- 17 Ekim 2007
- 492
- 3
Bayanlar biraz uzun ama gerçekten çok ilginç olaylar okumanızı tavsiye ederim.
Hani taksiciden al haberi derler ya. Gerçekten de öyle…
Piyasada işlerin nasıl olduğunu, hangi partinin inişte, hangisinin çıkışta olduğunu, liderlerin performansını, halkın gündemini hangi konuların oluşturduğunu en garantili öğrenebileceğiniz meslek grubudur taksiciler.
Taksilere her gün her türlü gelir, meslek ve eğitim grubundan insan bindiği için, taksici esnafı toplumun nabzını en iyi tutan meslek gruplarının başında gelir. Üstelik günün her saatinde her türlü semte girip çıktıklarından, toplumun nabzını onlardan daha iyi tutan meslek erbabı yoktur demek abartı olmaz.
Üstelik taksiciler berber ve kuaför esnafı gibi konuşkandır. Siz konuşmak istemeseniz de, bir yolunu bulup lafa tutarlar yolcularını. Hani devlet o kadar istihbaratçıya maaş vereceğine, berber ve taksici esnafına üç beş kuruş takviyede bulunsa, epey bilgiye ulaşmış olur.
Kimin nerede oturduğundan kimin kime takıldığına varıncaya kadar oldukça geniş bir portföyü var taksicilerin. Neyse, biz konumuza geçelim.
Adem Coşkunyürek tarafından kaleme alınan “Sarı Hayatlar” adlı bir kitap okudum. Taksicilerin başından geçen kimi zaman komik, kimi zaman düşündüren, ama her biri memleketimden insan manzaralarını ihtiva eden hoş bir kitap olmuş. Elime geçtiğinde sayfalarını şöyle bir çevireyim demeye kalmadan, su gibi akıp gittiğini fark ettim.
Kitapta, İstanbul sokaklarında 24 saat direksiyon sallayan on binlerce taksi şoföründen bazılarının yaşadıkları ilginç olaylara yer verilmiş. Okurken kimi zaman güldüm, kimi zaman üzüldüm, kimi zaman da ‘ancak bu kadar olur’ dediğim zamanlar oldu. Bugün onlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Hemen altını çizeyim, bahsettiğim olaylar tamamen kitaptan alıntı olduğundan, anlatılan konuların mantık süzgeci açısından muhatabının ben olmadığımı peşinen ifade etmek isterim.
Bu kız mı evladım…
Gece saat 01.00 sularında Aksaray’dan aldığı yolcuyu Zeytinburnu’na bırakan taksici, dönüşte iş almayıp Kocamustafapaşa’daki evine gitmeyi düşünür.
Merkezefendi mezarlığının arasındaki yoldan eve dönüş yaptığı sırada, 19–20 yaşlarındaki bir kızın yol kenarında el ettiğini görür. Gecenin o saatinde bir genç kızı mezarlık kenarında bırakmak istemeyen taksici kızı arabasına alır. Kız taksiciye, “Beni Kocamustafapaşa’ya götürür müsün” der. “Tabi kızım” der taksici. Bir müddet gittikten sonra kızın, “Tamam amca burası” demesiyle bir evin kapısının önünde durur. Kızın, “üzerimde para yok, izin verirseniz hemen evden alıp geleyim” demesi üzerine “tamam” der.
Fakat aradan 15–20 dakika geçmesine rağmen kızın gelmediğini görünce, parasını almak bir yana, kız için kaygılanmaya başlar. Evin zilini çalar.
Bir müddet sonra evin ışığı yanar. Yaşlı karı koca tarafından kapı açılır. Taksici olayı anlatır. İşin parasında olmadığını, ama içeriye giren kız için endişelendiğini söyler. Yaşlı çift taksiciyi eve buyur ederler. Duvardaki resmi göstererek “bu muydu?” diye sorarlar. “Evet” cevabı üzerine, kızı nereden aldığını sorarlar. “Merkezefendi mezarlığından” cevabı üzerine, o kızın, 20 yıl önce trafik kazasında kaybettikleri kızları olduğunu ve bu olayın sıklıkla yaşandığı söyleyerek, bunu unutsanız iyi olur derler.
Çarşamba’ya...
İstanbul’a yeni gelen ve bir yakınının taksisinde işe başlayan taksici, İstanbul Atatürk Havalimanı’na bir yolcusunu bıraktıktan sonra geri boş dönmemek için başlar beklemeye. Çok geçmeden elinde valizleri bir yolcu yaklaşır yanına. “Çarşamba’ya gideceğim, müsait misiniz” diye sorar. “Elbette” cevabı üzerine, yolcu valizlerini yerleştirir bagaja. Taksici oldukça sevinir. Çünkü onun memleketi de Çarşamba’dır. Hemen gideceği uzak mesafenin ona kazandıracağı para, hem uzun zamandır göremediği yakın akrabalarını gitmişken görebilme düşüncesi mutlu eder onu.
Yola çıktıklarında yolcusuna, “Evim yolumuzun üstünde. Bir iki dakikalığına uğrayıp yanıma bir şeyler alabilir miyim” der. “Elbette” der yolcu. Taksici birkaç dakika sonra elinde küçük bir valizle çıkagelir.
“Hayrola şoför bey bir yere mi gidiyorsunuz?” diye sorar yolcu. “Çarşamba benim de memleketim. Gitmişken birkaç gün kalırım diye düşündüm de” der taksici.
Der demesine de, yolcu başlar gülmeye. Gülmesi kesileceğine kahkahaya dönüşür. Ardından da, “Çarşamba derken Samsun Çarşamba’ya değil, Fatih Çarşamba’ya gideceğiz” der. Mahcup vaziyetteki taksicinin dudaklarından, ‘Kusura bakmayın’ sözü dökülür ancak.
Lütfen karşıya...
Taksiye binen yaşlı kadının, “oğlum beni karşıya atıver” demesinden sonra, İstanbul’un öbür yakasına yolcu götüreceği düşüncesiyle sevinen taksici, yaşlı kadının “hemen şuracıktan dönüver oğlum” demesiyle birlikte bir “U” dönüşü yaparak yolun karşısına geçer. Hemen ardından da kadının, “ben burada inivereyim oğlum” sesi duyulur. Taksicinin, “Pardon teyze, karşıya gitmeyecek miydik” sorusu üzerine, “İşte karşıya geçtik ya evladım” cevabını alır. Taksici, teyzenin İstanbul’un karşı yakasına değil, yoğun trafik yüzünden bir türlü geçemediği caddenin öbür tarafına geçmek istediğini öğrendiğinde artık yapacak bir şey yoktur. Ne demişler, parasıyla değil mi?
İşlerin kesat olduğu bir günde ilk yolcusunu Bakırköy’den Beyazıt’a götürdükten sonra Ataköy’deki durağına doğru sahil yolundan dönüş yapan taksici, merkezden gelen telsiz anonsundan, Bakırköy’den aldığı yolcuyu Kapalıçarşı’da bırakan bir takside poşet içerisinde yüklüce altın unutulduğunu öğrenir.
Taksici arkasına dönüp bakar ki, gerçekten de arka koltukta poşet var. Haydi insanlık bizde kalsın düşüncesiyle büyük bir manevi haz içinde basar gaza ve bir an evvel durağa ulaşmak ister. O kadar ki, yolda kendisine ele eden birçok müşteriye de durmaz.
Durağa varır varmaz da, “müşteri nerde bekliyor, emanetini getirdim” diye seslenir. “Ne getirdin” diye seslenir taksici arkadaşları. “Ne olacak, takside unutulan altın poşetini” der. Derler ki, “İsmail Bey verdi yolcunun emanetini. Onun aracında unutulmuş.” Taksici merakla kendi aracındaki poşete yönelir. Bakar ki bir bakraç yoğurt. Yolda almadığı yolculara mı yansın, arkadaşları arasında madara olduğuna mı şaşırıp kalır.
Kitapta işte böyle akıp gidiyor birbirinden ilginç olaylarla. Kimi zaman gülerek, kimi zaman üzülerek okuyorsunuz her bir sayfayı.
Bu vesile ile şunu da ifade edelim. Büyük kentlerin gece yarısı kısmen sakinleşen ve sessizleşen sokaklarında, sabaha kadar direksiyon sallayan taksici esnafının elindeki üç beş kuruşu bıçak veya silah zoruyla gasbetmeye çalışan vicdansızlar yok mu? Elleri kırılsın diyesi geliyor insanın…
Hani taksiciden al haberi derler ya. Gerçekten de öyle…
Piyasada işlerin nasıl olduğunu, hangi partinin inişte, hangisinin çıkışta olduğunu, liderlerin performansını, halkın gündemini hangi konuların oluşturduğunu en garantili öğrenebileceğiniz meslek grubudur taksiciler.
Taksilere her gün her türlü gelir, meslek ve eğitim grubundan insan bindiği için, taksici esnafı toplumun nabzını en iyi tutan meslek gruplarının başında gelir. Üstelik günün her saatinde her türlü semte girip çıktıklarından, toplumun nabzını onlardan daha iyi tutan meslek erbabı yoktur demek abartı olmaz.
Üstelik taksiciler berber ve kuaför esnafı gibi konuşkandır. Siz konuşmak istemeseniz de, bir yolunu bulup lafa tutarlar yolcularını. Hani devlet o kadar istihbaratçıya maaş vereceğine, berber ve taksici esnafına üç beş kuruş takviyede bulunsa, epey bilgiye ulaşmış olur.
Kimin nerede oturduğundan kimin kime takıldığına varıncaya kadar oldukça geniş bir portföyü var taksicilerin. Neyse, biz konumuza geçelim.
Adem Coşkunyürek tarafından kaleme alınan “Sarı Hayatlar” adlı bir kitap okudum. Taksicilerin başından geçen kimi zaman komik, kimi zaman düşündüren, ama her biri memleketimden insan manzaralarını ihtiva eden hoş bir kitap olmuş. Elime geçtiğinde sayfalarını şöyle bir çevireyim demeye kalmadan, su gibi akıp gittiğini fark ettim.
Kitapta, İstanbul sokaklarında 24 saat direksiyon sallayan on binlerce taksi şoföründen bazılarının yaşadıkları ilginç olaylara yer verilmiş. Okurken kimi zaman güldüm, kimi zaman üzüldüm, kimi zaman da ‘ancak bu kadar olur’ dediğim zamanlar oldu. Bugün onlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Hemen altını çizeyim, bahsettiğim olaylar tamamen kitaptan alıntı olduğundan, anlatılan konuların mantık süzgeci açısından muhatabının ben olmadığımı peşinen ifade etmek isterim.
Bu kız mı evladım…
Gece saat 01.00 sularında Aksaray’dan aldığı yolcuyu Zeytinburnu’na bırakan taksici, dönüşte iş almayıp Kocamustafapaşa’daki evine gitmeyi düşünür.
Merkezefendi mezarlığının arasındaki yoldan eve dönüş yaptığı sırada, 19–20 yaşlarındaki bir kızın yol kenarında el ettiğini görür. Gecenin o saatinde bir genç kızı mezarlık kenarında bırakmak istemeyen taksici kızı arabasına alır. Kız taksiciye, “Beni Kocamustafapaşa’ya götürür müsün” der. “Tabi kızım” der taksici. Bir müddet gittikten sonra kızın, “Tamam amca burası” demesiyle bir evin kapısının önünde durur. Kızın, “üzerimde para yok, izin verirseniz hemen evden alıp geleyim” demesi üzerine “tamam” der.
Fakat aradan 15–20 dakika geçmesine rağmen kızın gelmediğini görünce, parasını almak bir yana, kız için kaygılanmaya başlar. Evin zilini çalar.
Bir müddet sonra evin ışığı yanar. Yaşlı karı koca tarafından kapı açılır. Taksici olayı anlatır. İşin parasında olmadığını, ama içeriye giren kız için endişelendiğini söyler. Yaşlı çift taksiciyi eve buyur ederler. Duvardaki resmi göstererek “bu muydu?” diye sorarlar. “Evet” cevabı üzerine, kızı nereden aldığını sorarlar. “Merkezefendi mezarlığından” cevabı üzerine, o kızın, 20 yıl önce trafik kazasında kaybettikleri kızları olduğunu ve bu olayın sıklıkla yaşandığı söyleyerek, bunu unutsanız iyi olur derler.
Çarşamba’ya...
İstanbul’a yeni gelen ve bir yakınının taksisinde işe başlayan taksici, İstanbul Atatürk Havalimanı’na bir yolcusunu bıraktıktan sonra geri boş dönmemek için başlar beklemeye. Çok geçmeden elinde valizleri bir yolcu yaklaşır yanına. “Çarşamba’ya gideceğim, müsait misiniz” diye sorar. “Elbette” cevabı üzerine, yolcu valizlerini yerleştirir bagaja. Taksici oldukça sevinir. Çünkü onun memleketi de Çarşamba’dır. Hemen gideceği uzak mesafenin ona kazandıracağı para, hem uzun zamandır göremediği yakın akrabalarını gitmişken görebilme düşüncesi mutlu eder onu.
Yola çıktıklarında yolcusuna, “Evim yolumuzun üstünde. Bir iki dakikalığına uğrayıp yanıma bir şeyler alabilir miyim” der. “Elbette” der yolcu. Taksici birkaç dakika sonra elinde küçük bir valizle çıkagelir.
“Hayrola şoför bey bir yere mi gidiyorsunuz?” diye sorar yolcu. “Çarşamba benim de memleketim. Gitmişken birkaç gün kalırım diye düşündüm de” der taksici.
Der demesine de, yolcu başlar gülmeye. Gülmesi kesileceğine kahkahaya dönüşür. Ardından da, “Çarşamba derken Samsun Çarşamba’ya değil, Fatih Çarşamba’ya gideceğiz” der. Mahcup vaziyetteki taksicinin dudaklarından, ‘Kusura bakmayın’ sözü dökülür ancak.
Lütfen karşıya...
Taksiye binen yaşlı kadının, “oğlum beni karşıya atıver” demesinden sonra, İstanbul’un öbür yakasına yolcu götüreceği düşüncesiyle sevinen taksici, yaşlı kadının “hemen şuracıktan dönüver oğlum” demesiyle birlikte bir “U” dönüşü yaparak yolun karşısına geçer. Hemen ardından da kadının, “ben burada inivereyim oğlum” sesi duyulur. Taksicinin, “Pardon teyze, karşıya gitmeyecek miydik” sorusu üzerine, “İşte karşıya geçtik ya evladım” cevabını alır. Taksici, teyzenin İstanbul’un karşı yakasına değil, yoğun trafik yüzünden bir türlü geçemediği caddenin öbür tarafına geçmek istediğini öğrendiğinde artık yapacak bir şey yoktur. Ne demişler, parasıyla değil mi?
İşlerin kesat olduğu bir günde ilk yolcusunu Bakırköy’den Beyazıt’a götürdükten sonra Ataköy’deki durağına doğru sahil yolundan dönüş yapan taksici, merkezden gelen telsiz anonsundan, Bakırköy’den aldığı yolcuyu Kapalıçarşı’da bırakan bir takside poşet içerisinde yüklüce altın unutulduğunu öğrenir.
Taksici arkasına dönüp bakar ki, gerçekten de arka koltukta poşet var. Haydi insanlık bizde kalsın düşüncesiyle büyük bir manevi haz içinde basar gaza ve bir an evvel durağa ulaşmak ister. O kadar ki, yolda kendisine ele eden birçok müşteriye de durmaz.
Durağa varır varmaz da, “müşteri nerde bekliyor, emanetini getirdim” diye seslenir. “Ne getirdin” diye seslenir taksici arkadaşları. “Ne olacak, takside unutulan altın poşetini” der. Derler ki, “İsmail Bey verdi yolcunun emanetini. Onun aracında unutulmuş.” Taksici merakla kendi aracındaki poşete yönelir. Bakar ki bir bakraç yoğurt. Yolda almadığı yolculara mı yansın, arkadaşları arasında madara olduğuna mı şaşırıp kalır.
Kitapta işte böyle akıp gidiyor birbirinden ilginç olaylarla. Kimi zaman gülerek, kimi zaman üzülerek okuyorsunuz her bir sayfayı.
Bu vesile ile şunu da ifade edelim. Büyük kentlerin gece yarısı kısmen sakinleşen ve sessizleşen sokaklarında, sabaha kadar direksiyon sallayan taksici esnafının elindeki üç beş kuruşu bıçak veya silah zoruyla gasbetmeye çalışan vicdansızlar yok mu? Elleri kırılsın diyesi geliyor insanın…