Anıların içinden Atatürk ve Öğretmenler

yumma

Aktif Üye
Kayıtlı Üye
5 Aralık 2007
32
0
Öğretmenlik ve eğitimcilik nedir diye sorduğumda aklıma ilk gelen başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’tür. Kendisine 1936 yılında yiğitlik ve kahramanlığıyla ilgili şiir yazan Behçet Kemal Çağlar’a “Olmamış. Benim asıl niteliğim var ki onu hiç yazmamışsın. Benim asıl kişiliğimdir, ben milletimin öğretmeniyim, bunu yazmamışsın.” der. Bu sözleriyle öğretim ve eğitime ne kadar önem verdiğini ve önemsediğini anlatmak istemiştir.
Evet, Önderimiz aynı zamanda bizim ilk öğretmenimizdi. Cumhuriyetimizin ilanından sonra yurdum insanın cehaletinin giderilmesi için birçok faaliyetlerde bulunmuştur. Öy le ki kara tahtanın başına geçecek memleketi il il dolaşacak okuma, yazma ve öğrenme seferberliği başlatacak kadar öğretmendi. Eğitimi kırsal bölgelere taşıyacak kadar öğretmendi. O bir eğitim sevdalısıydı.
Sevgili önderimiz geleneksel eğitime her zaman karşı çıkmış, sorun çözen, üretici insan yetiştirilmesini amaçlayan bir eğitim düzeni istemişti. Öğretim ve eğitim için hayatı boyunca çalışmalarını sürdürmüştü.
Onun matematik dersiyle arası çok iyiydi. 1936/1937 yılları arasında birçok geometri terimini Türkçeleştirerek dilimize kazandırmıştı.
O sadece öğretmenlik yapmamış, geleceğin öğretmenlerine de ışık olacak birçok miras bırakmıştı. O miras kendisinin öğretmenlere bıraktığı altın değerindeki sözleriydi. Bu sözlerin içinde en önemlisi de yeni nesilleri genç Türkiye öğretmenlerine emanet etmesidir.
İşte o genç öğretmenlerden birisi de dedem Hidayet Bayraktır. Kendisi genç cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden olup, kırk altı sene altı ay başöğretmenlik yapmış, emekli olduktan sonra da eğitimcilik mesleğine devam etmiş ve ölene kadar da kendi çevresindeki insanları eğitmiştir. Burada anlatmak istediğim kendi dedem değil önderimizin bıraktığı miras dan payına düşeni alan cumhuriyetimizin ilk öğretmenlerinden birkaçının bakış açısını kendi gözlemlerimle kaleme almaktır.
Evet, o çok özel bir insandı. Kendisi öğretmen olmakla kalmamış o zamanda bütün baskılara rağmen iki kız evladının da öğretmen olması için elinden gelen çabayı göstermişti.
Ben onun emeklilik zamanında doğduğum için öğretmenlik hayatını bilmem ama o eşsiz insan her fırsatta her zaman öğretmenlik yaşamını, öğrencilerini ve ne şartlar altında eğitim yaptırdığını bizlere bıkmadan usanmadan anlattı. O da bir eğitim ve öğretim sevdalısıydı. Şimdi o günleri yaşamış gibi biliyorum. Cumhuriyet bayramındaki törenleri, köy okullarındaki öğrencileri nasıl tarladan ya da saklandıkları yerden tek tek topladığını anlatırdı hep. Anlatmakla kalmaz ilerlemiş yaşına rağmen benim ve kardeşlerimin eğitimi için bilgilerini bize aktarırdı.
Önderimizin yolundaydı. Bana ilk öğrettiği istiklal marşımız ve önderimizin gençliğe hitabesiydi. Bu iki güzel eseri bana ezberletene kadar günlerce uğraşmış. Sadece ezberletmekle kalmamış cümle ve dizelerin anlamını da öğretmişti.
“Sizler bu memleketin ne şartlar altında kazanıldığını yaşamadınız ki bilesiniz, bu memleket çok zor ve acı günler yaşadı. Şimdi bu güzel vatan da barış içinde yaşıyorsanız Atatürk’ü çok iyi tanımanız lazım. Onu tanımak için de gençlere nasıl seslendiğini bilmeniz öğrenmeniz lazım” derdi hep.
Hiç boş konuşmaz, konuştuğu zaman da öğüt ve kısa hikâyeler den örnekler vererek anlatırdı. Kimseyi kırmaz, okul dersleri dışında hayata dair anlatımları da olurdu.
Bir gün annemle dedem Avar öğretmen diye birinden konuşuyorlardı. Avar öğretmenin at sırtında köy köy, il il gezdiğini oradaki öğrencileri yatılı okullara yollayarak eğitim için memlekete çok hizmet ettiğini anlatıyorlardı. Avar öğretmen bir keresinde annemim eğitim gördüğü okula da uğramış, onlarla konuşmuş sohbet etmiş hatta birlikte resim de çektirmişler. Annem o resmi yıllarca sakladı. Ne zaman o resim eline geçse. Hüzünlenir “Bu benim Avar öğretmenim” derdi.
Yıllar sonra bir televizyon kanalında Sıdıka Avar öğretmenin sevgili önderimizin açtığı yolda memleketimize yapmış olduğu görevleri izlerken annemin gözünden düşen iki damla inci tanesini hala unutamıyorum.
Avar öğretmenin çalışmaları annemin de öğrenim ve öğretmenlik yaşantısına yön vermiştir. Sıdıka Avar öğretmeni anlatmak sayfalara sığmaz. Hayatını, gençliğini, heyecanını idealleri uğruna harcayan fedakâr bir öğretmendi. Yeri geldi at sırtında dolaştı. Yeri geldi baş amele oldu okul yaptı. Ailesini ve çocuğunu Anadolu çocuklarına tercih ederek arkasında bıraktı. Kendisi hiç ayrım yapmadan Anadolu’yu köy köy adım adım dolaştı. Sıdıka Avar Türkiye’nin yetiştirdiği efsane öğretmenlerden. Efsanenin yetiştirdiği birçok dağ çiçeği kendisinden sonraki çiçekler için filiz oldu dal verdi, sürgün verdi ve eğitim sevdalıları kocaman bir çınar oldular.
Annem de bir eğitim neferiydi tıpkı babası ve ablası gibi. Genç yaşında 1952 yıllarında ilk tayin yeri olan Gaziantep’e geldiğinde birçok genç kızın eğitim ve öğretim adına kaderi değişmişti belki de. Bu genç kızların birçoğu da öğretmen oldular ve eğitim seferberliğine adım attılar. Şu anda öğrencilerinden bazıları emekli olmalarına rağmen sivil toplum örgütlerinde gönüllü çalışmalar yapıyorlar. Onlarda eğitim çınarının dallarıydılar artık.
Annem de öğrencilerini yetiştirirken birçok fedakârlıkta bulundu. Öğrencilerinin üniversite eğitimi almaları için üniversiteyi kazanan öğrencilerinin aileleriyle bire bir görüşerek onları ikna ederdi her zaman. Kız teknik öğretmen okulu sınavları için Ankara’ya yolladığı öğrencileri kendi babasının evinde misafir eder, kendi olanaklarını gücünün yettiğince öğrencileri için kullanırdı.
Şu gün bile yaşı altmışın üzerindeki öğrencileri ona saygılarında kusur etmiyorlar. Öğretmenlerini gördüklerinde o yaşlı insanlar saygı ve sevgiyle ayağa kalkıyorlar.
Teyzem de bu eğitim neferlerindendir. Onun da annem ve dedem gibi Anadolu çocuklarına birçok hizmeti vardır. Teyzemin ilk öğretmenliği sırasındaki bir anısını anlatmadan geçemeyeceğim. Anadolu’nun bir dağ köyünde çalıştığı sırada sınıfa müfettiş geliyor. Bu sırada dağ çiçekleri çocuklar yeni yeni okumayı öğenmişler. Müfettiş tahtaya “ civciv” yazarak bir öğrenciyi yazdığını okutmak için kaldırıyor. Çocuk çok doğal bir şekilde “cücük” diyor. Bu durum üzerine teyzem tahtaya “civciv civciv civciv” diye tekrar yazarak hep birlikte çocuklara sesli bir şekilde okutuyor ve tekrar başka bir öğrenciyi tahtaya çıkartarak “ oku bakalım” der, öğrenci yine “cücük cücük cücük” diye okur tahtada yazılan “civcivi”.
Evet, eğitim sevdalıları bu zor şartlar altında çalışıp didiniyorlar yıllarca. Genç Türkiye’ye önderimizin açtığı yolda gençler yetiştirmek için.
Burada eğitim sevdalılarından başta önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve görmeden tanıyıp sevdiğim Sıdıka Avar öğretmenimle birlikte yollarımın kesiştiği hayatıma ışık tutan öğretmenlerden bazılarını anlatmaya çalıştım. Ne mutlu onlara ve tüm öğretmenlere.
Son olarak bir harf için kırk yıl köle olunuyorsa yirmi dokuz harf için yirmi dokuz kere kırk yıl kölesiyiz öğretmenin. (Ali Rıza Bin boğa şarkısı )

Pınar Atay 27.10.2008
 
milletin efendisi değil ,
MİLLETİNİN ÖĞRETMENİ OLARAK DOĞDUN ATAMMM.............
 
X