• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Bir kadın asılacak.. Erzurum Şalcı Bacı

Kendisinden isteyi verin bir zahmet, tanidigim biri degil ki.Sivil oldugu halde oldurulenlerde mi memurdu?Kayitlarda kendisi soyluyor dedesinin sert biri oldugunu.Siz hala neyin savunmasindasiniz, anlayamadim.Bu kadini asmadilar demekle, olay yasanmamis mi olacak.Gunes, balcikla sivanmaz.Hakikat elbett birgun ortaya cikicaktir.

Iyileri konustugumuz kadar. tarihe kara sayfa olarak gecenleri de vicdanen yargilayamadigimiz surece, bunlarin uzerine kimse gidemiyecek.Dersimde devlet eliyle bomba yagdirilip katledilen vatandaslarin maduriyetiyle yuzlesiliyor, sapka idamlariylada umud ediyorum ki yuzlesicez birgun.

evet güneşi balçıkla sıvayamayacaklar.

tanıdığın olmak zorunda değil kitabında okumuş olabilirsin kitap adı sordum ben. kayıtlar dediğin nedir isim verebilir misin meraktan soruyorum. sadece duyduklarını söylüyorsan eğer bunun bir balçıktan farkı yok.
 
evet güneşi balçıkla sıvayamayacaklar.

tanıdığın olmak zorunda değil kitabında okumuş olabilirsin kitap adı sordum ben. kayıtlar dediğin nedir isim verebilir misin meraktan soruyorum. sadece duyduklarını söylüyorsan eğer bunun bir balçıktan farkı yok.



Çetin Altan da 1976 yılında yayınlanan “Kahrolsun Komünizm Diye Diye” kitabında dedesi adına şu trajik itrafta bulunmuştur:

“Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatıp dururlar Hasan Paşa'nın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte, hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal suçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce "Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki" demiş galiba. Ben o tarihte henüz doğmamıştım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde.”


Çetin Altan, Şalcı Bacı'dan "Ülkemizin siyasal suçtan idam edilen ilk kadın" diye bahseder bir kitabında. Dedesinin günahını böyle itiraf eder.

Hayatını bohça içerisinde çeyizlik örtüler satarak kazanan bu yüzden "Şalcı Bacı" denilen "Şöhret Kadın", kadın olduğu için çuvala koyularak asılmıştır.

Bazi yorumcu arkadaslar da kadini ajanlik yaptigi icin oldurmusler demisti.Torun Cetin Altan kadinin siradan bir vatandas oldugunu zaten soyluyor.Vicdanini susturabilirseydi dedesini aklamak icin, elbette bazilarin dedigi gibi ajandi diyerek olaydan siyrilacakti.Nezaman bisey paylassam birileri bu kayit varmi, delili nerde sorgusuna geciyorda.Ondan alistim buna bende.Kayit dedigim seyler okuduklarimdan ibarettir.

İşte Altan’ın dedesi Tatar Hasan Paşa, kendi halinde zavallı bir bohçacı kadını, şapka giymesi mümkün olmayan savunmasız bir garibanı Şapka Kanunu'na muhalefetten idam ettirenler arasındaydı. Yazar Cihan Aktaş da, “Tanzimat'tan 12 Mart'a Kılık-Kıyafet ve İktidar” kitabında “Şalcı Bacı’nın acıklı hikayesine yer verir.

Cetin ALTAN dedesi oldugu halde kitabinda itiraf etmis bunu, daha ilerisi icin mahkeme kayitlarini bulup gormek lagzim.Benim bilgim bunlarla sinirli.
 
Son düzenleme:
İnsanlar 2'ye ayrılırlar: İnsanları 2 gruba ayıranlar ve 2 gruba ayırmayanlar olarak. Sende çapulcular derken insanları 2 gruba ayırıyorsun. Onlar çapulcu diyorsun; peki sen nesin? Çapulsuzmusun?
Maden saldırılmış faillerini bulun. Sapan atan teyze gibi cezalandırın. Eğer bulamıyorsanız o sizin içinizde olabilir. Kendin saldır, kendi suçla misali

Anlaşılmayacak ne varki! Yorumumdan da anlaşılacağı gibi Çapulcuyum...
Diğer yazdıklarınada cevap vermiycem, inanki ne demek istedin anlamadım!!!!!!
:44:
 
Çetin Altan da 1976 yılında yayınlanan “Kahrolsun Komünizm Diye Diye” kitabında dedesi adına şu trajik itrafta bulunmuştur:

“Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatıp dururlar Hasan Paşa'nın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte, hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal suçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce "Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki" demiş galiba. Ben o tarihte henüz doğmamıştım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde.”


Çetin Altan, Şalcı Bacı'dan "Ülkemizin siyasal suçtan idam edilen ilk kadın" diye bahseder bir kitabında. Dedesinin günahını böyle itiraf eder.

Hayatını bohça içerisinde çeyizlik örtüler satarak kazanan bu yüzden "Şalcı Bacı" denilen "Şöhret Kadın", kadın olduğu için çuvala koyularak asılmıştır.

Bazi yorumcu arkadaslar da kadini ajanlik yaptigi icin oldurmusler demisti.Torun Cetin Altan kadinin siradan bir vatandas oldugunu zaten soyluyor.Vicdanini susturabilirseydi dedesini aklamak icin, elbette bazilarin dedigi gibi ajandi diyerek olaydan siyrilacakti.Nezaman bisey paylassam birileri bu kayit varmi, delili nerde sorgusuna geciyorda.Ondan alistim buna bende.Kayit dedigim seyler okuduklarimdan ibarettir.

İşte Altan’ın dedesi Tatar Hasan Paşa, kendi halinde zavallı bir bohçacı kadını, şapka giymesi mümkün olmayan savunmasız bir garibanı Şapka Kanunu'na muhalefetten idam ettirenler arasındaydı. Yazar Cihan Aktaş da, “Tanzimat'tan 12 Mart'a Kılık-Kıyafet ve İktidar” kitabında “Şalcı Bacı’nın acıklı hikayesine yer verir.

Cetin ALTAN dedesi oldugu halde kitabinda itiraf etmis bunu, daha ilerisi icin mahkeme kayitlarini bulup gormek lagzim.Benim bilgim bunlarla sinirli.


Anladım demek ki resmi bir kayıt yok elinizde sadece bir kaç yazarın metni ve Çetin Altan’ın ‘itirafı’ var. İsmini verdiğiniz kitabı

bulursam okuyacağım nasıl kaleme almış merak ettim... Yalnız Çetin Altan dedesi olduğu halde itiraf etmiş diye düşünmüyorum ben.

Çetin Altan kendi arkadaşlarına sırt dönmüş, kendi milleti Türkler hakkında hakaretler yağdıran birisiymiş, kendi dedesi hakkında ne

söylese şaşırmam artık. Hasan Yalçın'ın kitabını okumadan önce hakkında hiçbir bilgim yoktu.


Bir kadının şapka kanunundan idam edilmiş dedikodusu aklıma sığmıyordu sığmayacak ta sanırım…
 
Son düzenleme:
Tarih bir bilimdir. -mışlarla -muşlarla yapılmaz.
Efsane gibi anlatılan olaylar bu ara çakma tarihçi yazar(!) lar sayesinde türedi.
Eline kalem alan hayal alemine dalıp başlıyor yazmaya...

Olayları çok yönlü irdeleyebilmek için tarafsız olmak lazım.
Evet bu bacının asılması kötü bir olay (ilk kez duydum) ama gereksiz miydi değil miydi? ajan mıydı?
kimdi yani neden asıldı?

Bu konulara hümanist yaklaşanlar,
büyük övünç kaynağı gördükleri ecdadımızın kardeş katlini vacip kılmasını, hatta birinin saltanat uğruna 19 kardeşini bir gecede boğdurmasına aynı tepkiyi gösterebiliyorlar mı? Haa o devletün bekaası içindi değil mi?
O kardeşlerin suçu neydi, ben düşündükçe kahroluyorum mesela.. Lanet ediyorum hatta.. İçim yanıyor... Devlet bekasını kabul edelim, ama burada kurulan bir devleti yıkmak için ortada dolaşan ajanlar için romantik hümanistlik yapalım.
Oldu başka?


Bu arada TÜRK tarihi osmanlı ile başlamıyor... Daha gerilere gidiniz....


 
Tarih hikaye gibi anlatilmaz, tarafsiz olmak lazim, bu kadin belki ajadi flan dedikten sonra, Osmanlida öldürülen kardesler gercegini! ne kadar güzel ve tarafsiz anlatmissiniz.

Ben inaniyorum, elbet birgün yasanan tarihide ögrenecegiz.
Salci bacilar neden asilmis, Atif hocalarin sucu neymis, Atatürk ün eli kolu ne zaman baglanilmis, Lozan ile yapilan tam olarak neymis.....
Bu arada, Osmanlida kardesler durup dururken öldürülmezdi:) Hatta cok güzel hayatina devam eden ve Osmanli devletinin yüksek makamlarinda görev yapan kardeslerde vardi. Bir padisah bir kardesini öldürüp, diger iki kardesine dokunmuyorsa acaba neden?
Acaba o kardesler öldürülürken, diger kardesler neden öldürülmemis?
Dogru bir uygulamami, bugün icin kabul edilemez ama Osmanlida aslolan devletti bu yüzden 700 yil onca kitada ve onca devlette hüküm sürdüler.

Insallah birgün tüm gercekleri, yasanmis haliyle ögrenecegiz.
Atatürk ünde dedigi gibi gecmisini bilmeyen milletler yokolmaya mahkumdur. Belkide bu cümlede vurgulanmak istenen birseyler vardir.
 
Tarih bir bilimdir. -mışlarla -muşlarla yapılmaz.
Efsane gibi anlatılan olaylar bu ara çakma tarihçi yazar(!) lar sayesinde türedi.
Eline kalem alan hayal alemine dalıp başlıyor yazmaya...

Olayları çok yönlü irdeleyebilmek için tarafsız olmak lazım.
Evet bu bacının asılması kötü bir olay (ilk kez duydum) ama gereksiz miydi değil miydi? ajan mıydı?
kimdi yani neden asıldı?

Bu konulara hümanist yaklaşanlar,
büyük övünç kaynağı gördükleri ecdadımızın kardeş katlini vacip kılmasını, hatta birinin saltanat uğruna 19 kardeşini bir gecede boğdurmasına aynı tepkiyi gösterebiliyorlar mı? Haa o devletün bekaası içindi değil mi?
O kardeşlerin suçu neydi, ben düşündükçe kahroluyorum mesela.. Lanet ediyorum hatta.. İçim yanıyor... Devlet bekasını kabul edelim, ama burada kurulan bir devleti yıkmak için ortada dolaşan ajanlar için romantik hümanistlik yapalım.
Oldu başka?




Bu arada TÜRK tarihi osmanlı ile başlamıyor... Daha gerilere gidiniz....




Şu olay da iyi ki var yani...:ssz: Onu eleştir,yerin dibine sok.Ama Şalcı Bacı da vatan hainiydi değil mi ? :30::30:

Laik cumhuriyeti koruma adına yani devletin bekası adına yapılmadı mı ? Buyur burdan yak.:12:

Aaaa ama o Osmanlı değil mi ? :34: Tü kaka olan her şey orada,her hata orada...:36:

Ama yakın tarihimizde hiiiç mi hiç kara leke yok.:45:
 
Tarih bir bilimdir. -mışlarla -muşlarla yapılmaz.
Efsane gibi anlatılan olaylar bu ara çakma tarihçi yazar(!) lar sayesinde türedi.
Eline kalem alan hayal alemine dalıp başlıyor yazmaya...

Olayları çok yönlü irdeleyebilmek için tarafsız olmak lazım.
Evet bu bacının asılması kötü bir olay (ilk kez duydum) ama gereksiz miydi değil miydi? ajan mıydı?
kimdi yani neden asıldı?

Bu konulara hümanist yaklaşanlar,
büyük övünç kaynağı gördükleri ecdadımızın kardeş katlini vacip kılmasını, hatta birinin saltanat uğruna 19 kardeşini bir gecede boğdurmasına aynı tepkiyi gösterebiliyorlar mı? Haa o devletün bekaası içindi değil mi?
O kardeşlerin suçu neydi, ben düşündükçe kahroluyorum mesela.. Lanet ediyorum hatta.. İçim yanıyor... Devlet bekasını kabul edelim, ama burada kurulan bir devleti yıkmak için ortada dolaşan ajanlar için romantik hümanistlik yapalım.
Oldu başka?


Bu arada TÜRK tarihi osmanlı ile başlamıyor... Daha gerilere gidiniz....




+ 1

kılık kıyafet kanununa ne kadar çok takılındı yahu? tee 1925 de çıkartılan bir kanun bu, çıkış amacını, nedenini niyesini düşünürken zamanın şartlarını da göz önünde bulundurmak lazım.

toz kondurulmayan, sanki o zamanları yaşamış gibi özlem duyulan osmanlı zamanında da 2. mahmud sarığı kaldırıp fes giymeyi zorunlu tutmuş. nolmuş yani?

şalcı bacı, şalcı bacı........

çetin altan
onun zürriyeti
her devrin adamı, benim açımdan inandırıcılığı yok. istiklal mahkemelerinin kayıtları açıklandı, valla nette bu konuda bir bilgi yok. mantıken inandırıcılığı olmayan bir durum.

şapka kanununa muhalefeten bir kadın asılmaz, mantıken...
halkı korkutmak, sindirmek için de bir kadın asılmaz, halkı korkutmak gibi bir amaç oluştuysa oranın ağababaları asılır önce.

zaten kadın hakkında da hiç teferruat yok. bir şalcı bacı varmış, bir yokmuş, masal bundan ibaret.
 
Son düzenleyen: Moderatör:
Tarih hikaye gibi anlatilmaz, tarafsiz olmak lazim, bu kadin belki ajadi flan dedikten sonra, Osmanlida öldürülen kardesler gercegini! ne kadar güzel ve tarafsiz anlatmissiniz.

Ben inaniyorum, elbet birgün yasanan tarihide ögrenecegiz.
Salci bacilar neden asilmis, Atif hocalarin sucu neymis, Atatürk ün eli kolu ne zaman baglanilmis, Lozan ile yapilan tam olarak neymis.....
Bu arada, Osmanlida kardesler durup dururken öldürülmezdi:) Hatta cok güzel hayatina devam eden ve Osmanli devletinin yüksek makamlarinda görev yapan kardeslerde vardi. Bir padisah bir kardesini öldürüp, diger iki kardesine dokunmuyorsa acaba neden?
Acaba o kardesler öldürülürken, diger kardesler neden öldürülmemis?
Dogru bir uygulamami, bugün icin kabul edilemez ama Osmanlida aslolan devletti bu yüzden 700 yil onca kitada ve onca devlette hüküm sürdüler.

Insallah birgün tüm gercekleri, yasanmis haliyle ögrenecegiz.
Atatürk ünde dedigi gibi gecmisini bilmeyen milletler yokolmaya mahkumdur. Belkide bu cümlede vurgulanmak istenen birseyler vardir.

Osmanlı'da kardeşler durup dururken öldürülmez miydi? Ne diyebilirim ki bu yorumdan sonra... Devletin bekası için olduğunu siz de kabul etmişsiniz işte... Mesela annesinin karnında öldürülenler de suçluydu değil mi? Ya da iki yaşındaki bebekler de taht kavgası yapıyorlardı suçlulardı.................. Öldürülmeleri de farzdı...


Şu olay da iyi ki var yani...:ssz: Onu eleştir,yerin dibine sok.Ama Şalcı Bacı da vatan hainiydi değil mi ? :30::30:

Laik cumhuriyeti koruma adına yani devletin bekası adına yapılmadı mı ? Buyur burdan yak.:12:

Aaaa ama o Osmanlı değil mi ? :34: Tü kaka olan her şey orada,her hata orada...:36:

Ama yakın tarihimizde hiiiç mi hiç kara leke yok.:45:

Ben şalcı bacı vatan haini miydi ajan mıydı değil miydi bilmiyorum.
Hakkında bir bilgiye rastlamadım. Ortada dolanan efsanelere inanmayacak kadar aklım başımda...

Kardeş katlinden bahsetmem neden bu kadar canınız sıktı ki sizin anlayamadım
:ssz:
Osmanlı tü kaka demiyorum. Her dönemi iyi okumak gerekir.
Osmanlı devşirmeler dönemiyle çöküşe geçmiştir. O kadar güçlü olsaydı şu an tarih sahnesinden silinmiş olmazdı..
Ben geçmişimi inkar etmem, bunun yanında yapılan herşey süperdi osmanlı şöyle güçlüydü o zaman şöyle faziletlilerdi gibi hikayeler de türetmem. Nerede yanlış yapılmış, neden yok olmuş onu iyi anlamaya çalışırım.

Yakın tarihimizde Boğazlıyan kaymakamı Kemal Bey'in(1919) asılması olayı var mesela,
şalcı bacıdan bahsedenler Milli Şehidimizden hiç bahsetmişler mi şimdi bunu araştıracağım.....


 
Allah allah ya.
Neden yanlis olan birseye yanlis derken illaki birilerini yada birseyleri karalamak isteyelim yahu.
Anlamiyorum gercekten.
Dogruyu takdir edder, yanlisi elestiririz.
Bunun neresi yanlis!
Cumhuriyetin kuruldugu yillarda yapilan yanlislari elestirmek neden Atatürk ü karalamak oluyor?
Ayrica Cumhuriyetin kuruldugu yillardaki bütün insanlar yanlis yapamayacak melekler miydi?

Yapilmis iste!
Bir kadini asmislar!
Simdi bunu elestirmemiz size neden zul geliyor?

Ülkenin halı altına süpürülmüş karanlık geçmişindedir.o ve onun gibi belki adını bile bilmediğimiz masumların da hesabını soracakları zaman gelecektir.

"Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın." Albert Camus
 
Konumuz OSmanli degil ama ben artik her seferinde tartismaya sürülen bu OSmanli, Cumhuriyet, haksizliklar konusunda bazi seyler söylemek istiyorum.

Ilk önce Türkleri iyi bir tanimak gerek.
Türkler ve tarihi gecmislerini.
Tarihte Cumhuriyet dahil 17 devlet kurmustur Türkler.
Her kurdukleri Devleti o zamana göre en yüksek seviyelere ulastirmislar ama bozulmalar ve aksakliklar sonucu dagilmis olan devletten, Anka kusu misali küllerinden yeni bir devlet kurmuslardir.
Ve her kurduklari devletide yüceltmeyi, yükseltmeyi bilmislerdir.
Ama asla gecmiste kurduklari devletlere SAYGISIZLIK ETMEMIS, tersine her yeni devletin cesitli yerlerinde ( sancak, arma vb) eski devletlerin simgesini kullanmislardir.

OSmanliya saygi duyup, her yönü ile sahiplenmemizi, Osmanliya özlem zanneden kisiler icin dile getirdim bunlari.

Biz asla yikilmis bir devleti tekrar diriltmeye, geriye dönmeye ve eskisi getirmeye calismayiz!
Biz yikilanin küllerinden yenisi kurar ve kurdugumuz bu yeni devleti yükseltir ve dünyada adindan söz ettiririz.
Türkün tarihi bunlarla doludur.
Yeni devletimiz TÜRKIYE CUMHURIYETIDIR.
Biz artik Türkiye yi yükseltmek, ileri götürmek ve dünyada güc sahibi bir devlet haline getirmek icin calisiriz.

Ama asla ve asla OSmanliya, Selcukluya, Karamana, Göktürke, Hun devletlerine laf söyletmeyiz.
Dogrulari ile yanlislari ile onlar bizim ÖZÜMÜZ, gecmisimiz, ATALARIMIZDIR!

Osmanlinin kardes katlettigi vb gibi sözlere gelecek olursak.
Osmanlida, sokak hayvanlari icin bile (avrupada, asyada, dünyada esi benzeri yokken) barinak kuruldugunu, kasaplarin her aksam ellerinde kalan artik etlerden bu hayvanlara vermesinin vicdani borc oldugunu biliyor muydunuz?
Bu konu yabancilari hayretler icinde birakiyordu.
Hatta Du Loir ve Comte de Bonneva’ bu durum karsiindaki saskinliklarini dile getirmislerdir.

Oglunu katletti diye anlatilan Kanuni nin, bahcedeki meyve agaclarini sarmis olan karincalari görünce, dönemin alimlerinden Zenbilliye bir mesaj yazip
Dırahtı (ağacı) sarmış olsa eğer karınca
Zarar var mı karıncayı kırınca.


Dedigini, Zenbillininde cevaben


Yarın divânına Hakk'ın varınca
Süleymân'dan alır hakkın karınca


Diyerek, karincanin hakkinin bile gözetildigini biliyor muydunuz?Hayvana bile bunca merhamet eden insanlar öz kardeslerine mi merhamet etmemis, taht icin öldürmüs?:))

Sözün özü, elbette devletin icinde, cesitli makamlarinda zalimlerde vardir.
Bu zalimlerin zulmü ile devlet suclanamaz, cünkü sucu isleyen bir sahistir, devlet ise bir sahis degildir!
Ne zaman ki devletin icinde, yöneticiler arasinda ki bu zalimlerin sayisi artar ve artik zulüm heryere yayilirsa iste o zaman ya o devlet cöker dagilir yada bir sekilde ( iyi bir yönetim, yeni padisah, yada simdiki zamane göre yeni hükümet gibi) yanlistan döner, kurtulur.

Osmanlinin cökmesinin sebebide bu yanlislarin artmasiydi.
Yanlislarin olmasi demek, ecdadimiza sövecegimiz anlamina gelmez.
Yanlisi yapana sayariz, elestiririz ama sözlerimiz bütün ecdadimiza degil kisileredir.
Hele bizim ecdadimiz gibi sanli bir ecdadi karalamaya calismak akil tutulmasidir!

Cumhuriyet döneminde yapilan yanlislarida elestiririz, salci baciyi, atif hocayi asanida haksizlik yapanida elestiririz.
Ama bu devletimizi elestirmek degildir.
Ne zamanki sucun sahsi oldugunu, devletin ise sahis olmadigini anlarsak, daha iyi tartisabiliriz!
 
Son düzenleme:
Kaynaklariyla birlikde sapka zulmu;



Şapka Zulmü ve Istiklal Mahkemesi’nde asılan alimler, hocalar

Şapka Zulmü – 1



Bilindiği gibi, M. Kemal 24 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu’ya elinde Panama şapkasıyla gitmiş, Kastamonu’lulara hitaben yaptığı şu konuşma ile şapka konusu Türkiye’nin gündemine oturmuştu:

“Uygar ve milletlerarası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuş. Bu serpuşun adına şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim!”[1]

M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad’da tuttuğu anı defterinden:

“…Yemekten sonra oturduğumuz salon, dans salonunun ittisalinde idi. Gayet zarif, latif birkaç genç kadın simokinli erkeklerle dans ediyorlardı. İki salon arasındaki büyük camlı kapı köşede işgal ettiğimiz fotöylerden bu tekerrür ve temadi eden Vonstep’leri seyre pek müsaitti.

- Ne güzel dedim. Dansı çok sevdiğimden ve ataşemiliterlik zamanımda birinci valsörlerden addedildiğimden bahsettim. Hanımefendi de kızlık hayatında çok dans ettiğinden ve dansı sevdiğinden bahsetti ve sonra ilave etti…

- Bu hayatın bizde (Türkiye’de) teessüsü (tesisi) ne kadar müşkül…

(M. Kemal) : Dedim ki, ben her vakit söylerim, burada da bu vesile ile arzedeyim benim elime büyük selahiyet ve kudret geçerse, ben hayat-ı ictimaiyemizde (sosyal hayatımızda) arzu edilen inkılabı bir anda bir “JOP” ile tatbik edeceğimi zannederim.”[2]

Kuvay-ı Milliye’nin kadın kahramanlarından olduğu bilinen ve özellikle M. Kemal ve Ismet Inönü’ye yakınlığıyla tanınan Halide Edib (Adıvar) da, şapka uygulamalarını eleştirenler arasındaydı. O, fakir halka karşı girişilen baskı ve halkın şapkaya olan başkaldırısı üzerine o yıllarda şöyle diyordu;

”Şapka kanunu bu dönemde girişilen devrimlerin ilki ve en gözalıcısı olmakla beraber, aynı zamanda en beyhude, en anlamsız ve en sathisi (yüzeyseli) idi.”[3]

Halide Edib Adıvar’a göre, devrimler arasında en ciddi muhalefeti yaratan şapka kanununa, sokaktaki adamın karşı koyması, kanunu yapanlardan gerçekte çok daha batılıydı.(…)[4]



**********



KAYNAKLAR:

[1] K. Z. Gençosman, Atatürk Ansiklopedisi, İstanbul 1981, X, 67.

[2] Prof. Dr. A. Afetinan; M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, Ankara 1983, sayfa 26, 27.

Ayrıca bakınız: Der. Behçet Kemal Çağlar, Atatürk Devriminden Damlalar, Istanbul 1967, sayfa 52.

[3] Paul Gentizon, M. Kemal ve Uyanan Doğu, sayfa 100-103.

[4] Halide Edib Adıvar, Dictatorship and Reforms in Turkey, Yale Rewiew, 1929 Güz Sayısı, sayfa 30.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 2

Halide Edip Adıvar’ın beyhude ve anlamsız addettiği şapka kanunu ve uygulamaları ile ilgili olarak, daha çok hiç bir hukuki temele dayanmadan yürütülen baskılarla ilgili olarak Mete Tuncay’ın yaklaşımı da bir hayli ilginç ve düşündürücü niteliktedir. Mete Tuncay ”Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması” adlı eserinde:

”Şapkaya karşı doğan tepkilerin şiddetle bastırılması üzerine, gerçekten pahalı olduğu halde, hiç kimsede şapka giymenin pahalı olabileceğini söyleyecek hal kalmamıştır. Çünkü görülmüştür ki,artık sorun ”fes” ya da ”şapka”yı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir!” diyerek Eylül-Ekim 1925 tarihlerinde, artık Türkiye’de gelinen noktanın şapkayı veya fesi değil, onu giyecek kafanın yerinde kalması probleminin olduğunu, yani ölmek veya ölememek sorununun yaşandığını dile getirir.

”Sorun fes ya da şapkayı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir!”[1] sözünün en açık anlamı ”şapka için ölmek veya ölmemek”tir.

Işte böyle bir vahşet. Cağdaşlık adına cağdışılık, barbarlık.



**********



KAYNAK:

[1] Halide Edib Adıvar, Dictatorship and Reforms in Turkey, Yale Rewiew, 1929 Güz Sayısı, sayfa 30.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 3

Tarih 25 Kasım’a gelindiğinde, meclis şapkayla ilgili 2 Eylül Kararnamesinin yerine ”Şapka Kanunu” çıkması ve uygulamaların kanun ışığında daha zecri (zorlayıcı) tedbirlerle yürütülmesi için bir kanun teklifi vermişti.

Kanun teklifinin gerekçesinde:

“Aslında hiç bir öneme sahip olmayan ve fizik olarak hiç bir kıymet ifade etmeyen başlık konusu, muasır medeniyet ailesi içerisine girmeye kararlı Türkiye için özel bir değere sahiptir. Şimdiye kadar Türkler ile diğer çağdaş, medeni milletler arasında bir simge/sembol niteliğinde sayılan şimdilik başlığın, fesin değiştirilmesi ve yerine çağdaş medeni milletlerin tümünün ortak başlığı olan ve medeniyetin de bir simgesi olan şapkanın giyilmesi gereği belirmiştir. Türk milleti de çağdaş medeni milletler arasına girmeye karar verdiğinden, behemahal (mutlaka) şapkayla ilgili kanunun kabulünü teklif ederiz!!”[1] denilerek şapkanın medeni/uygar olmakla eş anlamlı olduğu belirtiliyor.

Oysa bir simgeyi zorla benimsetmekle çağdaş, medeni milletler arasına girilmez… “Özünü” benimsemek ile girilir. Halka “zorla” birşeyi yaptırmak bile başlı başına Medeni milletlerin kabul ettiği ilkelere “aykırıdır.”

Kemalist rejime göre günümüzde muasır medeniyetin önünde bir engel daha var; “bayanlarımızın başındaki örtü.”

Bunu da kamusal alandan uzaklaştırmaya muvaffak olmakla beraber, son dönemde ağır bir mağlubiyet almışlardır.

Halbuki yukarıda da ifade etmiş olduğumuz gibi çağdaş medeni milletlerin arasına “şapka”yı zorla giydirmekle girilmez. Bu çağdaşlık değil, aksine barbarlıktır.

Nitekim Fransız “La Presse” gazetesi de bu hususa değinmiş ve yayınladığı bir başmakalede şu sözlere yer vermiştir:

“Bir memlekette ki, başına hükümetin istediğini giymeyeni asarlar, orada Cumhuriyet olur mu? Sizde (Türkiye’de) Millet Meclisi mi var?”

Öte yandan aynı makalede M. Kemal de çok ağır ifadelerle eleştirilmiştir:

“Şark’ta (Doğu’da) onun gibi (M. Kemal) merhametsiz bir Firavun nâdir hüküm sürmüştür”[2] diyerek durumu açıkça ortaya koymuştur.



**********



KAYNAKLAR:

[1] Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, sayfa 150.

[2] La Presse gazetesi, 9 Eylül 1928 nüshası.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 4

Eylül 1925 tarihlerinde basın da üzerine düşen görevini yapıyor ve alabildiğine sarık, cübbe ve fes üzerine hücuma geçiyordu. Şapkaya övgüler düzülerek yürütülen kampanya da fesle ilgili gazete başlıkları dikkat çekiciydi. Gazeteler fes’i şöyle veriyorlardı:

”Bu özük kazın rengindeki başlık bütün bir milletin kanının akıtıldığı bir rejimi hatırlatmaktadır.”

”Opera -komik olan bu başlık.”

”Bu fuar tiyatrosu malzemesi.”

”İçiyle ve dışıyla tanı bir şarap şişesi kasesi.”

”Gelincik.”

”Horoz İbiği”ni kullanmak herkesi utandırıyor.”

“Her adımda bir rüzgar esintisinde sallanan püskülüyle fes.”[1]

Gazete başlıklarıyla halkın fesiyle alay ediliyor, fesli komikliklere karşı halk mücadeleye çağırılıyordu. Gazetelerin yönlendirmesiyle özellikle İstanbul’da halk içinde büyük kavgalar başlıyordu. Şapka giyenler, feslilerin sarıklıların karşısına çıkmışlar, hükümet desteğini de düşünerek tenha yerlerde gördükleri fesli kişileri, sarıklı kişileri grublar halinde feci şekilde dövüyorlardı.

M. Kemal üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan Paul Gentizon kitabında bu konunun şahidi olarak şapkayla ilgili terör olaylarına yer verir:

”Şapka giyenler, her yerde külah giyenlerin karşısına çıktı. Hatta neredeyse baş giysisini değiştirecek yerde fes’de ısrar edenlere veya şapka giymeyip başı açık dolaşanlara karşı dayak dahil her türlü enerjik çarelere başvrulurdu. Birçok fırsatlarda sokaklarda,vapurda, gösteri salonlarında ”şapka”lar,”fes”lere hücum etti! Fes ve fesliler daima yenildi. Fesler şapkalılarca parçalandı, ayaklar altına alınıp ezildi veya denize atıldı.”[2]

”Şapka”lar ”Fes”lere hücum etti, dayak dahil her türlü enerjik çarelere başvuruldu ifadeleri, bir yabancının gözüyle bile ne tür bir terör estirildiğini ve şapkalıların feslileri nasıl bastırdığını açıkça ifade eder. Ve en korkuncu, şapka giymeyip başı açık olanların bile dövüldüğü bir çılgınlıklar ortamı olmuştur zamanın Türkiyesi.”



**********



KAYNAKLAR:

[1] Gazette Costantinople, 5 Ekim 1925, Paul Gentizon, M. Kemal ve Uyanan Doğu, sayfa 99.

[2] Paul Gentizon, M. Kemal ve Uyanan Doğu, sayfa 99, 100.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 5

Şapka kanunu çıkar çıkmaz köprünün iki başı ile anayol kavşaklarına yerleştirilen polisler fesleri ve feslileri toplamaya başladılar.[1]

Kızılay da fes toplama kampanyasına girişerek topladığı fesleri yoksullara “terlik” yaptırdı.[2]

Türkiye Cumhuriyeti’nde bulunan Asker sınıfının, Diyanet Işleri Başkanlığına bağlı memurların, ülkedeki tüm memurların ve genel olarak sivillerin resmi törenlerde giyecekleri elbiseyi belirleyen bir yönetmelik yayınladı. Resmi merasimde giyilecek kıyafet, ceketatay, siyah yelek ve pantolon olmak üzere frak olarak belirlendi. Bunu önü sert kolalı beyaz gömlek, dik veya uçları kırık beyaz kolalı yaka, beyaz fiyonklu boyun bağı, siyah rugan ayakkabı ya da maskaratları düz rugan iskarpin, silindir şapka, beyaz eldiven, baston veya siyah şemsiye tamamladı.

Resmi gecelere veya resmi tiyatrolara ise silindir şapka ile gidilecektir.[3]

Istanbul’da bulunan şapkacılar şapka yetiştirmek için Avrupa’dan “gemiler dolulusu” şapka, (birde Antiemperyalistiz diyorlar) kasket getirdiler. Halkın şapkaya yaptığı akın karşısında (mecbur, kelle gidecek yoksa) Ankara’da şapkacılarda tek bir şapka bile kalmadı.

Bu durumu Paul Gentizon “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” kitabında şu sözleriyle betimliyordu:

“Kıtlık günlerinde, bazı saatlerde ekmek fırınlarının önünde olduğu gibi, şapka dükkânları da adeta müşteriler tarafından sarılıyor ve önünde uzun kuyruklar oluşturuluyordu.”[4]



**********



KAYNAKLAR:

[1] Cumhuriyet gazetesi, 2 Eylül 1925, sayfa 1.

[2] Orhan Koloğlu, Islamda Başlık, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1978, sayfa 95.

[3] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V48.13.114.45, (17 Eylül 1925).

[4] Paul Genziton, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, Çeviren: Fethi Ülkü, Üçüncü basım, Ankara, Bilgi Yayınları, 1995, sayfa, 99.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 6

Şapka fiyatları o denli yüksektiki, Hükümet, Bozok (Yozgat) Mebusu (Milletvekili) Ahmet Hamdi’nin önerisiyle, şapka almakta zorluk çeken memurlara “şapka avansı” adıyla bir yıl vadeli olmak ve ilerde maaşlarından taksit taksit kesilmek üzere borç vermeyi kabul etti.[1]

Öneri şöyleydi:

“Memurlarımızın ekserisi maişetine kifayet edebilecek maaşla istihdam edilmektedir. Elbise ve şapka masrafı için avans suretiyle verilen ve bil-fekk maaşattan mahsubunun icrası memurinin maduriyetini mucib olacağından birer maaş ikramiye itasını arz ve teklif ederim. (12.10.1341.Bozok (Yozgat) Mebusu (Milletvekili) Ahmet Hamdi. 26 Teşrinievvel 1341.”

Memur bile olamayanların perişanlığını varın siz düşünün.

Diyanet Işleri Başkanlığı da “şapka avansı”ndan yararlanan kurumlardandı. Müftülerinde memurlara verilen elbise avansından yararlanabilecekleri, başvurmaları halinde kendilerine ödeneceği illere gönderilen genelgeler vasıtasıyla duyuruldu.[2]

Rıfat Börekçi, kuruma gönderdiği genelgede kendi görevlilerinin de şapka almaları gerektiğini, şapka fiyatlarının, memur maaşlarına oranla pahalı olduğu gerekçesiyle memurlarına 50′şer lira “şapka avansı” verileceğini bildirdi. Şapka fiyatları yükseldiği için bu avans 80 liraya çıkarıldı.[3]

İl, ilçe ve köylerde Diyanet Işleri Başkanlığı tarafından görevlendirilen din görevlileri, baş ölçüleriyle beraber, gerekli ücreti de Istanbul Müftülüğüne göndererek şapka satın almaya çalıştılar.[4]

80 lira “şapka avansı” verilen dönemde 1 ekmeğin fiyatı ise 5 kuruş civarında idi.[5] Bu zulüm değil de nedir??



**********



KAYNAKLAR:

[1] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 030.18.1.1.15.61.2.

[2] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V35.5.44.6.

[3] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V41. 8.67.20, (6.11.1926).

[4] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V08.2.6.15; 051.V16.3.16.13; 051.V05.2.2.17.

[5] Habervitrini.com, 02 Eylül 2002.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 7

DÜŞÜNCEYE BILE TUTUKLAMA, NERDE ÖZGÜRLÜK?? NERDE DEMOKRASI?? CUMHURIYET?

Şapka kanunu başta olmak üzere M. Kemal’in din aleyhinde yaptığı devrimlere karşı halk ayaklandı… Erzurum, Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Samsun, Trabzon ve Gümüşhane gibi illerde çıkan bu ayaklanmalar sonucunda birçok insanımız Istiklal Mahkemeleri tarafından çeşitli cezalara çarptırılmışlardır.[1]

14 Kasım’da Sivas’ta Hükümet aleyhinde beyannameler duvarlara yapıştırıldı. Sivas’ta meydana gelen olaylarla ilgili hükümet, bildiriyi hazırlayan, yapıştıran ve “düşünce” birliği yapmış olanlarla (DÜŞÜNCEYE BILE TUTUKLAMA) birlikte şehrin bütün muhtarlarını tutukladı.[2]

Rize’de de şapka inkılâbı ve diğer devrimlere karşı Cami Imamı Şaban ve Muhtar Yakup Ağa’nın girişimiyle “Dinsizliğe doğru gidiyoruz. Hükümeti bu dinsizlikten men etmek gerekir” denilerek bir eylem gerçekleşti.[3]

Isyanı bastırmak üzere görevlendirilen Hamidiye Zırhlısı, kentin açıklarına demirleyerek Rize’yi iki gün boyunca bombaladı. Isyan, Rize’ye giden Istiklal Mahkemesinin olaya el koymasıyla sonuçlandı. Hatta bu olaylar sırasında bir de türkü çıkar ortaya: “Atma Hamidiye atma / Lahana tarlalarını…edeysun / Vergi de vereceğuz, serpuş da giyeceğuz…”[4]



**********



KAYNAKLAR:

[1] Mustafa Baydar, Şapka Konusunda Atıf Hoca – Süleyman Nazif Çatışması, Türk Dili, 23, Sayı 230, sayfa 135.

[2] Cumhuriyet Gazetesi, 13 Aralık 1925, sayfa 2.

- Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 26 Kasım 1925.

- Prof. Dr. Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, 2. baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 343.

Ayrıca bakınız: – Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler 1924–1930. Ankara 1972, sayfa 157.

[3] Cumhuriyet Gazetesi, 14 Aralık 1925, sayfa 2.

[4] Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler 1924–1930, Ankara 1972, sayfa 157.

- Prof. Dr. Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları, 1981, sayfa 154.

Ayrıca bakınız: – Ersin Kalkan, O Şapkayı Torunları Giydi, Hürriyet Pazar, 19 Mart 2006, sayfa 12, 13.

- Prof. Dr. Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, 2. baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, 1998, sayfa 347.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 8

Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız



(Fotoğraf: Kayseri’de Mekkeli Hacı Ahmet, Eytam müdürü iken şapka giymemek için istifa eden Hacı Abdullah ve üç arkadaşının Ankara Istiklal Mahkemesi’ne sevk kararı. Belge M. Kemal imzalıdır. 2. dipnot: [2])

22 Kasım’da Kayseri’de halkı ayaklandırmak isteyen Mekkeli Ahmet Hamdi ve dört sarıklı arkadaşının yönlendirmesiyle yapılan yürüyüşten sonra 300 sarıklı tutuklandı.[1] Şapka kanunu “çıkmadan bir gün önce” Şeyh Ahmet Efendi ve arkadaşları 25 Kasım’da Istiklal Mahkemesi’nin şehre gelmesiyle yargılanmaya başlanmıştır.

Mahkeme, Mekkeli Hacı Ahmet, Eytam müdürü iken şapka giymek istemediği için istifa ettiği iddia edilen Hacı Abdullah ve 3 arkadaşının muhakemesine Ankara’da devam edilmesine karar verdi.[2] Muhakeme sonucunda Şeyh Efendi ve dört arkadaşının idam edilmesine karar verildi.

(KANUNDAN “ÖNCE” TUTUKLANIYORLAR VE IDAM EDILIYORLAR. KANUN ÇIKMAZDAN EVVEL GERIYE DÖNÜK EYLEMLER SUÇ SAYILAMAZ, BU BIR HUKUK KAIDESIDIR… AMA IDAM EDILIYORLAR.)

“Şapka Iktisası Hakkında Kanun’un TBMM’den çıktığı gün Erzurum’da, halkın bir kısmı çarşıyı kapatıp, şapka giyilmesine, tekkelerin kapatılmasına karşı Vali’nin evi önünde; “Biz gâvur memur istemeyiz” diye bağırarak yaptıkları gösteri ile Erzurum’da ilk olaylar patlak verdi. Göstericiler silah zoruyla dağıtıldı. Ilk iş olarak da gösteriye ön ayak oldukları anlaşılan 27 kişi tutuklandı.[3]

Bu olay üzerine M. Kemal ve adamlarının borazanlığını yapan Cumhuriyet gazetesi şunları yazdı:

“Erzurum’da bir iki softa, birkaç serseri inkılâbımızın ifadesi olan Türkiyat-ı Içtimaiyemize karşı nümayişe (gösteriş) sevk etmiş. Devlet görevlilerini (Valileri), gâvur kabul etmişlerdir. Bu inkılâplar vücut bulacak değildir, vücut bulmuştur. Erzurum’da nümayişin yapıldığı gün TBMM’den şapkanın mecburiyeti hakkındaki kanunun çıkmış olması kadar kudret-i inkılâp ifade eyleyecek bir hadise olamaz. Önümüzdeki hadise bir irtica hadisesidir.”[4]

M. Kemal’in dönemi, okullarda anlatıldığı gibi “günlük gülistanlık” değilmiş meğer… Bir şapka uğruna ne ocaklar sönmüş.



**********



KAYNAKLAR:

[1] Cumhuriyet gazetesi, 13 Aralık 1925, sayfa 2.

Ayrıca bakınız: Ergun Aybars Istiklal Mahkemeleri. Ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 343.

- Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler 1924–1930. Ankara: 1972., sayfa 157.

- Cihan Aktaş, Tanzimattan Günümüze Kılık Kıyafet ve Iktidar 1, Ikinci baskı, Ankara Nehir Yayınları, 1991, sayfa 145.

[2] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 030.18.01.01, Yer no: 16.71.4. **Bakınız: Fotoğraf**

Ayrıca bakınız: Ergün Aybars, Istiklal Mahkemeleri 1923–1927, Ankara 1982, sayfa 304–305.

[3] Türk Ili gazetesi, 26 Kasım 1925, sayfa 1.

- Hakimiyeti Milliye gazetesi, 30 Kasım 1925.

Ayrıca bakınız: Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları, 1981, sayfa 152.

- Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler 1924–1930, Ankara 1972, sayfa 156.

- Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, 2. baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, 1998, sayfa 343.

[4] Cumhuriyet gazetesi, 27 Kasım 1925.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 9
??

Dokuzuncu Kolordu Muharebe Bölüğü’nden Mehmet Fahri’nin akrabalarından birine yazdığı mektupta şapka kanunu ile ilgili olarak hükümet ve rejim aleyhinde olduğu tespit edilmiş ve Müdafaa-i Milliye Vekâleti’nin ilgisi yazısı üzerine ve Takrir-i Sükûn Kanunu’na dayanılarak Bakanlar Kurulunca Istiklal Mahkemesine sevkine karar verilmiştir.[1]

26 Kasım’da Maras’ta Üsküplü Ibrahim Hoca Camii Kebir etrafında topladığı bazı kimselerle “şapka istemeyiz” diye bağırarak hükümet aleyhine bir gösteri düzenledi. Bu olay gazetelerde “Yeni bir irtica olayı” olarak duyuruldu. Olaylar sırasında Maraş’ta Camii Kebir’in tam karşısındaki Halk Fırkası (CHP) binasında misafir olarak bulunan “Cumhuriyet” gazetesi muhabirinin anlatımına göre;

“Cuma namazından sonra, `Müslümanlar ne duruyorsunuz? Müslümanlık gidiyor, Allah Allah, Lailaheillallah!´ sözleriyle bir hareketlilik başlatıldı.”[2]

Bunlar kısmen mahalli mahkemelere sevk edilirken, bir kısmı da Ankara Istiklal Mahkemesine gönderildi.[3]

Rize ayaklanmasını soruşturmak üzere bu şehre gelen Istiklal Mahkemesi, 11 Aralık’ta çalışmalarına başladı. 12–13 Aralık’ta yapılan 143 kişinin yargılaması sonucunda[4] 8′i idama, 14′ü on beşer, 22′si onar, 19′u beşer sene hapse mahkûm edildi.[5]

Giresun da ise, diğer şehirlerdekine benzer olaylar oldu.[6]

Iskilipli Atıf Hoca da “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı risalesinin ayaklanmalarda rolü olduğu gerekçesiyle yargılandı.[7]



**********



KAYNAKLAR:

[1] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 030.18.01.01, Yer no: 017.89.5.

Belge için Fotoğrafa bakınız.

[2] Cumhuriyet Gazetesi, 6 Aralık 1925, sayfa 1.

[3] Cumhuriyet Gazetesi, 14 Aralık 1925, sayfa 2.

Ayrıca bakınız: Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkiler, 1924–1930, Ankara, 1972, sayfa 157.

- Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları, 1981, sayfa 153.

[4] Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 346.

[5] Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 347.

Ayrıca bakınız: Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993, sayfa 150.

[6] Hakikat Gazetesi, 14 Aralık 1925.

[7] Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 15 Aralık 1925.

Ayrıca bakınız: Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993, sayfa 149.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 10



Rize’den Giresun’a gelen Mahkeme heyeti, 16 Aralık’ta tiyatro binasında duruşmalara başlayarak, şapka aleyhinde bulunan 60 tutukluyu yargıladı. Yargılamanın sonucuna göre Şeyh Muharrem’le Abdullah Hoca idama; Şeyh Hüseyin ile Dadak Ali ve Tekir Ali on beşer sene hapse; Hoca Hüseyin on; Dadak Mustafa, Küçük Hüseyin, Gedik Murat, Rasim ve Osman beşer yıl hapse mahkûm edildiler.[1]

Bunların hepsi şapka takmak istemediklerinden ve bunu da açıkça dile getirdiklerinden dolayı idam ediliyor veya yıllarca hapse mahkûm oluyorlar. Batsın böyle Cumhuriyet, batsın böyle Demokrasi, batsın böyle hürriyet, batsın böyle insan hakları, batsın böyle düşünce özgürlüğü. Nitekim batıyor zaten.

Istiklal Mahkemesi Istanbul’da da 28 kişinin tutuklanmasının ardından, 21 Aralık akşamı bir takım tutukluları da yanlarına alarak, Giresun’dan Istanbul’a hareket etti. Bu tutuklamaların gerekçesinde, Iskilipli Atıf Hocanın kitapçığını çoğaltmak ve dağıtmak da vardı. Bir risaleden dolayı tutuklama, işte demokrasi bu olsa gerek. Istanbul’da tutuklananlar arasında; Mısır gazeteleri muhabiri, bazı Türkçe gazetelerin Ingilizce mütercimi ve Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un damadı Ömer Rıza, Mahfel mecmuası sahibi Tahir’ül Mevlevi, Evkaf Müsteşar sabıkı Şevki ve Nuri Bey’ler de vardı.[2]

Ankara’ya gelen Istiklal Mahkemesi, 31 Aralık’tan itibaren görevine başladı.[3]

Kararını veren Mahkeme, Molla Ibrahim, Muhtar ve Bayraktar Hamdi, Müezzin Hafız Mehmet, Inşallah Maşallah lakaplı Ali ve Pekmezci Hüseyin’in idamlarına karar verdi. Bununla birlikte, Ismail oğlu Mahmut ve Müezzin Battal Mehmet’in de içlerinde bulunduğu on bir kişi on beşer sene hapse, eski Maraş Mebusu (Milletvekili) Hasib Bey’i on sene ve diğer bir sanığı üç sene hapse mahkûm etti.[4]

Bu toplu hareketlerin dışında, münferit tepkiler de olmuştur. Örneğin, Alaşehir’de ikamet eden Kazım, fesini çıkarması için yapılan uyarıyı dikkate almayıp kimlik tespiti için kendisini karakola götürmek isteyen jandarma yüzbaşısı, takım subayı ve yazıcı nefer ile tartışmış. Tartışma esnasında jandarma yüzbaşısını, takım subayını ve yazıcı neferi sustalı çakı ile bıçakladığı gerekçesiyle Dâhiliye Vekâleti’nin isteği üzerine 4 Kasım 1925 tarihinde Istiklal Mahkemesi’ne sevkine karar verilmiştir.[5] Halk artık canından bezmiştir.



**********



KAYNAKLAR:

[1] Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993, sayfa 350-351.

Ayrıca bakınız: Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 20 Aralık 1925.

- Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları, 1981, sayfa 155.

- Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 347.

[2] Cumhuriyet Gazetesi, 12 Aralık 1925, sayfa 1. Ve Hakikat Gazetesi, 14 Aralık 1925.

[3] Cumhuriyet Gazetesi, 25 Aralık 1925.

Ayrıca bakınız: Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993, sayfa 350, 351.

- Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları, 1981, sayfa 155.

- Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 347, 348.

[4] Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 350;

Ayrıca bakınız: Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993, sayfa 352.

- Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları, 1981, sayfa 157.

[5] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Fon kodu: 030.18.01.01, Yer no: 016.69.1. Belge için Fotoğrafa bakınız.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 11


3 Şubat 1926′da yapılan son duruşmada Iskilipli Atıf Hoca ve Ali Rıza’nın idamlarına karar verildi. Diğer sanıklardan olan Süleyman ise Fatih’te sofular ve Tabyanlılar şeyhiydi.[1]

Iskilipli Atıf Hoca davasında şahidlerin “bilahare” yani “sonradan” dinlenmesine karar verildi. Yani Hocanın idamından “sonra” şahidlerin dinlenmesine karar veriliyor.

Böyle hukuk ucubesi, böyle bir saçmalık nerde görülmüş? Sadece M. Kemal’in rejiminde görebilirsiniz.

Hasankale Telgraf Müdürü Halit, Uşaklı Köseoğlu Ahmet, Salih, Yusuf Kenan onar, Saatçi Süleyman, Kamil Paşaoğlu Muhlis on beşer sene küreğe; Muharip Ali, Hoca Osman, Hacı Bey, Hoca Mehmet, Kara Sabri, Emekli Yüzbaşı Ismail yedişer sene ve Fatih türbedarı Hasan beş sene hapse mahkûm oldular. Hoca Tahir, Hacı Fettah’ın üç sene Adana’da; Hasan Fehmi’nin üç sene Isparta’da; Sami Muhsin, Sabuncuzade Mustafa ve Zühdü’nün üç sene Istanbul’da sürgün bulunmalarına karar verildi. Diğer sanıklar beraat etiler. Idam hükümleri ertesi sabah Meclis binasının önünde yerine getirildi.[2]



**********



KAYNAKLAR:

[1] Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Ankara Yurt Yayınları, 1981, sayfa 158.

Ayrıca bakınız: Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 351;

- Cumhuriyet gazetesi, 12 Mayıs 1926, sayfa 2.

[2] Ahmet Nedim, Ankara Istiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, birinci basım, Istanbul Işaret Yayınları, 1993, sayfa 356.

Ayrıca bakınız: Ergun Aybars, Istiklal Mahkemeleri, ikinci baskı, Istanbul Milliyet Yayınları, Eylül 1998, sayfa 352.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 12


Halka zorla şapka giydirmekle kalmadılar, şapkayı nasıl kullanacaklarını, selam vereceklerini ve hatta evde nerelerde şapkayı muhafaza edeceklerini bile “Genelge” ile bildirdiler… Böyle zulüm ve komik birşey olabilir mi?

M. Kemal ve arkadaşları şapkayı “zorla” günlük hayata dahil ettikleri için şapkanın kullanma kılavuzunun da belirlenmesi gerektiğine hükmetmişler.

Bunun için 5 Ağustos 1925 tarihinde yayınlanan bir “genelge” ile bütün devlet memurlarının şapkayı nasıl kullanacakları belli kurallara bağlandı. Memurların çalışma alanlarında ve bir üst makamda bulunan görevlinin yanına girerken başlarının açık olacağı belirtildi. Baş açık iken yapılacak resmi selamlaşma bir üst makamda bulunan kimseleri baş ile beraber vücudun üst kısmını hafifçe öne eğmek şeklinde olacak. Baş açıkken elle resmi selamlama yapılmayacak, salonda ve daire içinde yapılacak törenlerde baş açık bulunulacak, hizmetliler dahi daire içinde başı açık hizmet edecekler.[1]

Şapka giyen birisi dışarıda karşılaştığı insanları, şapkasını sağ eli ile başından alarak selamlayacak. Alelade selamlarda şapkayı biraz kaldırmak, elini şapkanın kenarına dokundurmak yeterlidir. Fakat bu uygulama samimi arkadaşlar arasında yapılabilir. Şapkanın baştan alınarak kol ve göğüs hizasına ve selamlanan zatın derecesine göre vücudun öne eğilmesiyle yapılan selam usulü, resmi selamlama şeklidir. Sokakta karşılaşan kişi ile ayakta konuşulduğu takdirde, eğer bu kişi yaşça büyük veya saygın bir kişi ise şapka elde tutularak baş açık olarak konuşulacak.

Sohbet uzadığı vakit, muhatap olunan kişi `başınızı örtünüz´ dediği zaman şapka başa konacak. El sıkışmak suretiyle ayrılırken hürmet icabı yine şapka çıkarılmalıdır. Tanıdık birinin yanında eşi, kızı, kız kardeşi, annesi gibi kadınlar bulunur ise hanımefendiler resmi selam şekliyle selamlanacaktır.

Kahve, gazino, tiyatro, lokanta sinema, yazıhane, ev, oda, salon gibi kapalı mekânlarda baş açık olmalı, resmi bir makama girilirken baş açılarak şapka ele alınmalı, şapka resmi dairelerde kendileri için ayrılan yerlere, evlerde portmantolara asılmalıdır. Dairede işleri olanların odalara şapkalarını ellerine almaları gerekiyor. Boş masaya ya da sandalyenin üstüne şapka koymak doğru değildir.[2]

Eskiden kalma selamlaşma usulü olan başı hafif öne eğmenin yerini şapkayı çıkararak selamlaşma aldığı için halkın pratiğe dökmesinde acemilikler yaşandı ve selamlaşmalarda komik görüntüler oluştu.[3]

Inanılmaz ama gerçek…



**********



KAYNAKLAR:

[1] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V42.12.98.34, 9 Ağustos 1925.

[2] Cumhuriyet gazetesi, 8 Eylül 1925, sayfa 1.

[3] Açıksöz gazetesi, 8 Eylül 1925, sayfa 1.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 13


Moskova ve Lozan antlaşmalarına delege olarak katılan, 14 ciltlik Türk Tarihi’ni yazan, ilk Milli Eğitim Bakanı ve aynı zamanda Sağlık Bakanlığı da yapmış olan Dr. Rıza Nur, halkı nasıl cepheye sürdüklerini ve savaştan sonra M. Kemal’in halka ne yaptığını hatıralarında şöyle anlatmaktadır:

“Şimdi tuttuğumuz siyaset, elimizdeki düstur şudur:

‘Padişah, halife, hükûmet İstanbul’da düşmanlar elinde esirdir. Biz vekilleriyiz. Onları, dini, milleti, devleti kurtaracağız. Ey millet! Yunan gibi asırlardan beri kölemiz olan bir millete nasıl boyun eğeceksiniz? Bu millet buna dayanamaz. Gayrete geliniz. Din gayreti lazımdır.’

Çünkü, bütün millet adeta istisnâsız Padişah’a muti (itaatkar), dine merbut (bağlı); Padişah, din diyor, başka bir şey bilmiyor.

Harbden de yorulmuş, bitmiş, parasız, sefalette; bu haldeki bir milleti kolay kolay yeni bir harbe hazırlamak da mümkün değil. Bunun için Rumlar ile izzet-i nefislerini gıcıklıyoruz.

‘Bakkal Yorgi başınıza vali, mutasarrıf; taşcı Vasil jandarma zabıtı olacak, nasıl dayanacaksınız?’ diyoruz. Hakikaten Türk buna tahammül edemiyor. Anadolu’dan bu esnadaki seyahatlerimde bizzat böyle propaganda yaparken, bu sözlerin herşeyden müessir (etkili) olduğunu görüyordum. ‘Kur’an’ı’ apdesthane kağıdı yapacaklar. Size ‘şapka giydirecekler’ diyorduk. Bu da pek müessir (etkili) oluyordu.

Talihe bak ki, şapkayı sonunda M. Kemal’in eliyle giydiler.”



**********



KAYNAK:

Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım (Paris), Altındağ Yayınları, Istanbul 1967, cild 3, sayfa 623, 624.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 14

(75′lik dede, Şapka Kanunu’na muhalefetten gözaltına alındı)

Batman Adliyesi’ne duruşmayı izlemek için gelen 75 yaşındaki Salih Boral, başındaki yerel sarık sebebiyle başsavcının talimatıyla ‘Şapka Kanunu’na muhalefetten’ gözaltına alındı.

İşlemler için yaklaşık 5 saat karakol, sağlık ocağı ve adliye arasında gidip gelen 75′lik dede çıkarıldığı mahkemece serbest bırakıldı. Gözaltı kararını veren Başsavcı Harun Yılmaz, sarık takmanın suç olduğunu ileri sürerek, Boral’ı adliyede sarıkla dolaştığı için gözaltına aldırdığını kaydetti. Hukukçular ise Şapka Kanunu’nun devlet memurları için geçerli olduğunu ve asıl şapka takmayan başsavcının suç işlediğini açıkladı.

Batman’da 3 Mayıs 2004 günü Toptancılar Sitesi’nde 3 kişinin ölümü, 22 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan patlamada dükkânı zarar gören Salih Boral, site esnafınca TÜPRAŞ hakkında açılan davanın duruşmasını izlemek üzere Batman Adliyesi’ne gitti. Duruşma bitiminde adliyeden ayrılmak üzere olan Boral, neye uğradığını anlayamadan polis tarafından gözaltına alındı. Başsavcı Harun Yılmaz’ın talimatı üzerine yakalanan ve hakkında Şapka Kanunu’na muhalefetten hazırlık soruşturması başlatılan Boral’ın sarığına mahkemece el konuldu. Bir buçuk metre uzunluğundaki sarık suç delili olarak zabıtlara geçti. Hakkında hazırlık dosyası oluşturulan Boral ile ilgili dava açılıp açılmayacağına nöbetçi savcılık karar verecek.

Duruşma salonunda ve adliye koridorlarında sarığının cebinde olduğunu söyleyen Boral, olayın kendisini çok üzdüğünü söyledi. Adliye polisinin uyarısı üzerine sarığını cebine koyduğunu ve duruşma sonuna kadar çıkartmadığını dile getiren Boral, başına gelenleri, “İçeri girerken bir polis beni uyardı. Polisin uyarısı üzerine sarığımı cebime koydum. Duruşma bitiminde bahçeye çıktık. Basın mensupları diğer arkadaşlara bir şeyler soruyordu. Fotoğraf çektik, daha sonra bahçede sarığımı taktım, adliyeden çıkmaya hazırlanırken, bir polis geldi `Amca bizimle geleceksin.´ dedi.” cümleleriyle anlattı.

“(…) Polislerin beni suçlu gibi götürüp getirmesine çok şaşırdım ve üzüldüm. Yaşadığım heyecan nedeniyle tansiyonum 18′e kadar çıktı. Herkes üzüldü, beni götüren polislerden biri bile `Amca benim de babam böyle sarık takıyor. Üzülüyoruz; ama ne yapalım elimizde bir şey yok.´ dediler. Bu nasıl bir uygulama anlayamadık.” (…)



**********



KAYNAK: Zaman gazetesi, “75′lik dede, Şapka Kanunu’na muhalefetten gözaltına alındı”, 8 Mart 2005.



********************

********************

********************



Şapka Zulmü – 15 ve SON

Şapka İdamlarında Bir Kadın: Şalcı Bacı

Şapka Kanunu’na muhalefet ettiği gerekçesiyle idama mahkum olanlar arasında bir kadından da söz edilir. Bu, bohçacılık yaparak hayatını kazanan ve “Şalcı Bacı” diye tanınan bir kadındır. Gazeteci Nimet Arzık, bu olayı duyduğunda bir hikaye yazdığını ve adını “Şalcı Bacı Asılmağa Gidiyordu” koyduğunu anlatır. Nimet Arzık, Şalcı Bacı’nın “Şapka Kanunu’na Muhalefet suçundan asılacağı” kararına şaşırdığını, “candarmalar” onu iterek götürürlerken “Kadın şapka giye ki asıla?” diye sorarak geçtiği yollardaki “donuklaşmış” insanların içlerini kabarttığını da ifade eder.

Şalcı Bacı’nın “Kadın şapka giye ki asıla?” şeklindeki safça şaşkınlığı yansıtan sorusunu Nimet Arzık şöyle cevaplandırır:

Giyer, giymez, ama “icaplar” vardı. Görev icapları, ödev icapları, ibret icapları, gösteri icapları. Şalcı Bacı’yı iki metre boyuyla, “isli” yüzüyle, yılan yılan incelmiş örgüleriyle, siyah puşusuyla ve bütün sabır felsefesiyle darağacına vardırıyordu bu icaplar. Bildik evler arkasında kalıyordu, hükümet meydanına dek. Erkek adımlarla, bilmedik bir dünyaya doğru yürüyordu. Donuklaşmış halkın arasından, koşuşanlar vardı ağlayarak, onu o bilmedik dünyanın eşiğine kadar uğurlayan.

“Şapka Kanunu’na Muhalefet” suçundan Şalcı Bacı’yı idama gönderenlerden biri, gazeteci-yazar Çetin Altan’ın dedesi Kumandan Tatar Hasan Paşa’ydı. Altan bir kitabında bu olayın kendisini nasıl etkilediğini şöyle anlatmıştı:

Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatıp dururlar Hasan Paşa’nın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte, hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal duçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce “Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki” demiş galiba. Ben o tarihte henüz doğmamıştım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde.

Erzurum’da halk içinde Şapka Kanunu’na gösterilen muhalefet üzerine Vali Paşa’yla Kumandan Tatar Hasan Paşa kafa kafaya vererek bu muhalefeti kırmak için “daha kestirmeden” bir çözüm arayışına düşmüşlerdi. İşte Şalcı Bacı’yı idama götüren gelişmeler böyle başlamıştı. Nimet Arzık’ın anlattığına göre Vali ve Kumandan Paşa şöyle demişlerdi:

Ne yapalım, muhayyelelere dehşet salmak için kimse hükümetin emrinden dışarı çıkmaın diye. N’apalım? Bir kadın asalım, inkılaplara karşı geldi diye.

Sonrası da şöyle: İnkılaba karşı, gösterişli boyundan ötürü Şalcı Bacı’yı bulmuşlardı. Bohçacıydı yazık. Evden eve gezer, çarşaflar, yatak örtüleri, puşu’lar satardı, dolaştıkça yassılaşan bohçasına sarılı.

Ve evlerinde rahat oturan kadınların şikayetlerini dinlerdi, “izli” yüzünün huzuru bozulmadan bazan bir “kitaplık” laf ederdi, yerini bulan. Şalcı Bacı’nın ne şapka’dan, ne de inkılaptan haberi vardı. Ama “ihbar” diye bir müessese ardır, hala acı acı işler Türkiye’de. İşte o müessese işlemişti.

Böylece Şalcı Bacı’nın yüzü inanamazlık ve şaşkınlıkla karışmıştı. İkide bir de duralarken “Kadın şapka giye ki asıla?” diye sorarak direnmişti. Arzık hikayesinde diyor ki:

Ve asıldı. Sarkmış bücudu ne kadar, ne kadar uzandı, Türkiye’nin her tarafına gölgeler salacak kadar uzun.

İşte Tatar Hasan Paşa’ların ve Vali Paşa’ların işine öyle geliyor diye, kendi halinde zavallı bir bohçacı kadın, şapka giymesi mümkün olmayan savunmasız Şalcı Bacı bir çırpıda Şapka Kanunu’na muhalefetten idam edilenler kervanına katılmıştı.



**********



KAYNAK: Cihan Aktaş, Tanzimat’tan 12 Mart’a Kılık-Kıyafet ve İktidar.



**********

NOT: Şüphesiz yapılan zulümler burada zikrettiklerimizden çok ama çok daha fazladır.Nitekim Cellat Kara Ali 1931 yılında “Son Posta” gazetesinde yayınladığı hatıralarında şöyle diyordu:

“Bizim patronlar yalan söylüyor. O kadar cellatın içinde sadece benim Cellat Kara Ali olarak idam ettiklerimin sayısı sadece benim sallandırdığım kişi sayısı 5216′dır.”[13]

Bu yüzden Ankara’da ip kıtlığı bile başgöstermiştir.[14]

Kemalistlerin, “çok insan asılmadı” diyerek kaynak gösterdikleri Ergün Aybars bile 2′inci dönem “Kastamonu” Istiklal Mahkemesi listesinde 5 kişinin idam edildiği yönünde kayıt bulunduğunu ancak bunun en az 35 kişi olması gerektiğini bildiriyor ve ilave ediyor:

“Listelerin yüzde yüz doğruluğu şüphelidir. Çünkü listeyi bulabildiğimiz belgelere dayanarak yaptık.”[15]

Peki bulunamayan dosyalar var mı?

Hem de çuvallarla…

“Atatürk olmasaydı” adlı bir kitap yazacak kadar Atatürkçü olan Cemal Kutay, “Yazılmamış Tarihimiz – Seçmeler” isimli kitabının “Istiklal Mahkemesinin Esas Dosyaları Ne Oldu?” bölümünde Istiklal Mahkemelerinin faaliyet safhasını “Sakarya’ya kadar” olan safha ile “Cumhuriyetin ilanından sonra”ki safha diye ikiye ayırıyor ve Cumhuriyetin ilanından sonraki safha ile ilgili şunları yazıyor (parantez içindekiler de Cemal Kutay’a ait) :

Milli Mücadelenin hakiki önderlerini vatan ve rejim haini töhmetiy.le önlerine çeken bu safha ise, buram buram siyaset kokar. Bu arada, Halk Par.tisinin varlığında, veraset yoluyla izi ve eseri mutlak olan Ittihad ve Terakki’yi tamamen tasfiye için de, yine Istiklal Mahkemeleri vasıta olarak kullanılmış, daha sonra da, Matbuat üzerinde tesis edilmek istenen baskı için aynı mahke.meler, mesela neşredilmiş bir mektup vesile sayılarak, hususi heyetler halinde vazife görmüşler, hükümler vermişlerdir. Bu devrede Istiklal Mahkemeleri, be.lirli siyasi teşekkül ve şahısların hegemonyasını tethiş ve korkuya bağlama yo.lunda tatbik müesseseleri hüviyeti galip bir çehre ile belirlemektedir. Kanaatıma göre birinci safhayı Ikincisinden ayırmak, bizzat bu müesseselerin tarih huzurunda alacakları hüküm bakımından lüzumlu değil, zaruridir.


[13] Cellat Kara Ali’nin hatıraları, Son Posta Gazetesi, 3 Mart 1931.

[14] Hüseyin Demirel, Deccaliyet ve Kemalizm, Ittihat Yay., Istanbul 1993, sayfa 187.

[15] Ergün Aybars, Istiklal Mahkemeleri, (cild 1-2), Ileri Kitabevi, Izmir 1995, sayfa 108.

[16] Cemal Kutay Külliyatından Seçmeler: Yazılmamış Tarihimiz, Milliyet Gazetecilik, cild 1, Istanbul 2002, sayfa 273 – 279


Şark Istiklâl Mahkemesi’ndeki zulmü hatıratında anlatan Van eski milletvekili merhum Ibrahim Arvas’ın şu sözlerine yer verelim istiyoruz:

Müddeiumuminin (Savcının) birkaç cümle ile şarklılar aleyhindeki zulmü ile kin ve adavetini (düşmanlığını) gösterir misaller arz edeyim:

“Ne kadar baba-oğul mahkum varsa, evvela babanın gözü önünde oğlunu astırır, sonra babayı asardı. Bu hususta babanın feryat ve figanları zerre kadar katı kalbine tesir etmezdi. Şark Istiklâl Mahkemesi reis ve azalarının hepsi belalarını buldular. Ve her biri ayrı bir dert ve ıstıraba müptela oldu.”[1]



KAYNAKLAR:

[1] Ibrahim Arvas, Tarihi Hakikatler, Ankara 1964, sayfa 37-39.
 
Son düzenleme:
Back