- 6 Mart 2012
- 17.734
- 27.913
- 49
Bazen kendimizi sanki çepeçevre şiddet ve zulümle çevrilmiş bir dünyada yaşıyor gibi algılayabiliriz. Amerika Birleşik Devletleri Ulusal İstatistikleri’ne göre, okullarda ya da okulların civarında her yıl, üç milyona yakın suç işlenmektedir. Bu sayı, her okul gününde 16.000 suç ya da her 6 saniyede bir suç, şeklinde de açılabilir. Ev içi şiddete yönelik bir çalışma, pek çok liseli erkek öğrencinin, eğer kendisini öfkelendiriyorsa, kız arkadaşına vurmanın uygun olduğunu düşündüğünü göstermiştir. 1980’lerin ilk dönemlerinde, 17.000 kişinin evlerindeki eşleri tarafından öldürüldüğü ortaya çıkmıştır.
Şiddet ve zalimliğin çok sık görüldüğü ve hatta neredeyse kabul edildiği bir dünyada, çocuklarının daha duyarlı, iyilikçi insanlar olarak gelişebilmeleri, diğerlerine karşı daha çok sevgi ve ilgi gösterebilmeleri için, neler yapmaları, nasıl davranmaları gerektiği, pek çok anne-babanın merak ettiği bir sorudur. Duyarlı çocuklar yetiştirmenin, dünyamızdaki şiddet sorununun tek çözümü olmadığı açık. Ama acaba, gerek televizyonda gerek caddelerde şiddete maruz kalmaları, çocuklarımızın gittikçe daha “katı yürekli” olmalarına yol açıyor mu? Bunun olmamasını sağlayabilir miyiz?
Kuşkusuz anne-babalar çocuklarının yaşamını etkileyen her şeyi kontrol edemezler. Çocuklarımız dışarıdaki o, genellikle sertliklerle, acımasızlıklarla ya da en azından mutsuzluklarla dolu, “gerçek dünya”da(!) daha çok zaman geçiriyorlar. Ayrıca, ana-babaların kontrol edemeyecekleri kendilerine özgü kişilikleri, özellikleri vardır. Bütün bunlara rağmen, çocuklarının daha şefkatli, daha adil ve daha sorumlu olarak yetişebilmeleri için anne-babaların yine de yapabilecekleri birşeyler olduğunu söyleyebiliriz.
Acaba çocukların doğasında bu sevgi dolu özellikler var mı?
İnsanlar bazen çocukların, dışarıdaki dünyayı ve insanları, yetişkinlerin bildiği şekilde “bilemedikleri”ni düşünürler. Onların dünyayı kendilerine göre, kendi bakış açılarıyla değerlendirdiklerini sanırlar. Ama acaba bu ne kadar gerçektir?
Bir zamanlar araştırıcılar, diğer insanlara yönelik gerçek bir şefkat ve ilgi duygusunun, yaş yetişkinliğe doğru ilerledikçe ortaya çıktığına inanırlardı. Ama artık, bu inancın doğru olmadığı, kişinin kendini bir başkasının yerine koyma (empati) ve ilgiyle karışık endişelenme işaretlerinin çok daha küçük yaşta gözlenebildiği ortaya çıkmaktadır.
Örneğin, Zahn-Waxler, Radke-Yarrow ve King adlı psikologlar, anne-babaları fiziksel (örneğin başağrısı) ya da duygusal (örneğin annenin kötü bir haber karşısında ağlaması) bir nedenle sıkıntı içinde olan çocukları izlemişler ve çok küçük yaştaki çocukların bile, anne ya da babalarıyla birlikte bu sıkıntıyı yaşadıklarını görmüşlerdir. Bu çocuklar, ebeveynlerine ilgi ile yaklaşmışlar, sorunun nedenini sormuşlar, çözmek istemişler ve sıkıntıda olan ebeveyni rahat ettirmek için ellerinden geleni yapmışlardır.
Örneğin, annelerden biri, eşiyle yaptığı bir tartışma sonucunda ağlamaya başladığında, daha 21 aylık olan kızı yanına gelip, kucağına oturmuş ve annesine fisiksel şefkat gösteren davranışlar içine girmiş, Anne, “Minik kızım uzandı ve beni alnımdan öptü. O dakikada tüm depresyonum ortadan kalktı, ben de ona sarıldım. Daha sonra yüzünde bir tebessüm oluştu. Rahatlamıştı.” sözleriyle ifade etmektedir.
Bu tür tepkileri gösterebilenler sadece küçük çocuklar değildir. Gösterdikleri bu yakın ilgi ve şefkat duygusu da sadece anne ve babalarına yönelik değildir. Bir kaç yıl önce, 12 yaşındaki bir Filedelfiya’lı çocuğun “evsiz” kişiler için kendi kurduğu bir barınağı açması, gazetelere yansımıştı. Pek çok çalışmada, çocukların ister sınıf arkadaşları, ister komşu, ister bir yabancı olsun, acı çeken insanlardan hemen etkilendikleri görülmüştür. Ayrıca, çocukların hayvanlara yönelik, sanki doğuştan getirilmiş bir yakınlıkları olduğu, çok iyi bilinir. Yeni doğan bebeklerin bulunduğu kliniklerde, bir bebek ağlamaya başladığında, diğerlerinin de ağlamaya başlaması, belki de bu ilgi ve duyarlılığın ilk işaretleridir.
Magen ve Aharoni tarafından yapılmış bir araştırmada da diğerlerine yardım etme davranışları içine giren ergenlerin, kendi yaşamları hakkında çok daha olumlu duygular içine girdikleri ve kendi gelecekleri için daha umut dolu beklentiler geliştirdikleri görülmüştür. Bu çalışmadaki ergenlerden biri bu duygularını, “Müthiş bir duyguydu! Kendimi bir kırlangıç kadar hafif, özgür ve mutlu hissetmiştim. Yaşamın çok heyecan verici olduğunu düşünmeye başladım” sözleriyle dile getirmişti.
Anne-babalar neler yapabilir?
Neler hissettiğinizi bilmelerini sağlayın.
Yapabileceğiniz en önemli şey, çocuklarınızın sevgi, şevkat ve sorumluluk duyguları içinde davranmalarının, sizi ne kadar mutlu edeceğini onlara açıkça söylemenizdir. Çocuğunuzun düşüncesiz ve acımasız bir davranış içine girdiğini gördüğünüzde hemen müdahale edin ve bu şekilde davranmasını istemediğinizi söyleyin. Çocuğunuzla konuşurken içten ama kesin bir dil kullanın. Üzerinde durduğunuz şey onun kişiliği ya da herhangi bir özelliği değil, yapmış olduğu ve dikkatinizi çeken davranışı olsun. Diğer deyişle, “İyi çocuklar böyle yapmaz!” ya da “Kötü bir çocuksun!” yerine, “Yaptığın (..……davranış) iyi bir davranış değil.” deyin.
Çocuklarınızın diğer insanlara yönelik davranışlarının, sizin için duygusal açıdan da çok önemli olduğunu anlamalarını sağlamak, bu işin temel anahtarıdır. Eğer sizin herhangi bir konudan duygusal olarak çok etkilendiğinizi bilirlerse, bu konu onlar için de önemli hale gelir. Bu duygusal tepkilerin aynı zamanda konuya yönelik bilgiyle de desteklenmesi çok önemlidir. Diğer deyişle çocuklarınız, sizin o tür davranışları neden onaylamadığınızı da bilmelidir. Örneğin, “Bak arkadaşın ağlıyor, çünkü sen oyuncağını onun elinden aldın. Bu iyi bir davranış değil!” ya da “Bak öyle yaptığında kedinin canı yanıyor, o yüzden de seni tırmaladı. Ona bu şekilde acı vermek iyi bir davranış değil ve artık bunu yapmanı istemiyorum!” şeklinde konuşulabilir.
Hangi tür davranışları onayladığınız, hangilerini onaylamadığınız konusunda çocuklarınızla açık, dürüst ve kesin konuşun. Cümlelerinizi kısa ve konu ile ilgili tutun. Önemli olan onların suçluluk duymasını değil, bir şeyler öğrenmesini sağlamaktır.
Onlar için iyi modeller olun
Clary ve Miller adındaki iki psikoloğa göre, çocukların şefkatli olmalarına yardımcı olabilmek için anne-babalar, iki açıdan model olabilirler: Bunlardan biri diğerlerine karşı, ikincisi de çocuğunuza karşı gösterdiğiniz şefkatli davranışlardır.
Diğer deyişle, somut davranışlar laf olarak söylenenlerden daha etkili olur.
Eğer siz kendiniz, tutarlı olarak sevgi ve şefkat dolu biriyseniz, çocuklarınızın da bu şekilde yetişmesi olasılığı daha yüksektir. Çocuklar nasıl davranacakları konusunda ipuçları almak üzere anne-babalarını ve diğer yetişkinleri gözlerler.
Şunu unutmayın! Eğer onlara bir şey söylüyor ama davranışlarınızla tersini yapıyorsanız, çocuklarınız, sizin yaptıklarınızı daha çok dikkate alacaklardır. Eskilerin,”Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” deyişi, genellikle işe yaramamaktadır. Diğerlerine karşı anlayışlı, hoşgörülü, şefkatli olma konusunda ise hiç işe yaramaz.
Herkesin gönüllü yardım kuruluşlarına ayıracağı zamanı ya da bağışlayacağı parası olmayabilir. Ama tüm ailenizin, gündelik yaşantının bir parçası olabilecek küçük “iyilikçilik” davranışları olabilir. Bu davranışların, öyle muhteşem, gazetelerde çıkacak kadar sansasyonel şeyler olması gerekmez. Bir komşunuzun bir ricasını kırmamak, onlar istemeden bir ihtiyaçlarını önceden görmek, incinmiş bir hayvanı korunaklı bir yere çekmek, evsiz bir insana biraz para verip iyi bir şeyler söylemek, bir grup ergen tarafından alaya alınmış biri için araya girmek, caddeden karşıdan karşıya geçen bir görme engelliye yardımcı olmak, otobüste bir yaşlıya ya da çocuklu bir kadına yer vermek gibi, pek çok, “ilgi-sevgi-şefkat” göstergesi olabilecek, küçük davranışlar vardır. Çocuklarınız siz bunları yaparken sizi izleyebildikleri gibi, kendileri de bu işlerde rol alabilirler.
Çocuklarınızın çevresinde bu tür özellikleri gösteren kişilerin bulunmasını ve dolayısıyla sizden başka modeller de olmasını sağlayın.
Yapabileceğiniz bir başka şey de, çocuklarınızın bu tür eylemlere katılabilecekleri organizasyonlar bulmanız ya da düzenlemenizdir. Bunlara katılmalarını teşvik edin. Okul aile birliklerinin “kardeş köy”, “kardeş yuva”, “Bizim huzurevi”, vb. sosyal yardım klüpleri kurmalarına ve bu klüplerin çocuklar tarafından yürütülmesinde yardımcı olun. Toplumda varolan, TEMA, AKUT, Sivil Savunma, Yeşilbarış, vb. gibi organizasyonlar hakkında onların yanında konuşun.
Siz ve Çocuğunuz
Eğer çocuklarınızın onuruna saygıyla yaklaşır, başarılarına ilgi gösterir ve farkederseniz, onlara vereceğiniz mesaj, tüm canlıların onuruna saygı ve ilgi gösterilmesi gerektiği olacaktır.
Bunun bir boyutu da çocuklarınızın sevgi ve şefkat dolu, iyilikçi davranışlarının ödüllendirilmesidir. Psikolog Segal, çocuklara zalim davranışlarının onaylanmadığının belirtilmesi ne kadar önemliyse, olumlu davranışlarının ödüllendirilmesinin de bir o kadar önemli olduğuna dikkat çekmektedir. Onlara bu tür davranışlarının sizi ne kadar mutlu ettiğini coşkulu bir şekilde ifade edin. Örneğin, “Biraz önce düşen arkadaşının yanına gidip, ona yardım ettiğini gördüm. Ne kadar iyi bir davranış yaptın! Çok hoşuma gitti, gururlandım!” diyebilirsiniz.
Peki dış dünyanın etkileri ne olacak?
Anne-babalar, evde verdikleri bu çabalarının, çocuklarının arkadaşlarından gördükleri, çevrelerinde yaşadıkları ve televizyonlarda sinemalarda izledikleri, bencil kahramanları taçlandıran bir kültürden edindikleri olumsuz, bencilliğe, zalimliğe, yok edip ezmeye, şiddete prim veren mesajlarla, boşa gideceği kaygısını yaşamakta haklıdırlar.
Bu etkilere karşı durabilmek için yapacağınız bir kaç şey vardır. Örneğin, onlara yardımsever davranışları ön plana çıkaran kitaplar verin. Ancak unutmayın, çocuklar, özellikle ergenler, kendilerinin ya da “normal” insanların ulaşamayacakları kadar abartılmış ve yüceltilmiş kahramanları pek sevmezler. Bu yüzden, her zaman rastlanabilecek sıradan türden iyilikçi davranışları sergileyen kahramanların öykülerini anlatan kitaplar seçin.
Ulusal Pikoloji Sağlığı Enstitüsü’nün bir araştırmasında, televizyonda iyilikçi davranışları izleyen çocukların, bu davranışları taklit etme eğiliminde oldukları görülmüştür. Bu nedenle, şiddete yönelik filmler izlemelerini engelleyebilir, bunun tersi davranışların sergilendiği filmleri özendirebilirsiniz.
Çocuklarınızın görmek istediği filmler hakkında onlarla konuşun. Aşırı şiddet ögeleri var mı? Diğerlerini atlatıp, “kazançlı çıkan” suçluları, insanlara ya da hayvanlara yönelik şiddeti yüceltiyor mu? Çocuklarınızı bir kavanoz içinde yetiştiremeseniz de, onlarla bu konularda yapacağınız konuşmaların etkisi epey uzun sürebilir. Onlara gördükleri bu filmler hakkında neler düşündüklerini sorun ve acaba o kahramanların elde ettiklerinin, kaybettiklerine değip değmediğini, başka hangi tür seçeneklerini gözardı etmiş olabileceklerini konuşun.
Çocuklarınızı, kendilerini insanlığın, ülkelerinin iyiliğine adamış ünlü kişiler konusunda eğitin. Çevredeki müzeler, televizyon özel programları ve kitaplar, bunun için birer araç olabilir. Kimlere hayran oldukları ve neden hayran oldukları konularında, onlarla söyleşiler yapın.
Peki çocuklarımızı bu şekilde eğitmeye çalışırken onları fazla “yufka yürekli” hale de getirebilir miyiz?
Çocuklar hayatın sert ve acımasız gerçekleriyle her gün zaten yüzyüze ise, anne-babalar onun dikkatini acılara ve üzüntülere özellikle çekmenin, iyi bir fikir olup olmayabileceğini düşünebilirler. Bazıları da hayatın bir de bu yüzünü göstermenin çocukları yıkabileceğini düşünebilirler.
Bunlar anlaşılabilir kaygılardır ve uzmanlara göre, bazı çocukların, bazı durumlarda diğerlerinin acıları karşısında aşırı duyarlı hale geldiği olabilmektedir. Ancak bu bulgular, duygusal açıdan özellikle zayıf ve kırılgan olan çocuklar için geçerlidir.
“Her tür ve her koşulda kendinden birşeyler verme” davranışı, “veren kişi” için her zaman sağlıklılık göstergesi olmayabilir. Eğer çocuğunuz her ortamda, diğerlerinin isteklerini kendi ihtiyaçlarının önünde tutuyor ve kendi düşünce ve isteklerine hiç sahip çıkmıyorsa, bu tür bir “aşırı vericilik”, “kendine güvensizlik”, “boyuneğicilik” gibi bir başka “kişilik gelişimi” sorunun işareti olabilir.
Çevremizdeki okulların bazılarında çocuklara yönelik “vericilik” ve “iyilikçilik” davranışlarını geliştirmeye yardımcı faaliyetler düzenlenmektedir. Çocuklar katıldıkları bu “klüpler”de, yaşlılara, özürlülere, fakir çevrelere kendi maddi katkılarını ya da daha çok manevi desteklerini sunabilmektedirler. Doğayı, çevreyi, barışı, kültür hazinelerini koruma eylemlerine katılabilmektedirler. Genel olarak bakıldığında bu tür davranışlardan olumsuz etkilenen çocuk sayısı, yok denecek kadar azdır. Tam tersine bu çocuklar küçük okul klüplerinde edindikleri bu davranış kalıplarını, gündelik hayatlarına da taşımakta ve bu deneyimlerinden çok olumlu etkilenmektedirler. Bunun aşırıya kaçıp kaçmadığını anne-baba olarak en iyi siz görebilirsiniz.
Yokedilemeyen Bağlantı
Psikolog Segal’in sözleriyle, “Bu küçük broşürde önerilen yaklaşımların hiç biri, çocuk ve anna-babası arasında yokedilemeyecek o, sevgi-ilgi bağı olmazsa işe yaramaz.”
Çocuklarımızın verici, iyilikçi insanlar olarak yetişmeleri için en önemli faktör, onların kendilerinin ilgi, şefkat, iyilik dolu bir atmosferde yaşamalarıdır. Uzmanlar, çocukların yaşadıkları evde kendilerini güvende hissetmelerinin, dikkatlerini kendi üstlerinden çekip başka insanlara ve onların sorunlarına yöneltmede önemli bir etken olduğunu vurgulamaktadırlar. Bunun tam tersi durumlarda ise, sevgi ve şefkatten mahrum yetişmiş çocuklar kendilerini sürekli güvensiz hissedeceklerinden, onların sadece kendilerini korumayı, kurtarmayı düşünmeleri, sadece kendi ihtiyaçlarına yönelmeleri doğaldır.