E
EU1
Ziyaretçi
- Konu Sahibi EU1
- #1
Parmaklarımızın ucundaymış yaşam. Damarlarımızda hızla akan kanla duyumsarmışız varlığını ellerimizin. Kimi zaman bir çocuğu severken, okşarken pembe, tombul yanaklarını, kucaklayıp kaldırırken duyumsarmışız ellerimizin varlığını. Bir gül yaprağına dokunmanın tadı, yaşamın tadı oluverirmiş bir anda. Bir dosta mektup yazarken duyumsarmışız ellerimizin varlığını..
O gün sendika toplantısı vardı. Ve eylem kararı alacaktık. Belki diğer eylemlerimiz gibi pasif direniş olacaktı. Heyecanlıydık. Ne olursa olsun sesimizi duyuracaktık. İşten atılma korkusuyla yaşamak istemiyorduk. Korkunun faydası yoktu. Yirmi beş kişiyi çıkarmışlardı ve bir o kadar kişiyi daha çıkartacakları söylentisi yayılıyordu kulaktan kulağa. “Kış ortasında işsiz kalmanın ne demek olduğunu bilirler mi ?” diye düşünürdük. Bilmezlerdi herhalde. Bilseler böyle bir şey yapmazlardı. Evde ekmek bekleyen bebeciklerin gözyaşları, düşlerinde bile olsa boğardı onları. O yirmi beş hanede şimdi yalnızca keder vardı. Kiraları ödenemeyen, odunu ve kömürü alınamayan, çok geçmeden elektriği ve suyu kesilecek olan o yirmibeş hane, yalnızca dört duvardan ibaret bir tabut gibidir şimdi. Tüm duyarsızlıklarıyla bizi seyreden insanlar şimdi yalnızca başlarını iki yana sallayıp “cık cık...” ediyorlar. Büyük bir kederle bizi seyrediyormuş gibi yapıyorlar. “Yazık...” diyorlar. Ve başka hiç bir şey söylemeyip, hiç bir şey yapmıyorlar. Ne kadar uzaktalar bize ve aslında ne kadar yakın. Ama dünyanın öbür ucunda olagelen bir manzarayı seyreder gibi anlaşılmaz bir tavır içindeler.
Ellerim diyorum ellerim... Bildiğim, gördüğüm, dokunduğum ne varsa, sayesinde kavradığım ellerim... Ve onlardan biri yok artık. Şimdi ben yaşamımın en büyük yalnızlığı ile karşı karşıyayım sanki. Terkedilmiş bir sevgili gibi hüzün doluyum. Ne yapmalıyım, ne yapabilirim bilmiyorum. Yarım bir insan olarak yaşamanın acısını tüm yüreğimde hissediyorum. Tüm yüreğimde duyumsuyorum iki elimle birden sevdiğimi kucaklayamamanın iç sıkıntısını. Yaşamak ne kadar anlamsız artık. Kader, alın yazısı gibi şeylere inanmak gelmiyor içimden. Şimdi artık ben de içindeyim o yirmi beş hanelik hüznün. Biri daha katıldı onlara. Ve ben artık kirasını bile ödeyeceğim şüpheli olan bu evde yüzüme gülüp “Baba,“ diyen bebeciğimi sevindiremeyecek, çocuğumun anasını, can yoldaşımı doyuramayacaksam, bu dört duvardan ibaret tabutumu çabuk gömsünler artık.
O gün ben de bir konuşma yapacaktım. Önceden kararlaştırmıştık. “Baskı“ diyecektim. “ Tepemizde Demokles’in kılıcı gibi duran yasalar,“ diyecektim. “Zulüm,“ diyecektim. “Haklarımızı söke söke almalıyız,“ diyecektim. “Çalışma koşulları,“ diyecektim. “Hakkımız olandan fazlasında gözümüz yok,“ diyecektim. Diyemedim. Öğle paydosuna yakın kaptırdım elimi makinaya. Durmak bilmeyen makina, bir taraftan kopardığı elimi öte taraftan kanlı bir ciğer parçasını köpeğin önüne atar gibi tükürdü. Bayılmışım.
Cengiz Oğuz Gümrükçü
O gün sendika toplantısı vardı. Ve eylem kararı alacaktık. Belki diğer eylemlerimiz gibi pasif direniş olacaktı. Heyecanlıydık. Ne olursa olsun sesimizi duyuracaktık. İşten atılma korkusuyla yaşamak istemiyorduk. Korkunun faydası yoktu. Yirmi beş kişiyi çıkarmışlardı ve bir o kadar kişiyi daha çıkartacakları söylentisi yayılıyordu kulaktan kulağa. “Kış ortasında işsiz kalmanın ne demek olduğunu bilirler mi ?” diye düşünürdük. Bilmezlerdi herhalde. Bilseler böyle bir şey yapmazlardı. Evde ekmek bekleyen bebeciklerin gözyaşları, düşlerinde bile olsa boğardı onları. O yirmi beş hanede şimdi yalnızca keder vardı. Kiraları ödenemeyen, odunu ve kömürü alınamayan, çok geçmeden elektriği ve suyu kesilecek olan o yirmibeş hane, yalnızca dört duvardan ibaret bir tabut gibidir şimdi. Tüm duyarsızlıklarıyla bizi seyreden insanlar şimdi yalnızca başlarını iki yana sallayıp “cık cık...” ediyorlar. Büyük bir kederle bizi seyrediyormuş gibi yapıyorlar. “Yazık...” diyorlar. Ve başka hiç bir şey söylemeyip, hiç bir şey yapmıyorlar. Ne kadar uzaktalar bize ve aslında ne kadar yakın. Ama dünyanın öbür ucunda olagelen bir manzarayı seyreder gibi anlaşılmaz bir tavır içindeler.
Ellerim diyorum ellerim... Bildiğim, gördüğüm, dokunduğum ne varsa, sayesinde kavradığım ellerim... Ve onlardan biri yok artık. Şimdi ben yaşamımın en büyük yalnızlığı ile karşı karşıyayım sanki. Terkedilmiş bir sevgili gibi hüzün doluyum. Ne yapmalıyım, ne yapabilirim bilmiyorum. Yarım bir insan olarak yaşamanın acısını tüm yüreğimde hissediyorum. Tüm yüreğimde duyumsuyorum iki elimle birden sevdiğimi kucaklayamamanın iç sıkıntısını. Yaşamak ne kadar anlamsız artık. Kader, alın yazısı gibi şeylere inanmak gelmiyor içimden. Şimdi artık ben de içindeyim o yirmi beş hanelik hüznün. Biri daha katıldı onlara. Ve ben artık kirasını bile ödeyeceğim şüpheli olan bu evde yüzüme gülüp “Baba,“ diyen bebeciğimi sevindiremeyecek, çocuğumun anasını, can yoldaşımı doyuramayacaksam, bu dört duvardan ibaret tabutumu çabuk gömsünler artık.
O gün ben de bir konuşma yapacaktım. Önceden kararlaştırmıştık. “Baskı“ diyecektim. “ Tepemizde Demokles’in kılıcı gibi duran yasalar,“ diyecektim. “Zulüm,“ diyecektim. “Haklarımızı söke söke almalıyız,“ diyecektim. “Çalışma koşulları,“ diyecektim. “Hakkımız olandan fazlasında gözümüz yok,“ diyecektim. Diyemedim. Öğle paydosuna yakın kaptırdım elimi makinaya. Durmak bilmeyen makina, bir taraftan kopardığı elimi öte taraftan kanlı bir ciğer parçasını köpeğin önüne atar gibi tükürdü. Bayılmışım.
Cengiz Oğuz Gümrükçü