Bunlar eksiksiz bir sınıf şiddetinin cismanileşmiş, elle tutulur halleridir. AKP'nin piyasa toplumu hedefi şiddetin ana kaynağıdır
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yoksullardan, dar gelirli emekçilerden oy desteği almasında,
Türkiye’de uzun bir dönemden beri bir 'kulturkampf' yaşıyor olmamızın payı yadsınamaz. Kültürel kimliklerin çatışmasının siyasal
alana yansıması ve bu alanda bir üst belirleyen konumunu elde etmesi olarak tanımlanan 'kulturkampf', Almanya’da 19. yüzyılın ikinci yarısında Bismarck
yönetimiyle Katolik kilisesi arasında yaşanan mücadelenin adıdır. Ondan önce kısa bir süre için İsviçre’nin Bern, Cenevre gibi kantonlarında yaşandı. Almanya’da 1871’de zirve noktasına ulaşan bu mücadelede, Bismarck ve liberaller kilise ve devletin ayrılmasını, medeni nikâh gibi kurumların yasallaşmasını, Katolikler ise kilisenin ve dinin devlet ve bilimden üstün olduğu ilkesini savundu. Çatışmanın en şiddetli olduğu dönemde 1880 Katolik
din adamı hapisteydi, kilisenin mallarına el konmuştu. Kulturkampf, hem iki yaşam tarzı arasındaki bir mücadeleydi hem bir
sınıf savaşıydı. Kentli burjuvaların asiller, ruhban sınıfı ve çifçilere karşı mücadelesiydi. Köylülerin büyük kısmı kilisenin yanında yer aldı, işçi sınıfı ise giderek yüzünü sosyalistlere çevirse de birçok yerde muhafazakârların etkisi altında kalmaya devam etti.
Bismarck, 1880’lerde, bu kez anti-sosyalist yasaları parlamentodan geçirmek isteyince, muhafazakârların desteğini almak için Kulturkampf’a son verdi. Ama bu çatışmanın artçı etkileri ve sınıf çatışmalarının üzerini örtme işlevi uzun yıllar devam etti.
Türkiye’de de AKP geniş oy desteğinin önemli bir kısmını bir kimlik çatışmasının siyasal gücü olmaktan alıyor. Diğer yandan, mülklüler sınıfının, varlıklıların, daha klasik ifadeyle sermaye kesiminin bir fraksiyonunun partisi olmaya devam ediyor. AKP’nin 2002’deki ilk hükümet programında yer alan amaçlardan biri, 'piyasa toplumu'nu tesis etmekti.
12 yıllık AKP iktidarının en bariz süreklilik gösteren hattı bu oldu. İnsanları sermaye birikiminin bir dişlisi olarak görmek, üretimden tüketime, çocuk doğurmaktan alışveriş yapmaya, onların bütün eylemlerini sermaye birikiminin bir anı olarak algılamayı gerektirir. Bu kültürel alandan dini alana kadar bütün insani faaliyetlerin doğrudan veya dolaylı bir kâr fırsatı olarak görülmesi demektir. Doğaya bakış da buna dahildir. Erdoğan Bayraktar’ın, “Bu rant olmazsa ülke kalkınmaz” özdeyişi bu anlayışı özetler. Doğanın sömürülmesi gibi, insanların sömürülmesi, hayatlarının kârı azamileştirmenin bir değişkeni haline gelmesini, örneğin büyük bir teknolojik değişim olmadan üretimde birim maliyetin birkaç yılda dörde bölünmesini doğal ve iyi bir şey
olarak algılar bu anlayış. İş kazaları bu maliyet azalmasının tortusu, firesidir.
Tayyip Erdoğan’ın ilk kez değil, bundan önce de iş kazaları konusunda söylediği, iş kazasının üretimin fıtratında olduğu iddiası, bir tespiti dile getirmenin ötesinde, bu kazaları olağanlaştırmak, kadere dönüştürmek amacı taşıdığı için, sadece bir muktedirin işgal ettiği yüksek makamdan sıradan insanların kaderine bakışını değil, sermaye sınıfının asli ideolojik dünya görüşünü dile getirir. Hızlı tren kazası sonrasında, Tuzla tersanelerinde üst üste gelen işçi ölümlerinde ve birçok başka örnekte, muktedirlerin acımasızca dile getirdikleri 'fıtrat', 'kader', 'takdiri ilahi değerlendirmeleri, aslında bir sınıf şiddetinin silahlarıdır. Bu şiddet, Soma’daki maden kazasının sorumlularının cezalandırılmasını talep eden kişiyi öfkeyle tekmeleyen ve ayağı incindiği için rapor alan takım elbiseli, kravatlı, okumuş ve imanlı danışman olarak tezahür eder. Kendisini gayet haklı nedenlerle yuhalayanı tokatlama hakkını kendisine atfeden kibirli muktedir kılığına girer. Ama kapısından nihayet girdiği üst sınıftan, o güç ve ikbal basmağından düşmenin endişesinin tetiklediği öfkeyle atılan o tekme ve tokatlardan çok daha büyük şiddet, kâr ve rantın azamileştirilmesi için feda edilen canları takdiri ilahinin sorumluluğuna devretmektir. Çok sıkışınca göstermelik sorumluları cezalandırır gibi yapmak ama zeytinyağı gibi hep suyun üstüne çıkmak, hiçbir şey olmamış gibi kibirle yoluna devam etmektir. Bunlar eksiksiz bir sınıf şiddetinin cismanileşmiş, elle tutulur halleridir. AKP’nin piyasa toplumu hedefi şiddetin ana kaynağıdır. Unutmayalım, Kulturkampf’ın sözlük anlamı kültürler savaşıdır ama esas anlamı, bir toplum ideali için savaştır. AKP’nin nasıl bir toplum ideali için savaş verdiğini tarif etmeye gerek yok.
AHMET İNSEL