Yüksek tahsil talebesi olan zabit Muzaffer, Çanakkale harbinin sürüp gitmesi üzerine ihtiyaca binaen gönüllü asker olarak ordu saflarına katıldı.üç aylık bir talimden sonra Çanakkale’ye sevkedildi..ancak harp bitmişti..birliklerin büyük bir kısmı doğu cephelerine sevkedilecekti..bunun için de harpte yıpranmış bulunan nakil araçlarının lastik v.s. ihtiyaçlarının giderilmesi gerekiyordu..bu işle,İstanbul' lu zabit Muzaffer’i vazifelendirdiler.
Zabit Muzaffer,elindeki tezkere ile derhal İstanbul’a gitti..aradığı malzemeleri bir yahudi tüccarında bularak erkan'ı harbiyye kaymakamına çıktı..fakat kaymakam,askerin ayağına postal,sırtına kaput bulamadığı gerekçesini ileri sürdü ve istenilen meblağı vermeyi kabul etmedi..kaymakamın yanından melül ve mahzun bir şekilde ayrılan zabit Muzaffer,ne yapacağını bilemez bir haldeydi..birliğine eli boş olarak nasıl dönebilecekti?Cephe de çekilen sıkıntıları düşünerek sonunda kararını verdi ve yahudi tüccarın yanına varıp,siparişlerini hazırlamasını,sabah namazından sonra almaya geleceğini ve parasını da o zaman ödeyeceğini bildirdi.O gece,sabaha kadar çalışarak bir yüz liralık kağıt para hazırladı.İlk bakışta anlaşılamayacak kadar aslına benzeyen bir kağıt paraydı bu..O zamanlar kağıt paraların üzerinde:
''Bedeli Derseadet’te altın olarak tesviye olunacaktır.'' ibaresi yazılırdı.
Zabit Muzaffer'de,kendi hazırladığı yüz liralığın üzerine:
''Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye olunacaktır.'' yazdı.
sabahleyin erkenden yahudi tüccarından mallarını aldı ve bu parayı vererek bir gemiyle Çanakkale yolunu tuttu..üç gün sonra yahudi tüccar,elindeki parayı bozdurmak için Osmanlı bankasına gittiğinde,mesele ortaya çıktı..para sahte idi..paranın üzerinde kasdedilen altın ise,Çanakkale’de dökülen ve altından daha kıymetli olan şehit kanlarıydı..her nedense yahudi,bu duruma sükut etti ve hiçbir itirazda bulunmadı..ancak hadise,bütün İstanbul’a yayıldı ve bundan Şehzade Abdülhalim Efendi’nin de haberi oldu.Şehzade,derhal alaka gösterdi..malüm taklit parayı,yahudi'den bedeli olan altını vererek aldı ve bunu zarif bir mahfaza içinde emniyet müzesine hediye etti..bu hadisenin kahramanı olan zabit Muzaffer ise,gelişen durumdan habersiz birliğiyle birlikte doğu cephesine geçmişti..orada büyük bir cesaret ve fedakarlıkla vatan müdafaasında idi..kanlı bir çarpışma esnasında ağır bir şekilde yaralandı..ardından gelecek nesle,ikinci ve ulvi bir hatıra daha bırakarak şehadet şerbetini içti..şöyle ki:ateş hattında çarpışan ve vazifesi başında şehit olan zabit Muzaffer Bey,son nefesinde artık sesinin çıkmadığı ve gözlerinin birşey anlatamadığı dakikada cebinden bir zarf çıkardı;sonra yerden bir çöp parçası alarak yarasından akan kanlara batırıp yazmağa başladı:
“Kıble ne tarafta?..”
etrafındakiler,ruhunu,beytullaha dönerek Allah’a teslim etmek isteyen Muzaffer Bey’in bu arzusunu yerine getirip onu kıbleye çevirdiler..ölüm anında,bir yandan yüzü vuslat neş’esiyle dolan zabit,diğer yandan da mukaddes gayenin ulvi müdafaasının kaygısı içerisinde yazısına son bir hamleyle kahraman askerlerine şu mesajı verdi:
“Bölük Allah için cihada devam etsin;kanım yerde kalmasın!..”
üçüncü bir mesaj daha yazacaktı ki,vakti elvermedi ve muazzez ruhunu şehiden Rabbine teslim eyledi...
“Vatan namus deyip çıkmıştı yola bir şafak
Sinesinde iman tam ve duyguları apak;
Aleyhinde dönüyordu o gün dönen o çark
Gitmişti işte bu hengamede kol ve bacak…”