- 16 Temmuz 2007
- 1.849
- 18
- 46
Çoğu insana cesaret, ders ve ilham veren ve örnek olan olaylar veya kişiler vardır. Bu bazen saygı duyulan birisi ile konuşurken gerçekleşir, bazen de kişinin bunu yaşamsı gerekir. Bu bir kişi ya da olay, ne olursa olsun, insanın hayata başka bir bakış açısından bakmasını sağlar. Benim cesaret ve ilham kaynağım da sevecen ve müşfik kız kardeşim Vicki idi. Övgü, şan ve şöhret gibi şeyler onun için önemli değildi. Onun bütün istediği sevgisini önemsediği insanlarla, ailesi ve arkadaşları ile paylaşmaktı.
Üniversite ikinci sınıfa başlamadan önceki yaz, babam telefon etti ve Vicki’yi hastaneye yatırdıklarını söyledi. Bir fenalık geçirip bayılmış ve vücudunun sağ tarafı felç olmuştu. İlk belirtiler bir damar sorunu olduğunu gösteriyordu. Ancak testler sonuçları durumun daha ciddi olduğunu ortaya koydu. Felce neden olan beyninde oluşmuş olan kötü huylu bir tümördü. Doktorlar üç aydan fazla yaşamayacağını söylüyorlardı. Bunun nasıl olabildiğini düşünüp durduğumu hatırlıyorum. Bir önceki gün Vicki’nin hiçbir şeyi yoktu. Şimdi ise bu genç yaşında hayat veda etmek durumundaydı.
İlk şoku atlattıktan ve boşluk duygusundan kurtulduktan sonra Vicki’nin cesarete ve ümide ihtiyacı olduğuna karar verdim. Birisin onu bu sorundan kurtulabileceğine inandırması gerekiyordu. Bu şiş ben üstlendim. Her gün birlikte oturup, gözümüzde tümörün küçülüşünü canlandırıyor ve sürekli olumlu şeylerden söz ediyorduk. Hatta, hastanedeki odanın kapısına “ Eğer olumsuz düşünceleriniz varsa, lütfen onları dışarıda bıraktıktan sonra içeri girin ” diye yazmıştım. Vicki’nin bu tümörü yenmesi için elimden geleni yapmaya azimliydim.
O ve ben 50-50 diye isimlendirdiğimiz bir anlaşma bile yapmıştık. Tümörü yenme savaşının %50’sini ben, %50’sini de o yapacaktı.
Ağustos ayı geldi. Artık üniversiteler açılıyordu ve benim ülkenin öbür ucuna gitmem gerekiyordu.
O akşam, belki de Vicki’yi bir daha hiç göremeyeceğimi düşünerek ayrılmak kadar zor başka bir şey yaşamadım. Okulda iken kendi payıma düşen %50 için savaşmaktan hiç geri kalmadım. Her gece, uyumadan önce Vicki ile konuşuyor ve beni duyduğunu umuyordum. Ona “ Vicki, senin için savaşıyorum ve hiç vazgeçemeyeceğim. Sende vazgeçemezsen bunun üstesinden geleceğiz ” diyordum.
Birkaç ay geçmiş ve Hâlâ savaşıyordu. Bir gün, benden yaşça büyük bir arkadaşımla konuşuyordum. Ona Vicki’nin kötüleştiğini ama hâlâ savaştığını söyledimç arkadaşım bana düşünmeme neden olan bir soru sordu: “ Acaba sana verdiği sözü tutmak için mi hâlâ savaşıyor? ”
Belki de haklıydı. Belki Vicki’ye savaşı sürdürmesi için cesaret vererek bencilli,k ediyordum. O gece uyumadan önce Vicki’ye “ Vicki, acı çekiyor ve belki de savaşmaktan vazgeçmek istiyor olabileceğini düşünüyorum. Eğer bunu istiyorsan, ben de istiyorum. Biz savaşı kaybetmedik çünkü sen hiç vazgeçmedin. Eğer daha rahat edeceğin bir yere gitmek istersen bunu anlayabilirim. Bir gün yine buluşacağız. Seni seviyorum ve nereye gideresen git hep seninle olacağım. ”
Ertesi sabah, annem aradı ve Vicki’yi kaybettiğimizi söyledi.
Üniversite ikinci sınıfa başlamadan önceki yaz, babam telefon etti ve Vicki’yi hastaneye yatırdıklarını söyledi. Bir fenalık geçirip bayılmış ve vücudunun sağ tarafı felç olmuştu. İlk belirtiler bir damar sorunu olduğunu gösteriyordu. Ancak testler sonuçları durumun daha ciddi olduğunu ortaya koydu. Felce neden olan beyninde oluşmuş olan kötü huylu bir tümördü. Doktorlar üç aydan fazla yaşamayacağını söylüyorlardı. Bunun nasıl olabildiğini düşünüp durduğumu hatırlıyorum. Bir önceki gün Vicki’nin hiçbir şeyi yoktu. Şimdi ise bu genç yaşında hayat veda etmek durumundaydı.
İlk şoku atlattıktan ve boşluk duygusundan kurtulduktan sonra Vicki’nin cesarete ve ümide ihtiyacı olduğuna karar verdim. Birisin onu bu sorundan kurtulabileceğine inandırması gerekiyordu. Bu şiş ben üstlendim. Her gün birlikte oturup, gözümüzde tümörün küçülüşünü canlandırıyor ve sürekli olumlu şeylerden söz ediyorduk. Hatta, hastanedeki odanın kapısına “ Eğer olumsuz düşünceleriniz varsa, lütfen onları dışarıda bıraktıktan sonra içeri girin ” diye yazmıştım. Vicki’nin bu tümörü yenmesi için elimden geleni yapmaya azimliydim.
O ve ben 50-50 diye isimlendirdiğimiz bir anlaşma bile yapmıştık. Tümörü yenme savaşının %50’sini ben, %50’sini de o yapacaktı.
Ağustos ayı geldi. Artık üniversiteler açılıyordu ve benim ülkenin öbür ucuna gitmem gerekiyordu.
O akşam, belki de Vicki’yi bir daha hiç göremeyeceğimi düşünerek ayrılmak kadar zor başka bir şey yaşamadım. Okulda iken kendi payıma düşen %50 için savaşmaktan hiç geri kalmadım. Her gece, uyumadan önce Vicki ile konuşuyor ve beni duyduğunu umuyordum. Ona “ Vicki, senin için savaşıyorum ve hiç vazgeçemeyeceğim. Sende vazgeçemezsen bunun üstesinden geleceğiz ” diyordum.
Birkaç ay geçmiş ve Hâlâ savaşıyordu. Bir gün, benden yaşça büyük bir arkadaşımla konuşuyordum. Ona Vicki’nin kötüleştiğini ama hâlâ savaştığını söyledimç arkadaşım bana düşünmeme neden olan bir soru sordu: “ Acaba sana verdiği sözü tutmak için mi hâlâ savaşıyor? ”
Belki de haklıydı. Belki Vicki’ye savaşı sürdürmesi için cesaret vererek bencilli,k ediyordum. O gece uyumadan önce Vicki’ye “ Vicki, acı çekiyor ve belki de savaşmaktan vazgeçmek istiyor olabileceğini düşünüyorum. Eğer bunu istiyorsan, ben de istiyorum. Biz savaşı kaybetmedik çünkü sen hiç vazgeçmedin. Eğer daha rahat edeceğin bir yere gitmek istersen bunu anlayabilirim. Bir gün yine buluşacağız. Seni seviyorum ve nereye gideresen git hep seninle olacağım. ”
Ertesi sabah, annem aradı ve Vicki’yi kaybettiğimizi söyledi.