18 Mart Çanakkale Zaferi

Çanakkale destanı
Çanakkale tarihim, Çanakkale destanım
Şehidimin türküsü, toprağım, suyum, kanım
Şüheda nefesiyle dirilen gülüm, canım

Çanakkale bir tarih, Çanakkale bir şandır,
Tarihe altın mühür, muhteşem bir nişandır


Kayıt düştü tarihler: On Sekiz Mart gününü
Mehmetçiğin mermiye, ölüme güldüğünü
Gördü bütün bir dünya, inanmanın gücünü

Çanakkale bir tarih, Çanakkale bir şandır,
Tarihe altın mühür, muhteşem bir nişandır

Çanakkale, ecdadın değerli hediyesi,
Unutulmaz bir destan, şanlı bir zafer bestesi,
“Çanakkale geçilmez!”: gerçeğin ifadesi

Çanakkale bir tarih, Çanakkale bir şandır,
Tarihe altın mühür, muhteşem bir nişandır

Ey bu cennet vatana kanıyla can verenler!
Şehadet bahçesine bir gül gibi girenler!
Size selâm ve dua, ölüp de ölmeyenler!

Çanakkale bir tarih, Çanakkale bir şandır,
Tarihe altın mühür, muhteşem bir nişandır
 
Çanakkale savaşına yurdumun her köşesinden, her yaştan insan katılılmış ve gururlu bir mücadele sonucu savaşı kazanmışlar...
Oraları her yıl ne kadar gezsemde hala giderim...
Yıllar sonra bile olsa tekrar teşekkür etmek isterim.
Bugün bu topraklarda yaşıyorsam onlar sayesindedir...
Ruhları şad olsun...
image0012.gif
 
Çanakkale Şehidlerine

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupalı"

Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya'yla beraber bakıyorsun; Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...

Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı! hayasızcasına,

Maske yırtılmasa hali bize affetti o yüz...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.

Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'makı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman o orduyu seyret ki, bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam.

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;

Bu göğüslerse Huda'nın ebedi serhaddi;
"O benim sun'-i bediim, onu çiğnetme" dedi.

Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makber'i kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.

"Bu, taşındır" diyerek Ka'be'yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsan oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin'i,

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

Sen ki, a'sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber

Mehmet Akif Ersoy
 
"TÜRK ÇOCUKLARI ECDADINI TANIDIKÇA,
ONA SAHİP ÇIKTIKÇA YİNE ÇOK BÜYÜK İŞLER YAPACAKTIR.

MEDENİYET UFKUNDA YENİ BİR GÜNEŞ GİBİ PARLAYACAK ve
TARİH SAYFALARINA YİNE TÜRK ADI İLE YAZACAKTIR."
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK


BİR YOLCUYA

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!!!

leiu0.jpg
 
İşte bu resim; evimizin duvarında....
Artık kızım bile biliyor onların hikayesini....
Ne mutlu ki bize; bu vatan uğruna böyle bir yürekle çarpışmış,
şehitlerimiz var. Keşke biraz daha duyarlı olsak, onları anmak adına...........
 
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
kilicarslan.jpg

Şarkın en sevgili sultânı, selâhaddîni,
Kılıç arslan gibi iclâline ettin hayran...

Mehmet Akif ERSOY.
 
ŞEHİT HASAN ETHEM'İN ANNESİNE MEKTUBU


VALİDECİĞİM!
Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi! Nasihat dolu mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının altında otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş rûhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, tekrar okudum. Böyle mukaddes bir vazifede bulunduğumdan sevindim. İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri gelip dedi ki:
- Efendim, sütlü çayınız, buyurunuz, içiniz!..
- Mustafa, bu sütü nereden aldın?
- Dere kenarındaki sürünün çobanından 10 paraya aldım.
Vâlideciğim, 10 paraya 100 dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim.

Vâlideciğim, sen müteessir olma! Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.

Ey Allahım! Bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün mevcûdât, onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Ellerimi kaldırdım,

"Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; İsm-i celâlini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana duâ eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!.." Diyerek bir duâ ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrûr bir kimse tasavvur edilemezdi. Vâlideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah râzı olsun!..

Oğlun Hasan Ethem 4 Nisan 1331 (17 Nisan 1915)


index.php
 
BU RESİM ÇOK ŞEY ANLATIYOR... UNUTMAYALIM UNUTTURMAYALIM !!

274350.jpg
 
bir derdim var bölümünde sevgilisi eşiyle ilgili dert yanan arkadaşların konularına gösterdiğiniz ilginin milyonda birini şu topiğe gösterseydiniz keşke!!
şu anda sahip olduğunuz rahatı size sağlayan kimlerdi ?
 
koca-seyit.jpg

KOCA SEYYİD
Rumeli Mecidiye Tabyası,korkunç bir düşman saldırısı neticesinde neredeyse tamamen imha edilmişti.Cephaneliğin büyük kısmı havaya uçmuş,onaltı topçumuz şehit olmuştu.Koca Tabya'dan ayakta kalabilen bir yüz başı,iki nefer,bir de vinci kırılmış,ağzına mermi alamayan tek bir top idi.
Yüzbaşı,etraftaki birliklere durumu haber vermek için uzaklaşmıştı ki,erlerden Koca Seyyid,denizin üzerinde ateş ve ölüm püskürterek ilerleyen düşman gemilerine bakarak derin derin içini çekti.Gözleri doldu.Acziyyet içinde çırpınan yüreğinin mahzuniyetiyle ellerini yüce Mevla'ya kaldırdı ve :'' Ya Rab! Ey kudret sahibi Allah'ım! Bana şu an öyle bir kuvvet ver ki,hiçbir kulun benden daha güçlü olmasın!'' diyerek Rabbine sığındı.O'ndan yardım istedi.
Koca Seyyid,dünya aleminden sıyrılmıştı ve sadece Rabbinin huzurunda idi.Gözlerinden akan yaşlar yanaklarından aşağı süzülüyordu.Vird halinde bir müddet:''La havle ve la kuvvete illa billahil aziym'' dedi.sonra birden '' Ya Allah '' diye haykırdı ve arkadaşlarının hayret ve şaşkınlık dolu nazarları arasında 215 okkalık (yaklaşık 276 kiloluk) mermiyi kavrayıp kaldırdı.Demir basamakları üç kez inip çıktı.Göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtıları duyuluyordu.Sel gibi ter döküyordu.Koca Seyyid,çatlamış dudaklarıyla : '' Allah'ım! Benden kuvvetini esirgeme! duasına devam ediyordu.
Nihayet topun ağzına sürdüğü meşhur üçüncü mermiyle savaşın kaderi değişti.İngilizler'in Oşin isimli zırhlı gemisi vurulmuş ve denizin üzeri cehennemi bir aleve bürünmüştü.
Hadiseyi öğrenip Cenab ı Hakk'a şükreden Cevat Paşa,Koca Seyyid'i tebrik ederken ondan aynı ağırlıkta bir başka mermiyi tekrar kaldırmasını istediğinde Koca Seyyid,şu cevabı verdi:paşam; ben bu mermiyi kaldırırken gönlüm Allah'ın feyziyle dopdolu ve te'yid'i ilahiye mazhar idi.Kendimde bir başkalık hissetmekteydim.Bu ağırlığı kaldıracak bir makama ulaşmışsam,Cenab'ı Hakk'a yaptığım duaların mukabilinde O'nun nusret ve inayetinin tecellisi idi ki bu,o ana mahsustur.şimdi kaldıramam kumandanım;mazur görün!..
Seyyid'in bu sözleri üzerine Cevat Paşa: Evladım! büyük bir iş başardın. Bir mükafat iste benden? dedi..
Allah'a kulluktan başka her şeyi gönlünden silmiş bulunan fedakar yiğit,ruhundaki ikinci kahramanlığı da: ''Kumandanım hiç bir talebim yoktur;lakin ben pehlivan yapılı olduğumdan dolayı günde bir somun yetmiyor.Düşman karşısında daha güçlü olmam için emretseniz de bana iki somun verseler!.. diyerek sergiledi.
Bu isteğe tebessüm eden Cevat Paşa,onu onbaşılıkla mükafatlandırdı.Koca Seyyid'in bu hali,kalbinin samimiyet ve saflığını ne güzel ifade etmektedir.
Daima maneviyat,maddeden üstün gelince,onu tesiri altına alır.Nitekim Çanakkale Harbi'ndeki ingiliz kumandanı tarihçi Hamilton da bu hakikati şöyle itiraf etmiştir:'' Bizi Türkler'in maddi gücü değil,manevi gücü mağlup etmiştir.Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı.Fakat biz,gökten inen güçlerimüşahede ettik! ''
Yine Hamilton'un bir kabus diyerek anlattığı şu rüyası da ibretliktir:
'' Korkunç bir rüya gördüm. Bu rüya'dan ziyade bir kabus idi.Helles kıyılarında boğulmak üzere idim.Boğazımı demir kıskaç gibi sıkan bir el beni suyun dibine doğru çekiyordu.Uyandığım zaman ter içerisinde idim ve titriyordum.İçimde,çadırımda yabancı birisi varmış gibi bir his vardı..
Şimdiye kadar böyle korkunç bir rüya görmemiştim.Çanakkale'nin meş'um (uğursuz)olduğu fikri aklımda yer etmeye başladı.Bu histen saatlerce kurtulamadım.Sanki biz daha buralara gelmeden akibetimiz kararlaştırılmış ve şimdi de üzerimizde icra ediliyordu.''
O sırada İngiliz Harbiye Nazırı olan ve müttefiklerin,hususiyle mütteredddid ingiliz hükümetinin Çanakkale'ye saldırma kararı almasını:'' Merak etmeyin ben üzerimdeki şu bahriye kıyafetiyle Türkler'in payitahtına oturacağım! şeklindeki sözlerle teminat üstüne teminat vererek sağlamış bulunan Churchill,muharebe sonrası niçin mağlup olduğu sebebiyle muhakeme edilirken itab edici ağır sualler karşısında iyice darlandığı bir sırada mahkeme heyetine şöyle haykırmıştır: ''Anlamıyormusunuz,biz Çanakkale'de Türkler'le değil,Allah ile harbettik!..Tabii ki yenildik..''
Düşman kumandanlarına bu itirafları yaptıran Çanakkale Harbinde yaşanan ulvi hadiseler,Cenab'ı Hakk'ın nusret ve inayetini açıkça segilemektedir.
 
allahım tüm şehitlerin mekanlarını cennet eylesin.bugün şehitler günü,tüm şehit yakınlarına sabırlar diliyorum.nur içinde yatsınlar.onların sayesinde varız.haklarını helal etsinler.
 
Mutlaka gidin gezin o toprakları.
Çanakkale gezimden gene bana ait bir fotograf ;

3251bdf8d99a3f1bf625a1822b42b66c.jpg
 
Seldaya katılıyorum.Gezmeden ancak hayal ediyorsunuz;gezince yüreğinize işliyor.Ben annemin anneannesinden çok dinledim o dönemin hikayelerini.Yaşadıklarını hıçkıra hıçkıra anlatırdı rahmetli.Dinledikçe gördükçe daha iyi anlamaya başlıyorsunuz.Hayatımın en değerli gezilerinden biriydi benim için.Mutlaka herkesin fırsat bulup demiyorum fırsat yaratıp gitmesi lazım.Çanakkale hala kan ve barut kokuyor çünkü.senağlama
 
Çanakkale'de bir destan yazıldı..Şehitlerimizi,verilen mücadeleyi,akan kanı ve bu uğurda feda edilenleri unutmadık,unutturmayacağız..Ruhları şad mekanları cennet olsun..işte o unutulmayacak isimlerden biride
Ali Çavuş;Kolumu Kesiver Kumandanım!
Çanakkale muharebelerinde kumandanlık etmiş,yaralanmış emekli bir subay hatıratında şöyle anlatıyor: Çanakkale Harbi'nin devam ettiği günlerden birindeyiz,o gün akşama kadar devam eden savaş,bu nisbetsiz üstünlüğe karşı yine zaferimiz ile neticelenmek üzereydi,gözetleme yerinde muharebenin son safhasını heyecanla takip ediyordum.Mehmetçiklerin ''Allah Allah'' nidaları ufku titretiyor,korkunç bir medeniyetin bütün heybetini temsil eden top seslerini bu müthiş haykırışlar bastırıyor gibiydi..bir aralık yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum,geriye dönünce Ali Çavuş ile karşılaştım..sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ızdırap okunuyordu..daha neyin var demeye kalmadan, O her şeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi..dehşetle ürpermiştim..sol kolu bileğinin dört parmak kadar yukarısından aldığı bir isabetle hemen hemen tamamen kopacak hale gelmişti ve elini yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi.Ali Çavuş dişlerini sıkarak ızdırabını yenmeye çalışıyordu..sağ elindeki çakıyı bana uzattı: ''şunu kesiver kumandanım ! '' dedi.
Bu üç kelimelik cümle,öyle müthiş bir istek,öyle bir mecburiyet ifade ediyordu ki,gayri ihtiyari çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım..bu tüyler ürperdici vazifeyi yaparken de: üzülme Ali Çavuş,Allah vücuduna sağlık versin..diye moral vermeye çalışıyordum..çok geçmeden Ali Çavuş, yanlız elini değil,vatan uğruna fani vücudunu da feda etti.gözlerini hayata yumarken de: ''Vatan sağ olsun,Allah imandan ayırmasın..canım vatana feda olsun..'' cümlelerini tekrarlayarak son nefesini vermiş,etrafı küçük bir kan gölü haline gelmişti..
Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber;
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber..
 
X