğun inişleri, çıkışları var. Ama arayışın güzel olduğunu düşünüyorum. Benim için kıymetli bir mesele.

Romanda da çobanın Yaratanı'yla kurduğu ama Musa'nın anlayamadığı hatta çobanı yargıladığı bir iletişim biçimine rastlıyoruz. Siz nasıl bir dil geliştirdiğinizi düşünüyorsunuz?

Aslında herkes kendi meşrebince konuşur. Güzel olan da bu gibi geliyor bana. Romandaki Musa ile çobanın hikayesi benim için önemliydi. Çoban Hak'la kendi bildiği dilden dua ediyor. Öyle şeyler söylüyor ki, "Allahım ben senin ayaklarını yıkarım, koyunlarımı senin için keserim. Pilavına katıp yersin." diyor. Musa bunları duyduğu zaman çok hiddetleniyor. Duasını bölüyor. 'Sen nasıl böyle konuşursun' diye kızıyor. Ama aynı gece Hak onu rüyasında ikaz ediyor. "Sen buluşturmaya mı, ayırmaya mı geldin. Bırak, nasıl içinden geliyorsa öyle dua etsin.

Biz dile değil, kelimelere değil, gönle bakarız." diyor. İnsanları yargılamadan, yaftalamadan, kendi durduğumuz yeri büyük zannetmeden, inancın özüne bakmak gerek. Bunu yapabilirsek daha evrensel, kucaklayıcı ve barışçıl bir yerde durabiliriz. Romanda Şems ne diyor? "İnancın büyük olsun, ama inancınla büyüklük taslama!"

Mevlana'nın eşi Kerra'nın bir iç konuşması var: "Müslümanlığa geçerken benim esas zorlandığım husus Meryem'i terk etmek oldu. Bunu kimseye söylemedim. Mevlana'ya bile. Ama Meryem'in o müşfik, kahverengi gözlerini özlüyorum..." diyor. İlerleyen sayfalarda Şems, Kerra'nın bu endişesine cevap veriyor: 'Meryem Ana'yı özlemene gerek yok. Çünkü onu terk etmene gerek yok. Eğer bir kadın Peygamber gelseydi, o hiç şüphesiz Meryem olurdu... Müslüman bir kadın da Meryem Ana'yı hayırla, duayla zikredebilir." Sadece Hıristiyanlar değil, bizler de Hz. Meryem'in İslam'daki önemini kavrayamıyoruz... Bu diyaloğu yazarken neler düşündünüz?

Romandaki Kerra sonradan İslamiyeti seçen bir kadın. Onun psikolojisine eğilmek istedim. Müslüman olan bazı Hıristiyan kadınlar böyle bir tereddüt yaşayabiliyor, bunu gözlemledim: "Meryem'i terk etmem gerekiyor mu, onu geride bırakmalı mıyım, eski önemini yitirecek mi?' Hz. Meryem, Hıristiyanlıkta dinin şefkate açılan en önemli kapısıdır. Tanrı'ya dua etmek isteyen Meryem'le kurar iletişimini. Bu endişeleri taşıyan kadınlar için tasavvufun Meryem'e pozitif bakışı kucaklayıcı ve evrensel bir cevap olabilir.

Ella gibi kadınlar çok fazla Avrupa'da ve Amerika'da değil mi?

Evet, Ella gibi kadınlar çok fazla. Türkiye'de de çok fazla. Isparta'da ya da Rize'de yaşayan bir ev kadınına Ella gibi karakter ne ifade ediyor? Ella ilk bakışta Amerika'da Boston'da yaşayan Yahudi bir kadın. Zengin bir hayatı var. Ama bir sıkışmışlık, eksiklik hissi içinde. Bu hissi belki Burdur'daki, İstanbul'daki, İzmir'deki kadın da biliyor. Zahirideki ayrımları kaldırdığınızda altta kalan hikayeler benzer ve evrensel. Birbirimizle bu noktalarda empati kurabiliriz. Mutsuz bir evliliğin içine hapsolmuş ama oradan çıkmak için veya kendini dönüştürmek için çaba göstermeyen, hayatı akışına bırakan çok insan var.

Cesaretleri yok belki de, Ella cesaretli bir kadın.

Evet cesaretli bir kadın ama savaşçı bir kadın değil. Hatta bütün hayatı boyunca mütevazı ve munis bir yaşam sürmüş, sessiz biri. Öyle bir kadının dönüşümü beni çok heyecanlandırıyor. Bir de bütün hayatını planlar, programlar yaparak geçiren bir kadın. Böyle birçok insan tanıdım. Çantalarına ajandalar, özel notlar koyan, üç ay sonrasını inceden inceye planlamış. Böyle bir kadının "yarın" saplantısından vazgeçmesi ve şimdi, şu an aşkı yaşamayı tercih etmesi oldukça radikal bir dönüşüm. Bu kitabın en önemli bölümüydü benim için. Çünkü Aziz ona yarın vaad eden bir adam değil. Aslında kimse kimseye yarını vaad edemez bu dünyada. Ama öyle zannediyoruz ve öyle yaşıyoruz.

Mevlana'nın kitaplara konu olması, organizasyonlarda ilgi görmesi, bir yandan kıyasıya eleştiriliyor. Bir yandan da çok değerli çabalar olarak görülüyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz.

Tüm dünyada Mevlana'ya ilgide muazzam bir artış var. Bu çok güzel bir şey. Bu dönemde yapılan kalıcı eserler kalır, geçici hevesler uçar. Oysa kimileri eleştiriyor, "bu bir modadır" deniyor. Öyle olsa bile, ki bence değil. Çünkü moda için kimse Amerika'dan kalkıp yolara düşüp Konya'ya gelmez. Muhakkak ki bir ruhani çağrı var ve o insanlar bu çağrıyı duyuyor. Bizim de bunu küçümsemeye hakkımız yok. Hele niyetten şüphe etmeye hiç hakkımız yok. 11 Eylül sonrasında çok ciddi bir İslam fobisi oluştu Batı'da ve bu fobinin aşılabilmesi için gene İslam dünyasının içinden çıkacak değerlerin görülmesine ihtiyaç var.


alıntı...
 
mrh kızlar bu kitabın adını duydugunda romantik bi aşkı anlata bi roman sandım okumaya başladığımda bu aşkın ilahi aşk oldugunu anladdım tabi. üzerimde bukadar etki bırakacagnı biliyodum yabancısı oldugun bi konuydu ama kitap okadar akıcı ve hoştu ki bi çırpıda okudum biteli iki gün oluyo ama ben hala kitabın etikisindeyim farklı duygular hissettiridi mevlanayı anlatan bi kitap ama ben şems e hayran oldum aslında mevlana kadar değerli bi insan ama ben ilk defa duydum neden oda tüm dünyaca tanınan biri değil mevlana gibi aslında mevlanayı mevlana yapan şems bence onun eksik yönlerini tamamlamasına vesile oldu
 
hayatımda okuduğum en önemli kitaplardan biri

severek okudum birkez daha okumalıyım diye düşünüyorum.

ardındanda bab-ı esrarı okudum oda fena değildi ama aşk gerçekten çok güzel

kitabı eleştirenlerede tavsiyem önce bilgi birikimi edinin lütfen..

bazılarına çok güldüm canan tan hiç tarzım değildir mesela...kaydirigubbakcemile3
 
hayatımın çok karışık bi döneminde okudum bu kitabı. ve aklıma çivi gibi çakıldı şu kural.
-başına birşey geldiğinde "hayatım alt üst olacak diye"hemen telaşa kapılma. nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha güzel olmadığını?
ve bana çok iyi gelmişti. o dönemi hep bu kuralı tekrarlayarak geçirdim. ve gerçekten hayatın altı üstünden daha güzelmiş.
 
Güzel ama birsürü yanlış var mesela syf.98 de ''Kuran'ı Kerim'de yazan bir hükmü hatırlattım: Mü'min müminin aynasıdır.'' diyor. Amma velakin bu ayet değil hadisi şeriftir. Bir ilahiyatçı olarak bunlara dikkat edilmeli diye düşünüyorum...
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…