- 27 Mayıs 2013
- 4.845
- 8.817
- 248
- Konu Sahibi bogurtlenkusu
-
- #1
""Öyle bir ihtiyaçtı ki biraz durup düşünmek, iki saniyeliğine yalnız kalmak ve bir anlığına dalmak; öyle boğuyordu ki üç saniyeliğine aynı duvarlar arasında yürüyememek, beş anlığına boşluğa bakamamak ve iki zaman dilimi kadar bu dünyada yaşayamamak; beni boğan bir nefes her uğraşışımda içime tıkılıyordu. Çıkartmaya çalıştıkça, salıvermem gereken karbondioksit yerine, siyah bir duman çıkarıyor gibiydi ciğerlerim, sanki organlarım yanıyordu da, içinde yaşadığım baloncuğun dışına bir tepki, bir işaret vermeye çalışıyordu. Benim vermediğim, vermemek için uzun zaman dilimleri boyunca çabalar sarf ettiğim şu “tepki” şimdi, nihayet kontrolüm, isteğim dışında atıyordu kendisini dışarı.
İlk kez kendimi kontrolümü kaybedecekmişim gibi hissediyordum, ilk kez kaybedilecek bir kontrol değerinden fazlasına mal olabilirdi ve ilk kez “korku” çok değerliydi. Son kez hissedilen bir soğuk huzur, son kez terk edilen bir ev ve son kez bakılan bir ayna arkamda bıraktığım kayda değer üç şeydi. Diğer her şey ilk kez bu kadar değersiz, ilk kez bu kadar gözden düşmüş ve ilk kez bu kadar sahteydi. İkinci kez dokunduğum bir hayat, beşinci kez sayıkladığım bir hayal ve yalnızca bir defa beni yıpratan bir kabus ile yürüyordum; arkamda sürüklediğim tek şey altınn kabzalı kılıcımdı.
Ağırdı. Yaşanılan onca yılın üstümde bıraktığı o uyuşukluk hissinden sonra neredeyse çekilmez gelecek kadar ağırdı onu sürüklemek. El değiştiriyordum arada, sadece önüme bakarak yürüyordum, görebildiğim tek hareketli şey, sağ ayağımdı. Sol ayağım biraz sendeliyordu, her sendeleyişimde gözümü kırpıyordum; tuhaftı ki gözümü kırpmam ve sendelemem aynı ana denk geldiğinden bu sakat uyumun yarattığı dengesizlik, sol ayağımı görüş açımdan çıkarıyordu. Karanlıktı. Zor zar ilerlediğim kaldırımlarda, her beş adımda bir takılıyor, tökezliyordum. Her dokuz adımda bir düşmekten kendimi son anda kurtarıyordum. Her geçen saatte bir, bir kez daha yoruluyordum. Ve görmeden ilerlediğim sokaklar birbirini ısrarla kovalıyordu, bu sokaklar ki daha önceleri birinden çıkıp diğerine adım atarken bir ötekisi diğerinin ucunda olsun diye bildiğim tüm soyut varlıklara dua ettiğim sokaklar. Hemen ardından doğacak güneşi ucundan kıyısından görebileyim diye koştuğum, nefes nefese kalıp da durmadığım ve beni yıpratan bütün yaratıkları, oluşları zihnimden çıkarmama yardımcı olan sokaklar.
Bir kez daha düşünüyordum, hali hazırda ulaşacak bir hedef olmadan yürürken, arkamda sürüklediğim silahın ağırlığının bana ne kadar güç katabileceğini. Hayatta öğretilen bu değildi, hiç böyle olmamıştı. Önce hedef denilirdi, hedefini bul, koşmaya başla ona doğru ve sonrasında eline geçirdiğin silah sana güç verecektir. Şimdi üçüncü kez bir öğretilenin daha yanlış olabileceğini kanıtlıyordum. Gurur duymadan, övünebildiğim tek gerçekti bu.
Sanıyordum ki, birazdan yanından geçeceğim insanların bakışı beni durdurabilirdi. Ancak sanılarım ilk kez bu kadar güçsüz, belirsiz, kendine güvenmeyen ve korkak olmuştu. Belki hayatımda ikinci kez hiç korkmadan karanlıkta yürüyebiliyordum. İlk kez olanı biraz önce geçtiğim ilk karanlık sokakta idi. Bir sonraki sokak üçüncü seferim olacaktı ve o zaman, eğer tökezlemeden yürümeyi başarırsam belki de ruhumun gerçek yaşına ulaşacaktım.
Çok uğraştm, kimsenin canını almamak için. Çok istedim hiç kimseye zarar vermeden yaşayabilmeyi. Ancak, ben o kadar çok kanadım ki, başaramadım kanımı elime yüzüme bulaştırmadan yaşamayı. Öyle ki, bana yaklaşan, bana dokunan, benimle sevişen ve benimle yürüyen herkese bulaştı o kan. Ben istemedim ama. Ne sevişmek, ne yürümek, ne dokunmak, ne yaklaşmak. Ben sadece var olmak istedim. Mümkünse sadece kendi balonumun içinde yaşamak. Bir gün balon patladığında sadece kendim korkmak isterdim. Şimdiyse kontrolümü kaybettim dedim ya demin, şimdi sen de biliyorsun ki ben artık dehşet saçıyorum.
Başımı kaldırdığımda aydınlanmış gökyüzünü görüyordum artık. Sessiz, sakin sokaklarda çıt çıkaran sadece bendim. Bu sessizlik hoşuma gidiyordu evet, çünkü ben zaten sağırdım. Güneş tepeye çıktığında, alnımda, yanaklarımda ve dudaklarımda biriken ter damlalarını hissetmeye başladığımda çoktan tüm gücümü toplamış, kılıcımı kaldırmış ve yüzlerini bildiğim, bana dokunmuş, bana yaklaşmış ya da belki de sadece bakmış olan tüm insanları tek tek, sessizce öldürüyordum. Bağıran yoktu aralarında, yalnızca birkaçının arkasında sorgulayan bakışlar bıraktıklarını görür gibi oldum. Cevap veremezdim. Diğer insanları katletmekle meşguldüm. Ben artık bir canavardım, ben artık kendimi etrafa saçtığım her damla kanla besleyen bir vahşettim. Gözlerimi açtığımda her şey maviye bulanıyor; kapattığımda kalan karanlık sadece beni ürkütüyordu.
Son canlıyı da katlettikten sonra duraksadım. Bir yerlerden gelen, sanki her yerden gelen, belli belirsiz bir enstruman sesi kulaklarımdan içeriye, çok daha masumken duymak isteyebileceğim bazı notaları zorla sokuyordu. Çalan insanı da görüyordum, karanlık olmasına rağmen çalan insanı da görebiliyordum. Biraz yaklaşma cesareti bulabildim sadece, daha fazlası cesaret edilemeyecek kadar güç gerektirebilirdi. Biraz dinledim ve elimdeki kılıcı yavaşça yere bıraktım. Geride bıraktığım manzaraya bakarken artık daha sakindim, daha hissiz ve soğuk.
Şimdi hepsini topladığımda ruhumun gerçek yaşını görebiliyorum: ben 53 ve biraz kadar yaşlıyım.""
İlk kez kendimi kontrolümü kaybedecekmişim gibi hissediyordum, ilk kez kaybedilecek bir kontrol değerinden fazlasına mal olabilirdi ve ilk kez “korku” çok değerliydi. Son kez hissedilen bir soğuk huzur, son kez terk edilen bir ev ve son kez bakılan bir ayna arkamda bıraktığım kayda değer üç şeydi. Diğer her şey ilk kez bu kadar değersiz, ilk kez bu kadar gözden düşmüş ve ilk kez bu kadar sahteydi. İkinci kez dokunduğum bir hayat, beşinci kez sayıkladığım bir hayal ve yalnızca bir defa beni yıpratan bir kabus ile yürüyordum; arkamda sürüklediğim tek şey altınn kabzalı kılıcımdı.
Ağırdı. Yaşanılan onca yılın üstümde bıraktığı o uyuşukluk hissinden sonra neredeyse çekilmez gelecek kadar ağırdı onu sürüklemek. El değiştiriyordum arada, sadece önüme bakarak yürüyordum, görebildiğim tek hareketli şey, sağ ayağımdı. Sol ayağım biraz sendeliyordu, her sendeleyişimde gözümü kırpıyordum; tuhaftı ki gözümü kırpmam ve sendelemem aynı ana denk geldiğinden bu sakat uyumun yarattığı dengesizlik, sol ayağımı görüş açımdan çıkarıyordu. Karanlıktı. Zor zar ilerlediğim kaldırımlarda, her beş adımda bir takılıyor, tökezliyordum. Her dokuz adımda bir düşmekten kendimi son anda kurtarıyordum. Her geçen saatte bir, bir kez daha yoruluyordum. Ve görmeden ilerlediğim sokaklar birbirini ısrarla kovalıyordu, bu sokaklar ki daha önceleri birinden çıkıp diğerine adım atarken bir ötekisi diğerinin ucunda olsun diye bildiğim tüm soyut varlıklara dua ettiğim sokaklar. Hemen ardından doğacak güneşi ucundan kıyısından görebileyim diye koştuğum, nefes nefese kalıp da durmadığım ve beni yıpratan bütün yaratıkları, oluşları zihnimden çıkarmama yardımcı olan sokaklar.
Bir kez daha düşünüyordum, hali hazırda ulaşacak bir hedef olmadan yürürken, arkamda sürüklediğim silahın ağırlığının bana ne kadar güç katabileceğini. Hayatta öğretilen bu değildi, hiç böyle olmamıştı. Önce hedef denilirdi, hedefini bul, koşmaya başla ona doğru ve sonrasında eline geçirdiğin silah sana güç verecektir. Şimdi üçüncü kez bir öğretilenin daha yanlış olabileceğini kanıtlıyordum. Gurur duymadan, övünebildiğim tek gerçekti bu.
Sanıyordum ki, birazdan yanından geçeceğim insanların bakışı beni durdurabilirdi. Ancak sanılarım ilk kez bu kadar güçsüz, belirsiz, kendine güvenmeyen ve korkak olmuştu. Belki hayatımda ikinci kez hiç korkmadan karanlıkta yürüyebiliyordum. İlk kez olanı biraz önce geçtiğim ilk karanlık sokakta idi. Bir sonraki sokak üçüncü seferim olacaktı ve o zaman, eğer tökezlemeden yürümeyi başarırsam belki de ruhumun gerçek yaşına ulaşacaktım.
Çok uğraştm, kimsenin canını almamak için. Çok istedim hiç kimseye zarar vermeden yaşayabilmeyi. Ancak, ben o kadar çok kanadım ki, başaramadım kanımı elime yüzüme bulaştırmadan yaşamayı. Öyle ki, bana yaklaşan, bana dokunan, benimle sevişen ve benimle yürüyen herkese bulaştı o kan. Ben istemedim ama. Ne sevişmek, ne yürümek, ne dokunmak, ne yaklaşmak. Ben sadece var olmak istedim. Mümkünse sadece kendi balonumun içinde yaşamak. Bir gün balon patladığında sadece kendim korkmak isterdim. Şimdiyse kontrolümü kaybettim dedim ya demin, şimdi sen de biliyorsun ki ben artık dehşet saçıyorum.
Başımı kaldırdığımda aydınlanmış gökyüzünü görüyordum artık. Sessiz, sakin sokaklarda çıt çıkaran sadece bendim. Bu sessizlik hoşuma gidiyordu evet, çünkü ben zaten sağırdım. Güneş tepeye çıktığında, alnımda, yanaklarımda ve dudaklarımda biriken ter damlalarını hissetmeye başladığımda çoktan tüm gücümü toplamış, kılıcımı kaldırmış ve yüzlerini bildiğim, bana dokunmuş, bana yaklaşmış ya da belki de sadece bakmış olan tüm insanları tek tek, sessizce öldürüyordum. Bağıran yoktu aralarında, yalnızca birkaçının arkasında sorgulayan bakışlar bıraktıklarını görür gibi oldum. Cevap veremezdim. Diğer insanları katletmekle meşguldüm. Ben artık bir canavardım, ben artık kendimi etrafa saçtığım her damla kanla besleyen bir vahşettim. Gözlerimi açtığımda her şey maviye bulanıyor; kapattığımda kalan karanlık sadece beni ürkütüyordu.
Son canlıyı da katlettikten sonra duraksadım. Bir yerlerden gelen, sanki her yerden gelen, belli belirsiz bir enstruman sesi kulaklarımdan içeriye, çok daha masumken duymak isteyebileceğim bazı notaları zorla sokuyordu. Çalan insanı da görüyordum, karanlık olmasına rağmen çalan insanı da görebiliyordum. Biraz yaklaşma cesareti bulabildim sadece, daha fazlası cesaret edilemeyecek kadar güç gerektirebilirdi. Biraz dinledim ve elimdeki kılıcı yavaşça yere bıraktım. Geride bıraktığım manzaraya bakarken artık daha sakindim, daha hissiz ve soğuk.
Şimdi hepsini topladığımda ruhumun gerçek yaşını görebiliyorum: ben 53 ve biraz kadar yaşlıyım.""
Son düzenleyen: Moderatör: