18 Mart Çanakkale Zaferi

Çanakkale Savaşında ölen tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun
şehitlerimiz ölmedi yaşıyorlarr
 
canakkalehastanesbyhalit0gm.jpg

Anzaklı Ömer'in Hikayesi

Anzaklı Ömer'in Hikayesi 1957 Yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden doktor: Ömer Muşluoğlu, görev yaptığı hanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar.. New York'da Medical Center Hospital'da görev almıştım. Fakat vazifem kan almak,kan vermek,serum takmak,elektrokardiyografi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki, yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine tedavisine verilmiyor..Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum.. Bir hastaya gittim.. Yaşlıca bir adam tahminen yetmiş beş yaşlarında..


-Kan vereceğim... kolunuzu açar mısınız?" dedim.
Adamcağız kanserdi ve aynı zamanda kansızdı.. Kolunu açtım baktım pazusunda bir Türk bayrağı dövmesi var.. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim:
-Siz Türk müsünüz?
-Kaşlarını yukarıya kaldırarak "hayır" manasına bir işaret yaptı.
-Ama ben hala merak ediyorum. "Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?"
-Aldırma öylesine bir şey işte dedi.
Ben yine ısrarla:
-Fakat benim için bu çok önemli çünkü; bu benim milletimin bayrağı benim bayrağım...
Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
-Siz Türk müsünüz?
-Evet Türk'üm...."


İhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı.. Anlatmaya başladı:


"Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de..Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben Avustralya Anzaklarındanım. İngilizler bizi toplayıp dediler ki:
-Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda.. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir. '
Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenler arasına katıldık.. Beynimizi yıkayan İngilizler, Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını, Çanakkale'ye sevk ediyormuş. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler.. orada birkaç ay talim gördük.. sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler.

Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki, denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler gibi geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de,Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz, Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki; İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş.

Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz bizi püskürtüyorlar.. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi gene püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz..

Derken; böyle bir taarruzda, başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl korktuğumu anlatamam. İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya... Ama dikkat ettim bana hiç de öfkeli bakmıyorlar,yaralarımı sarmışlar. İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şok olmuştum doğrusu..
Dedim ki kendi kendime:
-'Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler ama öldürmüyorlar... yahut isteseler önceden öldürebilirlerdi.. Halbuki, beni cephenin gerisine götürdüler..Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla;'Yazıklar olsun bana' dedim.Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum, niye savaşmaya gelmişim? Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış' diyerek pişman oldum.. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce.. Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.."

Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken, O' devam etti: Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra, yine iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk... Ne garip değil mi? Avustralya'dan, Amerika'ya gelirken bir Türk'le karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türk'ler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle inanıyorum. Peşinden nemli gözlerle
-Bana adınızı söyler misiniz? dedi.
"Ömer" cevabını verdim.
Merakla tekrar sordu:
-Peki niçin Ömer ismini vermişler sana?"
-Babam Müslümanların ilk halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.
-Senin adın Müslüman adı mı?
Ben
-Evet Müslüman adı" deyince yüzüme baktı,doğrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:
-Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Josef Miller idi şimdiden sonra Anzaklı Ömerolsun.
-"Olsun" dedim.
-"Peki doktor, beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?"
Şaşırdım, nasıl da birden bire Müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o bunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı için gerçekleştirememiş..
-"Tabii" dedim.. "Müslüman olmak çok kolay." Sonra kendisine imanın ve İslam'ın şartlarını anlattım kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriyor,hem de ağlıyordu.. Mırıldandı:
-Siz Müslümanlar, tespih çekersiniz, bana da bir tespih bulsan da ben de yattığım yerden tespih çekerek Allah'ımı ansam olur mu?
Bu sözden de anladım ki; dedelerimiz savaş esnasında Hakk'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağında tespih çekiyor biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Bir gün yanına gittiğimde, samimi bir şekilde rica etti.
-Beni yalnız bırakma olur mu?"
-Ne gibi Ömer amca?
-Ara sıra gel de bana İslamiyet'i anlat!.. Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor. O günden sonra her gün yanına gittim bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum;
"Doktor Ömer, lütfen 217 numaralı odaya gidin!
Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda, gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer, son anlarını yaşıyordu. Hemen başucuna oturdum, kendisine kelime-i şahadet söylettirdim o şekilde kucağımda ruhunu teslim etti...
Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu. Ne yalan söyleyeyim ağladım... "
İşte Çanakkale’de çarpışan mü’min ordumuz, sadece kahramanlık ve cesaret destanı değil, aynı zamanda sahip oldukları manevi kemal bereketiyle bir fazilet destanı yazmıştır.
Mühim olan, yaşayan, duygulu ve seviye kazanmış bir kalbe sahip olabilmektir ki, bütün ümmet, istifade etsin ve hidayet bulsun!
 
Çanakkale içinde vurdular beni. Bu türküyü ne zaman duysam gözlerim dolar
 
b-683535-%C3%87anakkale.jpg

Bu günde, Aziz Şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyor,
Şükranlarımızı sunuyor, Minnetle yad ediyor, Onlar için dua ediyoruz.
Ruhları Şad, Mekanları Cennet Olsun.
En Büyük TÜRKİYE
 
[video=youtube;QswK8T-VOA8]http://www.youtube.com/watch?v=QswK8T-VOA8&feature=related[/video]
Çanakkale Şehitlerine, Mehmet Akif Ersoy'un yazdığı şiir

Ey Şehit Oğlu Şehit, İsteme Benden Makber,
Sana Ağuşunu Açmış Duruyor Peygamber.:KK69:
 
Çanakkale'yi gidip görmek lazım anlamak için.
Kınalı kuzuların hikayelerini dinledikçe gözüm dolar.
Bu zaferi kazanan bu destanı yazanları saygı ile anıyorum.Ruhları şad olsunEn Büyük TÜRKİYE
 
En Büyük TÜRKİYE18MART ÇANAKKALE ZAFERİMİZ YENİDEN KUTLU OLSUNEn Büyük TÜRKİYE


En Büyük TÜRKİYE Milletimizin bügünlere getiren herşey' e herkes'e binlerkez kez şükürler olsun.. En Büyük TÜRKİYE


Bizi bugünlere getiren 30 yaşında'ki abilermiz de var 12 yaşın da kardeşlerimizde vardı. Ama bügünlerin kıymetini

bilmeyen adeta farklı boyutlar da yaşayan ve giyinen o yaşlarda çocuklar sokaklardan eve girmesin askerlikten kaçmak uğruna açık öğretimden okuyor gibi göstersin..

Ama o zamanlarda 10 yaşındakiden 80 yaşındakine kadar herkes gönüllü olmuş vatan için..

Bunları her nekadar bu özel günler de hatırlasakta hem gurur verici ama bügünleri günler deki gençlik hiçte iç açıcı değil.
:KK31:
 
Bilmeyenimiz yoktur hey onbeşli türküsünü. . .

Tokat yolları taşlı…Onbeşliler geliyor ,yarimin gözü yaşlı. . .

Çoğumuz bu türküyü duyduğunda kalkıp oynarlar,bu neşeli sanılan türkü de göbek atarlar…benimse her kulağıma çalan onbeşli türküsünde içimin bir yanı sızlar..

bilinmesi gereken şudur ki;o türkünün aslında acı bir hikayesi vardır. .

bu türkü Çanakkale savaşı sırasında askerlik çağına girmiş fakat askere alnacak kimse kalmaması üzerine Hicri 1315/miladi 1899 doğumluların 16,5 YAŞINDA ASKERE ALINMALARI ÜZERİNE YAKILMIŞ BİR TÜRKÜDÜR. BU ŞARKI ,BU VATAN İÇİN ŞEHİT OLMUŞ YAVRULARI ANLATIR. . .
 
Çanakkale önlerinde tarihte ender görülen bir muharebe cereyan etmekteydi. Bir yanda dünyanın en gelişmiş askeri vasıtalarına sahip ve sayıca çok kalabalık Batı ülkeleri, diğer tarafta vatanlarını müdafaa için cepheye koşup; düşmanın topuna, tüfeğine iman dolu göğsünü siper eden Mehmedcik…


Anadolunun cihangir ruhlu yiğitleri, şanlı fakat talihsiz devletlerinin elde kalan kısmını müdafaa için cansiperane vuruşmakta. Düşman zırhlılarının yağdırdığı güllelere, yaylım ateşe karşılık vermekte, düşmana adım attırmamaktadır.

Her hususu gözönünde bulundurduklarını zanneden ve hesaplarına göre en geç üç günde Çanakkale’yi aşacaklarını hesap eden düşmanlar yanıldıklarını acı bir şekilde görecek ve zelil bir halde kaçacaklardır Çanakkale önlerinden. Onlar kaçarken, geride Mehmetçiklerin kanları, canlan pahasına kazanıp evlatlarına ithaf ettikleri şanlı bir hatıra kalacaktır.

Çanakkale harbinde tarihlere şanla geçen kahramanlık tabloları çizilmiştir. İşte böyle tablolan çizenlerden birisi de Koca Seyyit’tir.

Seyit Onbaşı, 1889 yılının Eylül ayında Havran İlçesi Çamlık (Manastır) köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Abdurrahman, annesininki Emine idi, çocukluğundan itibaren gürbüz yapısı ve pehlivanlığıyla dikkatleri çekmiştir. Bu vasfından dolayıdır ki asker ocağında kendisine pehlivanlığına izafeten “Koca” lakabı verilmiş ve “Koca Seyyid” diye tanınmıştır.

1909′da vatani vazifesine yapmak üzere askere giden Koca Seyit üç senelik asker iken 1912′de Balkan harbi patlak vermiş, Seyit de birliğiyle birlikte savaşa katılmıştır. 1913′te Balkan savaşının sona ermiş olmasına rağmen Seyit terhis edilmemiştir.

1914′te Birinci dünya savaşı patlak verince Seyit de Çanakkale’de topçu eri olarak vazife almıştı.

Çanakkale Boğazı’nın Rumeli yakasında, Kilitbahir denilen mevkide 28 lik Mecidiye bataryasında Şeyit’le birlikte kırk kişi vazifeliydi.

17 Mart 1915′te Çanakkale’deki bütün birliklerde yoğun bir faaliyet görülmekteydi. Ertesi gün, düşmanın büyük bir hücuma geçeceği haber alınmıştı.

Seyit Onbaşının bataryasında da hazırlıklar tamamlanmış ve düşmanın taarruzu beklenmeye başlanmıştı.

18 Mart 1918′de ilk önce Fransız daha sonra İngiliz zırhlıları Çanakkale boğazında görülmüşlerdi. Kıyılan yoğun top ateşine tutan düşman zırhlıları aynı şiddette karşı ateşle karşılaşınca duraklamışlar, fakat ateşlerini kesmemişlerdi.

Anadolu ve Rumeli kıyılarından ateş ve dumanlar göklere yükselmekteydi, düşman ateşi aralıksız devam ediyordu.

İngilizlerin en büyük savaş gemilerinden Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Koca Seyit’in bataryasının bulunduğu Kilitbahir önlerine gelmiş, kıyıyı top ateşine tutmuştu.

Ateş çemberi genişleye genişleye Koca Seyit’in bataryasına ulaşmıştı. Bataryanın sağına soluna mermiler peşpeşe düşmeye başlamıştı. Durumun kritik oluşunu gören batarya komutanı “sığınağa!” emrini vermişti. Fakat batarya erleri sığınağa ulaşmadan müthiş bir gürültü kopmuş, sanki yer yerinden oynamıştı. Koca Seyit de o gürültüden sonrasını hatırlamıyordu. Düşman gemilerinden atılan bir mermi cephaneliğe isabet etmiş, cephanelik havaya uçmuştu.

Bataryadaki erlerden on dördü şehit olmuş, yirmi dördü ise yaralanmıştı. Sadece Seyit ile Ali isimli arkadaşı yara almadan kurtulmuşlardı.

Sağlık erlerinin müdahelesiyle kendine gelen Seyit gözlerini açınca etrafta şehit olan arkadaşlarının cesetlerim görmüş ve arkadaşlarından durumu öğrenmişti. Bataryada ikisinden başka kimse kalmamıştı.

Bataryanın toplarından ikisi toprağa gömülmüş ve kullanılmaz hale gelmişti. Sadece bir tanesi kullanılabilir haldeydi. Onun da vinci kırılmıştı.

Koca Seyit, bir denizde hâlâ ateş püsküren düşman zırhlısına bir yerde yatan şehitlere bir de topa bakmış ve büyük bir hırsla her biri 215 okka (276 kilo) ağırlığındaki mermilere yönelmişti. Arkadaşı Niğdeli Ali şaşırmıştı, Koca Seyit ne yapmak istiyordu. Seyit, şaşkın şaşkın kendisine bakan arkadaşına “yardım et de mermiyi yükleneyim” demiş, ardından da “Ya Allah” diyerek koca mermiyi kavramış ve Ali’nin yardımıyla sırtlamıştı. 276 kiloluk yüküyle 28′lik topun altı basamağını çıkan Koca Seyit mermiyi topun ağzına yerleştirmeyi başarmıştı. İmanın hem nur hem de kuvvet olduğunu göstermişti Koca Seyyit. Bu hakikati bütün dünyaya ilan edecekti. Şimdi bütün dikkatini vermiş önünde canavar gibi duran Ocean’ın üzerine çevirmişti topun namlusunu. Hedefi iyice tesbit edip nişanının doğru olduğuna kanaat getirdikten sonra “Ya Allah, bismillah!” diyerek topu ateşlemişti. Topun gürlemesiyle birlikte karşıdaki düşman gemisinden yoğun siyah bir duman yükselmişti. Anında yalpalamaya başlamıştı. Koca gemi isabet almıştı. Gemi personelinin sesleri kıyıdan duyuluyordu. Vurmuştu Koca Seyit, koca kefere gemisini. Ve mağrur düşmanın koca gemisi batacaktı.

Düşmanlar Mecidiye bataryasının safdışı edildiğini zannetmekteydiler. Kilitbahir cephesindeki komutanlar da aynı kanaate varmışlardı. Fakat Mecidiye bataryasından ateşlenen bir top düşman gemisini batırmıştı işte.

Batarya komutanı Hilmi Bey derhal Mecidiye bataryasına koşmuş ve topu Seyitle arkadaşının ateşlediğini öğrenmişti. Hemen oracıkta onbaşı rütbesini takmıştı Seyit’e. Komutanlar takdirlerini bildirmekteydi. Seyit ise Anadolu insanının tevazuu ile kızarmakta ve “fazla birşey yapmadığını, sadece arkadaşlarının intikamını aldığını” söylemekteydi. “Nasıl yaptın?” sualine ise şu cevabı veriyordu. “Cenb-ı Hakkın yardımıyla.”

Koca Seyit’in Ocean’ı batınşı bir anda her tarafa yayılmıştı. Mehmedcik taze moralle düşmanı şiddetli top ateşine tutmuştu. Gün batımına kadar devam eden şiddetli savaşta düşman perişan edilmişti. Düşman Çanakkale’yi geçememişti. Geçemiyecekti de…

Çanakkale kahramanlarından Koca Seyit 1918′de terhis edilmişti. Köyüne dönen Seyit geçimini temin için çalışmaya başlamıştı. Fakat hain gözler cennet vatanın üzerinde olunca rahatlık yoktu.

Düşmanların hücumları bitmiyordu. Daha düne kadar Osmanlı devletine bağlı olan “uşak tabiatlı” Yunanlılar 15 Mayıs 1919′da İzmir’i, 28 Mayıs 1919′da da Ayvalık ve Edremit’i işgal etmişti. Vatan istila altındaydı, Çanakkale’nin şanlı gazisi Seyit onbaşı durabilir miydi? Durmadı ve işgal haberini alır almaz cepheye koştu.

Karış karış vatanını müdafaa eden yediden yetmişe Anadolu insanıyla omuz omuza verip vuruşuyordu. Koca Seyit, Ordunun 26 Ağustos 1922′de başlattığı büyük taarruza da iştirak etmiş ve 28 Ağustos’ta cereyan eden muharebede iki yerinden yaralanmıştı. Büyük zaferin kazanıldığını hastanede yatarken öğrenmişti Koca Seyyit. Dünyalar kendisinin olmuştu. Artık asırlardır olduğu gibi şanlı bayrağı semalarda hür olarak dalgalanacak, Ezan-ı Muhammedi vatan semalarından eksik olmayacaktı.

Savaşın kazanılmasından sonra mütevazı hayatını devam ettirmişti. Koca Seyyid, fakirdi, çoluk çocuğunun geçimini sağlamak için binbir meşakkatle dağdan odun getiriyor, odun kömürü yapıp satıyordu.

Koca gazinin madalyası bile yoktu. O da “müracaat et sana madalya versinler, maaş bağlasınlar” diyenlere, “Biz madalya için, maaş için dövüşmedik. ‘Ya şehid olacağız ya gazi’ dedik. Ücretini Cenab-ı Allah’tan bekledik ve Rabbim bize gazilik rütbesini nasib etti” demiştir.

1934 tarihinde yürürlüğe konan soyadı yasasıyla “Çabuk” soyadını aldı.

1939 yılında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle vefat eden Koca Seyit geride maddî hiç bir servet bırakmamıştı. Madde bakımından belki dünyanın en fakir insanıydı, fakat, şanlı tarihe malolan şanlı hatıralar bırakmıştı.
 
Allah mekanlarini cennet etsin bu topraklar icin canini feda eden hayallerini bedenleriyle topraga goturen tum sehitlerimize dualarimizi edelim arkadaslar bizim suan yapabilecegimiz onlar icin budur ve elimizdeki zenginligimiz Turkiyemizi korumaktir.o turkuye gelince misket havasi seklinde oynaniyordu galiba o sarkida pek bilmiyorum nasil bir millet oldukki o sarkiyi boyle kullanmalarina izin veriyorlar sasirip kaliyorum. soyleyenle soyleten anlamini hikayesini bilmiyor galiba..
 
Son düzenleme:
Çanakkale savaşı tarihte en önemli olaylardan biridir. Çanakkale Deniz Zaferi'nin 100. Yılı yurdun tüm bölgelerinde çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Biz de bu özel günde söylenen sözleri ve en güzel şiirleri bir araya getirdik.
İşte Çanakkale şiirleri ve sözleri…
“Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.” ATATÜRK

“Harpte iki meş'um (uğursuz) şey vardır. Bunlardan biri taş duvara körü körüne yüklenmek, diğeri kuvvetleri birtakım ayrı ve bağlantısız harekata dağıtıp körletmektir. Biz bu iki ahmaklığı yapmanın tehlikesiyle karşı karşıyayız.” İngiliz Başbakanı Asquith

“Ordunun yardımı olmaksızın Filo'nun başarı sağlayabileceği ümidine kapılmıştım; fakat şimdi bu işte müşterek bir harekatın zorunlu olduğunu anlıyorum.” Churchill
“Türkler, Çanakkale'yi zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip güçler karşısına adeta bir kale gibi dikilmişlerdir.” Churchill
“… Bu Türk kıtaatının cesaret, metanet ve se'bat cihetiyle takdir ve senaya liyakati, her şüphenin fevkinde bulunmuştur. Donanmasının ateşiyle de, en müessir surette muavenet gören pek cesur bir düşman taarruzlarına karşı sayısız muharebelerde bu kıtaat mevkilerini muhafaza etmişlerdir.” Alman Generali Liman von Sanders

“Avrupa'da hiçbir asker yoktur ki, bu ifadenin altını çiziyorum, Türklerle mukayese edilebilsin. Almanların müdafaada gayet iyi oldukları kabul olunabilir. Fakat siperlerde onlar dahi Türklerle kıyas edilemez. Misal olarak Gelibolu'yu zikretmek isterim. Orada bizim gemi ateşlerimizle büyük zayiata uğrayan kıtalar, Türk olmasalardı. Yerlerinde kalamaz ve derhal değiştirilirlerdi. Halbuki, Türkler, bütün muharebe müddetince yerlerinde kaldılar.”
yenişafak
 
ALLAH hepsinden razı olsun..
Geçen sene gittim şehitliğe yok böyle bir duygu..

Gözlerim dolu dolu gezdim,dualar okudum..

Dur, gitme ey yolcu, gel beraber ağlayalım, yüreğim yanmış, bak heryerde vatan şehitleri, nasıl uzanmış yatıyor, toprak güneş dolmuş. Ey yolcu gel beraber ağlayayım. Gitme, ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım
Elemim bir yüreğin karı değil, paylaşalım
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki
Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki
Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan
Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan
Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu Mehmet Akif Ersoy
 
X