Okul döneminden askerlik maceralarına, İstanbuldaki aylak gençlik günlerine, Suriye'ye sürülmesine geçiliyor. Daha sonra Vahdettin'in yurtseverliği, Mustafa'yı Samsun'a yollayışı, Mustafa'nın Vahdettin'e ihanet edip kafasına göre takıldığı, Kazım Karabekir'in geldiğini duyunca yüzünün korkudan nasıl solduğu, inek sürüsünü düşman zannedip ödünün koptuğu ve karanlıkta uyuyamadığı ballandıra ballandıra anlatılıyor. Sonunda bu korkak adam Mustafa zafere ulaşıyor. Burası filmin doruk noktasını oluşturuyor.
Zaferden sonra inzivaya çekiliyor. Saraylarda zevk-ü sefa içinde emekli yaşamına başlıyor. Rakılar, cıgaralar, hatunlar! Yiyelim içelim eğlenelim! Yan gelip yatıyor, tarih kitapları okuyor. Vakit doldurmak için de Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi'nin mana ve ehemmiyetini anlatmaya çabalıyor.
Yalanlar, yanlışlar, saptırmalar, çarpıtmalar... Bunlar yeterince ele alındığından bunlara değinmiyoruz. Gözden kaçan ufak bir noktaya dikkat çekelim yalnız: Mustafa Kemal'in tarih ve dil konularına olan ilgisi "emeklilik(!)" döneminden çok önceleri de vardır. Daha Suriye'de bulunduğu sıralar dilci bir gençle tanışır: Agop Bey. O sıra Agop Bey Doğu cephesinden sürülen Ermeni kökenli genç bir yedeksubay askerdir. İngiliz esirlerle konuştuğu için casusluk ettiği şüphesiyle getirilir. Mustafa Kemal kelepçeleri çözdürür durumu sorar Agop beyin suçsuz olduğunu anlar. Agop Beyin cebinden Almanca yazılmış Türk Dili Gramer kitabı çıkar. Alman subaylara Türkçe öğretmektedir.
Mustafa Kemal ile Agop Bey dil ve Latin alfabesi üzerine sohbetler yaparlar.
Latin alfabesi, dil,tarih konuları o zamanlardan aklındadır Mustafa Kemal'in.
O Agop Bey de işte daha sonraları Türk Dil Kurumu'nun başdanışmanı olan
Profesör Agop Martayan Dilaçar'dır. Ve soyadı Dilaçar'ı Mustafa Kemal'in önerisiyle alır. Mustafa Kemal'e Atatürk soyadı verilmesi de Agop Bey'in önerisiyledir. Agop Bey Atatürk'ün ölmeden son görmek istediği kişilerdendir. "Dil çalışmalarını aksatmayın" der son günlerinden birinde.
Can Dündar'ın ayyaş adamı ölüm döşeğinde bile bir sürü memleket meselesi arasında dil çalışmalarını da görmektedir.
Can Dündar bunları bilmez mi? Bilmezse niye öğrenmez? Bilirse niye söylemez?
Dündar'ın yine sesini bir hoş ederek,Mustafa Kemal'in Hilafeti kaldırmasın nedeninin çocukken hocası Kaymak Hafız'dan yediği dayağın intikamı olduğunu öne sürmesi beni yerimden hoplattı. Burada kahkahayı basmaktan ve "Ohaaa! Çüş birader bu kadar da olmaz!" demekten kendimi alamadım doğrusu.Okulda bize "izleyiciyi sakın aptal yerine koymayın" derlerdi.
İzleyiciyi bu denli saygısızca aptal yerine koymak için ancak Can Dündar olmak gerekiyorgaliba. O zaman benim de "sen önce aynada kendine bak" deme hakkım doğuyor kuşkusuz.
Beni şaşırtan bir diğer nokta da, Atatürk'ün kendisine suikast girişimi yapıldıktan sonra içlerinde yakın mücadele arkadaşları da olmak üzere pek çok kişiyi tutuklattığının söylenmesiydi. Atatürk daha sonra en yakın arkadaşlarını affetmiş, gerisini astırmış.
Can Dündar'ın romantik(!) sesinden dinliyoruz: "Devrim yine kendi çocuklarını yedi".
Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimleri sihirli bir değnek yardımıyla gerçekleştirmediğini söylemeye bilmem gerek var mı? Bu devrimleri gerçekleştirmek belki de Kurtuluş Savaşı'nı gerçekleştirmekten zordu. Çünkü dost düşman belli değildi, en yakınındaki dostları bile engelleme peşindeydi.Devrimci ve karşı devrimci çizgi sürekli mücadele ediyordu.
Kemal yine kelle koltukta, CHP bayrağındaki altı okla açıklanan devrimci, bağımsızlıkçı, halkçı, laik, devletçi,ulusalcı,cumhuriyetçi çizgiyi savunuyor.
Hilafet de, saltanat da öyle kaldırılıyor.Başka türlü kaldırılmasına olanak var mı? Kaymak Hoca'dan intikam için bunlar yapılamayacağı gibi en yakın arkadaşlarını karşısına alarak da olmaz. Hatır gönül tanımadan,kararlılıkla ama en geniş ittifaklar kurularak gerçekleştirilebilecek işlerdir bunlar.
Filmimizin sonlarına doğru, Atatürk'ün akşamları ud dinleyip,
bir büyük rakı, üç paket sigara, 15 fincan kahve tükettiği, efkarından ağlayıp
zırladığı, dengesiz, hasta bir adam haline geldiği söyleniyor.. Af buyurun ama mahalle kocakarıları bile böyle dedikodu etmez.
Akşamdan kalma olduğum için kalkamadığım bir gün annem içki
içmememi nasihat etmişti. Ben de şakayla karışık, "Atatürk bile içiyormuş" dedim. Yanıtı çok güzeldi: "Atatürk çok içerimişimiş emme kafası da çok çalışırımışımış. Hiç uyumaz, hep çalışırımışımış. Senin gibi akşama kadar yatmazımışımış".
Bir de bir çelişkiye düşüyor burada Can Dündar. Bu ayyaş adam Hatay'ı kurtarmak için yorucu bir seyahate çıkıyor. Bir bakıma intihar ediyor.
Şimdi zevk-ü sefa içinde bunalımlar yaşayan adamın Hatay'ıkurtarmak
için intihar etmesi nasıl olur?