- 12 Haziran 2007
- 4.523
- 784
Sevmenin anlamını bilmeden bencilce severiz çoğu kez. Sevdiklerimizin yanımızdan ayrılmaması için sanki onların iyiliklerineymiş gibi engelleriz hayatlarında yapmak istediklerini, çoğu kez yaşama haklarını alarak ellerinden. Mutsuz olmalarını görmezden gelerek hemde ve bunu sevdiğimiz için yaparız ne garip. Emeklerimizi dökeriz kelimelere, ortalığa yayılır yaptığımız iyilikler. İyiliklere göğüs germeye uğraşırken ezilir karşımızdakiler ve öyle bir ezer öyle bir sıkıştırırız ki çoğu zaman susmayı tercih ederler ve gitmeyi isterler çok uzaklara, hayatlarına-sevdiklerine karşı sıkıştırılanlar.
Bilsek ki saçımızı süpürge etmenin ne bizim ne de sevdiklerimizin mutluluğuna faydası var. Düşünsenize kendi inandıklarını kabul ettirmeye meraklı bir insanla cinsiyeti, kimliği kim olursa olsun ne kadar sağlıklı yaşanır. O büyük eziklik bizi de çekmez mi o çoraklığa. Geleceğe dair gösterilen aynalarda sürekli bir mutsuzluk tablosu ne biliyoruz belki de güzel olacak yaşananlar. Farz edelim kötü oldu sonuçlar, kişinin kendisinin görmesi değil midir asıl özgür yaşam. Acabalarla yaşamak daha mı güzel soyutlanarak yaşanacaklardan. Ve bilsek ki kadere karşı hiç bir anlamı yoktur söylediklerimizin. Değiştirebileceğimizi zannettiğimiz kaderin bize hangi acıları getireceğini bilsek yinede de zorlar mıyız sevdiklerimizi bu kadar?
Keşke ellerimizde birer cam küremiz olsaydı görürdük geleceği de yaşamak bu kadar anlamlı olur muydu acaba o zaman? Ayıklayabilir miyiz olası kötülükleri sevdiklerimizin hayatlarından. Dikenlerden uzaklaştırmaya çalışırken, dikenli tellerle çevrelemiyor muyuz en çok sevdiklerimizin yaşamlarını? Kendi hayatlarımızdaki eksikliklerimizi onlara verdiğimiz sevgiyle kapatmaya çalışırken büyümeye başlıyor ilişkilerimizin ilk ayrık otları. Ve etrafımızda sevmeyi bilmeyen, ne istediğinden emin olamayan, kendini ifade edemeyen mutsuz-bezgin insanlar ordusu. Bu kadar kalabalık yaşanan bir toplum olmamıza rağmen umutsuzluklarla çevrelenmiş yapayalnız bir güvensizlik çukuru. Tezatlıklar sentezinden oluşmuş, çok garip, renkli, gürültülü ve ince ince dokunmuş, güzel motiflerle süslenmiş, “Benim Dediğim Olacak” melodisi.
Okuduğumuz okullar, çalıştığımız işler, evlendiğimiz eşler, oturduğumuz evler.… Çoğu bizim dışımızda gelişen, başkalarının istekleri tarafından engellendiğimiz ya da sürekli tırpanlanmaya çalışılan yaşamlarımız. Tercihlere zorluyoruz en sevdiklerimizi, vazgeçemeyeceğine inandığımız sevgilerimizi ortaya sürerek.. Kumar masasında Rus Ruletine bir davetiye çıkardığımızdan habersiz olarak. Kendi istediklerinden, sevdiklerinden vazgeçmeleri için boyunlarına ipler doluyoruz sıkıca, bir ucunu da ayaklarına bağlıyoruz gizlice ki, hareket etmeye yeltendimi düşüp kalkamasın diye. Ve bunu yine sevdiklerimizin iyiliği ve sevme adına yapıyor olmamız çok komik.
Bazen çok yakınlarımızdan birinin, yaşadığı güzelliklerden ve sadece aşık olduğu için çektiği acılardan haberimiz olmuyor. Öğrendiğimizdeyse herşeyin geç hatta öyle bir geç ki geri dönüşün imkansız olduğunu öğrenmek çok acı geliyor. Çok sık görüşmesek bile her görüşmemizde kaldığımız yerden devam edebileceğim kadar samimi bir arkadaşımla buluşup yemek yedik bir iki gün önce. Hala kafam karmakarışık anlattıkları yüzünden. Görüntüsü güzel, çıtı pıtı, çalışkan, sevecen, aklı başında arkadaşımın gözlerinde bir acı bir hüzün vardı. Konu konuyu açınca gözlerindeki hüznün hikayesini anlatmaya başladı. Biriyle birbirlerini çok sevmişler, ilişkileri üç yıl kadar sürmüş, ikinci yılda evlenmeye karar vermişler ama adamın ailesi karşı çıkmış. Sebep arkadaşımın daha önce boşanmış ve küçük bir çocuğu olması. Baskılar, ayırmaya uğraşmalar ama yinde de ayrılmamışlar. Adamın babası bakmış oğlu dediğini yapmıyor, sevdiğinden ayrılmıyor tehditlere vardırmış işi. En son kızı arayıp ağza alınmayacak, olmaması gereken hakaretler. Adam o yaşında sevdiği kadınla birlikte olabilmek için babasından gördüğü baskıların, sevdiği kadına karşı düştüğü durumun utancından intihar etmiş ve sonuç tam isabet. Cenaze; vicdan azabı, utanç, eziklik, çaresizlik içinde geçmiş.
Hafta sonu mezarlıkta karşılaşmışlar, baba sarılmış arkadaşımın boynuna kendisini affetmesini istemiş ağlayarak. Arkadaşım da, affetmek için çok geç bir noktada ve çok yanlış bir mekanda olduklarını söyleyerek ayrılmış yanlarından. Canının hala yandığını ve böyle bir acının tarifinin olmadığını söyledi. Telefonunda mesajlarını, resimlerini, birbirlerine yazılmış notları, alınmış hediyeleri saklıyormuş. Unutmak istemiyorum, yaşadığımız aşk tı ve böyle duyguları yaşadığım, onu tanıdığım için ve onunla paylaştıklarım adına çok mutluyum hemde herşeye rağmen diyor.
Bir aile için evladının sevdiği insanla birlikte olması mı daha kötü yoksa herkesten uzakta toprak da yatması mı? Diğer hikayelerin sonları böyle bir sonla bitmeyebilir ama bir düşünecek olsak sadece sevdiğimiz için ne kadar zehir ediyoruz hayatı sevdiklerimize. Halbuki “Kararın ne olursa olsun doğruyu ancak sen görebilirsin ve bunu yaşamadan öğrenemezsin, eğer birşeyleri düzeltebilme ve doğruyu görebilme yeteneğim olsaydı kendi hayatımdakileri düzene sokardım. Sen sorumluluklarını bildiğin sürece ve ihtiyacın olduğu sürece ben burdayım” desek ve yaşanacakların ve kaderin önüne geçemeyeceğimizi bilsek daha mı kötü olur acaba?
Bu toplumca yaşadığımız bir kişilik problemi. Kaynanalar geline, aileler çocuklarına, eşler birbirlerine “Benim Dediğim Olacak” şarkısını söylüyorlar. Sevmenin karşımızdaki insanın yakasına yapışmak olmadığını öğretse biri bizlere. Sevmenin, sevdiğimiz insanların sağlıklı ve mutlu olduklarında anlamlı olduğunu, çıkarlara izin vermediğini, güç denemesi yapılmaması gerektiğini, herkesin hayatının iplerinin kendi ellerinde olması gerektiğini öğretseler daha mutlu olmaz mıyız acaba? Kendi hayatlarımıza karışıldığında neler hissediyoruz bir düşünsek, kişiliğimizin sıfırlandığı noktalarda nokta kadar küçüldüğümüz anların o dayanılmaz utancı?
Kaç kere geliniyor dünyaya? Kaç kez sevebilir ve kaç kez aşık olabiliriz yaşadığımız sürece? Doğru kim, kim belirliyor doğru insanı? Hem kimin doğrusunu yaşamanın doğru olduğunu kim biliyor ki? Sevdiğimiz insanların iyilikleri için yaptığımız ileri gitmeler bazen bizleri dönülmez yolların çıkmaz sokaklarına götürebilir unutmayalım.
Yeniden öğrenelim sevmeyi, sevmenin engin denizinde hepimiz birer dalgayız, güneşiyle, kumuyla, fırtınasıyla. Ağaca da ihtiyacımız var ekmeğe de suya da…… Ellerimize batacak dikenleri çıkarmak için ihtiyacımız var birbirimize. Yeniden öğrenelim sevmeyi, yol kenarlarına birlikte dikelim rengarenk çiçekleri. Yeniden öğrenelim sevmeyi ve bilelim ki birden fazla sevgileri barındırarak genişletebiliriz yüreklerimizi.
Yeniden öğrenelim sevmeyi ki korktuğumuz kötü sonuçlar petrol ateşiyle yakmasın ciğerlerimizi…..
Bilsek ki saçımızı süpürge etmenin ne bizim ne de sevdiklerimizin mutluluğuna faydası var. Düşünsenize kendi inandıklarını kabul ettirmeye meraklı bir insanla cinsiyeti, kimliği kim olursa olsun ne kadar sağlıklı yaşanır. O büyük eziklik bizi de çekmez mi o çoraklığa. Geleceğe dair gösterilen aynalarda sürekli bir mutsuzluk tablosu ne biliyoruz belki de güzel olacak yaşananlar. Farz edelim kötü oldu sonuçlar, kişinin kendisinin görmesi değil midir asıl özgür yaşam. Acabalarla yaşamak daha mı güzel soyutlanarak yaşanacaklardan. Ve bilsek ki kadere karşı hiç bir anlamı yoktur söylediklerimizin. Değiştirebileceğimizi zannettiğimiz kaderin bize hangi acıları getireceğini bilsek yinede de zorlar mıyız sevdiklerimizi bu kadar?
Keşke ellerimizde birer cam küremiz olsaydı görürdük geleceği de yaşamak bu kadar anlamlı olur muydu acaba o zaman? Ayıklayabilir miyiz olası kötülükleri sevdiklerimizin hayatlarından. Dikenlerden uzaklaştırmaya çalışırken, dikenli tellerle çevrelemiyor muyuz en çok sevdiklerimizin yaşamlarını? Kendi hayatlarımızdaki eksikliklerimizi onlara verdiğimiz sevgiyle kapatmaya çalışırken büyümeye başlıyor ilişkilerimizin ilk ayrık otları. Ve etrafımızda sevmeyi bilmeyen, ne istediğinden emin olamayan, kendini ifade edemeyen mutsuz-bezgin insanlar ordusu. Bu kadar kalabalık yaşanan bir toplum olmamıza rağmen umutsuzluklarla çevrelenmiş yapayalnız bir güvensizlik çukuru. Tezatlıklar sentezinden oluşmuş, çok garip, renkli, gürültülü ve ince ince dokunmuş, güzel motiflerle süslenmiş, “Benim Dediğim Olacak” melodisi.
Okuduğumuz okullar, çalıştığımız işler, evlendiğimiz eşler, oturduğumuz evler.… Çoğu bizim dışımızda gelişen, başkalarının istekleri tarafından engellendiğimiz ya da sürekli tırpanlanmaya çalışılan yaşamlarımız. Tercihlere zorluyoruz en sevdiklerimizi, vazgeçemeyeceğine inandığımız sevgilerimizi ortaya sürerek.. Kumar masasında Rus Ruletine bir davetiye çıkardığımızdan habersiz olarak. Kendi istediklerinden, sevdiklerinden vazgeçmeleri için boyunlarına ipler doluyoruz sıkıca, bir ucunu da ayaklarına bağlıyoruz gizlice ki, hareket etmeye yeltendimi düşüp kalkamasın diye. Ve bunu yine sevdiklerimizin iyiliği ve sevme adına yapıyor olmamız çok komik.
Bazen çok yakınlarımızdan birinin, yaşadığı güzelliklerden ve sadece aşık olduğu için çektiği acılardan haberimiz olmuyor. Öğrendiğimizdeyse herşeyin geç hatta öyle bir geç ki geri dönüşün imkansız olduğunu öğrenmek çok acı geliyor. Çok sık görüşmesek bile her görüşmemizde kaldığımız yerden devam edebileceğim kadar samimi bir arkadaşımla buluşup yemek yedik bir iki gün önce. Hala kafam karmakarışık anlattıkları yüzünden. Görüntüsü güzel, çıtı pıtı, çalışkan, sevecen, aklı başında arkadaşımın gözlerinde bir acı bir hüzün vardı. Konu konuyu açınca gözlerindeki hüznün hikayesini anlatmaya başladı. Biriyle birbirlerini çok sevmişler, ilişkileri üç yıl kadar sürmüş, ikinci yılda evlenmeye karar vermişler ama adamın ailesi karşı çıkmış. Sebep arkadaşımın daha önce boşanmış ve küçük bir çocuğu olması. Baskılar, ayırmaya uğraşmalar ama yinde de ayrılmamışlar. Adamın babası bakmış oğlu dediğini yapmıyor, sevdiğinden ayrılmıyor tehditlere vardırmış işi. En son kızı arayıp ağza alınmayacak, olmaması gereken hakaretler. Adam o yaşında sevdiği kadınla birlikte olabilmek için babasından gördüğü baskıların, sevdiği kadına karşı düştüğü durumun utancından intihar etmiş ve sonuç tam isabet. Cenaze; vicdan azabı, utanç, eziklik, çaresizlik içinde geçmiş.
Hafta sonu mezarlıkta karşılaşmışlar, baba sarılmış arkadaşımın boynuna kendisini affetmesini istemiş ağlayarak. Arkadaşım da, affetmek için çok geç bir noktada ve çok yanlış bir mekanda olduklarını söyleyerek ayrılmış yanlarından. Canının hala yandığını ve böyle bir acının tarifinin olmadığını söyledi. Telefonunda mesajlarını, resimlerini, birbirlerine yazılmış notları, alınmış hediyeleri saklıyormuş. Unutmak istemiyorum, yaşadığımız aşk tı ve böyle duyguları yaşadığım, onu tanıdığım için ve onunla paylaştıklarım adına çok mutluyum hemde herşeye rağmen diyor.
Bir aile için evladının sevdiği insanla birlikte olması mı daha kötü yoksa herkesten uzakta toprak da yatması mı? Diğer hikayelerin sonları böyle bir sonla bitmeyebilir ama bir düşünecek olsak sadece sevdiğimiz için ne kadar zehir ediyoruz hayatı sevdiklerimize. Halbuki “Kararın ne olursa olsun doğruyu ancak sen görebilirsin ve bunu yaşamadan öğrenemezsin, eğer birşeyleri düzeltebilme ve doğruyu görebilme yeteneğim olsaydı kendi hayatımdakileri düzene sokardım. Sen sorumluluklarını bildiğin sürece ve ihtiyacın olduğu sürece ben burdayım” desek ve yaşanacakların ve kaderin önüne geçemeyeceğimizi bilsek daha mı kötü olur acaba?
Bu toplumca yaşadığımız bir kişilik problemi. Kaynanalar geline, aileler çocuklarına, eşler birbirlerine “Benim Dediğim Olacak” şarkısını söylüyorlar. Sevmenin karşımızdaki insanın yakasına yapışmak olmadığını öğretse biri bizlere. Sevmenin, sevdiğimiz insanların sağlıklı ve mutlu olduklarında anlamlı olduğunu, çıkarlara izin vermediğini, güç denemesi yapılmaması gerektiğini, herkesin hayatının iplerinin kendi ellerinde olması gerektiğini öğretseler daha mutlu olmaz mıyız acaba? Kendi hayatlarımıza karışıldığında neler hissediyoruz bir düşünsek, kişiliğimizin sıfırlandığı noktalarda nokta kadar küçüldüğümüz anların o dayanılmaz utancı?
Kaç kere geliniyor dünyaya? Kaç kez sevebilir ve kaç kez aşık olabiliriz yaşadığımız sürece? Doğru kim, kim belirliyor doğru insanı? Hem kimin doğrusunu yaşamanın doğru olduğunu kim biliyor ki? Sevdiğimiz insanların iyilikleri için yaptığımız ileri gitmeler bazen bizleri dönülmez yolların çıkmaz sokaklarına götürebilir unutmayalım.
Yeniden öğrenelim sevmeyi, sevmenin engin denizinde hepimiz birer dalgayız, güneşiyle, kumuyla, fırtınasıyla. Ağaca da ihtiyacımız var ekmeğe de suya da…… Ellerimize batacak dikenleri çıkarmak için ihtiyacımız var birbirimize. Yeniden öğrenelim sevmeyi, yol kenarlarına birlikte dikelim rengarenk çiçekleri. Yeniden öğrenelim sevmeyi ve bilelim ki birden fazla sevgileri barındırarak genişletebiliriz yüreklerimizi.
Yeniden öğrenelim sevmeyi ki korktuğumuz kötü sonuçlar petrol ateşiyle yakmasın ciğerlerimizi…..