Savulun, “Z Kuşağı” geliyor !
Armut artık dibine düşmüyor! Bunu anlamalıyız.
Nedeni, “Z kuşağı!”
Peki, kim bu üstümüze doğru gelen, bizi gerçekten şaşırtan ve endişelendiren Z Kuşağı.
Tanımamız gerek onları. Çünkü onlar, çocuklarımız, öğrencilerimiz, yeğenlerimiz, komşunun çocuğu vs.
“Ahh, nerede bizim çocukluğumuz, öğrenciliğimiz” dediklerimiz yüzlerine!
Aslında, endişelenmeye de gerek yok.
Burada yazacaklarım çok özgün değil. Çoğu literatüre dayalı. Epey zamandır konuşuluyor. Dertleşelim dedim biraz!
Elbette, her 15-20 yıl yeni bir kuşak yaratır sosyolojik olarak. Ancak bu kez sanki farklı gibi. “Mutant” yani “başkalaşmış” ya da “yeni bir canlıya dönüşmüş” diyenler bile var onlar için. Başka dünyanın insanları gibi bakıyoruz bazen onlara. Haberde de yazıldığı üzere, “milyonlarca ışık yılı uzaktan gelmişler” gibi. Eleştiriyoruz, kızıyoruz, azarlıyoruz, küçümsüyoruz, küsüyoruz, cezalandırıyoruz; “armut artık dibine düşmüyor” diye üzülüyoruz çokça. “Beni nasıl dinlemez” diyoruz.
Oysa, sorun şu: Onları yeterince anlayamıyoruz. Onların yeni, yepyeni bir kuşak olduklarının farkında değiliz.
Bizler hangi kuşağız, merak ediyor musunuz? Doğum yılımıza göre seçip, temel özelliğimizi de şöylece anlayabiliriz:
Sessiz Kuşak: 1927-1945 arası doğanlar. Cumhuriyet kuşağı. Uyumlular
Doğum Patlaması Çocukları (Baby boomer): 1946-1964 arası dünyaya gelenler. Kuralcı ve sabırlılar
X Kuşağı: 1965-1980 yılları arasında doğanlar. Gezi çocuklarının anne ve babaları. Rekabetçiler
Y Kuşağı: 1980-2000 doğumlular. Gezi’deki çapulcu kuşağı. Yaratıcılar
Z Kuşağı: 2000 ve sonrası doğanlar. Gezi çocuklarının kardeşleri. Mutantlar
Ne kadar farklıyız, değil mi?
Biraz daha yakından tanıyalım Z Kuşağını.
Bilgisayardan ve internetten gerisi yalan; teknoloji çağı çocukları; bağımsız, sabırsız, inatçı, kendine aşırı güvenli, aceleci, pragmatik, hızlı ve üç ekranlılar (aynı anda bilgisayar, televizyon ve cep telefonuna bakarlar); farklı bir ahlak anlayışları var; kısaltmalarla ve sessiz harflerle anlaşabiliyorlar; youtube’sız, facebook’suz yapamıyorlar; aynı zamanda dünyayı değiştirmek istiyorlar; gönüllü çalışma eğilimleri güçlü; duygusallar, yoğunlaşma (konsantrasyon) sorunları var; dünyanın geleceğinden endişeliler; iş bulma sorunu nedeniyle geleceği vahşi bir ormana benzetiyorlar ve bu yüzden stresliler. Bunlar, yüzyüze konuşmaktan çok, çevrimiçi (online) iletişimi tercih ediyorlar. Sosyal ağlardan çıkmıyorlar; yaşamları orada geçiyor sanki. Tabi, çok zekiler. İnatçılar, aynı zamanda.
Bize bazen öyle geliyor ama saygısız değiller. İyi çocuklar onlar; sadece saygı anlayışları yeni ve bizden farklı.
Erteleyemiyorlar; proje temelli öğrenmek istiyorlar; otorite kabul etmiyorlar ve sorgulamadan edemiyorlar; tatminsizler. 0-6 yaş arasında facebook sayfasına sahipler. Çok yaratıcılar ve yenilikçiler. Komplekssizler ve doğruyu çekinmeden söylüyorlar. Azimli ve hırslılar; ancak biraz sadakatsizler. Zaman ve emek gerektiren işlere pek tahammül edemiyorlar. Dijital yerliler. İsyankarlar. Coğrafik ve kültürel sınırları yok. Çok esprililer. “Teknoloji, teknoloji, teknoloji” diyorlar!
Cep telefonu vücutlarının en önemli parçası gibi; bir an bile onsuz yapamıyorlar.
2015 yılında Türkiye’de 18 milyon nüfusları var Z kuşağının! Az değil yani!
60’ların zafer işareti, 70’lerin yumruğu, 80’lerin metal işareti varsa, onların da
özçekimleri (selfieleri) var!
Şimdi biraz düşünelim: Sabırlı, kuralcı, dijital göçmen bir kuşakla, yani şimdiki anne babalar ile onların çocukları olan dijital yerli,teknolojinin içinde doğmuş, sabırsız, sorgulayıcı, isyankar bir kuşak bir arada nasıl yaşayacak, nasıl anlaşacak?
Bir kere emretmeyi bir kenara bırakmalıyız. Açıklayabilmeliyiz istediklerimizi mantıklıca. İnatlaşmamalıyız. Küçümsememeliyiz onları; kimseyle karşılaştırmamalıyız. Hayatlarını milimetrik olarak düzenlemeye kalkışmamalıyız. Kendimize benzetmeye çalışmamalıyız. “Bizim zamanımızda…” diye başlamamalıyız söze; boşuna söylemiş oluruz. Kişiliklerini bastırmamalıyız. Biz onlara doğru gitmeliyiz. Biz, kendimizi değiştirmeli ve sorgulamalıyız. Biz aynı kalarak onlarla anlaşamayız. Onların, bizim çocuğumuz, öğrencilerimiz de olsalar farklı olduklarını anlamalı ve kabul etmeliyiz. Sevgiyi ve tahammül sınırlarımızı zorlasalar da hoşgörüyü elden bırakmamalıyız. Teknoloji ile ilişkilerini anlamalıyız. Onlar sokakta sek sek ya da birdir bir oynamayacaklar, bilgisayarda oyun oynayacak ve sosyalleşecekler; bunu kabul etmeliyiz.
Onlar, farklılar; bizim gibi değiller! Bunu anlamazsak işimiz çok zor. Üzer ve üzülürüz.
Ancak sonunda onlar bizim çocuklarımız ve öğrencilerimiz. Bizi sevmelerinde kusur olmayacak dikkatli olursak. Başlarını muhtemelen 25 yaşından sonra yine göğsümüze ve omzumuza koyacaklar, meraklanmayalım.
Ancak işin başı sabır; ya sabır!
Üstelik, bir yazarın pek güzel dediği gibi, “bunların bir de kardeşlerini görün siz!”
Bir de yeniliğe açık olmalıyız mutlaka. Öğrenciye hala “ezberle gel” dersek olmaz; ezberlemezler. Çünkü bunu sevmiyorlar. Projeler vermeliyiz, takım çalışması yaptırmalıyız. Bilgiyi kendileri bulmalı. Yeni kuşağa, “yeni anne babalar” ve “yeni öğretmenler” olmalıyız. Otuz sene önceki anne babalık değerleriyle ve öğretmenlik anlayışıyla davranamayız onlara; bunu anlamak zorundayız.
Onların farklı bir kuşak olduklarının farkına varmalıyız. Yoksa, Gezi’deki gibi “çapulcu” ya da “faiz lobisinin işi” deyip, trajikomik duruma düşer, soğuk savaş döneminin modası çoktan geçmiş yorumlarına muhtaç hale gelebiliriz. Anlayamazsak onları, “yetiştirmeyi hedeflediğimiz” nesil türü dünyayla uyuşamaz ve ötekileştirilmeye aday oluverir gelecekte. Üstelik geride kalırlar; yazık olur onlara.
Yasaklayarak da bir yere varamayız yeni iletişim teknolojilerini. Rahatlıkla aşarlar bu türden yasakları ve bizimle dalga geçerler arkamızdan nanik yaparak!
10 yaş altı çocukların %44’ünün Facebook, Twitter ve Instagram hesabı var. Bunu doğru okumak gerek. Bizim sitenin oyun parkında, boş duran salıncağın yanında elindeki dizüstü bilgisayarında oyun oynayan 1,5 yaşındaki çocuğu iyi okumam gerek benim de.
Bunlar kitabı bilgisayardan okuyacak; belli. Önlemimi ona göre almalıyım.
Bunlar farklı!
Endişelenmeye gerek yok.
Anlayalım yeter.
Ve biz kendimizi değiştirelim biraz. Kalıplaşmış değer yargılarımızı sorgulayalım ufaktan.
Ve geleceğe hazırlanalım. Yoksa geçmişin insanı oluveririz kolayca. Kimse bakmaz yüzümüze o zaman.
Onlar iyi bir kuşak.
“Z Kuşağını” anlamalıyız. Onların bizi anlamasını bekleyemeyiz; daha küçükler ve bizden farklı bir dünyanın varlıkları.
Başka yolu yok!
Kütüphaneci meslektaşların da bu kuşağı yeni kullanıcılar olarak iyi anlamaları, kendilerini ve kurumlarını onlara göre geliştirmeleri, hizmetleri kişiselleştirmeleri ve geleceğe göre şimdiden pozisyon almaları gerek. Daha hoşgörülü, sabırlı olmaları da şart.
Ha, bir de ülkeyi yönetenlere söylemek gerek: Anlayın bu kuşağı, yani geleceği! Bırakın eskimiş düşünceleri bir yana!
Dediği gibi yazarın: