- 20 Kasım 2006
- 1.098
- 26
Her erkek bir iş sahibi olabilir..! Az-çok demeden, evini geçindirebilecek kadar para kazanabilir.
Arkadaşları olabilir… kendisine güvenen… kendisinin de onlara güvendiği…
Akrabaları olabilir… hiç incitmediği… hiç ihmal etmediği…
Sözü sohbeti keyifli olabilir. Meslek hayatında da başarılı…
Kim varsa etrafında, kırmamak için, onlara “hayır” dememek için koşuşturabilir…
Akşama kadar birçok kişinin sıkıntısıyla uğraşabilir. İki lokma ekmek götürebilmek için evine, kendisini çok yorabilir…
Sosyal ortamlarda, sosyal aktivitelerde bol bol faaliyet yapabilir…
Sevdiği takımın hiçbir maçını kaçırmayabilir… alınan yenilgiler için günlerce kafa yorabilir…
Evlatlarının geleceği için türlü yatırımlar yapabilir…
Onlara her şeyin en iyisini, en kalitesini almak için kendisini paralayabilir…
Çocuklarına nasihat etmek için “Aferin… akıllı ol… benim gibi sıkıntı çekme… çalış, adam ol… ezdirme kendini” diyebilir…
…vs…vs…
Her erkek bunların tümünü yapabilir…
…ama her erkek “Baba” olamaz ki…!
Çünkü tüm bu saydıklarım erkekleri “BABA” yapmaz ki…!
…
Küçük bir erkek çocuğundan gelmiş geçen gün bir soru… Diyor ki mailinde -ben sizi hergün izliyorum… siz küçükken sizin babanız da benim babam gibi eve az mı geliyordu…?”
Düşündüm… babamı düşündüm… kendimi düşündüm… bu minik kalbin parmaklarından dökülen satırları düşündüm.
Ne olabilirdi dokuz yaşında bir erkek çocuğuna bunu söyleten? Babasına hasret, ama bir o kadar da babasıyla bir olmak istemesini, yaşamın kaygan zemininde harekete geçiren…
Baba olmak nasıl bir şey biliyor musunuz …?
Baba olmak, dibi azgın sularla dolu bir göl üzerinde, soğuk havaların da etkisiyle buz tutmuş bir kaygan zeminde, düşüp başını çarpmayacak kadar başarılı bir koşucu… buzu kırmamayı başaracak kadar hassas hareketlerle yürümeyi bilen bir dengeleyici… ve tüm bu koşuşturmaların arasında da elindeki kendisine emanet edilmiş minik kalplere, babalığın nasıl bir şey olduğunu yaşatabilecek ve onları hayata güvenle hazırlayabilecek kadar donanımlı olabilmeyi başarmaktır.
Öyle bir hayat ki… sizi azgın sularda boğulmadan yaşamanın bir yolunu bulmaya zorluyor… tüm bu zorlantıların arasında da olan çocuklarımıza oluyor.
…
Çocuklar için baba, bilinçaltı süreçleri açısından ve terapötik bir dille söylemem gerekirse “KAHRAMAN”dır. Bilinçaltının gizli kahramanları babalarımızdır.
Baba yanımızdaysa, korkmayız…
Baba yanımızdaysa güvendeyiz…
Peki ya baba yanımızda değilse…?
…
Babanın olmadığı yerlerde anneler devreye giriyor sevgili beyler…!
“Canım yabancı değil ya… o da annesi… benim yerime ilgilensin…” diyerek kendinizi kurtaramazsınız. Çünkü annenin karşıladığı duygusal beslemeyle, babanın karşıladığı duygusal beslemeler son derece farklı.
Baba, “özgüven, güç, kuvvet, yaşam karşısında güçlü olma” duygularını beslerken; anneler “merhamet, vicdan” duygularının oluşmasına neden oluyor.
Baba ilişkisi yeterince gelişmemiş çocuklarda özgüven sorunuyla karşılaşırken; annesiyle yeterince duygusal ilişki geliştirememiş çocuklarda da merhamet duygularıyla ilgili zorlantılar olduğunu görürüz.
Babanın duygusal ilişki kurmadığı, konuşmadığı, sohbet etmediği, evladıyla yakın ve sıcak iletişim kurmadığı durumlarda, babayla yeterince muhatap olamayan çocuklarda, anneden gelen duygular ağır basmaya başlar.
Size garip gelebilir ama hiç dikkat ettiniz mi? önceden sokakta kavga eden çocuklar, birbirlerini tehdit ederken: “Seni babama söylüyceemmmm…” derlerdi.
Son dönemlerde bu sözün yerini ne aldı…? Evet bildiniz…
“Seni anneme söylüyycemmm…”
Özellikle erkek çocuklar için “anneye söyleme” durumu bence tehlikeli.
Neden…?
Birincisi; babanın, yaşamın bir parçası olmamasına işaret eder.
İkincisi; erkek çocuğun, baba figürüyle yeterince muhatap olmamasından dolayı, yani özdeşim kuracağı, benzemeye çalışacağı bir yakın baba ilişkisi olmamasından dolayı, anneyi “benzeme nesnesi” olarak kullanmaya başlaması anlamına gelir.
…ne demek bu “anneyi benzeme nesnesi olarak görmeye başlaması” durumu?
Annelere benzeyen erkek çocukların çoğalması demek…! Bu tehlikeli sevgili babalar.
Dikkat ediyor musunuz? Son on yıldır duygusal, her şeye ağlayan, olaylar karşısında aşırı duygusal tepkiler veren delikanlıların sayısında çoğalma oldu. Üniversite öğrencisi genç erkekler, kendilerini “ben çok duygusalım” diye tanımlamaya başladı. Halbuki bu özellik, aynı yaştaki kız çocuklarına özgü bir tavırdır. Herhangi bir zorluk olduğunda genel beklenti kızların üzülüp ağlaması; erkeklerin de ağlayan insanları teselli etmesidir. Ya da olaya daha sağduyulu, daha akılcı bir çerçeveden bakmasıdır.
Ne oldu da işler bu noktaya dayandı?
Çok basit… babalar, “baba” olamadılar…
Babalar, erkek evlatlarına ve kız evlatlarına yeterince yakın davranmadılar.
Babalar, para kazanmanın, onların fiziksel ihtiyaçlarını doyurmanın asli görevleri olduğu duygusunu üzerlerinden atamadılar.
Babalar, çocuklarının, kendileri için kazanacakları paradan daha çok, baba ilişkisine, babanın sarılıp öpmesine, babayla oturup uzun sohbetler yapılmasına ihtiyaç duyduklarını bir türlü göremediler.
Ve… ve… yaşam koşulları ağırlaştıkça… evlerdeki paraya endeksli ihtiyaçlar arttıkça… babaların daha fazla çalışıp daha fazla para kazanmaları gerekti… ve bu madde, bu materyal, bu fiziksel ihtiyaca dayalı malzeme, onların “varlıklarının” yerini almaya başladı…
Oysa… oysa çocukların paraya değil babaya ihtiyaçları var. Mutsuz ve yeterince oturmamış bir sığ ilişkide, çocuğunuza en pahalısından bilgisayar alırsınız… yine de mutlu edemezsiniz…
…ama duygu yüklü, koruyan, gözeten, kuşatan, destekleyen, dengeleyen, sıcacık bir baba-evlat ilişkisinde, sizinle oynayacağı on dakika saklambaç, oturup sohbet edeceği saatler, dünyanın en güzel hediyesidir de haberiniz bile yoktur…!
Sevgili babalar… siz para kazanmak için evden uzaklaştıkça… herhangi bir takımın maçına ayırdığınız zaman kadar bile evlatlarınıza zaman ayırmadıkça ne oluyor biliyor musunuz?
Özetle söyleyeyim…
Duygusal ilişki kurup, besleme yapmadığınız kızlarınız, olmadık adamlarla evlenmeye kalkıyorlar. Çünkü kendilerine en yakın olan erkekle yeterince duygusal bir doyum gerçekleşmediği için, saçının telini bile vermeyeceğiniz tür adamlarla ilişki yaşamaya kalkıyorlar.
Oğullarınıza gelince… oğullarınız… oğullarınız erkek gibi davranmayı öğrenemiyorlar. Sürekli kadınlarla muhatap olmaktan, kadınların gittikleri çay poğaça toplantılarına katılmaktan, kadınların sohbetlerini dinlemekten, kadınların tepkilerini izlemekten, kadınlar gibi düşünüp, kadınlar gibi davranmaya başlıyorlar.
Unutmayın ne olur… erkek davranışlarıyla kadın davranışları birbirinden farklıdır. Ani bir durum ve olaya, kadının verdiği tepkiyle erkeğin verdiği tepki kesinlikle birbirinden farklıdır.
Sonuçta kız/erkek fark etmez, her ikisi de özgüven sahibi olmayı, çabalamayı, hayata sağlıklı gözlerle bakmayı, duyguların basıncından uzak akılcı düşünmeyi babadan öğrenirler…
Onlara “öğretebilecek baba”ları varsa tabii…
Arkadaşları olabilir… kendisine güvenen… kendisinin de onlara güvendiği…
Akrabaları olabilir… hiç incitmediği… hiç ihmal etmediği…
Sözü sohbeti keyifli olabilir. Meslek hayatında da başarılı…
Kim varsa etrafında, kırmamak için, onlara “hayır” dememek için koşuşturabilir…
Akşama kadar birçok kişinin sıkıntısıyla uğraşabilir. İki lokma ekmek götürebilmek için evine, kendisini çok yorabilir…
Sosyal ortamlarda, sosyal aktivitelerde bol bol faaliyet yapabilir…
Sevdiği takımın hiçbir maçını kaçırmayabilir… alınan yenilgiler için günlerce kafa yorabilir…
Evlatlarının geleceği için türlü yatırımlar yapabilir…
Onlara her şeyin en iyisini, en kalitesini almak için kendisini paralayabilir…
Çocuklarına nasihat etmek için “Aferin… akıllı ol… benim gibi sıkıntı çekme… çalış, adam ol… ezdirme kendini” diyebilir…
…vs…vs…
Her erkek bunların tümünü yapabilir…
…ama her erkek “Baba” olamaz ki…!
Çünkü tüm bu saydıklarım erkekleri “BABA” yapmaz ki…!
…
Küçük bir erkek çocuğundan gelmiş geçen gün bir soru… Diyor ki mailinde -ben sizi hergün izliyorum… siz küçükken sizin babanız da benim babam gibi eve az mı geliyordu…?”
Düşündüm… babamı düşündüm… kendimi düşündüm… bu minik kalbin parmaklarından dökülen satırları düşündüm.
Ne olabilirdi dokuz yaşında bir erkek çocuğuna bunu söyleten? Babasına hasret, ama bir o kadar da babasıyla bir olmak istemesini, yaşamın kaygan zemininde harekete geçiren…
Baba olmak nasıl bir şey biliyor musunuz …?
Baba olmak, dibi azgın sularla dolu bir göl üzerinde, soğuk havaların da etkisiyle buz tutmuş bir kaygan zeminde, düşüp başını çarpmayacak kadar başarılı bir koşucu… buzu kırmamayı başaracak kadar hassas hareketlerle yürümeyi bilen bir dengeleyici… ve tüm bu koşuşturmaların arasında da elindeki kendisine emanet edilmiş minik kalplere, babalığın nasıl bir şey olduğunu yaşatabilecek ve onları hayata güvenle hazırlayabilecek kadar donanımlı olabilmeyi başarmaktır.
Öyle bir hayat ki… sizi azgın sularda boğulmadan yaşamanın bir yolunu bulmaya zorluyor… tüm bu zorlantıların arasında da olan çocuklarımıza oluyor.
…
Çocuklar için baba, bilinçaltı süreçleri açısından ve terapötik bir dille söylemem gerekirse “KAHRAMAN”dır. Bilinçaltının gizli kahramanları babalarımızdır.
Baba yanımızdaysa, korkmayız…
Baba yanımızdaysa güvendeyiz…
Peki ya baba yanımızda değilse…?
…
Babanın olmadığı yerlerde anneler devreye giriyor sevgili beyler…!
“Canım yabancı değil ya… o da annesi… benim yerime ilgilensin…” diyerek kendinizi kurtaramazsınız. Çünkü annenin karşıladığı duygusal beslemeyle, babanın karşıladığı duygusal beslemeler son derece farklı.
Baba, “özgüven, güç, kuvvet, yaşam karşısında güçlü olma” duygularını beslerken; anneler “merhamet, vicdan” duygularının oluşmasına neden oluyor.
Baba ilişkisi yeterince gelişmemiş çocuklarda özgüven sorunuyla karşılaşırken; annesiyle yeterince duygusal ilişki geliştirememiş çocuklarda da merhamet duygularıyla ilgili zorlantılar olduğunu görürüz.
Babanın duygusal ilişki kurmadığı, konuşmadığı, sohbet etmediği, evladıyla yakın ve sıcak iletişim kurmadığı durumlarda, babayla yeterince muhatap olamayan çocuklarda, anneden gelen duygular ağır basmaya başlar.
Size garip gelebilir ama hiç dikkat ettiniz mi? önceden sokakta kavga eden çocuklar, birbirlerini tehdit ederken: “Seni babama söylüyceemmmm…” derlerdi.
Son dönemlerde bu sözün yerini ne aldı…? Evet bildiniz…
“Seni anneme söylüyycemmm…”
Özellikle erkek çocuklar için “anneye söyleme” durumu bence tehlikeli.
Neden…?
Birincisi; babanın, yaşamın bir parçası olmamasına işaret eder.
İkincisi; erkek çocuğun, baba figürüyle yeterince muhatap olmamasından dolayı, yani özdeşim kuracağı, benzemeye çalışacağı bir yakın baba ilişkisi olmamasından dolayı, anneyi “benzeme nesnesi” olarak kullanmaya başlaması anlamına gelir.
…ne demek bu “anneyi benzeme nesnesi olarak görmeye başlaması” durumu?
Annelere benzeyen erkek çocukların çoğalması demek…! Bu tehlikeli sevgili babalar.
Dikkat ediyor musunuz? Son on yıldır duygusal, her şeye ağlayan, olaylar karşısında aşırı duygusal tepkiler veren delikanlıların sayısında çoğalma oldu. Üniversite öğrencisi genç erkekler, kendilerini “ben çok duygusalım” diye tanımlamaya başladı. Halbuki bu özellik, aynı yaştaki kız çocuklarına özgü bir tavırdır. Herhangi bir zorluk olduğunda genel beklenti kızların üzülüp ağlaması; erkeklerin de ağlayan insanları teselli etmesidir. Ya da olaya daha sağduyulu, daha akılcı bir çerçeveden bakmasıdır.
Ne oldu da işler bu noktaya dayandı?
Çok basit… babalar, “baba” olamadılar…
Babalar, erkek evlatlarına ve kız evlatlarına yeterince yakın davranmadılar.
Babalar, para kazanmanın, onların fiziksel ihtiyaçlarını doyurmanın asli görevleri olduğu duygusunu üzerlerinden atamadılar.
Babalar, çocuklarının, kendileri için kazanacakları paradan daha çok, baba ilişkisine, babanın sarılıp öpmesine, babayla oturup uzun sohbetler yapılmasına ihtiyaç duyduklarını bir türlü göremediler.
Ve… ve… yaşam koşulları ağırlaştıkça… evlerdeki paraya endeksli ihtiyaçlar arttıkça… babaların daha fazla çalışıp daha fazla para kazanmaları gerekti… ve bu madde, bu materyal, bu fiziksel ihtiyaca dayalı malzeme, onların “varlıklarının” yerini almaya başladı…
Oysa… oysa çocukların paraya değil babaya ihtiyaçları var. Mutsuz ve yeterince oturmamış bir sığ ilişkide, çocuğunuza en pahalısından bilgisayar alırsınız… yine de mutlu edemezsiniz…
…ama duygu yüklü, koruyan, gözeten, kuşatan, destekleyen, dengeleyen, sıcacık bir baba-evlat ilişkisinde, sizinle oynayacağı on dakika saklambaç, oturup sohbet edeceği saatler, dünyanın en güzel hediyesidir de haberiniz bile yoktur…!
Sevgili babalar… siz para kazanmak için evden uzaklaştıkça… herhangi bir takımın maçına ayırdığınız zaman kadar bile evlatlarınıza zaman ayırmadıkça ne oluyor biliyor musunuz?
Özetle söyleyeyim…
Duygusal ilişki kurup, besleme yapmadığınız kızlarınız, olmadık adamlarla evlenmeye kalkıyorlar. Çünkü kendilerine en yakın olan erkekle yeterince duygusal bir doyum gerçekleşmediği için, saçının telini bile vermeyeceğiniz tür adamlarla ilişki yaşamaya kalkıyorlar.
Oğullarınıza gelince… oğullarınız… oğullarınız erkek gibi davranmayı öğrenemiyorlar. Sürekli kadınlarla muhatap olmaktan, kadınların gittikleri çay poğaça toplantılarına katılmaktan, kadınların sohbetlerini dinlemekten, kadınların tepkilerini izlemekten, kadınlar gibi düşünüp, kadınlar gibi davranmaya başlıyorlar.
Unutmayın ne olur… erkek davranışlarıyla kadın davranışları birbirinden farklıdır. Ani bir durum ve olaya, kadının verdiği tepkiyle erkeğin verdiği tepki kesinlikle birbirinden farklıdır.
Sonuçta kız/erkek fark etmez, her ikisi de özgüven sahibi olmayı, çabalamayı, hayata sağlıklı gözlerle bakmayı, duyguların basıncından uzak akılcı düşünmeyi babadan öğrenirler…
Onlara “öğretebilecek baba”ları varsa tabii…